View Single Post
Eski 22-05-2013, 12:08   #4
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,245
3- Gargıalanı (Sarıyurt köyü/ Bayındır/ İzmir): 15,16 mayıs 2013

Gediz nehri'nin havzasındaki Turgutlu ile, Küçük Menderes nehri'nin oluşturduğu havzadaki Bayındır'ın arasından yükselen Boz Dağlarındaki Hica deresinin varettiği vadinin doğu yakasındaki en yüksek yerleşim yeri olan Sarıyurt'a doğru ilerliyoruz.

Yeryüzü şekilleri hiçbir canlıyı zorlamayacak bir keyifte akıp gittiğinden, günümüzde olduğu gibi binlerce yıldır birçok kavime ev sahipliği yaparak onları cömertçe beslemiş bir yöredeyiz.

Ağaçlardan sarkan, henüz olgunlaşmış kiraz dalları direkt ağzımızın içine uzanıyor. Ellerimizi bile kullanmaya gerek duymadan besliyor bizi doğa.
Sarıyurt'a doğru yaklaştıkça etraftaki meşe ormanları büyülü bir hal alıyor. Neredeyse her adımda değişen bir çeşitliliğin zenginliği etrafımızı saran.
Meşe ormanlarıyla çevrelenmişken, arada dümdüz gövdeleriyle upuzun akçamlar, hareketli dalları ve geniş gövdeleriyle bize sedirleri hatırlatan karaçamlar ve birer heykel gibi karşımıza çıkan yüzlerce yıllık ulu kestane ormanları her an süprizlerle dolu. Onların aralarında da ıhlamur, sandal, ahlat, dışbudak..

Ormanın yerörtüsü dev eğrelti otlarının güzelliğiyle kaplı. Aralarında çiçeklenmiş kuşburnu ağaççıkları. Sanki burada akdeniz, karadeniz ve ege buluşmuş hissiyatı.

Kiraz, erik, elma, zeytin, armut.. ağaçları, üzüm bağları, bahçe ve bostanlarıyla çevrili evlerinin taşlarının özelliği neredeyse biraraya getiriverilip, oracıkta bir yuva oluşturuluverilmiş yapıda ve hissiyatta.
Gargıalanı'na geldiğimizde kendi elleriyle hayat verdiği eski model küçük traktörü 'mıkiri' ile karşılıyor bizi Veysi kucak kucak içtenliğiyle. Eşyalarımızı küçük romörke atıp yürüyerek takip ediyoruz meşe ormanının içinden tohumu olduğu toprağa doğru onu ve mıkiriyi.

Kendi eliyle yaptığı yurtları yuva edinmiş hem kendine hem de edindirmiş gelen misafirlerine. Birine yerleşiyoruz.

Toprak, halihazırda varettikleriyle, onunla uyum içinde yaşamaya niyetli tüm canlıları ne aç nede açıkta bırakmayacak kadar tüm bereketini sunmuş burada. Hiçbir müdahelede bulunmadan dahi yaşamın sürdürülebilirliği capcanlı etrafta.

Veysi ile birlikte yaşadığı yerin etrafını sarmalayarak onu kucaklamış olan büyülü ormanın içinde büyülü bir yürüyüşe çıkıyoruz biraz soluklandıktan sonra. Tarihi bile belli olmayan taş yapı kalıntıları, ulu kestane ağaçlarıyla birlikte uyum içinde varlıklarını devam ettiriyorlar sonsuzluğa ve zamansızlığa doğru ormanla iç içe. Patikadan ulaştığımız soğuksu şelalesi ve etrafının kelimelere indirgenebilecek bir tarifi olmadığından, saygıyla, sarhoşlukla vakit geçiriyoruz orada.

Burada herşey büyülü sanki. O büyüye kapılıp akıyor insan. Halihazırda bir harmoni var. Uyumlanmak yeterli. Bildiğimiz zamanın dışında varoluveriyor insan. Arasıra Veysi'nin toprağını ziyaret eden yöredeki yılkı atları ve geyikler bu büyülü atmosferi bütünlüyor.

Ormanın içinden, meyve bahçelerinin, bostanların arasından ziyaret ettiğimiz güleryüzlü misafirperver köylülerden biri de 92 yaşındaki Hüseyin efe. Bağların altını çapalarken karşılaşıyoruz bu bilge delikanlıyla. Baltasıyla odun yarıp yaktığı ateşte demliyor çayı. O çaya eşlik eden sohbette anlattığı yöresel hikaye ve anılar bizlere tarih öncesi masallar gibi geliyor. 92 yıllık ömrü, tek başına sürdürülebilirlikle bezeli. Sağlıklı, güçlü ve neşeli. Etraftaki tabiat gibi oda büyüleyici. Evi, anlattıkları, etrafı ve kendisi.
Tüm canlılarla birlikte ahenkli bir uyum içinde sürdürüyor yaşamını Veysi.
Veysi bir can, gözün gördüğü, kulağın işittiği, bedenin ve ruhun hissettiği herşey bir can. Bu topraklarda olmak eşsiz bir heyecan.
Hica vadisinde insan, tabiata, onun bereketinin güzelliğine birkez daha aşık oluyor. Şükrediyor.
Biz bir aileyiz.

İzlenimler;
Yol boyunca her türlü doğal ve buna bağlantılı olan sosyal ve kültürel yıkımlara şahitlik ettik.

Kırsala dayatılmış olan tektipçi konvansiyonel tarım şeklinin hem tabiatı hem de tarımla geçimini sağlayan küçük çiftçiyi nasıl perişan ederek yok ettiğini gördük ve dinledik. Bereketli toprakların ortasında yokluk çeken yığınlara uyandık. Her türlü temel ihtiyacını en sağlıklı ve özgür şekilde onbinlerce yıldır karşılayan doğa anasına sırtını dönenlerin **** dönmeye zorlananların, borç ve yokluk içinde sokuldukları sistem çarkındaki sıkışmışlıklarına kahrolduk. Varlık içinde yokluğun sefil acısına yandık onlarla.

Her metrekare felaketlerle doluydu yol boyunca. Delikdeşik edilmiş dağlardaki binlerce maden ocağı, HESler nedeniyle artık akmayan dere yatakları, termik santrallerin zehirli dumanları altında sürdürülmeye çalışılan hayatlar, tek tip üretim uğruna yokedilen bereketli düzlükler ve ormanlar, adaletsiz ve sağlıksız koşullarda bir köle gibi çalıştırılan emekçiler, medya üzerinden kandırılıp ajite edilmiş, ayrıştırılmış, ötekileştirilmiş, paranoyaklaştırılmış, sevgisizleştirilmiş, her an bir hiç uğruna can almaya, öldürmeye hazır yığınlar, sağlıksız yaşamlar, çarpık kentleşme, kirlenmiş sular, zehirli gıdalar, atıklar, betonlaştırılmış, çirkinleştirilmiş sahiller, yaylalar.. yol boyunca eşlik etti bize ve muhabbetimize.

Hem tabiata ve onu barınak olarak kullanan sayısız canlıya, hem de insanlığa bir veba gibi yayılmış olan doyumsuz bir açlık, hırs, tüketim, duyarsızlık ve sevgisizliğin yıkımı kaplamış dörtbir yanı.
Beklenen kıyamet kopmuşta sanki onu bile farketmeyip hala bir film senaryosu gibi gökyüzünden gelip dünyaya çarpacak olan bir göktaşını bekleyecek kadar umursamaz ve farkındasızlaştırılmış yığınlar. Etraf leş kokuyor da burunlar alışmış misali. Bir cehennem yaşanan ve yaşatılan.
Zannederdik ki bir afet olsa, suya ve gıdaya uzak olduğundan ilk şehirlerdeki canlılar zarar görür. Tektipçi konvansiyonel tarımla yok edilmiş çeşitliliğin kapladığı kırsallara şahitlik edince farkettik ki, sadece bu tek tipin başına bir afet gelse, oradaki canlıların km'lerce karelik alanda bulabileceği, erişebileceği herhangi bir başka gıda kalmamış ve o tektip ürünü yetiştirebilmek adına tüm yerel su kaynakları da kurutulmuş ya da kullanılan kimyasal ilaçlar yüzünden içilemez hale getirilmiş. Yol boyunca km'lerce zeytin, dağlar boyunca incir, ovalar boyunca buğday, tepeler boyunca kiraz... Bu ender biyolojik çeşitliliğin zenginliğine sahip olan Anadolu topraklarının, kapitalist sistemin dayattığı politikalar sonucunda getirildiği içler acısı durum, başlı başına bir afet, bir felaket. Deprem, sel **** fırtına değil.

Devasa otobanlar hem oradaki canlıların yaşam alanlarını insafsızca bölüp yok etmiş, hem de 'yolcu'nun etrafıyla ilişkisini tamamen yok ederek yolculuğu ve sosyalliğini yok etmiş. Bir kez girdiniz mi çıkamadığınız ve bir uzay yolculuğu gibi dümdüz ve sıradan olan bu otobanlar için birde sizden bunun için haraç kesilen yollar bunlar. Yol kenarlarında 'kömürde bıldırcın, mangalda keçi, ızgarada balık, güveçte tavuk..' gibi vahşet tabelalarını tamamlarcasına yolun üzerinde ezilmiş kaplumbağa, kertenkele, yılan, kedi, köpek.. cesetleri. Yol için bu yollardan çıkmak gerekiyordu çıktık. Hiç girmedik. Köy köy, bakına bakına, dura kalka, acele etmeden yol aldık 'eski' yollardan. Hala yaşayan yollardan.

Tüm yolculuğumuz boyunca bizi birde şu 'ormanı gençleştirme' trajedisi takip etti. En bakir tepelerde kalmış olan meşe ormanlarının mangal keyfine kömür olabilmesi adına insafsızca kesilip diri diri yakıldığına şahit olduk. Adı gençleştirme imiş. Bunu şuna benzettik. Ulu olan, eren olan, yaşlı olan, saygı duyulan, deneyimli, bilgili ve tecrübeli ata ruhların katledilerek, onların yerine, yeni yetme, cahil, bilgisiz, tecrübesiz.. olana yol verme. Günümüzün anlayışına, sistemine, mantığına ve tavrına ne kadar da entegre.

Gençleştirildiği iddia edilen ormanlarda asırlık ulu meşeler kesilmiş. Yerine bırakılan genç cılız ağaçların üzerine bir hayvanın bırakın yuva yapmasını sincap bile tırmanamaz, dalına kuş bile konamaz, bir fırtına çıksa dayanamaz, bir sel olsa tutunamaz bir şekilde acınası bir görüntü oluşturmaktalar. Gençleştirilmiş bir ormana baktığınızda 'orman'a ait hiçbir şey göremezsiniz. Yan dallar bırakılıp dipten kesim yapıldığından da oluşacak olan kök çürümesiyle birlikte o bırakılan dallarda hiçbir zaman sağlıklı ve sağlam birer ağaç olamazlar, orman olmazlar. Birkaçı olsa dahi onları yine kesmeye, yakmaya ve yok etmeye geleceklerdir.

Kırsal tamamen boşaltılmış. Köyler terk edilmiş. Yakın geçmişe kadar savaş nedeniyle zorla boşaltılan köyleri bilirdik. Şimdi ise sistemin çarkları sayesinde bilinçsiz bir cehalet ve kandırılmış bir açgözlülükle, bir nevi 'gönül rızası' ile, topsuz tüfeksiz bir şekilde boşaltılmış köylerini gördük Anadolu'nun. Bahaneler ortak. Dillendirmeye bile gerek yok artık.
İşte bunlar ve bunlar gibi karanlıkların içindeki ışıklarla buluştuk bizler bu yolda niyetimiz doğrultusunda. Olan belliydi de olacaklar, yapılacaklar konusuydu yolumuz.
Farkındalığın eylemindeki kardeşlikte buluştuk bizde.
Var olan umudumuz hakikate dönüştü iyice.
Kucaklaştık. Konuşmadan anlaştık.

Etrafını saran yıkımlara karşı mertçe direnen, yıkımlara türlü bahanelerle ortak olmayan, hem susmayan hem de sadece konuşan olmayan, mücadele eden, yaşayarak yaşatan can dostlarda can bulduk yeniden.
Dünyayı saran bu yeni vebanın aşısını bulmuş ve bu aşıyı iyileşmek isteyenlerle paylaşanlarla buluştuk.
Geçmiş geçti farkedenlere.
Gelecek yaşanmakta bilenlerce.
Bir tohum ekildi artık.
Sistemin çarkına sokulmuş birçok çomak.
Uyanıldı zaten. Kalkıldı artık.
Yaşayarak yaşatacağız.
Sevgi, barış ve kardeşlikle.
Görüşmek üzere.
Biz bir aileyiz.

ALAKIR NEHRİ KARDEŞLİĞİ

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön