O benim
tükürüklüm...
Başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Damda bütün kışı geçirdikten sonra nasıl olup da bana geri geldiği ise apayrı bir hikaye. 2 ay kadar önce şiddetli bir fırtına çıkıp en sevdiklerimden bodur nar, karanfil ve birkaç bitkiyi daha komşu çatıya uçurunca çare aramaya koyuldum.
O sırada sokağımızda kendiliğinden bitmiş olan kokarağaçları kesiyordu komşular. Hemen çok uzun bir sırık yaptım. Gerçi o sırığı terasa çıkarmak da ayrı bir dertti ama...

O sırıkla damdakileri sokağa attırdım. Saksılar size ömür ama bitkilerin yaşaması yeterliydi bana. Saksısından çok uzun süre önce ayrılmış olan opuntiayı kış boyu iç geçirerek izlemiş ve yaşama direncine hayran olmuştum zaten. Düşünsenize; ne toprak var, ne saksı! Yağmuru da gördü, karı da...
Neyse onu da düşürdüm sokağa. Toprakla buluştu bizim tükürüklü sonra. Tabii bu işlemler sırasında ne kadar çok tükürdüğünü varın siz düşünün. Derisi kabuk bağlamış gibiydi. Bu kadar kısa sürede yeni yavrucukları oldu bizimkinin. Bukalemun gibi deri değiştiriyor. Huylu huyundan vazgeçmiyor elbette. Tükürmeye devam...
