View Single Post
Eski 27-01-2013, 20:15   #30
Müjgan
Ağaç Dostu
 
Müjgan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 02-08-2004
Şehir: Ankara
Mesajlar: 4,544
Efe ve zeybek kültüründe bitkiler

EFE VE ZEYBEK KÜLTÜRÜNDE BİTKİLER
Onlar, zor zamanların zorlu savaşçılarıydılar. Gencecik yaşlarında Osmanlı Devletinin ücra köşelerinde savaşlara sürüklendiler, can yoldaşlarını bu savaşlarda kaybettiler. On yıllar sonra, kocamış bir halde memleketlerine geri döndüklerinde, sözlenerek ayrıldıklarıyavuklularının başkasına yar olduğunu, aile fertlerinin hastalıktan kırıldığını, dahasıgeçimlerini sağlayacak topraklarının ağır vergiler dolayısıyla sömürgeci yerel beylere verildiğini öğrendiler. Bu durumda onlara sahip çıkması gereken Devlet görevlilerinin bırakın bu görevlerini yapmayı, yerel sömürgecilerle işbirliği ettiğine de tanık oldular. Bu Devlet içinşehit ve gazi olmuşlar, bu devletin toprakları için savaşmışlardı, ancak köylerine geri döndüklerinde kendi topraklarının tefeci-bürokrat işbirliği ile yağmalandığını, değer verdikleri ne varsa ellerinden alındığını gördüler. Tek çareleri düzene başkaldırmaktı, bunu yaptılar: Kendilerini en iyi savunabilecekleri yerleri, dağ başlarını mesken tuttular; vahşi hayvanlar ve yaban bitkileri ile koyun koyuna yaşadılar. Sığındıkları dağların hayvanlarını ve bitkilerini yücelttiler; kendi aralarında yaban hayvanların seslerini taklit ederek haberleştiler, ellerini bir alıcı kuş kanadı gibi havaya kaldırarak yaptıkları zeybek dansında kartalı örnek aldılar; ihanet etmeyecekleri, çıktıkları yoldan sonunda ölüm bile olsa dönmeyecekleri şeklindeki yeminlerini defne ağacı altında dillendirdiler, defneyi yeminlerine şahit gösterdiler; efelek (efelik) bitkisiyle karınlarını doyurdular. Ve öldüler; adalet ve namus için mücadele ederken son nefeslerini verdiklerinde dağ başlarının mücadeleci ağacı ardıç dibine gömüldüler. Onlar hep hayata tutunmak istediler; mücadelelerini simgeleyen zeybek oyununa başlarken güç versin diye toprağa ellerini sürdüler, toprağa kökleriyle tutunan bitkiler gibi hayata tutunmaya çalıştılar, bitkilerden güç aldılar. Onlar, adaletsizlikler karşısında efelenen, efelenirken çiçeklenen zeybekler idiler.
Her idealist askeri yapıda ritüel davranışlar (kutsiyet atfedilen törensel kurallar) ön plana çıkar. Zeybek oyunu, savaşa hazırlanan zeybeklerin töreni olduğu kadar, arkadaşlarının ölümü üzerine yapılan bir tören olma özelliğini de taşır. Hatta törenlerinin bir kısmı antik çağkültlerinden izler taşır. Bu yüzden Zeybek oyunu, bir oyun olmanın ötesinde bir tören, daha da ötesi kutsal kaynaklardan güç alan ritüel bir uygulamadır. “İzmirin kavakları”, “Söğüt de Efem yar sensin”, “Ardıçtandır kuyuların kovası”, “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem”,“Evlerinin önü mersin” gibi efe türkülerinin içinde Anadolunun bitkilerinin bulunduğu görülür. Kavak, antik çağda bitki ve şarap tanrısı Dionysos kültünde erginlemenin sembolü, söğüt, meşe ve mersin ise su, av ve ay tanrıçası Artemis’in bitkileridir. Ardıç ağacı ise antik çağlardan bu yana mezar yapımında kullanılan önemli bir ağaçtır. Ayrıca zeybek başlıklarındaki rengarenk çiçek motifleri de efe kültürünün bitkisel kaynakları olduğunu açıkça belli eder. Zeybek kültürü antik kültler içinde en fazla Şarap Tanrısı Dionysos (Bakhus) kültüne benzetilmektedir. “Dionysos” isminin Türkçesi ise “Nysa Dağının Işık Tanrısı” anlamına gelmektedir. Nysa antik kenti de efe diyarı Aydın ilinin Sultanhisarİlçesindedir. İlk haliyle bitki tanrısı olan, sonraları Şarap Tanrısına dönüşen Dionysos kültündeki törenlerde ateşler yakıldığı bilinmektedir. Ege Bölgesindeki bağbozumu sırasında bereketle ilgili olarak “Zeybek Ateşi” yakılır. Zeybeklerde “ateş kültü”nün önemli bir yer tuttuğu görülmekte olup, bu kült Zeybek kültürünün tarihsel bağının oldukça derinlere gittiğini de göstermektedir (1). Efe öldüğünde; yüksekçe bir kaya üzerine yatırılır, baş ve ayak uçlarına ardıç, çam ve meşe ağacından büyük ateşler yakılır, zeybekler de bağlamayla“yas zeybeği” oynarlardı. Gerek bağbozumundaki “Zeybek Ateşi” gerekse efe öldüğünde yakılan ateş, bu kültürün tarihsel bağları konusunda önemli ipuçları vermektedir. OsmanlıDevleti döneminde zeybeklerin dindışı ilan edilmelerinin önemli nedenlerinden birinin zeybeklerin ateş kültüne ilişkin uygulamaları olmalıdır. Ancak “Zeybek Andı” dolayısıyla Zeybek kültürünün satanist olduğunu ileri sürerek “kötücül” bir inançmış gibi haberler yapan sığ popüler kültür temsilcilerinin iddia ettiği gibi bu kültür satanizm olarak adlandırılamaz. Zeybek andı, kurulu bozuk düzene başkaldırının, bozuk düzene muhalif olmanın getirdiği bir tavrın sonucudur. Zeybek Andı’nda; “Şeytana bel bağlanır mı?” sorusuna Zeybeklerin verdiği cevap “Yardımcımızdır bağlanır” şeklindedir. Buradaki şeytanı çapulculuk, kuralsızlık ve eşkiyalık olarak algılamamak gerekir. Bu tür kişilere Zeybekler tarafından verilen isim“Çakal” veya “Çalıkakıcı” dır. Zeybekler halkın can, mal ve namusunu koruyan erdemli isyancılardır. Zeybeklerin hal ve tavırları Osmanlı yönetimince İslamiyete aykırı görülmek suretiyle bu kültür halk gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Zeybekler ettikleri yeminde kendilerini şeytanın yanındaymış gibi göstererek bozuk düzenin bel bağladığı inanç sistemine karşı ironik bir de eleştiri yöneltmiş oluyorlardı: “Senin inancının gereği mazluma işkence yapmak ise ve bu inanç tanrıyı kendi tekeline alarak zulmüne devam edecekse, ben de şeytana bel bağlarım” mesajı verilmiş oluyordu. Neolitik Çağdan itibaren dinsel inanışlar, merkezi otoritenin tahakkümünü pekiştiren bir unsur olarak kullanılmıştır. Düzenin çürüdüğü zamanlarda bu tahakküm sömürmeye doğru ivme kazandığında ve adaletsizliklerin meşrulaştırılmasında araç durumuna geldiğinde, merkezkaç kuvvetler de devreye girecek ve sosyo-ekonomik açıdan sömürülen halk bu zinciri kırmak için mücadele verirken bu mücadelenin üstyapısı olan ideolojiyi de yaratacaktır. Nitekim sömürüye başkaldıran Efeler, bu başkaldırının kültürel üstyapısını da yemin, tören, giyim-kuşam ve hareketleriyle ortaya koymuşlardır.
Zeybek Andında yer alan şeytan olumlamasının bozuk düzene başkaldırı ile ilgili olduğunu Egenin bitkileri yardımıyla görebilmekteyiz. Efelerin belden aşağı giydikleri renkli potura (Şalvar) “çaşır” veya “çakşır” denilir. Çaşır veya çakşır Anadolu’nun endemik bitkilerinden Ferula (Şeytanteresi) nın diğer bir ismidir. Antik Yunan Mitolojisinde Prometheus, bir Ege adasından tanrılara ait ateşi çalarak insanlara ateşi kullanmayı öğreten kişidir. Prometheus ateşi çalmak için şeytanteresi bitkisini kullanmıştır. Prometheus Zeus’a başkaldırmış, insanlar ile tanrıları eşit düzeye çıkarmak, dolayısıyla adaletsizliği önlemek için çalışmıştır. Ancak baştanrı Zeus bu hareketinden dolayı Prometheus’u dağların doruklarındaki bir kayada işkenceye mahkum etmiştir. Ege efelerinin çıkışı da devlet otoritesinin adaletsiz uygulamalarına başkaldırmaya dayanır. Hatta giydikleri elbiseler Osmanlı yönetimince zaman zaman İslamiyete aykırı bulunmuş, bu elbiseleri giyenler hakkında ölüm fermanlarıçıkarılmıştır. Gerek Antikçağ ve gerekse günümüz Efe kültüründe ortak nokta ise şeytanteresi bitkisidir. Bu bitkimiz adaletin ve haksızlığa başkaldırının simgelerindendir. Ferula anatolica(Anadolu şeytanteresi) adlı bitkinin Denizli ve Manisa’da yetişen nadir endemiklerimizden olması da adaletsizliğe karşı mücadelenin Ege’nin doğasında bulunduğunu gösterir bizlere(2). Görüleceği üzere Osmanlıya başkaldıran Zeybekler ettikleri yeminde Şeytanı olumlamış,Şeytanteresi (Ferula) bitkisi ile isimlendirilen giysiler giymiş; Prometheus da Şeytanteresi bitkisiyle hakim düzene başkaldırarak ateşi insanlara kazandırmıştır. Her iki durumda da hakim ideolojiye ve inanç sistemine karşı bir başkaldırı söz konusudur, mücadelenin olmazsa olmaz koşulu ise yakılan ateşlerdir, bu ateşler Efe ve Zeybekleri içlerine alsa bile…
Mitolojide Apollon ve Artemis’e özgülenen defne ağacı (Laurus nobilis) OsmanlıDönemi’nde Efe kültürünün totem niteliğinde kutsal bir ağacı konumunu devam ettirmiştir. Efe ve zeybek kültüründe bu ağaca ‘Teknel veya Ölüm Ağacı” denirdi. Bu ağaç ölümün olduğu kadar, bedeli ölüm olsa bile vefakarlığın da sembolü olarak kabul edilmiştir. Efe kültüründe, Efe’nin yanına kızan (Genç erkek) kabul edilebilmek için bir tören yapılır. Bu törende sabahın ilk ışıkları ile dağa çıkılır. Merasim sonunda, “Teknel” (Tenhal) denilen ağaca silahlar asılır. Efe ve zeybekler normal zamanlarda bu ağacın olduğu dağlarda gezmezler. Tören sonunda bu ağaç ile kızan özdeşleştirilir; Efe yatağanını (bıçağını) bu ağaca saplar, “Sözünde durmayanın şu yatağan böğrüne batsın mı” diye sorardı. Böylece Efe, grubuna yeni katılan genç erkeğe ihanetinin bedelinin ölüm olacağını hatırlatırdı. Ege dağlarında gezen kızanlar da herhalde bu ağacı gördüklerinde ve kokusunu duyduklarında, kızanlığa giriş töreninde verdikleri sözleri hatırlarlardı. Ağacın keskin ve uyandırıcı kokusu mesajın unutulmamasını sağlayan bir hatırlama aracıydı belki de. Efe geleneğinin Ege’nin özgün florasıyla ilişkisini göstermesi açısından ilginç bir ritüeldir bu uygulama. Bu bitki özellikle 1000 metreden daha düşük yükseltilerde yetişir. Antik çağlarda Daphne olarak bilinen bu ağacın mitolojideki öyküsü de Efelerin ritülleriyle örtüşmektedir. Zira Daphne Apollon’un sevdiği kızdır. Apollon’dan kurtulmak, bakire kalabilmek için kendini defne ağacına dönüştürür. Daphne kendisine Artemis’i örnek almaktadır. Artemis tapımlarında da Artemis tapınaklarına sadece bakire genç kızlar ile bir kadınla birlikte olmamış genç erkekler kabul edilirdi. Kızan ve Zeybekler de Efe’nin izni olmadan evlenemezlerdi. Kızanların bakir kalmaları ile Teknel (Defne) ağacının mitolojik hikayesi birbirine oldukça paraleldir. Zaten kızanlık töreninin sonunda da teknel ağacı ile Kızan’ın özdeşleştirilmesinin mantığında bu vardır. Zeybek kültüründe defne ağacının kesilmesi ve yakılması yasak ve günahtı. Bu ağacın yetiştiği yerlerin bereketli olduğuna inanılırdı. Defne ağacının meyveleri kutsal sayıldığı için bu meyveyi zeybekler silahlarına sürerlerdi. Böylece onun kendilerini koruyacağına, silahlarını güçlü kılacağına inanırlardı. Bu ağaca Zeybekler arasında “Ölüm ağacı”, yetiştiği dağlara da “ölüm dağı” denirdi. Bu nedenle Zeybekler, zorunlu olmadıkça bu ağacın bulunduğu dağlarda gezmezlerdi (1). Defne ağacının yapraklarında güçlü bir zehir vardır. Antik çağlarda rahipler bunu çiğneyince kendilerinden geçerler ve delirecekmiş gibi olurlardı.O zaman aşkın duruma geçerek biliciliğe başlarlar, gaipten, yani bilinmeyenden haber verirlerdi. Yani defne antik çağlarda tanrıya ve öteki aleme geçiş aracıydı. Efe kültürüne kadar uzanan kokulu defne ağacının kutsallığının kaynağı da defne ağacının bu özelliği olsa gerektir. 2005 yılının sonlarında yolum İzmit il merkezine düştü. Kent merkezinde E-5 karayolunun hemen yanıbaşındaki bir parkta pek hoş ve gelişkin bir defne ağacı dikkatimi çekti. Bir vatandaşımızın her akşam bu ağaç altında demlendiğini gördüm. Bir merhabadan sonra söz defne ağacına geldi “Ne güzel bir defne bu” dediğimde: “Çok seviyorum bu ağacı,insan gibi o, onun altında içerken güven veriyor bana. İki çataldan oluşan gövdesi birbiriyledayanışan ve sırt sırta veren insanlara benziyor. Bazen bir insana sarılır gibi sarılırım ona,okşarım elimle gövdesini, severim onu” şeklinde bir cevap vermişti. Yurdumuz insanı defne ağacını gerçekten de kişileştirmekte, ona olumlu insani özellikler atfetmektedir.
Antik Anadolu uygarlıklarının ve efe kültürünün ortak bitkilerinden biri de ardıç ağacıdır (Juniperus). Efe öldüğünde, baş ve ayak ucuna ardıç dalları konarak ateşler yakılırdı,ayrıca Efenin mezarının başına da ardıç ağacı dikilirdi. Cenaze töreninde ardıç ağacının keskin kokusu herhalde törene mistik bir hava katıyordu. Dayanıklı bir odunu olan ardıç,Frig ve diğer Anadolu uygarlıklarında da mezar yapımında kullanılan çok önemli bir ağaçtı. Frig tümülüslerinde genellikle ardıç ağacıyla kaplanmış mezar odaları yapılırdı Gerçekten de ardıç türlerimizin insanı çarpan çok etkili bir kokusu vardır, özellikle yağmurlu havalarda kokularıbelirgin bir şekilde artar. Bu kokularından dolayı yerli ardıç türlerimizden Juniperusfoitidissima “kokulu ardıç” olarak adlandırılır. Ardıç kokusu, mezarın yanından geçen kişiye mezarda yatanı hatırlatma, ölen kişinin anılmasını sağlama gibi bir işlev görüyor olmalıdır. Belki de Efenin mezarına ekildiği ve yitip giden efeden geriye kalan tek işaret ardıç ağacıolduğu için bu ağaca ‘arda kalan’ anlamında ardıç ismi de verilmiş olabilir. Zira Efelerin mezarlarına ardıç ağacı dışında başka bir işaret konulmazdı.
Ülkemizde endemik çeşitleri yetişen Rumex (Labada) bitkisinin bir diğer adı da Efelek veya Efelik’tir. Efe yatağı görkemli Bozdağ’da da Rumex tmoleus (Bozdağ efeleği) adında endemik bir efelek yetişir. Aydın’ın güneyindeki Bafa gölünü çevreleyen dağlardan birinin ismi de Labada Dağları’dır, yani Efelik Dağları. Rumex bitkisine Efelik isminin verilmesinin nedeni herhalde dağlara çıkan efe ve zeybeklerin en önemli yemeklerinden birinin bu bitki olmasıdır. Anadolu insanı günümüzde de bu bitkiyi doğadan toplayarak yemeğini yapar. Efe olmak için dağa çıkmak zor geliyorsa size, Efelik’ten yapılan yemeği yiyerek içinizdeki efeyi uyandırabilirsiniz. Efe kültürü Egeye ve ülkemize özgü bitkilerden güç almaktaysa, bu kültürü üzerinde yaşadığı topraklar dışına özgülememiz de yanlış olur. Binlerce ve belki de milyonlarca yıldır bu topraklarda yetişen özgün bitkilerden güç almıştır Efe kültürü.
Efe kültürünün baskın olduğu Aydın, İzmir ve Manisa illerindeki antik kentlerde yer alan İon nizamında tapınakları çevreleyen sütun başları koçboynuzu motifleri ile bezenmişlerdir. Örneğin Mikale (Samsun Dağı) Yarımadasını çevreleyen Priene, Magnesia ve Didyma antik kentlerindeki “İon nizamlı” sütun başları koçboynuzu motiflidirler. Zeybekler de kendilerini koçlarla özdeşleştirirler. Bir Zeybek özlü sözünde “İki koç başı bir kazandakaynamaz” denilerek iki efenin aynı dağda barınamayacağı vurgulanmıştır. Aydın veİzmir’deki tapınakların sütunları da hep koçbaşlı İon nizamındadır. Koçbaşı motifinin ortasında (Yani koçun alnında) bazen bir çiçek motifi bulunur. İon tapınaklarını çevreleyen koçbaşlı İon sütunları Anatanrıça’nın erkek unsurunu sembolize ederler. Afrodit inancında da Adonis, tanrıçanın oğludur ve bitki tanrısıdır, bitkiler kadar kısa yaşayan genç erkekleri sembolize eder. Zeybek oyununda da bir alıcı kuş olan kartal betimlenmektedir. Zeybek atasözlerinden birinde de “Alıcı kuşun ömrü az olur” denilerek Zeybeklerin uzun yaşayamayacakları vurgulanmaktadır. Zeybeklerin başlarına giydikleri çiçek motifli başlıklar, bu savaşçıların doğada kamufle olmalarını sağladığı kadar “ömürlerinin bitkiler kadar kısa olduğu” yönündeki bir inanışı da sembolize etmektedirler. Adonis inancında çiçekler bir mevsim kadar kısa yaşayan Adonisi sembolize etmekte, Zeybek Kültürünün çiçek motifli başlıkları da bu inanışla ilişkili görülmektedir. Afrodisyas antik kentindeki Afrodit tapınağının sütun başlıklarında koçbaşı motifli sütunlar Adonis’ten başkası değildir. Bu kentteki İon sütunlarındaki koçbaşı formunun uçlarında veya aralarında çiçek ve bitki motifleri vardır. İlk önceleri bitkilerin, sonrasında ise şarabın tanrısı olan Dionysos inancında da delikanlılar başlarına sarmaşık çiçekleri takarak törenler yaparlardı. Günümüz Anadolu’sunda Kurban Bayramı törenlerinde kurbanlık koçların başının çiçeklerle rengarenk süslenmesinde Batı Anadolu’nun binlerce yıl önceki inanç ve kültürünün etkisinin bulunduğu yadsınmaz bir gerçekliktir. Zira günümüz Anadolusunda “Kınalı Koç Kurban Etme”geleneğinde koça sürülen kına kanı sembolize etmekte, kınayla birlikte koça takılan çiçekler de Kibele inancındaki gibi Attisin (Koçun) kanından çiçeklerin yeşereceği ve bereketin geleceği inancıyla örtüşmektedir. Günümüz Anadolusunda kurbanlık koçların başına takılan çiçekler ve vucütlarına yakılan kınalar onların çiçekler kadar kısa ömürlü oldukları, kısa zaman sonra yaşamlarını yitireceklerini de göstermektedir; aynı Kibelenin Attis’i, Afroditin Adonisi ve Anadolunun Efesi gibi. Dolayısıyla Zeybek başlıklarındaki çiçek motifleri de başlığı taşıyanın kanlı bir ölüme ne kadar yakın olduğunu gösterir. 1915’te Çanakkale Savaşına gönderilen gencecik evlatlarımıza da anaları tarafından kınalar yakılmış, bu kınalar bir ilkbahar günü rengarenk çiçeklere dönüşmüştür. Bu satırların yazarının dedesinin babaannesi olan Hatice Ana, 1910 yılında, hala koca bir defne ağacının bulunduğu köy meydanında, geri dönülmez savaş yolculuğuna uğurladığı dal gibi boyvermiş kınalı İzzet’ini öpmeye boyunu yetiştirememiştir de bir taşın üzerine çıkarak yüzünü sürebilmiştir oğluna; belli ki şehitliğe namzet oğlunun önünde eğilmesini istememiştir. O Hatice Ana ki, kızgın güneş altındaki ekin tarlalarında buğday, sayvanda ilkyaz kokulu çayır biçen koçyiğidinin başını güneşten korusun diye ona çiçek motifli “çevre” ler örerek genç yaşına getirmiş,güneşten bile sakındığı evladının yine çiçek olup yaban ellerde solacağını “ölüm ağacı”altındaki son dokunuşunda hissetmiştir (3).
Ege bölgemize yolunuz düşerse çıkıverin hele dağlarına, efelenen bitkilerini göreceksiniz. Çiçekleri kural tanımaz, ferman dinlemez buraların; inadına açarlar dağların doruklarında, bulutlu göklere doğru savururlar cepkenlerini, size bu dansın türküsünü söylemek düşer: Eğilmez başın gibi/Gökler bulutlu Efem./Dağlar yoldaşın gibi/Sana ne mutluEfem /Oyna, yansın cepkenin/Yansın güneşten tenin./Gün senin, şenlik senin/Sana ne mutluEfem...
DİPNOTLAR1- Ali Haydar AVCI, Zeybekler ve Zeybeklik Tarihi, E Yayınları, İstanbul, 2004
2- 17.04.2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde; "ÖĞRETMENDEN YENİ BİTKİ”başlığı ile yayımlanan haberde“Ege Bölgesindeki dağları gezerek bin kadar bitkiyi resimleyip arşivleyen 60yaşındaki emekli öğretmen Hulusi Kütük, Ege Üniversitesi Botanik Bölümüne "Ferula anatolica"ismiyle yeni bir bitki kaydettirdi.Kütük'ün 50 kadar bitkinin isimlendirilmesi için de çalıştığıbildirildi. Kütük, çalışmalarını kitap haline getireceğini belirtti" şeklinde bir haber yer almıştır. Bu haberde belirtilen bilgilerin doğrulanması, uzun zamandır izine rastlanılmayan, yok olduğundanşüphe duyulan Anadolu Şeytanteresi’nin yok olmadığı anlamına gelecek ve bitkinin “Veri Yetersiz” statüsünün düzeltilerek “Çok Tehlikede” statüsüne geçirilmesi sonucunu doğuracaktı.Tarafımdan Prof. Dr. Tuna Ekim’e bu durum iletildiğinde, konu adı geçen tarafından da ilginç bulunmuş ve Sayın Ekim konuyu araştırmış, araştırması sonucunda; bitkinin İzmir’in Ödemişilçesinde Prof. Dr. Hayri Duman ve asistanı tarafından yetiştiğinin tespit edildiği, bitkinin Veri Yetersiz (DD) şeklindeki tehlike durumunun Çok Tehlikede (CR) şeklinde değiştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu haber, yok olduğundan şüphelenilen nadir bir bitkimizin hayata tutunduğunu kanıtlaması açısından sevindiricidir.
3-Hatice ve Hasan Oğlu İzzet 1911 yılında şehit düşmüştür.
HASAN TORLAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı Başmüfettişi Kırsal Çevre Ormancılık Sorunları Araştırma ve Eğitim Derneği Üyesi Eposta: htorlakQhotmail.com

Müjgan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön