TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI İSTANBUL ŞUBESİ, İSTANBUL TABİP ODASI, ÇEVRE İÇİN HEKİMLER DERNEĞİ VE TARIM ORKAM-SEN TARAFINDAN HAZIRLANAN TUZLA (ORHANLI BELDESİ) İLÇE SINIRLARI İÇERİSİNDE TOPRAĞA GÖMÜLMÜŞ TEHLİKELİ KİMYASALLAR İÇEREN VARİLLER İLE İLGİLİ ÇALIŞMA RAPORU VE BASIN AÇIKLAMASI
18 Mayıs 2006
KONU: TUZLA / TEHLİKELİ ATIKLAR
Tehlikeli atıkların kontrolsüzce çevreye atılması ve bunlara göz yumulması hepimizin kişilik haklarına doğrudan bir saldırıdır. Başta çevre sağlığı konusunda bütçe ayırmayan hükümet olmak üzere, vahşi çöp deponi alanı oluşturan belediyeler, tehlikeli atıklarını doğaya veren sanayiciler en temel hakkımız olan sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızı elimizden almaktadırlar.
Dünyamızda her yıl yüzlerce kimyasal madde üretilip, mevcut olan on binlercesine eklenmektedir. Kimyasalların yanı sıra, genellikle sanayide kullanılan ağır metaller ve nükleer maddelerden oluşan “Tehlikeli Atıklar”, başta insanlar olmak üzere, yeryüzündeki canlı yaşamının bugününü ve yarınlarını tehdit eden bir sorun haline gelmiştir.
Tehlikeli atıklar, tüm Dünya ülkelerinin ortak sorunu gibi görünse de, gelişmiş ülkelere ait atıkların, gelişmekte olan ülkelere açık ya da gizli bir şekilde atılması ile giderek artan bir oranda gelişmekte olan ülkelerin sorunu haline gelmektedir.
Samsun’da karaya vuran ve Sinop’ta depolanan tehlikeli kimyasallar içeren İtalyan varilleri, İskenderun açıklarında batan Krom VI’dan zengin termik santral külü içeren Ulla gemisi, İkitelli’de hurdalığa atılmış olan nükleer atıklar göstermektedir ki: “Ülkemiz bir tehlikeli atık çöplüğü haline getirilmeye çalışılmaktadır.” Son olarak Tuzla Orhanlı’da gömülmüş olarak bulunan variller, bu tehlikenin yanı başımızda olduğunun canlı örneğidir. Olayların sürekli tekrar eder olması, faillerden çok olayın gerçekleşmesine izin veren ve/veya farkında olmayan kurum ve kuruluşların sorumsuzluğunu göstermektedir. Hemen ardından yapılan Çevre Kanunu’ndaki değişiklik; yönetim ve uygulamadan sorumlu idarenin, nasıl bir aymazlık içerisinde olduğunu net olarak göstermiştir.
Ayrıca sanayi tesisleri ile insanların yaşam alanlarının içi içe oluşu (sanayi tesislerinin yerleşim yerlerinin uzağına kaydırılmayışı), buralarda yaşayan insanların sağlığını sürekli tehdit etmektedir.
İstanbul ilinde kayıtlı 12 bin, kayıtsızlarla birlikte 30 bin sanayi tesisi olduğu ve bunların 1–2 milyon ton tehlikeli atık ürettiği bildirilmektedir. Bu atıkların nerede ve nasıl depolandığı; nerede ve nasıl bertaraf edildiği ise bilinmemektedir. Bu tesislileri denetlemekle yükümlü olan kurum, eleman ve ekipman yetersizliği nedeniyle, denetim işlevini yerine getiremediğini itiraf etmektedir.
Kayıtlı veya kayıtsız bunca sanayi tesisinin, yaşam alanlarının bu kadar içinde yer aldığı ve milyon ton düzeyinde tehlikeli atık ürettiği bu kentte, Tuzla Orhanlı’da bu varillerin bulunması şaşırtıcı değildir. Ayrıca bu varilleri hangi firmanın gömdüğü ve içinde hangi tehlikeli kimyasal(lar)ın olduğu da tek başına önemli değildir. Asıl önemli olan giderek büyümekte olan Tehlikeli Atıklar Sorununun kendisi ve bu sorunun nasıl yönetildiğidir.
Tehlikeli atıklar, ülkemiz için çok boyutlu bir sorundur. Sorunun çözümü de, konunun tüm boyutları ile ele alınmasından geçmektedir. Bu boyutları:
Sanayi tesislerinin kentsel yaşam alanları ile içi içe oluşu;
Kayıt dışı pek çok sanayi tesisinin varlığı;
Sanayi tesislilerinin pek çoğunun temiz üretim, atık minimizasyonu, uygun depolama ve taşıma kurallarına uygun davranmayışı;
Atıkların bertarafında, çevre ve insan dostu yöntemlerin kullanılmayışı (Atıkların yakılarak bertarafı çevre ve insan dostu değildir.)
Denetimin yeterli olmayışı olarak sıralayabiliriz.
Yani sorun temelde yönetimle ilgilidir. Özellikle de ülkemizdeki çevreye dönük mevcut yasal düzenlemelerin temelini oluşturan “Kirleten Öder İlkesi” ile ilgilidir. Oysa kirletmenin bedelini kirletenlerin değil, kirletmeden rant elde etmediği gibi, hiçbir sorumluluğu olmayan toplumun ödediğini canlı örneklerle görmekteyiz. Bu nedenle “kirleten öder ilkesi” ne önleyicidir, ne de caydırıcı... Bunun yerine yaşama geçirilmesi gereken yaklaşım “önlem ilkesi/temkinli yaklaşım”dır.
Bir başka tehlikeli yaklaşım, atıkların yakılarak bertaraf edilmesidir. Atıkların yakılması sırasında açığa çıkan Dioksinler ve Furanlar, bertaraf edilmek istenen kimyasallardan çok daha tehlikelidir ve Türkiye’nin de imzaladığı, ancak TBMM tarafından henüz onaylanmadığı için yürürlüğe giremeyen “Stockholm Konvansiyonu” ile yasaklanan/ileri derecede kısıtlanan yeryüzündeki en tehlikeli on iki kimyasaldan ikisidir.
Bu nedenle atıkların yakılarak bertaraf edilmesi yerine:
Temiz üretimin benimsenmesi;
Atıkların dönüştürme
vb. yöntemlerle minimizasyonu;
Atıkların çevre ve insan dostu yöntemlerle bertaraf edilmesi;
Bertaraf edilene kadar, çevre ve insan için zararsız şekilde depolanması yoluna gidilmelidir.
Bunların da öncesinde, “çevre ve insan üzerindeki etkileri yeterince çalışılıp, güvenli olduğu kanıtlanmış kimyasalların üretimine izin verilmesi; çevre ve insan sağlığı için zararlı olanların üretiminin ve kullanımının durdurulması/yasaklanması; mevcut tehlikeli kimyasalların çevre ve insan için zararlı olmayacak (yeni zararlı/tehlikeli maddeler üretmeyecek) şekilde yok edilmesi” temel yaklaşım olarak benimsenmelidir.
Özet olarak tehlikeli atıklar konusundaki yaklaşımız ve önerilerimiz şöyledir:
- Yurtdışından ülkemize atık girmesi önlenmelidir.
- Yerli sanayi atıkları “Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği”nde yer alan şartlara uygun depolama alanlarında tutulmalıdır.
- Mevcut tehlikeli atık depolama alanlarındaki maddeler, insan sağlığı ve çevre için yeni tehlikeli maddeler oluşturmayacak şekilde bertaraf edilmelidir.
- Atıkların bertaraf edilmesinde yakma yönteminden vazgeçilmeli;
- İZAYDAŞ’ın atık yakma üniteleri kapatılmalı ve yeni atık yakma tesisleri açılmamalıdır.
- Tehlikeli atıklar, uluslararası standartlara uygun depolarda tutulmalı; tehlikeli atık miktarını düşürecek geri kazanım projelerine ağırlık verilmeli; insan sağlığı ve çevre için zararlı tehlikeli maddeler üretmeyen alternatif bertaraf yöntemleri kullanılmalıdır.
- “Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği”nde gerekli değişikliklere gidilerek, özellikle yer altı su kaynaklarını kirlenme riski ile karşı karşıya bırakan derine enjeksiyon ve eski maden ocaklarına terk yöntemi asla kullanılmamalıdır.
- Önlem ilkesi, yaşama geçirilmelidir. Bugün zararını bilmediğimiz maddelerin gelecekte zararlı etkileri ortaya çıkabilir. Bu nedenle olası zararlı etkilerine karşı tüm sanayi atıklarına şimdiden temkinli yaklaşmalıdır.
- 2001 yılında imzalan; en tehlikeli kimyasalların üretimi, satışı ve kullanımını durduran ve ülkemizin de imzaladığı Stockholm Konvansiyonu TBMM tarafından onaylanarak uygulamaya geçirilmelidir.
Çevre ve Orman Bakanlığı, Tuzla Orhanlı olayında; yukarıda belirtilen yasa ve Yönetmelikler çerçevesinde objektif olarak suçlu bulduğu kurum, kuruluş, firma ve kişiler hakkında, elindeki kanıtlar (Analiz raporları, ifadeler) doğrultusunda suç duyurusunda bulunabilir veya gerekli cezalara çarptırabilecek iken, bu süreçleri işletmeyerek, ikinci kez görevi ihmal suçu işlemiştir.
Yaşanan olaylar, çevre yönetiminin ülkemizde gerçekleştirilmediğini göstermektedir. Öncelikle bir çevre politikası tanımlanmalı, yasa, yönetmelik
vb yasal mevzuat bu politika çerçevesinde hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. Yasal mevzuat, çevrenin kirletilmesine devam etmeye yol açacak süre uzatmaları içermemelidir.
Çevre, bütçesi ve konuya hakim yeterli kadrosu ile ve tek bir bakanlık tarafından, çevre ve insan sağlığı ekseninde yönetilmelidir.
Saygılarımızla,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi
İstanbul Tabip Odası
Çevre İçin Hekimler Derneği
Tarım Orkam-Sen İstanbul Şubesi
Konuyla ilgili ayrıntı raporu buradan indirebilirsiniz