Geçen bir belgeselde Fransa'da peynirlerin pastörize sütten yapılmadığını seyrettim. Pastörize sütten yapılmış peynirin lezzetinin çok kötü olduğunu söylüyorlardı. Tabi onların kaç peynir türü bizim damak zevkimize hitap eder, o ayrı.
Ülkemizde süt inekçiliği yeni gelişmekte olan bir sanayi. Amerika'daki gibi süt fabrikaları kurmamıza çok fazla zaman kalmadı. Henüz inek başına günlük 60 Kg ortalamayı yakalayamamış olsak bile, günlük 40 kg veren ineklerimiz var. Devlet ırk ıslahı konusunda çok itinalı çalışıyor. Fakat işletmeler genelde 10-20 baş hayvandan oluşuyor. Özellikle köy kooparatifleri. Yani bir köyde kooparatif kuruluyor, her hane minimum 10 inek alarak süt üretiyor ve ürettiği sütü köyde bulunan tanka boşaltıyor. Kooparatif vasıtasi ile bu sütü fabrikalara satmaya başlıyor. Sütü alan fabrikalar, sütün yağını devamlı kontrol etsede içindeki diğer maddeler için bir kontrol sistemi yok. Eğer üretici hayvanına sütde kalıntı bırakan bir ilaç kullandıysa, bu kalıntılı süt veya süt ürünü bizim evimize kadar geliyor. Pastarizasyonda bunu önlemiyor.
Koyunculuk ise ülkemizde meralarda otlatılmak sureti ile yapılmaktadır. Eğer hava yağışlı değilse ve yerde kar yoksa koyunlar merada otlar. Marmara şartlarında senenin 30-60 günü içerde bakılır ki, bu zamanda da kuru ot verilir. Koyun yetiştiricisi kişi, genelde bir koyun hastalandığı zaman onu tedavi etmeye uğraşmaz, keser. Tedavi için sürüde bir hastalık görülmesi gerekir. Dolayısı ile, kasaptan aldığımız koyun/kuzu etini organik kabul edebiliriz. Sütüde aynı aynı şekilde organiktir. Devletde bunun farkında, Ab de bunun farkında. Şu anda koyunculuk politikaları bu göz önünde bulundurularak şekillendiriliyor.
Fakat koyun sütünde şöyle bir risk vardır, pek kimse bilmez. Koyunların bazısı huylu olur ve sağmak için memelerini tutuğunuzda gıdıklanır. Hemen kuyruğunu kaldırır ve çişini yapar. Bazı üretici koyun kuyruğunu kaldırınca kovayı çeksede, bazı üretici çekmez.
|