Selamlar herkese; İnsanın hayalinde bir toprak parçasının olması harika bir şey. Karar vermek ve arayışa geçmek te öyle. Biz bir hayli dolaştıktan sonra yorulduğumuz ve sabrımızı tükettiğimiz için belirlemiş olduğumuz kimi kriterleri görmezden gelerek bir yer aldık; arazimizi ilk gün de seviyorduk, hala seviyoruz ancak birkaç noktayı önemsememenin sıkıntısını da çektik; çok şükür zaman içinde hallettiğimiz problemler de oldu, yine de bu süreç insanı yıpratıyor. Dolayısıyla henüz arazisini almayanlara duygusal davranmayarak sakin düşünmelerini acizane önerebilirim. Aşağıya önemli olduğunu düşündüğüm kimi kriterleri ekliyorum.
Taşlıbahçe'nin bloğunda yazmıştım ancak kendi toprağımızla ilgili değerlendirme kısımlarını burada çıkardım.
Bu kriterlerin hepsini birden bulmak zor ama en azından en önemlilerini dikkate almak sonrasında sıkıntı çekmemek için önemli. Kişinin mizacına, aile durumuna, çoluk çocuğa, yaşa, araziyi kullanım amacına
vb. durumlara göre belirlenecek ve yukarıdaki listeye eklenecek daha başkaları da var tabii. Bir de aşağıdaki kritelerden kimileri konvansiyonel tarıma uygun değildir. Gerçi böyle bir amacı olanlar zaten bunları dikkate almaz.
Biz araziyi aldık, dolayısıyla bu sayfayı kapattık ancak önlerindeki sayfa henüz beyaz olanlar için hem buradakiler hem de aklıma gelmeyen, sizlerin ekleyebileceği daha başka kriterler yardımcı olabilir. Toprak hayali kuran herkesin bu temiz hayaline kavuşmasını yürekten diliyorum... Hoşçakalın

Şimdi kriterler:
1-Suya yakın olması: Su yaşamdır. Uygun bitki türleri ve yetiştirme teknikleriyle birlikte farklı su hasadı yöntemleri de işin içine katıldığında su bakımından fakir yörelerde dahi tarım yapmak mümkündür ancak tarım arazisi aynı zamanda yaşam arazisi olarak planlanacaksa arazide veya yakınında herhangi bir su kaynağına ihtiyaç vardır. Su problemi olmayan yerlerde iklim de müsait ise bereket bol olur.
2-Arazinin kendi haline bırakılmış olması: Kendi haline bırakılmış bir arazinin hâlihazır tarım kültürü bakımından dezavantajları varsa da günümüzün kimi yanlış uygulamalarının kötü etkilerinden kurtulmuş veya bu etkilerin iyileşme sürecine girmiş olması bakımından çok önemli avantajları da vardır. Kendi haline bırakılmış bir tarım arazisi muhtemelen kimyasal gübre ve ilaçların kullanılmadığı veya kullanılmışsa da zamana bağlı olarak etkisinin azaldığı ve hatta bittiği araziler olabilir. Kendi haline bırakılmış arazilerde kendiliğinden (tohumdan) çıkmış meyve ağaçlarına rastlanabilir; bu ağaçlar güçlü ve sağlıklı olduklarından uygun yaşa geldiklerinde aşı için anaç olarak kullanılacağı gibi isteğe göre öyle de bırakılabilir. Böyle arazilerde yabani ot ve hayvan çeşitliliği artmıştır ve doğal bir tarım için kontrol edilmeye, yönlendirilmeye hazırdırlar. Doğal tarımın yaban hayatına olan bağları güçlüdür ve bu bağları yeniden kurmak yerine hazır bulmak ve sonradan yönlendirmek işleri hızlandırır. Bu türden tarım arazilerinin dezavantajları olduğunu yazmıştım; bana göre en önemlisi, yıllarca budanmaya alıştırılmış meyve ağaçlarının kendi hallerine bırakıldıklarında karmaşık bir hal alıp dengelerini kaybetmeleri ve hastalıklara davetiye çıkarmalarıdır ancak bu problem, ağaç halen yaşıyor ve sağlığını şöyle böyle koruyor ise halledilemeyecek bir problem değildir. Bu türden araziler genellikle köylünün hayvanlarını yaydığı yerler olarak da görülürler ve bu durum yıldan yıla toprağı zayıflatan bir durumdur ancak toprak güçlüdür ve korunduğu, uygun önlemlerin alındığı, kimi iyileşme yöntemlerinin uygulandığı durumlarda şaşırtıcı biçimde kendini toparlar.
3- Bitki çeşitliliğine sahip olması: Mono kültür bir tarım arazisinde seçilmiş olan bitki türü topraktan aynı besinleri alır ve bir süre sonra bu besinlerde azalma olur, toprak verimsizleşir, çiftçi gübreye –genellikle kimyasal gübreye- sarılır; kısa vadede başarı, uzun vadede ise bereketsizlik görülür. Böyle arazilerde zararlılar(mantar hastalıkları veya böcek
vb fark etmez) herhangi bir engelle karşılaşmadan arazinin biricik türüne zarar verdiklerinde o yıl çiftçinin işi bitmiş olur. Çiftçi bundan iki ders çıkarabilir, biri doğru, öbürü de yanlış ders. Doğru ders: Monokültürü bırakır, hakim bir tür seçse bile çeşitliliğe yönelir, denge sağlar. Yanlış ders: Bir daha bu riskle karşılaşmamak için pestisitlere veya fungusitlere dadanır. Günümüzde alınan ders genellikle yanlış olan. Monokültürün daha başka olumsuz yanları da vardır. Bu durumda çeşitlilik iyidir diyelim; iklimi, toprağı, türler arası ilişkileri gözeterek oluşturulan ve yabandan da destek alınan bir tarım arazisi meyve sepeti gibidir.
4- Ormana yakın olması: Orman, karaların en üretken yeridir. Orman, oksijen, su, nem, toprak, odun, yaban besinleri, huzur ve sağlık verir. Böyle bir yere yakın olmanın çok avantajı vardır. Saymakla bitmez.
5- Köye Yakın Olması: Köylülerin, özellikle de yaşlıların bilgi ve deneyimlerinden yararlanmak onlarla konuşmakla ve onları gözlemlemekle mümkündür. Okuduğunuz yüzlerce sayfa onların tek bir sözüyle veya gördüğünüz tek bir sahneyle aydınlanabilir. Köy hudutlarında kalan bir arazinin alt yapısı büyük ölçüde hazırdır; bu kaynaklar zaman içinde alternatifleriyle değiştirilecekse bile ilk başlarda işleri hızlandırır ve sonrasında da yedekte kalmalarının yararı vardır. Ürünlerde değiş tokuş yapmak mümkündür ve ihtiyaç duyulan pek çok kaynak yakındır. Bundan başka, dünyanın bin türlü hali var… Diğer taraftan köyle iç içe olmanın bulunulan köye göre değişebilen bazı can sıkıcı yanları da olabilir. Çoğunlukla çöplerin sağa sola atılması ve bundan rahatsızlık duyulmaması, tuvalet giderlerinin bakımsız olması, geri dönüştürülememesi ve ortaya çıkan sağlıksız koşullar, gürültü, dedikodu alışkanlığı, yabancıları hor görme
vb.
6- Kafa Dengi Arkadaşlar: Dağ, orman, bağ, bahçe… Hepsi güzel, hoş. Bir de bunları paylaşacak, arada sırada iki laf edecek, kimi zaman derin mevzulara da dalabilecek dostlar varsa ne âlâ. Aslında gerçek bir ihtiyaçtan bahsediyorum. Zaman geçtikçe bunun önemini daha iyi anlıyorum.
7- Yangına hassas bölgelere uzak olması: Yangın kasıp kavurucudur; ortaya çıktığında başa çıkmak çoğu zaman zordur ve en ufak rüzgârda dahi kat kat hızlanma eğilimindedir. Böyle bir tehlike kimi hassas bölgelerde yüksek risk haline gelir. Sıcak ve kuru iklim ormanları genellikle kolay yanan ancak diğer taraftan da kendini yine kolayca yenileyebilen ağaçlarla bezelidir. Türkiye’nin en tehlikeli yangın bölgeleri kuru ve sıcak bölgelerin tipik orman ağacı olan kızılçam orman sahalarıdır. Mümkünse bu ormanlardan uzak olmakta yarar var ancak unutmamalı ki bu ağaçlar Türkiye’de en fazla yer kaplayan ağaçlardır. Böyle bir yerde arazimiz var ise yangın bariyerleri oluşturma, yani yangına dayanıklı ağaç ve çalılarla bu orman arasına bir sınır çekme işi ihmal edilmemesi gereken bir iştir. Olası bir yangın durumundaki su ihtiyacını da göz önünde bulundurmak ve hazırlıkları yapmak gereklidir.
8- Güneye veya güneydoğuya bakıyor olması ve mümkünse farklı bakılara da sahip olması: Pek çok ağaç ve sebze, meyve veya tohumlarını olgunlaştırmak için uzun süreli güneşe ihtiyaç duyar; duymayanlar da vardır ve aslında en önemlisi türleri bu uygunluk veya uygunsuzlukları değerlendirerek seçmektir. Öte yandan güneş sever bir bitki dahi, bilhassa kurak bölgelerde sürekli güneş ışığı altında sıkıntı yaşayabilir; böyle yerlerde ışığın gün boyu kalması toprağın daha çabuk kurumasına, bitkilerin susuz kalmasına, meyve hacmi ve sayısının düşmesine ve daha başka istenmeyen durumlara yol açabilir.
9- Tatlı eğimli olması ve biraz da düz yerlere sahip olması: Düz yerler genellikle sıkıcıdır. Böyle yerler hasat sırasında, arazide çalışmada ve dolaşmada, malzeme
vb. taşımada avantaj sağlar sağlamasına da kimi dezavantajları da bağrında tutar. Misal, drenaj büyük bir problem haline gelebilir. Sulama sistemleri kurulduğunda yerçekiminden faydalanmak mümkün olmayacağından başka bir enerjiye veya suyun yüksekte depolanmasına ihtiyaç duyulur, birim alana düşen güneş ışığı ağaç gölgelerinden dolayı azalır ve bunun gibi şeyler. Düz arazilerde tarım faaliyetleri odağında bir yaşam alanı kurulacaksa kimi yükseklikler ve çukurluklar meydana getirme yoluyla arazi çeşitlenebilir ve farklı mikro iklim bölgeleri ve farklı bitki birlikleri oluşturulabilir. Meyilli arazilerde ise eğim açısı arttıkça bu kez eğimden kaynaklanan daha başka problemler ortaya çıkar. En önemlisi yağmur suyunun toprağa sızacak vakti bulamadan akıp gitmesi, bu akışın hızlandığı durumlarda ise erozyonun artmasıdır. Böyle durumlarda toprak olması gerekenden erken kurur, diri örtü de akıp gitmişse işte o zaman çok kötü. Eğimi dik yerlerde bu türden sorunlarla karşılaşmamak ve yağmurdan olabildiğince yararlanmak için eş yükselti eğrilerinde hendek açma, araziyi setlendirme
vb. yöntemler kullanmak büyük fayda sağlar. Ancak, bu yöntemlerin bedelleri zaman, emek veya dolaylı emek yani para olarak karşımıza çıkar. Türkiye coğrafyasının büyük bölümünün eğimli arazilerden oluştuğunu düşündüğümüzde bu bedelleri büyük olasılıkla ödeyeceğimiz fikrine de alışmak gerekir; yine de uygun eğim derecelerini aramaya odaklanmak bu bedelleri azaltmaya yardımcı olur. Sonuç: Tatlı eğim iyidir; tatlı eğimli yerleri Allah sevdiğine bağışlasın.
10- Vadi tabanına yakın olması: Vadi tabanları kimi olumlu, kimi de olumsuz yanlara sahiptir. Vadi tabanlarından genellikle bir dere geçer, bu dere bir kış deresi olsa bile açılan bir kuyu ile fazla derine inmeden suya ulaşabilme ihtimali yüksektir. Eğer, civar bölge tepelik, yıpratıcı rüzgarlara açık ve kurutucu ise vadi içleri korunaklı yerlerdir; nem oranı daha yüksektir.
Arazi, vadi tabanlarında genellikle düzdür, iş yapmak kolaydır. Hem vadinin daha yukarı kesimlerinden, hem de yandaki yamaçlardan aşağıya organik ve inorganik maddeler yığılır ve toprağın kalınlığı da, verimi de artar. Buna karşılık tabana inen başka şeyler de olabilir. Misal, bu tür yerler sel tehdidi altındadır, heyelan ve kaya yuvarlanmaları olabilir, soğuk hava aşağıya indiğinden bu yerler civardan daha soğuk ve hatta dondurucu olabilir; bahar vakti don yaşanarak erken çiçeklenen bitkilerde verim düşebilir. Bu durumda vadi tabanının nimetlerinden faydalanmak, zararlarından da çok etkilenmemek için arazinin bir kısmı vadi tabanında, geri kalanı da yan kısımlarda olursa iyi olur. Anlaşılacağı üzere bir ev yapılacaksa en iyisi vadi tabanında yığılan soğuk hava kuşağının üzerinde yapılmasıdır; böylece kış geceleri daha rahat geçirilir, sel tehlikesinden uzak durulmuş olunur
vb.
11- Yolu olması: Keşiş hayatı için en iyi şey yolsuz ve hatta patikasız bir mağara olabilir pek âlâ. Ama, işin içine tarım, hayvancılık, sosyal yaşam, çoluk çocuk girerse yol lazım olur. Bir yerden bir yere gidip gelirken kullanmak için, araziye malzeme getirirken veya buradan götürürken kullanmak için, kaza gibi, hastalık gibi, yangın gibi acil durumlarda kullanmak için yol gerekir. Araziye kadar gelen bir yolun haricinde arazinin içine giren bir yol da çok yararlı olur. Ayrıca, izinli bir ev yapılacaksa, yol olması, yani tapuda görünen bir yolun araziye sınır teşkil etmesi de zaten kanunen gerekli.
12- Organik tarım yapılan bir bölgede olması: Kimyasal gübrelerin, herbisit ve pestisitlerin toprağı, havayı, suyu kirletmediği bir yer en iyisidir. Bizim kullanmadığımız ancak komşumuzun esirgemeden savurduğu türlü kimyasallar direkt veya dolaylı bir şekilde bizi de etkiler. Maalesef hiç beklemediğiniz yerlerde dahi bu türden kirletici maddelerin kullanımı o kadar yaygınlaştı ki tertemiz bir tarım arazisi bulmak gerçekten güçleşti.
13- Manzaralı olması ya da olmaması: Şu kararı vermek lazım: toprağımızda tarım mı yapılacak, manzara mı izlenecek? Şehrin sıkışık yapısından ve karmaşasından kaçanların pek çoğunun yaptığı hata, muhtemelen bu sıkışmışlığın doğurduğu ferahlık ihtiyacından kaynaklanır. Genellikle güzel manzaralı bir yer alınır, yani yerin tarım için uygunluğuna değil, yalnızca manzarasına bakılır. Manzarası güzel diye alınan yerlerin çoğunda tarım zordur çünkü manzaralı yerler genellikle yüksek, tepelik yerlerdir ve arazi eğimi epey fazladır; böyle yerlerde iş yapmak zordur. Buna karşılık manzarasız, kapalı yerlerde ise çalıştıktan ve yorulduktan sonra bu yorgunluğu alıp götürecek ve ruhu dinlendirecek açıklıklar yoksa işin keyfi tam anlamıyla çıkmaz. Açık alanlarda güzel bir manzaraya bakmak huzur verir, bu huzur da alfa dalgaları yaymamızı sağlar. Bu ise keyifli ve huzurlu olduğumuzun göstergesidir. Rahatlayamayan insan ürettiğinden de keyif almaz. Bu nedenlerle önceliği arazinin tarıma uygunluğuna vermek, manzarayı da bulmuşsak şükretmek lazım.
14- Madencilik faaliyetleri, HES, sanayi ve benzer doğa talanlarından uzak olması: Madenler, hesler artık her yerde. Kapitale dayalı sistem cennet vatanı kavramış, tecavüz ediyor. Kalkınmaysa kimin, neresinin kalkındığı ortada. Sanayi, fabrikalar, bacalar, dumanlar, çöpler… Büyüyen şehirlerin ve öksüzleşen toprakların göstergesi bunlar. Hepsinden ne kadar uzaksak o kadar iyi. Ama, büyük bir ama var burada. Nereye giderseniz gidin onlar da oraya geliyorlar. Son zamanlarda bu işlerin önünde duran yasalar dahi değiştirilmeye çalışılıyor.