Bu sene başında Hollanda’dan -buzdolabında beklemekte olan- lale soğanları almıştım. Bir süre sonra kutuyu açtığımda, soğanların bazılarının yüzeyinde belli belirsiz turkuaz rengi lekeler farkettim. (Güya sağlık sertifikaları da vardı soğanların). Küf olduklarını anladım ancak nedense (üşendiğimden) müdahale etmedim. (Tahminimce buzdolabı içerisinde hava sirkülasyonu olmamasından ve kapağın açılıp kapandığında, içeride nem yapmasından kaynaklı bir sorundu bu).
Kış günlerinde saksılara diktiğim lalelerden yalnızca bir tanesi açtı. Geri kalanlardan kimisinin yaprakları çıktı ve çiçeklenemeden, kısa sürede soldu. Bazısı da saksı içerisinde küflenmişti.
Tüm yapraklar kuruyunca, soğanları söktüm ve sağlıklı olduğunu düşündüklerimi ayırdım, hastalıklıları ise imha ettim. Elimde bir fungusit olmamasından dolayı, söktüğüm ve çoğunluğunun kabuklarını soyduğum soğanlara uygun bir ilaçlama yapamadım. Onları bakır sülfat ile hazırladığım derişik bir çözeltide beklettim ve kısa süre seyreltik bir çözeltide duruladıktan sonra, aralarında mesafe bırakacak şekilde bir tepsiye dizerek güneş görmeyen, yarı aydınlık bir yere aldım. Bir süre sonra, iki adet soğanın kendinden geçercesine büzüştüğünü görünce, hemen onları da ortamdan uzaklaştırdım. (Tabii aylar öncesinde cereyan etmişti bu olaylar).
İlk lale deneyimim başarısız olarak sonuçlanmıştı özet olarak. Gerçi amacım hediye olarak dağıttıklarımdan geriye kalanların boşa gitmemesiydi. -_-
Evet, laleler ile gönül ilişkim -şimdilik- bu düzeyde olsa da, baştan sona nerelerde yanlış yapmış olabileceğimi bilmek, kendimi geliştirmem açısından güzel bir fırsat teşkil edebilir diye düşünerek bu yazıyı yazdım.
Son olarak; başkalarına verdiğim lalelerde hiçbir sorun çıkmamış. Acaba onlara ayıp olmasın diye, iyi durumda olmadığını düşündüğüm soğanları kendime mi ayırmıştım? Öyleyse pek de başarısız sayılmam...
