Değerli dostlar
Cevizcilik serüvenimde yeni bir kulvara doğru yöneliyorum.Sizlerle de paylaşmak istedim.
Son yazılarımdan birinde “İyi Tarım Uygulaması” sertifikası almak için başvuracağımı söylemiştim. Ama bu işte içime sinmeyen bir şeyler vardı. Bu uygulamada özellikle en kanserojen pestisit ve herbisitler dahi, zehir kalıntı limitlerini aşmamak kaydıyla serbestti. Yani bir anlamda, “Bu limitlerin altında kalan zehirleri halka serbestçe yedirebilirsiniz” deniyordu. Peki bu “limit altı” zehirleri yiyen gebelerin, bebeklerin, çocukların uzun vadede neyle karşılaşacakları biliniyor muydu? Kesinlikle hayır.
Peki topraklarımızı ve sularımızı katleden sentetik kimyasal gübrelerde gerçek bir kısıtlama var mıydı? Benim görebildiğim kadarıyla o da yoktu. Kısıtlamadan ziyade “kayıt altına alma zorunluluğu” vardı. Yani topraklarımızdaki mikroorganizma faaliyetlerinin yok edilmesi, çoraklaşma, tuzlanma, verimsizleşme “kayıt altında” olarak devam edecekti. Giderek daha fazla kimyasal gübre ihtiyacı, daha fazla verimsizleşme kısır döngüsü kırılamayacak, yer altı sularımız, nehirlerimiz daha da kirlenecekti.
Ben bu çemberin içine girmek istemedim. Devraldığım toprağı erozyondan korumak, aldığımdan daha temiz, daha verimli olarak oğluma teslim etmek istedim. Sondaj kuyumdan çıkan, doğanın bana bahşetmiş olduğu o tertemiz ve gür suyu nitrata, fosfata, ağır metale maruz bırakmadan, yeraltından ilk çıkarttığım saflıkta muhafaza etmeyi arzuladım. Ben bu toprağın ve altındaki suyun sahibi değil, geçici bekçisiydim. Oğlumun da bu toprağı ve suyu aynı duyarlılıkla koruyup, torunlarıma devretmesini istiyordum.
Kafada böyle düşünceler olunca ister istemez kendimi “Organik Tarım Uygulaması” sertifikası için başvururken buldum.
Çok zorlu bir sürece girdiğimin farkındayım. Ama içim huzurlu, alnım açık, vicdanım rahat olarak cevizcilik yapacağım. Hekim kimliğime böylesi daha çok yakışacak diye düşünüyorum.
|