![]() |
|
|
|
|
|
#1 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 05-04-2007
Şehir: Appleton-İngiltere
Mesajlar: 1,706
|
Sayın Biyologus, Ben size saygılı davranıyorum ve siz diye hitap ediyorum. Karşılığında da aynı saygıyı beklememin hakkım olduğunu düşünüyorum. Ama yine de size kalmış bir şey. Bu konuda sizi zorlayamam. Beni tanıdığınızı ya da yukardaki yazımı iyi irdelediğinizi zannetmiyorum. Ben burada yalnızca Doğasever'i temsil ediyorum. Herhangi bir düşünce (sizin deyiminizle zihniyet) ya da akımın temsilcisi değilim. Yalnızca kendi adıma yazıyorum. Hiç bir akım beni ilgilendirmez. Sadece doğru bildiklerimi söylerim. Demokratik Cumhuriyet kültürünü özünde benimsemiş ve bu Türkiye Cumhuriyeti'nin en yüksek eğitim kurumlarında bu eğitimi almış bir insan olarak aldığım eğitim, yurdum, devletim ve büyük milletimle gurur duyuyorum ve geleceğe de güvenle bakıyorum. Bakmaya da devam edeceğim. Sizin durumunuzu bilemem ama bildiğim tek şey var. O da sizinle aynı düşüncede olmadığımız. Ama ben yine de sizi olduğunuz gibi kabul ediyor ve hiç bir konuda suçlamıyorum. Çünkü siz bugünkü düşünce şeklinize kendiniz varmadınız, vardırıldınız. O yüzden sizi suçlamam söz konusu değildir. Evet, haklısınız keşke 100 yıl önce yazılanları da okuyup anlayabilsek. Ama Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı'nı verip, sömürge güçleri elbirliğiyle yurdumuzdan attıktan sonra bir seçim yaptı ve giyiminden kuşamına, takviminden kadın haklarına, ölçü birimlerinden, harflerine kadar her şeyi değiştirdi. En güzeli de Monarşiyi terkederek Halkın kendi kendini yönetim sistemi olan Cumhuriyete geçti. Bu değişikliğin karşısındaysanız, tartışalım. Eğer bu değişikliğin karşısında değilseniz, sorun yok demektir. Sayın Biyologus, Gelelim 50- 100 yıl önceki kitapları okuyup okumadığıma. 50 yıl önceki kitapları rahatlıkla okuyorum. Hiçbir sorun yok. Eğer bu tümceyle Cumhuriyet öncesinde yani Osmanlı devrinde basılan kitapları kastediyorsanız, hayır bunları okuyamıyorum. Ancak isterseniz, o dönem de kaç kitap basıldığına bir bakalım. Sanırım aşağıda Osmanlıya Matbaayı kazandıran İbrahim Müteferrika'nın yaşamı ile bilgili bilgiler bu konuya biraz daha açıklık getirecektir: Uygarlığın, bilimin gelişmesinde çok büyük etkisi ve katkısı olan matbaa, 1450 yılında (İstanbul’un alınması sırasında) Alman John Gutenberg tarafından Mainz’da bulundu. Osmanlı'da ise, Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıklar 1450'li yıllarda, el yazması da olsa, İstanbul’da kendi yayınevlerini kurmuşlardı. Matbaa, Gutenberg'in 1450'li yılların başında icadından kısa bir süre sonra Osmanlı topraklarına geldi. İstanbul'da 1493'te Yahudiler, 1567'de Ermeniler, 1627'de de Rumlar ilk matbaalarını açtılar. Türkler’de hala matbaa yoktu. Türkçe basılan kitap yoktu. İlk Türk matbaası ise ancak 1727'de kuruldu. 1727'ye kadar da matbaa kurmak için herhangi bir teşebbüs yapılmamıştı. Üstelik yasaklama ve engelleme de olmuştur. Ne yazık ki, Osmanlı bu eşsiz buluşu matbaayı, hem dinsel kökenli baskı, hem de ekonomik baskı ile («kâfir-kefere icadı» önyargısı ve küçümsemesi ile), 270 yıl gecikmeyle 1727 yılında (o da Lale Devrinde Macar Kökenli İbrahim Mütefferika’ın gayretiyle) getirebilmiş. Matbaaya karşı bu akıl almaz inat ve direnç, Osmanlı’nın çağdaş dünyadan (günümüze kadar yansıyan) 300–200 yıllık gerileme farkını yaratmıştır. İbrahim Müteferrika, Osmanlıların gerilemesinin sebeplerini sekiz madde halinde söyle sıralamıştır: 1. Kanunları uygulamak 2. Adaletsizlik 3. Devlet işlerini ehliyetsiz ellere bırakma 4. Bilim adamlarının fikirlerine tahammülsüzlük 5. Modern askeri teknolojiden habersiz olma 6. Orduda disiplinsizlik 7. Rüşvet ve devlet servetini kötüye kullanma Matbaanın bulunduğu 1450 lerden 1500 lere değin geçen 50 yıl içinde Avrupa’da 40 bin dolayında kitap basılmıştır. Osmanlı Uleması, “gâvur icadı bununla Kuran basılmaz” diye tepki gösterir iken, J.Gutenberg’in, matbaasında ilk bastığı kitap Latince İncil’di. Osmanlılarda matbaa 1485 de II. Beyazıt tarafından yasaklanmış, aynı yasak 1515 te I. Selim’ce (yani ilk Osmanlı Halifesi Yavuz Selim) bu yasak yinelenmiştir. Osmanlıların Arapları “kavm-i necip”, Arapçayı da “necip dil” olarak görmelerine karşın, ilk Arapça kitaplar ancak 16. yyılda Avrupa’da Hıristiyanlarca basılmıştır. Bir Macar askeri olan, Türklere esir düştükten sonra Müslümanlığı kabul eden, İbrahim Müteferrika kişisel çabasıyla 1727 de Avrupa’dan 280 yıl sonra İstanbul’da kurduğu ilk basımevinde yaşamı boyunca ancak 17 kitap basabilmiş. (Kaynak: Alpay Kabacalı, Türk Kitap Tarihi, Cem Yayınevi, 1989, Necip Asım Yazıksız, Kitap, İletiliş Yayınları, 1993, Albert Labarre, Kitabın Tarihi, Çev. Galip Üstün, Yeni Yüzyıl Kitaplığı) Avrupa’lıların 50 yıl içinde 40 bin kitap basmalarına karşın, Osmanlıların 1729 dan 1829 arası 100 yıl içinde basılan kitap sayısı sadece 180 dir. Kimi kaynaklara göre bu sayı 240’dır. Evet 100 yılda en fazla 200 küsur kitap. O zamanki Osmanlı nüfusunun 18-20 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Bu ise, 1 milyon kişiye 100 yılda 9 kitap ediyor! Yani orta büyüklükte bir Anadolu kentini düşününüz. Bu kentte eğer herkes okuma yazma bilirse (ki Osmanlıca okuma yazmanın ne kadar zor olduğunu ve nüfusun ancak çok sınırlı bir kesiminin okuma yazma bildiğini biliyoruz), 100 yıl içinde 9 kitap okuyabilecek! Doğal olarak el yazması kitaplar hakkında bir veri yok. O yüzden buraya almadım. Ancak, bu kitapların daha çok Kuran ve hadis yazmada kullanıldığını ve yazımlarının çok uzun zaman aldığını biliyoruz. O yüzden, yukardaki istatistikleri değiştirebilecek düzeyde olduğunu pek zannetmiyorum. Şimdi Sayın Biologus (Adınızı da düşünceleriniz gibi ilginç bir yabancı terimden seçmeniz çok hoşuma gitti! Hiç olmazsa, biyologuz deseydiniz de hem Türkçe'ye biraz daha uysaydı hem de biyolog olduğunuzu düşünseydik! Belki de öylesiniz), yüzyıllar boyunca bu millet okumasın, öğrenmesin, istmesin diye elinden geleni yapan Sultanların karşısında Atatürk en doğrusunu yapmış ve okunması ve yazılması çok daha kolay olan harfleri seçmiştir. Ve gerçekten de şu anda hemen hemen herkes okuma yazma bilmektedir. Kitap okuyabilmektedir. 1928 ile 1938 yılları arasında basılan Latin harfli Türkçe kitapların sayısı 16.063’tür. Cumhuriyet ilan edildikten sonra ilk 6 ay içinde 240 adet kitap basılmıştır (eski Türkçe harflerle). Yani Osmanlı'nın yüz yılda yaptığını Cumhuriyet rejimi 6 ayda başarmıştır. Yani Osmanlının yüzyıllık döneminde basılan kitap sayısının tam 80 katı kitap sadece 1928 ile 1938 yılları arasındaki 10 yılda basılmıştır. (Yıla bölerek karşılaştırırsanız 800 katı eder!) Bu kitaplar, 556 adet matbaada basılmıştır. Bu istatistik bile tek başına Cumhuriyetin halkın eğitimine verdiği önemi anlatmaya yeterlidir. Parası olmayan ve Osmanlı’nın borçlarını da ödemeyi taahhüd eden o yeni devlet tüm olanaksızlıklara rağmen halkın eğitimine öncelik vermiştir. Benim için bir tek kitabı okumak bile önemlidir. Maalesef, Osmanlı döneminde basılan kitapları okuyamıyoruz. Keşke onları da okuyabilseydik. Ama Osmanlıca kurslar var. İsteyen öğrenir ve okur. Ben kendi adıma bilimi takip etmek için sürekli İngilizce kitap okuyorum. ABD'de yaşadığınıza göre ve eğer biyologsanız, mutlaka siz de öyle yapıyorsunuzdur. Yukardaki mesajınızda belirttiğiniz gibi millet aya giderken yaya yürümemek, Osmanlı döneminde basılan bir avuç kitabı değil, Dünya'da basılmış ve artık yeryüzünde uluslararası bilim dili olarak kabul edilen İngilizce kitapları okumakla olur. Siz biyologsanız, İngilizce biyoloji kitabı okumanızı öneririm. Bırakın Osmanlıca, faülün faülatün kitaplarını edebiyatçılarla tarihçiler okusunlar. Saygılarımla. Düzenleyen Dogasever : 13-05-2010 saat 19:44 |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Ağaçsever
|
[QUOTE=Dogasever;637925] Ben de sizi oldugunuz gibi kabul ediyorum cunku inaniyorum ki, sizin tabirinizle "Çünkü siz bugünkü düşünce şeklinize kendiniz varmadınız, vardırıldınız. O yüzden sizi suçlamam söz konusu değildir." ayni sekilde dusunuyorum. Ama yine umutluyum ki bir gun sizler olmasanizda cocuklariniz bunun farkina varirlar diye dusunuyorum Degidiklikler olmasi gerekiyor du ve oldu. Karsinda pek kimsenin olacagini sanmiyorum. Benim lafim degisiklik yapanlara degil. O degisikliklerden sonra kraldan cok daha kralci olup herseyi degistirmeye calisanlara. Yoksa Cumhuriyet doneminde cikan gazeteleri okursaniz o zamanlarda dahi dilde boylesi bir yozlasmanin yasanmadigni goreceksiniz. Matbaa konusundaki yazdiklariniz tamamen suanda Milli egitimde de okutulan uydurma tarihten ibaret oldugunu dusunuyorum. Matbaa konusundaki engeller vs. vs. Bunlar sonradan iste o yukarida bahsettigim zihniyetin yine sonradan cikarttiklari urunler olarak goruyorum. Kaldiki Osmanli konusundaki goruslerinizin bir kisamina katiliyorum. En azindan gerileme sebeblerine. Osmanliyi sadece gerileme donemiyle degerlendirmek ise cok yanlis. Devletler Sinus grafigi gibi iner ve cikarlar. Osmanliyi kotulemek icin yazmadiginizi dusunuyorum. Yoksa 600 kusur senenin hepsini bir kefeye koymak akil sahibi kisilerin isi olmasa gerek. Matbaa konusundaki Osmanli tutumundaki yazdiklariniz yukarida dedigim gibi bana gore sonradan uydurularak yazilan tarihimizden alintilar. Ayni gunumuzde UYUDURULAN TURKCE de oldugu gibi oldugunu dusunuyorum. Eger oyle birsey olsaydi suanda da Ne Kuran-i Kerimi ne de diger din kitaplarini basili sekilde goremezdiniz. Tarih hakkinda oyle o kadar cok kitap var ki. Bunlarin her birisinin dogru oldugunu dusunmuyorsunuzdur umarim. Herkes kendi dunya gorusune uygun tarihcinin kitabini okuyor sonra bu boyledir diyor. Ayni sizin asagida verdiginiz kitap yayin evleri gibi. LAtince OLU bir dildir. Onun icin degismiyor kolay kolay. Bio=Canli Logos=Bilim demek yani Canli bilimi. Hemen canli bilimi ile ugrastigimi anladiginiza gore dogru bir kullanici ismi secmisim. biyologuz yazsaydiniz ve Turkceye uysaydi demissiniz ama dedimya Uydurukcalardan bunaldim artik. orjinali yazsam bu sefer SEN DINCISIN muhabbeti yapiliyor yani yukari tukursen bi baska, asagi tukursen bi baska. Boyle yani biologus seklinde idare edelim cunku ismim olan METIN`i kullansak. Arabca isim diye buna da sikayetci olanlar cikacaktir ![]() Osmanli Sultanlari ve Ataturk`un yaptigi isleri konusuna hic girmiyorum. Oncelikle hepsine katilmadigimi belirteyim. Girmememin sebebi ise Turkiye maalesef degisik fikirde insanlari kabullenme ozurlu. Yani kendi gorusu gibi dusunmuyorsa digerinin gorus soylemeye hakki bile yoktur, gibi bir hava var. Sizin icin demiyorum genel bir izlenimim bu. Onun icin simdi biseyler yazsam yine bazilari anlamadan veya anlamaya calismadan cevap yazip polemik olusturmalarini istemem. Bu demek degil ki Ataturk`un yaptigi islere karsiyim. Yanlis anlasilmasin. Bazi eksik gorudugum noktalar var. Osmanli Sultanlarini da genellememek lazim. Hepsini ayni kefeye koyup Osmanli boyleydi demek Osmanli Tarihinden bi haber insanlarin yapacagi istir diye dusunuyorum. Ayni sekilde ben de sizin gibi bilimi takip etmek icin ingilizce okuyorum. Ayni zamanda yasadigim ulkenin dili ingilizce oldugu icin buna mecbur da kaliyoruz. Viyana`da yasadigim siralarda bir grub Amerikali tarihci ile ulusal kutuphanede karsilasip tanismis idik. Osmanli arsivlerini inceliyorlardi Viyana`daki devasa kutuphanede. Muhabbetimiz sirasinda ogrendim ki hukumetlerinin gonderdigi bu tarihciler degisik ulkelerde Osmanli devletini arastiriyor nasil oluyor da cep telefonu bile yokken 600 kusur sene dim dik ayakta durdu, bunun formulunu cikartmya calisiyorlardi. Cunku nerdeyse 150-200 senelik bir tarihi olan Amerika catirdamaya baslamis idi. Her yanlisi bir kisiye yuklememek gerek. Her guzelligi de bir kisiye yuklememek gerek. Ayni yoldan yurudugum degerli hocam Oktay Sinanoglu`nun BYE BYE TURKCE kitabi sanirim dusuncelerimi anlatiyor olabilir. Saygılarımla. |
|
|
|
|
|
#3 |
|
Ağaç Dostu
|
Başlığın adı "Forumda Türkçenin doğru kullanımı". İstenilen sadece Türkçenin doğru düzgün kullanılması, yazılan mesajlarda yazım kurallarına uyulması. Bunda tartışılacak ne var, hiç anlayamıyorum. Cümleniz büyük harfle başlamışsa, noktalama işaretlerini kullandıysanız, kelimeleri de bozmadan düzgün yazıyorsanız, kimin ne itirazı var ki? İster doğa yazın ister tabiat, ister misal yazın ister örnek ama doğru olsun. Latince yaşam (canlı) kelimesinin karşılığı "bios"tur. Doğrusunu yazalım da akıllarda yanlış kalmasın. Düzenleyen nevsune : 14-05-2010 saat 00:52 |
|
|
|
|
|
#4 | |
|
Ağaç Dostu.
|
Alıntı:
Siz şanslı kişilerdensiniz sayın Biologus. Yüce Rabbimin rüyalarda tavsiye ettiği yerde yaşıyorsunuz. Hem orada aya da gidiliyor. Merak etmeyin, biz bu zihniyetimizle yaya kalmayız. Yaya bırakılmak istenmezsek tabii. |
|
|
|
|
|
|
#5 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Madem (sizin deyiminizle) yukarıdaki zihniyetten başladık, devam edelim. Yukarıdaki zihniyete sahip biri olarak, aşağıdaki (sizin sahip olduğunuz) zihniyet madem bu kadar detaya meraklı, aşağıdaki zihniyetin atladığı bazı detayları göstermek açısından bir kaç kelam etmek isterim. (Sanırım buraya kadar anlaşılmıştır. Zira elimden geldiğince 100 küsur yıllık sözcükler kulanmaya çalıştım.) Hamid adının (isminin değil) Kuranda geçen Allah'ın 99 adından biri olması hasebiyle (burada anlamanız için özellikle hasebiyle yazdım) bin yıllık olması mümkün değil. Zira peygamberin 632 yılında öldüğünü biliyoruz. Kuran'ın, peygamberin öldüğü güne yani 632 yılına kadar indiğini bile varsaysak, kuran 22 yıl 2 ay 22 günde indiği için bu tarihi 632'den çıkardığımızda bile en az 1400 yıllık olur. Kerameti kendinden menkul bir bilim adamının böyle bir detayı gözden kaçırması pek olmamış. Gelelim 50-100 yıllık kitapları okuyup okuyamadığımıza. Günümüzde İngiliz dilinin neredeyse atası sayılan William Shakespeare'in kitaplarının bile yeniden günümüz İngilizcesine çevrildiğini düşünürsek, Türkçe olmayan bir dilin Türkçe olarak 100 yıl sonra okunamaması pek de tuhaf olmasa gerek. Yukarıda dediğim gibi, kerameti kendinden menkul bir bilim adamının böyle bir detayı atlaması da olmamış. Son olarak: (muhtemelen 50-100 yıllık kitaplar nedeniyle ancak) yazdığınız iki satırlık mesaja bile neredeyse bir sayfa cevap yazabiliyorsam, bu 100 yıl önceki dilin değil, bu günün Türkçesi'nin eseri olsa gerektir. Sizin okunamadığından dert yandığınız dili kullanıyor olsaydık, bu yazdıklarımın yarısını bile yazamazdım sanırım. Bu nedenle siz hiç merak buyurmayın, eller aya giderken biz belki gidemiyoruz ama, sizin dediğiniz gibi yaya da değiliz. Asıl 50-100 yıllık kitaplara takılıp kalsaydık yaya kalırdık. Bu nedenle; bana sorarsanız oturup bu durumu bir bilim adamı hassasiyetiyle bir kez daha gözden geçirin derim. Kerameti kendinden menkul bir Türkçe aşığı. (Sevgili gece kusuruma bakmasın. Onun son söz kalıbından intihal yaptım )Düzenleyen malbman : 13-05-2010 saat 23:14 Neden: Ekleme |
|
|
|
|
|
|
#6 | ||
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Alıntı:
|
||
|
|
|
|
|
#7 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 05-04-2007
Şehir: Appleton-İngiltere
Mesajlar: 1,706
|
Arkadaşlar bence bu konu kapanmıştır. Sn Nevsune'nin dediği gibi, herkes istediği sözcüğü kullanabilir. Benim eski sözcükleri kullananlara herhangi bir sözüm yok zaten. Herkes doğal olarak istediği sözcüğü kullanabilir. Buna kimse karışamaz. Önemli olan anlaşılır olabilmek ve yazım kurallarına uymaktır. Tüm bunların dışında bir de dilin gelişimi söz konusudur. Bunu da kimse engelleyemez. Örneğin, bilgisayar sözcüğü tutmuştur. Kompüter diyenler zamanla azalacaktır. Bu çok doğaldır. Nasıl suyun akışını tersine çeviremezseniz, bu gerçeği de değiştiremezsiniz. Bu konuda Meyvelitepe'nin aşağıdaki mesajı son derece açık bir şekilde her şeyi anlatıyor: "Dil" öyle bir şey ki, onu belirleyen tarihsel, kültürel ve ekonomik koşullardır. Kendi mecrasında akmak zorunda olan, önüne set çekilemez bir su gibidir. Bu akışa müdahale, ancak tarihe, kültüre ve ekonomiye, yani dilin mecrasına müdahale ile olur. Herhangi bir zaman kesitinde de yeknesaklığı yoktur. Bireyden bireye, kesimden kesime değişir. Benim kabul edemediğim yeni sözcükler yerine eskilerinin kullanılmasının önerilmesidir. Hatta istenmesidir. Yeni olanlar her zaman doğru da değildir. Örneğin, bilgisayar bence aslında doğru değildir. Çünkü bilgi sayılmaz! Ama bu sözcük halk tarafından benimsenmiştir. O yüzden, doğru da olsa yanlış da olsa kabul edeceğiz. Çünkü yine de birşey ifade ediyor. Kompüter, hiçbir şey ifade etmiyor (Türkçe anlam olarak!). Mesleğim gereği, ben de başkalarının çevirilerini düzeltiyorum ve kesinlikle misal, tabiat, şart, ihtiyaç, kriter, minimum, ebeveyn, prensip, konsept, vb. kullananların bu sözcüklerini örnek, doğa, koşul, gereksinim, ölçüt, en az, ana baba, ilke, kavram, vb. ile değiştirmiyorum. Çünkü yazdıkları sözcüklerin hepsi doğrudur ve benimsenmiştir. Bizlere düşen bu sözcükleri olduğu gibi kabul etmektir. Bu sözcükler zaman içinde ayıklanacak bazıları ise unutulacaktır. İnsanlara bunları kullanın demek baskı kurmak anlamına gelir ki buna da ilke olarak hepimiz karşıyız. Bırakın hepsi halkın eleğinden geçsin. Zaten bir dilin zenginliği sadece yabancı dillerden alınan sözcüklerin azlığı ya da çokluğu ile ölçülmemelidir. Diğer önemli bir nokta, alınan yabancı sözcüğün o dilin dilbilgisi kurallarına uydurulup uydurulamamasıdır. Türkçe işte bu konuda mükemmeldir. Hangi sözcüğü alırsanız alın, Türkçe'nin yapısına uymaktadır (Doğal olarak uymayan bazı sözcükler de olabilir). Türkçe'nin eklerini yabancı sözcüklere de fazla zorlanmadan uydurabiliriz. Düzenleyen Dogasever : 14-05-2010 saat 13:09 Neden: düzeltme |
|
|
|
|
|
#8 |
|
Ağaçsever
|
Dogasever SEN siz konusunda ise kusura bakmayin. O konuda ozur dilerim haklisiniz, ne kadar ingilizce ve Almancada hem SEN gibi kullanmak adet olsa da bazen Turkce yazarken de ingilizce dusunuyorum sanirim. Tekrar kusura bakmayin |
|
|
|
|
|
#9 | |
|
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,026
|
Arkadaşlar, Sözcüklerin doğru yazılması, yazım kuralları vs. olabildiğince somut ve bunlar üzerindeki görüşlerin genelde tartışılacak bir yönü yok. Fakat, iş "dil" konusuna geldiğinde tartışılabilir çok şey var ama bu defa varılacak somut bir sonuç yok. Bu yüzden hoş tartışmalar, tezler, karşı tezler muhakkak zevkli ama lütfen bunları olması gerekenin üzerinde kişisel gerilim konusu yapmayalım. "Dil" öyle bir şey ki, onu belirleyen tarihsel, kültürel ve ekonomik koşullardır. Kendi mecrasında akmak zorunda olan, önüne set çekilemez bir su gibidir. Bu akışa müdahale, ancak tarihe, kültüre ve ekonomiye, yani dilin mecrasına müdahale ile olur. Herhangi bir zaman kesitinde de yeknesaklığı yoktur. Bireyden bireye, kesimden kesime değişir. Yukarıdaki mesajımda; Alıntı:
Evet, "tabiyat" diye bir kelime yok (henüz). TDK'da da bulunmuyor. Ben de var demedim zaten, "olabilir" dedim. Bunu derken "tabiiyet" sözcüğünü de düşünmedim. Yazarın biri, "tabi" kökünün devamına"yat" eki koyarak "tabiyat" yapabilir. Tutar, tutmaz, yerine oturur oturmaz, bu biraz da onun becerisine kalmış. Önemli olan, o sözcükle bir anlam veriyor mu veremiyor mu? Zaten o sözcüğün toplumda tutup tutmaması da çoklukla o anlamın tekrar edip etmemesine bağlı biraz da. Unutmayalım, "dil"in kemiği yoktur. Sınırları da olmaz bu bakımdan ![]() |
|
|
|
|
|
|
#11 |
|
Ağaç Dostu
|
Her hangi bir nesneyi , duyguyu 4-5 değişik kelime ile ifade edebiliyorsak, dilin zenginliği sayesindedir. Sayın Doğasever'in dediği gibi ''Bırakın hepsi halkın eleğinden geçsin'' Bir fıkra vardır. Yabancı Türkçe öğrenmeye karar verir. tam 10 sene ayırır bu işe. Artık kendisinden emindir. Son denemelerinde yanındakine sorar. ''Geliyormusun?'' Karşısındaki cevap verir. '' aa'' Tekrar başlar. 1-2 sene daha çalışır. Yine aynı soru ''Geliyormusun?'' Cevap''Hıhı'' Ve bu böylece devam eder. |
|
|
|
|
|
#12 |
|
Ağaç Dostu
|
1929-14 Mayıs 2010. (Doğan AKSAN) Anlam Bilimi ve Türk Anlam Bilimi (1971), Tartışılan Sözcükler (1976), Her Yönüyle Dil (1988), Türkçenin Gücü (1987), Şiir Dili ve Türk Şiir Dili (1993), Türkçenin Söz Varlığı (1996), Anlam Bilim Konuları ve Türkçenin Anlam Bilimi (1998) olan Doğan Aksan'ın ayrıca dil, bilim ve Türkçe ile ilgili 70'i aşkın araştırması bulunan ve çalışmalarıyla dilimize çok şeyler kazandıran Prof.Dr. Doğan Aksan Bugün son yolculuğuna uğurlandı. Türk Dilinin büyük ustası. Gözün arkada kalmasın. |
|
|
|
|
|
#13 |
|
Ağaç Dostu
|
Sn. Biologus, Bir bilim adamı Sn. Doğasever'in Osmanlı'da matbaa konusunda verdiği bilgileri ya doğrular, ya yalanlar ki bu durumda bir kaynak göstemesi gerekir ya da bu bilgilerden şüphe duyar ki bu durumda da konuyu ahkam kesecek kadar önemsiyorsa şüphe ifadesinin devamında ilgili kaynakları araştırmalıdır. Bu bilgilerin ... olduğunu sanamaz/düşünemez. Çünkü verilen bilgiler somut tarihleri ve kararları, somut rakamları içermektedir. Bu bilgilerin tamamı Osmanlı arşivinden veya bu arşivleri kaynak olarak kullanan yayınlardan rahatlıkla kontrol edilebilir. Bu bilgilere bakıp varsayımda bulunmak ben insanda 46 kromozom olduğunu sanıyorum/sanmıyorum demekten farkı yoktur. Tarihi herkesin kendince yorumladığı pek çok yayın var, haklısınız. Örneğin son dönem buralarda Atatürk'ü Vahdettin'in vatanı kurtarmak için Anadolu'ya gönderdiğini yazanlar var. Herhangi biri bunun böyle olduğunu zannedebilir. Nitekim biraraya geldiklerinde ne konuştuklarının bir kaydı yok. Ne olduğunu ne de olmadığını kanıtlayabiliriz. Ama Anadolu'da yoksulluk içindeki bir avuç vatansever tarifsiz zalimlikler yapan düşmanla çarpışırken, çarpıştığı düşmana ait uçaklarla Vahdettin'in Atatürk'ü ve düşmanla savaşanları hain/dinsiz ilan eden yazılar/fermanlar attırdığı somut bir vakadır. Benim mantığım bu ve bunun gibi somut olaylara bakıp Vahidettin'in hain olduğunu düşünmeme yetiyor. Siz bunu başka şekilde yorumlarsınız buna bir şey diyemem. Sizin fikriniz sizin yorumunuz der öyle kabul ederim. "... Cumhuriyet doneminde cikan gazeteleri okursaniz" gibi bir ifade kullanmışsınız. Hala Cumhuriyet döneminde olduğumuzun farkında olduğunuzu, burada "Cumhuriyetin ilk yıllarında" demek istediğinizi varsayıyorum. Gerçekten o tarihlere ait bir gazete okuyup okumadığınızı merak ediyorum. Günümüz Türkçesine çevrilmiş bazı gazeteleri okumuştum. Ben onları okuduğumda daha sıcağı sıcağına emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin zalimliklerini, ihanetlerini, dedelerimizin yoksunluklarını, fedekarlıklarını, azmini hissediyorum. Bu hissiyat ihanet içindeki çürümüş Osmanlı'ya maalesef bir sempati duymama engel oluyor. Önyargılar olmadan onları okuyanların aynı hissiyata kapılacaklarını düşünüyorum. Tabii ki benim düşüncem bu siz ne hissedersiniz bilemem. Sizin yorumunuz der öyle kabul ederim. Son bir söz de "uydurakça" sözünüze. Ne Türkçe, ne Farsça ne de Arapça da böyle bir söz yok. Harf hatası var varsayıp "uydurukça" derseniz öyle bir sözcük te yok. Doğrusu "uyduruk" ya da "uydurma" olacak. Hoş, bulduğunuz sözcük -uydurukça- uydurma da olsa bence güzel olmuş. Kullanılmasını da inanın hiç yadırgamadım. Görebildiğim kadarıyla Türkçe kurallara uygun üretilmiş bir sözcük. Nitekim tüm dillerdeki tüm sözcükler uydurma değil mi zaten. Hayatımıza yeni giren "şey"lere bir ad vermeyecek miyiz? Bundan 500-1000 yıl önce uydurulabiliyorsa 80 yıl önce ya da bugün uydurulmaması için bir neden var mı? Kaldı ki dil devrimiyle beraber yapılan Türkçeleştirmede yeni uydurulan sözcükler varolan Türkçe köklere Türkçe dilinin kurallarıyla yeni eklemeler yapılarak üretilenlere kıyasla çok daha azdır. Bunun neden yapıldığı, ne getirip ne götürdüğü burada birkaç sözcükle ifade edilebilecek bir şey değil bence. Mutlaka kaybettirdikleri var, ama kazancı daha büyük görmüşler ki böylesi zor bir işe girişmişler. Ben de kazancın çok daha büyük olduğunu düşünüyorum, tabii ki siz aksini düşünebilirsiniz. Sizin yorumunuz der öyle kabul ederim. Sonuç olarak Sn. Biologus, herhangi bir konuda istediğiniz gibi düşünebilirsiniz. Olduğunuz gibi kabul ederim sizi. Ama lütfen somut olayları sanmayın, ya doğrulayın ya yalanlayın. Tabiat sözcüğünün sizin için bir kokusu olabilir. Benim için bir özelliği yok, konuşurken tercih etmem. Oysa sizce uydurukça olan doğa sözcüğü çocuğuma ad olarak vereceğim kadar özel benim için. Siz tabiat deyin, eminim hepimiz anlarız. Ama tabiyat derseniz muhtemelen yanlış anlarız. Sn. Aksan'ı saygıyla anıyor, tüm yakınlarına ve yakın hissedenlere başsağlığı diliyorum. Sevgi ve saygılarımla not: Cumhuriyet'in ilk yıllarına ait bazı manşetleri Ankara Ticaret Odası'nın Unutulan Arşivler çalışmasında görebilirsiniz. Düzenleyen N.Hel : 15-05-2010 saat 21:00 |
|
|
|
|
|
#14 |
|
Ağaç Dostu
|
http://www.akvaryum.com/Forum/foruml...la_k376664.asp Bir başka site yazım kurallarına uyulması konusunda bilgi veriyor, güzel değil mi? ![]() Düzenleyen betito : 22-05-2010 saat 13:33 Neden: Daha uygun bir yazı bu. :) |
|
|
|
|
|
#15 | |
|
agaclar.net
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#17 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 05-04-2007
Şehir: Appleton-İngiltere
Mesajlar: 1,706
|
"Biri mi" yoksa "birisi mi" doğru?
Forumda yapılan yazım hataları o kadar çok ki, bu soru yapılan hataların yanında önemsiz bir ayrıntı gibi durabilir. Ancak, ben kendi görüşümü bildirmeden önce yeni bir konu açmak istedim. Biri mi doğru yoksa birisi mi? Birkaç örnek vereyim: Türkçe'de: İki - ikisi Altı - altısı Yedi - yedisi diyoruz ve bu doğrudur çünkü i veya ı gibi ince seslilerle veya Ankara- Ankarası Koru- korusu Soru - Sorusu gibi kalın seslilerle biten sözcüklerden sonra, -s- kaynaştırması getirerek söylüyoruz. Ama: üç - üçü (üçüsü değil!) beş - beşi (beşisi değil!) sekiz - sekizi (sekizisi değil!) on - onu (onusu değil) onbir - onbiri (onbirisi değil!) dediğimiz halde Neden "Bir" için "Biri" dememiz gerekirken bazen "Birisi" diyoruz? Anlamıyorum! Anlayan varsa bana anlatsın lütfen! |
|
|
|
|
|
#18 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
"Birisi" dediğimiz zaman bir kişiden, -belirsiz bir kişiden- bahsediyoruz. İngilizce "somebody" gibi. "Birisi kitabı raftan almış." Bu anlamda da "birisi" yerine "biri" ni kullanabileceğimizi sanıyorum. |
|
|
|
|
|
|
#19 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 05-04-2007
Şehir: Appleton-İngiltere
Mesajlar: 1,706
|
"Birisi" dediğimiz zaman bir kişiden, -belirsiz bir kişiden- bahsediyoruz. İngilizce "somebody" gibi. "Birisi kitabı raftan almış." Bu anlamda da "birisi" yerine "biri" ni kullanabileceğimizi sanıyorum. Sn Nel Sizinle aynı görüşteyim. Aslında bu bizim işgüzarlığımız değil mi? Nedense, "bir" sözcüğüne de bahsettiğiniz tüm amaçlar için sadece bir -i takısı yeterliyken, toplumda birçok kişi nedense bunu yeterli görmeyip, bir -s- kaynaştırmasıyla bir -i takısı daha ekliyor. Bence bu ikinci -i takısı son derece gereksiz. Birincisi zaten bu işi dil bilgisi açısından yapıyor. Herhalde halkımız bunu sırf pekiştirmek için kullandı ve alışkanlık yaptı! Dil bilgisi açısından bence doğrusu "biridir." Buradan yola çıkarsak, nasıl "üçüsü geldi" demiyorsak, "birisi geldi" de dememeliyiz diye düşünüyorum. Aynı komik duruma düşülmüş olmuyor mu? Halk arasında sadece kulak alışkanlığı olduğu için garipsenmiyor olabilir ama benim kulağımı çok tırmalıyor! |
|
|
|
|
|
#20 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 02-05-2010
Şehir: Bandırma
Mesajlar: 121
|
Sayın Doğasever, Ben de açtığınız konuya ekleme yapmak istiyorum. Ünlüyle biten bir sözcüğe ünlü ile başlayan bir ek getirildiğinde araya "n, s, y, ş" kaynaştırma ünsüzlerinden biri girer: Yolcu-n-un Ora-y-a Anne-s-i iki-ş-er |
|
|
|
|
|
#21 |
|
Ağaç Dostu
|
Önce bu iki kelimeye (biri ve birisi) etimolojik (kökenbilim) olarak bakalım. biri>> (zamir) bir + i >> bir:isim kökü, -i: isimden isim yapma eki bir+i+s+i >> (zamir) bir:isim kökü -i:isimdem isim yapım eki -s-:kaynaştırma harfi -i:iyelik (aitlik) eki Anlam yönüyle bakacak olursak; Her iki kelime de canlılar için (hayvan,bitki,insan) kullanılabilir;ancak "birisi" sözcüğü yaygın olarak canlılar için kullanılmaktadır. Örnekler: biri>>> 1 . Bir tanesi: "Vagonun birine binip bölmelerden birine yerleşti."- M. Ş. Esendal. 2 . Bilinmeyen bir kimse: "İhtimal, hırsız Eşref'in hayranlarından biriydi."- O. S. Orhon. 3 . Yüklem durumunda olan bir ad tamlamasının belirtileni olarak kullanıldığında belirtenin hor görüldüğünü anlatan bir söz: "Kendisi vaktiyle arabacının biri idi."- . birisi>> Herhangi bir kimse: "Birisi sezecek olsa kim bilir ne dedikodular çıkarılırdı."- E. Bener. |
|
|
|
|
|
#23 | |
|
Ağaç Dostu.
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,527
|
Alıntı:
İşte böyle bir öztürkçe düşmanlığı vardı bu hocamızın.. Yukarıdaki yazıyı okuyunca bu anılar geldi aklıma.. |
|
|
|
|
|
|
#24 |
|
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,026
|
Bu sözcüklerin hepsi kullanılabilir ve yerine göre biribirlerinin de alternatifi olmayabilirler. Metnin konusuna, uslûba, gidişata, kime yazıldığına ya da söylendiğine göre bazen "tabiat" iyi gider, bazen de "doğa" ![]() |
|
|
|
|
|
#25 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 23-10-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 1,796
|
Atatürk' ün TDK' yı kurmadaki amacı, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak, arı bir dile dönüşümünü sağlamaktı ki; kurtuluş savaşıyla başlattığı bağımsızlık hareketi, tek boyutlu bir hareket olma özelliğini asla taşımadı. "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır." Sözüyle mücadelenin siyasi, ekonomik, ve kültürel boyutlu olduğuna dair vurgusunu farketmek gerek. Nitekim, cumhuriyeti kurduktan sonra savaş yorgunu bir ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşulların yetersizliğinin ardına sığınılmadan, hızla gerçekleştirilen yeniliklerden ve ülkeye kazandırılan bir dizi kurumdan TDK, yalnızca biridir. Hangi konuda olursa olsun; bilimsel dayanağı olmayan bir eleştirinin bana göre hiç bir değeri olamaz. "doğa" ve "örneğin" sözcüklerine değinmek gerekirse türedikleri sözcükler incelendiğinde; kökenlerinin yine Türkçe sözcüklerden oluştuğunu görürüz. Biri "doğmak", diğeri ise "örnek" sözcüğünden türemiştir ki; ikisi de öz be öz Türkçe sözcüklerdir. Buna karşın, "tabiat" ve "misal" ise arapça kökenlidir ve kültür etkileşiminin bir sonucu olarak dilimize yerleşen sayısız yabancı sözcükten sadece iki tanesidir. Osmanlıca, başta arapça ve farsça, sonraları (sanırım kapitülasyonlardan sonra) fransızca kökenli sözcüklerin de etkisiyle öz Türkçe olma özelliğinden uzaklaşmış, deyim yerindeyse karma bir dile dönüşmüştü. TDK' nın uzunca bir zamana yayılan ve dil bilimcilerin katkılarıyla gerçekleştirdiği çalışmalar, dilimizi özgürleştirmek adına yapılmıştır. Unutulmamalıdır ki; diline yabancılaşan bir toplum, aslında kendine yabancılaşmaktadır ve aklı başıda hiç kimse o toplumun özgür olduğu iddiasında bulunamaz. Ve........Dilini önemsemek, doğru, düzgün ve etkili kullanma duyarlılığını göstermek; kendine, değerlerine ve toplumuna değer verenlerin çabasıdır. Asla züppelik gibi basit ve yüzeysel değerlendirmelerle tanımlanamaz. Düzenleyen aygün : 23-11-2010 saat 00:03 Neden: ekleme |
|
|
|
|
|
#26 | |
|
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Alıntı:
Çok güzel Türkçe konuşmak ayrı birşey bunu yazıya dökmek ayrı birşey .Çok iyi biliyorum ki pek çok üye yazmaktan bu yüzden çekiniyor .Aslında ilk yazdığım mesajlara bakıyorum da ne kadar çok hata yapmışım . Zamanla yaza yaza gelişiyor .Bu yüzden arkadaşlarımız yazmaktan çekinmesinler .Hatalı yazılarını daha sonra dönüp düzeltebilirler . En çok dikkatimi çeken özel isimlerin büyük harfla yazılamaması ,Hele Türk ,Türkçe yazarken kullanılan küçük harfler mutlaka düzeltilmeli |
|
|
|
|
|
|
#27 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 23-10-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 1,796
|
Sayın Cumhur Tonba merhaba... Alıntı yaptığınız üyenin o mesajına duyduğum tepkiden yola çıkarak yazmıştım ben de. Bir yanlışlık mı var, bana mı öyle geldi? Çünkü ortak bir nokta da bulunduğumuza göre cevabınız mesajını eleştirdiğiniz üyeye gitmeliydi diye düşünüyorum. Dilimize yerleşmiş sözcüklerin bir kalemde silinip atılmasının gerektiği şeklinde algılanacak bir cümlem olmadığı gibi iddiam da yok. Kaldı ki; bu ha diyince olabilecek bir şey de değil zaten. Gerekli olup olmadığı tartışılabilir doğal olarak. Yazının odaklandığı konu bu değil. Dediğim gibi, alıntı yaptığınız üyenin söz konusu mesajına bir tepkiydi. Yalnız, mesajınızda bir link göremedim. İyi bayramlar... Düzenleyen aygün : 15-11-2010 saat 13:40 |
|
|
|
|
|
#28 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Saygı ve sevgilerimle. Dilerim affedersiniz. İş 314 e göndereceğim link de buydu. http://www.agaclar.net/forum/showpos...4&postcount=55 Düzenleyen Cumhur Tonba : 15-11-2010 saat 22:32 |
|
|
|
|
|
|
#29 | |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 23-10-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 1,796
|
Alıntı:
De, benim de bir keresinde bir üyemize yaptığım gibi, şu 'Bey' i de 'Hanım' yapsak tam olacak ![]() Sağlcakla kalın. |
|
|
|
|
|
|
#30 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Artık buralardan uzaklaşıp biraz ortalıkta gözükmemem lazım. Engin hoşgörünüz için minnettarım. (Tüm düzeltmeler yapılmıştır) |
|
|
|
|
![]() |
|
|