View Full Version : Organik tarım nereye gidiyor?
efendim herkese merhabalar..
bir husus hakkında fikirlerinize ihtiyacımız var..
bir kaç senedir bildiğiniz üzre bir organik tarım furyasıdır tutturuldu gidiyor.. belli başlı markalar sayısı beş on tane olan organik tarım sertifikasyon kuruluşları denetiminde ürettikleri organik ürünleri ülkemiz şartlarına nazaran oldukça yüksek fiyatlarla da pazara sürüyor.
biz de bir grup organik kayısı yetiştiricisi çiftçiyiz.. 3 sene öncesinde il tarım müdürlüğünün yönlendirmesi, meyvecilikte farklı bir kulvara geçeceğimiz vaatleri ile yıllardır süregelen konvansiyonel üretimden vazgeçip ltsini yüksek fiyatlarla temin ettiğimiz ve ayrıca bir bağlamda kayısımızın bazı niteliklerinin kaybolmasına da neden olan, kalite kaybına sebep olan mesela çilsiz pürüzsüz olması gibi meziyetlerinin yok olmasının önüne geçmeyen neemazal, madex gibi sınırlı sayı ve çeşitteki organik tarım girdilerini kullanmaya başladık.
fakat şu an ürün hasat zamanı ve biz tonlarca kayısımızı değerlendiremedik, organik işletmeler bulamadık ve sıradan bir meyve suyu firmasına organik kayısılarımızı konvansiyonel ürünlerden farksız olarak oldukça düşük fiyatta (kg 30 kuruş) verdik.
belki de biz yanlış mercilere başvurduk gerekli araştırmaları yapamadık fakat aylardır süren araştırmalarım neticesinde farkettim ki organik tarım henüz yerleşmemiş pazar payı bulamamış işletmeleri yeterince kurulmamış alt yapı hazırlanmadan girişilmiş bir iş..
önerilerinize ihtiyacımız var, hiç değilse sonraki yıllarda daha iyi değerlendirme yapabilmemiz için bizler ne yapmalı, nereye başvurmalıyız..
bu konudaki fikir ve önerilerinizi bekliyorum şimdiden teşekkürler...
Sayın dilber,
Siz üretici olarak kafası karışmış durumdasınız, bendeniz ise bir tüketici olarak şaşkın haldeyim.
Önceki günlerde organik ürünler sattığını tabelası ile duyuran bir dükkana girdim. yarım kilo bal için konulan etiket yirmi liranın üstünde idi. Kilosu nerde ise 45,00 ytl diye geçirdim içimden.
Aynı dükkanda 800 gr.lık kavanozdaki başka marka bir bal da satıcının ifadesi ile organik idi ama fiatı 18 ytl. idi.
Organik ürün etiketi görünce bir tuhaf olmaya başladım ve o dükkandan bir an önce çıkmak gelmeye başladı içimden. Bir güven problemi yaşamaktayım şahsen bu konuda. Neden onu da tam bilememekteyim ne yazık ki.
Hoşçakalın.
ben her nekadar kime yahut neye karsı bi güven problemi yaşadığınızı tam olarak anlayamamış olsam da size şöyle ifade etmeye çalışayım, bal konusunda üreticiler aracılar ve satıcılar arasındaki döngü nasıldır kim ne kadar kar eder, kim ne kadar hakettiğini elde eder bilemem, yalnız meyvecilik konusunda şöyle söyleyeyim, 200 ml si piyasada 2.2 ytl gibi bir fiyattan satılan organik bandrollü meyve suyunun, 250 ml si 2.5 ytlden satılan organik meyve suyunun,200 grının 4 ytl ye satıldığı kayısı kurusunun, hammadesinin kg ını çiftçiden 30 kuruştan almak reva mıdır, yorum sizin buyrun..
üretici de kendi kayısısını kendisi kurutsa ve kendisi bir şekilde tüketiciye ulaşmaya çalışsaBunlar çok farklı tür bilgi gerektiriyor. Bir insanın hem üretimden hem reklamdan, hem satıştan hem tahsilattan anlaması gerekecek. İşi yarar kooperatifler daha iyi çözüm değil mi?
Geçmişte yaptığım bir epey farklı iş vardı. Biri batik giyisi konusu. Kumaşı dokuma hariç tüm işleri kendim yapmıştım. Modelistlik, stilistlik, kesim, boyama, dikim, pazarlama, tahsilat... Güç bela hallettim.
Bir ara da mum işiyle uğraştım. Tasarım, malzeme alımları, boyama, döküm, ürünleri dağıtım. O günlerde canım daha fazlasını istemedi sanırım, bıraktığım mumların akibetini takip etmedim. Yani ne parasını, ne de mumları almak için bıraktığım yerlere uğramadım.
Elektrik kesintilerinin bol olduğu günlerdi. Ev için mum satın alırken, ev ahalisinin "hiç olmazsa geri alsaydın, bir de üste para verip mum almazdık" diye benimle dalga geçmelerini unutmuyorum :)
Sözün kısası, öneriniz gerçekten çok şey istemek anlamına geliyor dolayısı ile bence ütopik...
Benimde bu konu hakkında şöyle bir düşüncem var, tabi bu hayal şimdilik, umarım bunu yapan birileri bulunur:
Baştan sona sadece organik ürün satan alışveriş merkezleri, mesela migrosu düşünelim, işte o büyüklükte bir market her şehirde olacak, sadece organik ürün satıp, küçük üreticilere pazar yaratılmış olacak hem de doğal ürün yetiştiriciliği yükselecek.
Ancak ülkemizde küçük girişimcilerin önünde çok engel var, büyük patronlarsa tembel ve hantal, meclistekiler sayesinde yeni ekonomik uygulamalarla birçok işletme kapandı, patronlar dahada büyüdü. Yabancı girişimine destek var, ancak halkın girişimi baltalanıyor.
Aynı zamanda tüketicininde bu konuda bilinçlenmesi için çok kaliteli hazırlanmış organik ürün,tarım konularında kitapçıklar olmalı. Dergilerle gazetelerle dağıtılmalı.
denizakvaryumu
06-08-2008, 07:32
Bu durum arzdan ziyade taleple ilgili.
Karfursa gibi marketlerde hem organik gıda bölümü hem organik sebze-meyve bölümü var, bu bölümlerden alışveriş çoğaldıkça arz da artacaktır, ancak artık "organikse kazık fiyat koyalım" anlayışının olmaması lazım ...
Karfursadaki organik gıda fiyatları da eskiye göre düşüşde.
Selahattin Yılmaz
06-08-2008, 08:12
Pazarlama çısından birileri girişimci olsa sorun halloluyor aslında. Gerçek şu ki bizim çiftçimiz pazarlamayı bilmiyor, bilsede işinden gücünden yapamıyor. Kitlesel olarak CarefourSA, Kipa, Metro, Gima, Milli Pazar, Şaypa, Mopaş vb gibi marketlerle görüşülse göreceksiniz ki organik ürününüz birisinden birisiine satılabilecek ve değer yapacaktır size düşen o marketlerden birisinin kapısından içeri girebilecek cesareti yakalamkta. Ancak herşeyden evvel ürününüze ait organik ürün sertifikası olmalı elinizde. Geçmişte ben bu şekilde bazı ürünleri onlara ulaşırdım inanın ayakta ve önleri ilikli vaziyette karşılıyorlar sizi çünki arayıpta bulamadıkları ürünleri ayaklarına götürüyorsunuz, üstelik ödemede sorunda yaşamıyorsunuz.
Sadece girişimci bir beynin biraz kendisini tetiklemesi gerekiyor ve bunu yapabilecek kişi olarak yegane sevgili dilber'i görüyorum zaten. Mesela burada konuyu tartışmaya açtığı kadar bu marketlerin internet sitelerinde en az burada açıklayıcı ve akıcı bir dille ürününü tarif edebildiği gibi bir maille ürünlerini tarif edip reklamını ve pazarlamasını yapabilir. Sorun sadece hurdacılar çarşısından çıkıp ürününü açık artımaların yapıldığı doğru mekanlarda satmak kadar kolay aslında.
Sayın Dilber,
Ben tüketici olarak organik ürün satın almalarımda sayın denizakvaryumunun yukarıda yaptığı tesbiti yaşamaktayım. Yani kurnaz bazı satıcıların " organikse fiatı yüksek tut" mantığı ile hareket etmekte olduklarını hissediyor gibiyim.
Sayın meyvelitepe,
Yazımda verdiğim örnekteki ballar arasında, fiatlarını bu derece etkileyecek özellik farklılıkları yok idi.
Hoşçakalın.
Oğuz Karsan
04-09-2008, 13:46
Merhaba,
Daha önce başka biryerlerde bahsetmiştim. Bizim herşeyimiz zaten organik idi.
Evet yine iddia ediyorum. Çiftçimiz dış ilaç ve tohum firmalarınca kandırılsa da, artık doğru yolu buluyor. Biraz bilinçlenen, yahu ben zaten organik meyve, sebze yetiştiriyormuşum diye söyleniyor ve ürettiklerinin daha fazla rağbet göreceğini bildiğinden, hemen eski sisteme dönüyor.
Hepimiz biryerlere gidip geliyoruz. Ama yazlığa, ama kışlığa, ama iş seyahatine. Yol boyunca çiftçilerimizin derme çatma tezgahlarıyla mutlaka karşılaşıyoruz. Durup bakarsanız yola yakın bir yerde tarlasını göstererek elinize sepeti bile tutuşturup meyve ,sebze toplamaya davet ediyor.
Hatta bazıları bu işi daha düzenli ve iyi yaptığını göstermek için biz hayvan gübresinden başka bir şey kullanmayız bizim meyvemiz, sebzemiz horganik deyiveriyor. Dili dönmese de işin önemini kavramış. Bravo.
Dün,Edremit-Balıkesir yolunun 50.Km sinde pembe domates satın aldığım bir kadın Siz bu domatesleri İstanbulda yiyemezsiniz sizin marketlerinizdeki domatesler ya hormonlu ya da ilaçlı sera malı dedi.
Yabancı ilaç ve gübre firmaları gelip, bu ilaç ve tohumlar ile daha fazla mal üreteceksiniz diye köylümüzü, çiftçimizi kandırıp kullanmaya ikna edinceye kadar biz zaten organik değilmiydik?
Saygılar
Oğuz hocam ne kadar güzel yamışsınız kesinlikle katılıyorum.Aynı durum bizim karadeniz yaylalarında da geçerli aklınıza gelen bitkisel olsun hayvansal olsun birçok ürün organik ama üreticimiz Organik tarım hakkında bilinçsiz olduğu için üretilen ürün gerçek değerini bulamıyor.Ben de organik tarım hakkında kendi çapımda bir makale yazdım ilgilenen arkadaşlarıma yardımcı olması dileğimle.Saygılarımla;
Link
http://www.genbilim.com/content/view/4342/34/
çınaraltı
04-01-2009, 22:23
Organik kelimesini kullanmanın bir bedeli var. Ama bu bedel neyin karşılığı bilemiyorum. Yılda iki defa haberli, iki defa da habersiz kontroller için binlerce lira sertifika bedeli ödemek gerek.
Ben de benzer konulardaki fikirlerimi naçizane blogumda yayınlamıştım.
http://agrosfer.blogspot.com/2009/01/organik-demek-iin-elini-cebine-atman.html
zeytinhan
22-04-2011, 13:06
organik tarım yetiştirdiğiniz ürüne göre değişir. mesela ben zeytin üretimcisiyim bizim bölgede organik tarım zorunludur. zeytinde organik tarımı soracak olursanız kısaca bahsediyim. Çoğu bölge de ilaçlama uçaklarıyla zeytin tarlaları havadan ilaçlanır. bu bölgenin ve tarla sahiplerinin ortak kararıyla yapılır. bu ilaçlar zeytinin, yağın organikliğini bozar. ama bizim bölgemizde biz buna karşıyız. tarım kredi kooperatiflerinden aldığımız petlerdeki ilaçları ağaçlarımıza asıyoruz bütün böcekleri sinekleri o ilaç çeker ve ürünlerimiz temiz bi şekilde doğal ortamında yetişir. bunu il tarımdan yetkililere gösteriyoruz ve organiklik sertifikası alıyoruz. bu yüzden zeytinimiz de yağımız da dünya çapındadır...
mavikartal5
23-04-2011, 20:15
benim anlamadığım konu şu: organik tarımda kimyasallar kullanılır mı ya da kullanılmaz mı? ben hiçbir kimyasal kullanılmaz diye biliyorum???:confused:
Size "Dünya'nın tuttuğu yol" yanlış desem, ne dersiniz? Niye, organik veya benzer adlarla anılan ürünler sertifikalandırılmak zorunda?
Bence tam tersi olmalı. Kimyasal ilaçlı, kimyasal gübreli vb. sorunlu ürünler sertifikalandırılmalı. Sorunu, özelliği, herkesin açık ve net olarak anlayacağı bir şekilde belirtilmeli. İnsanlar bu ürünleri tercih ediyorsa da, bunları göze alarak tercih etmeli. Serbest satılan ürünlerin hepsi de, insana, çevreye zararsız olmalı.
Bunu başarmanın zorluğundan bahsedeceksiniz. Evet, haklısınız. "Serbest Piyasa Ekonomisi" tabu olarak görülürse başarılamaz. Şimdilik ya "zehirli kazık", ya da "organik kazık"tan birini seçme hakkına(!) sahibiz.
Selamlar.
mavikartal5
24-04-2011, 13:14
sayın bozon,
organik kazık (!) tabirinize en içten dileklerimle katılıyorum.
tohumu organik (kimyasallarla kaplanmış, kimyasal işlemlden geçmiş) toprağı organik (kimyasallar içeriyor), yeşillenmesi, dallanması, çiçeklenmesi, meyvelerin çoğaltılması, meyvelerin renklendirilmesi hepsinde de kimyasallar kullanılıyor. hatta, tüketim noktalarına sevkiyatlarında da soğutucunun yanı sıra kimyasallar kullanılıyor.
tabiriniz uygun organik kazık (!)
saygılar
mavikartal5
24-04-2011, 13:20
organik tarım sevdalılarına; çeşitli kimyasallarla kirletilmiş organik tarım yerine doğal tarım
Masanobu Fukuoka'nın bir çığır olarak yeniden bulduğu Ekin Sapı Devrimi fikrini araştırmanızı salık veririm.
saygılar
Organik deyince, sanki teknolojiyi ve piyasayı reddetme anlaşılıyor. Ben bu konulara ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Teknoloji ve piyasanın dikkate alınmadığı çabaların, ciddi bir sonuca ulaşacağını zannetmiyorum.
Selamlar.
mavikartal5
01-05-2011, 21:55
sayın bozon,
yanlış anlaşılma var. organik tarım, teknolojiyi ve piyasayı reddetme değil, sadece kimyasal içerikliği nedeniyle, kimyasallığının gizlenmesi nedeniyle bir tepkim var.
saygılar
bahtiyar02
01-05-2011, 22:06
sayın bozon,
yanlış anlaşılma var. organik tarım, teknolojiyi ve piyasayı reddetme değil, sadece kimyasal içerikliği nedeniyle, kimyasallığının gizlenmesi nedeniyle bir tepkim var.
saygılar
Sevgili mavikartal5;
Bana görede ha organik denen maddeler ha kimyasal maddeler kullanmışsınız fark etmiyor.Sonuçta Organik gübreler veya ilaçlarda kimyaslal maddeler kullanılarak hazırlanıyor. Ozaman kimyasaldan farkı ne? zehirsiz olmalarımı? Sizinde dediğiniz gibi " kimyasal içerikliği nedeniyle, kimyasallığının gizlenmesi nedeniyle bir tepkim var."
Saygılar
Sayın Mavikartal5;
Sözüm size değil. Genel gidişat için söylemiştim.
Piyasa, temiz olmayan ürünlerle dolu olduğu sürece, bunlar bir şekilde tüketilecek. Organik ürün için yapılan çalışmalar da, sınırlı bir alanda kalacak. Ya parası çok olanlar, ya da hobi amaçlı üretim yapanlar bunlardan yararlanabilecek. Bence olması gereken, halkın temiz ürün tüketebilmesi. Bunun için de, piyasadaki ürünlerin tümünün temiz olması gerekli.
Teknoloji terimi de anlam kaymasına uğradı. Teknoloji deyince, sağlığa, insana, çevreye, doğaya zararlı gelişmeler anlaşılır oldu. Elbette bu doğru değil. Teknolojiyi, çıkarcıların değil, halkın yararına kullanmamak yanlış olan...
Selamlar.
mavikartal5
02-05-2011, 22:18
sevgili forumdaşlar,
YEŞİL DEVRİM, bu dünyaya zehir getirdi. salt üretimi arttırmak için hormonlar, vitaminler, ilaçlar kullanıldı sonuç; toprakların bir kısmı kullanılamaz hale geldi.
organik üretim; sözüm ona kimyasalsız, zararsız bir ürün almaktı. ama sonuç; tohumundan üretime kadar her noktada koruyucu tedbirler için yine ilaçlama, yine kimyasallar. beni bilirsiniz bu konuda usta değilim sadece amatör bir tüketici az miktar da da kendimce üreticiyim (kendi ihtiyaçlarım ve gelecek için). içinde kimyasal hormon ve ilacın kullanılmadığı bir organik tarımdan söz edebilir miyiz?
saygılar
misterno
04-05-2011, 16:56
benim anlamadığım konu şu: organik tarımda kimyasallar kullanılır mı ya da kullanılmaz mı? ben hiçbir kimyasal kullanılmaz diye biliyorum???:confused:
TR yi bilmiyorum ama ABD de kullanamazsiniz. Hatta ABD de bir urunun organik sertifikasi alabilmesi icin koyun, sigir tavuk olur domates olur farketmez dikildigi otlandigi topraklarin son 10 sene icinde hic suni gubre, ilac ve kimyasal madde gormemis olmasi lazim.
Eger toprak bu 10 senenin gecis surecinde ise mesela atiyorum 5-6. senesinde ise o zaman urune "transitional" diyorlar. Yani ABD de 3 cesit urun var, traditional (geleneksel ilaclanmis bol hormonlu), transitional (yukarida anlattim) bir de organik.
Ancak burada ilginc bir nokta var. Organik bir urun ile siradan bir kisinin bahcesinde uretilen domates arasinda DAGLAR kadar lezzet farki var. Bunu anlamis degilim.
Yani sonucta organikte ticari ve cokca uretilince bir sekilde lezzeti kaciyor ama neden bunu anlamadim.
mavikartal5
04-05-2011, 20:56
sayın misterno
bir kök domates fidesinden yaklaşık 1600 kg ürün almanın adı da organik üretim. böyle biliniyor ülkemizde. diğer taraftan organik tarımın temelinde HACCP denilen bir gıda sistemi var ama uygulanması %1 bile yapılamaz. yani yok.
sizin de belirttiğiniz gibi organik tarımın tadı tuzu kaçık vaziyette. siz üretimin her noktasında kimyasal kullanmaya devam ederseniz, daha çok ürün alayım diye suyu da basarsanız, doğaldır ki ürünün tadı tuzu kaçacak. ürünleri sözüm ona turfanda diye satmak için onları makinalarda sarartıp, kızartırsanız, içleri yeşil dışları da kendi renginde olacaktır şüphesiz. sanırım 2 yıl önce yaşanan bir krizde, limonlar ihracattan döndü geldi. iç piyasaya sürüldü. sapsarı limonların üzerinde koyu yeşil noktalar herkesin gözünden kaçtı. işte makinalarla, kimyasal işlemlerle sarartılan limonlar.
organik tarımın tadı tuzu kaçtı.
saygılar
Ancak burada ilginc bir nokta var. Organik bir urun ile siradan bir kisinin bahcesinde uretilen domates arasinda DAGLAR kadar lezzet farki var. Bunu anlamis degilim.
Yani sonucta organikte ticari ve cokca uretilince bir sekilde lezzeti kaciyor ama neden bunu anlamadim.
Arkadaşlar kontrol ve denetimlerin göz ardı ettiği bir nokta, serada yetiştirilen bitkilerin gelişim süreçlerindeki farkın tarlada veya bahçede yetişen bitkinin biçimiyle benzerliğinin olmayışının altında yatan bu ayrıcalıkta aramalıyız doğallığı.
Tohumumuz labaratuar çıktısı olarak seranın ortamında bitkiye dayatılan şartlarda çimlenmesi baştan doğallığı kaybediyor, tarladaki domates iplerdemi büyüyor da doğallık kazanıyor, sera içinde ipe alınmak yetmiyormuş gibi verim artışı sağlamak adına üzerinde yaprak bırakılmıyor.
Sera içinde ipe alınan bu bitkilerin boyları 2ila 3mt buluyor, bu özellikler bitkinin gelişmesinin bu gelişme farkı olarakta tarla ve bahçedeki sebzeye benzemeyen ürünler sunmasının sonuca olarak bu çarpık gelişme içinde açıklanabilir.
Yetiştireceğimiz her türlü ürünün gelişme şartlarını doğallık içinde değilde insanin üretim biçimine yansıyan ticari anlayışla bitkinin besin su ve klimanın yarattığı hava şartları içinde doğallık bitmekte insanın dayatmalarıyla sağlanan bitkisel yaşamdan doğallık aramamız bence en büyük saflıktır.
Doğallığı bozan nedenler arasında sadece ilaç ve kimyasalarla açıklamakta insanın üretim biçimindeki yanlış uygulamalarıda göz ardı edilerek kendini savunması ben kabul edilebilir gerçek değildir.
Doğallık basit çiftçilik içinde pratik hale gelmektedir, seralarda bitki yetiştirmek bir fabrikasyon modeli olmaktadır bu model içinde doğallığa ulaşılamaz.
Bence sertikalandırılarak yapılan üretim biçiminin, kimyasalların kalıntılardan gelen zararı önlemeye yönelik uygulamaların tam işlemesi doğallığı sağlamada yetersiz kalmaktadır, bu kuruluşların seralarda üretilen ürünlere organik sertifikası ile satışına izin vermesi bir kandırmaca olmaktadır.
Serada üretilen ürünler kimyasallar yönünden istedikleri kadar temiz olsunlar, bu ürünlere doğal organik ürün denilemez, sağlık yönünden sakıncalar taşımamış olmaları onların ürün kalitelerini doğallık kazandıramaz.
mavikartal5
05-05-2011, 09:04
sayın epsody,
biliyorsunuz ben tarımsal üretim konusunda eğitim görmüş biri değilim. sadece amatörüm.
organik üretimde; tohum kaplama ve renklendirmeden tutun, çimlendirme (toprak dahil), büyütme, dallanma, çiçeklenme, çiçeğin tutturulması, meyveye dönüştürülmesi, meyvenin büyütülmesi, gövde/dal/yaprak/çiçeklerin budanması, ürünün hasatı, hasadın olgunlaştırılması, ürünün daha uzun süre saklanması, nakliye halinde muhafazası, tüketiciye sunulması aşamalarının hemen hemen hepsinde çeşitli katkı maddeleri kullanılmaktadır. ayrıca hastalıkların tedavisi, yabancı otlarla mücadele gibi olumsuz şartlarda da kimyasallara başvuruyoruz. tabi üretimin her aşamasında da su takviyesi. ayrıca bitkinin yeterli miktarda dinlendirilmemesi de cabası. sadece daha çok ürün almak adına bitkiye işkence yapıyorsunuz. bitki bol ürün veriyor, veriyor da tadını tuzunu siz kaçırıyorsunuz bu kimyasallar ve bol su nedeniyle. sizin de dediğiniz gibi sera ortamları takviye edilmiş üretim ortamları yani doğallıktan uzak. bol miktarda İZİN VERİLMİŞ KİMYASALLARIN KULLANILMASI ise...
işte bu aşamada İZİN VERİLMİŞ KİMYASAL kullanımı göz ardı ediliyor organik üretimde. aslında bunun organik üretim olmadığını herkes biliyor da ikrar edemiyor.
daha çok ürün almak adına bitkiye işkence edenleri herşeye maydanoz olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine vermek gerekir diye düşünüyorum.:D
saygılar
lalebruli
05-05-2011, 15:56
Her turlu kurala uyularak can-i gonulden yapilan organik uretim bile olsa sadece nakliye sartlarindan bile (ozellikle domates icin) dogan lezzet farki mutlaka olur. Dalindan sabah koparilmis ve buzdolabina konmamis kirmizi domates hem tad hem besin degeri acisindan (likopenler ozellikle) ustun durumdadir. Market rafina koymak icin bunu en az 2-3 gun oncesinden yesilimsi veya tamamiyle yesilken koparmak gereklidir, kimyasal kizarma uygulanmasa bile kendi kendine kizarir. Tabii ki hemen buzdolabina konulan (market veya nakliyeci) urun rafa ciktiginda en az 3-5 gunluktur.
Yukaridaki elestirilerin tamami dogrudur yapilan her mudahale tadini etkiler. Organik olarak kullanilan kimyasallarin insan vucuduna zararli kalici etkisi yoktur.(en azindan oyle olduguna inaniliyor). Yani organik urun kullanicilari sadece tad degil saglik acisindan da olaya bakiyor. Seftali, domates, uzum gibi ince kabuklu daha bir suru urun dogada en cok saldiriya ugrayan cesitler oldugu icin organik yolla uretilmediginde uzerinde onlarca (seftali icin 8 cesit oldugunu duymustum) kimyasal madde kalintisi ile piyasaya suruluyor.
Sakayla karisik aciklarsak;
Organik degil- hem tadi yok hem de vucutta birikim yapan kimyasallarla dolu.
Organik- Tadi yok (veya az) ama yarin obur gun kanser olma riskiniz az
Kendi yetistirdiginiz - tabii ki en guzeli, en lezzetlisi
Bol domatesli gunler dilerim, benimkiler haftaya toplanacak duruma geliyor...
Ebru
Daha fazla bilgi icin (benim gibi bilimsel makale kurdu arkadaslara):
http://web.extension.illinois.edu/state/newsdetail.cfm?newsid=6816
misterno
06-05-2011, 05:11
Avrupa'da durum nedir tam emin degilim ama ABD de bugunlerde organik'in anlami degisti ve GDO alaninda uzman Monsanto nun lobby girisimleri sayesinde artik ABD'de organik GDO suz anlamina gelmiyor. Yani organik urun aldiginiz zaman GDO lu olabilir ve bunu etikete yazmak zorunda degiller.
Isteyenler ilgili makaleyi asagida okuyabilir.
http://peakoil.com/forums/wholefoods-major-betrayal-t61086.html
Her zaman demisimdir, gida ve saglik sektoru obur sektorler gibi kar amaci guden sirketlerin oyuncagi olmamali.
Turkiye'deki yonetmelik ne diyor bu konuda bilgisi olan varmi?
lalebruli
06-05-2011, 16:29
Avrupa'da durum nedir tam emin degilim ama ABD de bugunlerde organik'in anlami degisti ve GDO alaninda uzman Monsanto nun lobby girisimleri sayesinde artik ABD'de organik GDO suz anlamina gelmiyor. Yani organik urun aldiginiz zaman GDO lu olabilir ve bunu etikete yazmak zorunda degiller.
Isteyenler ilgili makaleyi asagida okuyabilir.
http://peakoil.com/forums/wholefoods-major-betrayal-t61086.html
Her zaman demisimdir, gida ve saglik sektoru obur sektorler gibi kar amaci guden sirketlerin oyuncagi olmamali.
Turkiye'deki yonetmelik ne diyor bu konuda bilgisi olan varmi?
http://www.veganreader.com/2011/04/15/why-whole-foods-should-label-gmo-foods/
"Healthy food" GDO olabilir
"organic food (100% organic USDA certificate)" GDO olamaz, lobi calismalarina ragmen yasa hala degismedi. Whole food ve digerleri GDO'nun kullanilmasini destekliyorlar ancak yasa izin vermiyor.
mavikartal5
10-05-2011, 01:23
avrupa veya amerikayı bırakalım da ülkemizdeki organik tarım denen üretim şekline yakından bir bakalım. nasıl yapılıyor ve nasıl kontrol ediliyor, kimler kontrol ediyor, neyin karşılığında kontrol ediyor???
organik tarımı tam olarak bilmiyorum ama ISO 9000 serisi kalite kontrol sertifikaları var. TSE'den almaya kalksanız zor alırsınız 5-6 bin liraya kadar ilk maliyeti var. gelin size 1,5-2 bin liraya bu sertifikayı alayım. ha derseniz kalite şartlarını taşıyor mu? kocaman bir HAYIR. sanırım aynı mantık organik tarım sertifikasyonu firmalarında da vardır. çantacı bir firma buldunuz mu, olmayan tarlanıza bile sertifikaya kolaylıkla alabilirsinizzz...
saygılar
misterno
13-05-2011, 18:25
mavikartal
TR deki bir cok urunde yurtdisina bagimlilik varken yurtdisindaki gelismelerden uzak Turk organik tarmini tartisamazsiniz.
Ebru
Link icin tesekkurler, ben yasa gecti saniyordum ama sanirim o yasayi lobby ler sayesinde gecirirler. :(
mavikartal5
17-05-2011, 13:44
sayın misterno,
salt ülkemizi suçlamayalım. çantası sertifikasyon kuruluşlarının tamamı yurtdışı kaynaklı. işin başında yabancılar var hırsları törpüleyen
saygılar
mavikartal5
31-05-2011, 22:23
avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamında organik tarım var. sertifikasyon işlemleri var, kontroller ve denetimler sıkı bir şekilde yapılıyor. aşağıdaki haberin yorumunu, siz sayın okurlara bırakıyorum
saygılar
http://www.hurriyet.com.tr/planet/17920076.asp?gid=381
Ölüm saçan ürünlerin üretim tekniği konusunda paylaşılmış bir bilgi var mı acaba? Topraklı tarımla mı? Yoksa ülkemizde de çokça uygulanan topraksız tarım metodu ile mi üretilmiş? Belkide organik tarım sertifikalıdır. Gerçi topraksız tarımla üretilen ürünlerde sertifikalanıyor ama denetlenildiğine (Ya da hakkıyla denetlenildiğine demek daha doğru olur.) inanmıyorum. Acaba o çok şanlı sertifika veren akreditasyon labaratuvarları rutin denetim işlemlerinde ne yapmışlar acaba? Bence bütün cezayı o akreditasyon kuruluşlarına kesmek lazım. Bu yüzden sertifikalı diye hiç bir ürüne güvenmiyorum. Evde akan su kültüründe yetiştirdiğim domateslere daha çok güveniyorum ya da Çanakkale' de kendi için ürettiği domatesin bir kısmını haftalık geçimini sağlamak için satan fakat sertifikası olmayan köylüye daha çok güveniyorum.
mavikartal5
03-06-2011, 01:25
ne diyeyim sayın sarıcan,
yorumunuz için teşekkür ederim. ülkemiz dahil, çantacı sertifikasyon kuruluşlarının bir yanıt vermesi gerektiğine inanıyorum.
saygılar
ne diyeyim sayın sarıcan,
yorumunuz için teşekkür ederim. ülkemiz dahil, çantacı sertifikasyon kuruluşlarının bir yanıt vermesi gerektiğine inanıyorum.
saygılar
Sn. mavikartal5,
Bu kontrolsüz ortamda hergün ilginç bir durumla karşılaşmamak mümkün değil. Geçen yıl başıma gelen olayda söz konusu firmanın akredite bir kuruluştan sertifikasıda vardı ama yaptığım yazışmalardan pek tatmin olduğumu söyleyemem.
http://www.agaclar.net/forum/showpost.php?p=731152&postcount=10
İmkanım olsa tükettiğim bütün sebzeleri kendim üretirdim. Hemde kanseri yaşamış biri olarak organik tarım diye diretmez, bilimin ve akılın ışığında topraksız tarımda üretirdim. Sebzeyi veya meyvayı tehlikeli kılan bilinçsizce yapılan gübreleme ve hastalıklarla mücadele için kullanılan kimyasal ilaçlar. Yoksa bitkinin yaşamını idame ettirmek için elzem olan NPK (Azot, Fosfor, Poatasyum) makro elementlerin ve bunun yanında miligram mertebesinde verilen iz elementlerin bitkiye veriliş metodu değil, asıl olan daha fazla kar için bu elementlerin dışında bitkiye yapılan müdahelelerdir. Bugün yaşadığımız problemin kaynağı tamamen vahşi kapitalizmin getirdiği ahlaki çöküntü. Kar hırsı insanları zalim bir canavara dönüştürmüş. Kimsenin insan sağlığını düşündüğü yok.
Ortada bir kar savaşı varsa organik üretim yapıyorum deseler bile bir çok kişi mevzuatın etrafından dolaşmayı ticaretin altın kuralı olarak gördüğü sürece biz daha çok organik bal diye glikoz şurubu bile olduğundan emin olamayacağımız organik ballar, ya da organik sebzeler yeriz. Hem de bunun yanısıra enayilik bedeli olarak ta iki kat bedel öderiz.
Çıkarılan yasalar ve sertifikasyon kuralları büyük parası olan insanların bu işi yapabileceği bir hale getiriliyor. Ayşe teyzenin anasının ak sütü kadar temiz olarak kendisi yemek için yetiştirdiği ürün sadece sertifikası olmadığı için bu pazardan adımını içeri bile atamaz. Hatta yeni çıkarılan tohum yasası ile elindeki organik tohumunu satması bile yasaklanır. Neden? Mevzuat böyle diyor diye. Bence asıl sahip çıkmamız gereken şey yüzyıllardır süregelen evladiyelik tohumlara sahip çıkılmasıdır. Tabi treni kaçırmadıysak. Bu yüzden bu tür düzenlemelerin tamamen büyük sermayenin işine yarayacağını düşünüyorum.
mavikartal5
06-06-2011, 14:06
sayın sarıcan
geleneksel tarım üretimi varken, salt rekolteyi arttırmak için yeşil devrimi ortaya attılar ve para kazandılar. baktılar ki yeşil devrimde hastalıklar oluştu, geleneksel üretim yerine organik devrime geçtiler. ama öncelikle organik tohum alacaksınız. sertifikalı. yani tohumculara para kazandırmak zorundasınız.
tohumculuk yasasına göre organik tohumlar değil, yerel tohumların satışı yasak. yasak da, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yerel tohumların takas sistemi el değiştirmesi yasak değilllllllll.
biz de bunu yapıyoruz, yerel tohumlarımızı başka insanlarla paylaşıyoruz. karşılığında ücret almaksızın.
diğer taraftan, avrupada organik salatalıktaki virüs nasıl olduysa, kimin gözünden kaçtıysa...
saygılar
Fikirlerinizi iyi kötü okudum anladım. Organik tarımı savunacak değilim tabi ki. Yalnız Türkiye'de ki en büyük eksiklik sendika gibi birleşme. Eğer çiftçilerimiz bu konuda bilgilendirilirse yabancı şirketlere de el açmak zorunda kalmayız. Nacizane fikrim budur. Birde fiyatlardan ürün kalitesinin düştüğünü yazmışsınız. Organik tarım geçiş sürecinde büyük kayıplar oluyor. Fakat 3 seneden sonra toprak toparlanınca istenilen kaliteye ulaşıyorsunuz. Saygılarımla.
mavikartal5
08-07-2011, 21:38
sayın sineps
siz 3 yıl istiyorsunuz, bana da bir 10 yıllık süreç tanıyın lütfen. 10 yıl içerisinde organik devrimin sonuçlarını, kimyasalların hangi yollarla kullanıldığını hepbirlikte göreceğiz. aklın mantığın yolu birdir. sulu tarım da organik tarım içerisinde değerlendiriliyor. benim aklım, 1 kök domatesten yaklaşık 1600 kg ürün alınmasına yetmiyor. önümüzdeki süreçte susuz tarıma geçilecek ve bunun hazırlıkları yapılıyor.
benim düşüncelerimin gerçekleşmemesini diliyorum, bu konuda yalancı çıkayım istiyorum 10 yıl içerisinde
saygılar
Organik tarımın (ülkemiz açısından diyorum) hiç kimyasal kullanmadan üretildiğine ben inanmıyorum. Siz fazla ürün almanın organik sayıldığını veya etrafınızda böyle gördüğünüzü söylüyorsunuz. Aslında daha sağlıklı fazla üründen ziyade kaliteli. Bizim organik tarımda felsefemiz hemen ilk hastalıkta ilacı dayatmak değil. Bizede yeter böceğede yeterdir. Yine belirtiyim organik tarım tüm yönüyle mukemmeldir demiyorum. Çünkü ülkemiz şartları malum. Topraksız tarım konusu ise organik tarıma dahil değildir. Saygılar, selamlar...
mavikartal5
11-07-2011, 11:05
sayın sineps
...sulu tarım da organik tarım içerisinde değerlendiriliyor.
sayın sineps,
dilim sürçtüyse özür dilerim ama kuru tarım değil, sulu tarım organik tarım içerisinde değerlendiriliyor.
ben tarım konusunda eğitim almış birisi değilim ve sadece amatörüm. ancak sizin de dediğiniz gibi salt ülkemiz değil, dünyanın hiçbir yerinde masum çiftçiler dışında kimyasal kullanılmadan organik tarımda verimi arttırmak anlamsız. en azından tohumlar kimyasal işlemden geçiyor. işin ilginç tarafı, organik tarım mevzuatını incelediğinizde "kabul edilebilir kimyasal değerlerden" bahsediliyor.
ben sizin organik felsefenizi bilmekten uzağım ama organik tarım temel felsefesinde "hiç kimyasal kullanılmaması" diye geçer. yok, verimi arttıralım diye hiçbir yerde okumadım. ama uygulamaya gelince, bu temel felsefe unutulur.
kuru tarıma gelince, organik tarım içerisinde değerlendirilmiyor biliyorum ama orada da yeşil devrim gibi yoğun kimyasalların kullanılacağı kesin ve bu konuda araştırmalar başladı bile.
saygılar
http://www.bitkitohum.com/2011/06/kyamet-tohum-bankas-gercek.html
Topraksız tarım konusunda çalışma imkanım oldu. Bende eğitimini gördüm ama eminim benden tecrübelisinizdir. Topraksız tarımda bütün ihtiyacı olan vitaminler suyla veriliyo. Bizzat uyguladım fakat kesinlikle organik olarak değerlendirilmiyo pazara sunduğumuzda ise organik fiyatından satılmıyo. Tabi türkiye genelinde nasıl bilmiyorum ama biz tokatta bu şekilde değerlendiriyoruz. Organik marullarımız vardı. Yaklaşık 5 senelik bi denemeydi.yüksek fiyat yüksek verim yüksek kaliteliydi. Üniversiteler araştırma konusu yapabilir fakat çiftçinin üretim yapıp gelir sağlayacağı bi sistem değil. Sulu tarım, topraksız tarım... En azından benim hocalarımdan öğrendiğim deyim.
mavikartal5
12-07-2011, 19:38
sayın sineps,
ben tarımsal konularda uzman değilim ve yüklü bir şekilde tecrübem de yok. yani amatör ve sıradan bir vatandaşım. ancak, organik tarım mevzuatını incelerseniz, sulu tarım; bu kapsamda değerlendirilmektedir.
vitamanler suyla veriliyor diyorsunuz, neler veriyorsunuz ben bilmiyorum. ama eminim ki, mutlaka vitaminler de organik gübre/vitaminler sınıfındandır. bunun da açılımını yine aynı mevzuatta bulabilirsiniz. "... bulunmadığında kabul edilebilir kimyasal değerler..." olarak tanımlanmıştır.
saygılar
syıldıran
19-07-2011, 17:00
Sn. mavikartal5,
Bu kontrolsüz ortamda hergün ilginç bir durumla karşılaşmamak mümkün değil. Geçen yıl başıma gelen olayda söz konusu firmanın akredite bir kuruluştan sertifikasıda vardı ama yaptığım yazışmalardan pek tatmin olduğumu söyleyemem.
http://www.agaclar.net/forum/showpost.php?p=731152&postcount=10
İmkanım olsa tükettiğim bütün sebzeleri kendim üretirdim. Hemde kanseri yaşamış biri olarak organik tarım diye diretmez, bilimin ve akılın ışığında topraksız tarımda üretirdim. Sebzeyi veya meyvayı tehlikeli kılan bilinçsizce yapılan gübreleme ve hastalıklarla mücadele için kullanılan kimyasal ilaçlar. Yoksa bitkinin yaşamını idame ettirmek için elzem olan NPK (Azot, Fosfor, Poatasyum) makro elementlerin ve bunun yanında miligram mertebesinde verilen iz elementlerin bitkiye veriliş metodu değil, asıl olan daha fazla kar için bu elementlerin dışında bitkiye yapılan müdahelelerdir. Bugün yaşadığımız problemin kaynağı tamamen vahşi kapitalizmin getirdiği ahlaki çöküntü. Kar hırsı insanları zalim bir canavara dönüştürmüş. Kimsenin insan sağlığını düşündüğü yok.
Ortada bir kar savaşı varsa organik üretim yapıyorum deseler bile bir çok kişi mevzuatın etrafından dolaşmayı ticaretin altın kuralı olarak gördüğü sürece biz daha çok organik bal diye glikoz şurubu bile olduğundan emin olamayacağımız organik ballar, ya da organik sebzeler yeriz. Hem de bunun yanısıra enayilik bedeli olarak ta iki kat bedel öderiz.
Çıkarılan yasalar ve sertifikasyon kuralları büyük parası olan insanların bu işi yapabileceği bir hale getiriliyor. Ayşe teyzenin anasının ak sütü kadar temiz olarak kendisi yemek için yetiştirdiği ürün sadece sertifikası olmadığı için bu pazardan adımını içeri bile atamaz. Hatta yeni çıkarılan tohum yasası ile elindeki organik tohumunu satması bile yasaklanır. Neden? Mevzuat böyle diyor diye. Bence asıl sahip çıkmamız gereken şey yüzyıllardır süregelen evladiyelik tohumlara sahip çıkılmasıdır. Tabi treni kaçırmadıysak. Bu yüzden bu tür düzenlemelerin tamamen büyük sermayenin işine yarayacağını düşünüyorum.
Sn. Sarıcan ,
Mesajınıza aynen harfiyen , noktasına virgülüne kadar katılıyorum , mesajınızda evladiyelik tohumlara sahip çıkılmasından bahsediyorsunuz ki ne kadar doğru diyorsunuz , ama korkarım ki treni kaçırdık galiba , bunları yazarken gümrükte yakalanan böcek kaçakçıları aklıma geldi , biz elimizdekine sahip çıkamaz iken ne düşünceyle yaptıklarını bilmiyorum ama yabancılar ülkemizdeki böceklerin gen haritasını çıkarmaya çalışıyorlar. Saygı ve selamlarımla . .
mavikartal5
19-07-2011, 19:39
sayın syıldıran,
her ne kadar dediklerinize tamamen katılıyorsam da, yerel tohumların korunması konusunda toplumdaki bazı kişilerin bireysel çalışmaları var ve bunların varlığını biliyorum. benzer şekildeki bir çalışmayı da ben yapmaya çalışıyorum. yerel tohum desteğinde bulunmaya var mısınız?
saygılar
http://agaclar.net/forum/showthread.php?t=23201&page=5
syıldıran
19-07-2011, 20:54
sayın syıldıran,
her ne kadar dediklerinize tamamen katılıyorsam da, yerel tohumların korunması konusunda toplumdaki bazı kişilerin bireysel çalışmaları var ve bunların varlığını biliyorum. benzer şekildeki bir çalışmayı da ben yapmaya çalışıyorum. yerel tohum desteğinde bulunmaya var mısınız?
saygılar
http://agaclar.net/forum/showthread.php?t=23201&page=5
Sn. mavikartal5 ,
Yerel tohumların korunması çalışmalarınız çok takdire şayan bir çalışma , ve bu çalışmanıza büyük saygı duyduğumu belirtmeliyim. Ben biraz mesleğini yapan , birazda çiftçilik yapmaya çalışan emekli bir elektrik mühendisiyim. Eğer çalışmalarınıza küçük bir oranda bile acizane bir katkım olabilecek ise elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. Saygı ve selamlar . .
Arkadaşlar tarımın organikleşmesi konusunda benim söyliyeceklerim yetiştireceğimiz ürünlerin beslememiz konusunu tartışmamız gerekiyor, kompost ve solucan gübre çalışmaları içinde edindiğim bilgilerin ışığında açıklamam gerekirse.
Piyasada satılan kompost gübreleri açıklıyacak olursak genelde et yumurta ve süt ürünü endüstürileri yan sanayi olarak hayvan dışkılarını bir şekilde kompostlaştırıp piyasa organik gübre olarak sunuyorlar.
Bir başka organik gübre olarak sıvı olanlar ise genelde konserve ve meyve suyu fabrikalarının artıklarını işliyerek bunlarda aynı organik gübre üretimi olarak piyasadan pay alma kervanına katılmış durumdalar.
Ben olaya gübre tarafında bakılınca bu gübrelerin organikliğinden şüpheye düşmekteyim, dikkatlerinizi buraya çekmekteki maksadım, piyasaya sunulan sebze ve meyvelerin organik gerçeğini sorgulamamız gerektiğine inanmaktayım.
mavikartal5
19-07-2011, 22:14
Bahçemde ki tarımsal uygulamalarımda genelde organik yetiştiriciliğe önem verdiğimden kimyasallardan kaçınmaktayım, ama hiç kimyasal kullamadığım anlamı çıkarılamaz bilimsel çevrelerin kabul ettiği ölçüler içersinde %15 oranında kimyaslı kullanmamın sakıncaları topraklarımın aktiviyetine zarar getirmiyeceği anlayışı içersindeyim.[/B][/B]
sayın epsody,
bu konudaki baştan beri özellikle tarafımdan yazılan mesajlara bakarsanız, Organik Devrim karşıtı birisiyim. her ne kadar ziraat kökenli değilim ve amatörsem de, organik tarım mevzuatında "kabul edilebilir değerlerde kimyasal kullanma" serbestisi vardır. bu konu sizin bir mesajınızla da teyid edilmiş.
organik olarak bildiğim hayvan gübrelerinde, ilaç kullanımına bağlı çeşitli hormonsal kalıntıların bulunduğunu sizinle yaptığımız telefon görüşmesinde ilk kez duydum ve kabul ettim.
piyasaya sunulan organik devrimin ürünlerini sorgulamaktan uzağım, zira baştan beri dediğim gibi çeşitli kimyasalların kullanılabilirliğine izin veren organik tarım karşıtıyım.[/B]
saygılar
acemi_caylak
04-08-2011, 20:12
Bir kızılderili atasözü, “Bitkilerimiz bir tek yağmuru bir tek rüzgarı dahi ıskalasa Tanrılar bizi terk eder” der.
Tarımda yoğun makineleşme yaygınlaşmadan ve yapay gübreler ve pestisitler kullanılmaya başlamadan önce, bitkilierin tek ihtiyacı verimli bir toprak, su, karbondioksit ve güneşti. (Suda yetişen bitkiler konumuz dışı.)
Bilim ve teknoloji geliştiği ölçüde, insanoğlu doğaya daha fazla müdahale eder oldu. Artık kızılderili atasözündeki gibi doğal koşullar tek belirleyici değil. Çöl ortamında ya da çok verimsiz bir toprakta hatta topraksız ortamda tarım yapmak mümkün.
Geçmişte bir çiftçi ortalama 8 kişiye bakarken, bugün 126 kişiye bakıyor. Artık mevsimin dışında da etlienle kızartılmış domates yiyebiliyorsunuz. Ticari ürünler sınıfında sayılan mısır, soya fasulyesi ve buğday gibi bitkilerde üretim maliyeti öylesine düştü ki, marketten yüksek fruktozlu mısır şurubu içeren bir yiyecek ya da fastfood restoranından bir hamburger alıp karın doyurmak elma ya da portakal almaktan daha ucuz. Ancak bunun bir bedeli vardı. Bu bedeli kim ödeyecekti?
İlk başlarda az gelişmiş ülkeler bunun bedelini açlıkla ödediler. Gıda ve besin pazarını elinde tutan tekeller sadece birkaç ürüne yöneldiler. Amerika’da ekilebilir toprakların %30’unda mısır ekiliyor. Çünkü mısır, soya fasulyesi gibi ürünler kolaylıkla depolanabiliyor ve uzak merkezlere nakledilebiliyor. Böylelikle az gelişmiş ülkeler için mısırı ithal etmek, onu tarlada üretmekten daha ucuz. Örneğin, NAFTA sayesinde ucuz mısır Meksika pazarına sürüldü ve 1.5 milyon mısır çiftçisi işsiz kalarak, ucuz işgücü olarak kaçak yollardan Amerika’ya girmeye başladılar.
Herkes memnundu. Gıda üreticileri, hayvan ve et üreticileri, kimyasal ilaç ve gübre üreticileri. Çünkü bunlar pastadan en büyük payı alanlardı. Hatta bu devasa üretim artışının dünyada açlığı bitireceği propaganda ediliyordu. Ancak ne açlık bitti ne de refah düzeyindeki iyileşme toplumun bütün sınıflarına yansıdı.
Bir yerlerde bir şeyler yanlış gidiyordu. Tekellerin pazar hakimiyetini ve bu işten nemalananların kirli oyunlarını ikinci bir yazıya bırakalım. Mikrobiyoloji açısından bizi ilgilendiren kısmı, geçenlerde Almanya’da salatalıklarda görülen ve önce kaynağının İspanya olduğu ancak daha sonra kaynağının bilinmediği söylenen Enterohemorejik Escherichia coli (EHEC) O157-H4 bakterisi toplumun bütün kesimleri için tehdit oluşturuyordu ve artık sadece yoksul kesimlerin değil toplumun tümünün sağlığı tehlikede.
EHEC O157-H4’ün henüz kaynağı bilinmiyor. Ancak bugüne kadar en tehlikeli E. Coli bakterisi sayılan EHEC O157-H7 bakterisinin kaynağı biliniyor. Sıkı durun, temel nedeni mısırla beslenen inekler. Normalde E. Coli bakterisi doğada çok az bulunur. Daha çok sıcak kanlı hayvanların kalın barsağında bulunan ve glikoz ve fruktozun mayalanmasına yol açan bir bakteri türüdür. Mikrobiyoloji.org’tan alınan aşağıdaki alıntıda, bu bakterinin ne olduğu kısaca anlatılıyor.
"Koli Basili
Koli basili (Escherichia coli) sıcak kanlı hayvanlar olarak tanımlanan memeliler (insan, evcil hayvanlar, sığır, at, koyun, domuz) ile kanatlıların bağırsaklarında doğal olarak bulunan bir bakteridir ve doğada tek bulunduğu yer bu hayvanların bağırsaklarıdır. Her hangi bir örnekte (gıda, içme veya kullanma suyu, deniz, havuz, göl, çalışma tezgahları vb.) bu bakteriye rastlanırsa o örneğe doğrudan bu hayvanların dışkısının veya dolaylı olarak lağım suyu ile dışkı bulaştığının kesin göstergesidir. İnsanlarda, kedilerde, köpeklerde, menekşelerde olduğu gibi mikroorganizmalarda da çeşitli ırklar vardır. Mikrobiyoloji dilinde bunlara suş adı verilir. Koli basilinin de çeşitli suşları arasında insan sağlığına her hangi bir zarar vermeyenler olduğu gibi seyahat diyaresi denilen ve çocuklarda tehlikeli olabilecek diyarelere neden olan suşları ve Japonya 'da on binlerce kişiyi hastalandıran ve 23 kişiyi öldüren E. coli O157:H7 serotipine ait suşları da vardır. Gıda endüstrisinde ham madde olarak kullanılan çiğ kıyma gibi birkaç istisna dışında hiç bir gıdada bu bakteriye izin verilmez. Bunun nedeni hastalık yapabilen suşları olduğu için değil o gıdaya kesinlikle doğrudan veya dolaylı olarak dışkı bulaştığının göstergesi olmasındandır." (Kaynak:www.mikrobiyoloji.org)
Bu bakteriyi tehlikeli kılan çok az miktarının bile dışarıdan alınması durumunda kanlı ishalle başlayan besin zehirlenmesine neden olmasıdır. (Örneğin Salmonella bakterisinin hastalık yapması için çok daha yoğun temas gerekir.) EHEC tipi dediğimiz bu bakteriler, Şiga toksini salgılarlar ve bu toksin bağırsak epitel hücrelerinin ölümüne yol açar, bu yüzden bağırsak su emme yeteneğini kaybeder, sonuç kanlı bir ishaldir.
Birde Türk Tabibler Birliği’nin sitesinden alınan şu bilgi ile devam edelim.
"EHEC Nedir?
Enterohemorajik Escherichia coli (EHEC), Shiga toksin (verotoksin) üreten E. coli’lere verilen isimdir. Şiddetli karın ağrısı, sulu ishal, kanlı ishal, hemorajik kolit, hemolitik üremik sendrom (HÜS), akut böbrek yetmezliği gibi birçok farklı klinik tabloya yol açabilir. Genellikle karın ağrısı ve sulu ishal şeklinde başlayan yakınmalar birkaç gün içinde kanlı ishal halini alır. Ateş genellikle görülmez. Hastalık çocuklarda (5 yaş altı) ve yaşlılarda (65 yaş üstü) daha ağır seyreder. Genç erişkinlerde genellikle kendini sınırlayan ishal görülürken çocukların ve yaşlıların %10’unda HÜS görülür. HÜS, akut böbrek yetmezliğine ve yoğun transfüzyon ihtiyacına yol açar. Bu dönemde destek tedavisi uygulanır. Antibiyotik tedavisi ve barsak hareketini durduran ilaçlar kesinlikle kullanılmamalıdır. Bazı hastalarda HÜS kronik böbrek yetmezliği ile sonuçlanırken olguların %3-5’i kaybedilir. Bu klinik tabloya en sık yol açan EHEC serotipi O157:H7’dir. Bu serotip dışındaki bakteriler de nadiren benzer klinik tabloya yol açabilirler.
Nasıl bulaşır?
EHEC, büyükbaş otçul hayvanların barsaklarında bulunur. Dış ortam koşullarına dayanıklı olduğundan sebze ve meyvelerde de bulunabilir. Çok az sayıda bakteri (10-100 adet) hastalığa yol açabilmektedir. En sık görülen kaynaklar iyi pişmemiş hamburger köfteleri, salam, iyi pişmemiş biftek, çiğ süt olmakla birlikte iyi yıkanmamış çiğ sebzelerden de bulaşabilmektedir. Hastalanan bir kişiden çevresindeki diğer kişilere bulaştığı da bilinmektedir.
Nasıl korunulabilir?
Besinlerin hazırlanması sırasında sanitasyon koşullarına uyulması önemlidir. Etlerin iyi piştikten sonra yenmesi gerekir. Süt, pastörize ürün alınarak veya kaynatılarak tüketilmelidir. Çiğ yenen sebze ve meyveler çok iyi yıkanmalıdır. El yıkamaya dikkat edilmelidir." (Kaynak: http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/ehec-2670.html)
Şimdi bu bakterinin bulaşmasından kaçınmak mümkün mü? Yoksa büyük tekeller bize dışkı mı yediriyor? İçimizden kaçı büyük firmaların üretim tesisini gördü ya da görmek isteseniz bile yediğiniz gıdanın kaynağına ulaşabilir misiniz?
Burada sözü “Dünyayı ele geçiren global gıda üreticileri (Food Inc.)” belgeseline bırakalım. Bu belgeseli internette bir çok yerde izleyebilirsiniz. Örnek: http://www.gidasayfasi.com/video-5-Dunyayi-ele-geciren-global-gida-ureticileri.html
Aşağıdaki bölümler bu belgeselden geniş bir özet.
"Gıda sektörü yediklerinizin geldiği yeri yeri bilmenizi istemiyor. Zira öğrenirseniz yemek istemeyebilirsiniz. Bir fastfood restoranında yemek yemeyebilirsiniz. Ancak yine de bu sistem için üretilen etlerden tüketiyorsunuz.
Süpermarketlerin raflarındaki “bol çeşit” aslında bir çeşit yanılsaması. Bütün ürünlerin üzerinde, 1930' lu yıllardaki çiftçilerin yüzünü görürsünüz. Yani pastoral bir fantazi dünyası. Oysa bu ürünlerin hammaddesi birkaç firmadan ve birkaç üründen elde ediliyor.
Bu ürünler artık çiftçiler tarafından üretilmiyor. Endsütriyel gıdaların çoğu mısır bitkisinin yeniden düzenlenmesiyle üretiliyor. Çünkü mısır bitkisinin içeriğindeki nişasta, kolayca yapı değiştirebilen bir madde. Nişasta, kolayca parçalarına ayrılıp yeniden birleştirilebilir. Yüksek fruktozlu mısır şurubundan maltodekstrin, di gliserid, zantan gum, aksorbik asit üretebilirsiniz. Adı sanı duyulmamış bu maddelerin hepsi de hazır gıdalarda mevcut ve hepside mısırdan yapılıyor. Mısır hayvan yemlerinin de temel maddesi.
Etler artık çiftliklerde üretilmiyor. Etler çiftçiler veya çiftçilikle hiç ilgisi olmayan çok uluslu şirketlerin kurduğu fabrikalar tarafından işleniyor. Artık burada, hem hayvanların hem de işçilerin suistimala uğradığı devasa bir seri üretim süreci sözkonusu. Tohumdan süpermarkete giden yol birkaç çok uluslu şirketin elinde. Gıda sektörünü elinde tutan şirketlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. 1970’lerde en iyi beş et imalatçısı, pazarın sadece %25’ ini kontrol ediyordu. Bugünse en iyi 4 et imalatçısı pazarın %80’inden fazlasına hakim. (Tyson, Cargill, Swift&Co, National Beef Packers Co.) Fastfood yemiyor olabilirsiniz ancak yine de bu sistemin ürettiği etleri yiyorsunuz.
| En Büyük 4 Et Üreticisinin Pazar Payı|
Dana Eti (%83.5)| Domuz Eti (%66)|Tavuk Eti (%58.5)
Tyson| Tyson| Tyson
Cargill| Cargill| Pilgrim’s Pride
Swift & Co.| Swift & Co.| Perdue
National Beef Packers Co. | Smithfield Foods| Sanderson Farms
Kaynak: http://globalfamilysurvival.com/local-farming/163-facts-about-the-meat-industry
Tüm markaların etiketlerinde çiftçi resimleri görürsünüz, ancak gerçek böyle değil. Artık gün ışığı görmeyen karanlık yerde yetişen, 49 günde büyüyen ve 50 yıl öncesine göre 2 katı ağırlıktaki tavukların etlerini yiyorsunuz. Bir civciv 7 hafta içinde 2.5 kg’lık tavuk haline geliyor. Kemikleri ve iç organları bu hızlı büyümeye yetişemiyor. Tavukların birçoğu birkaç adım attıktan sonra düşüyor. Bunun sebebi bacakların bu ağırlığı taşıyamayacak kadar güçsüz olması. Yemlere antibiyotik konuluyor. Buda haliyle tavuğa geçiyor. Bakteriler bu yüzden antibiyotiklere çok hızlı bağışıklık geliştiriyor.
Yüksek fruktozlu glikoz hemen her yiyeceğin içeriğinde var. Bir süpermarketin raflarına baktığınızda, ürünlerin %90’ında mısır ya da soya vardır. Hatta çoğu zaman ikisini birden içerir. Mısır ürünleri, ketçap, peynir, hazır kek, pil, fıstık ezmesi, kraker, salata sosu, kola, jöle, tatlandırıcı, hazır sos, meyve suyu, toz içecek, kömür, bebek bezi, motrin, et ve fastfood türü ürünlerin hepsinde var.
İneklerin evrimi mısır yemeye uygun değil, onların otla beslenmeleri gerekiyor. Mısırın ucuz olması ve çabuk şişmanlatması nedeniyle mısırla beslemek tercih ediliyor. Yüksek oranda mısır tüketiminin hayvanlarda aside dirençli koli basili geliştiğini ortaya koyuyor. Bunlar, en zararlı E. Coli bakterisidir. Mutasyon üstüne mutasyon geçiren bakterilerin en zararlısı O157-H7’dir. Besi tesislerinde hayvanlara bütün gün mısır yediriliyor ve hayvanlar bütün gün gübreye batmış şekilde ayakta dikiliyor. Bakteri rahatlıkla bir hayvandan diğerine geçiyor. Kesimhaneye geldiklerinde derileri dışkı ve gübreden kaskatı kesilmiş oluyor ve saatte 400 hayvanın kesildiği kesimhanede bu bakteriler etlere de bulaşıyor. Doğada dahi olmayan gıda sistemine sızıyor.
E. Coli bakterisi fabrika gibi çalışan çiftliklerin atıkları sayesinde diğer besinlere de bulaşıyor. Örneğin, ıspanak, elma suyu vs.
Bush yönetimi döneminde Tarım Bakanlığında üst düzey yöneticilik yapan kişi, Washington’daki büyükbaş sektörünün baş lobicisiydi. Amerikan İlaç ve Gıda Dairesi başkanıysa, Ulusal Gıda Üreticileri Derneği eski başkanıydı. Bu düzenleyici kurumlar, titizlikle denetlenmesi gereken şirketler tarafından idare ediliyor. Örneğin salmonella bakterisi içeren fıstık ezmelerini piyasadan çeken ConAgra’nın iki yıl öncesinden olaydan haberdar olduğu ortaya çıkıyor. 1972’de Gıda ve İlaç dairesi 50 bin gıda güvenlik teftişi yürütürken, 2006’da yalnızca 9 bin 164 teftiş yapıldı. Düzenleyici kurumların ne kadar yetersiz kaldığı ve bununda sektörün işine geldiğini görmemek mümkün değil.
Etlerin piyasadan çekilmesi için özel avukat tutmak (maliyeti karşılayabilirseniz - benim notum) zorunda kalıyorsunuz. Ancak ölümler gerçekleştikten 16 gün sonra etler piyasadan toplatılabiliyor.
Sektörün önünüze koyduğu her şeyi kabul etmek zorunda kalıyorsunuz. Eğer havuç ve elma şekerleme ve jipslerden daha pahalı ise havuç ve elmayı yeme şansınız kalmıyor. Bir sebzenin fiyatı iki hamburgere denk geldiği için insanlar hamburger yemek zorunda kalıyor. Havucun, brokolinin jipslere tercih tercih edildiği noktaya gelmesi için gıda politikası gözden geçirilmeli. Çünkü bu durum doğrudan tarım uygulamaları ve çiftçi politikalarına bağlı.
Atıştırmalık yiyeceklerin kalorisi tamamen buğday, mısır ve soya fasulyesi gibi ticari ürünlerden geliyor. Şeker, tuz ve yağ doğada çok az bulunur ve insanın evrimsel olarak bunlara gereksinimi düşüktür. Oysa bu tür gıdaların ucuzlamasıyla bir yılda bunlardan yüzlerce kilo tüketiyoruz. Gıda sektörü obeziteyi kişisel sorumsuzluğun sonucu olarak görüyor. Yüksek fruktozlu mısır şurubu ve arıtılmış karbonhidratlar insülün artışına neden oluyor ve vücudumuzun şeker sindirme sistemini yavaş yavaş zayıflatıyor.
Eskiden tip 2 diyabet sadece yetişkinleri etkilerken artık çocuklarda bunlardan nasibini alıyor.
Çözüm mü? Aslında çok basit. (Bu cümle benim yorumum.)
Hayvanın menüsünden mısırı çıkarıp, ona 5 gün boyunca ot yedirirseniz bağırsaklarındaki E. Coli bakterisinin %80’ini geri atar. Ancak mısır ucuz olduğu için sektör bunu yapmıyor.
Kısaca hükümetler, kendisinin denetlemesi gereken şirketler tarafından yönetiliyor.
Fastfood sektörü yiyeceklerindeki kalori miktarını gizliyor. (Sizin bunu eleştirme hakkınız yok. - Benim yorumum) Gıda karalama kanunlarına göre deli danayı eleştirdiğinizde size dava açılabiliyor.
Colarado’ da bir kıymayı eleştirdiğinizde hapse girebilirsiniz.”
Belgeselden yaptığımız özeti burada keselim. Böyle bir ortamda, organik ya da biyolojik tarım yapsanızda, sizin ufak tefek çabalarınız bu devasa tekellerin gücünü kırmaya yetecek mi? Yoksa ortada bir algı yanılsaması mı var?
Son dönemde, Ege’nin nerdeyse bütün sahillerinde, Konya Ovası’nda, Çukurova’da ve Pazarcık Ovası’nda bolca vakit geçirdim. Yüzlerce çiftçi, ilaç bayisi ve ziraat mühendisi vb. ile söyleşi olanağı buldum.
Şimdilik sadece bir gözlemle bitireyim. Gaziantep – Adana arasını otoyoldan değilde eski karayolu (D400) ile takip ederseniz, Sakçagözü’ne yaklaştığınızda devasa uçurumdan aşağıdaki ovayı görürsünüz. Ova nakışla işlenmiş bir atlas gibi rengarenktir. Ancak bu nakış sadece 4 renkle işlenmiştir. Bir yanda hasadı bitmiş buğday ve arpa tarlaları sapsarı, diğer yanda mısır, kırmızı biber ve pamuk ekili tarlalar yemyeşil, sürülmüş tarlalar kızıl kahverengi (Yörede kil oranı yüksek bu topraklara “kırmızı falhen toprak” denir.) ve yakılmış anızlar simsiyah görülür.
İşte buradaki çiftçilerle sohbet ettim. 20 dönüm domates tarlasında sadece ilaca 5.000 TL para harcamak, çiftçinin belini bükse de nedenini kimse sorgulamıyor. (Aynı öyküyü Konya Ovası'nda Elmada sezon boyunca 12 kere ilaç kullanmak zorunda kalan çiftçiden de dinlemiştim.) Ya da anız yakmak topraktaki canlıları öldürüyor dediğinizde size marstan gelmiş gibi garip garip bakıyorlar. Sizi değil, tekellerin mini etekli pazarlamacılarını daha çok dinliyorlar. Çünkü kazanmak için çok üretmek gerek! Çok üretmek içinde bolca kimyasal gübre ve ilaç kullanmak gerek.
Algı yanılsaması bu olsa gerek. Forumu bile şöyle kısaca gözden geçirdiğinizde, biz anızı yakan çiftçiye tepki duyuyoruz ama daha çok ilaç ve gübre satmak için onu ikinci ürün ekmeye zorlayan tekelleri ve devletin tarım politikasını sorgulamıyoruz.
İşin bir diğer tarafındaysa, organik tarım yaptığını söyleyenler, temin ettikleri tavuk ve inek gübrelerinin bolca antibiyotik tüketen hayvanların gübrelerinden elde edildiğini es geçiyorlar. Ya da kendi tükettikleri antibiyotiklerin çevreyi tüm kimyasal gübre ve ilaçlardan daha fazla kirlettiğinin farkında değiller. Devasa sistemin sadece bir noktasını değiştirmek yeterli mi?
Hadi gerçekten bu çiftçileri ikna ettik ve organik üretime başladılar. Organik madde oranı düşük toprakların (Türkiye ortalaması %1.5 civarında.) organik madde oranını yükseltmek için otla beslenmiş hayvan gübresi nereden bulunacak?
Bir sonraki yazımızda kimya ve tohum tekelerinin pazar paylarını ve gelecek yıllardaki hedeflerini yayımlayarak organik tarım yapmanın olanaklarını sorgulayacağız. Çünkü orada da tıpkı “yeşil devrim” gibi algı yanılsaması yaratılıyor. Biyoteknolojinin yeşil ve çevreci bir teknoloji olduğu ve dünyayı kurtaracağı yalanı yayılıyor. Örneğin mısırdan etanol üretmek çevreci mi? Kaygımızı aşağıdaki karikatür çok güzel özetlemiş.
238492
"Biyoteknolojinin ormanları, çiftlikleri ve tüm biyoçeşitlliği plastik, yakıt, içecek yapmak ve devasa kar etmek için yağmaladığı, Yeni Global Şeker Ekonomisi ne hoşgeldiniz!"
Alttaki pişmiş kelle suratlı da elindeki yeşil dolarları kastederek, “Bu gerçekten yeşil bir teknoloji!” diye haykırıyor.
Bu karamsar düşüncelerle bizim bağa ulaştığımda, zehirsiz üretilmiş tahnebi üzümü (bizim yöredeki en erkenci çeşittir) ve antep karasından (horoz yüreği) tatmak ve gün batımında zeytinlerin egzotik görünümü ve bu yıl bol suya kavuşan fıstığın yemyeşil görünümü bir nebze olsun beni rahatlattı. Demek ki tanrılar daha bizi terketmemiş.
238493
238494
238495
238496
Safranlı
05-08-2011, 09:49
organık tarım konusunda gercekten kafalar karışık
okuyunca bende karamsarlıga kapıldım
sonra bızın yaptıklarımız aklıma geldı
yıllar once yalova elması meşhurken gercektende on- onbeş kez
ilaç atılıyordu.
zaten rutın olarak mart ayından ıtıbaren 15 gunde bır ılaç atılıyordu
bir artık elma üretmıyoruz ama halen aynı sıstem devam edıyor
devlet kanalıyla bu yol secılmış ve herkese bu ögretılmıştı
başka bır yolun oldugunu benım ana meslegı yaglı boyacılık olan rahmetlı babamında bılmesı imkansızdı
çünkü ünvanlı ziraat müh. dahi bilmiyordu
meslek hayatımdada gördüğüm kadarıyla çoğu zaman sorularrı tersten sormak gerekıyor
ağaçlarımız neden daha fazla meyve versin ki ?
domateslerımız neden daha düzgün ve albenili olmak zorunda ?
ve daha nice şeyler
hayvancılıkta benım çocuklugumun kara kızları artık yok
oysa o karakızlara asla yem verılmezdı
yılın buyuk oranını meradaydılar
sogukmuş sıcakmış keneymiş banamısın demezdi
kendı kendını doyurur ve aksamda evıne gelırdı
sonradan cıkan alaca modasıyla yok oldular
alacalar verımlı gösterıslı tabıkı
artık tekelın avuclarındayız
devamlı yem verıcensın
devamlı dıkkat edeceksın
soguga gelmez sıcaga gelmez
üstelık bir sütü varkı deymeyın
mubarek su sadece
yağı fılan yok
olsun ama gunde şu kadar süt (su )verıyor
benım kara kızım rekabet edebılırmı hiç
konular sorunlar çok
birde şu gercek varkı o daha acı
alternatıf yöntemlerın kurumsal olarak ögretıldıgı öncülük edıldıgı
bir kurum yok
bizim ağaçlar nette bu alanda okul olsada yeterlı olamıyor
yinede kıvılcım çakılmış durumda
insanlık bedel ödedıkten sonra(zaten ödüyoruz)
ıyı gunlar gelıcek...
acemi_caylak
06-08-2011, 00:44
Organik Tarımın Açmazları
Aşağıda konvansiyonal tarım yapanların savunduğu ciddi iddialar var. Bunların bir kısmının elle tutulur tarafı yok. Ancak bir kaç tanesi çok ciddi ve sorun olaya topyekün bakmadan nasıl çözülecek?
1- Organik tarım doğal olarak üretim düşüşünü getirecektir. Bu kimyalsalcıların ciddi bir iddiası ve doğru bir tespit. Çünkü uzun bir hazırlık dönemi olmadan organik tarıma geçiş üretimde ciddi düşüşlere neden oluyor. Örneğin organik tarıma geçtiğinizde %40-50 oranında daha az ürün üreteceksiniz. (Kaynak: Organic Crop Production – Ambitions and Limitations, 2008) Kovansiyonal tarımdaki ürün miktarını yakalamak için daha fazla tarım yapılacak alana gereksinim var. Üstelik nüfus artışı devam ediyor. Bu durumda dünya üzerinde yeni ekilebilir alanları nereden elde edeceğiz? (Dün aynısını gübre için sormuştuk. "Bu kadar organik malzeme nereden bulunacak?" demiştik.) Ormanları keserek mi? Bu ciddi bir iddia ve üzerinde durulması gerekiyor.
2- Konvansiyonal tarımda kullanılan pestisit kalıntıları insan sağlığı için zararlı bunu biliyoruz. Ancak bu pestistileri kullanmazsanız bitkiler kendilerini korumak için secondary metabolit dediğimiz toksin içeren enzimler salgılar ki bu türden salgılar en az pestsitler kadar zararlıdır. Bu gerçekçi bir iddia değil. En azından ciddi bilimsel verilerle tam olarak ispatlanmamış.
3- Kullanılan antibiyotik ve ilaçlar çevreyi pestisitlerden daha çok kirletiyor. Bu doğru bir iddia. Çevreyi en fazla kirleten 2 ayaklı memeli dediğimiz tür. Örneğin Gölcük depremi sonrası İzmit körfezi kendisini 6 ay içerisinde rahatlıkla temizliyor. Kirlilik oranı hızla düşüyor. Neden o bölgedeki nüfus yoğunluğundaki ani düşüş.
4- En tehlikelisi GDO'lu tohumlardan nasıl uzak duracaksınız? Amerika'da GDO'lu ekim alanları o kadar yaygınlaşmış durumda ki artık organik üreticilerin üretim alanlarına da bulaşmış durumda. Genetiği değiştirilmiş tohumda lider olan Monsanto'nun pazar payı tek başına %23 civarında. Monsantonun 1996’da ürettiği kimyasal dirençli soya fasulyelerinin sadece %2 si patentli gen taşıyordu. 2008’deyse bu oran %90. Dupont % 15, Sygenta %9 pazar payına sahip. Dikkat ederseniz sadece 3 büyük tohum üreticisinin toplam pazar payı %47 yapıyor. Bunların ürettiği tohumlar geleneksel tohumlara da karışıyor. Çünkü rüzgar vb. ile çok uzak noktalara da polenler taşınıyor. Artık Amerika'da %0.5-2 arasında GDO'lu mısır içeren ürünler organik sayılıyor. Kapitalist sistemin kendi tekellerini korumak için kuralları esnetmesine üstüne yoktur. Bir de işin dahası var. Monsanto bu %1-2 lik karışımdan dolayı patent haklarını ihlal ettiğiniz için size dava açabilir. Hemde Irakta en kirli işleri çeviren Blackwater şirketinin emekli asker ve polislerden oluşan ajanlarını üstünüze salarak.
5- İnsanların alım gücü düşükken ve ortalama reel ücretler sürekli düşerken 2 hamburger yerine bir elma almaya onları nasıl ikna edeceksiniz? Doğal olarak, etin kilosunun 30 lira olduğu ortamda bu adam kilosu 10 lira civarında olan sucuğu tercih edecek. Çünkü karnını doyurmak zorunda. Tam bir "kasap et keçi can derdinde" durumu söz konusu.
6- Organik tarım yapanların profiline baktığınızda, daha çok şehirde çok para kazanıp kendini doğanın kollarına atan tipleri görürsünüz. Üstelik aldıkları tarlalar hep ormandan devşirme alanlar ve altlarındaki arabalar ve tarımda kullandıkları ekipmanlar bolca fosil yakıt tüketen araçlar. Daha düne kadar bunlar bu tekellerden birinde çalışıyordu ve sistemin bu hale gelmesinde onlarında bolca payı var. "Bu ne perhiz ne lahana turşusu" durumu var yani. Tek umut veren şey, bunların yeniden eski yuvalarına dönmesi. Küçükkuyu'da ziyaret ettiğim ve ekolojik tarım yapan bir üretici bu trendin son bulduğunu, bu iddiayla yola çıkanların yeniden ellerindekini çıkarmaya çalıştıklarını söyledi. En azından bunun modasının geçmesi olaya daha geniş açıdan bakmayı sağlayacak. Burada sözüm samandan evler yapan ve çok ilkel koşullarda tarım yapamaya çalışan bir kaç idealist topluluğa yönelik değil. Onlar en azından kendileriyle barışıklar.
7- "Yeşil teknoloji" denilen, mısırdan vb. den yakıt üretmeye gelince, derdimizi yine bir karikatürle anlatalım. Aşağıda yiyecek fiyatlarının yüksekliğinden illallah demiş kadın, "Onu yeniden mısıra çevirebilir misin?" diye soruyor.
238709
Bu yazdıklarımızdan, kimyasalların kullanıldığı geleneksel tarım savunuculuğu çıkmasın. Sadece soruna bireysel ve tek yönlü bakmanın çözüm olmayacağı. Tarım politikalarının ve patent kurallarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Kısaca organik tarım bir yaşam biçimidir ve topyekün karşı çıkmadan bu sistem düzeltilemez.
Sadece soruna bireysel ve tek yönlü bakmanın çözüm olmayacağı. Tarım politikalarının ve patent kurallarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Kısaca organik tarım bir yaşam biçimidir ve topyekün karşı çıkmadan bu sistem düzeltilemez.
Bende aynı düşüncedeyim, "topyekün karşı çıkmadan" na bir cümle ekliyeyim, topyekün birlikte hareket etmeden, dü zel ti le mez.
acemi_caylak
06-08-2011, 02:27
Agent Orange, adını hiç duydunuz mu? Çoğunuz duymamıştır. Adını taşındıkları varillerin turuncu çizgili olmasından alıyor.
Agent Orange'in içeriği ilk başlarda, %50-50 oranında, 2,4,5-Trichlorophenoxyacetic acid ve 2,4-Dichlorophenoxyacetic acid'ten oluşurken daha sonra bunlara güçlü bir toksin olan 2,3,7,8-Tetrachlorodibenzo-p-dioxin'de karıştırılıyor. 2,4-Dichlorophenoxyacetic acid hala herbisit olarak kullanılıyor.
Agent Orange kod adlı ürün, Monsanto ve Dupont' un birlikte ürettikleri bir herbisit ve yaprak dökücü. Amerikan ordusu tarafından Vietnam savaşı sırasında bu üründen 50.000.000 litre kullanılıyor. Toplam Vietnam topraklarının %12 sinde bu ilaç kullanılıyor ve yaklaşık 400.000 insan bu ilacın zehirinden ölüyor ve sakat kalıyor. Sonrasında ise yüzbinlerce çocuk sakat doğuyor. Ormanların ve bitkilerin tahrip edilmesi sonucu açlıktan ölenlerde cabası. Tam sayı bilinmiyor.
İşte size biyokimyasal savaşın güzel bir örneği. Bu tekeller aynı zamanda günümüzün tohum ve pestisit üreticileri. Başka yoruma gerek var mı?
Haklısınız Sayın Lilium;
Ben de şunları ekleyeyim;
Birlikte hareket edebilmek için, doğru ve insanları etrafında toplayabilen bir düşünceye sahip olmak gerekir. Mevcut olan düşünceler içinde bahsettiğim düşünce yok.
Kendin proje oluşturmadan, kendi sistemini kendin kurmadan, başkalarının kurduğu tuzaklara basmak kaderin olur.
idris şenol
06-08-2011, 09:32
sanırım dünya önümüzdeki yarım yüzyılda tamamen köle düzenine geçecek
sayın acemi çaylak güzel bir konuya temas etmişiniz,yarama bastınız biraz rahatsızlık vericem özür dilerim:))
Tyson
Cargill
Swift
National Beef
yeni dünyanın şekillenmesinde öncü kuruluşlar
bunlar bildik kuruluşlar ya diyerleri
nufusun %98 ine %2 lik bir kısmı iş veriyor,aş veriyor veya kaba tarifle yönetiyor...
sürekli borçlanıyoruz,borç ödemek için yapılandırma adı altında tekrar borçlanuyoruz
teknoloji baş döndürücü hızda ilerleyip sürekli köle kalmamızı emrediyor
şuanda birçok aile bu kısır döngünün içersinde
ihtiyacın olmadığı halde yenilenme çılgınlığı!!!
Türk toplumunun örflerine ters olduğu halde hazır gıda tüketimi ,büyük firmaların maliyeti ucuzlatıp sürekli onlarda yemek yeme alışkanlığı kazandırma hırsı son sürat girdabına kapılmış bulunyoruz
Aile yapmızı bozup, ki Türk toplumunu, şuanda bozulma başlamış durumda ,hızlandırp
Avrupanın gidişhattına ayak uydurulmaya çalışılıyor,gerici ,softa, yobaz,bağnaz gibi kelimelri adetağ çığlık niteliğine sokup yeni dünya düzenini hızla sisteme oturtmak
ve bunları moderneşme adı altında saniyileşmek adı altında avrupalı olma adı altında
birtakım cicli kelimelerle maalesef insanımızı kuşatmış bulumakta
Atatürkün ilke ve inkilaplarını sözde Atatürkçü niteliği taşıyormuş gibi empoze edip
örf ve ananelerini unutturp, saygıyı sevgiyi, bayramları ,özel gün ve geceleri unutturup
yeni dünya modernleşme adı altında kendiside bilmeden sistemin içersine girip
Tyson ,Cargill ,Swift ,National Beef gibi firmaların ücretsiz elamanı ve savaşçsı haline dönüşmekte!!
ne yapılabilir?
sanki birkere dip yapmayınca tavan yapamayıcak gibiyiz ama karamsar olmayalım
Tanrının bize vermiş olduğu en güzel hediye aklımız ve iş yapabilme kabiliyetini kullanma
ilk önce çalışkan olmayız,dürüst olmalıyız,cesur olmayız ,
Yüce önder,MUSTAFA KEMAL ATATÜRK ,Türk insanı çalışkandır ,Türk insanı zekidir söylemleri herzaman beynimizde yankılandırmalıyız
SÖZDE ATATÜRKÇÜLÜK deyil özde olmayız
gelin hep berağber kendimizi acımasızca yargılayalım radikal karalar alalım, ertelemeyelim
zamanımızı,paramızı,yaşımızı boşa harcamayalım
az uyuyalım ,çok çalışalım(uykuyu seven adam fakirlikten kurtulamaz)konya atasözü,,,
bugünün işini yarına bırakmayalım,,çok geç olur saygılarımla, idris şenol
Safranlı
06-08-2011, 09:42
Organık tarımın felsefı derınlıgının bu sorunlara cevabı olmalıdır
belkı biz bilemiyoruz
netıce tarafların kendınce haklı argumanları her zaman olacaktır
netıcede sürdürülebılır yenı ve farklı çözümler ortaya konulabılır
****** bu çok ciddi araştırmaların netıcesıdır
bu konuda öncü kurumlara ihtiyaç var
bizler şahsen kendı içimizde küçük bir kıvılcım yaktıgımızda
bu ivme sürecektır diye düşünüyorum
ancak 500 dekar bugday eken konya çifcişininde organık gübre talebının nasıl karsılanacagı ve nereden bulacagı soruları ortada kalıyor
konular karmasık
sadece saglık problemlerının önlenemez yüklenişi organık açıdan yeterlı sebeptır
Organık tarımın felsefı derınlıgının bu sorunlara cevabı olmalıdır, belkı biz bilemiyoruz.
Sn, Safranlı ortada bilinmeyen yok sadece uygulama eksiği var, bilindiği üzere nüfus artışlarının kaynak sorunu yaratsada, şu gerçeği unutmamamız gerekiyor dünya üzerindeki bütün canlılar, insan dahil aldıkları besin maddelerini sindirip özümseyemiyorlar ve dışkı yoluyla vücutlarından atık olarak bırakıyorlar, bu atıklar bütün canlılar dahil olarak %35ila60 bir değerler olduğu düşünülürse yetiştiriler ürünler üzerinde bir geri dönüşüm ile bu atıklar tekrak üretimde kullanılarak söz konusu sizin sorunuz cevaplanmış olacaktır.
Ancak 500 dekar bugday eken konya çifcişininde organık gübre talebının nasıl karsılanacagı ve nereden bulacagı soruları ortada kalıyor, konular karmasık
Yukardaki surunuzada cevap olarak 500 dekar araziden sağlanan ürün alındıktan sonra,samanın tarlada kalmasını sağlıyarak bu hasat esnasında hasat makinalarına ek bir apart ile bu samanın daha ufak öğütülerek tarladan kaldırılan organik maddenin yerine konması sağlanacaktır.
Bu açıklamalarım abartılı görüşe dayalı hesaplar değildir, doğada bunların örnekleri mevcuttur, bir tanesi yabani otların büyümesi gübreleme olmadan toprak yapısının su ve güneş arasındaki sentezle sağlanmaktadır, ve her senede bu azalmadan devam etmektedir.
Biz insanların yapacağı bir tek şey bu döngüyü işleten sistemi kurmamıza bağlıdır, doğada hiç bir şey atık durumda değildir ama insanlar için bu durum geçerli değil, sizin içinden çıkılmaz dediniz durum insanların atık üretimini durdurarak, üretilen atıkları doğayı bozacak yönde değilde katkı sağlıyacak biçimde işletmeleriyle organik tarım esasları içinde gerekli bitki besin maddeleri sağlanabilir.
Bu açıklamalar bir ütopya değil, geliboludaki bahçemde uygulanarak dışardan bitkilerimi yetiştirmeye harcama yapmadan üretim sağlanabilirliğini ortaya koymuş nadir insanlardanım.
Hatta okadar organik diyorumki sertifika veren kuruluşlardan en az 10 puan organik ve kalıntı değerler en az ürünler yetiştirme bilgisi içinde besin maddelerinin ıslahı üzerindeki toprak düzenleme çalışmaları içinde bu noktaya gelerek en iyi toprak şartlandırıcılı bitki besinleri sağlamaktayım.
Sonuç olarak sizin açıklanamıyan bilgiler karşısında ben hiçde be çaresiz değilim:)
mavikartal5
06-08-2011, 21:02
sayın yazarlar,
yazdıklarınızdan birşey anlamadım desem yeridir. ben bu konuda uzman değilim, ne de bunların kitabını yazmadım. ben sadece halkım, küçük çiftçiyim, köylüyüm, aşırı ticari kazanç gütmeyen biriyim, halkın içinden bir kişiyim.
organik tarımı yapanların genelde, şehirli zenginler olduklarından yazmışsınız. peki küçük çiftçinin yaptığı, köylünün yaptığı nedir? biliyorum organik değil konvensiyonel veya geleneksel üretim. hem tarımsal ve hem de kimyasallarla yapılan bir üretim.
organik üretim; yasal mevzuatına bakınca açın kanunun ek dokümanlarına bakın lütfen, "kabul edilebilir değerde kimyasallar"dan söz ediyor. o da, yanılmıyorsam 2004 yılındaki kimyasal ilaçlarla ilgili başka bir kanuna atıfta bulunuyor. hani organik üretimde hiçbir kimyasal kullanmayacaktınız? bu ne pehriz bu ne lahana turşusu???
tohum istiyorum sitelerden, kendi tohumlarımız yokkk!!! pazardan tohum alınıyor, pazardan fide alınıyor? bu mu organik üretim? ne idüğü belirsiz tohumlar ve fidelerle yapılıyor? var mı bana kendi tohumundan verecek birileri??? verilen cevap : "yok, git tohumcudan al" yani tohumcunun çeşitli kimyasallarla güçlendirdiği tohumlara yönlendiriliyorum. verilen cevap "yok, git fide al" nereden geldiği belli olmayan fidelere yönlendiriliyorum.
yapmakta olduğum çalışmalarda şu ana kadar elimde 260 tür/alt tür tohum var. diyorlarki yerel tohum yok. ben buluyorum, elimdeki tohumların bir çoğunun yerel olduğuna da inanıyorum. bunu sizlere önümüzdeki yıl elde edeceğim tohumlarla kanıtlayacağım. belki yerel tohumlar, ekim yerleri ve karışık türleri itibariyle genleri zaman içerisind karışmış olabilir ama bu karışım kesinlikle tohumcuların laboratuvarlarında olan bir gen karışımı değil, sadece doğal karışım.
organik üretim yapıyoruz, ama bahçelerimizde çeşitli iş makinalarının patır patır akaryakıt ve yağ akıttığını unutuyoruz???
organik üretim yapıyoruz, kasalar poliüretan/plastis, çuvallar da aynen öyle...
neresi organik bu üretimlerin bilmiyorum.
organik üretim yapıyoruz, diyoruz ki, verim düşüyor nasıl arttırılabilir? kullanım enzimleri verimi arttırın. kullanılan enzimler??? bir takım kimyasallarla karıştırılmış sözüm ona isimleri değiştirilmiş biyoteknolojiye çevrilmiş isimler kullanılıyor. yapmayın, halkı kandırmayın lütfen.
organik üretim, yeşil devrimde kullanılan kimyasalların biyolojik takma isimlerle kullanılan aynıları değilmi?
fazla değil, bir 10-20 yıla kadar organik devrim de yeşil devrim gibi çöpe atılacaktır.
bugün yeşil devrime lanet okuyanlar, ticari kazanç peşinde koşarak gittikleri organik devrime, bir süre sonra lanet okumaya başlayacaklar.
hiçbir kimyasal veya adı biyolojik olarak değiştirilen organik ilaçların kullanılmadığı, toprağın genel yapısınının taşıma su benzeri başka toprakla değiştirilmediği DOĞAL TARIM'a doğru...
syıldıran
06-08-2011, 22:22
sayın yazarlar,
yazdıklarınızdan birşey anlamadım desem yeridir. ben bu konuda uzman değilim, ne de bunların kitabını yazmadım. ben sadece halkım, küçük çiftçiyim, köylüyüm, aşırı ticari kazanç gütmeyen biriyim, halkın içinden bir kişiyim.
organik tarımı yapanların genelde, şehirli zenginler olduklarından yazmışsınız. peki küçük çiftçinin yaptığı, köylünün yaptığı nedir? biliyorum organik değil konvensiyonel veya geleneksel üretim. hem tarımsal ve hem de kimyasallarla yapılan bir üretim.
organik üretim; yasal mevzuatına bakınca açın kanunun ek dokümanlarına bakın lütfen, "kabul edilebilir değerde kimyasallar"dan söz ediyor. o da, yanılmıyorsam 2004 yılındaki kimyasal ilaçlarla ilgili başka bir kanuna atıfta bulunuyor. hani organik üretimde hiçbir kimyasal kullanmayacaktınız? bu ne pehriz bu ne lahana turşusu???
tohum istiyorum sitelerden, kendi tohumlarımız yokkk!!! pazardan tohum alınıyor, pazardan fide alınıyor? bu mu organik üretim? ne idüğü belirsiz tohumlar ve fidelerle yapılıyor? var mı bana kendi tohumundan verecek birileri??? verilen cevap : "yok, git tohumcudan al" yani tohumcunun çeşitli kimyasallarla güçlendirdiği tohumlara yönlendiriliyorum. verilen cevap "yok, git fide al" nereden geldiği belli olmayan fidelere yönlendiriliyorum.
yapmakta olduğum çalışmalarda şu ana kadar elimde 260 tür/alt tür tohum var. diyorlarki yerel tohum yok. ben buluyorum, elimdeki tohumların bir çoğunun yerel olduğuna da inanıyorum. bunu sizlere önümüzdeki yıl elde edeceğim tohumlarla kanıtlayacağım. belki yerel tohumlar, ekim yerleri ve karışık türleri itibariyle genleri zaman içerisind karışmış olabilir ama bu karışım kesinlikle tohumcuların laboratuvarlarında olan bir gen karışımı değil, sadece doğal karışım.
organik üretim yapıyoruz, ama bahçelerimizde çeşitli iş makinalarının patır patır akaryakıt ve yağ akıttığını unutuyoruz???
organik üretim yapıyoruz, kasalar poliüretan/plastis, çuvallar da aynen öyle...
neresi organik bu üretimlerin bilmiyorum.
organik üretim yapıyoruz, diyoruz ki, verim düşüyor nasıl arttırılabilir? kullanım enzimleri verimi arttırın. kullanılan enzimler??? bir takım kimyasallarla karıştırılmış sözüm ona isimleri değiştirilmiş biyoteknolojiye çevrilmiş isimler kullanılıyor. yapmayın, halkı kandırmayın lütfen.
organik üretim, yeşil devrimde kullanılan kimyasalların biyolojik takma isimlerle kullanılan aynıları değilmi?
fazla değil, bir 10-20 yıla kadar organik devrim de yeşil devrim gibi çöpe atılacaktır.
bugün yeşil devrime lanet okuyanlar, ticari kazanç peşinde koşarak gittikleri organik devrime, bir süre sonra lanet okumaya başlayacaklar.
hiçbir kimyasal veya adı biyolojik olarak değiştirilen organik ilaçların kullanılmadığı, toprağın genel yapısınının taşıma su benzeri başka toprakla değiştirilmediği DOĞAL TARIM'a doğru...
Sn. mavikartal5 ,
İşin içerisinde olan biri olarak mesajınızda yazdığınız görüşlere katılmamak mümkün değil , o aldığımız tohum , fide veya fidanların genetiğiyle oynanıp oynanmadığını da bilmiyoruz , bilemiyoruz maalesef. Saygı ve selamlar . .
acemi_caylak
07-08-2011, 00:31
Sn. Mavikartal5,
hiçbir kimyasal veya adı biyolojik olarak değiştirilen organik ilaçların kullanılmadığı, toprağın genel yapısınının taşıma su benzeri başka toprakla değiştirilmediği DOĞAL TARIM'a doğru...
Yazdıklarınızın büyük çoğunluğuna katılıyorum. Ancak bunu nasıl başaracağız? Sürekli artan dünya nüfusunu nasıl doyuracağız? Bunun yolunun kimyasallar olmadığı ortaya çıktı. En azından "yeşil devrim" bir fiyasko ile sonuçlandı. Şimdi sözü edilen "biyoteknolojik devrim" de bu işi çözemeyecek. Eldeki veriler onu gösteriyor. Dünya yüzeyinde nüfus artışını durdursanız bile açılığın önüne geçemezsiniz. Çünkü açlığın nedeni yetersiz üretim değil, paylaşımın adil olmayışı. Olayı nüfus artışına bağlamak bir algı yanılsaması. Örneğin gelişmiş bir ülkede yaşayan kişi, çevreyi az gelişmiş ülkede yaşayandan 10 kat daha fazla kirletiyor. Oysa nüfus artış hızı gelişmiş ülkelerde daha düşük. Şu dillerine çok doladıkları nüfus artışı az gelişmiş ülkelerde daha fazla. (Buradan 3 çocuğu savunduğum anlamı çıkmasın.) Sadece kastetiğim hedef şaşırtmaca. Açlığın temel nedeni tekellerin doymak bilmez kar hırsı.
Herşeyi bir kenara bırakalım, hiç marketten ya da bakkaldan hazır gıda almadan yaşamını sürdüren kaç kişi var? Şeker kaç kişinin mutfağında yok?
Ata yadigarı tohumlarınızı nasıl koruyacaksınız? Yukarıda örnekte vermiştim. Organik mısır ekicilerinin tohumlarına da GDO'lu tohumlar bulaşmış durumda.
Biyolojik ürünler, diğer ürünlere benzemez. Örneğin bir arabanın, makinenin ya da elektronik aletin doğada bir ömrü vardır. Değişime uğrayıp, kendilerini yeniden üretemezler. Sonuçta Epsody'nin çok sevdiği deyimiyle "oksidasyona" uğrayıp çürüyerek yok olurlar.
Ancak GDO olayında doğaya dışarıdan yapay canlı katıyorsunuz. Bunların hangi yöne doğru evrimleşceğinin bir garantisi yok. İnsanların güvende olduğunu iddia eden ve bunu bilgisayar simülasyonları ispatlamaya çalışanlar tamamen yalan söylüyorlar. Çünkü sonucun ne olacağını onlarda bilmiyorlar. Cin şişeden çıktı bir kere. Artık şişeye tekrar sokulabileceğini sanmıyorum.
İşte tohum, tarım ilacı ve kimya üreticisi 10 şirketin pazar payı ve yıllık geliri. Yorumsuz.
239016
Ne kadarda güzel kelimeler ve cümleler kurmuşsunuz, ne kadar çok haklısınız ve ne kadar bu olayın artık gerçek adını çağrıştırmadığının farkındasınız ve ne kadar geri dönmekte iştahlısınız.Konuyu uzun süredir dışarıdan takip eden biriyim.Ben profesyonel tarımla ilgili biri değilim, teknik elemanım.Toprağa olan aşırı merakımdan dolayı uzun yıllardır bir sürü kendimce araştırma ve inceleme yaptım.Önceki mesajların birinde bir arkadaş diyor ki " biz zaten organik üretiyormuşuz, geriye dönmeyi yeni akıl ettik" evet benim köylüm zaten organik üretiyordu (halen bilmeden üretenler mevcut, ben şahitim) küresel ekonominin verdiği yön bilmeyen çiftçimi kandırarak bu hale getirdi.Toplum şehirde bunu anlayana kadar iş işten geçmişti.Şimdi geri dönmek istiyoruz ama çok üretip çok satan çiftçim, bunlardan vazgeçip az üretip az satıp aynı marja ulaşmayı pek kabullenemiyor veya onu kabullendirtmiyorlar.Önünde sertifika olsa ne yazar, kapı arkasında üstte yazdıklarınızın çok daha fazlası mevcut.
Kendi çapımda dediğim gibi bazı araştırmalar ve incelemeler yapıyorum.Bir çok seraya veya tarlalara gidiyorum, tohumdan ilaçlara kadar çoğu şeyi inceliyorum.Şuana kadar neleri yediğimizi görseniz inanın baştan sona binlerce yönetimi, ziraatçileri, yasaları çıkartanları, ülkeye sokanları, ... hepsini linç etmek istersiniz.Çok yazmak amacım değil hatta yazmanın yanında beklemekte.
Onca yazdıklarınızdan sonra bunca sorun için yaptığınız geleceği kurtarma çalışması ne kadar yol aldı ??? ne kadar yerel tohum buldunuz veya saklamak için çaba harcadınız.Birilerinin harekete geçirmesini veya devletin düzenek kurmasını falan beklemeyin, sabah kalktığınızda buna zaman ayırın.
bir küçük yaşanmış hikaye size...
Muğlanın Yatağan ilçesine bağlı bir dağ köyünde yaşayan dedem var.Köyden yatağana ulaşmak için araçla 2 saat kadar yolculuk yapmanız lazım.Orman arazisini temizleyip, ağaçlara bakım yaparak kendine yıllar öncesinde yaşam alanı oluşturmuş.Orman bakanlığından ödül bile almış.Kendiliğinden çıkan çam fidelerine kafesler yaparak keçilerin fideleri yemesine engel olacak kadar ağaç bağımlısı.Keçileri otlamaya götürdüğü yerde beklerken büyükçe bir kayayı (boyu 5 mt. eni 12 mt. civarında) oymaya başlamış taa gençlik yıllarında (şuan nerdeyse 80-85 yaşında). Zamanla oya oya kaya altında mağara oluşmuş.İlk zamanlarda keçileri otlamak için çıkarken getirdiğim azıkları buraya koyuyordum, öğlene geldiğimde içerisi serin olduğundan azıklar hiç bozulmuyordu derdi.Zamanla burada elma sandıkları, mahsülleri, tohumları saklamaya başlamışlar.Şimdi hala kullanımda.(Eğer önümüzdeki günlerde resmini arşivimden bulabilirsem buraya eklerim)İçeri girdiğinizde ortam aynı gibi ama yoğurdu koyun 2 gün sonra gelin hala yenilecek kadar lezzetli.Her sene burdaki tohumları kullanarak bir sürü ürün ekimi yapıyorlar, hasatlarını toplarken hep tohumluk ürün bırakıyorlar.Tohumların geçmişi ne kadar bilen yok. Köyden şehre sadece resmi işlemler ve un öğütmek için iniyor.Geri kalan zamanı hep doğada ve toprakta.Boşa akan suyunu değerlendirmek için ona 4 havuz yapıverdim orada alabalık yetiştiriyor, her gelen ormancıya ziyafet çekiyor.Yıllar öncesinde oğlu mısırlarda oluşan hastalık için şehirde ziraatçiden ilaç alıyor.Ertesi gün ilaçlama yapacak, oğlunu evlatlıktan siliyor.İlacı elinden alıyor, kapalı şekliyle bekletiyor, bana anlattıklarında yardımcı olmak istedim.Bu ilacı kullanmayacaksak iade edelim veya dökelim diyenleri nerdeyse dövecek. Toprağımı kirlettirmem!!! Sadece 1 kutu ilacı almak için İzmirden köye özel aracımla gittim ve o ilacı İzmir Büyükşehir Kimyasal Toplama Merkezine iade ettim.Umarım onlar toprağa dökmemişlerdir.Masraf önemli değildi önemli olan doğanın bu kadar koruyanları varken kirletenlerinin fazlalığı.
Gübre olarak sadece hayvan gübresi kullanıyorlar.Hatta bir ara keçileri hastalanıyor, veteriner getiriyorlar, iğne yapacak, olmaz diyor.Herkes duymuş artık onun inadını.Anlamak için soruyorlar neden ? eğer iğneden ilaç keçime geçer ve ordan dışkısıyla atılırsa ve o dışkı gübrelere karışırsa, gübrelerden vay efendim toprağa geçerse ??? Veteriner dumur.tam sayı bilmiyorum ama sanırım 5-6 keçisini kaybetti hastalıktan.
Çam ağaçlarında böceklenme görüyor ve giderek tüm ormanı sarmakta. Ormancılara bildiriyor, sonuç ilaçlama yapılmalı, yoksa kuruma olur.Dede inat olmaz diyor.Devlete karşımı gelecen diyorlar, gerekirse bu yaştan sonra onuda yaparım diyor.Uzunca süre araştırıyorlar, böcekler inceleniyor.Sonunda bu böcekleri yiyen bir kuş türü bulunuyor.Bu kuşları yanlış hatırlıyor olabilirim sanırım Belçikadan onlarca satınalma yaptırıyor ve kafeslerde besleyerek ortama alıştırıyor.Ardından doğaya salıyor.Böceklenme birkaç ay sonra ortadan kalkıyor...
...daha bunun gibi niceleri ama yer ve zaman yetmez.Birileri ORGANİK'mi dedi.Benim köylüm zaten organik üretiyordu ki siz küresel kalkınma ve ekonomi uzmanları para hırsı ile bozdunuz bizi.Bizler az olsakta elbet birgün sizin hakkınızdan geleceğiz.Geçmişte bizim paramız yoktu ama ağzımızın tadı vardı. Şimdilerde burgerking varda ne oluyor ??? Paramı verende sizsiniz hemen ertesi gün geri alanda.Ben eskiden cebimdeki demir bozuklukları elime aldıkça huzurlu oluyordum, şimdi kredi kartı bana huzur vermiyor.Ben böyle yaşam istemiyorum, sanırım benim gibi istemeyenlerde vardır mutlaka.
Ben arada bi gidip hem dedemin gönlünü alıyorum hemde biraz tohum getiriyorum.Balkonumdaki birkaç saksımda biberden naneye, maydanozdan rokaya, patlıcandan semize yetiştirmeye çalışıyorum.Çok fazla ürün alamadığım kesin ama öğrendiğim mutlaka birkaç tohumluk bırakıp sezon sonu onları toplamak.Sizinde mutlaka bi dedeniz veya köylü yakınınız vardır.Olmasa bile bi köye gidip bunu araştırabilir veya uğraşabilirsiniz.Hem lezzetli yiyecekleriniz olur hemde gelecek kazancınız.Ben devam edeceğim, oğlumuda bu konuda sürekli yetiştirmeye çalışıyorum, gelecek onların ama biz kirli bırakmayalım derim.
Mehmet
acemi_caylak
07-08-2011, 17:50
Tekellerin mücadelesi sadece tohumla, tarımsal ilaç ve kimyasallarla da sınırlı değil. Şöyle bir baktığınızda bunlar için kar her şeyden ön planda ve daha fazla kar için yapmayacakları şey yok. Düne kadar çevreyi fosil yakıtlarla kirletenlerin hepsi de bugün biyoteknoloji işine el atmış durumdalar. Bir çok petrokimya, tarımsal ilaç ve tohum firması biyoteknoloji firmalarıyla ortaklığa gidiyor.
239099
(Kaynak: ETC Group)
Önce deneylerle kanıtlamamış, bilgisayar simülasyonlu bilimsel argümanlar ve gazetelerde bol bol haberler. Arkasından bu işe hem artniyetli hem de safça inanan yazılı ve görsel basın ile internet medyası devreye giriyor. İnanmayanları da tankla, tüfekle, füzeyle ve Blackwaterla ikna et. Hakikaten bir "Sugar Economy". Örneğin Nijerya'da güvenliği kim sağlıyor dersiniz? Bu petrokimya şirketlerinden birisi. (Merak eden internetten araştırıp bulabilir.)
Üstteki şirketler değil miydi petrol için, Bush'u Irak'a müdahaleye kışkırtan? Sonuç ortada. Üstelik bunların bir sürü gönüllü taraftarıda var. Örneğin aşağıdaki habere dikkat. Şimdilerde Suriye gündemde. Bu yüzden haberdeki ilginçliğe dikkatiniz çekerim. Olayın organik tarımla ilgisi yok. Ancak ne türden manüplasyonların yapılabildiğine güzel bir örnek. Hem lezbiyen değil, hem de Suriye'de yaşayan bir zat değil. Üstelik birde "kimseye zarar vermedim" diyecek kadar aptal ya da çok uyanık.
Suriyeli Lezbiyen Meğer Amerikalı Bir Erkekmiş
Suriye'de bir lezbiyenin ülkedeki son gelişmeleri ele aldığı internet güncesi kısa sürede dünya medyasının adım adım takip ettiği popüler bir site haline gelmişti.
Suriye'de bir lezbiyenin ülkedeki son gelişmeleri ele aldığı internet güncesi kısa sürede dünya medyasının adım adım takip ettiği popüler bir site haline gelmişti. Fakat Şam'daki gerginliği anlatan blog yazarının Suriyeli bir lezbiyen değil, İskoçya'da eğitim gören 40 yaşında Amerikalı bir erkek olduğu ortaya çıktı.
Gerçek yazarın kendisi olduğunu itiraf eden Tom MacMaster, çok sayıda Suriyeli aktivistin tepkisini çekti.
A Gay Girl in Damascus (Şam'da Eşcinsel bir Kız) adlı blogun okurları, geçen şubat ayından bu yana, yarı Suriyeli yarı Amerikalı olan Emine Abdullah Araf el-Ömeri adında 25 yaşında eşcinsel bir genç kadının yaşadıklarını internetten takip ettiklerini sanıyorlardı.
Emine karakteri, hem sosyal hayatını ve yaşadığı ilişkileri anlatıyor, hem de Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ı eleştiriyor, hükümet karşıtı protesto gösterilerindeki rolünden bahsediyordu. Örneğin 24 Mart tarihinde Emine, ''Şu an Suriye'de olmak, bir Arap olmak ne muhteşem bir şey, yaşamak ne harika!'' diyerek duygularını heyecanla aktarıyordu.
BLOG FURYASI
Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalar esnasında internetteki sosyal paylaşım siteleri ve bloglar belli başlı bilgi kaynaklarındandı. Emine karakterinin Şam'dan aktardıkları da kısa süre içinde dünya çapında gazetecilerin ve aktivistlerin dikkatini çekti.
Amerikalı öğrencinin uydurduğu Emine karakteri, e-posta aracılığıyla Associated Press ajansına bir mülakat bile verdi.
Geçen pazartesi günü Emine'nin kuzeni imzasıyla blogda yer alan bir haberde ise, Beşar Esad'ın adamları olduğu sanılan silahlı kişilerin Emine'yi alıp kaçırdığı iddia edildi. BBC dahil çok sayıda yayın kuruluşu, Şam'daki lezbiyenin başına gelenlere bültenlerinde yer verirken, Emine'nin serbest bırakılması için internet üzerinde kampanyalar başlatıldı.
Fakat Emine'nin bir fotoğrafı ilk kez blog sayfasında basılınca, fotoğrafın Londra'da yaşayan ve sözkonusu blog ile hiçbir alakası olmayan bir kadına ait olduğu anlaşıldı. Ardından Amerikan elçiliği, Emine'nin kimliğiyle uyuşan çifte vatandaşlığa sahip hiçbir kişiyi tanımadıklarını açıkladı.
'KİMSEYE ZARAR VERMEDİM'
Nihayet pazar günü aynı blogda Tom MacMaster'ın özür mesajı çıktı. Sayfada yazılı olan her şeyi kendisinin kaleme aldığını itiraf eden Amerikalı, ''Anlatıcının kimliği kurgusal olabilir, fakat bu blogda anlatılanlar doğrudur, Suriye'de meydana gelen olayları çarpıtmadım.'' diye ekliyor.
Edinburgh Üniversitesi'nde okuyan ve kendisini Orta Doğu eylemcisi olarak tanıtan Tom MacMaster, ''Kimseye zarar verdiğimi düşünmüyorum. Aksine, çok önemsediğim konuları dile getiren güçlü bir ses yarattığıma inanıyorum.'' diyor.
Fakat Orta Doğu'daki siyasi eylemciler ve eşcinsel hakları savunucuları Emine karakterinin yaratıcısına öfkeyle karşılık verdi. Eşcinsel Orta Doğu adlı internet sayfasının editörü Daniel Nassar, ''Tom MacMaster, senin yüzünden lezbiyen, gey, biseksüel ve trans topluluğun gerçek üyeleri Suriyeli yetkililerin hedefi haline geldi.'' diye yazdı.
Daniel Nassar, Amerikalı blog yazarını Suriye'deki eşcinsellerin sesini ''çalmakla'' suçluyor. Twitter'da yer alan bir eleştiride ise, ''Emine aldatmacasının hiç bir olumlu yönü yok. Suriye'deki sorunlara değil, sadece bir fantaziye dikkat çekti.'' deniliyor.
(Kaynak: NTVMSNBC (http://www.ntvmsnbc.com/id/25222801/))
mavikartal5
07-08-2011, 20:58
sayın merlict,
hali hazırda dedenizin veya köylünün veya küçük çiftçinin yaptığı üretim kesinlikle organik tarım değil. onların yaptığı zaten doğadan kaynaklanan DOĞAL TARIM'dır. organik tarıma gelince, en önemlisi organik tohum kullanma zorunluluğu. ne dedeniz, ne köylünüz ve ne de küçük çiftçilerimiz tohuma para vermiyorlar. ya kendileri üretirler kendi tohumlarını veya takas usülü değişim yaparak elde ederler yeni tohumlarını. onların kesin bir kuralı vardır: "Gelecek sene için tohum saklamak" ve bundan da vazgeçmezler umarım vazgeçmezler de. işte bu DOĞAL TARIM'dır.
sayın acemi çaylak, nüfusun hızla arttığını ancak üretimin yerinde saydığını, insanların nasıl doyurulması gerektiğini sormuşsunuz. yanıtını da vermişsiniz zaten, adil paylaşım yok. şehirlilere veya toprak ağalarına gelince, "kaz gelecek yerden tavuk esingenmez" sözünü sadıklar. bir çıkarları yoksa şayet, hiçbir şeylerini paylaşmıyorlar. sizde dünya tohumculuk firmalarının gelirlerden aldıkları payları yazmışsınız. tüm dünya yaklaşık 10 tohum firmasına teslim olmuş durumda.
o tohum firmaları, ilk tohumlarını alırken telif hakkı ödediler mi bizim atalarımıza? o ilk tohumlarını bizim atalarımızdan çalmadılar mı para vermezsizin? şimdi oturmuşlar, yasa da çıkartmışlar, yerel tohumların satışı yasak diye. peki kendileri ilk tohumlarını hırsızlık yaparak çalmadılar mı atalarımızdan ve bizlerden?
organik tarım felsefesi ilk çıktığında 0 (SIFIR) kimyasal kullanımı kararı verilmişti. şimdi nereye geldik, %5 civarında tolere edilebilir/kabul edilebilir kimyasal kullanılabilirliğine. çok değil, 5-10 yıl sonra bu oran %10 ve %20'lere doğru tırmanacaktır.
diğer taraftan, kullandıkları organik tohumların büyük bir kısmını kendi labaratuvarlarında işleyip genlerini değiştirmiyorlar mı? bakın, domateslerine, hepsi sanki aynı kalıptan çıkmış gibi birbirinin benzeri. hem de iri iri...
bakın mısırlarına hepsi de uzun uzun ve dolgun...
ama tadları tuzları yok. ama tohum alamıyorsunuz, yani hibrit üretime geçtiler. ilk çıkan organik tarım kurallarına göre tohum alınabilmeliydi. şimdi ne mi yapıyorlar, sulu tarıma geçtiler organik tarım kapsamında. verimde 8-10 kat artış olmuş. olmuş da nasıl olmuş? yine tohumların genleriyle oynayarak, yine sulu tarımda kullanılan sözüm ona biyoteknolojiyle üretilmiş, adları değiştirilmiş kimysallarla. bunları hiçbir kimse inkar edemez.
hali hazırda organik tarım yaptığını savunan bir kısım yazarlarımıza/forumdaşlarımıza gelince; tohumlarınızı veya fidelerinizi nasıl elde ediyorsunuz? ne idüğü belli olmayan kaynaklardan mı? pazardan mı? tohumcu firmalarının paket tohumlarından mı? açık satılan tohumlardan mı? karışık. herbiryerden tohum ve fide alınıyor, alınıyor da kendisi tohum üretmiyor. neden acaba?
saygılar
bugün yeşil devrime lanet okuyanlar, ticari kazanç peşinde koşarak gittikleri organik devrime, bir süre sonra lanet okumaya başlayacaklar.
hiçbir kimyasal veya adı biyolojik olarak değiştirilen organik ilaçların kullanılmadığı, toprağın genel yapısınının taşıma su benzeri başka toprakla değiştirilmediği DOĞAL TARIM'a doğru...
acemi_caylak
09-08-2011, 11:09
Sn. Mavikartal5,
Aşağıdaki sözlerinizde tamamen haklısınız.
o tohum firmaları, ilk tohumlarını alırken telif hakkı ödediler mi bizim atalarımıza? o ilk tohumlarını bizim atalarımızdan çalmadılar mı para vermezsizin? şimdi oturmuşlar, yasa da çıkartmışlar, yerel tohumların satışı yasak diye. peki kendileri ilk tohumlarını hırsızlık yaparak çalmadılar mı atalarımızdan ve bizlerden?
Tohumları kimden aldıklarına dair işte size güzel bir örnek.
Kenya kurucu başkanının şu ünlü saptamasını anımsamakta yarar var.
"Beyazlar geldiğinde onların elinde İncil, bizimse topraklarımız vardı. Zamanla bize gözlerimizi kapatarak dua etmesini öğrettiler. Bir süre sonra gözlerimi açtığımızda baktık ki; İncil bizim elimizdeydi, topraklarımızsa beyazların olmuştu."
Sadece tohum olayı değil. Örneğin, hala formülünün sır olduğundan hayranlıkla söz edilen kola şirketi kimin yeraltı sularını kullanıyor? Ya da yeraltından çıkarılan petrol kime ait? Buradan elde gelirlerin tüm toplumun refahına harcanması gerekmez mi? Oysa aşağıdaki belgeselde göreceğimiz üzere, bütün kanunlar sadece çok uluslu şirketlerin çıkarına hizmet ediyor. Hukukun, denetim kuruluşları vb. tüm kurumların bağımsızlığı tam bir palavra. Onların hepside çok uluslu şirketlerin koruyucu melekleri.
Aşağıda Bağımsız Fransız yazar, Marie-Monique Robin tarafından çekilmiş bir belgeselden uzun notlar var.
Belgeselin Adı: Monsato'ya Göre Dünya ya da Monsanto'nun Dünyası (The World According to Monsanto) (http://video.google.com/videoplay?docid=6262083407501596844)
Şirketin geçmişine bakarak onun bugün nasıl bir şirket olduğunu anlayabiliriz.
Monsanto 1901’de St. Luis, Missouri’de kurulan şirket ve başlangıçta tarım ürünleri üretmiyordu. 20. yüzyılın en büyük kimya şirketlerinden biriydi. Agent Orange, aspartame (düşük kalorili tatlandırıcı), BGH (sığır büyüme hormonu), polikorlu biofeniller (PCB).
Tüm dünyada elektrikli aletlerde soğutucu ve kayganlaşatırıcı olarak kullanılan kimyasal olarak üretilen bu yağlar, Monsanto krallığının hazineleriydi. 1980’lerde Amerika’da yasaklanana kadar “aroclor”, Fransa’da “pyralene”, Almanya’da “clophen” olarak adlandırıldı.
2002 yılında yayımlanan bir WAshinton Post makalesi Monsanto “çevre kirliliğini onyıllardır gizliyor.”
Olaylar Anniston ve Alabama’da gerçekleşti. Birçok insan PCB ile gelen ve PCB ile ilişkilendirilen hastalıklar sonucu öldü. Kanser, diyabet, hepatit vs.
Monsanto PCB’leri Anniston’a gömmek için izin aldı. Atıkları Snow deresine veriyorlar. Atıklar çevreyi kirletiyordu. Ancak bunu bilen devlet yetkilileri de çevre halkını uyarmadılar. Ken Cook’un başkanlığını yaptığı Washington’daki bir çevre örgütü, Monsanto’nun iç dosyalarını ortaya çıkardı. Bunların çoğu gizli olarak sınıflandırılmıştı.
“Bilginize ve Yok Ediniz”
1937’de PCB’ye maruz kalınması nedeniyle zehirli sistemik etkiler ve deride akne şeklinde kabarmalar görüldü. 1961’de PCB kullanılan bir fabrikada boru patlaması sonucu 2 kişide hepatit belirtileri görüldü.
1966’da Monsanto araştırmacıları Snow deresine balık bıraktılar. Balıkların tümü 3.5 dakika içerisinde öldü.
Kirlilik için,1970 yılında satış bölümü yöneticilerine yazılmış bir mektup. Diyorlarki “1 dolar bile kaybetmeye tahammülümüz yok. Anniston’daki komşularına onları zehirlediklerini söylemediler. Çünkü 1 dolar kaybetmek istemediler.”(Ken Cook)
Olayların açığa çıkması, avukatların Anniston halkı adına mahkemeye gitmesi ve yasal yoldan Monsanto’yu gizli belgeleri açıklamaya zorlaması sonucunda mümkün oldu. Oysa Monsanto gerçekleri en başından beri biliyordu. Ama yalan söylediler, komşularından sakladılar. Bazen hükümetten de sakladılar. Gerçekleri hükemet yetkilileri ile paylaştıkları zamansa, olaya müdahale etmesi gereken hükümet yetkilileri insanların yanında olmaları beklenirken, şirketin yanında oldular, Monsanto ile yan yana durdular.
Annisto’daki testleride yöneten Albany Üniversitesi’nden Dr. David Carpenter “Hepimizin kanında PCB vardır. Kutup ayılarında veya penguenlerde de vardır. Eskiden PCB’nin salındığı çok az alan vardı. Zamanla bu yağlar havaya ve suya karıştılar. Bu yolla her yere taşındılar ve bugün tüm dünya PCB’den etkilenmiş vaziyette. Sorun şu ki; bir çok hastalık PCB yüzünden gelişiyor. Herkesin bildiği örnek: Kanser. Normal insan kanında bulunması gereken PCB oranı 2 ppmdir. Oysa bu oran bölgedeki bazı insanların kanında 3600 ları buluyor.
PCB’ye maruz kalmış hamile kadınların çocukları düşük IQ’lu olarak doğacak. PCB’ler trioit fonksiyonlarını zayıflatıyor. PCB’ler seks hormonlarının işlemesine mani oluyor.
2001 yılında, yirmi bin Anniston sakini Monsanto aleyhine iki dava açtı. Monsanto ve bağlı kuruluşu Solutia, dava sonucunda mağdurlara 700 milyon dolar tazminat ödemeyi, çevreyi temizlemeyi ve uzmanlaşmış bir hastane açmayı kabul etti. Fakat hiçbir Monsanto yöneticisi yargılanmadı.
“Amerikan yasalarına göre, bu şirketlerin yöneticilerinin ya da temsilcilerinin ceza mahkemelerince suçlu bulunduğu pek görülmez. Elimizde medeni hukuk var, hukuk mahkemeleri var. Onlara bir şekilde bedel ödetiyoruz. Fakat gerçek şu ki, pek çok durumda, bu şirketlerin on yıllar sonra ödediği bedeller, elde ettikleri kârın sadece çok küçük bir kısmı. İşte bu yüzden bu sorunları gizlemek işlerine geliyor.
İnsan, kim bilir bugün bizlerden neleri saklıyorlardır diye düşünmeden edemiyor. Şunu söylemeliyim ki Monsanto gibi bir şirkete asla üvenemeyiz, bir kirlilik sorunu veya bir ürün hakkında gerçekleri söylemesini bekleyemeyiz. Onlara asla güvenmemeliyiz.” (Ken Cook)
Peki dünyada bahçıvanlar ve çiftçiler tarafından en çok kullanılan bitki öldürücü Roundup konusunda neler biliyoruz?
Bu ürün tam olarak ne?
Roundup, glifosat (glyphosate) için, yani ayrım yapmadan tüm yabani otları öldüren bu herbisit için Monsanto’nunkullandığı marka ismi.
İlk defa 1974’de satışa sunulan bu ürünün bu kadar yaygın kullanılması, Monsanto’nun ürünün biyolojik yoldan bozunabilir ve çevre dostu olduğuna dair iddialarının sonucu. İşte şirketin reklamı:
“Bu Roundup, biyolojik yoldan bozunan (biodegradable) ilk herbisit.
Zararlı otları içeriden ve köküne kadar öldürür ve bunu yaparken ne toprağı ne de Rex’in kemiğini kirletir.
Roundup, zararlı otları öldürmek isteği uyandıran herbisit!
Biyolojik yoldan bozunan Roundup!"
Ken Cook haklıydı. Şirket, yanlış reklam yapmaktan suçlu bulundu.
Hem de iki kere!
İlki 1996’da New York’taydı.
İkincisi ise, geçen sene Fransa’da.
Hakim kararına göre "biyolojik yoldan bozunur, toprağı kirletmez ve çevreye saygılıdır" iddiaları yanıltıcı reklamdı.
Özellikle, Monsanto’nun kendi yaptığı testlerin sonucuna göre, yirmi sekiz gün sonunda ürünün sadece yüzde ikisi bozunduğu için.
İşte, Monsanto etiketlerinden”biyolojik yoldan bozunur" ibaresini bu yüzden kaldırdı.
Hepsi bu değil.
Birçok bilimsel araştırma gösteriyor ki Roundup oldukça toksik.
Örneğin, Prof. Robert Bellé (Okyanusbilim Gözlemevi, Roscoff, Fransa) tarafından yapılan bir araştırmaya göre:
"Roundup Hücre Bölünmesi Düzensizliğine Yol Açıyor.” Prof. Bellé, Fransa’daki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi ve Pierre ve Marie Curie Enstitüsü’nde çalışıyor.
Son çalışmalarının birinde, Roundup’ın döllenmiş deniz kestanesi yumurtaları üzerindeki etkilerini inceledi.
“Roundup’un hücre bölünme fonksiyonları üzerindeki etkilerini görmek büyük şaşkınlık yarattı. Roundup’ın hücre bölünmesindeki çok önemli bir süreci etkilediğini hemen gördük.
Hücre bölünme mekanizmalarının kendisini değil ama bölünmeyi kontrol eden mekanizmaları.
Hücrelerin nasıl kanserli hücrelere dönüştüğünü anlamalısınız. Tüm hücreler başta iyi huyludur ancak bir noktada hücreleri genetik olarak kararsız hale getiren bazı değişimler olur.
Roundup ile gözlemlediğimiz ilk işlev bozukluğu buydu.
Bu yüzden Roundup kansere giden yoldaki ilk gelişmeleri harekete geçirebilir diye değerlendiriyoruz.
Doğrudan kansere yol açıyor dememeye özen gösteriyoruz, çünkü otuz-kırk yıl boyunca kanser oluştu diyemeyiz.
Bu sonuçların ürünün kullanıcıları açısından önemi ortadaydı. Özellikle, test için kullandığımız dozlar insanların normalde kullandıklarından çok daha düşük olduğu için. aman allahım, insanlar bu tehlikeler hakkında derhal bilgilendirilmeli" diye düşündük.
Bunun için en iyi yolun ilk olarak kendi yöneticilerimle konuşmak olduğuna karar verdim.
Fakat orada büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü bana, arka plandaki GDO meselesi yüzünden bu sonuçlardan hiç söz etmemem söylendi, daha doğrusu emredildi.”
Roundup dayanıklı soya, mısır vb. genetiği değiştirilmiş tohumların %90’ı Monsanto’ya ait. 1996’da ilk roundup dayanıklı soya, ABD’de onaylan ilk biyomühendislik ürünüydü.
Bu tohumları kullanan çiftçilerin bağlı olduğu dernek, Amerika Soya Fasulyesi Derneği ve adresine Monsanto’nun sitesinden ulaşabilirsiniz.
John Hoffman bu derneğin başkan yardımcısı ve aynı zamanda sıkı bir biyo-teknoloji savunucusu.
John Hoffman, Amerika Soya Fasulyesi Derneği Başkan Yardımcısı.
“Bu ilkbahar gidip bir doz Roundup sıkacağım ve bahar başında büyümeye başlayan zararlı otların tümünü öldüreceğim. Yaklaşık altı-yedi hafta sonra bir doz daha sıkacağım ve bu da tüm yıl boyunca zararlı otları kontrol altında tutmaya yetecek. Roundup teknolojisinden önce bu tarlalar zararlı otlarla doluydu. Tarlaların içinde gezinip zararlı otları ellerimizle sökerdik. Çok emek gerektiriyordu. Roundup sayesinde hem zamandan hem de paradan tasarruf ediyorum.”
Görünen o ki Monsanto'nun yeni mucizesi çiftçileri kendine hayran bırakmış.
Peki bu nasıl oluyor? Soya fasulyeleri Roundup’a rağmen nasıl hayatta kalıyor?
Bu bir soya fasulyesi hücresi. Hücrenin çekirdeğinde bitkinin genetik yapısının kodlandığı DNA bulunuyor.
GDO’larını üretmek için Monsanto, bir bakteriden elde edilen Roundup’a dirençli genleri kullanarak türler arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor.
Bu gen, mikroskopik altın parçaları üzerine yerleştirilip soya fasulyesi hücrelerinin içine bir gen tabancası kullanılarak yerleştiriliyor. Gen DNA’ya giriyor ve bir protein yaratarak bitkiyi Roundup’a karşı dirençli hale getiriyor.
Herbisit, ürünlerin üzerine sıkıldığında tüm yabani otlar ölürken soya fasulyesi ayakta kalıyor.
Kabul etmek gerekir ki bu iş müthiş teknolojik ustalık içeriyor.
Fakat bu güçlü herbisite dayanıklı olacak şekilde tasarlanan soyaların gideceği yer bizim yemek tabaklarımız. Piyasaya sürülmeden önce kapsamlı testlerden geçirilmeleri gerekir.
O tarihte Tarım Bakanı kimdi? Dan Glickman. 1995’ten 2000’e kadar Bill Clinton’ın Tarım Bakanı.
Dan Glickman, ABD Tarım Bakanı, 1995-2000.
-Biyo-teknolojinin regülasyonu ile ilk uğraştığım zamanlarda "biyo-teknoloji ürünlerinin, GDO’ların hızla onaylanması için hep birlikte hareket edelim" çizgisinde olursanız, bir şekilde bilim karşıtı, ilerleme karşıtı olarak kabul edilirdiniz.
Tabii ki, tarım endüstrisinde, bizim muhtemelen yapmak isteyeceğimiz kadar çok analiz yapılmasını istemeyen pek çok insan vardı, çünkü bu ürünlere çok büyük paralar yatırıyorlardı.
Ve tabii bakan olduğumda, tarım sektörünün regülasyonundan sorumlu bir göreve geldiğimde, "bu işin üzerine çok fazla gitme” anlamına gelen çeşitli baskılarla karşılaştım.
Clinton hükümetinde bile, ağzımı açıp bu konuları gündeme getirdiğimde, sadece tarım sektöründen değil, hükümet içerisinden çeşitli tepkiler aldım.
Bir keresinde bir konuşma yapmıştım, düşünmemiz gerektiğine dair GDO’ların regülasyonunu daha iyi düşünmemiz gerektiğine dair.
Clinton hükümetinde yer alan bazı insanlar, özellikle ABD ticaret alanından bazı insanlar oradaydı. Söylediklerim hiç de hoşlarına gitmedi. Bana "tarımın içinde bir insan, regülasyon yöntemlerimizi nasıl sorgulayabilir" dediler.
Kısaca durum şu: ABD’de Tarım Bakanı’nın bile bu çokuluslu şirketler karşısında pek bir yetkisi yok.
Peki, GDO’ların regülasyonu ABD’de nasıl yapılıyor? Bu konuya dair en önemli politika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından yayımlandı. Bu kurum yasal olarak, gıda ve ilaçların güvenliliğini denetliyor.
Başlık: "Yeni Bitki Çeşitlerinden Elde Edilen Gıdalar." Tarih: 29 Mayıs 1992.
Birinci ilke: "Genetik değişimle elde edilen gıdaların regülasyonu, geleneksel bitki ıslah yöntemleriyle elde edilen gıdalarla aynı çerçeve içerisinde yapılacaktır."
Apaçık ortada ki FDA, GDO’lar için yeni bir kategori oluşturmamaya karar vermiş.
Daha fazla bilgi için, o zamanlar biyo-teknoloji bölümü başkanı olan James Maryanski’yle irtibata geçelim.
Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006.
-Hükümet temel olarak yeni yasa çıkarmamaya karar verdi, kurumlara yeni teknolojiler için yeterli yetki sağlayan yasaların zaten yürürlükte olduğunu düşündüler.
-Yani, Beyaz Saray FDA’dan, GDO’ları özel bir regülasyon rejimine tabi tutmayacak bir politika belirlemesini mi talep ediyor?
-Fakat bu bilimsel verilere değil, siyasi tercihlere dayanmıyor mu?
-Evet, bu siyasi bir tercihti. Çok geniş bir karardı bu.
Sadece gıda için değil, tüm biyo-teknoloji ürünleri için geçerliydi. İnanılmaz. James Maryanski, GDO’ların regülasyonunun bilimsel verilere değil siyasi tercihlere göre yapıldığını kabul ediyor.
Peki bu kararı nasıl temellendirdiler?
İkinci ilke: "Bir bitkinin genetik değişimi yoluyla elde edilen gıdaların içeriği, gıdaların normalde içerdiği maddelerle aynı ya da çok benzer olacaktır."
Başka bir deyişle, FDA genetiği değiştirilmiş bitkinin, onun geleneksel karşılığına denk olduğunu düşünüyor.
“Hakiki denklik ilkesi" denen bu ilke, dünyanın dört bir yanında kullanılıyor ve GDO karşıtları ile biyo-teknoloji yanlıları arasındaki tartışmanın merkezinde yer alıyor.
-FDA, genetiği değiştirilmiş bir bitki ile geleneksel bir bitkinin aynı olduğuna nasıl karar verdi?
Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006.
-Bugün biyo-teknoloji kullanılarak devreye sokulan genlerin ürettiği proteinlerin yüzyıllardır tükettiğimiz proteinlerle çok benzer olduğunu biliyoruz. FDA’nın, GDO’lar hakkında çeşitli kitaplar yazan Jeffrey Smith tarafından yerden yere vurulan resmi duruşu işte böyle.
Bu pozisyonu eleştirenler arasında, ABD Tüketici Sendikası bilimsel uzmanı Michael Hansen da var.
Ve Jeremy Rifkin, "hakiki denklik ilkesini" ilk ifşa eden kişi.
Jeffrey Smith, Yazar:
-Genetiği değiştirilmiş ürünlerin bugünkü mevcudiyeti FDA’dan kaynaklanan bir kandırmacanın sonucu. Onlar bu gıdaların farklı olmadığını söylediler. “Hakiki denklik" kavramını, "anlamlı veya düzenli olmayan farklılık" kavramlarını kullandılar.
Bu sayede ürünleri "genetik olarak güvenli" ya da GRASS (genetically recognized as safe) denen kategoriye sokabildiler.
Normal olarak bir ürünün "genetik olarak güvenli" sayılabilmesi için, hakkında hakemli dergilerde yayımlanmış pek çok araştırma olması, bilim topluluğu içerisinde baskın bir fikir birliği olması gerekir.
Genetiği değiştirilmiş ürünler için bunların hiçbirisi yoktu.
-FDA’nın söylediği şuydu: Bitkiye bir gen yerleştirirseniz, o gen DNA’dır. Biz hep DNA tükettik, tarih boyunca hep DNA tükettik ve bu yüzden bir bitkinin GRASS olduğuna karar verebiliriz.
-Biz bunların katkı maddesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorduk.
Dr. Michael Hansen, Tüketici Sendikası Kıdemli Araştırmacısı: “Bir gıda maddesine ufacık bir renklendirici, azıcık bir kimyasal eklediğinizde, bu katkı maddesi olur ve ürünün "zararsız olduğuna dair makul kesinlik" kriterini karşıladığını göstermek üzere bir dizi prosedürü takip etmeniz gerekir.
Fakat bir gıdayı genetik olarak değiştirdiğinizde, ki bu bitkide muazzam farklar yaratabilir, hiçbir şey talep etmiyorlar!
Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Vakfı Başkanı:
-Burada, Washington’da lobicilerin takıldığı bir mekana bir şeyler içmeye giderseniz,bunun aslında bir alay konusu olduğunu anlarsınız, bunun bir şaka olduğunu herkes bilir.
Bu "hakiki denklik" olayı, bu şirketlerin işleri kolaylaşsın ve ürünlerini hükümet müdahelesi olmadan piyasaya sürebilsinler diye çıkarılmış bir kelime oyunu. Özellikle de Monsanto için.
Ve belirtmeliyim ki, Monsanto kendi çıkarlarını korumakta çok çok başarılıydılar.
Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006:
-Monsanto’nun bilim insanlarıyla FDA'daki bilim insanlarının buluştuğu toplantıları hatırlıyorum.
Gerekli değişiklikleri birlikte yapıyorlardı, FDA’dakilere bu ürünlerin regülasyonunun nasıl olması gerektiği anlatıyorlardı.
Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Vakfı Başkanı:
-Bir şirketin, bu derece üst düzey regülasyon mekanizmaları içerisinde böylesine büyük bir etkiye sahip olduğu bir durumla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Monsanto’nun GDO politikası hükümetin içindeydi.
Bazı haber görüntüleri baba George Bush'un, Roundup-hazır soya satışa sunulmadan dokuz yıl önce, Monsanto’nun araştırma merkezine yaptığı bir ziyareti gösteriyor.
-Şimdi size bir organizmadan diğerine gen taşırken takip ettiğimiz adımların bir kısmını göstermek istiyorum.
Bizim laboratuvarda yaptığımız çok küçük manipülasyonları yapacaksınız, DNA’yı alacaksınız, keseceksiniz, farklı parçaları karıştırıp tekrar birleştireceksiniz. (uçları bağlamak deniyor buna, uçlarını bağlıyoruz.) Bu tüptede bakteriden elde edilmiş DNA var. Bitkiden de alınsa hayvandan da alınsa DNA aynı görünüme sahiptir.
-Anladım. Peki sonunda ne elde edeceksiniz?
-Daha güçlü bir bitki mi? Dirençli?
-Bu işlem sonucunda bitki öldürücü ilaca dayanıklı bir bitki elde edeceğiz.
-Anladım.
-Bizim elimizde müthiş bir bitki öldürücü var. Bu bir kimyasaldı.
Baba George Bush şirketin merkezini ziyaret ettiğinde Ronald Reagan’ın başkan yardımcısıydı. Deregülasyon Cumhuriyetçi yönetimin anahtar kelimesiydi.
Amaçları, Monsanto için problem teşkil eden, Beyaz Saray yanlıları tarafından "bürokratik engeller" şeklinde adlandırılan sağlık ve çevre güvenliği testlerini ortadan kaldırarak, endüstriye destek vermekti.
-Şimdi ABD Tarım Bakanlığı’nın (USDA) önünde, bu ürünü bu yıl Illinois’de ilk defa denemek üzere verdiğimiz bir dilekçemiz var.
-Kabuslar görüyoruz! Masraflar büyüyor ama ortada bir sonuç yok…
-Dürüst olmak gerekirse, USDA’nın bu konuya yaklaşımına dair bir şikayetimiz yok, prosedürü düzenli bir şekilde uyguluyorlar; bu tür yeni şeyleri ele alırken işlerini doğru bir şekilde yaptıklarından emin olmaya çalışıyorlar. Fakat Eylül’e kadar bekleyip yetki alamazsak, işte o zaman bizim söyleyeceklerimiz de değişebilir.
1988’de baba George Bush ABD başkanı seçildiğinde Dan Quayle başkan yardımcısı oldu. Bundan dört yıl sonra Quayle, Amerika’nın GDO politikasını açıkladı. Tam da Monsanto'nun istediği şekilde hazırlanmıştı. 26 Mayıs 1992.
-Bu adımı başkanın regülasyonları gevşetme inisiyatifi çerçevesinde atıyoruz, şimdi bu sürecin ikinci safhasındayız.
ABD şimdiden biyo-teknolojide dünya lideri ve biz bunun böyle kalmasını istiyoruz. 1991 itibariyle bu 4 milyar dolarlık bir endüstriydi, 2000 yılında en az 50 milyar dolara çıkmalı. Tabii, bunun için gereksiz regülasyonların önüne geçmeliyiz.
-Bunun bir komplo olduğunu düşünüyor musunuz gerçekten?
Jeffrey Smith, yazar:
-Komplo çok güçlü bir kelime. Şirketlerin gözünden bakarsak, çok iyi yönetilmiş bir devir alma.
Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Derneği Başkanı:
-Michael Taylor adında bir beyefendi bir süre once FDA'nın yönetici kadrosuna vekil olarak tayin edildi. Onlar tam bu politikayı açıklamak üzereyken.
Michael Taylor kimdir?
İnternette, bir dönem gücünü son derece ihtiyatlı kullanan bu adama ait yalnızca tek bir fotoğraf var. Bugün "Gelecek için Kaynaklar" adındaki bir vakfın yöneticisi.
-***, ben Marie-Monique.
-Merhaba, ben Mike Taylor.
-Benim sorum FDA'da çalışırkenki rolünüz ile ilgili olacak.
-FDA'da çalışmaya başlamadan önce, Monsanto için yedi yıl boyunca avukatlık yaptınız değil mi?
-Monsanto'nun müşterileri arasında yer aldığı bir hukuk firmasının ortağıydım, evet. Bazı Monsanto meselelerinde çalıştığım doğrudur.
-Ben yanlış anlamadıysam, FDA sizin için özel bir pozisyon ayarlamış. Politika Geliştirme Komiser Vekili. Bu doğru mu?
-Yani…
-Çünkü yeni GDO'lar için FDA'nın böyle bir şeye ihtiyacı vardı.
-Konunun GDO'larla hiçbir ilgisi yok. Hiç bir alakası yok GDO'larla. Bu politikaları ben kaleme almadım.
Michael Taylor, Politika Geliştirme Komisyonu Vekili, FDA, 1991-1994:
- Yani şey… Bunlar kesinlikle yanlış.
Dr. Michael Hansen, Tüketici Sendikası Kıdemli Araştırmacısı:
-FDA'da çalışmaya 1991 Temmuz ayında başladı. O zamana kadar King & Spalding adlı bir hukuk firmasında çalışıyordu. Müşterileri arasında, Monsanto'nun yanısıra Uluslar arası Gıda Biyoteknolojisi Konseyi (IFBC) de vardı.
Ve onlar için, genetiği değiştirilmiş gıdaların regülasyonuna dair bir politika önerisi kaleme aldı. Ve eğer Taylor'ın IFBC için yazdığı öneriyle politikanın son halini karşılaştırırsanız, çok çok benzer olduklarını görebilirsiniz. Yani politikanın son halini o yazmadıysa bile, demek ki başkası onun ilk taslağını alıp üzerinde ufak tefek değişiklikler yapmış.
Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006:
-Bay Taylor o zamanlar komiser vekiliydi ve bu projeye liderlik etti. Politika oluşturma konusunda önde gelen kişiydi ve projenin tamamlanması için elinden geleni yaptı.
-Yani Monsanto bu oyunu çok iyi oynadı. Hem siyaset hem de regülasyon oyununu.
Sığır büyüme hormonu onaylanırken anahtar rol oynadılar, ayrıca gen mühendisliğinin nasıl ele alınacağını da belirlediler.
Sonuç olarak, neden organik tarımın açmazları var?
1- Buraya kadar yazdıklarımızda, açık ve net olarak görülüyorki tüm gıda ve tarım sistemini yeniden sorgulamadan, bireysel çabalar tek başına yeterli olmayacaktır. Şu sözlere doyurucu bir yanıtınız olmalı. "Roundup teknolojisinden önce bu tarlalar zararlı otlarla doluydu. Tarlaların içinde gezinip zararlı otları ellerimizle sökerdik. Çok emek gerektiriyordu. Roundup sayesinde hem zamandan hem de paradan tasarruf ediyorum.” Yani biz bu çiftçiye çok daha ucuz yollar bulmalıyız, ya da bu çiftçiye devlet desteği olmalı.
2- Topraklarında organik madde oranı %1.5 civarında olan bir çiftçiye "sen organik gübre kullan" dediğinizde bunun maliyetini düşürmek zorundasınız. Çünkü bu çiftçi, 1 dönümde organik madde miktarını %1 oranında artırmak için, en az 2.5 ton organik gübre kullanmak zorunda. Gübrenin tonunu 500 TL sayarsak, 1.250 TL maliyet çıkıyor. Oysa aynı çiftçi dönüme 100 kg üre kullansa en çok 60-70 TL (Ürenin tonu: 600 TL civarında) arası bir mailyetle karşılaşacak.
3- Ocakta tonu 90 TL olan leonarditin piyasada tonu 500 TL'den aşağı değil. Buradaki yaklaşık, %400 kar payı kimin cebine gidiyor? Sorgulanmalı ve alternatif temin etme kanalları oluşturulmalı.
4- Enzim başlığnda ve diğer başıklarda defalarca tartışıldı. Enzimin maliyeti taş çatlasa litre başına 5 TL (Şişelemede dahil.) Oysa muadili ürünlerin piyasadaki litre fiyatı 50 TL'den aşağı değil. Kar oranı %1000.
Çözüm: Çiftçiye ucuz girdi sağlayacak yerel kooperatif türü birliklerin oluşumu. Bugüne kadar kooperatiflerin olumsuz deneylerinden yola çıkarak, kooperatiflere karşı çıkmaktansa alternatif kooperatifler oluşturulmalı. Üstelik bu tür kooperatifler aracılığıyla üretilen ürünün pazar sorunu da çözülebilir. Hükümetin tarım politakalarına alternatif tarım politikaları oluşturulabilir.
Aksi durumda doğal ya da organik üretim yok olmaya ya da sınırlı alanlarda üretilmeye mahkum olur ki bizlerde GDO'lu ürünleri tüketmek zorunda kalırız.
mavikartal5
09-08-2011, 21:30
sayın acemiçaylak,
sizde yukarıda çok güzel yazmışsınız organik tarım safsatasının ticari bir faaliyet olduğunu.
kooperatifleşmeye gelince, artık onun modası çoktan geçti zira insanlar arasına BEN'cillik girdi ve TOPLUMSALCILIK gitti. böyle bir birleşme için şartların ağır olması gerekir. köylü, köyden kaçmanın derdinde, çiftçi memuriyet veya işçiliğin tabiri caizze ssk'lı olmanın peşinde, artık ektiklerinden para kazanamıyor
tek çıkar yol, çiftçiye ucuz girdi sağlamak, o da olmayacağına göre...
ülkemiz ve dünya bir çıkmaza doğru gidiyor, bakalım nereye kadar gidecek?
saygılar
[QUOTE] (acemi_caylak ) ...Hükümetin tarım politakalarına alternatif tarım politikaları oluşturulabilir.
Sorun burada... Hükümetin tarım politikalarına değil, bir ölçüde tüm dünyaya karşı alternatif tarım politikaları oluşturmak gerekiyor. Çünkü bizim ve bizim gibi ülkelerin poitikalarını da kontrol eder oldular. 5-10 sene içinde, tarımla ilgili mevzuattaki tüm değişiklikler, malum çıkar çevrelerinin istekleri doğrultusunda gelişti.
Ben, siteye katılımımdan bu yana, bu konuya dikkat çekmek istedim. Pek ilgi görmedi. Çok iddialı olup rahatsızlık yaratmak da istemedim doğrusu.
"Organik tarım", "Doğal Tarım" vb. konulardaki sorunlar, düşüncede çözülmüş konular değil. Doğru düşünce olmadan doğru uygulama olmaz. Bizler, tüm iyi niyetimizle, mevcut düşüncelerden birine inanıp, uygulamaya çalışıyoruz. Ama elde edilen, halkın çoğunluğunu tatmin edecek düzeyde değil. Sınırlı sayıda insanımızın kişisel ihtiyaçlarını karşılıyor olabiliriz. Piyasa, zehirli ürünlerle dolup taşıyorsa, buna çare bulmalıyız.
Ben, kendi toplumsal birikimlerimizin, tüm sorunlarımızı çözebilecek potansiyele sahip olduğu kanaatindeyim. Bir tanesinden bahsedeceğim size; Halkçılık. Bunu yazarken, ne kadar üzüntü içinde olduğumu da arada belirteyim. Çünkü, yakın zaman içinde, yetkili yetkisiz kimsenin ağzından duymadım bu sözcüğü. Halbuki, uygulanacak politika "Halkçı" olursa, bizim istediğimiz tüm sonuçları karşılar. Dünyaya da örnek olur.
Benim sözüm yalnız hükümete değil, muhalefete de... Hatta kişi olarak her birimize.
Selamlar.
mavikartal5
10-08-2011, 21:44
sayın forumdaşlar,
organik tarımın yazılı bir mevzuatı vardır ve bu mevzuata göre de -şimdilik- %5 kabul edilebilir kimyasal kullanılabilir" tanımları da mevcuttur. ayrıca sulu/topraksız tarım da organik tarım mevzuatı içerisindedir. organik tarım yönetmeliğinin EK listeleri incelendiğinde de ihtiyaç duyulduğunda 2004 yılındaki kimyasal ilaçlar yasasına gönderilmektedir, yani kimyasal ilaç kullanmaya devam. tabi önümüzdeki 10-20 yıllık süreçte de %5 oranının arttırılacağını değerlendiriyorum, en azından verimi arttırmak için kimyasal kullanılacaklar. (hoş şu anda bile %5'in üzerinde kullanıldığı da bir gerçektir).
DOĞAL TARIM'a gelince, yazılı bir mevzuatı yoktur ve bu gidişle olmayacaktır da. sadece kişilerin kendi kurallarını oluşturmasından ibarettir. birilerine ticari olarak hiçbirşey kazandırmayacağından dolayı sanırım DOĞAL TARIM HİÇBİR ZAMAN YAZILI HALE GELMEYECEKTİR.
SAYGILAR
kadrilion
26-09-2011, 08:12
organik tarım ülkemizde denetlendiğini düşünmüyorum. ben köyde oturuyorum burda genellikle şeftali ve domates üretiliyor. fidan çiçek açmadan ilaçlama başlıyor ürün toplanana kadar her hafta ilaçlanıyor yani o ilaç artık meyve veya sebzenin özüne işliyor. yidiğimiz resmen zehir %99 da istanbul bayrampaşa haline gönderiyorlar. tavsiyem meyve ve sebzeleri kabukları ile tüketmeyelim.
Belki şu sayfa katkı yapar ..: Organik Tarım (http://organik.tarim.gov.tr/sayfam.asp?sid=29&pid=29&ld=Anasayfa)
alicicek09
27-04-2013, 20:51
Türkiyede organik ürün yapılmadığını ve yapılamayacağını düşünüyorum
İsmail Karagülle
28-04-2013, 21:07
Kıyısından köşesinden , organik tarım eleştirilmiş.
Bence şöyle bir sorunun cevabı aranmalı.
Aynı fiata organik ürünü mü? Konvansiyonel metodla üretilmiş ürünü tüketmek istersiniz.
Doğal ürün tüketebilmek en doğru tercih . Ama tedarik etmek çok da kolay değil.
Artık tükettiğimiz market ürünlerinin kansere neden olduğu apaçık iken , Kentten kaçıp köyde yaşayıp doğal ürün yetiştirip , kent yaşamından kaçmak gecikmeden gerçekleştirilmesi gereken eylem diye düşünüyorum .
Bir kaç yıl önce hayaldi, ben şimdi yeni kavuştum hayalime. Herkesin yapabilmesini dilerim.
Sayın İsmail Karagülle,
Ben bir üniversite öğrencisiyim ve aynen sizin yaptığınızı yapmak; bir çiftlikte hayatıma devam etmek, gerektiği kadar üretmek istiyorum... Bu ister 'Permakültür' adı altında ister 'doğal hayat' adı altında olsun, köy gibisi yok değil mi? :)
Ve 'aynı fiyata organik ürün' sözünüze de katılıyorum, çünkü bu her insanın hakkıdır!
Bakınız toprakana.org | tanımak dokunmaktır (http://toprakanaplatformu.wordpress.com/) burada da bu konuya nasıl değinmişler ve neler yapmaya gayret ediyorlar...
İsmail Karagülle
12-05-2013, 17:01
Sayın İsmail Karagülle,
Ben bir üniversite öğrencisiyim ve aynen sizin yaptığınızı yapmak; bir çiftlikte hayatıma devam etmek, gerektiği kadar üretmek istiyorum... Bu ister 'Permakültür' adı altında ister 'doğal hayat' adı altında olsun, köy gibisi yok değil mi? :)
Ben İstanbul'da doğdum .Ve hep orada yaşadım. 50 yaşımdan sonra sürekli köy yaşamı hayali kurdum . Bu hayallerim şehir hayatının bizi esir almasından dolayı sürekli ertelendi. Kent hayatı sürekli bir takım engeller çıkardı. Nihayet 62 yaşımda köy hayatını yaşamaya başlayabildim .
Daha çok yeniyim . Ama burada çok mutluyum . Kenti hiç ama hiç özlemiyorum. Kente gitmeyi düşündüğümde , düşüncesi bile beni strese sokmaya yetiyor.
Kentte sıvı yağdan başka bir şey kullanamazken ,şimdi tereyağında yumurta yiyorum . Hem de ne tereyağ halis tereyağ ve gerçek köy yumurtası .
Şimdi artık marketten alınan yumurtayı yiyemiyorum .Yıllarca nasıl yemişiz diye şaşıyorum .Bu sadece bir tanesi .
Gece bülbül sesi dinliyorum . Hiçbir müziğe değişmem.
Hayat gerçekten çok kısa , bu kısacık hayatı boşuna kentte heba etmenin hiçbir anlamı yokmuş. Boşuna yılları heba etmişiz.
Bana manevi açıdan destek olduğunuz için teşekkür ederim.
Ben köyde doğdum yedi yaşımda İstanbul'a geldim, şu an yirmi yedi yaşındayım ve her yaz köy gördüğüm için şehir ve köy hayatı arasındaki farkları bilirim, kendimce.
Ben istiyorum ki, biz gençler şehirlere esir kalmayalım, keşfedelim; hayatımızı istediğimiz gibi yaşayalım, şehirlerde köleler olarak değil...
Bunun için heyecanlıyım, sizin gibi insanları görünce bir selam söylerim... :)
Kudret Tezel
09-11-2013, 14:39
Sevgili arkadaşlar ziraat mühendisi sayın Korkmaz Mer in organik tarım hakkında yazdığı bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim.
Organik Tarım büyük bir yalan! / Tarım / Hayvancılık / Milliyet Blog (http://blog.milliyet.com.tr/organik-tarim-buyuk-bir-yalan-/Blog/?BlogNo=349236)
Sayın Kudret Tezel çok güzel bir yazı öncelikle teşekkür ederiz. Bir şey iletmek isterim. bitki iki yerden faydalanır. topraktan ve havadan. toprağı organik tarıma göre hazırladığımızı düşünürsek. havadan topraktan faydalandığının yaklaşık 5-6 katı faydalanan bitki için hangi organik tarımdan bahsedilmektedir. Kısacası havamız ne kadar temiz. bu da bir düşünce diyerek , saygılarımı sunarım .
Bitkiler zaten havayı temizlemek için yok mu :)
Evet ama co2 haricindeki gazları bünyelerine geçirdiklerinde meyveleri de etkileniyor. Kısaca, SAyın Tezel'in organik tarım ile ilgili paylaştığı yazıyı okuyunca aklıma geldi ve yazmak istedim. :)
İsmail Karagülle
09-11-2013, 20:14
Bu tür bir yazı okudum . Paylaşayım dedim.
ORGANİK NE KADAR EKONOMİK? (http://nacikgoz.wordpress.com/2013/06/09/organik-ne-kadar-ekonomik/)
ahmetmelek
04-12-2013, 16:47
merhaba arkadaşlar bende organik tarımın ülkemizde yapılamıyacağını düşünüyorum tamam bir kişi şehirden köye gider orda kendi yetiştirdiklerini yiyebilir ama herkesde yapamazki bunu ismail bey ben başardım hayalimi diyor inşallah şehirde yaşadığından daha fazla yaşar köyde ismail bey ben mersin homurlu köyünde seracılık yapmaktayım dedem,babam da aynı işi yaptılar onlar açığa salatalık dikerlerdi senede 2 ay mahsul alırlardı yeterdi şimdi biz altı ay salatalık topluyoruz yetmiyor siz diyorsunuz ki seraları kaldırın açığa ekin organik olacakya eski tohumlara dönün kaldıysa ikitane inek beş tane koyun tarladan topladığınızı yiyin hayvanlardan aldığınızı için bu sizin söylediğiniz emekli olduktan sonra ununuzu eleyip eleğinizi astıktan sonra olacak birşeş eğer organik tarım yapmaya kalkışırsak açlıktan ölürüz kanserden değil. ziraat mühendisi sayın korkmaz beyin yazdıklarına katılıyorum . önce bize ilaçları satıyorlar ondan sonra kapı kuleden mallarımızı geri çeviriyorlar daha sonra yine alıyorlar ne oldu çifçimiz o ilaçları vermezmi oldu hayır yine veriyor amaç türk çifçisini kalkındımamak öyle yüz metre beşyüz metre kareyle yetmişaltı milyonu doyuramazsınız böyle olur kışın sadece akdeniz bölgesi ürün yetiştire biliyor onlarda organik tarım yapmaya kalkarsa sizin düşündüğünüz çapta üeünü dışarıdan almak zorunda kalırız gdo lu gdo suzmu bilmem ülke mizde zaten bunları denetleyecek yer varmı onuda bilmiyorum ülkemizde kim ne kadar hangi ürünü ekiyor bilinmiyor araştırılmıyo kim ne ekerse şansa ya osene herkes tarlasına biber ekerse ne olacak devlet bunu bile araştırmıyor ama bunun bir taksimi yapıl sa şu bölge bunnu ekecek bu blge bunu ekecek ne kadar verim gelecek bilinir biz tarlalarımıza yazın solarizasyon yapı yoruz verdiğimiz ilaçlarla topraktaki yararlı ve zararlı maddeleri öldürüyoruz eğer bunu yapmazsak o sene verim alamayız ne organik tarımı yani işin açıkçası ben organik tarıma inanmıyorum.hepinize saygılar selamlar.
Haklısınız , yukarı tükürsen bıyık aşağı tükürsen sakal . Domatesin kızarması için bile ilaç varsa daha ne demeli ki ! Yine de organik tarımla amatörce uğraşanlarımızı da yürekten destekliyorum . Herkese kolay gelsin , rabbim yetiştirdiği ürünü ağız tadıyla yemek nasip etsin.
İsmail Karagülle
04-12-2013, 17:15
Tarımın ve köylünün sonunu , hayra çıkarsın.
Tohum yasası - gdo - ilaç sorunu ,
Konvansiyonel tarım mı?
Organik tarım mı?
Toprak teter mi ?
Doğal tarım mı?
Kent yaşamı mı?
Köyde mi yaşasak .
Kentte oturduğumuz yerden bunları tartışmak çok kolay .
Köyde yaşam , sağlıklı ama kent hayatına ve alışkanlıklara göre çok zor.
Sağlıklı besin tedariki açısından kentlerde köye gidemeyenler balkonlarda terslarda çırpınıyor.
Aslında köyde kentli yaşamak veya kentte köylü gibi yaşamak arasında çırpınıyoruz.
Soru ;sağlıklı besin üretmek ve tüketmek için ,
Köylü ne yapmalı ?
kentli ne yapmalı ?
Köylü muhtar başta eski imece yöntemine geri dönmeli ,Birlikte tohum makina vs ile birlikte ekşp biçmeli .
Her biri 100 kilo üretince kabzımal elinde rezil oluyor.
Bir araya gelip 10 000 kilo üretirse pazar şartlarında daha güçlü olur.
Bu birlik muhtarlar birliği ile daha da ileri seviyede organize edilirse Ülke çapında güç olur.
Yine bu organzasyon , taze tüketilemeyen sebze vs için fabrikalar oluştırmalı
Domates üreticisinin aynı zamnada salça fabr,kası da olmalı .
Süt üreticisinin ,
Yoğurt
peynir
vs
süt tozu fabrikası da olmalı .
Ve kentlerde satış noktaları da olmalı .
Devlet ve belediyeler bu konuda bu tür birliktelikleri teşvik etmeli lojistik destek vermeli.
Kentli de yeme içme konusunda bu tür üreticilerin ürünlerini talep etmeli.
Üretici ile tüketici arasında direk alışveriş yapabilecekleri internet üzerinden ürün tedarik yolları geliştirilmeli.
Daha çok şey var yazacak da uzun oldu .
tarık ayaz
04-12-2013, 17:26
çok doğru tespitler
Organik tarım bence büyük firmaların insanları sömürmek için kullandığı ve insanları kandırmak için içine "ORGANİK" kelimesini koyup insanları kandırmada başarıya ulaştığı bir üretim biçimidir. Doğallıkla bir alakası yoktur bence. Sizin evde üretip kimyasal kullandığınız ürünler en az onlar kadar sağlıklıdır.
Belli miktar (%5 gibi) kimyasal kullanımına izin veriliyor diyordu. Kullanılan kimyasallardan ikisi bakır ve kükürt. Bunlar doğal yolla mı üretiliyor yoksa sentetik mi? Hocamız bunların kullanılmasına izin verilme nedeni bunların yerine ikame edilebilecek organik ürünün olmadığından dolayı kullanılıyor demişti.
Düşünsenize organik tarım yapıyorsunuz bir ilaç kullanıyorsunuz bekleme süresi 14 gün! Nasıl bir doğallık bu anlamamıştım hala da anlamıyorum.
Organik tarım yapacağız diyelim daha önce kimyasal gübre ve ilaç kullanılmamış olması gerekiyor ya da en az 5 yıl önce kullanılmış olması gerek deniyordu. Hadi gübreleri kullanmadık, hava kirliliği had safhada yağmur yağdığında yağmur bu maddeleri toprağa indirmiyor mu? Bir sürü ağır metal mi dersiniz, sülfirik asit mi dersiniz ...
Organik gübre kullanacağız sözde. Gübrelerin hiçbiri organik değil, hepsinde kimyasal var.
Organik gübre alalım diyoruz N katkılı, P katkılı diyorlar nasıl organikse bu?!
Daha aklımda çok şey var ; aklımda zorum mu var ne?
İsmail Karagülle
05-12-2013, 13:37
Bu yazı müthiş doğruları dile getirmiş. Bu konu daha önce çok tartışılmıştı . Ben anlatmak istedim becerememiştim. Tam da anlatmak istediğim buydu .
Biz şu an iyiyiz , elimizden geldiğince dikkatli tüketici olmaya gayret gösteriyoruz. Ancak şimdi 200 yıl sonra kullanılması gereken temiz suyu kullandığımızı düşünürsek , sonumuz kötü.İş sadece organik tarımdan ibaret değil ki ! Su-hava-toprak . En kötü etkende DUYARSIZLIK - BANANECİLİK .
Geçen hafta bir kitapta yazar 2390 yılını kurgulamış , umarım o hikayelerdeki kahramanlar torunlarımız olmaz. :(
İsmail Karagülle
05-12-2013, 15:42
Bitki ister toprakta , ister topraksız ortamda yetişsin , Bitkinin istediği iklim ve istediği besinler tam istediği formda , istediği miktar ve oranlarda sağlanması gerekir.
Bu konuda ürün verimi pazar ve raf ömrü uzatmak , bazı zararlılara karşı direnç için yapılacak müdahaleler sonuçta insana sağlık sorunu olarak geri dönüyor.
Bir yazı var, burada fazla ürün için yapılan fazla gübre konsantrasyonunun kanserojen etkisinden bahs edilmiş. Bu kadar önemli yani ; Bilinsiz gbre kullanmnda kanser riski - Hrriyet (http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/10436584.asp)
03sandıklı
10-12-2013, 02:40
Zaman gelecek ve cocuklarımız okulda şunu öğrenecek:
Birzamanlar insanoğlu o kadar gerileştiki, kendi yediği meyve ve sebzelere basıyordu ilacı ve gübreye ve sonra yiyordu afiyetle zehirli ürünleri.
Evet ben size tecrübeden söyleyebilirim... ben almanyada yaşıyorum ve burada organik ürünler çok çok pahalı! Mesela:
Cherry (çeri) domates 1Kg = 6 €
Salkım domates 1Kg = 4 €
Akdeniz çarliston biberi 1kg = 4 €
Buradaki sistemde organik çok müthiş ve sağlam bir zemin üzerinde kuruludur!
Genelde marketlerdeki organik ürünler Ispanya/Almera bölgesinde modern seralarda yetişip gelmekte. Her büyük süpermarketin Ispanyada kendi seraları mevcut. Daldan kopup aynı gün lojistikle marketlere geliyor en taze şekil ve burada organik demek gerçekten organik demek, ****** istisna payıda vardır burada mutlaka bilmediğimiz!
Uzun zamandır analiz yapıyorum ve malesef türkiyeden organik olarak neredeyse hiç denilecek kadar az :( :( :( ve ******* bu bir tarım ülkesi için çooook değerli bir gelirkaynağı güzel türkiyemiz ve fedakar milletimiz için.
03sandıklı
10-12-2013, 03:33
Ismail Karagülle tamamen katılıyorum size, ilaç ve gübre kimyasaldır ve kesinlikle sağlıklı değildir uzun vadede. Bazı yorumları okumak beni çok üzüyor, yani kimyasal uyuşturucu tehlikelide kimyasal ile uygulanmış domates zararsız mı??? Af edersiniz ama bence bu çok büyük cehalettir ve cahilliktir!!!!!
Bence bu konu ak la kara gibi açık ve nettir, biz klasik tarımdan çok acele bir şekilde kurtulup modernleşmek ZORUNDAYIZ ÇOK ACiL !!!
Avrupa almış elini gidiyor, biz traktörle uğraşıyoruz malesef hala! Adamlarda verimli toprak yok, güneş ayda yılda bir selam veriyor, yağmur dinmiyor sel basasıya kadar ama adamlar bu şartlar altında genede organik sebzeyi a-z ye kadar patır patır döküyor dünyanın dört yanına TARIM ÜLKESI OLMAMASINA RAĞMEN. Ve biz hala organik mi değil mi diye tartışıyoruz. İşte durumda böyle olursa iflas etmiş ispanya bile bize ringden fırlatıverir çapıt eskisi gibi!
Bence türkiyede yeni bir çağ başlıyor organik sera sistemiyle ama çok yavaş ilerliyor malesef
İsmail Karagülle
10-12-2013, 15:43
03 sandıklı o kadar karamsar olmamak lazım . Bir çok problemimize karşı pek de fena durumda değiliz. Önümüzde kat edecek çok yol var, ama yine de karamsar olmamalıyız.
Dünya tarım sıralamasında Türkiye kaçıncı sırada | RAPOR-ARAŞTIRMA | (http://www.sondevir.com/raporarastirma/60185/dunya-tarim-siralamasinda-turkiye-kacinci-sirada.html)
Bir çok yapısal problemimize rağmen ,
http://www.paraborsa.net/i/tarim-sektoru-2012/
Dünya para babaları tarım arazilerine yatırım yapıyor.
Bizde de tarım arazisi alan sanayici iş adamı sayısı oldukça iyi durumda .
O yüzden enseyi karartmamak lazım .:))
İsmail Karagülle
10-12-2013, 15:52
Organik konusu - iyi tarım uygulamaları - topraksız tarım -
Bunların hiç biri birbirinden az önemli değil.
Konvansiyonel tarım ihraç kurallarına uygun yapılırsa , o da ihmal edilmemeli .
Organik tarrımın uygulaması oldukç zor. AMA bu ondan vaz geçmemizi gerektirmez. Mutlaka yapılmalı ve daha çok yapılmalı .
Topraksız tarım da önemli gelişmeler var .
Bütün dünya bu konunun üzerinde uzun zamandır çalışıyor.
Bizde de çalışmlar var . Fakat bizde daha çok yeni sayılır. Yinede epeyce ilerleme kaydeden müteşebbislerimiz var .
Enseyi karartmamak lazım :)
İsmail Karagülle
10-12-2013, 15:54
Bu arada bu enseyi karartmamak lazım , sözü Çetin Altan tarafından çok kullanılırdı oradan aklıma takılmış . Bir söz . Hoşuma gittiği için kullandım .
Kötümser olmamak lazım .
İsmail Karagülle
10-12-2013, 16:02
Bu arada söylemek lazım .
Enseyi karartmamak lazım .
Ama Türkiye ekonomisi %11 büyürken
Tarım sektörünün büyüme hızı sadece %5
Tarım sektörü ürünlerinin ithalatı hızla artıyor .
Gibi handikaplarımız da yok değil.
Buların sebeplerinden bazıları yapısal olduğu gibi ,
AB nin İthal şartlarına dair koyduğu dayatmalar da var .
Üye ülkeleri ve ticari anlaşmaları olan ülkeleri ,
İthalatın düştü diye arada sırada uyarıyor. Kendi üreticisini koruyor.
Bu da bizim de Tarım ürünleri ithalatımızı körüklüyor.
Köylümüzü tarım sektörümüzü olumsuz etkiliyor.
03sandıklı
14-12-2013, 09:29
Karamsar değilim efendim sadece bir bir tarım ülkesiyiz ve ipi elimizden kaçırmamamız gerek, birazda espiri payı saklamıştım:) aynen gene katılıyorum size Ismail bey cünki bizim ürünlerimiz öldü fiyatına gidiyor avrupaya ve fiyatları onlar belirliyor malesef biz deği onun için gayret göstermeliyiz. Inanın bana tr den çok ürünler geliyor avrupaya, ben arabayla gelen gurbetçilerden nim. Bir görseniz neler neler yapılıyor tr den gelen ürünlerle... ucuza alıp 20 misline satılıyor örneğin mavi jeans tr de belkide 100tl ama burada 100 €
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.