View Single Post
Eski 03-01-2013, 16:29   #41
Doğayla Barış
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 06-01-2009
Şehir: MARMARİS
Mesajlar: 970
Kulağa seda ruha şifa

9 Mayıs 2011 / ÜLKÜ ÖZEL AKAGÜNDÜZ
Şizofreni hastalarına Tamburi Cemil Bey’in ‘Çeçen Kızı’ adlı eserini dinleten ve elde ettiği bulguları uluslararası kongrelerde sunan Prof. Dr. Sadık Kara, Türk müziği makamlarının hastalıklara şifa verdiğini söyleyen Farabi’ye günümüzden bir selam gönderiyor.
Su sesinin ruha şifa verdiği kadim bir bilgidir. Kuş cıvıltısı, yaprak hışırtısı ve hatta rüzgâr sesinin… Osmanlı döneminde mesela karasevdaya tutulanların ‘poyrazı yesin de kendine gelsin’ diye Sarayburnu sahiline götürüldüğü sevimli bir hikâyecik olarak durur zihnimizin bir köşesinde. O günlerde hastalıkların tedavisinde tabiatın müziğinden başka, Türk musikisinden faydalanıldığını da duymuşuzdur muhakkak, hatta belki bu satırları okuyanlar arasında Kayseri yahut Edirne’deki şifahanelerde akıl hastalarının müzikle iyileştirildiği odacıkları görenler, hangi hastalığın tedavisinde hangi makamın kullanıldığına dair bilgi edinenler olmuştur. Sonra? Sonrası hayat telaşesi işte ne olsun, maişet kaygısı, günlük koşuşturmalar, korna sesleri, ambulans sirenleri, yaz şarkıları, güzelim mevsim iki nakaratla geçsin gitsin… Bizim makamlar Kaf dağının ardında ya! Rehavi, Hüseyni, Nihavend, Hicaz, Buselik, Alâeddin’in sihirli lambasında saklanmakta ya!
Neyse ki bir bilim adamı çıkıp Türk musikisinin insanı rahatlattığını bilimsel yöntemler kullanarak ispat ettiğini açıkladı ve geleneksel bilgiye ‘kocakarı ilacı’ muamelesi yapanlara esaslı bir cevap vermiş oldu. Farabi (870-950) deyince kulaklara ani bir sağırlık iniyordu zira ve onun Rast makamının insana sefa, Saba makamının cesaret verdiğini asırlar önce tespit ettiği bilgisi göz ardı ediliyordu. Tıpta musikiden faydalanmayı Farabi’den öğrenen ve hastanın akli ve ruhi gücünü artırmak için ona en iyi musikiyi dinletmek gerektiğine inanan İbn-i Sina da bilim adamı değildi sanki! Her neyse biz, günümüze dönelim ve uluslararası kongrelerde Türk musikisinin rahatlattığına dair tebliğler sunan Prof. Dr. Sadık Kara’yı tanıtalım. Biyomedikal gibi yeni ve ilginç bir alanda uzman olan Prof. Kara, müzikle bilimi kol kola yürütmeyi başarmış akademisyenlerden. Bir gün ud konseri veriyorsa ertesi gün biyomedikal üzerine bir kongreye katılıyor; ama daha da güzeli, iki yıl önce kendi kendisine sorduğu bir soru, ona hem yurt dışındaki hem de yurt içindeki saygın üniversitelerde müzikle bilimi meczeden konuşmalar yapma imkânı sunuyor. Soru şu: ‘Türk musikisi hakkında tarihî bilgi var; ama bilimsel araştırma neden bu kadar az?” Hemen kolları sıvıyor ve musikinin insan fizyonomisine ve sosyal hayatına etkilerinin araştırılması gerektiğine dair bir makale kaleme alıyor. Makale yayımlanıyor, aradan epey zaman da geçiyor; fakat bu mevzuu merak edip de araştırmaya başlayan birine rastlanmıyor. İş başa düşüyor hâliyle, Prof. Sadık Kara önce Fatih Üniversitesi ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi arasında bir protokol imzalanmasına ön ayak oluyor, sonra Tamburi Cemil Bey’in Hüseyni makamındaki ‘Çeçen kızı’ eserinin şizofreni hastaları üzerindeki etkisini inceliyor. Netice şaşırtıcı değil, hastaların müziği dinlemeden, dinlerken ve dinledikten sonraki beyin sinyalleri, kalp ritimleri ve soluma derinlikleri kadim bir bilgiyi teyit eder nitelikte: Türk musikisi insanı rahatlatır!
Bakırköy’de iki yıldan bu yana devam eden araştırmalarda şimdilik sadece Hüseyni makamının etkisini inceleyen Prof. Kara; “Bizde 500 makam var. Rehavi’nin veya Hicaz’ın hangi hastalığa iyi geldiğine dair tarihî bilgi var; ama biz bilimsel olarak da ispat etmek istiyoruz. Sonraki çalışmalarda incelediğimiz hastalıklar da makamlar da değişecek.” diyor.

Modern şifahaneler kurulabilir mi?
Prof. Sadık Kara, iki yıl önce bir makaleyle çıktığı yola doktora ve proje asistanları Saime Akdemir Akar ve Halil İbrahim Çakar ile devam ediyor; ama henüz yolun başında oldukları muhakkak. Prof. Kara’ya göre çalışmalardan tam bir netice hâsıl olması için üç yıl beklemek gerek. Ondan sonra, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde ya da diğer hastanelerde müzisyenlerin ve doktorların birlikte çalıştığı müzikle tedavi birimleri faaliyete geçebilir belki. Kayseri’deki Gevher Nesibe Şifahanesi’nde bundan sekiz asır önce 11 kişilik bir müzisyen kadrosunun akıl hastalarını tedavi etmek üzere görevlendirildiğini hatırlamak bile ümitvar olmak için yeterli aslında. O zaman yapılan şimdi neden yapılamasın? Uzun yıllardır Türk müziği makamlarıyla terapi çalışmaları yapan TÜMATA (Türk Musikisini Araştırma ve Tanıtma) grubunun kurucusu Yard. Doç. Dr. Oruç Güvenç de; ‘Bugün, eğer istenirse şifahanelerdekine benzer bir müzikle tedavi merkezi kurulabilir.” diyor. 1990’ların başında, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde bugün Prof. Sadık Kara’nın yaptığı çalışmanın bir benzerini başlatarak hastalara on beş günde bir Hüseyni, Rast ve Uşşak makamları dinleten Yard. Doç. Güvenç, o yıllarda başhekim olan Arif Verimli’den işin bilimsel bir zemine oturtulmasını da rica etmiş; ancak Verimli’nin görevden ayrılması hem terapi seanslarının sonunu getirmiş hem de bilimsel çalışmaları başlamadan bitirmiş. Oruç Güvenç, “O gün yapamadığımız ölçümleri üç yıl önce Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki kronik ağrılı hastalar üzerinde yaptık. Hastalardan terapi öncesinde ve sonrasında alınan kanlarda stres hormonunun yüzde kırk oranında azaldığını gördük.” diyor. Bu çalışmanın ancak yedi sekiz ay sürebildiğini öğrenince soruyoruz; “Türk musiki makamlarının etkisi bu kadar açık görülebilmişken neden tedavinin bir parçası olarak sürekli kullanılamıyor?” “Biz bu müziğin şifa verdiğini gösterdik yalnızca” diyen Güvenç’e göre, yetkili ve demir bilekli bir adam, mesela bir bakan, müsteşar ya da klinik şefi çıkıp ‘Ne gerekiyorsa yapalım’ demedikçe Türk müziğinin şifa gücü kayıp bir hazine olmaya devam edecek.
‘Tıp mühendisliği’ şeklinde tanımlayabileceğimiz biyomedikal alanının sınırlarından henüz haberdar değiliz aslında. Prof. Sadık Kara, psikiyatrik hastalıkların teşhisinde biyolojik sinyal değerlerinin psikolojik testlere nazaran daha objektif sonuçlar verebileceği görüşünde. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yürüttüğü çalışma da müziğin bazı psikiyatrik rahatsızlıklar üzerindeki etkisinin, şimdiye kadar hiç yapılmamış biçimde altı parametre ile araştırılması esasına dayanıyor. Nedir bu parametreler; frontalis kaslardan (alın kasları) alınan elektromiyografi (EMG) kaydı ve beyinden alınan elektroensefalografi (EEG) kaydı. Müzik dinletimi sırasında hem beynin elektriksel dalgalarındaki hem de belirlenen kastaki kas aktivitelerindeki değişimlerin belirlenebildiği bu ölçümü kan hacmi, derinin elektriksel özelliği, vücut ısısı, solunum oranı ve bazı immunolojik ölçümler takip ediyor. Müziğin bir uyaran olarak neredeyse bütün vücut fonksiyonlarını etkilediğinin bilimsel olarak ispatı, sadece psikiyatrik hastalıkların değil fizyolojik rahatsızlıkların tedavisinde de yeni bir ufuk açabilir. Bekleyip göreceğiz.

İlkokulu bitirince udu kucağımda buldum, bir daha da bırakmadım
Prof. Sadık Kara, üç yıl önce Erciyes Üniversitesi’nden Fatih Üniversitesi’ne ‘transfer’ edilmesine mizahi bir yorum getiriyor: “Bu ülkede yalnızca futbolcular değil akademisyenler de transfer edilmeye başladıysa geleceğe dair ümitli konuşabiliriz.” Kara’nın transferinde, biyomedikal gibi Türkiye’de yalnızca Fatih ve Boğaziçi üniversitelerinde bulunan bir enstitüyü ilk defa bir Anadolu üniversitesinde kurmuş olmasının (2007-Erciyes Üniversitesi) etkili olduğu muhakkak; ama musikişinaslığı da yabana atılmamalı. Müziğin iyileştirici ve birleştirici özelliğinden, kişiye aşkın duygular ilham eden gücünden yararlanan bir akademisyen örneği var karşımızda. Ondaki müzik sevdasının kökeninde tahmin edileceği üzere musikişinas bir baba bulunuyor. İnsanı yormayan, tüketmeyen, akrabaların, komşuların hemen her akşam bir araya gelmesine imkân tanıyan Anadolu sükûneti içinde büyüyüp yetişmek de bir başka talih. 1970’lerin Kayseri’si… Akşamları evde yarenlik sohbetleri yapılıyor, baba eski Kayseri türkülerini ud ile icra ediyor, nine türkülerin hikâyelerini anlatıyor ve öyle bir ortamda müziğin ve sohbetin rengine boyanarak yetişen Sadık Kara ilkokulu bitirir bitirmez kucağında bir ud buluyor. Bulduğu udu o gün bugündür elinden bırakmıyor. Ud da, müzik de bir araç onun için, Allah’ın sunduğu bir güzel nimet… Müziğe düşman olmak o nimete düşman olmak, hatta Allah’tan gafil olmak demek. Müzik kâinatın kendisinde var çünkü… Anadolu’da ve yurt dışında konserler veren Sadık Hoca, “Ud resitali vermeden önce musikinin ne olduğu üzerine kısa bir konuşma yaparım. Müziğin sadece bir eğlence aracı olmadığını, insanı elinden tutup başka ufuklara götürebildiğini izah ederim.” diyor. Bu açıklama önemli zira hocayı elinde ud ile görenler müziğe yükledikleri farklı anlamlardan olmalı, bir bakış ya da sözle incitici olabiliyorlarmış. “Bazen elimde bir suç aleti taşıyormuş gibi hissediyorum.” diyen Prof. Kara, bir bilim adamına ve musikişinasa yakışır biçimde kendisine yöneltiyor okları; “İnsanlar müziğin hakiki anlamından bihaberse bu bizim kusurumuzdur. Daha iyi anlatmamız gerekir demek ki.”

Hard rock müzik dinleyen kaşlarını çatar

Prof. Sadık Kara, Erciyes Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği’nde okuyan 35 öğrenciye birer gün aralıkla hard rock ve ney sesi dinletmiş ve aynı anda deneklerin alın kaslarından elektromiyogram (EMG) sinyalleri kaydetmiş. EMG sinyalleri, hard rock dinlemenin kişilerde kaş çatmaya, ney sesinin ise sessizliğe benzer bir etki oluşturduğunu ve alın kaslarını rahatlattığını ortaya koymuş. Deneklere bir müzik türü dinletilmeden önce yapılan ölçümlerle ney sesi dinletildikten sonra yapılan ölçümler incelendiğinde de ney sesinin sükûnet hissi verdiği görülebilir. Prof. Kara’nın Türk musikisinin rahatlatıcı etkisini bilimsel olarak ispatladığı ve Güney Kore’deki bir kongrede sunarak dünya bilim literatürüne kazandırdığı ilk çalışma işte bu olmuş. Sonrasında ise Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde şizofrenler üzerine yaptığı araştırmayı uluslararası camiaya taşımış.

Alıntıdır.

Doğayla Barış Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön