![]() |
|
|
![]() |
#1 |
Ağaç Dostu
|
WEDIG’lerin, dünyanın bu köşesinde yaşamaya karar vermelerinin ana nedeni, permakültür uygulayabilecekleri bir hektarlık alanla tesadüf eseri, ama doğru zamanda karşılaşmalarıydı. Hayalleri, permakültür ilkelerini, bu alanda zor toprak koşullarına rağmen hayata geçirmekti. Buraya ilk geldiklerinde, “orman bahçe” planlarını duyan komşuları onlarla, “Bu kumlu toprakta bir şey bitmez” diyerek dalga geçmişlerdi. Permakültür, 1970’li yıllarda, iki Avustralyalı’nın yaşam felsefesini de kapsayan bir tarım anlayışı olarak gelişti. Bill Mollison ve David Holmgren permakültür üzerine yazdıkları ilk kitap yayınlandığında, okurlardan gelen olumlu tepkilere ve genel ilgiye çok şaşırmışlardı. Permakültür tanımları aslında Fukuoka’nın The One Straw Revolution adlı eseri üzerine kuruluydu: Doğaya karşı değil, doğayla çalışan bir tarım kültrünün benimsenmesi. Burada, doğa korumaya önce yakın çevremizden, yani yaşadığımız ev ve bahçeden başlamamız gerektiği mesajı veriliyordu. Permakültür dört temel prensibe dayanıyor: • Toprağın sürülmemesi. Toprağı sürmek, burada yaşayan canlılara zarar veren en önemli unsurlardan biri. • Kimyasal gübrelerin kullanılmaması. Bunun yerine, toprağı oluşturan bitki ve hayvanların toprağı üretmelerini sağlamak. • Yararsız otların sürülerek veya kimyasal ilaçlarla ayıklanmaması. Yararsız otların kullanılması; doğal yollarla kontrol altına alınması veya ara sıra kesilmesi. • Herhangi bir kimyasal maddeye bağımlı olmamak. Özellikle böcekler, hastalıklar ve yararsız otların kendi kontrol mekanizmaları vardır. Bırakın bu mekanizmalar çalışsın, siz sadece yardımcı olun. Bu prensipler az enerji gerektiren ve hatta gerekli enerjiyi kendi kendine üreten bir sistemi sağlıyor. Permakültür, tüm canlı varlıklar için sürdürülebilirliği olan; bütünleyici ancak, sürekli değişen sistemini ayakta tutmayı amaçlıyor. Permakültür İngilizce’de ‘permanent’(sürekli/süregelen) ve ‘agriculture’ (tarım) kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Temelinde, ekolojinin prensipleri ve enerji akışlarının etkin şekilde kullanıldığı bir arazi planlaması yatıyor. Permakültürde, uygulanacak tüm alan bölgelere göre algılanıyor ve doğal geçişlerle ayırılıyor. Bu, araziyi farklı bitki ve hayvanların ziyaret ihtiyacına göre tasarlamayı kolaylaştıran bir çalışma. Swalmana’da, Wedig’lerin evi ve en çok kullanışı olan yakın çevresi birinci bölgede yer alırken, evden uzaklaştıkça ve arazilerinin dışında yer alan ormana yaklaştıkça dördüncü bölgeye geçiliyor. Bahçede, yerdeki çim dışında her şey, bu sıcakta bile yeşil kalabilmeyi becermiş. Başlangıçta birbirlerinin gölgeleri altına ekilmiş sebzeleri, rengarenk çiçekler ve meyve ağaçları arasında fark etmiyoruz. Her çocuğun hayali (ve içimizdeki çocuğun da!) salıncak ve çeşitli yerlere gizlenmiş ufak heykelciklerle burası, sebze bahçesinden çok bir botanik bahçesini andırıyor. Minik domates serasının arkasından kaz sesleri geliyor. Bir kaçını tilkiler alıp götürmüş geçen kış. Bahçedeki ekili alan, toprağı korumak ve daima verimli bir toprak sağlamak amacıyla, malç (mulch) denilen bir tabakayla kaplı. Malç, bitkilerin köklerini sıcaktan korumak ve yararsız otları önlemek amacıyla yere serilen kuru ot ve yapraklardan oluşuyor. Wedig’leirn bahçesini kaplayan malç, 3. ve 4. bölgedeki yararsız otlar ve saman karışımından elde ediliyor. En az 5 cm. kalınlığında, toprağı örtecek şekilde yayılan malç tabakasını, daha sonra da gazete ve kartonlarla kaplamak gerekiyor. Bu toprağın nemini kaybetmesini önleyerek dekompozisyonu hızlandırıyor; ayrıca istenmeyen otlar, gazete ve karton tabakasına takılarak büyüyemiyor. Malç permakültürün “kutsal suyu” sayılabilir. Wedig’ler, komşularının “başa çıkamayacaklarını” düşündüğü toprağı malç sayesinde verimli hale getirmişler. Permakültür toprağa ilk uygulanacağı zaman, gazete ve kartonlara küçük delikler açılarak patates ekilmesi gerekiyor. Patateslerin kök ağı toprağı derinden işlemeye yardımcı oluyor. Patates hasatından sonra, arazi herhangi bir ekime hazır duruma geliyor. Permakültür, monokültürün (büyük alanda tek tip ürün yetiştirme) aksine farklı bitki birliklerini de teşvik ediyor. Wedig’ler, bahçe tasarımını, ürünlerin toprağı en etkin şekilde kullanmaları amacıyla yapmışlar. Örneğin, mısır ve fasulyeler yan yana ekilerek, hem kökleri toprak altında farklı yerleri işgal ediyor, hem de mısır, fasulyeye doğal bir değnek sağlıyor. Bitki birlikleri, güneşi de en iyi şekilde değerlendirmek için tasarlanmış: “Orman bahçe”de, armut ve elma ağaçlarının gölgesini tercih eden çalılık ve küçük ağaçların altında otsu bitkiler yetişiyor. Ayrıca, birbirlerine mineral, azot dengesi gibi farklı yönlerden yardımcı olabilecek bitki birlikleri de göz önünde tutuluyor. Örneğin, sebze bahçesinde bitki kurtlarını engelleyen kadife çiçekleri ekiliyor. Herald Wedig, bahçede gördüğümüz her şeyin ilginç bir öğrenme sürecini kapsadığını, sabır ve gözlemlemeyle pekiştiğini söylüyor. Permakültür, Wedig’lerin yaptığı gibi, bir ailenin ve sevdiklerinin ihtiyaçlarını (buna bahçeyi bir çeşit doğa rezervi gibi kullanan yaban hayat da dahil) karşıladığı gibi, daha büyük tarım arazilerinde de uygulanabilen bir yöntem. Özellikle de Swalmen gibi zorlu toprak koşullarında ve tatlı su sorununun olduğu tüm bölgelerde permakültür prensiplerinin çok iyi işlediği görülüyor. Değişik ürün çeşitlerinde, birim başına elde edilen toplam verimin monokültür hasatlarına göre çok daha yüksek olduğu da ispatlanmış. Diğer Yenilikçi Yöntemler Ekolojik tarım deyince çoğumuzun aklına en basit, en katıksız tarım şekli geliyor. Permakültürün yanı sıra, Hollanda’da daha yenilikçi bazı yöntemler de uygulanıyor. Hollanda’nın her yerinde görülebilen seralar bile, gün geçtikçe artan ekolojk sebze talebine ayak uydurmaya çabalıyor. Sera sahipleri bazı araştırma fonları sayesinde seralarını değiştiriyorlar. Örneğin, Rood van Schie çiftliğindeki salatalık ve biber seralarına belirli kuş türlerini salarak, uçan böcekleri kontrol altında tutuyor. Bir yandan da seralarına koyduğu bir örümcek türü sayesinde, diğer sürünen böcekleri ilaçlamaya ihtiyaç duymadan, verimli bir hasatı garantiliyor. Bir diğer yenilikçi uygulama ise ekolojik tarım arazilerinde Coğrafik Bilgi Sistemlerinin (GIS) kullanımı. Hollanda’nın yüzde 60’ı denizden kazanılmış topraklar üzerine kurulu (polder’ler). Çok emek verilerek getirilen veya yaratılan bu değerli toprakların sağlığı ve sürdürülebilirliğini sağlamak için, 1980’lerde Hollanda hükümeti, ekolojik yöntem uygulayan çifçilerin buraya taşınmasını desteklemiş. Jaap Korteweg gibi bu bölgede çalışan çiftçiler, GIS traktörleri kullanarak tarlalarında her zaman aynı tekerlek izlerinden geçmeyi hedefliyorlar. Bu sayede topraklarının sıkışmasını ve sürülmesini önlüyorlar. GIS kullanımının bir diğer avatajı ise detaylı şekilde hasat miktarını ölçerek, eksik olan gübrelemeyi sağlamak. Bütün bu yöntemler belki de tarımda uzay çağı çiftçiliğinin habercisi olabilir! ________________________________ http://www.bugday.org/article.php?ID=138 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#2 |
Ağaç Dostu
|
II. Dünya Savaşı yıllarında, Montreal’de gıda kıtlığı baş gösterince, bir grup kentli, "kent bahçeciliği"ni başlatmış. Bu organizasyon zaman içinde gelişip gıda güvenliği ve kent içi eko-tarımcılığında uzmanlaşmış bir sivil harekete dönüşmüş. Adı; eko-insiyatif. Kentlilerin ve yerel grupların katılımıyla,kentin farklı bölgelerinde oluşturulan 14 eko-bahçe ağını organize ediyorlar. Amaç, kentlilerin temiz toprakla haşır neşir olmaları. Kendi eko-ürünlerini kendi uğraşlarıyla elde ediyor ve ortaklaşa tarımsal faaliyetleri yoluyla, kentli paylaşımını "doğal ve insani" çerçeveye oturtuyorlar. MONTREAL'de 2000 yılında yaklaşık 11 bin kentlinin ortak çabalarıyla, onlarca ton ekolojik meyva ve sebze üretilmiş. Bu ürünün yarısı bahçelere emek verenlerin, geri kalan bölümüyse okul, hastane ve yerel organizasyonların mutfaklarında kullanılıyor. Meyve, sebze ve otların çeşidi 150'yi buluyor ve hepsi de orjinal ekolojik tohumlardan ekolojik yolla üretiliyor ve tohumlar "permakültür" felsefesine uygun olarak bir yıldan diğerine aktarılıyor. Bahçelerde tam anlamıyla bir ekip çalışması yapılıyor. Çalışmalar bir "iş takvimi" oluşturularak eşit paylaşımla yürütülüyor: Toprak bakımı, kompost hazırlanması, gübreleme, bitkilerin bakımı, zararlılarla mücadele, ürünlerin zamanı geldiğinde toplanıp sepetlere ayrılması ve dağıtım. Finansal desteği Quebec ve Kanada Çevre Bakanlıkları (Eyalet ve Devlet Bakanlığı) ile belediyenin eko-mahalle birimleri sağlıyor. Kuzey Amerika'da su, yılın önemli bir bölümü soğuk olduğundan bitkilerde şok etkisi yapmasını önlemek için, bahçelerde "sarnıçlar" oluşturularak, suyun ılınması sağlanıyor ve tarımda sulama için, ilkbahar ve sonbaharda bu su kullanılıyor. Eko-bahçede zararlılarla mücadele de ekolojik yolla olduğundan, bazı pratik uygulamalar yapılıyor. Örneğin soğan, sarımsak ailesi zararlı böcekleri uzaklaştırmakta başarılılar, bu nedenle sebze, meyve, ot tarhlarının her birine ayrı ayrı soğan, sarımsak ekiliyor. Başka bir zararlı tuzağı da, tarhların belli yerlerine açılan küçük çukurlara, kuru maya ile şeker karışımı yerleştirilmesi. Nane yaprakları da, yapraklı sebzelere (ıspanak-lahana gibi) serpilerek, bu sebzelere dadanan solucanların uzaklaşması sağlanıyor. Önce temiz toprak... Bir süredir kent Ekoloji Merkezi'nin düzenlediği "Eko-bahçecilik ve permakültür" atölye çalışmalarına katılıyorum. Atölyeyi eko-insiyatif koordinatörü Martha Stiegman yönetiyor. Çalışmaların bir kısmı merkezin toplantı salonunda "teorik" olarak, bir kısmı da "ortak bahçeler" de (community gardens) "pratik" olarak, açık havada yapılıyor. Atölyeye biraz ilgi duyarak başlayanlar, bir süre sonra Martha'nın dinamik ve inançlı öğretisi sayesinde tutkulu katılımcılara dönüşüyorlar. "Sağlıklı bir toprak, yemek kaşığına bir milyondan fazla organizma taşır" diye başlıyor konuşmasına Martha ve devam ediyor: "Bitkilerin kök ve gövdelerinde bulunan gizli şeker, havada ve toprak içinde yer alan partiküllerdeki mikroorganizma ve bakterileri kendine çeker. Bu ilişki, bitkinin kendi gıdasını kendi başına ve kendi gelişme koşullarının gerektirdiği ölçüde almasını sağlayarak doğal ritmini izler. Kimyasal gübre ve kimyasal verimlendiriciler bu ilişkiyi bozar. Sadece mikroorganizma ve bakterilerin bitkiye geçişini bozmaz, onları kısa zamanda yok eder. Bitki doğal koşullarında hangi elemanı hangi ölçüde ve ne zaman alacağını bilir. Ancak kimyasallar bitkinin yaşam bilgisini hiçe sayarak, onun yerine yapay kararlar verirler. Kimyasal gübreler, nitrojen, potasyum, fosfor ve azot yükleyerek bitkiyi şaşırtmak anlamına gelir. Ekolojik yolla yetişen meyve ve sebzelerin yapısında, sadece doğal NPFA elemanları değil, kalsiyum, magnezyum, manganez, çinko, demir ve bakır gibi elementler de çok yüksek miktarlarda bulunur. Böcek ve hayvan yaşamının ekolojik dengede tartışılmaz bir rolü vardır. Toprak solucanları, kırmızı solucanlar, salyangozlar, kuşlar pek çok böcek türü, toprağı havalandırır ve onu yumuşak tutar. Toprağa ekim yapmadan önce onu hazırlamak, ekolojik kompostla desteklemek ve en önemlisi bu zengin toprak katmanını 15-16 santimden fazla tersyüz etmemek gerekir." Dost ve düşman sebzeler "Bir bitki, iki yıl üstüste asla aynı yere dikmemeli" diye sürdürüyor Martha konuşmasını. "Nedeni basit; bitki hastalığını önlemek, bitkiye zarar verebilecek böcek ve mantarların aynı yere dadanmalarının önüne geçmek. İkinci bir nedense, aynı bitki, topraktan aynı yaşamsal madenleri çekeceği için, bulunduğu toprağı fakirleştirmesidir. Aynı aileden olan bitkilerin gruplandırılarak ekilmeleri çok iyi sonuçlar veriyor. Aralarında yaşamsal işbirliği ve destek oluşturuyorlar. Bazı bitkilerse birlikte ekildikleri zaman, birbirlerine yaşam şansı tanımıyorlar, o yüzden hangi bitkinin hangisiyle 'dost' olduğunu baştan bilmekte yarar var. Permakültür elbette "dost ve düşman bitkiler tablosu" dışında pek çok bilgiyi içeriyor. Her şeyden önce permakültürün artık sadece bir 'tarım tarzı' değil, bütünü oluşturan bir yaşam felsefesi olduğunu öğrendim. Herhangi bir habitatın kendi doğal kaynaklarının tanınması ve ekoçeşitlilikle birlikte yaşayan bir sistem permakültür; bitki, hayvan, böcek, kuş ve insanların tüm doğal döngülerle yaşamını sürdürmesi… Ekolojik tarım da böylece permakültür felsefesi içinde yer alıyor. Permakültür felsefesi, ekolojik sisteme uygun, çeşitliliğe ve uyuma dayalı, ayın konumlarını izleyen bir tarımın yanısıra, enerji, barınak/mimari ve etik, her şeyi kapsıyor. Bu felsefeyi yaşama tam anlamıyla geçirdiğimizde, belki o zaman toprağı temizlemek ve arındırmak için 'ayçiçeği' ekilmesi gerektiği gibi bir bilgiye de ihtiyacımız kalmayacak. http://www.bugday.org/article.php?ID=22 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#3 |
Ağaç Dostu
|
Ekoköylerin oluşmasına neden olan faktörler arasında, dayanışma üzerine kurulu sosyal/kültürel yapıların çökmesi ve yerküremizde giderek çoğalan zararlı çevre uygulamaları sayılabilir. Ekoköyler, kendi kendine yeten, tatmin edici bir yaşam tarzı sürdürmeyi isteyen, birbiriyle, tüm canlılarla ve yerküreyle uyum halinde yaşamaya çalışan, kentli veya kırsal toplum insanlarından oluşur. Ekoköyler, dayanışma prensibine dayalı sosyal çevre ile sade bir yaşam tarzını birleştirmeye çalışır. Bunu gerçekleştirmek için, ekolojik tasarım, permakültür, ekolojik mimari, yeşil üretim, alternatif enerji, toplum oluşturma uygulamaları ve benzeri birçok yöntemden yararlanılır. Tipik bir ekoköyde üç boyutun çeşitlemeleri görülür: · Sosyal / toplumsal · Ekolojik · Kültürel / ruhsal Topluluk - Ekoköyün Sosyal Boyutu Ekoköy toplumlarında yaşayan insanlar çevrelerindekilerden destek alıp, onlara karşı sorumluluk hissederler. Bu insanlara derin bir 'ait olma' duygusu verir. Yeterince küçük topluluklar olduklarından, herkes kendini güçlü, görülür ve duyulur hisseder. Bu sayede insanlar, gerek kendi hayatlarını gerekse içinde yaşadıkları topluluğu etkileyen kararlara şeffaf bir şekilde katılma yetkisine sahip olurlar. Topluluk ne demektir: · Başkalarını farketme ve onlarla iletişim kurma · Ortak kaynakları paylaşma ve karşılıklı yardımlaşma · Bütüncül ve koruyucu sağlık yöntemlerini vurgulama · Tüm fertlere anlamlı bir iş ve geçim imkanı sağlama · Uçtaki, azınlık grupları birleştirme · Bitmeyen bir eğitim sürecini öne çıkartma · Farklılıklara saygı göstererek birliği teşvik etme · Kültürel ifade şekilleri geliştirme Ekoköyün Ekolojik Boyutu Ekoköyler insanlara canlı doğa ile ruhsal bağlarını yaşama fırsatı verir. İnsanlar hergün toprak, su, rüzgar, bitkiler ve hayvanlarla içiçe olurlar. Yiyecek, giysi, barınma gibi günlük ihtiyaçlarını sağlarken, doğanın döngülerine saygılı olurlar. Ekoloji ne demektir?: · Mümkün olduğunca topluluğun bio-alanı içinde yiyecek yetiştirmek · Bu alan içinde organik yiyecek üretimini desteklemek · Evleri yerel malzemelerden yapmak · Köy-bazlı, yenilenebilen enerji sistemlerini birleştirerek kullanmak · Biyolojik çeşitliliği korumak · Ekolojik iş prensiplerine sadık kalmak · Ekoköyde kullanılan tüm ürünlerin yaşam sürecini sosyal, ruhsal ve ekolojik açıdan değerlendirmek · Düzgün enerji ve atık yönetimi ile toprak, su ve havayı temiz tutmak · Doğayı korumak ve vahşi doğa alanlarını muhafaza etmek RUHSALLIK Ekoköylerin Kültürel / Ruhsal Boyutu Ekoköyler doğal alemle bütünleşme olgusu verir. İnsan hayatının ve doğanın, makrokozmosun birer parçası olduğu prensibi benimsenir. Bazı köyler, açıkça tanımlanmış bir ruhsal yol izlerse de, birçoğu ruhsal uygulamalara ağırlık vermez. Ancak, doğanın döngülerini izleyerek, yerküreye ve üzerindeki tüm canlılara saygı duyarak, insanla doğanın ve evrenin bağlarının bilinçli olarak farkına varılır. Ruhsallık ne demektir? · Değişik kültürlerde ve yerlerde ruhsallığın birçok şekilde ortaya çıktığının bilincinde olup, buna saygı göstermek · 'Ait olma' neşesini, çeşitli ayinler ve kutlamalarla yaşatmak · Evrenle bağların ve bütünleşmenin ifadesi olarak yaratıcılığı ve sanatı vurgulamak Genel Bilgiler Binlerce yıldır, insanlar doğa ile içiçe ve sosyal dayanışma üzerine kurulu topluluklar halinde yaşamıştır. Bu topluluklardan birçoğu, ekoköyler, günümüze kadar gelmiş olup ayakta kalma mücadelesi vermektedirler. Dünya üzerinde eskiden kalma yerel bazlı yerleşimlerin kalmadığı yerlerde, ekoköyler bilinçli olarak kurulmaktadır. Bu sayede, insanlar yeniden doğa ile içiçe topluluklar oluşturarak, tüm canlıların gelecekte de sağlıklı bir şekilde varolmasını hedefleyen bir yaşam tarzı seçerler. Günümüz dünyasının ana sorunu, büyümenin sınırlarına gelmiş olmamız ve yaşamlarımızda sosyal ve ruhsal boyutun eksikliğini hissetmemizdir. Birçok bilim adamına göre, eğer insan bir canlı türü olarak varolmayı sürdürecekse mutlaka zarar vermeyen, ve sürdürülebilir bir yaşam tarzını benimsemek zorundadır. 2000 yılında, BM temsilcileri, 850 uzman ve 30 çevreci kuruluşun görüşleri alınarak hazırlanan Birleşmiş Milletler raporunda, "mevcut sistemin sürdürelemez olduğu ve değişimi geciktirmenin artık bir seçenek bile olmadığı" sonucuna varılmıştır. Ekoköyler, başarıyla sürdürülebilir bir yaşam tarzı yaratmak için uğraşarak, derhal neler yapılacağının canlı modellerini oluşturmaktadırlar. Sosyal, ekolojik ve ruhsal çöküntü ile mücadele etmenin etkili ve uygulanabilir yolunu temsil etmekte ve bize 21.yüzyılda çevremize zarar vermeden yaşamanın yolunu göstermektedirler. 1998de, Birleşmiş Milletlerin 'En İyi 100 Uygulama' listesi arasında, ekoköyler en mükemmel ve zararsız yaşam modelleri olarak yer aldılar. http://www.webnaturel.com/index.asp?...ayrintiid=1512 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
|
|