2007 Yılının kapanışını bu Pazar adeta hızlandırılmış bir programla yaptık. Hatta sabah geleneksel Gezikeyfi kahvaltımızı bırakıp zaman kazanmak için feribotta yedik. Gezimize Yalova’ dan Ağaçlardan Celal Sungur arkadaşımız ve eşini alarak devam ettki. Son katılımcımız Samet arkadaşımız, Cumalıkızık yolayrımında elinde kestaneşekeri kutularıyla tatlı bir giriş yaptı arabamıza. Güneşli bir yolculuktu ama Cumalıkızık sokaklarında buzlar hala çözülmemişti. Adeta hiç el değmeden eski halini koruyan,hatta bazıları yıkılmaya yüz tutmuş evleri ile Cumalıkızık sokaklarında dolaşıp, müzesini gezdik.Müzede köy halkının bağışladığı eskiden kullanılan birçok araç ve gereç en çok da Celal Bey ve bana nostalji yaşattı belki de. Birbirimize siz bunu görmüşsünüzdür gibilerinden sorular sorduk sık sık (yaşımız itibarıyle).
Tamamı sit alanı olan Cumalıkızık Köyü, mimari dokusu bozulmamış ender köylerden biri. Osmanlı sivil mimarisinin günümüze gelen son örneklerinden ve adeta bir açıkhava müzesi. Taş döşeli sokaklarında kaldırım yok, bazen sular akıyor. İki ya da üç katlı evlerin pencereleri cumbalı ve kafesli, etrafları da yüksek avlu duvarları ile çevrili.
Oğuzlar’ ın Yıldızhanoğlu Kızık boyunun kurduğu yedi köyden biri olan Cumalı Kızık’ın kuruluş öykülerinden birine göre Kızıklar, Karakeçili aşiretinin bulunduğu bölgelere göç ederek, Ertuğrul Gazi’den yerleşmek için yurt isterler. Ancak Karakeçili aşireti, buna karşı çıkar. Ertuğrul Gazi, Kızıklar’a, Uludağ’ın (o zamanki adıyla Keşiş Dağı’nın) kuzey eteklerinde toprak verir. İki Oğuz boyu arasında düşmanlıklar doğmaması için de, Kızık boyu beyinin 7 oğluna Karakeçili aşiretinden 7 gelin alır. Kızık beyi' nin 7 oğlundan Cumali Bey Cumalıkızık’ ta, Fethi Bey Fethiyekızık’ta (Fidyekızık), Hamlı Bey Hamamlıkızık’ta, Dal Bey Dallıkızık’ta, Bayındır Bey de Bayındırlıkızık’ta yurt kurarlar. Derekızık ile Değirmenlikızık’ın kimler tarafında kurulduğu bu öyküde yer almıyor.
Cumalıkızık bir televizyon dizisi ile ünlendiyse de pazar yerinde bunu yüksek sesle söylemeyin yöre insanı çok kızıyor. Ama turizmin yeni bir gelir kapısı açtığını da, pazar yerindeki kalabalıktan anlıyorsunuz. Yöresel yemekleri otantik mekanlarda yiyebilir, arabaların giremeyeceği sokaklarda yürüyebilirsiniz.
Sokak aralarındaki minik sergilerde elişi örtüler, yemeniler, ilerde köyün girişindeki meydanda tezgahlarda reçel, turşu, mantıdan erişteye, mevsimlik meyveden sebzeye yiyecekler satılıyor. Osmanlı Fırını'nın ekşi mayalı ekmekleri, ısırganlı tarhana ve Silor (bir çeşit mantı) ise özel yiyecekleri.
Cumalıkızık gezimiz bir çay molası ile sona erdi ve Gölyazı2ya doğru yola koyulduk.
Çok eskiden bu gölün olduğu yerde Apollonya Krallığı, Mustafakemalpaşa'nın bulunduğu yerde de Melde Krallığı kuruluymuş. Apollonya kralının güzel kızı, Melde Kralı’nın oğluna varmamış. (gönül bu ya kız istememiş zorlamı yani?). Kral, kızını saklamak için tepeler üzerinde saray yaptırmış. O zamanlar göl yokmuş, Odryses (Mustafakemalpaşa) Çayı, Bandırma'dan denize dökülürmüş. Buna kızan Melde Kralı çayın yönünü değiştince Apollonya sulara altında kalmış. Apollonya ile prensesin bulunduğu sarayın çevresi sularla çevrili birer ada olarak kalmış. Apolyont (Ulubat) Gölü’nün oluşma hikayesi böyle.
Kasabanın göl manzarasını en güzel seyredilebileceği yerlerden biri Ağlayan Çınar’ın bulunduğu çay bahçesi olmalı. Biyolog Mehmet Okatan' ın Karayolları' nı ikna etmek için 2 yıl uğraşarak resimdeki tabelayı koydurmuş. 730 yaşındaki ağacın gölgesi400 metrekareyi geçiyormuş. Bahçede çalışan çocuk başka bir öykü anlattıysa da internetteki kaynaklar çınarın adının gövdesinde bazı yerlerden akan özsuyu yüzünden verildiğini yazıyor.yere paralel devasa gövdesi ile muhteşem bir ağaç.Ağaca dayalı merdivene çıkıp gövdesindeki delikten içeriye baktığınızda kovuğu da içine bir insanın rahatça girip hareket edebileceği büyüklükte.
Adayı köye bağlayan kö
prü ve ada çevresindeki bir çok söğüt ağacı kış boyunça sular altında kalıyor. Kıyı boyunca sayısız sandal gördük. Biz gün ortasında Gölyazı’ ya geldiğimizden, buranın o çok ünlü günbatımını göremedik ve tabii fotoğrafını da çekemedik. Köy meydanındaki fırından taze ekmeklerimizi alarak Köyün dışında göl manzarası eşliğinde öğle yemeğimizi yedik.Bu arada avılar motorlarla birer birer sazlıklarda kayboluyordu.Ardından da silah sesleri.Balık ,kerevit ve kuş cenneti olan bu yerde sanayi atıkları gölün zenginliklerini yok etmeye başladığı gibi, avcılar da kuşları azaltıyor giderek.Yemek yediğimiz yerde sayısız cam kırıkları boş fişekler burada atış talımı de yapıldığının göstergesiydi.
Ama yine de Gölyazı görülmeye değer sakin,küçük bir yer.Sırada Trilye vardı daha, Yola koyulduk ve günbatarken tepedeki çay bahçesine geldik. Göz alabildiğine deniz.. Çabuk çabuk sahile indik çaylarımızı içtik, kimimiz ünlü zeytininden, kimimiz yerli zeytinyağından ya da sabun aldık. Yola çıktığimizda hava kararmış olsa da gecenin içinden karşıdan Armutlu sahilinin işıkları köz kırpıyordu. Bizi Mudanya’ya götüren bu yol ve otobüsle içinde bir tur attığımız Mudanya ayrıca görülmeli.
Dönüş başlamıştı, Arabada şarkılar, türküler söylendi. Ama arabanın CD çaları çalışmaması gençlerin hız kesmesine neden oldu. İlk defa arabada halay çekip horon tepmeden geldiler !. Tekrar görüşme dileklerimizle önce Samet kardeşimizle, sonra da sevgili Celal bey ve eşiyle tekrar görüşmek dileğiyle vedalaştık.
Bu program bir gece yatıyla, ya da, Cumalıkızık-Gölyazı ve Trilye-Mudanya şeklinde 2 günübirlikle yapılmalı görüşünde hepimiz hemfikirdik. Ama ne yaparsınız ki kış geliyor, geziler azalacak diye Fahri’ye Gölyazı’ yı bizler eklettik.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi uzman16
Geziniz nasıl geçti? Resimleri yüklediniz mi?
|