Bu gün eski anılarımı tazeleme günüm oldu. Sene 1982
Mersin Erdemli, ilk defa iş yerimden görevli olarak Mersin'e gitmiştim.
Görevimi tamamladıktan sonra, şöyle çevreyi bir dolaşalım dedim eşime Ankara'ya dönmemiz için bir kaç saatimiz vardı, sahile doğru yürüyorduk bir yerlerden misler gibi kokular geliyordu burnuma, o kokuyu takip ederek yürüdük ve gide gide bir portakal limon bahçesine gittik.
Mart ayı idi portakallar çiçek açmışlar ama nasıl etraf mis gibi kokuyor tarif edemem, ilk defa portakal ağacı gördüğüme mi sevineyim, çiçekleri bem beyaz mis gibi onlara mı sevineyim bilemedi.
Daha sonra oradan ayrıldık ve biraz ileride başka bir bahçelerin yanından
yürüyoruz fakat benim gözlerim sağa sola bakmaktan şaşı olacaktı.
Bir bahçenin önünde bir amca bey bankta oturuyordu, bizi görünce kalktı bize doğru yürüdü, yanımıza geldi ve nerden geldiniz nereye gidersiniz diye bize sordu, anlattık durumu, ayak üstü sohbet ederken gözüme kocaman dev gibi bir kauçuk ağacı ilişti ve ben ozaman çok şaşırdım ama bir yandan da o kauçuktan bir dal nasıl alabilirim diye kafamda kuruyorum.
Amca tabi benim bakışlarımdan sürekli ağaca baktığımı anlamış, bir ara sohbet sırasında artık dayanamadım sordum, bu kaçuk ağacının sahibini tanıyormusunuz acaba bir dal istesek verir mi diye, amca gülümseyerek vaktiniz var mı dedi bir iki saatimiz var dedik, hele gelin benimle deyip bizi o kağuçulu eve götürdü, meğer sem o ev de kauçuk ta onunmuş, avludan içeriye girdik aman allahım hayatımda ilk defa muz ağacı ve limon hemde üzerinde limonlarıyla birlikte, benim gözüm başka bir şey görmüyor, bir tarafta bahçenin bir kenarında bir kaç kadın ve çocuklar vardı, kadınlar bahçede biri hamur karıyor, diğeri oklavayla açıyor bir diğeri de açılan yufkaların hazırladıkları içten koyup katlayıp pişiriyorlar yan tarafta da bir de çay demlemişler, ama benim gözlerim hala o hiç görmediğim ağaçlardaydı şaşkınlıka etrafa bakıyorum ama aklım da hep kağuçuktaydı.
Bize müsade biz gidelim artık dedğimizde hele bir durun bir çayımızı için, katlamalarımızın tadına bakın dediler neyse çayımızı içtik yedik kalktık, amca sizi geçireyim dediği kapıya geldiğimizde damadı ikinci katın balkonundaymış ve damadına seslendi testereyle şu kağuçun dallarında kes bakalım deyince dünyalar benim olmuştu, bir kucak yarım metreden fazla büyüklükte dallar kesti çok sevinmiştim.
Ankara'ya döndükten sonra kimisini suya koydum kimisini direk toprağa diktim ozamanki cahilliğimle sadece bir tane tutturabildim, şu anda kağuçuğum hala ayakta ama yaşlandıkça hep tazeledim. Tabii benim kağuçum ağaç değil de garibim saksıda hiç bir zaman annesi kadar olamayacak
