View Single Post
Eski 30-05-2008, 08:56   #12
nevsune
Ağaç Dostu
 
nevsune's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-05-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 4,918
Bu da bir bilimadamının, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. İlhami Ünver’in Kızılırmak suyu ile ilgili bilgilendirmesi.

Alıntı:
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in 21 gündür kimseye haber vermeden Kızılırmak’tan aldığı suyu Ankara’nın kullanımına sunması üzerine başlayan tartışma sürüyor. NTVMSNBC, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Prof. Dr. İlhami Ünver’e Kızılırmak suyunun durumunu, Ankara’nın su ihtiyacının nedenlerini ve yapılması gerekenleri sordu. Kızılırmak’ın “genleri bozacak, kansere neden olacak” ölçüde değil, “niteliği düşük ve çeşitli sorunlara yol açabilecek” sulara sahip olduğunu söyleyen Prof. Ünver, sorunun Gökçek’in “inanılmaz bilgisizliği ve belediyenin beceriksizliğinden” kaynaklandığını söyledi; bu arada İstanbul’un susuzluk sorununa karşı da Karadeniz’i işaret etti.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, 21 gündür haber vermeden Ankaralılara Kızılırmak suyu “içirdiği” açıklaması yaptı. Oysa Kızılırmak suyuna ilişkin tahliller “ağır metaller barındırdığı, sülfat oranının yüksek” olduğu yönünde. Sizce Kızılırmak suyu içme suyu olarak kullanılabilir mi?

Doğrusu hakkını vermek gerek. Sayın Gökçek, topluma oynadığı oyunları politik kazanıma döndürmeyi iyi biliyor. Örneğin Kızılırmak suyunun iyi köpürdüğünü göstermek için, basın toplantısında avucuna bir damla fazla sabun damlatmakta sakınca görmüyor. Yani bilimi yok sayıveriyor.

GÖKÇEK GÖZ BOYUYOR, GERÇEĞİ GİZLİYOR

Ankara’ya üç haftadır verdiğini söylediği Kızılırmak suyunun karışma (seyrelme) oranını belirtmemesi etik bir davranış değil ama Sayın Gökçek’in ölçütlerine uyuyor. Büyük olasılıkla Kızılırmak suyunun oranı dörtte biri aşmıyordu, yani tüketicinin algılayabilmesine olanak yoktu. Dikkat edilirse ortada oran yok.

“Boru çapları, hat uzunluğu, iş hızı” gibi göz boyayan açıklamalarla, Gerede sistemlerinin yapım harcamalarının, şimdiki projenin yarısını bile bulmayacağını toplumdan gizliyor. Kapasitenin otuzda birini bulmayan suyu, sanki o göl bugünlere kendisinin çabasıyla gelmiş gibi Mogan gölüne, gösterişli bir törenle aktarıyor. Oysa Mogan, giriş-çıkış ağızları bulunan ve suyu tüketilmeyen bir durgun su olarak, kirlilikten ve erozyondan korunsa yetecek. Kimsenin yardımına gerek yok.

SU BİLİMİ AÇISINDAN KIZILIRMAK

Öte yandan Belediye’de su konusundaki teknik kadro öylesine yetersiz ki, beş aylık kesintiye kalkışıp, onu da ellerine yüzlerine bulaştırabiliyorlar.

Tüm bu gerçekler ve Gökçek karşıtlığı, su bilimi (hidroloji) ve suyun niteliği yönünden kimi gerçekleri göz ardı etmemizi gerektirmiyor. Her şeyden önce Ankara’nın su kaynakları, kuzeyindeki birkaç yüz kilometre karelik alanda toplanmış durumdaydı. Bu durumun yarattığı sakınca, kurak geçen son iki yılda açıkça görüldü, başkent ciddi bir su sıkıntısıyla karşı karşıya bırakıldı. Kızılırmak’a seçenek olarak sunulan Gerede Sistemleri de, suyunun yüksek niteliğine karşın, o havzanın bir uzantısı olarak risk alanını fazla genişletmiyor. Kısacası su bilimi açısından geniş havzalı Kızılırmak seçeneği doğru bir yaklaşımdır.

TEHLİKE PARAMETRELERİ

Kızılırmak suyunun niteliği yönünden yapılan eleştiriler üç grupta toplanabilir. Birinci grupta rakamlar, ölçümler yerine söylentilerden kaynaklananlar yer alıyor ki bunların ciddiye alınır bir yanı yoktur. İkinci grup, sınır değerini aşmayan göstergelerden oluşuyor. Bu grupta tarım ilacı kalıntıları, çeşitli ağır metaller, iz elementler gibi parametreler bulunuyor, varlıkları ve tehlikeleri sıklıkla dile getiriliyor ama en katı karşı görüştekiler bile, bunların ulusal ve uluslar arası standartları aştığını söyleyemiyor. “Suda ağır metal var” demek başka, “düzeyi şu standarda göre insan sağlığı yönünden yüksek” demek başka şey… Sık gündeme getirilen bakteriyolojik elverişsizlik ise, yalnızca daha fazla harcama ve özen gerektiren bir sorun.

Üçüncü grupta ise, suyun niteliğindeki mevsimlik sapmalara ve analiz yöntemlerine göre ayrımlar göstermekle birlikte, standartları aşan veya suyun niteliğini önemli oranda düşürdüğü varsayılan göstergeler yer almakta olup, bunlar görüş birliğiyle sülfat ve sertlik, kimi analiz sonuçlarına göre de sodyum ve klorür aşırılıklarıdır. Sülfatın 250 mg/l olarak benimsenen standardı, suya verdiği acı, buruk tat ve metalik (tıbbi) koku nedeniyle tüketici alışkanlıklarıyla ilgilidir. İnsanlar öyle bir suyu içmek istemez doğallıkla.

İSHAL HER ORANDA GÖRÜNMEZ

Ama çok söylenen ishal yapıcı etkinin görülebilmesi için 500 mg/l düzeyinin aşılması gerekir. Hatta çoğu zaman bu etki 1000 mg/l düzeyinde bile görülmeyebilir. Sertlik de, sabun ve deterjanın zor köpürmesinin yanı sıra, içme zorluğu yaratması dolayısıyla istenmez. Aşırı bir örnek olacak ama kimi Avrupa ülkelerinde suların sertliklerinin belirli bir düzeyin altına inmesi yasaklanıyor. Yani sertliğin, diğer sakıncalar bir yana bırakılırsa, sağlığa doğrudan etkisi olsa olsa olumlu düşünülebilir. Sodyum ve klorür değerleri, Kızılırmak’ta bulunan düzeyleriyle, iki yönden sorun yaratabilir. Biri, bunlar mutfak tuzunun yapıtaşları olduğundan, suya tuz tadı verirler. Diğeri ise, diyet yapmak zorundaki insanlar, bu yüksek tuzdan olumsuz etkilenebilir.

Özetlenirse, Kızılırmak, niteliği düşük, çeşitli sorunlara yol açabilecek sulara sahiptir. Ama öyle “genleri bozacak, zehirleyecek, kansere neden olacak ölçütleri” de yoktur.

SUYUN TEMİZLİĞİ VE SORUMLULUĞU BELEDİYEDE

Barajlardan şehre su verilmesi noktasında prosedür nasıl işliyor? Belediye’nin su şebekesi konusundaki yetkisi nereye kadar? Belediye kararı yetiyor mu? Suyun denetimini kim yapıyor, denetime göre kararı kim veriyor?

Kentlerin içme-kullanma suyunun sağlanması konusunda tam bir kargaşa vardır. Daha önceleri nüfusu yüz bini aşan yerleşim birimlerine su getirme görevi DSİ’nin idi, geçen yıl yapılan bir değişiklikle bu alan tüm belediyelere genişletildi. Yani kuramsal olarak su yapılarını kurmak, işletmek ve kentin kapısına getirmek DSİ’nin işi ama örneğin İSKİ yasasında veya Kavşakkaya Barajı’nın doğrudan ASKİ tarafından yapılmasında olduğu gibi bu kurala uymayan yüzlerce, binlerce örnek var. Ya da küçük birimlerde belediyeler örneğin İller Bankası’ndan destek alabiliyor. Konuya kent açısından bakıldığında, sağlıklı içme-kullanma sularının sağlanıp dağıtılmasından, bakımından, ücretlendirilmesinden vb tümüyle belediyeler ve büyükşehir belediyeleri sorumludur. Bu çerçevede içme suyunun arıtılması görevi de onlarındır. Belediyelerin kendi kararlarını uygulamada karşılaşabildikleri en ciddi engel, suyun değişik amaçlarla kullanılıyor olabilmesidir. Örneğin bir kentin içme suyu, bir hidroelektrik santralin çalıştırılması gereğiyle, ya da başka bir kentin su gereksinimiyle çelişebilir. Türkiye’nin, son yirmi yıldır bir su yasası üzerinde çalışıp da yürürlüğe koyamamasının temel nedeni bu çok başlılıktır.

Suların arıtılması ve temiz, sağlıklı biçimde topluma sunulması ise, belediyelerin işidir. Tüketiciyi işlenmemiş suyun niteliği değil, evindeki musluktan akan suyun niteliği ilgilendirir. Bu konuda sorumluluk da, tümüyle belediyenindir.

GÖKÇEK’İN ELİNDE ÖZÜR YOK

Ankara’nın içme suyu konusundaki sıkıntısının kaynağı nedir?

Başkentin içme suyu sıkıntısının biricik nedeni kötü yönetimdir. Tüm kentler gibi nüfusu yıldan yıla artan kentte on beş yıl suya hiçbir yatırım yapılmamıştır. Bu dönemde kente su sağlayan Çubuk-1 ve Bayındır Barajları ile, Dışkapı Süzgeci devre dışı kalmıştır. İleriye dönük hiçbir plan ve program oluşturulmamış, DSİ yönetiminin bir zamanlar yaptığı uyarılar kulak arkası edilmiştir. Son birkaç yılda, bu sorumsuzluğa DSİ yönetimi de ortak olmuş ve Ankara Büyükşehir Belediyesi ile, su kaynakları üzerinden rant kapma yarışına girmiştir. Bu durum, merkez hükümetin DSİ yönetimine “dur” demesine dek sürmüş, bu arada olan başkente ve ülkenin parasına olmuştur. Öte yandan kent çevresi yapılaşma yönünden Ankara, İstanbul ve İzmir’e göre daha şanslıdır. Çubuk-2 barajının kente çok da yakın olmayan havzası korunabildiği taktirde, diğer baraj havzaları uzakça ve ormanla örtülü durumdadır. Ancak bu durum, yapılaşma baskısı Ankara’yı etkilemez anlamına gelmemelidir. Açıklanmaya çalışılan konu, Sayın Gökçek’in elinde böyle bir özür olmadığıdır. Bugünün konusu Ankara olmakla birlikte, İstanbul’a su sağlanması konusunda Karadeniz’in henüz düşünülmüyor olması feci bir yanlıştır. Çok daha ciddi faturalar ödenmeden, o konuda da harekete geçilmelidir.

İSHAL OLMAZSINIZ AMA...

Ankara su sorununu çözmek için başka alternatifler üretebilir mi?

Ankara’nın sorunlarını çözmenin ilk adımı, sürekli yanlışlar yapan, öngörüsüz ve beceriksiz belediye yönetiminden kurtulmaktır. Konuya teknik açıdan yaklaşıldığında, zaman geçirmeden Gerede Sistemlerine el atılması ve Sakarya üzerinde incelemelere başlanması zorunludur. Burada dikkatlerden kaçan iki noktayı vurgulamak isterim. Sayın Gökçek’in verdiği rakamlara göre Kızılırmak projesi, Gerede projesinin yaklaşık iki katına mal olmuştur. Ya da o su Kesikköprü yerine DSİ’nin öngördüğü gibi Kapulukaya Barajı’ndan getirilseydi, yol yaklaşık 45-50 km kısalacak ve harcamalar da o oranda düşecekti. İkinci belirtmek istediğim konu, toplumda hep ishal kuşkusu öne çıkarılıyor. Oysa belediyenin “az su kullanılması” çağrılarına uyan, çamaşır veya bulaşıktan çıkan suyla balkon yıkarken, deterjanlı suda kayıp düşerek kolunu, bacağını kıran insanların dökümü çıkarılsa, acaba ortaya nasıl bir görünüm çıkardı? İşgücü kaybı, tedavi ve bakım harcamaları vb

İNANILMAZ BİLGİSİZLİK GÖSTERGESİ

Ankara Belediyesi bu konuda en küçük güven kırıntısını hak etmiyor. Sayın Gökçek geçen yıl 1 Ağustos-31 Aralık tarihleri arasında gün aşırı su kesintisi programlamış, on-on beş gün boyunca başkentte büyük yıkımlar yaşanmıştı. Zaman, bu programın ne denli yanlış başlatılmaya kalkışıldığını göstermedi mi? Sayın Gökçek’in kentin su varlığı konusundaki demeçleri ise, inanılmaz oranda bilgisizlik göstergesi. Yalnızca bir örnek: Kızılırmak’ta hiç su akmazsa, Hirfanlı Barajı’ndaki su kente yirmi yıl yetermiş. Sayın başkan sanki bir yan dereden söz ediyor.
Kaynak:http://www.ntvmsnbc.com/news/448251.asp

nevsune Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön