View Single Post
Eski 16-12-2008, 22:49   #52
Todor
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 30-07-2006
Şehir: Yalova
Mesajlar: 6,884
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi hassoman Mesajı Göster

Daha sonraki dönemlerde Anadolu üzerinden gelip geçen diğer uygarlıkların da katkısıyla beslenen bu bilgilerin kulaktan kulağa yayıldığını ve kırsal kesimlerde özellikle yaşlı kadınlar tarafından belleklerde tutulduğunu, bu nedenle de bitki karışımlarıyla yapılan tedavi şekline koca karı ilacı denilmiş olduğunu sanmaktayım.

Neden yaşlı erkekler değil de kadınlar derseniz, feodal toplumlarda kadınlar ev içinde olup biten tüm sıkıntılardan sorumludur....
Kocakarı kelimesi günümüzde aşağlayıcı bir sıfat olarak kullanılsa da, esasen yaşlı kadın, bilge kadın anlamlarına gelir. Daha insanlık avcı bir toplumken erkekler avlanmaya gittiğinde, kadınlara çocuk büyütmekten, yemek yapmaktan başka yapacak bir iş kalmıyordu. Tabi o zaman erkekler ava 9-17 gitmiyorlardı. Bazı avlar günler boyunca haftalar boyunca sürüyordu. Mağarada yalnız kalan kadınlara bol bol boş vakit kalıyordu.

Boş kalan kadınlar, doğayı gözlemlemeye başladı. Mevsimleri izlemeye başladılar. Bahar geldiğinde, bitkilerin çiçek açtığını, çiçeklerin tohuma dönüştüğünü gördüler. Bazı hayvanların bu tohumları, meyveleri yediklerini görünce kendilerinin de yiyebilecekleri fark ettiler. Ve insanlık avcı toplayıcı oldu.

Zaman geçtikçe, kadınlar yere düşen çekirdeklerin çimlendiğini fark etti. Erkekler dışarıda silahlarla uğraşırken, ağır işler yapmaya çalışırken kadına hala çok bir iş düşmüyordu çünkü. Kadınlar, doğayı taklit edip, bitkileri kendileri yetiştirirse, meyve toplamak için uzaktaki bölgelere gitmek zorunda kalmayacaklarını düşündüler. Ve bunu başardılar. İnsanlar artık tarım toplumu seviyesindeydi.

Tarımın, bitkilerin sırları, nesiller boyunca annelerden kızlarına aktarıldı. Sadece tarım değil, mevsimler, ayın hareketleri gibi konularda bu sırların içerisindeydi. Anaerkil toplumda bilginin kadında olması zaten kaçınılmazdı. Ve böylece tanrıça kültürü ve rahibelik geleneği doğdu. Topraksız tarımı icat eden Babilliler, çoban yıldızı ile özdeşleştirdikleri Ana tanrıçaya İştar dediler. Daha sonra bu İştar, romaya Ester, iskandinavlara Oaster (oaster egg- paskalya yumurtası) olarak geçti. Yıldız kelimesi için batı dillerinde star kelimesinin kullanılması tesadüf değildir. Farsçadan batı dillerine geçen astro kelimesi ise gene İştar'a dayanır. Astronomi, astronot kelimeleri buradan türemiştir.

Anadolu'da ana tanrıçaya Kibele dediler. BİLİM ve TEKNİK dergisinin Ocak 2001 saysındadaki bir metni aynen buraya kopyalıyorum.

Alıntı:
Kibele’yi simgeleyen siyah taş parçasının aslında Dünya’ya düşmüş bir göktaşı olduğu biliniyor. Bugün Murat Dağı adıyla bildiğimiz ve antik çağda Agdistis ya da Dindymos adıyla anılan dağın eteğinde bulunan Pessinus
kentinde bir tapınak vardı. Siyah göktaşı bu tapınakta saklanır; gökten gelen ana tanrıça olduğu düşünülürdü. Ana tanrıça kültü buradan
dünyanın pek çok yerine yayıldı.

Putperestlik döneminde arapların Kabe’ye siyah bir taş koydukları ve Kibele adına ibadet ettikleri biliniyor. İbadet ederken yönlerini Kibele’ye dönerler öyle ibadet ederlermiş.
Hikayeye göre,

İsa'dan önce altıncı yüzyılın sonlarına doğru, Cumae kentinin kâhin rahibesi, Ro-ma'nın yedinci kralı, Etrüsk kökenli Tarquinius Superbus (II. Tarquinius) ile bir görüşme talep eder ve huzuruna çıkar. Elin*de, "tüm zamanların bilgeliği"ni içeren dokuz kitap vardır id*diasına göre ve bunları kendince uygun bir fiyat karşılığında Tarquinius'a satmayı önermektedir. Ancak o denli yüksek bir bedel talep etmiştir ki, bu meczup görünüşlü kadına kuşkuyla bakmakta olan kral ve danışmanları, bunun "cüretkâr bir şaka" olduğunu düşünür ve alaya alan tavırlarla teklifi geri çevirirler.

Yaşlı kadın, karşılaştığı davranıştan hiç hoşnut kalmamıştır; pazarlığa "garip" ve alışılmadık bir yöntemle devam ederek, elindeki kitapların üçünü yakar ve kalan altısını aynı bedelle bir kez daha kralın önüne koyar. Tarquinius, bir zırdeliyle karşı karşıya olduğunu düşünmektedir artık ve teklifle hiç ilgilenme*diğini kesin bir dille söyleyip, konuyu kapatmak ister.


Ancak bu kez kadın, üç kitabı daha yakar ve geriye kalan son üç cildi, ilk başta dokuz kitap için istediği fiyatı talep ederek bir kez daha sunar krala. Kendinden son derece emin görünen yaşlı kâhinin tavırla*rı karşısında Roma'nın sert ve otoriter yöneticisinin direnci kı*rılmıştır; içini giderek kabarmakta olan bir merak kaplamakta ve kitaplarda nelerin yazılı olduğunu öğrenmek istemektedir. Biraz daha tereddüt ettiği taktirde bu merakını hiç gideremeyeceğini fark eder ve danışmanlarının da bu doğrultuda tavsiyede bulun*malarının ardından, rahibeye istediği bedeli ödeyip, sağlam ka*lan üç kitabı satın alır. Daha kitaplara üstünkörü göz attığı an*da da, elindeki belgelerin ne denli önemli ve değerli olduğunun farkına varıp, bu üç kitabı Capitoline tepesindeki üç önemli tapınağın, yani Jüpiter, Juno ve Minerva tapınaklarının yeraltın*daki gizli odalarında koruma altına aldırır (kaynak: Fraternis - Burak Eldem)

Bence bu kitaplarda yukarıda bahsettiğim tarımın, sifalı bitkilerin, yıldızların, ayın vs sırları vardı ve Roma bu sırları eline geçirdiğinde zamanının süper gücü olmak için ilk adımı atmıştı. Çünkü bilgi güçtür.

İşte bu sebeplerle kocakarı ilacı tamlaması çok yerinde bir tamlamadır.

Bu kadar laftan sonra, babaannemden öğrendiğim soğuk algınlığına karşı bir reçeteyi anlatayım:

Soğuk algınlığına Todor babaannesi reçetesi


Bir tülbent köşelerinden tutulup , köşegen doğrultusunda dürülür. ortasına bir çay kaşığı karabiber dökülür ve bolca kolonya ile ıslatılır.

Daha sonra ıslak karabiber, tam enseye gelecek şekilde boyuna sarılır. 24 saat tutulur ve sonra yıkanılır. Gerekiyor ise işlem tekrarlanır. İşin ilginç yanı, eğer üşütmüş iseniz o karabiber öyle bir yakar ki, gözünüzden yaş gelir, her yerinizi ter basar. Üşütmediyseniz hiç bir etki etmez.

Todor Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön