View Single Post
Eski 11-02-2020, 15:15   #1590
derdimdoğa
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 11-02-2020
Şehir: Ankara
Mesajlar: 2
Merhabalar, işim dolayısıyla yeni öğrenmeye başladığım etkin mikroorganizmalar hususunda yazdıklarınız benim için çok kıymetli, teşekkür ediyorum. Kitabınızın adını paylaştınız mı forumda göremedim, eğer paylaşırsanız okumayı çok isterim. Saygılar Selamlar.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Dogasever Mesajı Göster
Oğuz Bey bir atımda dünyanın sorusunu sormuş. Kendisine teşekkür ederim. Aslında tüm yanıtları bildiğinden eminim. Önümde hazırlık yapıp Türkiye'ye gitmek için 2 günüm var. O yüzden bu sorulara çok detaylı yanıt veremeyebilirim. Aslında, bu soruların her biri hakkında bir makale yazılabilir. Daha önce Milliyet blogdaki yazılarımı okuyanlar aslında bu soruların yanıtlarını orada da bulabilirler.

Doğada yararlı, zararlı ve oportunist (fırsatçı) mikroorganizmalar vardır. Zararlı mikroorganizmalara biz (Putrefaction) kokuşma mikroorganizmaları da diyoruz. Çok genel bir bakışla ele alacak olursak, zararlılar oksidasyon mikroorganizmalarıdır ve havalı ortamı severler, yararlılar ise genellikle fermentasyon mikroorganizmalarıdır ve havasız ortamda yaşarlar (Tabii ki hepsi değil bu sadece bir genellemedir). Tam burada, Fransız doğabilimci dostum Marie Luıse Schicht'in EM hakkında yazdığım ilk kitaba yazdığı Önsözü okumakta yarar var:

"Yeryüzündeki ilk canlılar oksijene tolerans gösteremeyen anaerobik
mikroorganizmalardı. Bu canlılar, karbon dioksit, metan ve diğer toksik
maddelerle besleniyorlardı. O zamanlar atmosferde oksijen yoktu ve bu canlılar
üreyip sayılarını hızla artırarak tüm yeryüzünü kapladılar. Bu küçücük yaratıklar,
sindirim sistemleri çok basit olduğundan son derece zehirli maddelere iyi tolerans
gösterebiliyorlar ve zehirli maddeleri sindirdikten sonra dışkıları yoluyla biçim
değiştirmiş olarak (kısmen de oksijen olarak) bulundukları çevreye bırakıyorlardı.
Aradan uzun yıllar geçtikten sonra bu süreç sonucu atmosferin bileşimi değişti ve
anaerobik mikroorganizmaların çoğu ya öldü ya da doğal su kaynaklarının
başlangıç noktalarına, mağaraların derinliklerine ve okyanusların dibine
çekilmeye zorlandı. Bugünlerde, bu minik yaratıkları yeryüzünün derin
tabakalarında, bitkilerde ve hayvanlarla insanların bağırsaklarında bulmak
mümkün.
Bugün yeryüzünde oksijene gereksinim duyan aerobik mikroorganizmalar hakim
olmasına rağmen, anaerobik mikroorganizmalar da doğada önemli rol
oynamaktadır ve simbiyosis olarak bilinen her iki tür mikroorganizmaların birlikte
varolmaları sayesinde yaşamın yeryüzünde bildiğimiz şekliyle var olması
mümkün hale gelmiştir.
Bu iki mikroorganizma türü aslında birbirini tamamlamaktadır. Aerobik
mikroorganizmalar yaşamın gelişmesini ve sürüdürülmesini sağlarken, anaerobik
mikroorganizmalar zehirli, artık kullanılamayacak hale gelmiş, eskimiş ve atılmış
maddeleri parçalar. Bu parçalama sonucunda geride kalan maddelerden yeni ve
sağlıklı bir yaşam doğabilir. Doğada ya da bağırsaklarımızda her iki tür
mikroorganizma da kendine özgü görevler üstlenmiştir. Görevleri farklı olmasına
rağmen doğadaki mükemmel dengeyi sağlamak için daima birlikte çalışırlar.
Gün geçtikçe daha fazla sayıda mikroorganizma insanlar tarafından örneğin,
gıda endüstrisinde ve diğer endüstri alanlarında kulanılmaktadır. Tüm dünyadaki
birçok laboratuvarda belirli mikroorganizmalar üretilmekte ve bu
mikroorganizmalar üzerinden çok da para kazanılmaktadır. Üretilen bazı
mikroorganizmalar tek tek makinelerin temizlenmesinde ve diğer cansız
maddelerin bertaraf edilmesinde başarıyla kullanılmaktadır. Ancak, suyun
arıtılması, toprağın gübrelenmesi ya da insanların ve hayvanların sağlığı söz
konusu olduğunda, çok çeşitli aerobik ve anaerobik mikroorganizmaların birarada
görev yapması gereklidir.
Japon Profesör Teruo Higa, bu gerekliliği tam olarak anlamış, uzun yıllar birçok
kimyasal madde kullanımı dolayısıyla canlılığını, verimliliğini kaybetmiş
topraklara, yeniden sağlık ve verimlilik kazandırmanın yolunu aramıştır. Bilimde
başarılı olmak için, son derece doğru yaklaşım, dikkat ve sonsuz sabır gerektiği
herkesin iyi bildiği bir gerçektir. Profesör Higa, otuz yılı aşkın süreyle araştırma
yaptıktan ve birçok başarısızlık yaşadıktan sonra, toplam iki bini aşkın
mikroorganizma içinden birbiriyle uyum içinde yaşayabilen 82 çeşit aerobik ve
anaerobik mikroorganizma bulmuştur. Bu mikroorganizma karışımı, hem
insanların sağlığı hem de toprak için ve çok çeşitli şekillerde kullanılabilmektedir.
Bu konuların hepsi bu kitapta ele alınmaktadır. Bu mikroorganizmaların kullanımı
kolaydır ve zaman içinde kendi kendilerine çoğaldıklarından ötürü, az miktarlarda
kullanıldığından herkesin ekonomik gücü yetebilmektedir.
Bugün Etkin Mikroorganizmaların (EM) kullanımı hala yeni yeni artış
göstermektedir. Bunu bilen ve biraz da hayal gücünü kullanabilen insanlar, EM
ürünleri için yeni kullanım alanları yaratmakta ya da EM ürünlerini kullanarak,
yeni bazı ürünler geliştirebilmektedir.
Şahsen toplumumuzda yakın bir gelecekte mikroorganizmaların çok önemli rol
oynayacağından hiç kuşkum yok. Şu anda bile, başta Antalya olmak üzere
tarımsal ürünlerin yetiştirilmesinde, İzmir’de atıklardan hayvan yemi üretiminde
gittikçe yaygınlaşan biçimde EM ürünleri kullanılmaktadır. Çünkü, toprak, su ve
hava kirletilmiştir ve gittikçe artan miktarlarda toksik (zehirli) maddeler
içermektedir. Çoğu insan durumun ne kadar ciddi olduğunun farkında bile
değildir.
Dünya ilk oluştuğunda, son derece zehirli bir atmosferi olduğundan, bildiğimiz
şekliyle yaşamın gelişmesi mümkün değildi. Yaşamın gelişmesi,
mikroorganizmaların zehirli maddeleri nötralize edip, atmosferde yeterince
oksijen bulunmasını sağlamasından sonra ancak mümkün olabilmiştir. Tıpkı
geçmişte olduğu gibi, şimdi de mikroorganizmalar, karşılaştığımız bu son derece
ciddi durumda değişikliğe neden olarak, dünyayı kirlilikten, zehirli maddelerden
arındırabilirler. Geçmişte dünyamızı zehirli maddelerden bir kere arındırdılar ve
bunu yine yapabilirler. Gerekli ve mümkün olan her yerde bu minik yaratıkları
kullanarak bunu sağlamak için elimizden geleni hızla yapmak biz insanların
elindedir.
Profesör Higa bize doğru yolu gösterdi. Onun gösterdiği yolda ilerleyerek, çok
geç olmadan dünyadaki kirlenmeyi tersine çevirebilir, insanlığı kurtarabiliriz.
Elinizde tuttuğunuz bu kitap bu amaca rehberlik etmektedir."
Marie Luise Schicht N.D.
Tenerif.

Sevgili Marie'ye önsöz için teşekkür ederim. Bunu buraya koymamın amacı olaylara biraz daha geniş açıdan bakabilmekti. umarım yararlı olmuştur.

Yalovadaki sözde EM'cilerin ürünlerinin sonuçlarını düşünmek dahi istemiyorum. Bunlar kuşkusuz doğaya ve bitkilere, insanlara zarar verebilecek ürünlerdir. Etrafa zararlı mikroorganizma saçmaktan başka bir işe yaramayacaklarını düşünüyorum. Yani kirlenmiş dünyamızı biraz daha kirleteceklerdir. Ama tabii ki çok ciddi hastalıklara da neden olabilirler. Genleriyle oynayacak kadar bilgili olduklarını zannetmiyorum ama aralarına aldıkları Akademisyen de onlarla aynı kafada ise, sonuçlar korkunç olabilir tabii ki. Bundan kastım mutasyona (değişime) uğramış mikroorganizmalar ile, dönüşü olmayan büyük tahribatlara yol açabilirler. Doğada herşey milyonlarca yıl süren etkileşimler sonucu en ideal şekliyle oluşmaktadır. Bu milyonlarca yılda oluşmuş denge sonucu insanlar güzel, tadında ve sağlıklı ürünler yiyebilmektedirler. Bazı insanlar, açgözlülük uğruna, daha fazla almak ya da bazı hastalıkları hiç çıkmadan bastırabilmek ya da çıkar çıkmaz anında yok edebilmek için kimyasal ya da genleriyle oynanmış biyolojik "çözümler" kullanmaktadırlar ki, bu milyonlarca yılda oluşmuş dengenin kısa süreler içinde nasıl etkileneceğini hiç hesaba katmamaktadırlar. Doğada en ufak bir canlının bile bir görevi vardır. Ya yemdir ya da yer ve/veya doğadaki temel element döngüsüne katkıda bulunur. Çünkü her canlı doğanın vazgeçilmez bir parçasıdır. İnsan da böyledir. Ama ne yazık ki, insan sırf akıllı olduğu için, hiç hakkı olmadığı halde, bu parçaları değiştirme, yok etme hakkını kendinde görmektedir. Halbuki bu yapılabilecek en büyük akılsızlıktır. Neyse, bu işin biraz felsefi yanı. Şimdi gelelim koku sorununa: yukarda da belirttiğim gibi, organik maddenin oksidasyonu sonucu (zararlı mikroorganizmaların eşliğinde, E-koli, salmonella, clostridium, .... vb. gibi!) hidrojen sülfür, amonyak, metan gibi kötü kokular veren bileşikler oluşur. Halbuki organik maddenin fermantasyonu sonucu, anti-oksidanlar, vitaminler, doğal hormonlar, antibiyotikler, biyolojik aktif maddeler oluşur ki, bunlar canlılar için son derece faydalıdır. Bu yüzden, ben herkese bol bol turşu ve yoğurt yemelerini öneririm. Almanların Sauerkraut dediği bizim lahana turşumuz dünyada kuş gribinden sonra çok meşhur olmuş Batıdaki supermarketlerde yok satmıştır! Bu bileşikler canlıların bağışıklık sistemini güçlendirir ve hastalıklara karşı korur.

Devlet prosedürleri ile ilgili sorulara ben yanıt vermek istemiyorum. Ben sadece bilimsel olarak bazı olguları açıklamak istedim. Aslında Oğuz Bey prosedürleri iyi biliyor. Bu da sorulardan belli oluyor. ancak şu kadarını söyleyebilirim: Organik gübre sertifikasını Bakanlıktan almak çok zor değil. Bildiğim kadarıyla, zararlı mikroorganizma içermemesi gerekiyor ve bunun için devlet laboratuvarında analiz yapılıyor. Bizim ürünlerimiz ise, yararlı mikroorganizma olarak yasalarda kayıtlı olan hemen hemen tüm mikroorganizmaları içermektedir. Önemli olan zararlı mikroorganizma içermemesi, belirli bir sayıda (en az 10 üzeri 7 cfu/ml!) yararli mikroorganizma içermesidır. Her türlü yararlı mikroorganizma, mikrobiyal gübre olarak tescil alabilir. Yeter ki bilimsel yayınlarla bunu ispatlayın. Ancak Türkiyede benim bildiğim kadarıyla mikrobiyal gübre lisansı almış ürün sayısı çok azdır. Bunun nedeni de, çok ince elenip sık dokunmasıdır ki böyle olması da doğrudur. Organik gübre tescili almış pek çok ürün vardır. Mevzuatı daha esnektir. Tarım Bakanlığı bu konuda doğru yapmaktadır. Aksi takdirde topraklarımız biyolojik olarak kirlenebilir ki bunun telafisi çok güçtür!
Organik gübre içindeki ağır metaller ve diğer metaller, mikroorganizmaları olumsuz etkiler. Ancak bu arada şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: EM ile atıksular içindeki ve topraklardaki ağır metalleri de arıtabiliyoruz. Bu da EM’nin henüz bilimsel açıdan tam olarak çözemediğimiz “non-iyonik” etikisinden kaynaklanıyor (Ben son bir yıldır teorik olarak çözmek için üzerinde kafa yorduğum bit konu!) Bu konuda belki başka bir başlıkta tartışabiliriz. Nedenini tam açıklayamıyoruz ancak atıksu içindeki ağır metallerin konsantrasyonu EM ilave edilince azalıyor!

Organik gübre üretimi sırasında prosese bağlı olarak zararlı mikroorganizma bulaşabilir. Eve gidip paketi açınca içinden rahatsız edici kokular çıkacaktır. Hidrojen sülfür ya da amonyak gibi. Fermentasyon gübrelerine zararlı mikroorganizma bulaşması daha zordur. Yukarda da bahsettiğim gibi, bu ürünler anaerobik ortamda üretildiğinden zararlı mikroorganizma bulaşma olasılığı daha düşüktür ancak şu anda dünyada bol miktarda bulunan zararlı mikroorganizmalar her zaman fırsat kollamaktadır ve bu fırsatı bulduklarında (genellikle kapağını uzun süre açık bırakırsanız mesela!) bulaşırlar. Ancak fermantasyon gübreler zararlılara karşı doğaları gereği daha dayanıklıdırlar. (Örneğin, laktik asit bakteirleri son derece sterilize edicidir!) Bu yüzden süt, yoğurt ve turşu kolay kolay bozulmaz!

Topraklara organik gübrelerle gübreleme yaparken nelere dikkat etmeliyiz? Eğer topraklarda zararlı mikroorganizma sayısı yararlılardan fazla ise zararlı mikroorganizmalar bu organik maddeleri kullanabilirlermi ? Bunun sonucu neler olabilir?

Aslında toprakta zararlı ve yararlı mikroorganizmalardan çok daha fazla miktarda fırsatçı (oportunist) mikroorganizma vardır. Kabaca oranlarsak Yararlılar yaklaşık %10-15, zararlılar %10-15 ve fırsatçılar %70-75.

Organik maddeden neyi kastettiğinize bağlıdır bu. Eğer hiçbir işleme tabi tutulmamış organik maddeyi toprağa atarsanız, tabii ki zararlı mikroorganizmalar tarafından kokuşma yoluyla parçalanacağı için zararlıdır. Zaten bitkilerin faydalanabilmeleri için organik madde içindeki yararlı element ve bileşiklerin mineralleşmesi yani bitkinin bünyesine alabileceği forma ulaşması gerekir. Örneğin, azot için düşünürsek, Organik madde içindeki azot karbonla bağlıdır. Bunun mineralleşmesi gerekir. Yani amonifikasyon, nitrifikasyon olaylarının geçrekleşmesi gerekir ki nitrat oluşabilsin. Bu yüzden organik madde kompostlaştırılarak toprağa atılır ancak piyasadaki birçok kompost da doğru yapılmamaktadır. İsmini şu anda hatırlamıyorum ama İzmir yakınlarında bir kompost tesisini ziyaret ettiğimde, kompostun üzerinde beyaz beyaz küfler oluşuyor hocam bu küfleri önleyemiyoruz o yüzden satış yapmadan önce bunları yüksek sıcaklıkta yakarak yok ediyoruz demislerdi. Halbuki o beyaz küfler, S. Cerevisia idi ve bitkiler ve toprak için son derece faydalıydı. Neyse sonra düzelttiler.

Kötü kokuyla ilgili konuları yukarda anlattığım için tekrar değinmeme gerek yok.

Kullanıcılar tabii ki istedikleri her ürünü analiz ettirebilirler. Ancak burada eğer bir yanlışlık veya farklılık varsa önce üretici firma ile temasa geçerek neden farklı olduğunu ve bu değişikliğin uygulamayı ve etkisini etkileyip etkilemeyeceğini sormalıdırlar. Mikororganizmalarla yani canlılarla uğraştığınız için her üretilen parti tıpa tıp aynı olmayabilir ama çok büyük fark olduğunda zaten o parti satışa sunulmamalıdır. Firma ve müşteri karşılık anlayış içinde birbirlerinin haklarını da korumalıdırlar diye düşünüyorum. Herkes hata yapabilir önemli olan hatayı anlamak, kabul etmek ve hatadan dönmektir!

Peynire yukarda değinmiştim. Evet kokuşmuş peyniri yerseniz bağışıklık sisteminiz bunu kaldıramayacak düzeyde ise hastalanırsınız.

Evet, bitkiler de insanlar gibidir. Aslında hepimiz toprak gibiyiz demek daha doğru olur. İlginçtir. ‘Topraktan geliyoruz toprağa gideceğiz’ sözü çok doğrudur! Bakarsanız, insan vücudunda bulunan elementlerin hepsi toprakta da mevcut! Bu da bu konuda hiç kuşku bırakmıyor. Ben bitkilerin de, insanların da topraktan geldiklerine inanıyorum. Ama onlara ilahi bir elin değip değmediğini de okuyucularımız yorumlasınlar!

Saygı ve sevgilerimle teşekkür ederim. Umarım okuyucuları bir nebze aydınlatabilmişizdir.

EM'nin tüm belgelerini yakında web sitemize toplu halde koyacağız. Burada bence belgelerden çok düşüncelerimizi paylaşmalıyız diye düşünüyorum.

derdimdoğa Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön