agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/)
-   -   Temiz Besin Hareketi "GDO'lu ise Bilmek Hakkımızdır" (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/20185.htm)

Erdem 24-02-2013 13:55

Arkadaşlar Türkiye'de buğday üretimi konusunda sıkıntı yok.

TÜİK Yıllara Göre Buğday Üretimi Miktarları

Bakın TÜİK istatistiklerine baktığımız zaman yaklaşık 20 milyon ton buğday üretimimiz olduğunu görüyoruz. Tüketimimiz de 17, 18 milyon ton civarında.

TMO: Türkiye'nin buğday stoğu yeterli - Ekonomi Gündemi- ntvmsnbc.com

Dünya rakamlarına baktığımız zaman buğday stokları 2007 yılında 120 milyon, 2008 yılında 168 milyon, 2009 yılında 168 milyona çıkmış. Gene pirinç stoklarına baktığımız zaman dünyada hiç pirinç üretilmese bile Türkiye gibi 165 ülkeyi besleyecek kadar pirinç bulunuyor.

Maalesef buğday ülkesi Türkiye buğday ithal ediyor.

Peki 'dünyada kıtlık olacak' diyenlerin ve GDO'lu ürünlerin ithalinin perde arkasında ne var?

Maalesef Türkiye'de tarım ve hayvancılık bitirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de arazileri yabancılar da alabilir diye kanunlar çıkarılıyor.

Başka ülkelerde de bunlar yapılıyor. Nasıl yapılıyor? Çiftçinin bankaya borcu var. Çiftçinin imza ettiği sözleşmenin arkasına küçücük 'Banka istediği zaman borcunu alır' yazarmış. Banka borcunu ödeyemez. Hemen arazisini, hatta oturduğu evini alırlar. Sonra bir bakmışsınız toprakları yabancılar alıvermiş, tarım da bitmiş; hayvancılık da bitmiş.

Bunlar kendiliğinden olan işler değil. Dünya da oluyor burada da oluyor. Mesela Kargil firması gelip İznik Gölü'nün kenarına tabiat yerine fabrika kuruyor.

Bir gizli cemiyet üyesi olduğu için belirli makamlara getirilenler de vatan topraklarının yabancıya satılmasına, GDO'lu ürünlerin ülkeye sokulmasına eyvallah diyorlar.

Bu 'yeni dünya düzeni' ideolojinin asıl amacı da ulus devletleri yok etmek, insanlığın nüfusunu kırmak. Kökü dışarıda bir takım örgütler ve bunların yurtiçindeki işbirlikçileri moleküler biyoloji biimini ülke güvenliğini tehdit eden bir silah olarak insanımıza karşı kullanıyorlar.

1974'te Kissinger'ın hazırladığı NSSM200 kod adlı gizli raporun konusu "bir ABD dış politikası olarak nüfus kontrolü" idi. Bu raporda, içlerinde Türkiye, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin bulunduğu 13 ülkenin, soğuk savaş sırasında ABD'ye gerekli olan mühim ham maddelere sahip olduğu ve dolayısıyla bu ülkelerde nüfus artışının önüne geçmek gerektiği yazılıdır.

Bu belgeye şu adresten erişebilirsiniz.

http://1.usa.gov/M3VBG

Fagus Sylvatica 24-02-2013 15:11

Çoğu düşüncenizi paylaşıyorum sayın erdem26. Ancak ben tüm dünya için konuşurken Türkiye'den örnek verdim. Bana kalırsa Tüm dünya'da nüfus artış hızı düşürülmeli. Bu yalnız Türkiye ya da Endonezya'yı değil tüm dünyayı ilgilendirir. Hiç bir ülke, kaos yaşayan kıtlık içindeki bir dünyadan kendini soyutlayamaz. Bunu engellemek içinse birlikte hareket edebilmeliyiz. Hindistan'da hala nüfus artışına karşı bir hamle yapılmadı. Düşünün; 1960larda 450 milyon civarı olan nüfus şimdi 1,2 milyarı aştı. Bu korkunç bir artış ve 1,2 milyar aç insan zor bir dönemde her şeyi yapabilir. Bir de Hindistan'ı 300 milyon nüfusla düşleyin. O müthiş verimli topraklar büyük bir zenginlik kaynağı olurdu ve Hindistan belki şimdi Asya'nın en refah içindeki ülkelerinden biri olurdu. Ya da Japonyanın nüfusu 120 milyon değil 60 milyon olsaydı (ki bu bile toprakları için fazla), Japon halkı hayatını betonlaşmış şehirlerde, gökdelen tepesinde doğadan uzak küçük evllerde yaşamaz, İngiliz ve Fransızlar gibi bir bahçe sahibi olabilirlerdi. Daha az nüfus demek, zenginliğin daha az kişiye paylaştırılması demektir. Örneğin Norveç, 5 milyon nüfusu var ve müthiş bir refah var, İsviçre, Finlandiya, İsveç... İki seçeneği var dünyanın ya kaynaklarına göre nüfuslanır, **** açlık ve GDO'lu besinlere mahkum olur, Ya İsviçre gibi olur ya da Hindistan gibi. Ama tabii bunun için tüm dünyanın ortak karar alması gerekli (BM'yi unutun gitsin, hiç bir işe yaramayacaktır). Bir de buğday konusunda asıl bahsetmek istediğim Fransa en büyük 5., Almanya 7. büyük üreticiyken niye Türkiye'nin 10. sırada olduğu. Bu Avrupa'da 4. sıradayız demek Ukrayna'dan sonra. Halbuki en uygun ülke Türkiye...

Erdem 24-02-2013 19:06

Sayın Fagus Sylvatica Türkiye'deki nüfus artış hızı 2000 yılından itibaren binde 20'nin altına düştü. 2010'da binde 15,9 ve nihayet 2011 yılında binde 13,5 olarak belirlendi. Nüfus artışı aynı ivmeyle devam ederse bir müddet sonra eksiye dönecek, yani nüfusumuz azalacak. Avrupa'ya baktığımız zaman nüfus artışı eksilerde. Bu ne demek? Avrupa'nın pazardaki rekabet gücünü yitirmesi hem sosyal güvenlik sisteminin tersine dönmesi demek.

Şimdi verdiğiniz Hindistan örneğine gelecek olursak nüfus 300.000 olsa da 1 milyar da olsa sonuç değişmeyecek.

Hindistan, tarihte sömürgeci devletler tarafından ortadan kaldırılmak istenen ya da tesiri kırılmak istenen milletlerden bir tanesi. İngilizler tarafından sömürge haline getirilmiş. İngilizler Hindistan'da bu oyunu oynadıkları zaman herkes İngilizce öğrensin, öğrensin ki ilelebet köle olsunlar, fizik matematik öğrenemesinler, kafaları dumura uğrasın, düşünemez bir toplum haline gelsin istemişler.

Hatta İngilizler matematik diye logaritma cetvellerini ezberletmişler!

Son derece münbit, her türlü ürünü, tarımı olan ülkelere sömürgeci ülkeler gelmiş, toprakları ellerinden alınmış, bütün topraklarında aynı ürün yetiştirmiş. Biliyorsunuz muz cumhuriyetlerinde bu ürün muzdur. Topraklarını bir iki şirket almış hatta bedavaya.

'Yabancılar geliyor, bütün topraklarını ellerinden alıyor' Toprağı işleten, toprağın sahibi yabancı orada tek ürün yetiştiriyor. Bu tek ürünü o yabancı şirket alıp götürüyor, başka yerlere satıyor, ondan sonra tabi bütün getirisi kendine kalıyor. Ahaliye ne kalıyor? Hiç. Sadece cüzi ücretlerle ırgatlık yapmak düşüyor. İşte çağdaş ve küresel kölelik düzeni.

Şimdi Orta Anadolu'da da küresel kraliyetçi yabancı şirket patates yetiştirecek. Niğde, Kırşehir, Eskişehir vb. tarım arazileri verildi- ve tek ürün yetiştirecekler patates..

http://www.fibhaber.com/ekonomi/nevs...nde-h3333.html

Fagus Sylvatica 24-02-2013 19:25

İşte tam da sizin dediğiniz nedenle BM bir işe yaramaz dedim. Çünkü küresel şirketlerin yönettiği büyük devletlerin oyuncağı. Ama nüfusun fazla olmasının bir sorun. Örnek vermek gerekirse (bir kitapta okumuştum, rakamı yanlış hatırlıyor olabilirim ama bu civarlarda absürt bir rakamdı) eğer ortalama bir Çinli ortalama bir Amerikalı kadar enerji tüketseydi, dünyanın şimdiden 36 kat fazla enerji üretmesi gerekirdi. Hiç birimiz şimdiki yaşam standartlarımızdan bir şey kaybetmek istemediğimize göre, bu sorunu en az standart kaybıyla atlatabilmemiz için daha az nüfuslanmış bir dünya gerek. Başka bir deyişle, ne ABDlilerin bu kadar savurgan olmaya hakkı var, ne de Çinli veya Hintliler doğuştan şanssız olmalı. Tabii bunun için, dediğim gibi dünya ortak hareket etmeli ve bunun için de sizin dediğiniz gibi emperyalist devletlerin bencilce davranışlarından en azından bu konu için vazgeçmeleri gerekiyor.

Adalet Yağcı 30-03-2013 16:51

1 Eklenti(ler)
Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil.
Şehir efsanesi mi?
Siz karar verin.

Eklenti 383586

facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum.




Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri'

Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz.

Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler.

Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım.

1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir.
1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır.

1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!).

1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.]

1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.]

1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir.

1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.]

1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir.
1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar.

1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar.
1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar.
1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı.

Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!]

1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer.

1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır.
1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar.

1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G:D. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür.

1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar.

1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır.
1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder.

1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir.
2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir.
2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir.
2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır.

2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır. [Bu şirketin önemi, üç steril tohum ya da diğer adlarıyla Terminatör Tohum ya da İntihar tohumu patentinin sahibi olmasıdır. Bir sonraki yıl kullanılamayan bu tohumların satışına henüz için çıkmamış olsa da, yakın bir gelecekte çıkacağına kesin gözüyle bakılmakta. Ayrıca, 2001-2006’da D &PL’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’ın hükümet raporları ve sertifikasyonları elde etmek için Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bazı çalışanlarına yaklaşık 43 000 dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştır. D & PL ve Turk Deltapine ABD’de 300 000 dolar ceza ödemeye mahkum edilmiştir.]

2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte.
2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder.

2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir.
2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, “The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

Not: Facebook 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasından alıntıdır.

MeyveliTepe 21-04-2013 15:57

Institute of Responsible Technology'den
 
"American Academy of Environmental Medicine (AAEM) 2009'da, kısırlık, bağışıklık problemleri, hızlı yaşlanma, hatalı insülin düzeni ve ana organlar ile sindirim sisteminde değişimler de dahil "Çeşitli hayvan deneyleri genetiği değiştirilmiş (GDO'lu) gıdaların ciddi sağlık risklerini işaret ettiğini" belirtti. AAEM doktorlardan tüm hastaların GDO'lu gıdalardan kaçınmaları tavsiyesinde bulunmalarını istedi.

1992'de FDA (Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi) GDO'lu yiyeceklerin GDO'lu olmayanlardan önemli bir farkı olduğuna dair bilginin mevcut olmadığını deklare etti. Böylece GDO'lı gıdayı yemenin güvenli olduğu ve GDO'lu gıdalar için gıda güvenliği araştırmalarının kesinlikle gerekmediği belirtilmiş oluyordu. Fakat bir dava sebebiyle açığa çıkan iç yazışmalarda FDA'in bu pozisyonunun GDO'ları teşvik eden Beyaz Sarayın gereken direktifler için yaptığı politik atamalar sonucu olduğu meydana çıktı. FDA'in bu politikasını belirlemekle görevli Michael Taylor'un önceki işi Monsanto'nun avukatlığı idi ve sonradan da bu şirketin başkan yardımcısı oldu.

Gerçekte, FDA bilim insanları GDO'lu gıdanın allerjiler, toksinler, yeni hastalıklar ve beslenme bozuklukları da dahil, önceden kestirilemeyen, tesbit edilmesi zor yan etkilere sebep olabileceği konusunda defalarca kez uyarılarda bulundular, uzun süreli güvenlik araştırmaları yapılması gerektiğinde ısrar ettiler fakat dikkate alınmadılar.

Bugün, kimyasal ürünlerinin toksik olduğunu gizlediği için suçlu bulunan bu biyoteknoloji şirketleri, kendi ürettikleri GDO'Lu gıdaların güvenli olup olmadığını saptamakta da sorumlu tutuluyorlar. Endüstrinin finanse ettiği bu GDO güvenlik araştırmaları potansiyel tehlikeleri ortaya çıkarmakta fazlasıyla yüzeysel ve anlamsız bir gerçeği gizleme çabası olarak FDA ile birlikte şirketlerin bu gönüllü konsültasyonları çokça eleştiriliyor.

GDO'lu soya ve allerjik reaksiyonlar
  • GDO'lu soyadan sonra İngilterede soya allerjisi %50 arttı.(8)
  • Deri prik allerji testleri bazı insanların doğal soyaya reaksiyon göstermezken GDO soyaya reaksiyon gösterdiğini ortaya koydu.(9)
  • GDO'lu soyanın doğal soyada bulunmayan yeni beklenmedik allerjen içerdiği belirlendi.(11)
GDO'lar sizi GDO'lu olmayan yiyeceklere allerjik yapabilir.
  • GDO'lu soya farelerde sindirim enzimlerini önemli ölçüde azalttı. GDO'lar sizin sindirim sisteminizi de zayıflatırsa çok çeşitli yiyeceklere karşı daha duyarlı ve allerjik olabilirsiniz (21)
  • Farelere yedirilen bt-toksin, daha önceden zararsız olan yiyeceklere bağışıklık reaksiyonları gösterilmesine sebep oldu (22) (23).
GDO'lar ve karaciğer problemleri
  • GDO'lu patatesle beslenen farelerde daha küçük ve kısmen dumura uğramış karaciğerler görüldü (24).
  • GDO'lu kanola ile beslenen sıçanlarda karaciğerlerin %12-16 daha ağır olduğu belirlendi (25).
  • GDO'lu soya ile beslenen farelerde karaciğer hücreleri bir toksik saldırı izlenimi verecek şekilde değişti. GDO'lu olmayan soyaya dönüldüğünde tekrar eski haline geldi.(27)
GDO'lar, doğurganlık problemleri ve bebek ölümleri
  • GDO'lu soya ile beslenen anne farelerin bebeklerinin yarıdan fazlası ilk üç haftada öldü (28)(33).
  • GDO'lu soya ile beslenen erkek sıçanlar (29) ve farelerde (30), farelerde değişen genç sperm hücreleri de dahil testisler değişti.
Kısırlık, hastalık ve ölümle ilişkili BT ürünleri
  • Hindistanda, hasat sonrası BT pamuk tarlalarında otlayan koyun, manda ve keçilerin bir çoğu öldü kalanlarda sağlık problemleri ve kısırlık görüldü (34).
  • Avrupada çiftçiler BT Mısır yiyen inek, manda, tavuk ve at ölümleri olduğunu bildirdi (35).
  • İki düzine kadar Amerikalı çiftçi bt-mısır çeşitlerinin domuz ve ineklerde kısırlık problemine yol açtığını bildirdi (36)
  • Filipinlerde, bt-mısır tozlaşma döneminde beş köy hasta düştü (37).
  • GDO'lu patates ile beslenen farelerin mide yüzeyinde kanser başlatabilen aşırı hücre büyümesi görüldü. Fareler aynı zamanda organ ve bağışıklık sistemi tahribatına uğradılar (38).
Genetiği Değiştirilmiş genler içinizde kalır.
İlaçlarda yapılan güvenlik değerlendirmelerinin aksine GDO'lu yiyeceklerde insan klinik takipleri yapılmaz. Tek yayınlanmış insan beslenme deneyimi, GDO'lu soyadaki genetik malzemenin bağırsaklardaki canlı bakterilere geçtiği ve orada işlevlerini devam ettirdiğini ortaya koydu (39). Bunun anlamı, GDO'larla beslenmeyi durdurduktan sonra uzun bir süre sonra dahi GDO proteinlerinin içimizde üremeye devam edebileceği.
  • GDO'ların çoğuna eklenmiş olan antibiyotik genleri vücudumuzda transfer olur ise süper hastalıklar ve antibiyotiklere direnç yaratabilir.
  • BT-toksinlerini yaratan genler olur ise, bağırsaklarımızdaki bakteriler yaşayan bir pestisit fabrikasına dönebilirler.
  • Hayvan çalışmalarında, yiyeceklerdeki DNA'nın vücudumuzdaki organlara, hatta fetüse taşınabildiğini gösterdi (40)
Genetiği Değiştirilmiş beslenme takviyeleri ölümcül salgınlara sebep olabilir.
1980'lerin sonunda genetiği değiştirilmiş bakteriye ürettirilen L-tryptophan içerikli bir besin takviyesi 100 civarında kişinin ölmüne, bazılarında kalıcı hasarlar olmak üzere binlerce kişinin de hastalanmasına yol açtı. Hastalığın hızlı gelişip ve şiddetli akut etkiler göstermesi, etkilerin başka bir bilinen hastalığa benzememesi sebebiyle bir kaç yıl içinde tanımlanabildi. (41)
Yavaş gelişen, akut değil de kronik etkiler gösteren, semptomları başka bilinen hastalıklara benzemesi durumunda tanımlanabilmesi ve önlenebilmesi mümkün olmayabilirdi.

Şayet GDO'lu yiyecekler bilinen hastalıklara sebep oluyor ise veya etkileri uzun süreli kullanımdan sonra ortaya çıkıyor ise, bu hastalıkların sebebi on yıllar geçse de anlaşılamayabilir.

GDO'larla ilişkili hastalıkların gözlenmesi gibi bir süreç, ya da uzun süreli hayvan deneyleri mevcut değil. Büyük yatırımlar yapmış olan biyoteknoloji şirketleri kârları için başta Amerikan toplumunun sağlığı üzerinde kumar oynuyorlar.

[8] Mark Townsend, "Why soya is a hidden destroyer," Daily Express, March 12, 1999.
[9] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7).
[10] A. Pusztai and S. Bardocz, "GMO in animal nutrition: potential benefits and risks," Chapter 17, Biology of Nutrition in Growing Animals, R. Mosenthin, J. Zentek and T. Zebrowska (Eds.) Elsevier, October 2005.
[11] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7).
[21] M. Malatesta, M. Biggiogera, E. Manuali, M. B. L. Rocchi, B. Baldelli, G. Gazzanelli, "Fine Structural Analyses of Pancreatic Acinar Cell Nuclei from Mice Fed on GM Soybean," Eur J Histochem 47 (2003): 385–388.
[22] Vazquez et al, "Bacillus thuringiensis Cry1Ac protoxin is a potent systemic and mucosal adjuvant," Scandanavian Journal of Immunology 49 (1999): 578–584. See also Vazquez-Padron et al., 147 (2000b).
[23] V. E. Prescott, et al, "Transgenic Expression of Bean r-Amylase Inhibitor in Peas Results in Altered Structure and Immunogenicity," Journal of Agricultural Food Chemistry (2005): 53.
[24] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84
[25] Comments to ANZFA about Applications A346, A362 and A363 from the Food Legislation and Regulation Advisory Group (FLRAG) of the Public Health Association of Australia (PHAA) on behalf of the PHAA, "Food produced from glyphosate-tolerant canola line GT73," Institute of Health and Environmental Research - Welcome to the IHER website
[26] M. Malatesta, C. Caporaloni, S. Gavaudan, M. B. Rocchi, S. Serafini, C. Tiberi, G. Gazzanelli, "Ultrastructural Morphometrical and Immunocytochemical Analyses of Hepatocyte Nuclei from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Cell Struct Funct. 27 (2002): 173–180.
[27] M. Malatesta, C. Tiberi, B. Baldelli, S. Battistelli, E. Manuali, M. Biggiogera, "Reversibility of Hepatocyte Nuclear Modifications in Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Eur J Histochem, 49 (2005): 237-242.
[28] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9.
[29] Irina Ermakova, "Experimental Evidence of GMO Hazards," Presentation at Scientists for a GM Free Europe, EU Parliament, Brussels, June 12, 2007

[30] L. Vecchio et al, "Ultrastructural Analysis of Testes from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," European Journal of Histochemistry 48, no. 4 (Oct–Dec 2004):449–454.
[31] Oliveri et al., "Temporary Depression of Transcription in Mouse Pre-implantion Embryos from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," 48th Symposium of the Society for Histochemistry, Lake Maggiore (Italy), September 7–10, 2006.
[32] Alberta Velimirov and Claudia Binter, "Biological effects of transgenic maize NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice," Forschungsberichte der Sektion IV, Band 3/2008
[33] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9.
[34] "Mortality in Sheep Flocks after Grazing on Bt Cotton Fields—Warangal District, Andhra Pradesh" Report of the Preliminary Assessment, April 2006, Mortality in Sheep Flocks after grazing on Bt Cotton fields
[35] Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; and Mae-Wan Ho and Sam Burcher, "Cows Ate GM Maize & Died," ISIS Press Release, January 13, 2004, Cows Ate GM Maize & Died
[36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press.
[37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004.

[36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press.
[37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004.
[38] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84; Stanley W. B. Ewen and Arpad Pusztai, "Effect of diets containing genetically modified potatoes expressing Galanthus nivalis lectin on rat small intestine," Lancet, 1999 Oct 16; 354 (9187): 1353-4; and Arpad Pusztai, "Facts Behind the GM Pea Controversy: Epigenetics, Transgenic Plants & Risk Assessment," Proceedings of the Conference, December 1st 2005 (Frankfurtam Main, Germany: Literaturhaus, 2005)
[39] Netherwood et al, "Assessing the survival of transgenic plant DNA in the human gastrointestinal tract," Nature Biotechnology 22 (2004): 2.
[40] Ricarda A. Steinbrecher and Jonathan R. Latham, "Horizontal gene transfer from GM crops to unrelated organisms," GM Science Review Meeting of the Royal Society of Edinburgh on "GM Gene Flow: Scale and Consequences for Agriculture and the Environment," January 27, 2003; Traavik and Heinemann, Genetic Engineering and Omitted Health Research; citing Schubbert, et al, "Ingested foreign (phage M13) DNA survives transiently in the gastrointestinal tract and enters the bloodstream of mice," Mol Gen Genet. 242, no. 5 (1994): 495–504; Schubbert et al, "Foreign (M13) DNA ingested by mice reaches peripheral leukocytes, spleen, and liver via the intestinal wall mucosa and can be covalently linked to mouse DNA," Proc Natl Acad Sci USA 94, no. 3 (1997): 961–6; Schubbert et al, "On the fate of orally ingested foreign DNA in mice: chromosomal association and placental transmission to the fetus," Mol Gen Genet. 259, no. 6 (1998): 569–76; Hohlweg and Doerfler, "On the fate of plants or other foreign genes upon the uptake in food or after intramuscular injection in mice," Mol Genet Genomics 265 (2001): 225–233; Palka-Santani, et al., "The gastrointestinal tract as the portal of entry for foreign macromolecules: fate of DNA and proteins," Mol Gen Genomics 270 (2003): 201–215; Einspanier, et al, "The fate of forage plant DNA in farm animals; a collaborative case-study investigating cattle and chicken fed recombinant plant material," Eur Food Res Technol 212 (2001): 129–134; Klotz, et al, "Degradation and possible carry over of feed DNA monitored in pigs and poultry," Eur Food Res Technol 214 (2002): 271–275; Forsman, et al, "Uptake of amplifiable fragments of retrotransposon DNA from the human alimentary tract," Mol Gen Genomics 270 (2003): 362–368; Chen, et al, "Transfection of mEpo gene to intestinal epithelium in vivo mediated by oral delivery of chitosan-DNA nanoparticles," World Journal of Gastroenterology 10, no 1(2004): 112–116; Phipps, et al, "Detection of transgenic and endogenous plant DNA in rumen fluid, duodenal digesta, milk, blood, and feces of lactating dairy cows," J Dairy Sci. 86, no. 12(2003): 4070–8.
[41] William E. Crist,Toxic L-tryptophan: Shedding Light on a Mysterious Epidemic; and Jeffrey M. Smith, Seeds of Deception, Yes! Books, Fairfield, IA 2003, chapter 4, Deadly Epidemic
"

MeyveliTepe 22-04-2013 00:47

1 Eklenti(ler)
Bir araştırma kuruluşu olan Milken Institute'un 2003-2023 yılları arasında ABD'de yaşayan insanların kronik hastalıklar bakımından durumunu gösterir projeksiyon yapmış. Bu projeksiyon, başta sigorta endüstrisi olmak üzere önümüzdeki yıllarda muhtelif kurumlar tarafından strateji geliştirmekte kullanılıyor.

Eklenti 393704

Buna göre 2003-2023 yılları arasında nüfüs %19 oranında artarken kanserler %62, akıl hastalıkları (başta alzheimer olmak üzere) %54 artacak.

Görünüşe göre amerikalıların sağlık sigortası primleri artacak, ekonominin sağlıktan beslenen bölümü gelişecek çünkü sigorta dahil sağlık için harcanan para miktarı önemli ölçüde artacak.

Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor. Ancak araştırmada son yıllarda tamamen GDO'lardan ve GDO'lu soya ve mısırın farklı işlenmiş versiyonları ve GDO'lu rGBH büyüme hormonları ile şişirilmiş hayvanlardan oluşan beslenme düzeninin dışına çıkılamamasının rolünden bahsedilmiyor.

Bahsedilmemesi de normal çünkü ABD'de GDO'ların kronik hastalıklara etkisi ile ilgili tek bir araştırma mevcut değil. Yapılmasına da GDO şirketleri izin vermiyor.

Son imzalanan kanun da bu durum dikkate alındığında çok anlamlı. Halk arasında Monsanto'yu koruma kanunu da denen bu yasaya göre, herhangi bir GDO'nun sağlığa zararlı olduğu net bir şekilde ortaya çıksa dahi Amerikan mahkemeleri bu GDO'nun satışını ve piyasaya sunumunun devamını durduramayacak, böyle bir yetkileri olmayacak. Böylece biyoteknoloji şirketleri kendi ülkelerinde mahkemelerin de üzerine çıkarak bir tür dokunulmazlık kazanmış oluyorlar.

AÇakıcı 22-04-2013 04:17

bir de GDO'lu ormanlar sorunu var. çok hızlı büyümesi sağlanan bu ağaçların bu kadar hızlı büyümeyi kaldırması için sentetik lif adı da verilen ve çok zor çürüyen bir lif yapısı bulunuyor. GDO'lu ağaçların çoğunda bu gen var. ve bu ormanlar denetimsiz bir şekilde yayılmaya devam ediyor. En çok GDO ormanları Brezilya, Çin, Şili, Güney Afrika ve Uruguay'da bulunuyor. en çok GDO'lu ağaç türleri ise Populus , Pinus , Liquidambar (Sweet Gum Tree) ve Okaliptüs. GDO'lu ağaçlar kuruduktan ve çürüdükten sonra bile bakteriler ve böcekler tarafından kolay kolay yok edilemiyorlar. bu nedenle de bulundukları bölgede istilacı konumundalar. neredeyse hiçbir düşmanları olmadığı için de hızla yayılıyorlar. bunlarda en büyük tehlikenin neredeyse hiç çürümeyen lif yapıları olduğu söyleniyor. ayrıca bazı ağaç ve kök kanserinin de bu GDO'lu ağaçların bulunduğu bölgelerde çok hızlı yayıldığına dair söylentiler var. bu GDO'lu türler tek tip DNA yapısına sahip oldukları için bu tür bir hastalığa yakalandıklarında bu hastalık çok daha hızlı yayılıyormuş. Doğal ormanda aynı türden ağaçlar ebeveynlerinin taşıdığı farklı genlerden dolayı birbirinden farklı DNA yapısına sahiptir. bu farklılık bazı hastalıkların yayılmasını engeller ve geciktirir. ama GDO'lu ormanlarda bu maalesef mümkün değil.

MeTePe 30-05-2013 21:23

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1142740)
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

Konuya bir süredir katılımda bulunmuyordum.

Sn. MeyveliTepe'nin yazdığı konuların nerediyse tamamı ciddi DEMAGOJİ içeriyor. Bunu bazı doğru bilgileri YANLIŞ yorumlayarak ikna edici bir tarzda ortaya koyduğunu kabul etmek gerek.

Ancak şu yukarıdaki mesajda konuyu bağladığı noktaya DEMAGOJİNİN ŞAHI demekten başka bir şey gelmiyor elimden...

Ben tıp doktoruyum... ama yukarıdaki tabloya bir göz atıp yorumlamak için doktor olmaya gerek yok!

Bakalım, hangi hastalıkların insidansında artış bekleniyor? Şeker, felç, yüksek tansiyon, akciğer hastalıkları vs...

Peki, eğitimli değil de sıradan bir vatandaş olarak can alıcı soruyu soralım... Bu hastalıklar 15 yaşında mı çok görülür, yoksa 75 yaşında mı?

Şimdi kendimizi bir embesil yerine koyalım ve diğer soruyu soralım... Yaşa bağlı hastalıklarda artış olması, gençlerde bu hastalıkların arttığını mı gösterir, yoksa yaşlı nüfusun arttığını mı?

Devam edelim... Yaşlı nüfusun artması, toplum sağlığının daha iyi olduğunu mu gösterir, yoksa kötülediğini mi?

Yine devam: Sağlıkla düzgün beslenme arasında bir ilişki var mıdır? Elbette... eskiden aç 25 yaşında insanlar veremden, tifodan falan ölüyorlardı.

Bu durumda, yaşlılığa bağlı hastalıkların artması >> yaşlı nüfusun artması >> insanların daha sağlıklı olum daha uzun yaşaması >> daha sağlıklı olmak için daha iyi beslenmesi

sonucu mu çıkar, yoksa GDO ("elbette bunun tamamen GDO'ya bağlayamayız gibi masumane bahanelerle") yüzünden bu hastalıkların arttığı sonucu mu?

EL İNSAF!!!

Şu yukarıdaki gerekçelerinizi komplo teorileriyle süsleyerek GDO karşıtları için kulağa hoş gelen hatalı bir mantıkla ortaya koymanız "bana göre" GDO taraftarlarının eline verilebilecek en önemli kozdur. Çünkü bu fanatik taraftarlığın, hiç bir neden-sonuç ilişkisine bakmaksızın gözü kara davranışından farklı bir yaklaşım değildir.

Yukarıda Sn. serpent'in verdiği hindistan örneğinde olduğu gibi, intiharların GDO kullanımından önce de var olduğu gerçeğini görmeksizin, raporu yazan kuruluşun kimden para aldığı gibi konulara girerek mevcut verileri yanlışlamak yerine konuya DEMAGOJİK açıklamalar getirme alışkanlığınız ne yazık ki bu konudaki mesajlarınızın çoğunda mevcut.

Bu tarzınız ise, ne yazık ki rasyonel bir tartışma ortamına yer bırakmıyor.

Bir GDO karşıtı olmanız, bunu kullanmak istememeniz, etiket istemeniz vs. gibi tercihleriniz benim saygı duyduğum şeyler. Ancak bunu sizin "pop" tartışma üslubunuzla devam ettirmek gibi bir niyetim yok.

Aklında soru işareti olacak kişiler için belirtmek isterim ki, en ufak bir tarım, hayvancılık, tohum, GDO vs. işiyle yakından uzaktan bir ilişkim yok. Yani, GDO kullanılmasından bir çıkarım olmadığı gibi, kullanılmamasından kişisel olarak kaybedeceğim tek bir kuruş yok.

Burada belli konulardaki itirazımın tek nedeni, sokakta yerde gördüğüm bir pet şişeyi alıp çöpe atmamla aynı nedendir.

***********************

Yukarıda bir mesajda dünyada 10 milyar insanı besleyecek gıda üretildiği söyleniyordu.... Doğrudur.

Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı?

Afrika'dan vazgeçtim... köprü altında yatan ayyaşa bir tas çorbayı kaç kişi içirdi? İçirseniz aç mı kalırdınız? Sizin çöpe attığınız yiyeceklerden her gün 2-3 kişi doyar.

Demek ki, söylemle eylem o kadar da birbirine uyan şeyler değil! Siz dünyada 10 milyar insanı besleyecek üretim var derken Afrika'da her gün onlarca aç çocuk ölmeye devam ediyor. Yani, lafla peynir gemisi yürümüyor.

MeyveliTepe 30-05-2013 22:53

Lobi İş Başında :)
 
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Sn. MeyveliTepe'nin yazdığı konuların nerediyse tamamı ciddi DEMAGOJİ içeriyor.

Konuyla ilgili ilk cümle olarak hoş bir başlangıç olmuş. DEMOGOJİ kelimesinin büyük yazılması da herhalde konu ile ilgili daha önce yazdıklarımın üzerine gölge düşürme çabasından kaynaklanıyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Bakalım, hangi hastalıkların insidansında artış bekleniyor? Şeker, felç, yüksek tansiyon, akciğer hastalıkları vs..

İlk iki sırayı alan Kanserler ve Akıl Hastalıkları (özellikle alzehimer) artış rakamlarını atlamışsınız.

Lobinin ikide bir "Amerikalılar bunu 15 senedir yiyiyorlar, bir şey oldu mu?" , "Kötü bir şey olsa kendi insanlarına yedirirler mi?" diye vatandaşı GDO yemeye ikna etme ifadeleri vardı. Bu laflar burada da sarfedildi.

Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Her ne kadar lobinin muteber bulmadığı bilimsel araştırmalarda GDO tüketiminin kanserler ile ilişkili olduğu yönünde bulgular bulunsa da, Milken Enstitüsünün yayını kanser ve alzheimer gibi hastalıklardaki artışın beslenme ve besinlerle ilişkili olabileceğini söylüyor ama bunu GDO'ya bağlayamıyor. Bağlayamaması da gayet normal çünkü GDO tüketiminin kronik hastalıklara etkisini ölçecek herhangi bir araştırma mevcut değil, yapılmasına da izin verilmiyor.

Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Lobi, gönül rahatlığıyla Türk insanlarının GDO yemeyi kabullenmelerini ikna yöntemi olarak "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesini kullanıyor. Bu ifadeye sn.MeTePe, sizin de hiç bir itirazınız olmamıştı, desteklemiş de olabilirsiniz. O toplumun sağlığının iyiye gitmiyor olması en azından "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" lafının geçersiz ve gerçek dışı olduğunu ortaya koyar. Bu da bir demogoji değildir.

IFPRI'nın raporundan da tuhaf bir şekilde bahsetmişsiniz. Siz o raporu okudunuz mu? Ben okudum, önemli şeyleri de satır satır çıkardım. Çok istiyorsanız onlar üzerinden yazışalım.

ayazkentli 30-05-2013 23:01

Sn. Meyvelitepe ve Metepe,

bu konu şu anda Habertürk kanalında da birçok uzman tarafından hararetle tartışılıyor.


Asıl konu dengeli beslenme ama burada bahsedilen konuya da zaman zaman değiniliyor.

MeTePe 31-05-2013 00:23

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1163529)
İlk iki sırayı alan Kanserler ve Akıl Hastalıkları (özellikle alzehimer) artış rakamlarını atlamışsınız.

Atlamadım... Siz "v.s." kısmını atlamışsınız.

Madem konusu açıldı, kanser ve akıl hastalıkları özellikle yaş ilerledikçe arış gösterir. Bunlar hızlı yaşayıp genç ölenlerin değil, uzun yaşayıp yaşlı ölenlerin hastalığıdır.

Ayrıca Alzehimer'in nedeni bilinmemektedir. Hastalığın tek bir bilinen mekanizması yoktur. Genetik olduğuna dair ip uçları vardır. (GDO değil, kalıtsallıktan bahsediyorum. Bitkilerin genetik hastalıkları bilindiği kadarıyla insana geçmez.) Nedenini bilmediğimiz bir durumu kafadan sallayıp GDO'ya bağlayamayız.

Aynı gerekçeyle, "ülkemizdeki trafik kazalarının sorumlusu GDO'dur. Ama lobiler bunun araştırılmasına izin vermiyor" diyemeyiz. İşte bu DEMAGOJİDİR!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1163529)
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Hiç de öyle bir şey göstermiyor.

Bu sizin düşünceniz.

Bu veriler, ABD toplumunun yaşlandığını ve yaşa bağlı hastalık riskinin arttığını gösteriyor. Beklenen yaşam süresi 90'a dayanmış bir toplumda farklı sağlık riskleri ortaya çıkar. 30 yıl öncesine kadar GERİATRİ diye bir bilim alanı yoktu. Şimdi var... neden acaba?

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.

*********************

Kusura bakmayın.... bilgili bir insansınız. Ama bu bilgileri yanlış kullanıyorsunuz. En kötüsü, bunu kasıtlı olarak yapıyorsunuz. Açıkcası sizin yazacağınız bilimsel bir araştırma makalesine kesinlikle itibar edemezdim. Mevcut sonuçları kendi bakış açınıza göre yorumladığınız şüphesini içimden atamazdım.

Elbette her insanın kişisel düşünceleri ve taraf olduğu fikirler vardır. Bunları savunmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, burada kim daha çok okuyucuların ruhuna dokunacak mesajlar yazabilir yarışması yapmıyoruz. En azından ben yapmıyorum. Böyle bir tartışmayı sürdürmenin de ne kendime ne okuyuculara bir şey kazandırmayacağı kanısındayım. Çünkü sağlıklı bir tartışma yerine slogan muhaberesi yapıyoruz.

Eh, o zaman size kolay gelsin. Sizin sürekli başvurduğunuz DEMAGOJİK iddiaları çürütmekle bu konu bir yere varmaz. Zaten koyu bir GDO karşıtlığı var. Bunu daha koyu bir fanatizm haline getirmenin ek bir getirisi yok. İnsanlar buna karşı olsalar dahi en azından GDO hakkında DOĞRU bilgilere sahip olmalıdır. Ama bu tartışma o doğrultuda ilerlemiyor.

*********************

Not: Önceki mesajımda yanlış mı yazdım diye tereddüte kapılmıştım. Ancak demagoji TDK sözlüğüne göre "demagoji" diye yazılıyormuş. Zaman zaman benim de düştüğüm bu hatayı belirtmek istedim.

**********************

Sn.ayazkentli,

Bilgilendirmeniz için teşekkür ederim. Ancak TV, gazete gibi kaynaklarda dile getirilen konular pek güvenilir nitelikte olmuyor. Doğru söyleyenlerin değil, çok laf kalabalığı yapanların öne çıktığı şeyler bunlar...

TV'de konuşmaya alışık olmayan, Evrim Teorisi konusunda tanınmış bir bilim adamının, vasıfsız ama ağzı kalabalık bir gazetecinin abuk subuk sorularıyla tuzağa düşürüldüğü bir tartışma programından bu yana bu tür şeyleri izlemiyorum.

birnefestoprak 25-06-2013 02:08

NY Times tarafindan hazirlanan, Monsanto'nun oncesine ve sonrasina isik tutan cok guzel hazirlanmis kisa bir belgesel icin bakiniz:
Test Tube Tomato - Video - The New York Times

birnefestoprak 01-08-2013 18:47

Asagida adresini verdigim ve Monsanto'nun Avrupa uygulamalarindaki son gelismeleri ozet gecen haberde kisaca sunlar soyleniyor:

Monsanto, GDO'lu cesitlerin Avrupa'da uretimi icin yaptigi basvurulari halkin baskisina yanit veren politikacilarin calismalari sayesinde geri cekti. Sirket, sadece MON810 patentli misirinin uretimi icin kulis yapmaya devam edecek.

Monsanto, uretimini yapamayacagini anlayinca, GDO'lu urunleri hayvan yemi olarak Avrupa'ya sokmanin yollarini ariyor.

Monsanto Drops GMOs in European Union

Oğuz Karsan 06-08-2013 11:46

Merhaba,

Bütün endişelerimizde haklı olsak da, Beslenmeden yaşayamayacağımız ortada. Şimdi seçeneklere gelelim.

1- En gelişmiş ve kalite kontrolü yüksek standartlara ulaşmış ülkelerde bile GDO belası var. Çünkü ortada rant var. Para kazanmak için ürettikleri gıdaların insanların ömürlerini kısaltması umurlarında değil. Amaçları sadece ceplerine girecek paranın miktarını arttırmak. Ki kendileri, çocukları ve torunları da bu gıaları tüketmek zorunda kalacaklar. Seçenekleri olduğunu sanmıyorum.

2- Her gıdayı kendimiz üretmek ki bu da çok zor. Buğdayı yetiştirip un yapmaya kalsak bile, tohumundan emin olabilecek miyiz? Kendi hayvanlarımızı yetiştirmeye kalksak onların yiyeceklerini de aynı şartlarda üretmek zorundayız.

3- Gözümüzü kapatıp, en güvenebileceğimiz markaların gıdalarını tüketmek ki bunun da sağlıklı bir beslenme olacağını % 100 garanti edemeyiz.

Sonuç: Bittik, Ömrümüz kısalacak, hastalıklarımız çoğalacak, keyifsiz olacağız. Bence bu sona doğru yaklaşıyoruz. Aynı Hiroşimanın çocukları gibi.

İşimiz zor.

Saygılar

AÇakıcı 15-08-2013 00:37

GDO'cular kendilerini savunurken;
durmadan artan dünya nüfusunu nasıl besleyeceğiz diyor?

peki dünya üzerinde ekilebilir alanların hepsi kullanılıyor mu?
kullanılan ekilebilir alanlar yeterince bilinçli ve verimli kullanılıyor mu?

örneğin;
- bazen bir dönüm seradan alınan verim 10 dönüm açık alan tarladan alınamamaktadır.

- izlediğim bir belgeselde; okyanusun ortasındaki bazı adalar lavlar nedeniyle yanıp kül olan ve neredeyse hiç organik madde ve hatta tatlı su bulunmamasına, pek fazla yağmur yağmamasına rağmen hızla yeşeriyor. bunun en önemli nedeni küller.!? bu küllerin bir kısmı en ufak rüzgarda uçuştuğu gibi bazıları da misket kadar gözenekli yanmış toprak parçacıklarıdır. sabah küllerin üzerine düşen çiğ taneleri günün ilk ışığında eriyor, küller tarafından emilerek aşağılara doğru akarak topraktan arta kalanı besliyorlar. küllerden aşağılara güneşin ısısı inemediği için de buharlaşmıyor. her gün bu şekilde düzenli olarak sulanınca en verimsiz toprak bile canlanıyor...

- yine bir başka belgeselde toy kuşunu korumak için sera gölgeliği ile üstü kapatılmış bir alan oluşturmuşlar ve bu çiğ tanelerinin yine bu sera gölgeliği ile toplanabildiğini fark etmişler. benzer uygulamayı çölde de denemişler ve çöl ortamında üstü kapatan değil daha çok yukarıdan aşağıya doğru dikine kullanılan sera gölgeliğinin daha çok su topladığını fark etmişler. gece çöl rüzgarları ile gelen nem ve sabah düşen çiğ taneleri sera gölgeliğinin altına konulan bir düzenek tarafından emiliyor ve içme suyu elde ediliyor.

yani henüz dünyamızı tam verimli olarak kullanmıyorken neden gdo ile tüketiyoruz...

gerçekte henüz kızarmadığı halde başka bir bitkinin geni ile boyanmış domatesler gibi hayatta hiç yeşil olmadan direk kırmızı olarak oluşan sebzelerin meyvelerin bir çeşit dolandırıcılık ve sahtekarlık olmadığını kim iddia edebilir?

birnefestoprak 27-10-2013 20:02

Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

MeyveliTepe 30-10-2013 02:07

Alıntı:

GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor.
Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.

Yaratılmak istenen imaj, "dünyanın en gelişkin ve zengin ülkesi, herhangi bir risk olsa ürettiği GDO'ları kendi vatandaşına yedirir mi? Yedirmez. O halde biz neden yemeyelim." şeklinde. Böylelikle zengin bir ülkenin kendi insanına zararı dokunacak bir şey yapmayacağı inancının var olduğundan hareketle bizim insanlarımız için de bunun bir güvence olması gerektiğini çağrıştırarak bir propoganda aracı olarak kullanıyorlar.

Yayınladığım Milken Institute'un araştırması ABD'de 2003-2023 yılları arasında kanserlerin %62, akıl hastalıklarının %54, diyabet'in %53 artacağını söylüyor. Bu artışların %19'unun nüfus artışından geleceği görünüyor. Aradaki fark ise toplumun sağlık durumunun önceki dönemlere göre bozulmasının işareti.

Bu araştırmayı, bu mesajın başında alıntıladığım, bizim insanlarımızı GDO'ya razı etmeye çalışırken kullanılan gerçek dışı argümana karşılık olarak yayınladım. En özet şekliyle ABD'de toplum sağlığının iyiye değil, kötüye gittiğini gösteriyor.

Kullanılan propoganda aracının geçersiz olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.

ABD, bir ekonomi olarak tüm zenginlik ve gelişmişliğine rağmen yaşam süresi beklentisinde dünyada 51. sırada, öyle 90'a dayanmış filan da değil. Kendi projeksiyonlarına göre 90'ı bulmaları için daha çok zaman geçmesi gerekir.

2003 yılındaki ortalama yaşam süresi 77,5 imiş (CRS Report for Congress-2006). Bu yılın rakamı ise 78,6. Yine bu yıl toplumun ortalama yaşının 37,2 olduğu bildiriliyor (kaynak:CIA). Yani bu ülkede kanserlerin %62 artacak olmasını açıklayacak şekilde bir yaşlanma oranı görünmüyor.

O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.

Buna rağmen, o ülkedeki milyonlarca insana, GDO yediklerini bilmelerine izin verilmeksizin GDO'larla beslenmekte olduklarından dolayı bu hastalıkların bu kadar artmış olduğunu söylemek mümkün değil. Söylemek mümkün değil, çünkü bu konuda yapılmış bir araştırma, tüm eleştirilere rağmen mevcut değil.

Trafik kazaları ile GDO'lu beslenme arasındaki bağlantının araştırılmasının istendiğini en azından şimdilik duymadım. Fakat, beslenilen gıdalardaki GDOlar ile kronik hastalıklar arasındaki olası bağlantıların araştırılmasını isteyen milyonlarca insan olduğunu biliyorum. Ve evet, Çinli bir araştırma ekibi, gıdalardaki genetik yapının insan genetik yapısını etkileyebileceğini gösterdi (nature'da yayınlandı).

Milken Institute'ün araştırmasını içeren mesajı yayınlarken yaptığım, Amerikalılar çok GDO yediği için toplum sağlığı bozulmuş argümanını öne sürmek değildi. Öyle bir şey de yazmadım zaten. Yazamazdım çünkü yeterli araştırma yok. Fakat yazdığım, bizim yurdum lobicilerinin bu mesajın en başında alıntıladığım laflarının gerçek dışı ve toplumu yanıltmak maksadıyla söylenen bir şey olduğunu vurgulamaktan ibaretti.

Bu araştırma kurumu söz konusu araştırmayı Amerikan sağlık ve sigorta sektörünün gelecekteki maliyetlerini ortaya koymak için yapılmış. Bunun sonucunda sağlık ekonomisinin gitgide büyüyüp Amerikan toplumunun ödeyeceği sigorta primlerinin bir hayli artacağı anlaşıyor.

Alıntı:

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.
Ve evet, benim de söylediğim bu zaten. Amerikan tolumunun sağlığı iyiye gitmiyor. Belki de sebebi GDO'dur ama yeterli araştırma yok. Buna araştırma yapılmasının patent sahibi GDO firmasının iznine tabi olduğunu eklemeliyim.

MeyveliTepe 30-10-2013 02:08

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1212099)
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

Bunu Meksikalı hocaya sorayım, nasıl olduğunu merak ettim :)

MeTePe 31-10-2013 01:41

Üstünden neredeyse 5 ay geçtikten sonra yazdığım bir mesaja yanıt vermek nereden aklınıza düştü açıkcası merak ettim. :) Neyse...

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1212805)
Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.

Hımm...
İlginç bir durum... Uzun uzun yazdığınız ABD'nin yaşam beklentisinde CIA (!) raporuna göre 51 sırada olması, henüz 90 yaş sınırına ulaşmaması falan gibi açıklamalardan sonra (tabi 1. sıradaki japonya ile CIA listesine göre 51. sıradaki ABD arasında sadece 3 yıl fark olduğunu, WHO listesine göre 27. sırada olduğunu falan da atlayarak) düzeltiyoruz ve ABD nüfusunun henüz sadece 80 yaş gibi mütevazi bir yaşam beklentisine sahip olduğunu kabul ediyoruz. :)

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.

Ayrıca ABD'nin sağlık açısından çok vahim halde olduğunu öğreniyoruz. Aynı listede doğru dürüst GDO tüketmeyen biz Türkler 72 yıl yaşam beklentisi ile 122. sıradayız ama maşallah turp gibiyiz. Sağlığımıza diyecek yok.

Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.

Mazallah ömrümüz 3-5 yıl falan uzar da sağlığımız kötüye giderse biz ne yaparız?

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1212805)
O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.

Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir.

Bu tür iddialarda bir "fact" dediğimiz unsurlar, bir de varsayımlar vardır. Çocuklara bol bol kola içirip, hamburger yedirmenin obesiteye yol açacağı, obesitenin ileri yaşlarda tip 2 diyabete yol açacağı bir "fact" olabilir. GDO'nun bütün kötü beslenmelerin ana nedeni olduğunu iddia etmek ise temelsiz bir varsayımdır. Buradan yola çıkarak sağlık risklerindeki en önemli artış nedenini GDO gibi göstermeye çalışmak için insanın fanatizme yakın bir GDO karşıtlığı olması gerekir.

Alıntı:

Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.
Açıkcası bu lafı bana mı yazdınız anlayamadım?

Ülkemizde faal bir GDO lobisi olup olmadığını bilmiyorum ama varsa bile ben onun üyesi değilim. Bir sağlıkçı olmak dışında da GDO ile hiç bir ilgim yok.

Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:

İşin doğrusu, bu teze çok da karşı olduğumu iddia etmeyeceğim. Nedeni ise, en fazla GDO üreten ve tüketen ABD ve AB ülkelerinin bu konularda yaptıkları eksik, doğru veya yanlış çalışmaların sonuçları... Gerçi bu çalışmaları örneğin "sürekli ıspanak yiyen" kişilerde yapılan araştırmalarla karşılaştırma olanağı olmadığı için olumlu veya olumsuz pek anlam da ifade etmiyor.

Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.

Sonuç olarak "bak ABD gibi ülkeler 15 yıldır vatandaşına GDO yediriyor. Bu sayede yaşam beklentisi 72 yıldan 79 yıla çıkmış" gibi saçma yorumlardan kaçındığım gibi, "15 yıldır tüketilen GDO nedeniyle ABD sağlık tehditi altında" gibi anlamsız sonuçlara karşı çıkmam "lobici" olduğumu göstermez. Sadece gerçekçi olduğumu gösterir.

malina 31-10-2013 13:26

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213114)
Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.

Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

MeyveliTepe 31-10-2013 23:31

Alıntı:

Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:
Bu laf benim söylediğim bir şey değil, GDO lobisinin, özellikle de ülkemizdeki GDO lobisinin sık sık tekrarladığı bir şeydir. Mesajımda alıntıladığım cümle de bu forumda yazılmıştır.

Hala bilerek aynı şeyi yazıyorsunuz. Oysa söylenen şey çok basit. Araştırmalar Amerikan toplum sağlığının iyiye gittiğini göstermiyor. Son 15 yıldır bu toplumda gerçekleşen değişikliklerden birisi. Bu yüzden ülkemizde resmi, gayrı-resmi, fahri vb. bireylerden oluşan GDO lobisinin GDO ile beslenmeyi kabullenmelerini teşvik için insanlara söylemekten çekinmediği lafın geçersiz olduğunu ortaya koyar.

Bunun dışında (Her ne kadar bazı amerikan tıp kurumlarına bağlı hekimlerin GDO'suz diyet reçeteleri yazıdığı bildiriliyor olsa da) GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.

Bu noktada bir başka gerçek ise ABD'de yapılmış uzun dönemli araştırmaların olmadığıdır, ki en azından bunda hemfikiriz sanırım. Dikkat çekici başka bir gerçek de bu araştırmaların olmayışının sebebi, ilgili biotech şirketlerinin iznine tabi olması.

İzin almaya gerek görmeden yapılan bazı ülke dışı araştırmalarda ortaya çıkan bir çok bulgu olmasına rağmen bunu Milken Institute'un araştırmasıyla bağlamıyorum.

Alıntı:

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.
Çıkardığınız sonuç bu ise buna da diyecek bir şey yok. Oysa sonuç çıkarmaya bile gerek yoktu. Söylenen şey çok basit, nüfus artışı ile karşılaştırılamayacak oranda kronik hastalıkların artmış olmasından ibaret. Nüfus %19 artarken kanserler %62, akıl hastalıkları %54 artıyor. Yaşam süresinin bu zaman aralığında 77,5'dan 78,6 çıkmış olması, bu yıl için ortalama yaşın 37,2 olması, "toplum yaşlandı da böyle oldu, zaten yaşam süresi 90'a dayandı" açıklamasını da geçersiz hale getiriyor.

Vahşi kapitalizmin yaşandığı bir ülke her şeyden bir ekonomi yaratır. ABD'de sağlık sektörü sigorta sektöründen beslenir. Ödeyeni de toplum ve (bazı) işverenlerdir ve sigorta primi şeklinde ödenir. Böyle bir ülkede toplum sağlığının kötüleşmesi siyasetçilerin toplum karşısında söyledikleri tumturaklı sözlerin aksine ekonomide çok güzel yerini bulur. Bu sistemde sağlıkla yaşayıp nisbeten genç ölüm oranları yerine hastalıkla nisbeten uzun yaşamanın ekonomik yansıması daha fazla ciro anlamına da gelir.

Hali hazırda GDO'lu bitki üretiminin ağırlık noktası RR (RoundUp-Ready) ürünler. Bunun anlamı, glyphosate denilen aktif maddeli pesitiste dayanıklı demek. GDO'lu mısır ve soya tarlalarında her yıl çok daha fazla glyphosate kullanılıyor. GDO'lu nihai ürünlerin etkileri dışında glyphosate ile bağlanan bir çok kronik hastalık olduğu söyleniyor. Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

MeTePe 01-11-2013 00:20

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi malina (Mesaj 1213226)
Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

Sn. malina,

Yanıt, sorduğunuz sorunun içinde... ama görmek için dikkatli bakmanız lazım.

Bildiğiniz üzere, bir şeyin yokluğundan ziyade varlığı ispat edilebilir.

Her ne kadar "lobici" şeklinde etiketlensem de ben bir GDO taraftarı veya karşıtı değilim. Benim GDO için yaklaşımım felsefik anlamda agnostik(!) ve pragmatik bir yaklaşımdır. Bu çerçevede, var olan verilerin gerçekten ne söylediği önemlidir... yakıştırmalar değil.

Sn. MeyveliTepe katı bir GDO karşıtı olabilir. Bu hakkını sonuna kadar da savunabilir. Ancak bu durum ona eldeki her türlü veriyi çarpık bir bakış açısıyla GDO'ya yakıştırma hakkı vermez!

Daha önceki bir mesajımda örneklediğim gibi, gelişmiş ülkelerin sağlık profillerindeki değişikliğin müsebbibi olarak GDO'yu göstermekle, artan trafik kazalarının müsebbibi olarak GDO'yu göstermek arasında mantıksal olarak hiç bir fark yoktur. Böyle bir yaklaşım, gerçek nedenleri görmezden gelip, ayrıntılardan haksız yere dramatik sonuçlara varmamıza neden olur.

Eğer bir gün, ileri yaşa bağlı tip2 diabet hastalığındaki dramatik artış ile GDO'lu ürün tüketimi arasında tartışmaya mahal bırakmayacak bir korelasyon ortaya konulursa bu tez haklı olarak ileri sürülebilir. Aksi halde sadece spekülasyondur. Sadece GDO'lu ürünlerin diabete yol açtığının gösterilmesi bile yeterli değildir. GDO'lu ürünlerin bu nedenler içerisinde ne ölçüde payı olduğunun da ayrıca tespit edilmesi gerekir.

Şimdi, bir sağlıkçı olarak, bazı hastalıkların dağılımındaki değişikliklerle ilgili bildiğimiz ve büyük ölçüde doğrulanmış kriterler varken (örneğin; gelişmiş tanılama yöntemlerinin bilinmeyen ölümlerin artık kalp hastalığı, kanser vs. gibi sınıflandırılmasını sağlaması), doğruluğu tespit edilmemiş ilişkileri bir gerekçe haline getirmenin savunulur bir yönü olamaz. Benim itirazım da GDO'nun zararlı olup olmamasından ziyade bu tür yaklaşımlaradır.

********************

Konuyu fazla uzatma niyetinde değildim ama Sn MeyveliTepe'nin son mesajlarını "beğenmenizden" bu fikirleri benimsediğinizi varsayıyorum. Bu durumda, siz de ABD'nin sağlık açısından vahim durumda olduğunu, son yıllarda artan kanser, şeker, hipertansiyon, alzehimer vs. gibi hastalıkların en önemli nedenlerinden birinin GDO olduğunu düşünüyor ve destekliyor olmalısınız.

Her hangi bir medikal altyapıya veya veriye bile sahip olmaksızın bu ifadeler size makul ve mantıklı geliyor, sağduyunuza hitap ediyorsa söyleyecek fazla bir şey yok. Ancak WHO başta olmak üzere, pek çok sağlık örgütü sizin gibi düşünmüyor.

20-25 yıl öncesine kadar Türkiye'de ölüm kayıtlarına en fazla yazılan tanı neydi biliyor musunuz? "Senilite"... Yani ülkemizde ölenlerin ciddi bir kısmı senilite denilen bir hastalık(!) nedeniyle ölüyorlardı. Artık 1. sırayı kalp (dolaşım sistemi) hastalıkları aldı.

Sizce, senilite denilen illetin dramatik olarak azalıp kalp hastalıklarının aşırı artmasının nedeni ne olabilir? Sağlık, beslenme vs. şartlarının değişmesi mi? Yoksa artık ölüm nedenlerinin uluslararası kriterlere göre kodlanması mı?

******************

Bu konuda daha fazla mesaj yazma arzusu ve niyeti içerisinde değilim. Çünkü rasyonel bir tartışmadan ziyade duygusal bir propoganda yürütülüyor. İnsanların GDO tüketmeme, GDO'ya karşı olma, GDO'lu gıdaları etiketleme vs. haklarına saygı duyuyorum. Hiç bir gerekçe olmadan dahi bir insan böyle bir tercih kullanma hakkına sahiptir.

Ben, bilimde şüpheciliğin en önemli vasıf olduğu vurgulanarak eğitim aldım. O yüzden her türlü iddiayı sorgulamayı tercih ederim. GDO konusunda kopartılan gürültünün ise hak ettiğinden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Hayatın her unsurunda riskler vardır. GDO'da bir rikstir. Önemli olan bu riskin ne ölçüde ve ne bedelle bir tehdit oluşturduğudur. Karşıdan karşıya geçmek de bir risktir. Ancak marketten ekmek almak için göze almamız gereken bir risktir. Hiç kimse geçen hafta Adıyaman'da xxxxxx caddesinde karşıdan karşıya geçerken araba çarpıp ölen yyyyy isimli şahıs nedeniyle bu riski göze almaktan vazgeçmez. Çünkü, ekmeksiz kalıp açlıktan ölmek, araba çarpıp ölme riskinden daha yüksek bir risktir.

GDO konusu da, olası riskler ve yararlar açısından bakılması gereken bir konudur. Dünyanın gıda üretiminde zafiyet çekmediği doğru. Diğer taraftan dünyanın üçte biri açlıkla mücadele ediyor. Her şey bir yana, GDO teknolojisi, gıda üretiminden çok daha önemli bir işlev yerine getiriyor; Genetik hastalıklarla (belki de kanserle) mücadelede yeni teknolojilerin önünü açıyor. Bu yönüyle, GDO karşıtı olalım veya olmayalım, yiyelim veya yemeyelim bu teknolojinin ülkemizde de oluşmasına destek olmalıyız.

pria 01-11-2013 00:27

WikiLeaks'in yayımladığı telgraflar, Türkiye'nin ve birçok ülkenin ABD'nin Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar (GDO) politikalarından nasıl etkilendiğini, baskı altında tutulduğunu ve hangi kurumlarının işbirliğini kabul ettiğini ortaya koyuyor.


Edelman: "Türkiye'deki cahil kitleler"


Bununla birlikte ABD'nin GDO stratejisinin Türkiye çehresi, çok daha ilginç bir hikaye ortaya koymakta.

Genel olarak telgraflar, ABD'nin GDO'yu kabul ettirme stratejilerinden birisinin 'hedef' ülke içerisindeki GDO karşıtı grupların tespit edilmesi, ve Mosanto gibi şirketlerin ülkeye girmesine mani olan direnişi kırmak için kamuoyunun GDO'nun yararlarına dair bilgilendirilmesi olarak çizildiği anlaşılıyor. Bu genel strateji ülkeden ülkeye farklılıklar gösterebiliyor. Eğer söz konusu karşıt grup bilim insanları ise, İtalya'da yapıldığı gibi GDO taraftarı bilim insanları konferanslara gönderiliyor. Eğer söz konusu halk ise, bu sefer de işin içine halkla ilişkiler giriyor.

Şubat 2005'te ABD büyükelçisi Edelman'ın Ankara'dan gönderdiği telgrafta "Türkiye'deki cahil kitlelerin" bilimsellikten uzak olduğuna dikkat çekildikten sonra büyükelçiliğin Türkiye'deki ilgili paydaşlara güncel ve bilimsel bilgi sunmaya devam edeceği, ayrıca kamunun "biyoteknolojinin 'olumlu' yönleri" konusunda bilgilendirilmesi için Bilim ve Teknik dergisi ile bağlantıya geçileceği söyleniyor. Bu telgrafın ardından, Eylül 2005 tarihli bir telgrafta "bütün bilimsel verilere rağmen GDO'ların güvenli olmadığına inanan kamu"nun fikrini değiştirmesi için İllinois Üniversitesi'nde bir mikrobiyolog olan Dr. Bruce Chassy'nin Türkiye'de çeşitli üniversiteleri ziyaretinin makam tarafından ayarlandığını okuyoruz. Chassy'nin ziyaretlerinde karşılaştığı tepkilerden ve bunların gerçeklere ne kadar aykırı olduğundan bahsederek devam eden telgraf, GDO karşıtı gruplardan yakınırken sağlık konusundaki eleştirilerin temelsizliğinden dert yanıyor. Telgrafın sonunda ise GDO'ların toplum ve devlet nezdinde kabul edilmemesinin nedeninin 'ideolojik' olduğu ortaya atılıyor.

Telgraf, Dr. Chassy'nin Türkiye ziyaretinin planlı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Aynı zamanda bu görev için Dr. Chassy'nin seçilmesi de bir rastlantı değil. Zira kendisi gıda şirketlerinin maddi olarak desteklediği araştırmalar yürütmüş ve birçok kez Monsanto ve benzeri GDO şirketlerine seminerler vermiş bir isim. Hazırladığı GDO yanlısı raporlarda bilimsel verileri çarpıtarak yanlış iddiaları doğru ve bilimselmişçesine sunduğu belgelenmiş olan Dr. Chassy, kendisine yöneltilen "GDO'lu gıdalar güvenli mi" sorusuna "kesinlikle organik gıdalardan daha güvenli" şeklinde yanıt verebilen, bilim insanı kimliği ile yaptığı açıklamalarla bizzat biyoteknoloji şirketlerinin propagandasını aklayan bir kişi.

Bilim ve Teknik'te GDO propagandası


Geri dönüp Cablegate telgraflarında rastladıklarımız paralelinde ülke gündemine tekrar göz gezdirdiğimizde son derece çarpıcı bir bilgiye ulaşıyor ve Dr. Chassy'nin Şubat 2005'te gönderilen telgrafta önerildiği gibi Bilim ve Teknik dergisine bir röportaj verdiğini görüyoruz ().

Bilim ve Teknik'in Kasım 2005 sayısında yayınlanan bu röportaj kendi başına gözden kaçabilecekken, Cablegate bu hadisenin ABD'nin GDO ve besin sektörü ile ilgili halkla ilişkiler stratejisiyle bağlantılı olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Bilim ve Teknik dergisinin ne kadar kolay bir biçimde çok uluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda Türkiye'deki kamunun ve bilim insanlarının fikirlerini değiştirmek için kullanılabildiğini gözler önüne seriyor. Türkiye'nin yegane bilim kurumunun, ismiyle kamuda yılların güvenilirliğini çağrıştıran dergisi aracılığıyla, güvenliği konusunda bilimsel bir uzlaşmaya ulaşılmamış bir teknolojinin üzerindeki şüphelerin aklama derecesinde kaldırılması amaçlanan bir operasyonun aleti olduğunu görüyoruz.

Yine yukarıda bahsi geçen 05ANKARA5425 numaralı telgrafta, Dr. Bruce Chassy'nin 10-11 Eylül 2005 tarihinde Sabancı Üniversitesi'nde gerçekleşmiş olan Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu'na olan katılımı ve buradaki tartışmaların bir raporu sunulmuş. Ancak Dr. Chassy'nin Türkiye rotası Sabancı Üniversitesi ve Bilim ve Teknik dergisi ile sınırlı değil.

İnternette yapılan bir tarama Dr. Chassy'nin aynı dönemde birçok üniversiteyi ziyaret ederek, GDO'lar ile ilgili seminerler verdiğini gösteriyor. İstanbul'dan sonra İzmir, Ankara ve Adana'yı ziyaret eden Chassy, gezisinin Ankara ayağında aynı zamanda Anadolu Ajansına "Genetiğiyle oynanmış gıdalar zararlı değil" başlığıyla da haber olmuş. Chassy'nin o dönemde gerçekleştirdiği ziyaretlerin bir listesi şöyle:

10-11 Eylül 2005, Sabancı Üniversitesi, Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu.

12 Eylül 2005, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Biyoteknolojisindeki Son Gelişmeler Konferansı.

13 Eylül 2005, Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Merkezi, GDO'lar İçin Biyoteknoloji Kullanımı: Mitler ve Gerçekler (Anadolu Ajansı da haber olarak geçmiş).

15 Eylül 2005, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Transgenik Organizma Üretiminde Biyoteknoloji Kullanımı.

The Independent'ın ortaya çıkardığı raporun Mayıs 2005'te yayınlanmış olması ve sadece birkaç ay sonra Dr. Chassy'nin Türkiye'ye gelerek GDO ile ilgili ortaya atılan sağlık çekincelerinin gerçek olmadığına dair iddiaları, çok uluslu şirket güdümlü ABD biyoteknoloji politikasının azmi ve acımasızlığının bir göstergesi.

GDO'lar ile ilgili kamudaki bilgi savaşlarından yakınan Dr. Bruce Chassy'nin GDO'lu tohumları bilimsel aklama çalışmalarına tepki göstermek bir yana, bu propagandaya alet olan medyası, üniversiteleri ve bilim kurumu, GDO'lu ürünleri verilen rüşvetler karşılığında denetlenmeden ülke markete girişine olanak sağlayan Tarım Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye, devleti, bürokratlarını ve temsil ettikleri halkı bilimsel açıdan cahil ve geri kafalı olarak resmeden ABD telgraflarını bir anlamda haklı çıkardığına şahit oluyoruz.

ABD'den Türkiye'ye "GDO'lu Telgraflar" - Bianet


GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor?

Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.

GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor? - Bianet


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Organik Aydınlar

http://subjektif.org/2011/10/wikilea...anik_Aydnlar-4

pria 01-11-2013 00:35

Bakanlık öyle diyor ama..
 
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1213497)

Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.

Bununla birlikte yemlerdeki GDO’nun hayvanların etine ya da sütüne geçmeyeceği, bu nedenle insanlara bir zararı olmayacağı önermesi Türkiye’de GDO’lardan çıkarı olan gıda firmalarının nakarat hâlinde tekrarladığı bir cümle! Oysa son yıllarda gerçekleştirilen ve endişelerimize adil ve gerçek bir platform sağlayan kimi araştırmalara göre, besinlerin sindirimi sırasında memelilerin serum ve organlarına yatay RNA transferi gerçekleşebilmekte.

Yani, bu araştırmalara göre, GDO’lu soya ile beslenmiş bir ineğin sütüne ya da etine GDO’lu soyadan bir RNA geçişi gerçekleşebileceği gibi; bu eti ya da sütü tüketen bir insanın sistemine, benzer bir transferin gerçekleşmesi de pekâlâ mümkün.

Defne Koryürek'in yazısından alıntıdır.(Taraf Gazetesi)

Kaynaklar:
Proof of horizontal gene transfer RNA molecules in GM food crops can enter the serum and organs of mammals
Horizontal Gene Transfer from GMOs Does Happen
The next generation of GMOs could be especially dangerous | Grist

MeTePe 01-11-2013 00:51

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1213484)
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.

Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... :cool: Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

**************

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

İsterseniz gerçekten bilgi sahibi olmadığınız konulara fazla bulaşmayın. Mahçup olmanızı istemem!

Otizm gibi duygulanım bozukluklarında araştırmaların büyük çoğunluğu "BAĞIMSIZ" dır. Çünkü bu araştırmaların GDO firmalarıyla falan alakası yoktur.

Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.

Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.

Otizm kardeşler arasında diğer toplum fertlerine göre 20 kat fazla görülür. Kalıtsallığına ilişkin çok güçlü deliller mevcuttur. Erkeklerde 5 kat fazla görünmesinin erkek beynindeki soyut düşünme becerisiyle yakından ilişkili olduğuna dair ciddi kanıtlar vardır. Bunların dışında otizme neden olabileceği düşünülen pek çok genetik faktör mevcuttur.

Tüm bunları bir kenara bırakıp, kapitalist bazı tıp adamlarının 1-2 fazla otizm hastası çıksın diye (toplumda kendiliğinden zaten fazlasıyla varken) GDO kullanımını teşvik ettiğini söylemek -kusura bakmazsanız- mantıksızlıktan da öte, ancak paranoya diye adlandırılabilir. :o

Siz gelin şuna "hayattaki her türlü kötülük ve musibetin nedeni GDO'dur" deyin, bu işi bitirin... Böylelikle detaylı açıklamalara da gerek kalmaz. :cool:

*************

EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize... :)

http://www.examiner.com/article/bogu...s-the-internet

MeyveliTepe 01-11-2013 01:34

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1212099)
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

Mısır ve Meksika sözcükleri yan yana geldiğinde bize önemli bir şeyi hatırlatıyor.

Mısırın ana vatanı Meksika. Bir çok bölgede endemik, kendi kendine yetişen mısır çeşitleri olduğu biliniyor. Bir yerde, Meksikada 20.000 farklı mısır çeşidi olduğunu okumuştum.

1998 yılından itibaren Meksikada ticari olarak GDO'lu mısır yetiştirilmesi yasaklanmış. Fakat gıda tüketiminde kullanılmak üzere ithal edilmesine izin verilmiş. Novartis isimli şirket de yüklü miktarda mısırı Meksikaya getirir olmuş.

O dönemlerde, başta Monsanto şirketi olmak üzere GDO'lu tohum üretenler her yerde GDO'lu bitkilerin hiç bir şekilde aynı aileden başka bitkileri tozlayarak genetik kirlenme yaratmayacağını, biyoçeşitliliğe bir etkisi olmayacağını söylüyorlar.

Hatta, etkileri altındaki ama bağımsızmış gibi görünen bilim insanına peş peşe araştırma makaleleri yayınlatıyorlar. Hepsinde de, şu şu koşullarda GDO'lu filan tohum ekildi, yakınındaki filan bitkiler, feşmekan yöntemlerle incelendi, hiç bir genetik transfer bulunamadı diye sonuçlar yazıyor. Bunlar, her türlü GDO lobisinin pek itibar ettiği bilimsel(!) makaleler. Hatta bunlardan biri, burada da oku da öğren edasıyla bilgimize sunulmuştu ;)

Meksikalı ama Berkeley üniversitesinde çalışan Chapela isimli bir bilim insanı, Oaxaca vadisindeki endemik mısır çeşitleri üzerinde GDO'lu mısırdan gelen kirlenme tesbit ediyor. Bu çalışma daha yayınlanmadan şiddetli bir çalkalanma başlıyor ve 2001 yılında Nature dergisi tarafından her türlü bilimsel yayın kuralına uygun olarak yayınlanıyor.

Ve kıyamet kopuyor.

Koskoca Monsanto şirketi, üstelik dünyadaki yeni yönetim stratejisinin baş silahı olarak kullanılmak üzere devlet ve devletin tüm birimleriyle, ülkenin kongresi ve senatosuyla bütünleşmiş bir şirketin, o güne kadar GDO'ların çevre etkileriyle ilgili söylediklerini yüz kızartıcı bir şekilde yerle bir eden, baldırı çıplak bir Meksikalı bilim insanına pabuç bırakacak değil ya.

İlk tepki üniversitedeki diğer akademik kişilerden geliyor. Veryansın ediyorlar Chapela'ya, nasıl böyle bir şey yapar diye. Monsanto'dan yılda 25 milyon dolar alan Berkeley'in durumu ne olacak diye.

Meksikalı devlet bürokratlarından tutun, biyotech güdümündeki ilişkili herkes, kimi rica ederek, kimi tehdit ederek Chapelayı araştırmayı geri çekmesi için zorluyor.

Chapela'yı Berkeleyden kovuyorlar ama bir kere bir kurşun atılmış, izini yok etmek için Chapela'yı ve çalışmasını itibarsızlaştırma çabaları artarak devam ediyor. İki cepheden saldırı başlıyor.

Birisi, biotech adına bir grup bilim(!) insanını ve bazı bilimsel çevreleri organize eden, C.S.Prakash'ın yönlendirdiği bir grup, Chapela'nın çalışmasını kelime kelime mercek altına alıp "flawed" (kusurlu) olmakla damgalamaya çalışıyorlar.

Diğeri, Monsanto'ya halkla ilişkiler (PR) hizmeti veren Bivine Group denen şirketten geliyor. İki tane sahte kişilik ("Mary Murphy" ve "Andura Smetacek") ile hem Nature dergisine hem de tüm ilgili internet kaynaklarında Chapelayı ve çalışmasını itibarsızlaştırmak, lekelemek üzere kampanya başlatıyorlar. Gönderilen mesajların izi takip edildiğinde biri Bivine Group şirketine, diğeri de Monsanto'ya çıkıyor. Fakat Nature dergisi 133 yıllık tarihinde yapmadığını yaparak Chapela'nın makalesini yayından kaldırıyor (bu makale bu için Nature'da yayında).

Sonraki yıllarda başka bir çok olayda GDO'lu bitkilerin GDO'lu olmayan akrabalarını tozlayarak kirliliğe sebep olduğu ortaya çıktı. Kirlenen çeşitin ille de endemil olması da gerekmiyor. Bir çok organik veya geleneksel fakat GDO'lu olmayan çeşiti kirlettiği ortaya çıktı.

Prof.Dr.Elena Alvarez-Buylla, Chapela'nın çalışmasını, hem chapela'nın kullandığı örnekleri hem de sonraki yılların örneklerini kullanarak, biraz daha gelişmiş bir teknolojiyle tekrarladı ve 2001 yılında ilk kez yıkılan bir yalanı tekrar ispatladı. Ne gariptir ki bu çalışmanın makalesini de yayınlatabilmek için 2 yıl kadar uğraşması gerekti. Makale, her türlü engele rağmen sonunda 2008 yılında yayınlandı.

Bir buçuk yıl kadar önce, Elena Alvarez-Buylla ile e-mail yoluyla irtibat kurarak sormuştum. Forumda yukarılarda bir yerde bahsetmiştim.

Sn.Birnefestoprak'un mesajından sonra tekrar sordum. Kısaca mahkeme kararının ticari mısır ekimi için geçerli olduğunu söyledi. Konu ile ilgili haberler deneme ekimlerini de kapsadığını söylüyor.

Bazı güney amerika ülkelerinin durumu da epey vahim. AP'nin Arjantin hakkında geçenlerde yayınlanan bir raporu, o ülkede nasıl bir dram yaşanmakta olduğunu ortaya koydu. Ayrıca ve etraflıca bahsetmekte yarar var.

pria 01-11-2013 01:50

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213499)

Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.


Prof. Dr. Kenan Demirkol :

GDO'lar çıktıktan sonra otizm 16 kat arttı

Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.

Dr. Burhan Özfatura

http://www.sonsayfa.com/Makaleler/Dr...akfi-4094.html

1987’den 1998’e kadar olan 10 yıllık zaman diliminde California’da otizm nedeni ile tedavi gören çocuk sayısı 2.7 kez artmıştır. 1991’den 1997 yılları arasındaki artış ise 5.6 kattır.

Bütün bu araştırmalar otizmin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun temel olarak sadece genetik nedenli olmayacağını, çevresel faktörlerin otizm tablosunun oluşumunda çok daha önemli rollerinin olduğunu kuvvetle düşündürmektedir.

PROF.DR.AHMET AYDIN
http://saglikliyasham.blogcu.com/pro...ihcesi/5502442

MeTePe 01-11-2013 15:16

Sn. pria,

Metodoloji konusunda çok ciddi bir yanlış içerisinde olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim. Gerçi konumuz otizm değil ama aşağıda yazdığınız şu cümle tamamen yanlış!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1213507)
Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.

Öncelikle otizmin "zihinsel engel" olduğunu iddia eden olmadığı gibi, aslında tek bir hastalıktan ibaret değildir. Uluslararası DSM-5 kriterlerine göre Otistik Spektrum Bozuklukları ve Sosyal İletişim Bozuklukları başlıkları altında, bu rahatsızlıklara nasıl teşhis konulacağı anlatılmaktadır. Ülkemizde de Yaygın Gelişimsel Bozukluk başlığı altında toplanan pek çok farklı tablodan oluşur. Örneğin Asperger Sendromu, otistik fakat üstün zekalı veya yüksek beyin işlevi olan kişilerde görülür. (Hatırlarsanız Fazıl Say için de otistik diyenler olmuştu)

DSM-5 Diagnostic Criteria | What is Autism?/Diagnosis | Autism Speaks

Görüleceği üzere, bu teşhis yöntemlerinin sizin bahsettiğiniz "testlerle" yakından uzaktan alakası yoktur. Yani bir çocuğun otistik olduğunu anlamak için genetik veya kimyasal testler yapılmaz!

Otistikler üzerinde genetik ve kimyasal testler yapılır. Bunlar TEŞHİS için değil, hastalığın nedenlerini anlamak için yapılan çalışmalardır. Yani hatalı testlerden yanlış otizm tanısı konuldu diye bir şey yoktur. Bu iddianız tümüyle dayanaksız olduğu gibi, bugün dahi otismi bilinen kriterler dışında teşhis edebilen kesin bir test mevcut değildir.

Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir. Çevresel nedenler;
- İçinde yaşadığınız fiziksel koşullar,
- İklim,
- Kimyasallar vs.
gibi maddi şeyler olduğu kadar
- Sosyal ilişkiler
- Ekonomik refah düzeyi
- Yaşantımızı etkileyen teknolojilerden oluşur.

Örneğin;
- Tek çocuklu ve ana-babanın çalıştığı ailelerde otizm daha fazla görülmektedir.
- Çocukla sosyal iletişimin sınırlı olduğu, çok TV seyredilen evlerde daha fazla görülmektedir.

Bunların hepsi çevresel etkenlerdir.

Diğer taraftan, otizmin genetik nedenleri olduğuna dair sayısız bilimsel makale mevcuttur. Şüphesiz bunlar içinde en önemlileri tek yumurta ikizleri ve kardeşler üzerinde yapılan araştırmalardır. Bu araştırmalar bir hastalığın genetik nedenleri hakkında çok güçlü deliller sunarlar. Ayrıca, otizmli kişiler üzerinde yapılan genetik araştırmalar bu kişilerin hatırı sayılık kısmında genetik farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Yani sizin bahsettiğiniz "genetik değil" kısmı doğru değil. Nitekim sizin verdiğiniz yazılardan birinde de aynen şu ifade mevcut:

Alıntı:

Bu araştırmalara göre otizmin genetik alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, hipoksemi ve gıdalardaki protein ve peptitlerle tetiklenen ve yaygın gelişimsel bozukluğa yol açan nöroimmün bir klinik tablo olduğu
***********
Şimdi verdiğiniz bilgiler içinde doğru olan bir şey var. Otizmin görülme sıklığında artış var. Ben buna karşı çıkıyor değilim. Ancak, kendisi Genel Cerrah olup otizm konusunda hiç bir çalışması olmayan, tescilli bir GDO karşıtı bir kişinin GDO nedeniyle otizm 16 kat artmıştır tezini kabul etmem de mümkün değil.

Otizme ilişkin bütün kaynaklar otizmin genetik ve çevresel faktörler sonucu ortaya çıktığını kabul eder. Ancak bu faktörlerin neler olduğu detaylı araştırmaların konusudur. Örneğin, "aşıların" otizmin artmasında bir etkisinin olup olmadığını tespit edebilmek için aşı uygulamasının olmadığı toplumlarda da otizmin artıp artmadığına bakmanız lazım. Multifaktoriyel nedenler söz konusu olduğunda bu analizleri yapmak çok zordur.

**************

Konuyu teknik ayrıntılara boğmak istemediğim için fazla uzatmayacağım. Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, otizm görülme sıklığı artmıştır. Bunun çevresel nedenleri olması da son derece muhtemeldir. Ancak bu çevresel nedenler içerisinde GDO'nun ne kadar payı olduğu net bir şekilde gösterilmedikçe bu sadece bir iddiadan ibaret kalır.

Ben 20 yıldan uzun süredir engelli çocuklarla çalışıyorum. Bunlar içinde otistikler de ciddi bir payı oluşturur. 20 yıl önce Türkiye istatistiklerinde %0,5 çıkan engelli oranı, bugün %10'lara ulaşmıştır. Bunun nedeni elbette engellilerin dramatik olarak artması değil, daha görünür olmalarıdır. 20 yıl önce "konuşmayan, içine kapanık çocuk" dediğiniz bireyler, bugün otizm tanısı almaktadır. "Haşarı, çok hareketli, cin gibi çocuk" dedikleriniz bugün "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite sendromu" tanısı almaktadır. Burada dikkatle sorulması gereken soru, hastalık oranlarının mı arttığı, yoksa teşhis ve tespit yöntemlerinin mi değiştiğidir. Her ikisinin de doğru olma olasılığı vardır. Ama bu nedenler doğru analiz edilmelidir.


NOT: Bir hastalığın "genetik" olması ile "kalıtsal" olması aynı şey değildir. Kalıtsal hastalıklar soylar boyunca devam eder. Örneği Akdeniz Anemisi kalıtsal bir hastalıktır. Genetik hastalıklar ise genlerde oluşan çeşitli bozukluklar neticesinde ortaya çıkan hastalıklardır. Bunlarda kısmen kalıtsallık da olabilir. Ancak genellikle tek bir gen veya kromozomla ilişkisini göstermekte yaşanılan zorluklar nedeniyle bu tür hastalıklar genetik eğilim veya ailesel yaktınlık şeklinde değerlendirilir. Örneğin ailenizde şeker hastası varsa, sizde de olma olasılığı yüksek olur. Ama bu tam bir kalıtsal hastalık olduğunu göstermez.

Genetik mekanizmalar, çoğu kez Mendel'in bezelye deneylerinde gösterdiği "tek gen" mutasyonları kadar basit değildir. Bugün dahi bu mekanizmalar tam olarak anlaşılmış değildir.

pria 01-11-2013 16:16

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213721)

Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir..

Sayın MeTePe,

Ancak okuyup araştırdığım kadarıyla tıbbi bilgilere sahip olmam ve herhangi bir uzmanlığım olmayışı nedeniyle sizin doğrularınıza karşı saygısızlık etmekten kaçınan sade bir vatandaş olarak yazdıklarınızın biraz aksini ispatlayabilecek türde araştırmalar da var:

...20 Eylül 2011’de Nature dergisine ait Cell Research’de çok önemli bir makale yayınlandı. İnsan kanında yenilen bitkilere ait genetik materyaller bulundu. Bu çok heyecan verici buluş yediğimiz gıdaların doğrudan doğruya vücudumuzun genlerine müdahale ettiğini göstermektedir.
...Araştırmacılar gıda olarak yenilen bitkilere ait mikro RNA’ların bağırsakların epitel hücreleri tarafından alındığı bunların ekzozom adı verilen minik keselerin içerisine konularak paketlendiği ve bu ekzozomlarla kana verildiğini göstermiştir. Ekzozomların özelliği dokulara ait hücrelerle kaynaşarak onların içerisine girebiliyor oluşlarıdır.


Beslenmebulteni.com – Yediğimiz besinler genetiğimizi değiştirebilir!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213114)
...Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir..

Bu yazdıklarınıza aşağıdaki röportajı okuduktan sonra tamamen inanmamak mümkün değil..Şeker..özellikle GDO'lu mısırdan mı yoksa doğal mısırlardan mı elde edilip edilmediğini bilemediğimiz, özellikle çocukların çok sevdiği ürünlerde bolca kullanılan mısır şurubunun bu kadar yaygın kullanılmasından endişelenmemek te mümkün değil..bunların bu yavrularımızın gelişiminde ne tür tahribatlar yaptığını maalesef bilemiyoruz henüz :

Beslenmebulteni.com – Şişmanlığın temel nedeni fazla kalori almak değil, fazla früktoz tüketmek

Ben doğallığı kaybolmuş her türlü nesneden ürken biri olarak, bırakın GDO'lu ürün tüketmeyi, üretim safhasında nasıl bol kimyasal ot ilaçları kullanıldığına tanık olan biri olarak pirinç bile tüketmekten kaçınan bir bireyim.

Doğallığıyla oynanan herşeyin günün birinde insanoğlundan çeşitli hastalıklar yaratarak intikamını aldığına inanıyorum.

Otizmin endişe verici artış nedenlerinden biri de bu olmalı..


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 04:15.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025