View Single Post
Eski 29-12-2008, 16:28   #22
angel67
Ağaçsever
 
angel67's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-12-2008
Şehir: zonguldak
Mesajlar: 78
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

ESKİ İKİNCİ DAİRE

KÖKTEPE - TÜRKİYE DAVASI


(Başvuru no: 35785/03)


KARAR ÇEVİRİSİ
(Esas Hakkında)

STRAZBURG

22 Temmuz 2008

İşbu karar Sözleşme’nin 44 § 2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir.



Köktepe-Türkiye davasında,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Eski İkinci Daire), 22 Nisan 2008 ve 17 Haziran tarihlerinde aşağıdaki şekilde toplanmış ve 17 Haziran 2008 tarihinde izleyen kararı benimsemiştir:

François Tulkens, Başkan,
Antonella Mularoni,
Ireneu Cabral Barreto,
Rıza Türmen,
Vladimiro Zagrebelsky,
Danuté Jociene,
Dragoljub Popovic, Hakimler,
Ve Sally Dollé, Daire Katibi,


USUL

1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhinde açılan (35785/03) başvuru numaralı davanın nedeni, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Halil İbrahim Köktepe’nin (“başvuran”) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

2. Başvuran AİHM önünde Çanakkale Barosu avukatlarından Sayın M. Öztok tarafından temsil edilmektedir. Türk Hükümeti (“Hükümet”) ise kendi ajanı tarafından temsil edilmektedir.

3. Başvuran, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

4. AİHM, 8 Kasım 2005 tarihinde, başvuruyu Hükümet’e tebliğ etmeye karar vermiştir. AİHS’nin 29. maddesinin 3. fıkrasında da ifade edildiği üzere AİHM, başvurunun kabul edilebilirliği ile esasının birlikte incelenmesine karar vermiştir.

5. Hem Hükümet hem de başvuran ek olarak yazılı görüşlerini bildirmişlerdir (İç Tüzüğün 59.maddesinin 1.fıkrası).

6. 22 Nisan 2008 tarihinde Strazburg’da İnsan Hakları Sarayı’nda halka açık bir duruşma düzenlenmiştir (İç Tüzüğün 59. maddesinin 3. fıkrası).

Sözkonusu duruşmada

-Hükümet adına,
A. M. Özmen, ajan,
H.T. Ceyhan
A. Demir,
E. Demir,
A. Emüler,
V. Sirmen,
Ş. Pala,
E. Esin,
Ö. Gazialem,
H. Ardor, avukatlar,

-Başvuran adına ise,
M. Öztok, avukat,
H.İ. Köktepe, başvuran, hazır bulunmuşlardır.

AİHM, Sayın Özmen’in ve Sayın Öztok’un ifadelerini dinlemiştir.

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

7. Başvuran, 1955 doğumlu olup Çanakkale’de ikamet etmektedir.

A. Başvuranın arazisinin, “ormanlık alan” olarak nitelendirilmesine ilişkin süreç

8. Hazine Müsteşarlığı, 30 Ocak 1953 tarihinde, Toprak Komisyonu’nun 15 Haziran 1952 tarihli bir kararı ile bir şahsa Saricali (Çanakkale) bölgesinde bulunan 21.200 m²’lik bir arazi satmıştır. Sözkonusu satış, vatandaşların mülk sahibi olabilmelerini amaçlayan bir program çerçevesinde gerçekleşmiştir. Arazi, sözkonusu kişi adına tapuya tescil edilmiştir (745 numaralı parsel); tapu kayıtlarında arazı tarla olarak nitelendirilmiştir.

9. Sözkonusu arazi, 1953 tarihinden 1993 tarihine kadar dört kez el değiştirmiştir. Başvuran ise 26 Temmuz 1993 tarihinde sözkonusu arazinin sahibi olmuştur. Başvurandan önce sözkonusu araziye sahip olan diğer üç kişide de olduğu gibi, başvuran adına da Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından tapu senedi düzenlenmiştir.

10. Kadastro Komisyonu, 24 Ağustos 1990 tarihinde, ormanlık arazinin sınırlandırılması çalışmalarını başlatmıştır, bu tedbirler sonucunda bu parsel kısmen (haritalarda 20 ila 24 numaralı noktalarda gösterilen, kuzey kısmı) ormanlık alan sınırları içerisinde kalmıştır. Dosyada yer alan unsurlara göre, Komisyon’un o dönemde aldığı karar, 19 Kasım 1990 tarihinde halka açık bir şekilde alınmış olup tapu kayıtlarında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır.

11. Başvuran, 17 Temmuz 1996 tarihinde Orman Genel Müdürlüğü’nün ormanlık alanların sınırlandırılması hususunda aldığı karar aleyhinde Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurmuştur (“Mahkeme”). Başvuran, Kadastro Komisyonu’nun eyleminin hatalarla dolu olduğunu ifade etmiştir.

12. Mahkeme, ve aynı şekilde bilirkişiler (tarım, orman ve teknik alanlarında uzman), davaya taraf olan kişilerin avukatları ve yerel şahitler incelemeler yapmak üzere birçok kez dava konusu araziye gidip incelemelerde bulunmuşlardır.

13. İlk olay yeri incelemesi, 10 Ekim 1997 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 17 Ekim 1997 tarihinde, orman bilirkişisi tarafından hazırlanan bilirkişi raporu dosyaya eklenmiştir. Bilirkişi, Kadastro Komisyonu’nun, araziyi 19 ila 25 numaraları ile numaralandırdığını, arazinin B kısmının “ormanlık alan” içerisinde yer aldığını fakat arazinin A kısmının “ormanlık alan dışı” olarak nitelendirildiğini tespit etmiştir. Bilirkişi, olayların meydana geldiği dönemde arazinin “orman örtüsü” ile kaplı olmadığını fakat Çanakkale Asliye Ceza Mahkemesi önünde görülmekte olan 1995/205 numaralı dosyada ise başvuranın “orman örtüsünü” yok etmeye yönelik faaliyetlerde bulunmak suçuyla arandığını tespit etmiştir. Bilirkişi aynı zamanda arazide yer yer makilerin mevcut olduğunu tespit etmiş ve dava konusu arazinin tamamının ormanlık alan olduğuna karar vermiştir.

14. Tarım bilirkişisi, 30 Ekim 1997 tarihinde hazırladığı raporu dosyaya sunmuştur. Bilirkişi, sözkonusu arazi üzerinde uzun zamandan beri hiçbir tarım faaliyetinin yapılmadığını, arazide % 15 ila % 20 oranında bir yükseklik farkının mevcut olduğunu tespit etmiş ve arazi türünün otlağa benzer özellikler taşıdığına kanaat getirmiştir.

15. Başvuran, 16 Aralık 1997 tarihinde bu raporlara itiraz etmiş ve yeni bir bilirkişi incelemesi yapılmasını talep etmiştir.

16. 12 Nisan 1998 tarihli bilirkişi incelemesi sırasında, tarım bilirkişisi ile teknik bilirkişisi dava konusu araziyi, havadan çekilen fotoğraflar, ülke haritası, bölgeleme planı ışığında ve özellikle de başvuranın avukatının yanında incelemişlerdir.

17. Tarım bilirkişisi, 28 Mayıs 1998 tarihli raporunda her ne kadar dava konusu arazi 1957 tarihli ülke haritasında yeşil olarak belirtilmişse de, arazinin tarım alanı olarak değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirmiştir. Bilirkişi, arazide makilerin ve çalılıkların yer aldığını ifade etmiştir. Fotokopi çekilmesi yasak olduğundan, haritanın bir nüshasının dosyaya eklenmesi mümkün olmamıştır. Bilirkişi, arazi üzerinde tespit edilen yükseklik farkının, A kısmında %8 ila 10 arasında, B kısmında ise % 18 ila 20 arasında olduğunu tespit etmiştir.

18. 14 Temmuz 1998 tarihinde, üç orman bilirkişisinden oluşan Kurul, ülke haritasından, dosyaya eklenmemiş olan havadan çekilmiş olan fotoğraflardan (fotokopisinin çekilmesi yasak olduğundan) ormanlık alan haritasının ve aynı zamanda Orman Kadastrosu’nun tutanaklarından ve haritasından yola çıkarak raporunu hazırlamıştır. Kurul aynı zamanda, Yargıtay İçtihat Birleştirme Dairesi tarafından alınan 22 Mart 1996 tarihli karara atıfta bulunmuştur. Sözkonusu kararda, 1953 yılında şahıslara verilen tapu senetlerinin, olayların meydana geldiği dönemde bölgede makilerin ve çalılıkların var olduğu ve arazinin orman alanı olarak değerlendirilmediği dönemlerden itibaren geçerli olduğu ifade edilmiştir. Arazi üzerindeki yükseklik farkı hususunda ise Kurul, bu farkın arazinin A kısmında %6 ila 10 arasında, B kısmında ise %15 ila 20 arasında olduğunu tespit etmiştir. Bu hususlar dikkate alındığında, raporda, çoğunluk tarafından dava konusu arazinin ormanlık alan olarak nitelendirilmeyeceği belirtilmiştir. Orman bilirkişilerinden biri olan M.K., sunduğu ayrık oy görüşünde, dava konusu arazinin ormanlık alan olarak nitelendirilmesi gerektiğini ifade etmiş ve bilirkişi kurulunun, Yargıtay Kararı’na atıfta bulunmaması gerektiğini belirtmiştir.

19. Bilirkişiler, 13 Nisan 1999 tarihinde sundukları ek raporda, dava konusu arazinin bir kısmının (13.625 m²) maki ve çalılıklarla kaplıyken diğer kısmının ise (7.525 m²) tarım arazisi niteliğinde olduğunu belirtmişlerdir.

20. Başvuran, 1 Eylül 1999 tarihinde bilirkişi incelemesine ve özellikle de ayrık oy görüşüne ilişkin görüşlerini dosyaya sunmuştur.

21. 30 Haziran 2000 tarihinde üç kişiden oluşan bir Kurul tarafından yeni bir bilirkişi raporu düzenlenmiştir. Raporda Kurul, tıpkı sınırlama komisyonu gibi, dava konusu arazinin ormanlık alan içerisinde yer aldığına kanaat getirmiştir.

22. Mahkeme, 16 Kasım 2000 tarihinde dosyaya eklenen bilirkişi raporlarının arasında farklılıklar bulunduğunu tespit etmiştir. Bununla birlikte Mahkeme, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Dairesi’nin aldığı kararın, haritalardan yola çıkılarak yapılan bir bilirkişi incelemesini etkileyecek nitelikte olmadığına karar vermiştir. Dava konusu arazinin, ormanlık alan içerisinde yer aldığına ilişkin olarak hazırlanan bilirkişi raporunun sonuçları ışığında Mahkeme, özünde orman alanı olan arazilerin, mülk edinilmesinin mümkün olmadığını vurgulayarak başvuranın talebini reddetmiştir.

23. Başvuran, 6 Ağustos 2003 tarihinde Yargıtay’a başvurmuştur. Başvuran, ilk aşamada gerçekleştirilen bilirkişi incelemelerinin, planlar, havadan çekilmiş fotoğraflar ve 1945 öncesinde hazırlanan düzenleme planlarına dayanmaması nedeniyle eksiklikler taşıdığını ifade etmiştir.

24. Yargıtay 29 Ocak 2004 tarihinde başvuranın başvurusunu reddetmiş ve ilk derece Mahkemesi kararını onamıştır. Yargıtay, toplanan delil unsurları ve dosya içeriğinden hareketle, dava konusunun, sözkonusu arazinin 6831 sayılı Yasa uyarınca sınırlandırılması hususunda olduğunun ve hiçbir unsurun sınırlama komisyonunun, sözkonusu araziyi 5653 sayılı Orman Kanunu uyarınca maki alanı olarak nitelendirdiğini ortaya koymadığının altını çizmiştir. Zira, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Dairesi’nin kararı uyarınca, yalnızca maki alanı olarak nitelendirilen arazilerin bir değerinin olması mümkündür. Yargıtay aynı zamanda, arazi üzerindeki yükseklik farkının %18 oranında olduğunu ve bu oranın %12’yi aştığı andan itibaren arazinin ormanlık alan olarak nitelendirilmesi gerektiğini de tespit etmiştir.

25. Başvuran tarafından yapılan düzeltme başvurusu, 2 Temmuz 2004 tarihinde Yargıtay tarafından reddedilmiştir.

B. Başvuranın mahkum edilmesi ile sonuçlanan ceza davası

26. Çanakkale Cumhuriyet Savcısı, 17 Mart 1995 tarihinde, aralarında başvuranın da buşunduğu birkaç kişiyi, Tapu Kadastro’da başvuran adına kayıtlı (745 numaralı parsel) olan Saricali (Çanakkale) bölgesinde bulunan arazinin bir kısmını (9 280 m²), 22 Şubat 1995 tarihinde bir buldozer yardımıyla izinsiz olarak orman vasfını yitirmesine teşebbüs etme suçuyla itham etmiştir.

27. Başvuran, 19 Kasım 1996 tarihinde Çanakkale İlk Derece Ceza Mahkemesi (“Ceza Mahkemesi”) tarafından serbest bırakılmıştır.

28. Yargıtay, 24 Aralık 1997 tarihinde ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.

29. Çanakkale Cumhuriyet Savcısı, 23 Aralık 1995 tarihinde, ağaçsızlaştırılan arazide buğday ektiği gerekçesiyle başvuranı 18 Ocak 1996 tarihinde bir kez daha itham etmiştir.

30. Mahkeme, belirtilmeyen bir tarihte iki davanın birleştirilmesine ve Çanakkale Asliye Hukuk Mahkemesi önünde görülmekte olan ve 2 Temmuz 2004 tarihinde nihai şeklini alan arazinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak açılan hukuk davasının sonucunu beklemeye karar vermiştir.

31. Ceza Mahkemesi, 13 Aralık 2005 tarihinde, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 93.maddesinin 1. ve 3. fıkraları uyarınca iki kez olmak üzere başvuranı bir yıl üç aylık hapis cezasına mahkum etmiştir. Mahkeme, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun 55. maddesinin 1. ve 3. fıkraları uyarınca bu cezanın, üç yıllık bir süre için ertelenmesine karar vermiştir. Mahkeme bu kararını aşağıda yer alan argümanlara dayandırmıştır:

“Her ne kadar sanık Halil İbrahim [Köktepe] dava konusu araziyi satın almış ve tapu siciline kendi adına kaydettirmişse de, Yargıtay’ın onama kararında da tespit ettiği üzere, 1991 tarihinde kesinleşen orman arazilerinin sınırlandırılması işleminden haberdar olduğu açıktır. Ormanlık alan sınırlandırılması nedeniyle tapu senedi geçersiz olacağından, ilgilinin iyi niyetle araziyi ormansızlaştırdığını ve ilgilinin bunu bildiğini de ileri sürmemiz mümkün değildir. Suçun tespit edildiği bir ifade tutanağının aleyhinde hazırlanmış olması sonrasında dava konusu arazi üzerinde buğday ektiği ve bizzat kendisinin hukuk mahkemeleri önünde iptal davası açtığı hususu dikkate alındığında, sanığın, suçun kasıtlı olmadığına ilişkin savunması tutmamaktadır.

Tapu senedinin hukuki niteliğinin kaybolmasına ilişkin eleştiriler hususunda ise bu eleştiriler, Mahkeme tarafından davanın incelenmesi çerçevesinde yer almamaktadır. Bu alandaki yetkili Mahkeme, bu konudaki kararını vermiş ve sözkonusu karar da Yargıtay tarafından onanmıştır. İşte bu nedenledir ki işbu Mahkeme’nin bu aşamada ormanlık arazi sınırlandırmasının ve dolayısıyla sanık adına dzenlenen tapu senedinin hukuki bakımdan uygun olup olmadığı hususunu incelemesi mümkün değildir. Burada asıl incelenmesi gereken husus, sanığın suç niteliği taşıyan bir niyetinin olup olmadığının tespit edilmesidir; yukarıda da izah edildiği üzere, hukuk mahkemelerine başvurulmuş olması suçun kasıtlı yapılıp yapılmadığı hususunu ortadan kaldırmamaktadır, mevcut Mahkeme, her iki davada da suç işleme amacıyla hareket ettiğinden Halil İbrahim’in [Köktepe] cezalandırılması gerektiği sonucuna varmıştır”

32. Yargıtay, 28 Mayıs 2008 tarihinde tebliğ edilen 4 Şubat 2008 tarihli bir kararla başvuranın başvurusunu reddetmiştir.

C. Başvuranın tapu senedinin iptal edilmesine ve Hazine adına tapuya tescil edilmesine ilişkin süreç

33. Orman Bakanlığı, 28 Eylül 2007 tarihinde dava konusu arazi ile ilgili başvuranın tapu senedinin iptal edilmesi ve arazinin, Hazine adına tapuya tescil edilmesi amacıyla Çanakkale Kadastro Mahkemesi’ne başvurmuştur. Orman Bakanlığı aynı zamanda arazinin üçüncü kişilere transfer edilmesini önlemek amacıyla bir takım tedbirlerin alınmasını talep etmiştir.

34. Aynı gün Mahkeme tedbirlerin alınmasına ilişkin talebi kabul etmiş ve Tapu Sicil Müdürlüğü’nden kayıtlarda bu konuyla ilgili olarak bir ibarenin eklenmesini emretmiştir.

35. 22 Nisan 2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde görülen duruşmada, davanın hala mahkeme önünde görülmekte olduğu ve bir sonraki duruşma tarihinin 2 Temmuz 2008 olarak belirlendiği ifade edilmiştir.

II. İLGİLİ İÇ HUKUK VE UYGULAMASI

A. Anayasal hükümler

36. 1924 Anayasası’nın 74. maddesi aşağıdaki şekildedir;

“Kamu faydasına gerekli olduğu usulüne göre anlaşılmadıkça ve özel kanunları gereğince değer pahası peşin verilmedikçe hiç kimsenin malı ve mülkü kamulaştırılamaz.

Çiftçiyi toprak sahibi kılmak ve ormanları devletleştirmek için alınacak toprak ve ormanların kamulaştırma karşılığı ve bu karşılıkların ödenişi özel kanunlarla gösterilir.”

37. 1982 Anayasasının ilgili hükümleri aşağıdaki şekildedir:

“XII. Mülkiyet Hakkı
MADDE 35- Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
(...)
D. Kamulaştırma
MADDE 46 - (Değişik madde: 03/10/2001 – 4709 S.K.) Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskan projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.
E. Devletleştirme ve özelleştirme
MADDE 47- (Değişik madde: 13/08/1999- 4446 S.K.) Kamu hizmeti niteliği taşıyan özel teşebbüsler, kamu yararının zorunlu kıldığı hallerde devletleştirilebilir.
Devletleştirme gerçek karşılığı üzerinden yapılır. Gerçek karşılığın hesaplanma tarzı ve usulleri kanunla düzenlenir.
Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller kanunla gösterilir.
Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerden hangilerinin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzelkişilere yaptırılabileceği veya devredilebileceği kanunla belirlenir.
(...)
IV. Ormanlar ve orman köylüsü
A.Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi
MADDE 169 - Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman sınırlarında daraltma yapılamaz.
B. Medeni Kanun
38. Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümleri aşağıdaki şekildedir:
MADDE 683 § 1 – “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.”
MADDE 705 § 1- “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.”
MADDE 1007 § 1- “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur.”
C. Ormanlar hakkında Kanunlar
39. 1937 tarihine kadar, ormanlarla ilgili olarak hiçbir özel düzenleme yapılmamıştır. 3 Şubat 1937 ve 31 Ağustos 1956 tarihleri arasında ormanlık arazilerle ilgili beş temel kanun kabul edilmiştir, bu kanunlar 3116 (1937), 4785 (1945), 5653 (1950), 5658 (1950) ve 6831 (1956) sayılı kanunlardır.
1. 8 Şubat 1937 tarihli ve 3116 sayılı Orman Kanunu
40. Bu Kanun’da yer alan 1. maddede “orman” kavramının tanımı yapılmaktadır. Aynı Kanun’un 3.maddesi uyarınca, dört çeşit ormanlık alan mevcuttur: Devlet ormanları, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlar, vakıf ormanlar ve hususi ormanlar. Bu ormanlar, devlete ait olup vergi ödeyen kişilerce işletilebilen ormanlardır.
2. 9 Temmuz 1945 tarihli ve 4785 sayılı Orman Kanunu

41. Orman Kanunu’nun 1. maddesi aşağıdaki şekildedir:

“Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihte var olan gerçek veya tüzel özel kişilere, vakıflara ve köy, belediye, özel idare kamu tüzel kişiliklerine ilişkin bütün ormanlar bu kanun gereğince devletleştirilmiştir. Bu ormanlar hiç bir işlem ve bildirime lüzum olmaksızın Devlete geçer.”

42. Bu Kanun’un 4. maddesi devletleştirme işlemine özellikle de şahısların emekleri ile dikilen çeşitli ağaçların bulunduğu ormanların devletleştirilmesi bir takım istisnalar getirmektedir.

43. Bu Kanun’un 7. maddesi devletleştirme işleminde tazminat ödenmesini öngörmektedir.

3. 24 Mart 1950 tarihli ve 5653 sayılı Orman Kanunu

44. 5653 sayılı Kanun, orman alanını yeniden tanımlamaktadır. Bu Kanun’un 1 § c maddesi uyarınca, makilerle kaplı arazinin korunması ya da bu Kanun ile belirlenen koşullar uyarınca ürün vermesi halinde makiler artık orman olarak nitelendirilmemektedir.

45. Yine aynı şekilde 1. madde uyarınca, 3 Nisan 1950 tarihinden itibaren, ormanvasfını yitirmiş alanlar artık orman olarak nitelendirilemeyecektir.

46. Bu Kanun üç çeşit ormanın varlığından söz etmektedir: Devlet ormanları, kamu tüzel kişilere ait ormanlar (köy ve belediyeler) ve hususi ormanlar.

4. 24 Mart 1950 tarihli ve 5658 sayılı Orman Kanun

47. 5658 sayılı Kanun’un 1. maddesi bazı koşullarda devletleştirilen ormanların iadesini öngörmektedir:

“9 Temmuz 1945 tarihli Kanun ile devletleştirilen ormanlar arasında, devlet ormanları arasında bulunmayan tarla, bağ, bahçe, hususi ormanlara benzer alanlar, şehir, şehir meraları, ve köylere, gerçek ya da tüzel kişilere ait olan ve Orman Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca orman olarak nitelendirilmeyen alanlarla çevrili ormanlar malikleri ya da varislerinin isteği üzerine iade edilir.”

5. 31 Ağustos 1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu

48. Bu Kanun’un 1. maddesinde “orman” kavramı açıklanmakta ve istisnaları sayılmaktadır.

49. Kanun’un 2. maddesinin B fıkrasında (5 Haziran 1986 tarihinde 3302 sayılı Kanun ile değiştirildiği şekliyle):

“31 Aralık 1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir kasaba ve Köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları, Orman sınırları dışına çıkartılır.

Orman sınırları dışına çıkartılan bu yerler Devlete ait ise Hazine adına hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususi orman ise sahipleri adına orman sınırları dışına çıkartılır. Uygumla kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılır.”

50. 4. madde uyarınca malik ve İdare açısından üç çeşit orman bulunmaktadır; Devlet ormanları (7 ila 44. maddeler), kamu tüzel kişilere ait ormanlar (45 ila 49. maddeler) ve hususi ormanlar (50 ila 55. maddeler).

51. Bu kanunun 7. maddesi uyarınca, Devlet ormanları ya da hususi ormanların niteliği Orman Kadastro Komisyonları tarafından belirlenir. Öte yandan Kanun’un 7 ila 12. maddeleri Kadastro Komisyonlarının çalışma esaslarını belirlemiştir.

52. Devlet ormanları, Devlet’in koruması altındadır. Devlet ormanlarının orman vasfını bozmaya yönelik her türlü eylem yasaklanmış olup suç teşkil etmektedir (14 ila bilhassa 19. madde). 79 ila 90. maddeler kanuna aykırı eylemler karşısında uygulanacak usulü anlatmaktadır. 91 ila 114. maddelerde ceza hukuku hükümleri yer almaktadır. Bazı suçlar için öngörülen cezaların, suç teşkil eden eylemi gerçekleştiren kişi sözkonusu ormanın sahibi ise, düşürülmesi mümkündür (Bkz. örneğin, 91 § 6. madde).

53. Hususi ormanlar, Devlet’in kontrolüne ve denetimine tabiidir. Maliklerinin ise sınırlı bir düzeyde işletme hakkı bulunmaktadır. Ayrıca, şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerlerdeki hususi orman alanlarında, orman sahipleri, arazinin yatay alanının yüzde altısını ( % 6) geçmemek üzere imar planlamasına uygun inşaat yapabilir.

54. 6831 sayılı Kanun, 1744 (1973), 2896 (1983), 3302 (1986), 3373 (1987), 3493 (1988), 4079 (1995), 114 (1995), 4570 (2000) 4999 (2003), 5177 (2004), 5192 (2004) ve 5728 (2008) sayılı Kanunlarla birkaç kez değiştirilmiştir.

D. 21 Haziran 1987 tarihli ve 3402 sayılı Kanun

55. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “kadastro sonuçlarının ilanı” başlıklı 11. maddesi uyarınca, Kadastro müdürü, askı cetvellerini düzenler, bu cetvelleri ve pafta örneklerini, Kadastro Müdürlüğünde ve ayrıca muhtarın çalışma yerinde 30 gün süre ile ilan ettirir. İtirazı olanların, ilan süresi içinde kadastro mahkemesine başvurarak dava açabilmeleri mümkündür. Kadastro müdürü bu işlemleri, kadastro ekibinin çalışma alanındaki işini bitirdiği tarihten itibaren en geç üç ay içerisinde yapmak zorundadır. Bu Kanun gereğince yapılan ilanlar, ilgili gerçek kişilere, kamu ve özel hukuk tüzel kişilerine şahsen tebliğ edilmiş sayılır.

56. Ayrıca 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesinde, 30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitlerin kesinleşeceği öngörülmektedir. Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.
Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz.
E. Ulusal İçtihat

57. 23 Haziran 1964 tarihinde, Anayasa Mahkemesi, ilgili dönemde yürürlükte olan ve kamulaştırma tazminatını, mülkün gerçek değerinden yola çıkarak hesaplayan Anayasa’nın 38. maddesi ile çelişkili olduğu gerekçesiyle 4785 sayılı Orman Kanunu’nun 3 ve 4. maddelerini iptal etmiştir. 3. madde, devletleştirilen ormanın değerinin vergi beyanından yola çıkılarak tespit edilebileceğini ifade etmekteydi. 4. madde ise devletleştirilen bir ormanda mevcut yapıların alımına ilişkin kriterleri tanımlamaktaydı. İlgili maddelerin iptalinin bu alanda bir hukuk boşluğu doğurup doğurmayacağı hususunda ise Anayasa Mahkemesi’nin cevabı izleyen satırlarda yer almaktadır:

“(…) sözkonusu hükümler iptal edildiğine, kamulaştırmaya ilişkin genel hükümler, ormanların kamulaştırılması işlemine de uygulanacaktır.”

58. Yargıtay, 28 Mart 1995 tarihinde, 917 sayılı eski Medeni Kanun uyarınca tapu kayıtlarının düzgün olarak tutulması işinden Hazine’nin sorumlu olduğunu tespit etmiştir. Yargıtay kararında, Hazine’nin sorumluluğunu ortaya koyacak kriterleri saymıştır: bu kriterler, bir zararın var olması, bir memurun hukuka aykırı eyleminin var olması, zarar ile eylem arasında nedensellik bağının mevcut olmasıdır. Yargıtay aynı zamanda zararın kesin bir şekilde meydana gelmiş olması ve tazminat talebinin, zararın nihai olarak meydana geldiği tarihten en geç bir sene sonra ve her halükarda on seneklik genel bir süre zaman aşımı süresinde talep edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

59. Yargıtay, 26 Nisan 1999 tarihli bir kararında, 917 sayılı eski Medeni Kanun uyarınca tapu kayıtlarının düzgün olarak tutulması işinden Hazine’nin sorumlu olduğunu yinelemiştir. Bununla birlikte ilgili, verecekli olan kişinin mülküne bir takım tedbirlerin konmasını sağlayamamış szira tapu sicil kayıtları usulüne uygun olarak tutulmamıştır.

60. Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu, 7 Mayıs 2002 tarihinde, dava konusu arazinin ormanlık alan içerisinde yer alması nedeniyle tapu senedinin Kadastro Mahkemesi tarafından iptal edilmesi halinde, yetkinin adli hakimde olduğunu tespit etmiştir (daha sonra ise orman niteliğini kaybettiğinden bu arazi ormanlık alan kapsamının dışına çıkarılmıştır). Bu davada, hakimler ilgilinin tapu senedinin iptal edilmesine neden olan Kadastro Mahkemesinin kararına dayanarak tazminat talebini reddetmişlerdi. Hakimler, bu kararın hukuka uygun olduğuna kanaat getirmiştir.

61.Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi, 7 Mayıs 2002 tarihli kararında başvuranın talebini reddeden esasa bakan Mahkemenin kararını bozmuş ve Kadastro Komisyonu’nda çalışan ve dava konusu arazinin ormanlık alan içerisinde yer almadığına yanlışlıkla karar veren kişilerin hatalı eylemleri nedeniyle Hükümet’in objektif sorumluluğunun mevcut olduğunu tespit etmiştir. Esasında, bu hatalı eylem nedeniyle tapu kayıtlarına güvenen ve üçüncü kişilere satışı yapılan arazinin orman niteliği ile ilgili olarak tapu sicil kayıtlarında herhangi bir ifade yer almamıştır. Dava konusu arazi, Kadastro Komisyonu’nun kararları neticesinde 1959 yılında üçüncü şahıslar adına tapuya tescil edilmiş ve bu kişiler için ilk defa kendi adlarına bir tapu belgesi düzenlenmiştir. Başvuran, arazinin orman vasfına sahip olduğuna dair hiçbir ibarenin yer almadığı tapu sicil kayıtlarında yer alan bilgilere güvenerek araziye 1994 yılında sahip olmuştur. 1977-1982 yılları arasında Kadastro Komisyonu yeni çalışmalar yürütmüş ve dava konusu arazinin orman vasfını yitirmiş olması sebebiyle artık orman vasfını taşımadığına karar vermiştir. Komisyon arazinin ormanlık alan dışına çıkarılmasına karar vermiştir. Bu ibare, 1995 yılında tapu sicil kayıtlarında da yer almıştır.

62. Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi, 30 Ekim 2006 tarihinde, Kadastro Komisyonu’nun çalışmaları neticesinde arazinin kaydının yapılması nedeniyle dile getirilen tazminat taleplerine bakma yetkisinin İdari Hakim’de olduğunun belirtildiği Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12 Haziran 2006 tarihli kararını onamıştır. Arazi, 1953 yılında ilgili tarafından satın alınmıştır. Daha sonra ise Kadastro Komisyonu’nun çalışmaları neticesinde kendi adına tapuya tescil edilmiştir. İzleyen zamanda ise ilgilinin tapu belgesi, arazinin ormanlık alan içerisinde yer aldığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. Mahkeme, izleyen nedenlerle talebi reddetmiştir:

“Başvuran, iki eyleme dayanarak tazminat talebinde bulunmaktadır, bu eylemler tapu belgesinin düzenlenmesi ve daha sonra ise sınırlama nedeniyle belgenin iptal edilmesidir. Başvuran, kendisinin tapu belgesinin sahibi olmasına rağmen gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde orman sınırlamasının neticesinin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu noktada İdare’nin hatalı olduğunu belirtmektedir. İdari bir eylem neticesinde meydana gelen bir zararın tazmin edilmesi talebi yalnızca İdare Mahkemesi önünde dava açılarak dile getirilebilir.”

30 Ocak 2008 tarihinde, yukarıda ifade edilen ve 5 Aralık 2007 tarihinde başvurusu yapılan davada davacının avukatı olan (ve aynı zamanda mevcut davada başvuranın avukatı olan) Sayın M. Öztok’un, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu daha önceki iki karar arasında çelişkinin mevcut olmadığını ve bu nedenle içtihadı birleştirme kararının alınmasının gerekli olmadığını belirtmiştir.

63. Yargıtay Genel Kurulu, 19 Nisan 2006 tarihli bir kararla, Tapu Sicil Müdürlüğü’nde görevli memurların eylemleri nedeniyle Devlet’in objektif sorumluluğunun bulunduğunun belirtildiği esasa bakan Mahkeme’nin kararını onamıştır. 1976 yılında üçüncü bir kişi sahte bir mahkeme kararı kullanarak araziyi davacıya satmıştır, oysaki 1954 yılında dava konusu arazi, Kadastro Komisyonu tarafından mera olarak nitelendirilmiş ve bu nedenle kamusal alan içerisinde yer almıştır. Esasa bakan Mahkeme, talebi kısmen kabul etmiş ve davacının sözkonusu arazi üzerinde ektiği bitkiler ve inşa ettiği ev için bir tazminat ödenmesine karar vermiştir. Yargıtay, davacının üçüncü kişilere başvurabilmesinin, İdare’nin objektif sorumluluğunu ortadan kaldıramadığını kaydetmektedir. Herhangi bir hatanın işlenmemiş olması halinde bile, üç durumun bir araya gelmiş olması sebebiyle Devlet’in sorumluluğu bulunmaktadır: hatalı bir eylemin varlığı, bir zararın varlığı ve hatalı eylem ile oluşan zarar arasında bir nedensellik bağının mevcudiyeti. Ayrıca Yargıtay, sicil kayıtlarına güvenen kişinin iyi niyetini koruyan Medeni Kanun’un ilgili maddelerine atıfta bulunmuştur.

64. Bursa İdare Mahkemesi, 26 Haziran 2006 tarihinde davacının arazisinin ormanlık alan olarak nitelendirilmesi nedeniyle tapu belgesinin iptal edilmesi sonrasında uğradığını iddia ettiği zararın tazmin edilmesi talebini reddetmiştir. Davacı, kendisini ratione materiae yetkisiz ilan eden adli hakime başvurduktan sonra İdare Mahkemesi’ne başvurmuştur. İdare Mahkemesi’ne göre, başvuru gecikmiş bir başvuru niteliği taşımaktaydı, zira talebin tapu belgesinin iptal edilmesine ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren altmış gün içinde yapılması gerekmekteydi.

65.Hükümet tarafından dosyaya eklenen belge uyarınca, Sayın M. Öztok (mevcut davada başvuranın avukatı), Devlet’in objektif sorumluluğunun tespit edilebilmesi amacıyla müvekkillerinden birinin adına Bursa İdare Mahkemesi’ne başvurmuştur. Bu davada, müvekkilinin tapu senedi, arazisinin ormanlık alan içerisinde yer alması nedeniyle iptal edilmiştir. Sayın Öztok bu başvurusunda, ratione materiae bakımından kendisini yetkisiz ilan eden Çanakkale Asliye Mahkemesi tarafından başvurusunun reddedildiğini açıklamıştır. Çeşitli Mahkemeler arasında yetki sorunun mevcut olduğunu belirten Öztok, İdare Mahkemesi’nden, yeni bir yetkisizlik kararının benimsenmemesi için davanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne sevk edilmesini talep etmiştir. Öztok aynı zamanda, mülkiyet hakkı ve orman alanında düzenlenen hükümlerin birbirleri ile çelişkili olduğunu iddia ederek davanın Anayasa Mahkemesi’ne sevk edilmesini talep etmiştir.

angel67 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön