View Single Post
Eski 02-06-2014, 20:16   #40
pria
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Soma ve Küçük Çiftçilerin Başına Gelenler...

TARIM RAPORU

MEVCUT DURUM

14 Mayıs’ta gerçekleşen Soma faciası görmezden gelinen bir gerçeği yeniden gündeme taşıdı. Soma maden ocağında ölen işçilerin çoğu tarımdan ayrılan çiftçilerdi. Facianın, Dünya Çiftçiler Günü’nde yaşanması da trajedinin bir başka acı yönünü ortaya koydu.

Facianın hemen ardından Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nden yapılan açıklamada, tarımdan geçimini sağlayamayan çiftçilerin, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için maden ocaklarında, inşaatlarda çalışmak zorunda kaldıkları belirtiliyordu...

Bir söylenceye göre, Sumak adlı bir yerleşim biriminde yaşayanlar şiddetli bir deprem sonrasında, şu anki Soma’nın bulunduğu bölgeye yerleşmişlerdi. Bölge geçimini tarımdan sağlıyordu ve buraya yerleşenler yaşadıkları yere “ilk damıtılan ve içinde anason bulunmayan rakı” anlamına gelen “soma” adını vermişlerdi. Daha sonra Soma’nın adı, yörenin kaliteli tütünlerini üretmesiyle anılmaya başladı. Ta ki, 80’li yıllarda yabancı tütün ekimine izin verilmesine kadar...
Burada tütün ekimi yapan çok uluslu şirketler için Tütün Yasası’nın çıkarılması ve tütünde liberal bir piyasanın kurulması çok önemliydi. Bu nedenle Uluslararası Para Fonu (IMF) 2000’li yıllarda ekonomik krizle köşeye sıkışan Türkiye’ye, kendi temsilcisi Juha Kahkonen aracılığıyla şu mesajı iletiyordu: “Tütün Kanunu çıkmadan para yok!”
2002’de çıkan Tütün Piyasası Yasası, destekleme alımlarını kaldırıyor ve tütün tarımı serbest olan ilçeler dışında kalan yerler dışındaki tütün fidelerinin sökülüp yok edilmesini öngörüyordu. Yasaya göre üretici, tütününü, yazılı sözleşme veya açık artırma yöntemiyle alıp satacaktı. Bu kararlar, tütün üreticisini çok uluslu sigara şirketlerin eline bırakıyordu.
Yasa çıkarıldıktan ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu kurulduktan sonra TEKEL özelleştirildi ve tütünde destekleme alımları kaldırıldı. Sonuç: 2002’de Türkiye’de 410 binden fazla üretici, yılda ortalama 160 bin ton tütün ekerken 2012 rakamlarına göre, tütün üretici sayısı 70 binin altında ve yıllık üretim 90 bin ton kadar (1). Ve Türkiye ürettiğinden fazla tütünü ithal ediyor.
Soma’da tütün tarımını bırakmak zorunda kalan bazı çiftçilerin, zeytinciliği denedikleri ancak yeterince gelir elde edemedikleri anlatılıyor. Tam da bu sırada tarım alanları Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından kamulaştırılmaya başlıyor ve göç yoluna düşmeyen çiftçilere madenlerin karanlık yollarından başka seçenek kalmıyor.
Soma çevresinde kıl keçisi yetiştiren orman köylüsü ise başka bir karar nedeniyle gelirinden oldu. Ormanlara zarar verdiği iddiasıyla kıl keçisinin yasaklanması üzerine, hayvancılığı terk etmek zorunda bırakıldılar. Oysa kıl keçileri kontrollü otlatıldığında ormanlara zarar vermek bir yana yenilenmesini sağlayabilirler. Hayvancılığı terk etmek zorunda bırakılan pek çok köylü de para kazanabilmek için madenlere yöneldi.
Soma’da meydana gelen felaketin ardından geride kalan ailelerin söyledikleri de son 10-15 yılda yaşadıklarını özetliyor:
“Tütün bırkamadılar, domates bırakmadılar, çiftçiliği öldürdüler, üretecek ne bıraktılar ki; madende mecburen çalışıyorlardı.”

Soma’daki acı tablo, tüm Türkiye’de yaşananların bir yansıması… Buzdağı’nın kamuoyu tarafından yeni yeni fark edilen yüzü… Buzdağının altındaysa, tüm Türkiye’de yok olmaya yüz tutmuş küçük çiftçilik ve yüzyılların deneyiminden süzülüp gelen toprak ve tohum kültürü var.

Türkiye tarımındaki durumu anlatmaya geçmeden önce tarımın tarifini yapmakta yarar var: Tarım, bitkisel üretimle hayvan yetiştiriciliğinin bir arada yapıldığı işin adıdır. Başka bir deyişle, hayvan dışkılarının bitkisel üretimde, bitkisel üretimin insan ve hayvan beslenmesinde gıda olarak kullanılması tarımı var eder. Bağımsız kılar. Hayvan yetiştiriciliğiyle bitkisel üretim birbirinden ayrıldığı oranda çiftçi, suni gübre, mazot vs. girdi temin edici şirketlere bağımlı olur. Kimyasal girdiler kullanıldığı oranda ise toprak kirletilir, su kullanılamaz duruma gelir.
Bu anlamda tarım, sadece bir üretim kaynağı olmadığı gibi, gıda ürünü de herhangi bir iktisadi mal değildir. Tarım farklı bir ekonomik birim, başlı başına bir yaşam biçimi ve özgün bir toplumsal sistemdir.

Toprağın Üstü, Altından Daha Değerli!
Soma’nın kuzeybatısında, Kaz Dağları’nın beslediği Çanakkale ve Balıkesir’deki tarım toprakları bir süredir altın madenciliği girişimlerinin tehdidi altında.
Ancak sadece toprak, su varlığı, biyolojik çeşitlilik ve muhteşem peyzaj değil, rakamlar da, toprağın üstünün, altından çok daha değerli olduğunu kanıtlıyor:
Altın madenciliğinden 10 yıllık çalışma sonunda elde edilmesi planlanan gelir 40 milyar dolar. Bölgede tahıl, sebze, meyve, zeytin, zeytinyağı, çam fıstığı gibi bitkisel ürünlerle birlikte hayvansal ürünlerden elde edilen yıllık gelir ise 7,5 milyar dolar. Bu, 10 yılda 75 milyar dolar ediyor. Bunun anlamı ise şu: 10 yılın sonunda altın madenciliğinden elde edilecek gelirin yaklaşık iki katı Kaz Dağları’nın bereketli topraklarında yapılan tarımdan elde edilecek. Üstelik çiftçiler işsiz kalmayacak, inşaatlarda, madenlerde çalışmak zorunda kalmayacak, bildikleri işi yapmaya, gıda üretmeye devam edecekler (2).
Altın madenciliği nedeniyle Kaz Dağları’nda yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak ve başta 10 milyon zeytin ağacı olmak üzere bitkisel üretim olumsuz etkilenecek. Geçimini tarımdan sağlayan yaklaşık 750 bin kişiyle birlikte su, toprak, bitkiler ve hayvan varlığı da olumsuz etkilenecek (3).

Fındıktan kazandığıyla çocuk okutanlar artık çocuklarının eline bakıyor.
Bir başka örnek de Karadeniz’den... 20 yıl öncesine kadar Karadeniz’deki fındık bahçesinden elde ettiği gelirle çocuklarını üniversitede okutabilenler, artık aynı fındık bahçesinin geliriyle geçinemiyorlar. Fındık bahçesinden elde edilen gelirle üniversiteyi okuyan bir genç, annesi mutsuz olmasın diye bu kez tiyatrodan kazandığı parayı fındık bahçesine yatırdığını anlatıyor. (4)
Pek çok küçük çiftçinin tarlada ürününe ödenen fiyat, çeşitli aracılar yoluyla markete ulaştığında 6-7 katı fiyata satılabiliyor. Ve çoğunlukla son tüketicinin ödediği fiyat, küçük çiftçiye ulaşmıyor. Bunun sonucunda, çiftçilikten geçimini sağlayan aileler ya göç etmek ya da başka işler yapmak zorunda kalıyor.

Sanayileşmenin ve kentleşmenin yuttuğu tarım alanları
2010 yılında, Kandıra’da 400 kadar köylü, tek geçim kaynakları olan yüzlerce dönüm tarım arazisinin üzerine Gıda İhtisas Organize Sanayi Bölgesi yapılma kararını protesto ettiler. Çiftçilerin hukuki mücadelesi sonucu kamulaştırma iptal edildi. Ancak bu kez OSB’yi yapmak isteyenler, emlakçı gibi köylülerin miras yoluyla bölünmüş arazilerini almaya başladılar. Bu arada yaklaşık 2000 dönüm birinci sınıf tarım arazisi, nazım planda üçüncü sınıf tarım arazisine çevrilmişti. Şimdi OSB yapılmak istenen toplam tarım arazisinin yüzde 80’i bu yolla satılmış durumda. Yüzde 20’sini ekip biçen çiftçilerse arazilerini vermemekte kararlılar.
Kandıralı çiftçi Yadigâr Derin’in söyledikleri toprağında kalmak isteyen çiftçinin durumunu gözler önüne seriyor:
“Biz bu toprakları çocukluktan beri sürdük. Atla, sabanla başladık, bugünlere geldik. Babam yatalak hasta, bitkisel hayatta. Biz kimseden bir şey istemedik, çoluğumuzun çomağımızın karnını doyurduk... Bizim topraklarımıza sanayi yapmak istiyorlar... Bana destek versinler, Tavşantepe’yi besleyebilirim. Çalışarak bunu yapabilirim. 40 milyar borcumu ödedim. Her bir şeyimizi çalışarak aldım. Eti dışarıdan almasınlar bana imkân versinler eti ben yetiştireyim. Kandıra’nın hindisi meşhurdur ama kuş gribi var dediler; tavuk, hindi hapsini telef ettiler. Şimdi de topraklarımızı öldürmeye çalışıyorlar.”

Kentleşmenin ormanları, su havzalarını, meraları, fundalıkları yuttuğu İstanbul’da kentin kıyısındaki tarım alanları da özelleştirmenin tehdidi altında... Kentin sebze ihtiyacının bir bölümünü karşılayan Gümüşdere’deki tarım alanları özelleştirme kapsamına alınmak isteniyor. Bu arazilerin özelleştirilmesi, burada üretim yapan 650 çiftçinin gelirinden olması anlamına geliyor. Binlerce kilometre öteden İstanbul haline giren sebze-meyvenin yüzde 12’sinin heba olduğu düşünülürse, yerel üretim ve tüketimin, dolayısıyla da kentteki tarım alanlarının korunmasının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Türkiye’de tarım alanlarının ve küçük çiftçilerin giderek azaldığını gösteren tabloda, HES’ler nedeniyle sular altında kalan veya otoyol, toplu konut projeleri ve turizm gibi nedenlerle betonlaşan verimli tarım arazileri ile göç etmek zorunda kalan köylüler de var...

Yüz binlerce çiftçi aile, toprağını terk etmek zorunda kaldı
Türkiye’de tarım topraklarının giderek yok olmasıyla küçük çiftçiliğin ya da başka bir deyişle aile çiftçiliğinin giderek yok olmasının birbiriyle doğrudan ilgisi var. Topraktan ürettiğiyle gelir elde eden çiftçi için toprağı herşeyidir. Çünkü kendi gıdasını oradan yetiştirir, oradan elde ettiği gelirle ihtiyaçlarını karşılar. Türkiye’de tarım arazilerinin yüzde 87’si küçük çiftçiler tarafından ekiliyor (5). Ancak rızkını topraktan çıkaranların sayısı hızla azalıyor.
Manisa, Balıkesir ya da İzmir’in sulu tarım yapılamayan köylerinden çıkıp madende çalışmaya giden insanlar gibi milyonlarca insan ya ürünü para etmediği için, ya zirai ilaç, suni gübre, ithal tohum gibi masraflar gelirini kat be kat aştığı için, ya da toprakları betonlaşmaya veya sanayileşmeye terk edildiği için ucuz işgücü olarak başka işlere yöneliyor.
Tarım girdilerinin fiyatındaki artış da küçük çiftçiyi olumsuz etkiliyor. Tarımda ilaç olarak kullanılan etken maddelerin yüzde 80’i ithal ediliyor (6). Eskiden kendi tohumluğunu ayıran çiftçi piyasadaki albenisi yüksek, standardize edilmiş ürünlerle rekabet edebilmek için evladiyelik tohumluklar yerine, tohumunu her yıl tohum şirketlerinden satın alıyor.

Çiftçi Sendfikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah Aysu, 2000-2007 yılları arasında, 560 bin çiftçi ailenin yukarıdaki nedenlerle toprağını terk ederek göç etmek zorunda kaldığını söylüyor.
TZOB’un verilerine göreyse, 1996'da Türkiye’de 9 milyon 259 bin kişi tarımdan ekmek yerken, 2013'te bu rakam 6 milyon 15 bine indi.

İnatla toprağını bırakmayan küçük çiftçilerinse borçları katlanarak büyüyor. Çiftçilerin yaklaşık yüzde 38’i kredi ve borçla tarımı sürdürebiliyor ve bankalardan borç alıyor. (7)

Türkiye tarım arazilerini kaybediyor
1995-2013 yılları arasında Türkiye’nin toplam tarım alanları yüzde 11,3 azalarak 26,8 milyon hektardan, 23,8 milyon hektara geriledi. Türkiye 18 yılda 3 milyon hektar tarım arazisini kaybetti. (8)
TZOB verilerine göre, tarım dışı kullanım özellikle Çukurova, Gediz, Menderes ve Tarsus ovaları ile İzmir, Bursa, Antalya, Mersin, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Trakya gibi verimli tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerde yoğunlaşıyor. Yine orman ve mera olarak kullanılması gereken 6 milyon hektar arazide ise işlemeli tarım yapılıyor. (9)
Üretim maliyetlerinin ürün fiyatlarından fazla olması nedeniyle gelir kaybına uğrayan çiftçilerin terk ettiği, ekilmeyen tarım arazisi 1,5 milyon hektara ulaşıyor. (10)

Köylerini bir anda kaybettiler!
2012’de çıkan Büyükşehir Yasası ile büyükşehirlere bağlı ilçelerin sınırları içinde, mahalleye dönüştürülen 16 bin 82 köy ve beldenin sakinleri, birdenbire “kentli” oldular ve artık köyün değil kentin ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulduğu yönetmeliklere tabiler. Örneğin, yerleşim alanlarına yakın bölgelerde hayvancılık yapmaları “Umumi Hıfzıssıhha Kararı” gereğince yasaklanan eski köylü-yeni kentlilerin, ahır, ağıl ve kümesleri ortadan kaldırılacak. Eski köy-yeni mahalle köylerin ortak varlıkları olan meralar da belediyelerin tasarrufuna geçtiği için, hayvanlar meralarda özgürce beslenemeyecek. Bu yasayla birlikte Türkiye’de köy nüfusu 6 milyon 400 bine düştü ve yüzde 80’lerde seyreden kent nüfusu birden yüzde 90’a ulaştı. (11)

Gerek Dünya Bankası ve IMF yaklaşımlarıyla uyumlu politikalar, gerekse AB'nin Ortak Tarım Politikası’yla uyumlu düzenlemelerin yapılması sonucu ortaya çıkan tablo, küçük aile işletmelerinin tasfiye olduğunu, görece büyüklerin oranının arttığını; orta işletmelerin de tasfiye ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bir yandan doğrudan gelir desteği gibi destek programlarını uygularken diğer yandan da tarımsal istihdamı çok daha aşağılara çekme yönünde politikalar uygulamayı sürdürüyor.
Küçük çiftçiler bir yandan serbest piyasa koşullarına diğer yandan da doğa tahribatına ve iklim değişikliklerine rağmen ayakta kalmaya çalışıyor.

1980 yılında tarımın toplam istihdam içindeki payı yüzde 50,6’yken, bu rakam 2008’de yüzde 32,8’e, 2010’da ise yüzde 25,2’ye geriledi. (12)
Son 20 yıl içinde kırsaldaki istihdam içinde tarım dışı alanlarda çalışan oranı yüzde 22,7’den yüzde 38’e yükseldi. (13)

Hükümetin izlediği politikalar, büyük ölçekli çiftçiliği teşvik ediyor. Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından uygulanacak asgari alım miktarı ve toprakların ölçülebilirliğine ilişkin alt limitler büyük çiftçiliği teşvik eden uygulamalar arasında. Oysa tarımda ölçek, sadece toprak büyüklüğü anlamına gelmiyor. Ölçekle birlikte yürütülen hayvancılık faaliyeti ve tahıl dışı ürünlerin payı ve bunların birlikte yapılmasının getirdiği sinerji düşünüldüğünde, ölçek ve verim ilişkisi “küçük ölçekte verim düşük olur” şeklinde kurgulanamaz. Toprakların çok parçalı ve küçük ölçekli olmasının bazı dezavantajları olsa da bu sadece toprak büyüklüğüne bakarak iddia edilemez. (14)

Arazileri büyütmenin verimi artırdığı ise doğru bilinen yanlışlardan. Büyük ölçek endüstriyel tarımı, makineleşme ve bu da daha fazla ilaç, gübre, mazot anlamına geliyor. Bu girdiler ne kadar çok kullanılırsa toprak o kadar fakirleşiyor ve verim bir süre sonra düşmeye başlıyor. Uzmanlar verim için ölçeği büyütmek değil, toprağı beslemek ve iyileştirmenin önemini vurguluyorlar.

Tüketicinin gıdaya verdiği paranın büyük kısmı aracıya gidiyor
Tarım ürünleri işleyen sanayinin ve perakende zincirlerinin standart ve düzenli ürün talebine bağlı olarak sözleşmeli çiftçilik de yaygınlaşıyor. Pek çok geleneksel bağımsız çiftçi, sözleşme yaptığı şirketin işçisi gibi çalışıyor.

Tarım ürünlerini işleyen, satın alan ve pazarlayan kamu kurumlarının aradan çekilmesiyle çiftçi pazarda tüccar, sanayici ve market zincirleriyle karşı karşıya kaldı. Çiftçinin 1 liraya sattığı domatesin fiyatı aracıların elinde 6-7 katı artarak son tüketiciye ulaşıyor. Bu özellikle düşük gelirli tüketicilerin cüzdanına da ciddi bir yük getiriyor. Üreticiyle tüketicinin doğrudan karşılaştığı yerel pazarlar, semt pazarları, alternatif gıda ağları ve gıda toplulukları kısmen de olsa çiftçiye doğrudan gelir desteği sağlıyor.

Meraların üçte ikisi kaybedildi
Hayvancılık sektöründe özelleştirmenin ardından, özelleştirilen pek çok birimin kapanması, yem fiyatlarındaki ciddi artış, fiyat politikaları nedeniyle süt hayvanlarının kesime gitmesi, hormon ve antibiyotik ilaçlarının kullanımı bu sektörde yaşanan problemler...
Hayvancılık sektöründe çarpıcı bir dışa bağımlılık göze çarpıyor: Türkiye, 2002 yılında 15 milyon 932 bin dolarlık canlı hayvan ithal ederken, 2009’da bu rakam 33 milyon 664 bin dolar oldu (15).
1928’de işlenen toplam tarım arazi miktarı 6,6 milyon hektar iken çayır-mera varlığı 46 milyon hektardı. Yani 1928’de çayır mera alanı, işlenen toplam arazi miktarının yaklaşık 7 katıydı. Şimdilerde işlenebilen tarım toprağı miktarı 20 milyon hektara ulaştı. Çayır-mera varlığı ise 1975’lerdeki sayıma göre 21,8 milyon hektara, şimdilerde ise 15 milyon hektarın altına indi. Kısacası 85 yılda çayır mera varlığının üçte ikisi kaybedildi (16). Bununla birlikte meralar toprak kalitesi ve biyolojik çeşitlilik açısından fakirleşti, özellikle kurak bölgelerde yanlış yönetim nedeniyle çölleşme süreci yaşanıyor.

Bitkisel üretimde olduğu gibi hayvancılıkta da verilen teşvikler, piyasa düzenleme mekanizmaları ve diğer düzenlemelerle "ölçek büyütme" yolunda hızlı bir ilerleme yaşanıyor. Bu da aile çiftçiliğini yok ediyor, süt ve özellikle et fiyatlarının manipülasyona çok açık hale gelmesine neden oluyor ve bundan hem üretici hem de tüketici zarar görüyor. Bu ölçek büyütme hamlesi "suni büyütme koşullarının olduğu besleme kabinli" işletmelerin artması, çoğu GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların refahının olumsuz etkilenmesi, istihdamın düşmesi ve köylülerin bu fabrikalarda maaşlı çalışan haline gelmesi gibi sonuçlara neden oluyor.

Ölçeği büyüyerek şirketleşen tarım, giderek yok olan küçük çiftçilik ve aile çiftçiliği ile geleneksel üretim, imece ve komşuluk dayanışması da yok oluyor. Bereket-danayışma-yeterlilik ilişkilerinin yerini maliyet-verim-büyüme ilişkisi alıyor. Münavebeli ekim ve çoklu kültür yöntemleri yerine toprağı yoran sürekli ve monokültür; toprağı fakirleştirerek biyolojik çeşitliliği ve su varlığını tehdit eden zirai ilaçlar ve suni gubrelerle üretim de küçük çiftçiliği sürdürülebilir olmaktan giderek uzaklaştırıyor.

Toprağını kaybeden çiftçiler tüketici oluyor. Bir zamanlar kendi yetiştirdiği gıdayla beslenen insanlar, yanlış tarım politikaları ve tarım topraklarının sanayi ve kentleşmeyle işgali nedeniyle ucuz iş gücü olarak sağlıksız koşullarda, güvencesiz calışmak zorunda kalıyor.
Faciada hayatını kaybeden madencilerin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarını ödemeleri için kolaylık sağlamak gibi geçici düzenlemeler, ne çiftçiler ne de tarım işçilerinin refahı için bir çözüm olabiliyor.

NE YAPMALI?

Küçük çiftçiler gıda güvenliğinin teminatı
Aile işletmelerinin toprakla ilişkisi şirketlerden çok farklı. Çiftçi aileler hayvanıyla, toprağıyla bir aidiyet duygusu yaşıyor, kitaplardan öğrenilemeyecek bir kültürü nesilden nesile taşıyor. Bu da onları sürdürülebilir tarımın temel taşı yapıyor. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, yoksullukla mücadele ve doğal kaynakların korunması açısından aile çiftçiliğinin önemini vurgulamak amacıyla 2014 yılını Aile Çiftçiliği yılı ilan etti.

Çiftçilerin şu anki temel sorunu maliyetlerin yüksek, verimliliğin düşük olması. Büyük ölçekli araziler verimlilik gereğiymiş gibi gösterilse de, Birleşmiş Milletler 8 Mart 2011’de yayımladığı raporda küçük ölçekli ekolojik tarımın daha verimli olduğunu ortaya koyuyor. 20 Afrika ülkesinde uygulanan son projelerin, 3 ila 10 sene içerisinde verimi iki katına çıkardığını vurgulayan De Schutter imzalı rapor, bugüne kadar endüstriyel olmayan küçük ölçekli ekolojik tarım projelerinin, 57 ülkede verimi ortalama yüzde 80, Afrika ülkelerindeki tüm projelerde ise yüzde116 artırdığını ortaya koyuyor.

Yukarıda saydığımız bütün örnek ve rakamlar, Türkiye’nin de aile işletmeciliğine dayalı kendine özgü bir sistem kurgulaması ve yaygınlaştırması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Gıda güvenliği ve gıda bağımsızlığı için tarım politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve çiftçi ailelerin yaşamıyla doğru orantılı olarak, doğal varlıkların devamlılığını da sağlayacak doğa dostu yöntemlerin politika haline gelmesi gerekiyor.

Küçük çiftçiliğin, dolayısıyla gıda bağımsızlığı, gıda güvenliği ile toprak, su ve yerel tohum varlığının devamlılığı için önerilerimiz:

- Öncelikle Soma’da ve çiftçi ailelerin topraklarını terketmek zorunda kaldığı hassas bölgelerde, ekolojik tarım, katma değerli ürün üretimi, üreten kadınların güçlendirilmesi, toplum destekli tarım gibi projelerle küçük çiftçiler desteklenmeli.

- Türkiye'de tarımın en önemli sorunlarından biri de tarım alanlarının tarım dışı amaçlarla kullanımı. Bunların başında sanayileşme, çarpık kentleşme, turizm, kara ve demir yolları, petrol taşıma hatları, barajlar, tuğla, kiremit, taş ocakları ve Soma’da örneğini acı bir şekilde gördüğümüz madenler geliyor. Bu tesisler bir yandan tarım alanlarının amaç dışı kullanımına neden oluyor, diğer yandan da çevre kirliğine neden olarak doğanın tahribatına yol açıyor. Bu yüzden tarım alanlarının amaç dışı kullanımına son verilmeli.

- Tarım çalışanlarının yaşam standartları geliştirilmeli. Gübrede, ilaçta, tohumda ve teknolojide dışa bağımlılıktan kurutulmak için gerekli düzenlemeler -konuyla ilgili olarak çalışan akademisyenler, sivil kuruluşlar, inisiyatifler ve bilge köylülerle işbirliği yapılarak- uygulamaya sokulmalı. Biyolojik çeşitliliğin ve gıda bağımsızlığının teminatı yerlel/atalık tohumların ekilerek yaygınlaştırılması desteklenmeli.

- Türkiye’de, Osmanlı’dan bu yana çözülemeyen toprak reformu acilen gerçekleştirilmeli. Ancak bu reform küçük çiftçiyi koruyan düzenlemeler içermeli. Bugün kırsaldaki nüfus göz önüne alındığında hane başına düşen tarım toprağı 61 dekar. Bu ölçek, rahatlıkla bir aileyi geçindirebilir ancak dağılım 20 dönümden binlerce hektara kadar ulaşıyor (17). Miras yoluyla bölünmüş tarım topraklarına ilişkin yeni yasal düzenleme de küçük çiftçilerin sorununu çözmüyor. Çünkü 20 dönümden daha az toprağa sahip olmamakla ilgili bir limit varken, bir üst limit yok. Bu durumda büyük çiftçiliğin yolu açılıyor. Ancak arazi ne kadar büyürse fosil yakıt, enerji ve kimyasal kullanımı da o oranda artıyor. Bu nedenle aile başına yeterlilik ölçüsü sayılabilecek 50-60 dönüme denk düşen bir paylaşımın yapılması hem adaletsiz paylaşımı ortadan kaldıracak, hem köylünün topraksız kalarak bilmediği işleri ucuza yapmasını engelleyecek, hem de atalık toprak kültürünün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması sağlanacak.

- Aile çiftçilerine, hayvanından elde ettiği gübresinin yanı sıra, enerjisi, suyu ve tohumuyla kendine yetebilecek bir sistem oluşturabilmesi için gerekli destek sağlanmalı.

- Tarımsal kredi fazileri sürekli yükseliyor. Bu faizleri kamu ve özel sektör bankalarının yanı sıra Tarım Kredi Kooperatifleri de veriyor. Ancak kooperatiflerin verdiği faizler, banka fazilerine eşit. Bu nedenle çiftçiler piyasa koşullarına eşit faiz ödemelerini yapmakta zorlanıyor. Tarımsal kredi faizlerinin sübvanse edilmesi gerekiyor.

- Çiftçinin en çok belini büken konulardan biri de mazotta ÖTV ve KDV. Tarımda yılda 9 milyar liralık mazot tüketiliyor ve bunun 7 milyar lirası ÖTV ve KDV olarak ödeniyor (18). Tarıma verilen desteklerden bile vergi kesiliyor. Bu nedenle mazottaki ÖTV ve KDV’nin kaldırılması çiftçiyi rahatlatacak.

- Türkiye’de tarımsal ürünlerin pazarlaması tüccarlar, hal ve market zincirlerinin elinde. Üretimden nihai tüketiciye kadar olan zincirde aracılar, hem elde edilen gelirin çok büyük bölümünü alıyor, hem de ne kadar çok aracı olursa ürünün fiyatı da o oranda artıyor. Oysa aracıların ortadan kalkması hem üreticinin gelirini artıracak, hem nihai tüketicinin gıdaya daha ucuza ulaşmasını sağlayacak, hem de tüketicinin üreticiyi sürekli denetleyerek bozulan güven ilişkisini yeniden tesis etmesine olanak verecek. Üretici ve tüketici kooperatiflerini destekleyecek yasal düzenlemelerin yapılması ve aracıyı ortadan kaldıracak alternatif pazarlama ağlarının yaygınlaşması gerekiyor.

- Büyük ölçekli işletmelere yönelik, hayvan refahı ve kirlilikle ilgili yaptırımların uygulanması gerekiyor.

- Özellikle dağınık ve kamu hizmetinden yeterince yararlanamayan yerleşimlerin sorunları çözülmeli, bu yerleşimlerde üretim yapanların da pazara ulaşabilmeleri için alternatif pazarlama ağları geliştirilmeli.

- Kendini sürdürebilen yerel tohumlar ve toprağı iyileştiren doğa dostu yöntemler sayesinde, çiftçinin kimyasal girdilere bağımlı olmasını engelleyen ve girdi maliyetlerini bertaraf eden doğa dostu tarım yöntemleri desteklenmeli ve bu konuda çiftçilerin ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmaları desteklenmeli. Sürdürülebilir doğa dostu yöntemler konusunda modeller oluşturulmalı, var olan modeller desteklenerek yaygınlaştırılmalı.

- Tarımda çalışan kadınların güçlendirilmesi için destek programları uygulanmalı.

-Mevsimlik işçilerin çalışma ve yaşam koşulları iyileştirilmeli.

- Çiftçiler ürünlerini doğa dostu yöntemlerle işlemeleri ve katma değer ilave etmeleri konusunda teşvik edilmeli.

- Aile işletmeleri ve tarım için temel sorunlardan biri de, tarım nüfusunun yaşlanması. Genç nüfusun tarımda kalması ve tarımsal faaliyetin kuşaktan kuşağa aktarılması için motivasyon ve teşvik programları uygulanmalı.

- Gıdamızı üreten çiftçi ailelere hak ettikleri itibarı ve saygınlığı geri verecek adımlar atmalıyız.

- Yerleşim planları, yerel/geleneksel kültür ve biyocoğrafik açıdan sürdürülebilirlik ile ekolojik ayak izi hesapları göz önünde bulundurularak yapılmalı.

YSGP

http://onedio.com/haber/ysgp-o-iscil...ilmali--313759


Düzenleyen pria : 02-06-2014 saat 22:11
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön