View Single Post
Eski 13-01-2009, 07:53   #43
tumbleweed
-
 
Giriş Tarihi: 16-04-2007
Şehir: Göçer, ABD
Mesajlar: 25
Çimkent'te pamuk tarlaları arasında bir Soğuk Savaş Hikayesi

Yıllar oldu ağaçlar.net'e yazma fırsatı bulamadım...
Sekiz yıl önce Kazakistan'ın çeşitli bölgelerinde bir yıl kadar yaşamıştım.
Ağustos ayıydı, bir gün tesadüfen Almatı'da bulunan bir İngiliz arkadaş Çimkent üzerinden Özbekistan'a gideceğini söyleyip bana da kendisine katılmamı istedi. Kabul ettim. Trenle Çimkent'e kadar gittik. Gece bir grup sarhoş Kazak ikimizin kaldığı kompartmanda uyumaya karar verdiği için (!) ben bir seyyar hayat kadınının bulunduğu kompartmanda, arkadaşımda sabaha kadar tütsülenmiş balık yiyerek vodka içen orta yaş bir Kazak'ın bulunduğu bir kompartmanda uyumak zorunda kaldık.
Eski Sovyet illerini en iyi tarif eden kelime kaos'tur. Yıkılışın ardından gelen kaos.
Birkaç gün Çimkent'te, Türkistan'da, tozlu kolhozlarda dolanıp durduk. Bilen bilir, 72 saat kuralı vardır. Gittiğiniz bir Oblast'ta (eyalette), 72 saat içinde polise kayıt yaptırmanız gerekir. (Bu nedenle Almatı'da tutuklanmışlığım, Sovyetlerden kalma bir mahkemede beraat kağıdını almak için printer tamir etmişliğim vardır.)
Neyse, 72. saat'ten önce Taşkent'e geçmeye karar verdik. Birkaç saatlik yol. Arkadaşımın, az bir Özbekçesi ve pasaportunda Özbekistan vizesi var. Benim akıcı bir Özbekçem var ancak vizem yok. (Türk vatandaşları bir ay vizesiz gezebilir oralarda, teoride tabii...) Kapıya gittik...
O yıllar bir 'Vahabi' komplosuyla çalkalanırdı Orta Asya. (Bu gezi 11 Eylülden birkaç hafta önce oluyor). Sovyet artığı diktatörler, Vahabi 'tehlikesi' bahanesi ile terör estirirdi halkın üzerinde.
Daha on yıl önce sınırların olmadığı iki ülke arasında, şimdi devasa bir kapı vardı, dahası kapının her iki yanına diğer taraftan 'hastalık taşınmasın' diye ak kireç dökülmüştü. Çimkent Kazakistan'da ancak, ekonomik olarak Taşkent'in bir uzantısı, sınır denilen cefadan başka birşey değil. Milleti açlığa, yokluğa mahkum etmek 'vatan, millet, sakarya' sembolizmi ile.
Kapıdaki 'naçalnik' elli dolar verirsem geçebileceğimi ancak vize veremeyeceğini söyledi. Vizesiz Kerimovistan'da beni bekleyen tehlikeyi göze alamadım doğrusu. Arkadaşla Soğuk Savaş filmlerinden kalma bir sahne ile sınırda vedalaştık...
Almatı'ya dönen otobüsler elli-yüz metre ileride. Sınır kapısı bir pazar yeri gibi, hengame, satıcılar, yolcular, cehennem sıcağı, toz duman...
Otobüse yürüyordum ki, bir el omuzumdan tuttu. Polis üniforması var üzerinde. Bir duvarın dibinde oturan birkaç sivili gösterdi. Gittim. Pasaport sordular, gösterdim, bende sordum onlarda gösterdi, Kazak KGB'si.
Beni bir otomobilin yanına götürdüler, birisi üzerimi aramak istedi. Birisini tutuklamak isterlerse, cebine, evine, arabasına uyuşturucu koyarlar. Biliyordum, direndim, ellerini gösterdi aramak isteyen, sonra da aradı ceplerimi, sırtımdaki siyah çantayı. Çantada, Hoca Ahmet Yesevi'nin türbesi önündeki tezgahtan aldığım Kiril alfabesi ile yazılmış birkaç kitapçık çıktı
Bindirdiler arabaya, pamuk tarlalarının içinde amaçsız dolaşıyoruz. İki kişi sağımda, solumda bir kişi önde, birde şoför. Vahabi olduğumu iddia ediyorlar, bir sürü soru soruyorlar, tehdit, korkutma gırla. Uçsuz bucaksız pamuk tarlaları... İki saat boyunca sorgulandım. Beni öldürüp sınıra atacaklar diye düşünüyorum. Bir ara arkada bir başka arabanın daha olduğunu farkettim. Artık hiç umudum kalmamıştı, psikolojik olarak iflas ettiğimi anlamış olacaklar... Yanımda hiç konuşmayan birisi, İran Azerisi (adı Ali) olduğunu, 'karındaş' olduğumuzu benim suçsuz olduğuma inandığını söyledi. Başladık para pazarlığına. Ali iyi polis rolünde, öbürleri beni götürüp günlerce sorgulayacaklarını söylüyor. Bereket cebimde sadece iki yüz dolar var. Baktım çare yok, paranın hepsini verdim. Ali beni köyüne davet etti bir geceliğine. Çimkent'te bir daha başıma bir iş gelirse bir isim verdi, onun adını söyle dedi. Unuttum şimdi. Beni otobüse getirdiler, otobüsçüye yanlış hatırlamıyorsam 800 tenge yol parasını verdiler.
Tamamen şok halindeydim. Çok iş gelmiştir başıma, o ülkelerde. Bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Otobüs yola çıktı, her şehrin girişinde çıkışında polis durduruyor. Ben her seferinde terörize oluyorum. Camdan bakıyorlar, içerisi Taşkent'ten Almatı'ya giden pazarcı kadınlarla dolu, geç diyorlar. Birinde değilse birinde beni farkedecekler diye korkudan ölüyorum. Uyumuşum. Bir kabus görüyorum, kara, kalın bıyıklı bir polis beni dürtüyor. Sıçradım, kabus değilmiş, indirdiler aşağı...
Taraz'ın girişindeyiz, gece saat bir ve ben polise nereden gelip, nereye gittiğimi, kim olduğumu anlatmaya çalışıyorum. Adam tutturdu, neden Jambıl Oblastında kayıt yaptırmadın diye. Çimkent'ten Almatı'ya gece otobüsle geçerken kayıt yaptırmadığım için alıkoyuyor beni. Otobüse siz gidin diyor, cebimde metelik yok. Absürdlüğün dik alası. Kuralsızlık kadar korkuncu yoktur. Şoför gitti otobüse, herşey bitti diye düşünürken, polis noktasını bir otobüs dolusu pazarcı kadın doldurdu. 'Ağay' ' Ağay' polise yalvarmaya başladılar. Sabah pazarda olmamız gerek, bu çocuk bizimle geldi yol boyu, zararsız...habire yalvarıyorlar. Birisi bana sen git bin otobüse dedi. Gittim bindim. Bir zaman sonra ellerinde pasaportum geldiler, 4 dolara kurtarmışlardı beni...

tumbleweed Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön