View Single Post
Eski 07-12-2012, 21:39   #34
Ben fakir
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 07-11-2012
Şehir: Kocaeli, Avşa Adası
Mesajlar: 1,142
Sizlere başımdan geçen gerçek bir olayı anlatmak istiyrum.

Yıl 1959 - 60 kışı... Askeri Lisede öğrenciyim. Derslerin sıkılığının yanında bir de disiplin olayı var ki; sapır sapır dökülüyoruz.

470 kişi başladık liseye, 319 kişi bitirdik. Ve bunların çoğu da diisiplin nedeniyle ayrıldılar.

Öğretmenlerimiz de subay. Kalite ve sertlik hepsinin ortak özellikleri.

Hele bir tarih öğretmenimiz var: Albay Sırrı Bey. Disiplin deyince aklı gidiyor. Bir defasında okulda yangın çıktı; bizim sınıf da dönem sınavındayız. Bizi yangın söndürmeye göndermedi. "Efendiler, herkesin bir görevi var. Bu dakikada da yangın görevlileri işlerini yapacak. Sizin göreviniz burada sınav vermek!"

İşte bu şartlar altında, karlı bir akşam, dışarıdan gelen bir yavru köpek sesi duydum. Gittim, en fazla bir aylık bir yavru, nereden geldiyse, okul bahçasinde, yarı donmuş bir halde ağlıyor.

Aldım, kimseye göztermeden hamama götürdüm, çamurlarından temizledim.

Akşam, hava kararmış, kantine gidersin, o zaman moda olan tüpte çikolata (diş macunu gibi) alrsın, bu arada sıcaktan gevşeyen kerata montumun içinde uyumakta.

Yemeği pas geçip koğuşa çıkarsın; durumun farkında olanlar da bayram yapıyorlar. Başım nasıl derde girecek de onlara eğlencelik çıkacak diye...

Uzatmayalım, sabahı ettik. Etüd saati de geçti, geldi ders saatleri...

İlk ders, Tarih ve Sırrı Albay'ın!..

Üstten kapaklı sıramın içine bir havlu feda ederek yaydım, karnı tok, sırtı pek veledi yatırdım. Şans eseri hemen uyumaz mı?.. Şans bu kadar olur!..

Ne yazık, ders başladıktan az sonra uyandı bizimki; bir iki debelenmeden sonra ağlamaya başlamaz mı?..

Sınıfta çıt yok, herkes donup kalmış!.. Benim dizlerimden derman çekilmiş!..

Sırrı Hoca sordu: "Efendiler, ne oluyor? Sorumlusu anlatsın!"

Çaresiz kalktım. Akşamdan bu yana olanı anlattım ve kapağı açtım.

Kerata, sen gel, bir de kucağıma tırman, boynuma sarıl, iyi mi? Ben tabii esas duruşumu bozmayorum. İki elin yanlarıma yapışık; Hoca emir verdi: "Önce rahata geç ve tut o yavruyu!"

Aman, ne oluyoruz, ne demektedir bu hoca dmeğe kalmadı; Manzara şu:

Ben, üniformalı bir askeri öğrenci, boynumda bir enik, ben onu tutmaktayım. Albay da kürsüden inmiş, bize doğru geliyor!..

Geldi, geldi, ve elini uzatıp bizim yavruyu sevmeye başladı!..

Orada söylediklerini hiç bir zaman unutamam:

"Çocuklar"dedi, Oysa herzaman "efendiler" derdi. "Siz insan yöneteceksiniz, gerektiğinde ölüme yollayacaksınız. O insanları sevmeniz şarttır. Ama, hayvan sevmeyen, insanı hiç sevemez!.."

Sonra bana döndü, "oğlum" dedi, "şimdi derhal sınıf subayınıza gideceksin. Bu yavruyu size benim verdiğimi ve taburunuza maskot tayin ettiğimi bildireceksin. Adı da Abdurrahim olacak!"

Abdurrahim, "koruyucu ve bağışlayıcı olan Allah'ın kulu" demek oluyor.

Sınıf subayımız binbaşı, Albay hocamızdan rütbece küçük olduğu için iş sorunsuz halloldu.

Kendisi yok, Allahı var; Abdurrahim de harika bir tabur maskotu oldu yani...

Ben fakir Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön