ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE’NİN
5 HAZİRAN DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ KONUŞMASI
5 HAZİRAN 2004
Değerli çevre dostları 5 Haziranlardan birisini daha kutluyoruz.Çevre yılda bir yapılan toplantılarla, bir takım etkinliklerle geliştirilemeyecek kadar hem insanlık için hem de insanlığın yegane yaşam alanı olan dünya için son derece önemlidir. İnsanoğlu tabiatla asırlardan bu yana sürdürmüş olduğu savaşı kaybettiğini görmesi gereklidir. Şimdi yeni bir konsepti geliştirme zamanıdır. Savaşarak değil barışarak ve anlaşarak dünyamız ve dünyamızın içindeki değerleri koruyarak mutlu olabileceğimizi hayatımızı sürdürebileceğimizi anlamalıyız. Önüne çıkan her şeyi yakan yıkan mahveden, hiçbir değer tanımayan anlayışın bu gün dünyada yerinin olmadığını insanoğlu ancak 21. yüzyılda fark etmeye başladı.
Almanya’nın Bonn kentinde yapılan yenilenebilir enerji konferansına katıldık. Dünya’daki ülkelerin %90’nının katıldığı bir konferanstı. Katılımlar üst düzeydendi. Rio’daki, Johannesburg’daki bu gün çılgınca sanayileşme, bilinçsizce sanayileşme çevre parametrelerine dikkat etmeden sanayileşmenin dünya insanlığını karşı karşıya bırakabileceği tehlikeler konusunda bilim adamları çeşitli senaryoları tartışıyorlar. 2020, 2050, 2100 yılında dünyanın nasıl bir dünya olacağını insanlar bu konuda projeler üreterek yaptığımız yanlışlardan artık dönmemiz gerektiğini anladık. Bu durumdan da ancak sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir sanayileşme, sürdürülebilirlik kavramı dünyanın en revaçta olan kavramlarından biridir. Anadolu’da bu salondaki pek çok insanın çocukken duyduğu bazı sözler vardır ki bunların hiç birisinin geçer akçe olmadığını görüyoruz. Ben deniz kenarında doğmuş bir çocuğum. Karadeniz de bir sahil kasabasında doğdum. Kiminin nehir kenarında, kiminin göl kenarında, kiminin dağın başında ne ise ormanın içerisinde yaşarken büyüklerimiz bize akan su kir tutmaz derlerdi.Deniz deryadır kirlenmez. Bunu yüz sene önceki insan Anadolu’nun o imkansızlıkları içerisinde yaşamış tabiatla amansız mücadele vermiş nenelerimizin söyledikleri kendi şartlarına göre teselli bulacakları tarafı vardır. Ama günümüzde artık bunların doğru olmadığını görüyoruz.
Çılgınca üretme, çılgınca tüketme dünyadaki gelişmişliğinizin ölçüsü ne kadar ürettiğiniz değil, ne kadar tükettiğinizle ölçülüyor. Dünyada’ ki en gelişmiş ülkeler kişi başına en fazla kağıt tüketen, kişi başına şu kadar enerji tüketiyor. Her şey tüketime endekslenmiş. Elbetteki tüketiminde bir maliyeti olacaktır. Bu maliyet olumsuz şekilde bütün insanlığın omuzlarına bugün konuluyor ki ormanlar elden çıkıyor. Bütün dünya ülkeleri çölleşmeyle karşı karşıyadır. Biraz önce müsteşar yardımcısı arkadaşımızın ifade ettiği gibi Ozon tabakasında incelmeler, delinmeler oluyor. Yer altı suları tükeniyor, kirleniyor. Denizler elden çıkıyor. Nehirler aynı şekilde Türkiye’nin tablosunu burada çizdiler.
Türkiye bugün şehirlerindeki insanoğlunun yaşantısının ayrılmaz bir parçası olan çöpleri depolamada sıkıntılarımız var. Ya dağın başındaki ormana döküyoruz. Ya denize döküyoruz, nehirlere döküyoruz, göllere döküyoruz ve yahut ta vahşi bir şekilde tabiatın her hangi bir noktasına terk ediyoruz.
Arkamızı döndüğümüz zaman da onlardan kurtulduğumuzu zannediyoruz. Ama şunu görmek lazım. Bizim halimiz rüzgara karşı tüküren insanın halidir. Bunun insanın gelecekte ki yaşantısını ne kadar derinden etkileyebileceğini ciddi sağlık sorunlarını, çevre sorunlarının insanları ne kadar tehdit eder hale gelmiş olduğunu görüyoruz. İşte bunu bugün burada bu salondan elbetteki ülkemizin insanlarına duyurmaya mesajımızı onlara iletmeye çalışıyoruz. Bunun bir eğitim meselesi olduğunu sadece bir bakanlığın bir kurumun yapabilecek olduğu bir iş olmadığını bu konuyla alakalı olarak sivil toplumun bütün kesimlerinin ülkedeki bütün kurum ve kuruluşların bu seferberlik içerisinde mutlaka ve mutlaka yer almaları gerektiğini ancak bu şekilde başarıya ulaşabileceğimiz gerçeğini de burada ifade etmek istiyorum. Bizim yapmış olduğumuz kanun ve düzenlemeler 2003-2004 yılı içerisinde çalışmalar süratli bir şekilde devam ediyor. Bizim şehirlerimizin çevre düzeni planları yoktu. Nerede fabrika , nerede sanayi, nerede sanayi bölgesi nerede turizm bölgesi, neresi tarım, neresi orman , neresi iskan bunlar çok belli değildi.
2003 yılının Türkiye’sinde bütün şehirlerimizin ancak %7’sinin planı var. İstanbul’un bile planının tamamı yok. Ankara’nın bile şehir olarak il sınırları ile kastediyorum planı yok. Böyle şehirlerde herkes istediği yere istediğini yapabileceğini düşünüyorsa, sadece düşünmekle kalmayıp dilediğini yapıyorsa yarın öbür gün kalkınmış büyük Türkiye’nin dünyadaki yarışta en önde koşacak ülkenin insanının karnını doyuracak tarım arazilerinin sanayi istilası ile karşı karşıya kalıyor ise yine önümüzdeki yıllar içerisinde yer altı suları hızla tüketiliyorsa örnek olarak Trakya’yı verebiliriz. Bundan 15 sene önce yer altı sularının seviyesi 150 metredeyken bugün 400-450 metreye inmiştir. Bu ne demektir biliyor musunuz ? Ülke elden çıkıyor demektir. Bunun manası ülke çölleşiyor. Güneydoğuda GAP’ta suyu bilinçsiz kullanmanın maliyetinin ne kadar ağır olduğunu görüyoruz.
Topraklar hızla tuzlanıyor ve verimsizleşiyor. Denizler Karadeniz’e Rize’den başlayın Zonguldak’a kadar, Bulgar sınırına kadar her kes çöpünü denize dökerse Karadeniz size nasıl balık versin ? Nasıl bolluk bereket versin ?
Siz Marmara’yı dört bir tarafından kuşatırsanız. Her tarafından sanayi tesislerinin kara kapkara kirli sularını salarsanız o denizin mutluluk getirmesi, güzellik sunması mümkün olabilir mi ? Fırat’ın, Dicle’nin, Van gölünün diğerlerinin bunlardan farkı yok. Halbuki dünyanın en güzel yaşanası cennet gibi bir yurdu kendi ellerimizle yaşanamayacak hale getiriyoruz. Türkiye’nin çölleşmemesi için yapmış olduğumuz mücadelede 2003 yılı içerisinde 120.000 hektar ağaçlandırma yaptık. Yaklaşık 170.000.000 fidan diktik. 2004 yılı içerisinde bunu daha yukarı çıkararak sürdüreceğiz. Bu sene 200.000.000 fidanı toprakla buluşturacağız. Her sene bu belli bir trend içerisinde artmak mecburiyetindedir.
Geçen sene orman yangınlarında 2.500 hektarlık orman kaybettik. Yılı içerisinde yenisini diktik ama eski haline gelmesi için 40 sene 50 sene 100 sene lazım. Bizim bugün Türkiye olarak katı atıkların düzenli depolaması atık suların düzenli olarak arıtılması, tabiatla barış içerisinde bu mücadeleyi sürdürebilmemizin temel koşulu Türkiye’ye çok daha fazla yatırım yapmaktan geçer. Türkiye’de çevreye yaklaşık olarak 1 Milyar euro’luk yatırım yapılıyor. Önümüzdeki 15 yıl içerisinde eğer Türkiye Avrupa Birliği standardında bir çevre anlayışına istiyorsa ki; gelmek mecburiyetimiz vardır. Bu Avrupa Birliğine gireceğimiz için değil Türkiye’nin topraklarının bizim olarak kalması için insanlarının sağlıklı olarak yaşaması için sürdürülebilir bir anlayışı sanayileşmede çevrede ve kalkınmada ülkemizde ikame etmek için bizim 45-50 Milyar euro’luk yatırım yapmamız lazım. Bunun için daha çok yerli kaynağı harekete geçirmemiz lazım.
Şehirlerde yaşamanın elbetteki bir bedeli vardır. Güzele sahip olmanın, güzeli korumanın da mutlaka bir bedeli vardır. Bunun gereğini öyle zannediyorum ki belediyelerimizde, bakanlığımızda ve bütün kurumlarımızda yapacağız. Bu tam bir işbirliği gerektirir. Biz bu sorunu birlikte çözmemiz gereken bir sorun olarak algılıyoruz. Bu konuyu yol göstermek, yardımcı olmak, koordinasyon yapmak hükümetin yerel yönetimlerle, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte aşabilecek olduğu ulusal bir sorun olarak görmekteyiz. Günümüzdeki çevre anlayışının ulusal bir sorun olmaktan daha öte uluslar arası boyutlara eriştiğini ifade etmekte fayda görüyorum.
Değerli çevre dostları sizlere geleceğin dünyasını, geleceğin Türkiye’ sinin bugünkünden daha güzel olması için elimizde yeterince fırsatın olduğuna inanıyorum. Yeter ki bunun farkına varalım. Yeter ki güzelliklere dört elle sarılalım. Çocuklarımızın geleceğine, ülkemizin geleceğine saygı duyalım diyor. Tekrar herkesin Dünya Çevre gününü kutluyorum. Değerli katılımcılara bizimle birlikte oldukları için saygılarımı sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE
|