Şanslıyım , gittiğim yerde sevinçle karşılanırım. Yine de havada olmak daha güzel. Zehir gibi acı olayların neredeyse tamamı toprağın üzerinde yaşanır. Toprak benden daha sağlam, bunca acıya katlandı. Yetmedi, içinde sakladı.
Dünya'da neredeyse hiç gönderilmediğim bir iki bölge var, sebebini bilmiyorum. Güney Amerika'da Atacama , Asya'da Gobi, Taklamakan, Afrika'da Sahra...
Yeryüzünde istemeden öyle olaylara tanık oldum ki utancımdan Sahra'ya düşüp sıcacık altın kumların derinliklerinde kaybolmayı tercih ederdim.
Çoğunuz görmediniz. Küçük ölü bedenleri üstüste yığılmış çocuklar gördüm. Toz toprak içinde... Son dokunuşu ben yapmak, onları melek gibi tertemiz yapmak istedim. Onları toprağa vermek istemedim; denizlerde camdan kayıklarla gezdirmek istedim.
Elleri, gözleri bağlanmış, boynu eğdirilmiş insanlar gördüm. Beni içleri yanarak çağırıyorlardı. Bir mataranın içinde savaş sonrasını dinledim. Kuşlar cıvıldamaya cesaret etse de etraf ölüm kokuyordu.
İnsanlar beni kılıçlarını keskinleştirmek için kullandılar.
Bazen bir hastanın yanındaki bardakta sabaha kadar süren duaları ve inlemeleri dinledim...
En çok insanlara kırgınım. Olanları anlayamadan izliyorum çünkü dünya büyük ve bomboş. Yine de yetmiyor sığamıyorlar...
Güzel günlerim de oldu. Güneşim, birtanem ısıtırken, neşeyle çalışıp şarkılar söyleyen köylüler görürdüm. Onların yanından pınar olur akardım. Yorulunca yanıma gelirlerdi yemek için. Yollarda çobanlara rastlardım. Sürülerini sevgiyle kollarlardı.
Ağlarından yakamoz olup dökülürken, ayışığında balıkçı şarkılarını dinlerdim.
Bazen gün batarken ceylanlar ürkerek su içmeye inerdi kıyılarıma. Beni öperler farkında olmadan, nasıl mutlu olurdum...
İstiyorum ki hep güzelliklerin üzerine yağayım ama dediğim gibi buna hiçbir zaman kendim karar veremedim...
|