View Single Post
Eski 26-12-2008, 08:56   #568
Emine Aktaş
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Sayın Besenkar, Organik tarım, tüm dünya tarafından gerekliliğine inanılan bir tarım sistemidir. Çirkin kavgalar, kişileri ve kendi iç hesaplaşmalarını bağlar. Pireye kızıp, yorgan yakmanın bir anlamı yok.

Tarımda geleneksel tarım metodları yerine, modern tekniklerin kullanılmaya başlamasıyla ortaya çıkan sürece “Yeşil Devrim” adı veriliyor. Yeşil Devrim lafıyla, tarımda hibrit tohumların, yapay gübrelerin, yabani ot ve böcek öldürücü kimyasalların ve tarım makinalarının kullanılmaya başlamasıyla, yani endüstriyel tarımın gündeme gelmesiyle birlikte meydana gelen ürün artışı kastediliyor. 70’li yıllara denk gelen bu süreçte sözü edilen ürün artışı o güne kadar tarımda hiç elde edilmeyen boyutlarda gerçekleşti. Yeşil Devrim’in propagandası; birim alandan elde edilen ürünün artması gerektiği, çünkü nüfusun hızla artmakta olduğu, bu nüfusu doyurmak için daha fazla gıda üretilmesi gerektiği söylemiyle yapıldı. Yeşil Devrim’le birlikte tarımda kimyasalların yoğun bir biçimde kullanılmasının yolu açıldı. 2. Dünya Savaşı sırasında kimya sanayiinde gelişmeler yaşanmış, yeni silahlar, teknikler keşfedilmişti. Bu teknikler savaşın ardından kendine yeni pazar alanı buldu ve tarım sanayiinde kullanılmaya başlandı. Nitrojen bombası modifiye edilerek nitrat gübresine, sinir gazı modifiye edilerek böcek öldürücü ilaçlara dönüştürüldü. Bu ve buna benzer birçok örnek tarımsal girdilerin ecza şirketleri tarafından ele geçirilmesinin önünü açtı.

Son zamanlarda sıkça tartışma konusu olan genetiği değiştirilmiş gıdalar da tarımın şirketleşmesi sürecinin son halkasından başka bir şey değil. Yeşil Devrim’in sağladığı artışı sonsuza dek sürdürmek elbette mümkün değildi. Çiftçi aynı miktarda ürünü alabilmek için tarlasına her geçen yıl daha fazla gübre, yabani ot ilacı, böcek öldürücü vb. kimyasallar kullanmak zorunda kalıyordu. Çünkü kullanılan tarım teknikleri ve kimyasallar toprağın yapısını olumsuz etkiliyor, topraktaki organik maddeleri, mikroorganizmaları öldürüyordu. Üstelik söz konusu kimyasallar ve teknikler doğal dengeyi de altüst ediyor, ekolojik sorunlar her geçen gün artarak çoğalıyordu. Bu noktada biyoloji alanındaki buluşlar uluslararası tekellerin imdadına yetişti. Genetiği değiştirilmiş organizmalar; yani GDO’lar sayesinde Yeşil Devrim’in ikinci aşaması gerçekleştirilebilecekti. Muhtelif canlılardan alınan genler tarımsal ürünlere aktarıldı. Bu sayede ürünlerin böceklere ve yabani otlara karşı dayanıklı olması sağlanacak, ürünlerin raf ömrü uzatılacak, tarım için uygun olmayan arazilerde ürün yetiştilebilecekti.

Genetiği değiştirilmiş gıdalar, yukarıda vaadelilenleri sağlayıp sağlayamayacakları, çevreye ve insan sağlığına karşı ne tür riskleri olduğu vb. konular henüz tartışma aşamasındayken piyasaya sürülüverdiler. Çünkü uluslararası tekeller bu ürünlerin ar-ge faaliyetleri için büyük yatırımlar yapılmıştı, artan rekabet koşulları yüzünden ürün artışı sağlanmalı, tekellerin tüm dünya pazarına tam hakimiyeti bir an önce tesis edilmeliydi. Hakimiyeti tam olarak kesinleştirme işi transgenik ürünler için alınan patentler sayesinde sağlanacaktı. Genetiği değiştirilmiş ürünler ticari buluş olarak değerlendiriliyor ve üreten firmaya söz konusu ürünün patenti verilerek ticari çıkarları koruma altına alınıyordu. Genetiği değiştirilmiş ürünler de Yeşil Devrim’in ilk zamanlarındakine benzer bir propagandayla piyasaya sürülmüştü. Tarım tekelleri, dünya nüfusunun hızla artmakta olduğunu, aç insanların sayısının gün geçtikçe çoğaldığını, buna çare olmak için ürün miktarını artırmaktan, yani genetiği değiştirilmiş gıdalardan başka çare olmadığını iddia ediyorlardı.

Önümüzdeki bu önemli temel görev; tarımın şirketleşmesine karşı toplumsal destekli, ekolojik ve sürdürülebilir köylü tarımını savunmak ve geliştirmek için örgütlenmek ve somut mekanizmalar kurmak.


Düzenleyen Emine Aktaş : 26-12-2008 saat 09:54 Neden: imla
Emine Aktaş Çevrimdışı   Başa Dön