Bağlan

View Full Version : Kanser




Sayfalar : [1] 2

denizakvaryumu
28-02-2007, 09:29
http://www.losev.org.tr/duyurular/uyari.htm

7-8 yaşında çocuklar akın akın kanser tedavisi olmak için hastane yolundalar...

Çevremizi uyaralım...


.




denizakvaryumu
05-03-2007, 07:58
Çin'den gelen elbise dokunsan kanser yapacak gibiydi

DEVLET Bakanı Kürşad Tüzmen'in 170 ihracatçıyla çıktığı Mısır seferinden dönerken bir tarafımda Aksa Akrilik'in Mısır'daki şirketinin Yönetim Kurulu Üyesi Sinan Can, diğer tarafımda da Ekoteks'in Genel Müdürü Mehmet Tüysüz oturuyordu.

Süleyman Orakçıoğlu'nun başkanlığını yürüttüğü İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği, (İHKİB) Ekoteks laboratuvarını uluslararası boyuta taşımak için Mısır'a da bir şube açmış, kurdelasını da Kürşad Tüzmen kesmişti.

İHKİB, Ekoteks'i Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünü yabancı laboratuvar mahkumiyetinden kurtarmak için kurmuştu. Ekoteks şimdi 4 milyon dolar ciroya ulaşmış, testleri dünyada kabul görür olmuştu. İHKİB'in Ekoteks'ten sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Güneş, laboratuvarın sektörü 6 milyon dolarlık ek test yükünden kurtardığına dikkat çekiyordu.

Sinan Can, Mehmet Tüysüz'e sordu: "Mısır'daki fabrikamızda Hindistan'dan da bazı ürünler kullanıyoruz. Onların 'azo boyar madde' testini Kahire'deki laboratuvarda yapabilecek misiniz?"

Mehmet Tüysüz'ün yanıtı şimdilik olumsuzdu ama müşteriyi geri çevirmedi: "Siz ürünü Kahire'deki laboratuvarımıza teslim edin. İstanbul'daki merkezde testi yapar, sonucu en kısa sürede iletiriz."

Test konusu "azo boyar madde"lerden açılınca, Mehmet Tüysüz, bundan birkaç yıl önce yaşadığı deneyi anımsadı: "Gümrüklerden özellikle Çin'den ithal edilen elbise örnekleri gönderilir, test etmemiz istenirdi. Böyle bir elbiseyi test ettiğimizde elde ettiğimiz değerlere inanamadık. Tam 3000 ppm azo boyar madde içeriyordu."

Tüysüz, o dönemde Türkiye'de tekstil ve hazır giyimde "azo boyar madde" kullanım üst sınırının 30 ppm olduğunu hatırlattı.

Önce Tüysüz'den "azo boyar madde"nin ne olduğunu öğrenmeye çalıştım: "Azo boyar maddeler, tekstilde kullanılan boyaların ürüne tam oturmasını sağlar. Ancak, kanserojen özelliği vardır. Bu yüzden de o dönemde Türkiye'deki kullanım üst sınırı 30 ppm'di."

Aradaki farkın yol açtığı sonuç neydi acaba? Tüysüz'ün bu soruya verdiği yanıt tüylerimi ürpertti: "3000 ppm 'azo boyar madde' içeren bir elbiseye dokunmak bile kanser yapar."

Tüysüz'ün anlattığına göre, 3000 ppm azo boyar içeren Çin üretimi kadın elbisesi, Türkiye'deki ünlü bir hazır giyim markasının etiketini taşıyordu. Tüysüz, elbisenin akibeti hakkında tahmin yürüttü: "Biz test sonucunu gönderdik. O elbiseler büyük olasılıkla gümrükten döndü."

Ekoteks'e "Elbisem allerji yaptı" ya da benzeri şikayetlerle test yaptırmak isteyen vatandaş başvurusu olmuyor. Testleri üretici yaptırıyor, "sağlıklı" belgesiyle müşteri karşısına çıkıyor.

Aslında "azo boyar madde"ler Avrupa Birliği'nin (AB) "yasak" listesinde bulunuyor, Türkiye'de de 24 türü artık kullanılmıyor...

Yine de "Ne kadar sağlıklı giyiyorum?" kuşkusunu akıldan çıkarmamak gerekiyor...

'Azo boyarlar'ın içindeki arilamin kanser yapıyor

TEKSTİL ve konfeksiyon sektöründe kullanımı söz konusu olan ve kanserojen etkisi bilinen "azo boyar maddeler"i daha doğru anlaşabilmek için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Özipek'i aradım.

Prof. Özipek'ten aldığım bilgiye göre, "azo boyar" diye tanımlanan maddeler, tekstil boyalarının içeriğinde bulunuyor ve bunlardan bir bölümü "arilamin" içeriyor. Kanserojen etki de "arilamin"den kaynaklanıyor.

Avrupa Birliği'nde (AB) ortaya çıkan "ekonolojik tekstil" arayışlarıyla birlikte Türkiye de "arilamin" içeren 24 tip "azo boyar"ın ithalatına kapıyı kapattı.

"Azo boyar"lardaki "arilamin" sınırı da 20 ppm'e kadar indirildi...




http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=5893916&yazarid=44

çocuklarınıza elbise alırken de dikat edin...

azo boyar madde olmadığına dair belgesini isteyin....


.

DİDEMNAZ
09-03-2007, 00:57
Evlerimizde kullandığımız temizlik maddeleri de çok önemli...Formüllerine dikkat etmeliyiz.

denizakvaryumu
16-03-2007, 10:06
KANSEROJEN KATKI MADDELERI...
Hacettepe Üniversitesi tarafindan yapilan arastirmada, hazir gida maddelerindeki katkilarla ilgili çalismalar yapilmistir. Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN Saglikli yasam için her hangi bir gida maddesi satin almadan önce ambalajinin üzerinin dikkatlice okunmasi önermektedir..
Bu çalismaya göre hazir gidalarda kullanilan katki maddeleri ve siniflandirmalari asagidaki sekildedir.

ZARARSIZ KATKILAR

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160,
161, 162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237,
238, 260, 261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,
305, 306, 307, 308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336,
337, 382, 400, 401, 402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421,
422, 440, 471, 472, 473, 474, 475,480

SÜPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605
E220, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI) E200 (VÜCUTTAKI VITAMIN B12'YI YOK EDIYOR) E250, 251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ÖRNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.

123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ÜLKEMIZDE RENKLI DRAJE ÇIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKÜVILERDE KULLANILMAKTADIR.
-----------------------------------------------------------------------
EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI:
E330

-----------------------------------------------------------------------
http://www.bud.org.tr/home.asp?id=13&yazi_id=21

http://iyibeslenme.blogcu.com/2031596/

denizakvaryumu
16-03-2007, 10:07
Bazı gıda katkı maddeleri zehir saçıyor!
admin Tarih: 24.04.2005 Saat: 01:37



Piyasada satılan, paketlenmiş gıda maddelerinin raf ömrünü artırmak için içlerine çeşitli katkı maddelerinin katıldığı hepinizin malumudur. Bunların büyük bir bölümü zararlı olmayabilir. Fakat bir kısım katkı maddesinin zararlı olduğuna dair ciddi kanıtlar mevcuttur. Gıda maddelerinin raf ömrü uzarken sizin raf ömrünüzün kısalmaması için Doç. Dr. Mustafa TURKMEN’in bu konu ile ilgili uyarı yazısını okumanızı öneriyoruz.





Piyasada satılan hazır gıda maddeleri ülkemizde insan sağlığını ciddi biçimde etkileyecek derecede katkı maddeleri içermektedir. Ancak bu maddeler, tüm çabalara rağmen medya aracılığı ile ilan edilememektedir.


Günümüzde gıda sektörü büyük bir tröst halini almıştır. Örneğin hiçbir yayın organında Cola'nin zararlı olduğunu göremezsiniz. Ancak biz tüketiciler, aile fertlerimizi, çevremizdeki arkadaşlarımızı, haberdar ederek bilinçlendirebiliriz. Son yıllarda kanser vakalarının neden devamlı artış gösterdiğini hiç düşündünüz mü? Siz çocuğunuzun kanserojen madde içeren gıda almasını ister misiniz? Peki niye ketçap alıyorsunuz? Sizlere aşağıda sunduğumuz tablo alacağınız hazır gıda maddelerindeki katkılarla ilgili bilgi vermektedir. Sağlığınız için: Lütfen her hangi bir gıda maddesi satın almadan önce ambalajının üzerini dikkatlice okuyun.

ZARARSIZ KATKILAR
E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160, 161,162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238, 260,261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,305, 306, 307,308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 382, 400, 401,402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421, 422,440,471, 472, 473, 474,475,480


SUPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605,E220,221,222,223,224,338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI), E200 (VUCUTTAKI VITAMIN B12 YI YOK EDIYOR) E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)


TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NOROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ORNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETCAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ULKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ULKEMIZDE RENKLI DRAJE CIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKUVILERDE KULLANILMAKTADIR.


Bilgilerinize sunulur...
Doç. Dr. Mustafa TURKMEN



--------------------------------------------------------------------------------

Editörün notu

E numaraları, gıdalara kullanılan katkı maddeleri miktarlarının yasal sınırlarını gösterir. Maalesef yasal sınırlar güvenli sınırlar demek değildir. Kaldı ki o miktardaki katkı maddesi sadece o yiyeceği arada sırada yiyen için toksik olmayabilir. Fakat bu katkı birçok başka yiyeceklerde de bulunabilir. Bu nedenle bunların toplam etkisinin toksik ya da kansorejen olmadığını söylemek mümkün değildir. Vatandaş olarak hepimize önemli görevler düşüyor. İlgili firmaların halkla ilişkiler bölümlerine başvurarak onlardan bilgi alabiliriz. İddia edilen şeyler gerçek değilse, bu maddelerin güvenli olduğuna dair çalışmaları onlardan isteyebiliriz. Ama doğruysa o katkı maddesinin ilgili gıda maddesinden çıkartılmasını isteyebilir ve gerekirse kamu oyu aracılığı ile onları zorlayabiliriz.


Yukarıdaki belirtilenlerin dışında tehlikeli katkı maddesi içeren birçok gıda ürünü daha bulunmaktadır. Bu numaraları aklınızda tutmak tabii ki çok zor. En iyisi mümkün olduğu kadar çok doğal gıdaları yemek. Yani taş devri diyeti ilkelerini izlemek.



Prof. Dr. Ahmet Aydın


www.beslenmebulteni.com

DİDEMNAZ
31-03-2007, 10:49
Çok harika bir yazı.Kırk yıl düşünsem kolanın bunlara da yarayabileceği aklıma gelmezdi.Artık ne içiyorum ne de içiriyorum.

ÇeteÇakal
31-03-2007, 14:33
Bilinçli ve tüzüğüne uygun rezidüye dikkat eden üretici elinden çıkan ürünlerin o kadar da öcü gibi kötü gösterilmesi bazılarının hakkını yemektedir. Kulaktan duyma bilgilerle hormonlara saldırılması da yanlıştır. Bu bölümün birinci mesajında da bahsedildiği gibi fazla hormon vermek meyvenin iri olmasını sağlamaz. Hormon yetersiz döllenme şartlarında kullanılır..

denizakvaryumu
15-04-2008, 10:29
Her gün kanser ile ilgili yeni birşey okuyoruz, yeni birşey duyuyoruz. Bir gazete domatesin bilmemne kanserine iyi geldiğini yazıyor, bir başka gazete ise fındığın bilmemne kanserini tedavi edici özelliğinden bahsediyor. Kafamız karışıyor, neye inanacağımızı şaşırıyoruz.


Sürekli ünlülerin, başarılı isimlerin kanser ile mücadelesini okuyor, onlar bile bu kadar refaha, kontrole, dikkate rağmen yakalandıysa bizim hiç şansımız yok diye dertleniyoruz. Etrafımızda sürekli birilerinin kansere yakalandığını öğreniyor ve korkuyoruz!

Peki ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız? Nasıl korunmalıyız?

Türkiye’de kanserle mücadele denilince akla ilk gelen isimlerden İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz’a sordum. Anlattıkları, öğrettikleri nedeniyle kaç gündür kendime gelemedim. Ve inanın onunla konuştuktan sonra herşeyi değilse de, hayatımdaki birçok şeyi değiştirdim!

Etrafımızda, yakın çevremizde, ünlüler arasında sürekli yeni birilerinin kanser olduğu haberini alıyoruz. Hem de çok erken yaşlarda da kansere yakalanıldığını görüyoruz artık. Bu artış devam edecek mi, nereye kadar edecek, kanser gerçekten de o çok klişe deyimle çağın vebası mı olacak?

2020 yılında 20 milyon kişi kansere yakalanacak. Kardiyovasküler hastalıklardan sonra kanser ikinci sıradaydı, ama önümüzdeki yıllarda kanser birinci sıraya geçecek. Geçiyor! Belki üç beş sene sonra birinci sırada olacak.

Peki artış nedeni ne?

Kanserin artış sebeplerinin en önemlisi, çevre kirliliği, aldığımız gıdalar, çevre kirliliği ile beraber ozon tabakasının delinmesi. Yalnız çevre kirliliği dediğimiz zaman herşey giriyor içine… Kanser esasında anne karnında başlıyor.

Nasıl yani?

Hatta anne karnından da önce. Endüstri yakıtlarıyla ve alkol ile çalışan fabrikalarda çalışan babaların spermlerinde bozukluk meydana geliyor. Ve onların çocuklarında kanser riski 6 kat artmış oluyor. Çocuk anne karnına düştükten sonra annenin kendisi sigara içmese bile çevreden aldığı duman bile, egzosdan çıkan duman bile anne karnındaki bebeği etkiliyor. Yapılan çalışmalar göstermiş ki doğmamış çocukların amniyo sıvısında, bebek anne karnında o sıvının içinde yüzer ya, bol miktarda pestisit bulunmuş.

Pestisit ne demek?

Deterjan artıkları, fabrika artıkları, etrafa sıkılan böcek ilaçları artıkları, inorganik gübreler, plastik artıkları, bunların hepsi pestisit. Yani insanlar tarafından üretilmiş zehirlere pestisit deniliyor. Yani kanser yapan maddeler!

İşte bu pestisitler amniyo sıvısında bulunmuş ve dahası bu pestisitler çocuk doğduktan sonra anne sütünde de bulunmuş. Normalde plasenta korur ama korumasına rağmen plasenta üzerinde de aşağı yukarı 280 üzerinde toksik maddenin geçtiği gözlenmiş anneden bebeğe.

Yeni doğan çocuğun kanında ise 230 tane endüstriyel kimyasal madde bulunmuş, bunun da yüzde 80’i kanserojen çıkmış.

Anne sigara dumanından bile etkileniyor yani, bırak içmeyi! Hamileyken alkol alması, inorganik beslenmesi, deterjanların toksitesi, mesela çamaşır makinasında kullandığı deterjanlar, bulaşık makinasında kullandığı deterjanlar, kullandığı plastik kaplar hep bebeği etkileyen faktörler.

Annelerin bir kere bile basit bir akciğer filmi çektirmesi çocuğun lösemi riskini 2 katına çıkarıyor.

Anneler eğer 8 hafta boyunca çok sıkı bir şekilde organik beslenirlerse çocuğun kanser olması konusunda bunun tamamen önleyici olduğu iddia ediliyor.

Hangi 8 hafta?

Hamilelikteki herhangi bir 8 hafta. Çocuk çünkü gelişmeye devam ediyor.

Şimdi bir de bu organik yiyecek modası çıktı. Neden organik yiyecekler? Marketten aldığımızdan farkı ne organik yiyeceklerin?

Pikeatanol denilen kansere saldıran maddeler var organik yiyeceklerde. Organik yiyecekler ilaçlanmadıkları için mantarlar ve bitki haşerelerine karşı kendileri bir madde üretip öyle yenmeye çalışıyorlar. İşte bu maddeyi aldığımız zaman vücudun kanserle savaşmasını sağlamış oluyoruz. Çok önemli! Ötekilerde zaten böcek ilacı verdiğimiz için o mekanizma gelişmiyor. Zaten biz ona saldıran mantarı ve diğer bitki haşerelerini öldürüyoruz. O yüzden de o savaş maddesi olmuyor.

Peki çocuk doğduktan sonra onu kanserden korumak için nelere dikkat etmeli?

Çocuklarımız her an zehirin içinde yürüyorlar. Mesela o yeşil, yemyeşil çayırlarda, imrenerek baktığımız çayırlarda, tabii olmayan bizim yetiştirdiğimiz çayırlarda kimyasal ürünler vardır. Daha uzun süre yeşil kalsınlar ve içlerinde ayrık otları olmasın diye. O yüzden o çayırlar da kanserojen. Çocuk orada yuvarlanıyor, oynuyor, zıplıyor, eve geldiği zaman o kanserojen maddeleri de beraber getiriyor. Bunlara da dikkat etmeli. Yani çayır bile kanserojen.

O yüzden eski adetleri destekliyoruz. Eve gelindiğinde dışarıda giyilen ayakkabı mutlaka çıkarılmalı. Çünkü bu dışarıdan gelen kanserojen maddelerin bütün eve dağılmasına neden oluyor. Zaten o maddeleri en çok tutan da halılar!

Peki çocukların beslenmesi?

Çocuk annenin aldığı gıdayı alır. Yani annenin çok akıllıca beslenmesi lazım. Çocuklarımızı fast fuddan korumalıyız. Özellikle yoğurt kültürü vermeliyiz. Gökkuşağının bütün renklerindeki yiyeceklerden faydalandırmalıyız çocukları. Balık yemelililer, civasız balık ama. Fast fud haftada üç kereden fazla verildiğinde lenfoma, beyin tümörü 3 kat fazla oluyor. O yüzden tavsiyem haftada bir, hatta 15 günde bir fast food yemesi çocukların. Kırmızı etten büyüme çağında haftada iki kere yiyebilirler. Asıl balık yemeliler. Beyaz et terbiyesi vermek lazım çocuklara.

Hormonlu gıdalardan uzak durmalı, aksi takdirde biliyorsunuz kızlar çok erken adet görüyor, 8 - 9 yaşında adet gören kızlar var. Bu çok tehlikeli bir olay! Meme kanserine yol açabilen bir olay! Erken adet görmek, geç menapoz kadınlar için meme kanserinin en önemli nedenlerinden biri.

Bire beş yeşil yemek lazım, bol spor yaptırmak lazım çocuklarımıza. Çünkü gelecek nesilde o kadar çok kanser olacak ki belki böylelikle riski biraz azaltabiliriz. 20 sene sonra çok daha erken kanserlere rastlayacağız.

Epigonom denilen bir madde var vücutta. Bu madde kanser geldiği zaman gene kapatma emri veriyor, gene “ Korun” diyor. Pestisitler anne babadaki epigenon maddesini yok ediyor. Epigenon olmadığı için de çocuklar kansere çok açık oluyorlar.

Annelerin özellikle petrol ürünlerinden kaçması gerekiyor. Herşey petrol ürününe giriyor, plastik, deterjan…O yüzden bazı ülkelerde petrole şeytanın dışkısı derler.

Yani o kadar zararlı…Şeytanın dışkısı denecek kadar zararlı…

Bir de radyasyon var. Kullandığımız teknolojik ürünlerin hemen hepsinde hem de…Ondan nasıl korunmalı?

Genellikle cep telefonları ile 30 saniyeden fazla konuşmayın diyoruz. En fazla bir dakika. Ya da kulaklık takın. 10 sene sonra beyin tümörleri iki katına çıkacak. Her ne kadar büyük telefon üreticileri tehlikeyi en aza indirdiklerini söylüyorsa da araştırmalar telefonların büyük radyasyon yaydığını ve beyin tümörlerinin iki katına çıkacağını gösteriyor. Televizyon en azından 5 metre ve ya 7 metre mesafeden seyretmemiz gereikor. Baz istasyonlarından 1 kilometre mesafede olmamız lazım.

Sadece insanlar mı etkileniyor bu radyasyondan, pestisitlerden?

Tabii ki sadece insanları değil diğer memelileri de etkiliyor. Beyaz balinaların nesli tükenmek üzere, sebebi de dörtte birinin kolon kanserine yakalanmaları. Nedeni körfezağızlarındaki zehirli artıklardan etkilenmeleri. Örneğin Kaliforniya’da deniz aslanları iki sene önce ölü olarak sahile vurdular. Bunların yüzde 20 sinde genital kanser bulundu. Washington’daki bir nehirdeki balıklarda 16 cins kanser tespit edildi. Köpeklerde mesane kanseri son zamanlarda 6 kat arttı.

Yani durmadan dünyayı zehirliyoruz.

Ama kanser tedavisinde çok büyük ilerlemeler var, çok büyük paralar harcanıyor. 2025 yılında 300 milyar dolarlık kazanç sağlayacak ilaç firmaları. Bu kazancın yüzde 10’unu yüzde 20’sini çevre sağlığına harcamış olsalar kansere yakalanma oranı çok daha azalacak. Zaten 1990’a kadar hep kanseri yeneceğiz, ilaçları yok edeceğiz diye uğraşıyorduk. Fakat yok etmek bir yana kanser geliyor çığ gibi. Kansere tutulmak iş değil. En önemli laf şu “Bir korunma bin tedaviden evladır”. Korunmak çok önemli. 1990’dan sonra korunmaya önem verme başladık. Kanserden korunmak çok önemli. Kanser milyonlarca dolar da devlete ekonomik yük getiriyor, hastaya yük getiriyor, aileye yük getiriyor.

Peki ne yapacağız. Büyükşehirlerde yaşıyoruz organik yiyecek bulma, egzosdan kaçma, radyasyondan korunma gibi şanslarımız yok. Ne kadar korunabiliriz ki?

Bu kansere yol açan faktörleri devlet yavaş yavaş kaldıracak kanunlarla…

Devleti bekleyene kadar…Biz kişisel olarak ne yapabiliriz, madem bir korunma bin tedaviden evla?

Balkonda kendine bir yer yapacak biberini yetiştireceksin, domatesini yetiştireceksin. Kendine ufak bir tarım bahçesi yapacaksın, çok güvendiğin tescilli olduğunu bildiğin organik gıdalardan yemeye çalışacaksın. Bol yeşil tüketeceksin, bol meyva yiyeceksin. Hiç değilse haftada bir iki gün yeşil bir yerde 5 - 6 saat yürüyeceksin. Kozmetiklerden kaçacaksın, bütün kullandığınız kozmetik şampuanlar, saç boyaları, cilt kremleri kanserojendir. Özellikle cilt kremlerine cildi gergin tutsun diye bakır konulur, o da kanserojendir ayrıca kanserin damarlanmasını da artırır.

Evdeki çamaşır makinasında doğal deterjan kullanacaksın, bulaşık makinasında bulaşığını yıkadıktan sonra muhakkak sirkeli veya limonlu suyla çalkalayıp öyle sofraya koyacaksın.

Eve ayakkabı ile girmeyeceksin. Halıları çok kuvvetli süpürgelerle temizleyeceksin. Evi devamlı havalandıracaksın. Evde plastik kap, alümünyüm kap kullanmayacaksın. Onun yerine porselen, çelik ya da cam kullanacaksın.

Genellikle zeytinyağı tüketeceksin. Gökkuşağının tüm renklerindeki meyve ve sebzelerden hergün ufak parçalarda olsa muhakkak tüketeceksin.Yemeğe ete karşı bire oranında beş sebze atacaksın.

Temizlik yaparken fısfıslı ürünleri değil de kendin evde ürettiğin sirkeli ürünleri tercih edeceksin. Gümüş parlatırken, ocak silerken filan…Oda spreyi sıkınca odadan dışarı kaçacaksın. Koltuk altı spreyi kullanmayacaksın. Zeytinyağlı sabunlar veya defne sabunu kullanacaksın. Kafanı ya o sabunlarla ya da bebe şampuanıyla yıkayacaksın.

Çin mallarından kaçacaksın. Çin mallarında kanserojen madde, çok fazla! Gıdalarında, bütün plastik maddelerinde, oyuncaklarında, hatta üzerimize giydiğimiz ketenlerinde bile. Boyaları zehirli, kalitesiz ve kanserojen! O yüzden isim değiştirdiler şimdi, made in PRC yazıyor üzerinde artık. Made in China yazmıyor artık.

Sigara çok önemli, sigarada 4000’in üzerinde kanserojen madde var. Bir de kanseri iyice artıran bazı maddeler de var. Amonyak gibi, siyanür gibi, arsenik gibi örneğin…

Yani mücadeleni biraz da kendin yapacaksın. Devlet de kanunlarla kanserojen maddelerin kullanımını kontrol altına almalı, ama sen de yapacaksın!

http://arsiv.gazeteport.com.tr/NEWS/GP_190359?WebsiteSearch=true

polatuz
03-08-2008, 00:44
Kanser yaşamımızın bir gerçeği. Piyango gibi bir şey. Aramızdan birileri bu hastalıkla karşı karşıya geliyor. Kimimiz de yaşama veda ediyor. Bu piyango bir gün bize de çıkabilir. Bu olgu ile giderek daha fazla sıklıkta karşılaşmaya başladık. Tıp bu hastalık karşısında her zaman başarılı olamıyor(!).
Amacım klasik tedaviler hakında bir tartışma başlatmak değil. Bu konuyu okuyan veya gelecekte okuyacak bu hastalığa yakalanan bireylerin, tıbbi tedavilerini sürdürmeleri çok önemli. Ama tıbbi tedavilerinin yanısıra izleyebilecekleri, destekleyici bitkisel tedavi yöntemleri de, bitkilerle ilgili böyle bir forumda tartışılmalı bence.
Konu çok hassas olduğu için ifadelerimi olabildiğince hassas seçtim. Böyle bir konuda yazan herkesin de bence aynı hassasiyeti göstermesi gerekiyor. "Mucize tedavi" gibi abartılı ifadelerden kaçınarak bu konudaki bilgileri paylaşalım. Bu konuda mesela Noni bitkisinin etkileri çok tartışılıyor. Sadece kanser hastalarının tedavisi için değil, bu hastalığa her geçen gün daha yüksek yakalanma oranlarını düşürmek için de bitkilerden nasıl yararlanabiliriz, bunu tartışmak için bu başlığı açmak istedim.

Mermaid
03-08-2008, 10:05
Merhaba Polatuz

Geçen yıl kayınvalidem bu hastalığa yakalanınca bu konuda fazlasıyla bilgi sahibi oldum. Tabi amatör olarak. Çocuklarımı nasıl korurum endişesi sardı beni.
Ben bitkilerin faydalarına inanlardanım. Elimden geldiğince de doğal yönlerden eksikleri kapatmaya çalışıyorum. Ama araştırıp öğrenmeye başlayınca hayatımıza kanseri kendimiz sokuyoruz. Bunu öğrendim. Hani siz piyango diyorsunuz ya işte o bileti biz alıyoruz **** bize zorla da olsa satıyorlar.

Evet güzel bir konuya temas etmişsiniz.Bu konun takipçisi olacağım. Lütfen sizlerde bildiklerinizi bizlerle paylaşırsanız belki hep birlikte yeni şeyler öğrene biliriz.
Teşekkürler
Sağlıkla kalın

berduray
03-08-2008, 13:18
10 yıldır kanser tedavisinde alternatif ve tamamlayıcı yöntemler üzerine çalışmalar yapan Prof.Dr. Erkan Topuz, kanserden korunmak için ;



"üç kara" formülü önerdi. İşte Prof.Topuz`un önerileri...

Kuru kara üzüm, kuru kara kayısı ve kuru kara erik.




Topuz yeşillerin öncelikli olduğunu vurgulayarak; üç kara olarak tanımlanan üzüm, kayısı ve eriğin da önemli etkiye sahip olduğunu belirtti.



TAZE YEŞİL BİBER, PORTAKAL SUYU ...
Kansere karşı nasıl beslenilmeli? Hem önleyici hem tedavi sürecinde nelere dikkat etmek gerekir?


Antioksidanlar:
Oksitlenme olaylarını baskılayan maddelerdir. İnsanda normal biyokimyasal olaylardan sonra ortaya çıkan, kanda serbest dolaşarak sağlıklı hücrelere adeta saldıran ve onların DNA yapılarını değiştirerek tümör gelişmesine zorlayan maddelere karşı vücudu korudukları belirtiliyor. Ancak, kanser riskini düşürmekteki rolleri henüz kesinleşmediği için araştırmalar devam ediyor. Bu grubun önde gelenleri vitamin-C, beta -karoten ve vitamin-E"dir.
Vitamin-C ağız boşluğu, yemek borusu ve mide kanserlerine karşı koruyucu olabilir. Ayrıca rektum, pankreas, rahim kanserlerinin gelişme riskini azaltabileceği, meme ve akciğer kanserine karşı koruma sağlayabileceği öngörülüyor. Vitamin-C kaynağı olaraksa, portakal, portakal suyu, taze yeşil biber, çilek, kırmızı biber, pişirilmiş brokoli gösteriliyor. Beta -karoten için kaynaklar koyu yeşil yapraklar, sarı -oranj meyve ve sebzeler olarak ifade ediliyor.




Yüksek miktarda beta -karoten ise havuç, kabak, taze patates ve ıspanakta bulunuyor. Mide, akciğer, prostat, meme ve baş-boyun kanserlerinin gelişme riskini düşürebileceği olasılığından beta karoten zengini besinler öneriliyor. Bununla beraber, beta -karoten kullanımında kesin öneri öncesi daha çok araştırma gereksinimi vardır. Aşırı dozda alınması riskli kişilerde, aynı sigarada olduğu gibi, akciğer kanserine neden olabileceği düşünülüyor.
BROKOLİ, DUT, ARMUT, KAYISI, ŞEFTALİ



Fitokimyasallar:
Bitkilerin yapısında bulunan bazı kimyasal bileşiklerdir ve bitkileri bakteriler, virüslar ve mantarlara karşı korurlar. Ayrıca antioksidan, besin koruyucu ve kanser yapıcı ajanlara karşı engelleyici etkileri olabileceği bildiriliyor. Yüksek fitokimyasal maddeli yiyecekler brokoli, dutlar, soya kabukları, armutlar, şalgamlar, kereviz, havuç, ıspanak, zeytinler, domates, mercimek, kavun, sarımsak, kayısı, soğanlar, soya fasulyesi, yeşil çay, şeftali, kabaklar , kıvırcık ve Brüksel lahana ve kırmızı şaraptır.



DENİZ ÜRÜNLERİ, SARIMSAK, SOĞAN...
Omega -3 yağ asitleri:
Vücutta yapılmayan bu asitler yiyecekler veya ek katkılardan alınan yağ asitleridir. Deniz ürünleri, özellikle sıcak su ürünleri, keten tohumu yağı ve fasulyede bulunan bu asitlerin meme ve prostat kanserleri risk ve gelişmesini önlemede rolleri olabileceği bildiriliyor. Kuarsetin maddesi soğan ve sarımsakta bol miktarda vardır. Kanser öncesinde, tedavisi esnasında ve sonrasında çok etkilidir. Sarımsak çok faydalıdır. Hem enfeksiyonlara karşı korur, hem de yapılan çalışmalar sarımsağın mide kanserinden, bağırsak kanserinden, yemek borusu kanserinden ve akciğer kanserinden koruduğunu göstermiştir.



KEMOTERAPİDEN SONRA DENİZ ÜRÜNLERİ
Prostat kanserinde selenyum ispat edilmiş. Domatesin içindeki laykopen maddesi ispat edilmiş. Bunları verebilirsiniz. Kemoterapi vücuttaki normal hücreleri de tahrip edebilir. Vücudun genel durumunu bozabilir. İşte bunu düzeltmek için de tamamlayıcı tıbbın ayrı bir yeri vardır. Bu konuda da yine Omega -3 çok faydalı. Ama Omega -3"ü çok iyi balık yağından almak lazım.
Okyanuslardaki sardalyalardan ve somon balıklarından elde edilen faydalıdır. Bunun dışında, selenyum, laykopen, bunlar bağışıklık sistemini güçlendirir. Ekinezya da öyle. Folikasit, hem kanserden korur, hem de kanserden sonra kemoterapinin yarattığını tahribatın önlenmesinde etkilidir. Ginseng , ananas, kara üzüm faydalıdır. Zerdeçal çok önemli bir maddedir. Hem tümör hücresini yok eder hem de immün sistemini güçlendirir. Çörekotu, zencefil, çok önemlidir. Bazı meme kanseri türlerinde keten tohumunu tavsiye ederiz. Ama bu her meme kanseri için geçerli değil.

berduray
03-08-2008, 13:23
BU UYARIYI DA YAZMALIYIM DİYE DÜŞÜNDÜM;


Esas olan Bilimsel Tedavidir,bitkiler ise ancak destek olarak kullanılabilir.....
Esas olan bilimsel tedavİdir.



Alternatif tıp yoktur,Tamamlayıcı tıp vardır.Bitkiler ise yalnızca korunmada ve bilimsel tedaviye destek olarak kullanılabilir.


Bitkisel destek kullanacaksanız yalnızca "Tarım ve Köyişleri Bakanlığının "resmi izninin olduğu ve yalnızca "Eczanelerde "satılan ürünleri kullanın.


Doktorunuza ve Eczacınıza danışın.....

malina
03-08-2008, 15:46
Herhangi bir doktor ve eczacıya kısa süreli danışmanın yetmeyeceğini düşünüyorum. Sizin var olan rahatsızlıklarını bilen, sizi önceden tanıyan bir doktor gerekebilir. Çünkü tek başına sorulduğunda bir sakıncası olmayan bitki, belli durumlar için sakınca doğurabilir.

Mesela, havuç suyunun, kanser, alzheimer ve bazı hastalıklar için kullanılması öneriliyor. Ama önemli bir uyarı da var:

Sigara ve/veya Alkol Tüketenler
Avusturalya ve Yeni Zellanda üzerinde Ozon Tabakasının inceldiği son yıllarda yapılan ölçümler ile ortaya konmuştur. Ozon Tabakasının incelmesi demek güneş ışığında bulunan UV- ve daha kısa dalga boylu ışığın bu bölgelere (Avusturalya ve Yeni Zelanda) daha yoğun bir şekilde giriş yaptığı ve bu yörede yaşayan tüm canlıları olumsuz etkilediği bir gerçektir. Ozon Tabakasının incelmeye başlamasından sonra, bu ülkelerde yaşayan insanlarda deri ve cilt kanserlerinde büyük artış gözlenmiştir. Beta-karotenin deri ve cilt kanserini önlediği bilinmektedir. Bu nedenle bir grup Avusturalyalı bilim adamı, beta-karotenin bu gücünü ortaya koymak için klinik deney başlatmışlardır. Yapılan bu klinik deneylerin sonucunu, 21 Mayıs 2003 tarihinde, Journal of the National Cancer Institute dergisinde açıkladılar. Bu araştırmanın sonuçları oldukça şaşırtıcıdır.

Alkol veya sigara içenler beta-karoten aldıkları taktirde bağırsak adenomlarında, bağırsak kanserinin ön basamak oluşumlarında enaz iki misli artış gözlenmiştir. Alkol ve sigara kullanmayan larda ise, tam aksine %44 azalma gözlenmiştir.

Bu nedenle sigara veya alkol tüketenlerin zengin beta-karoten içeren besinlerde ölçülü olmaları önerilmiştir. Havuç, zengin bir bata-karoten kaynağıdır. Eğer, sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürü uygulamayınız. Şayet, sigara veya alkol tüketmiyorsanız, bu taktirde uygulayacağınız havuç kürü veya zengin beta-karoten kaynaklı besinler tüketmeniz, aynı zamanda bağırsak kanserine karşı %44 daha az yakalanma riskine sahipsiniz anlamına gelmektedir.

Kısaca, beta-karoten içerikli besinler, sigara veya alkol kullananlarda bağırsak kanserine yakalanma riskini iki kat artırırken, sigara veya alkol tüketmeyenlerde ise, bağırsak kanserine yakalanma riskinide %44 oranında önleyebilmektedir. Değerli okuyucu, eğer sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürünü uygulamayınız.

Yazının tamamı için... (http://www.blackgrup.com/archive/index.php?t-3776.html)

praecox
03-08-2008, 20:54
Kanseri "yenmenin" en ilk şartı bireyin hayata olan bağlılığıdır. Yaşama sevinci ve isteği bilinç altında ve bilincinde ne kadar yüksekse o kadar bu meredle alt edilir gibi...

Bundan yıllar öncydi. Platin metalinin cis konfigurasyonunda olan bir komplex bileşen keşfedildi, hayvanlar üzerinde denendi, sonra insanlara geçildi.

O yıllar başarı ve düzelme o kadar iyiydi ki farma endüstrisi dünyadaki platin resrvlerinin fizibilitesini yaptı ve sonuç olarak bu gidişle her kanserli hastaya yetemiyeceği hesabı yapıldı. Sonrası ciddi ciddi bu cis-platinle yaşamı uzatılmış hastaların ilerde öldükleride mezar toprakların işlenerek bu platin metallerinin geri kazanım şekilleri dahi düşünüldü.

Bir **** iki yıl geçtikten sonra bakıldı ki cis-platin etkisini yitiriyor hastalarda düzelme iyileşme hatta duraklama oranı da gerilere gidiyor.
Müteakibi araştırmalarda bu sorunun cevabı araştırıldı ve görüldü ki ilk yıllar cis-platini gönüllü deneyip iyileşen hastalar zaten fazlaca yaşama bağlı kişilerden oluşmaktaydı. Sonrası ise kansere yakalanmış ve hayata küsmüş hastaların da olduğuydu... Bu gibi bir durumda cis-platin de etki edemiyordu.

Yine gerçi değişik cis-platin komplaxleri kullanılıyor ve hatta bu gibi chemotherapilerde bir nevi ağır metal zehirlenmesi geçirdikleri için hastalar saçları dökülüyor v.d. semptomlar da gözlemleniyor...

Kısacası tebabetin arkasından gelen her türlü olgunun sadece psikolojik olduğuna ve bu alternatif/tamalayıcı tıbbın hayata bağlıyan bir tür "ayin"i gibi görüyorum.

Havuç örneğinde ise... insanoğlu istenmese de karnivor bir hayvandır, yani bir etobur methabolizmaya sahiptir. Vegetaryenler ne kadar sebzelerle beslenmeye çalışsalar da geviş getiremiyeceklerinden burda bir dizi bitkisel glycosidlere veya flavonoidlere bağlı metabolizmaya yarıyacak maddeleri ayrıştıramaz. havuçta A vitamini var örneğinde ise... geviş getirmediğimiz sürece havuçta var olan beta-caroten in sadece % 15 i kana geçer ve bu miktarın yine sadece takribi %15 kadarı asıl vitamin A olan retinola dönüşür.
Çoğu vegetaryenin sağlıksız görünme sebebini de buna bağlanır.

İlk çağlarda insanoğu avlanmayı bilmeden ateşi keşfedemediği yıllarında vegetaryendi. Bu çağların sonuna doğru ilk insanlarda bazı kemik deformasyonları keşfedildi. Bu bulgular adeta kemik kanseri gibi oluşumlardı. Sbebpleri araştırıldı ve günümüzde kabul gören theori vegetaryen bir metabolismaya sahip ilk insanların, yırtıcı hayvanların avlarından arta kalnlarla beslenmeye başladığı, ancak kadavrada hayvanlardan geriye kalan kadavraların başlıca sakatatları yani iç organlarını yedikleri. Ve o güne değin hiç et yememiş bir insanın kadavra artıklarındaki sakatatlardan karaciğeri de yemesi sonucu bir tür alışık olmadığı vitamin A zehirlenmesi geçirdiği kabul görür. Bu karaciğerden pat diye alınan fazla miktarda vitamin A ilk çağlardaki insanoğlunun bünyesini bozmuş ve kemiklerdeki ciddi deformaysonla kanser oluşmuştur.

Ancak günümüz insanına kadar nerdeyse yine milyonlarca yıl geçmiş ve günümüz insanı Homosapiens'in metabolizması bir karnivor beselnme şeklinde gelişmiş ve değişim görmüştür.

Saygılarımla

malina
03-08-2008, 21:05
Kanser (http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=DA4383O5KK8RVBS0IANY)

Wilhelm Reich (http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=wilhelm+reich)

Kharel
03-08-2008, 21:17
Allah kimseye vermesin. Babamda 1994 yılında testis tümörü tespit edildir. ameliyat ve uzun dönemli bir kemoterapiden sonra çok şükür iyileşti. Yalnız son zamanlarda da anneme SLE adlı bir hastalık teşhisi kondu cildinde lezyonlar falan yaratıyor. Ağır bir hastalık tedavisi de yok. Cildindeki lekeler için biyopsi yapıldı, 12 ağustosta patoloji sonuçları gelecek =/

deniz-kızı
03-08-2008, 22:02
Kanseri yenmek artık ülkemizde sadece şans diye tanımlanıyor.çünkü dönüşü oldukça zor raddelere ulaştığında iyileşmek bişr mucizeye bağlı olabiliyor.Çernobil de karadenizi kansere mahkum eden en büyük etkendir.ben de bir karadenizli olarak çernobilden kayıp verdim.çok zor arkadaşlar inanın çok zor .KANSERLİ VATANDAŞLARIMIZA SESLENİYORUM İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR UNUTMAYINIZ... acil şifalar dilerim.:(

polatuz
03-08-2008, 22:02
Kanseri "yenmenin" en ilk şartı bireyin hayata olan bağlılığıdır. Yaşama sevinci ve isteği bilinç altında ve bilincinde ne kadar yüksekse o kadar bu meredle alt edilir gibi...

Son yıllarda çok fazla yakınımı kanserden kaybettim. Aralarında bazılarının daha önce büyük stresler **** acılar yaşadığını biliyorum. Bu türden psikolojik travmaların hastalığa davetiye çıkardığına inanıyorum.
Bir de herşeyi kafalarına fazlasıyla takanlarda bu hastalığın görülme ihtimalinin fazla olduğunu düşünüyorum. Hatta kalp krizinde bile bu tür psikolojik etkiler önemli paya sahip olabilir.
Bu başlığı açmaya, forumdaki yazışmalarda gördüğüm ABD kaynaklı ORAC kavramını araştırırken karar verdim. Oxygen radical absorbance capacity kelimelerinin baş harflerinden türetilen bu kavram, çeşitli bitkisel besinlerin antioksidan etkilerinin derecelendirilmesini gösteriyor. Bu, önemli bir gösterge. Ama bu kavram, anladığım kadarıyla herkes tarafından ticari çıkarları için manipüle ediliyor.
Yine de besinlerin antioksidan etkilerini böyle bir başlıkta tartışabiliriz.

eskimo
19-08-2008, 12:24
Prof.Dr.Erkan Topuz'a göre,
Kanser olmamız için sebebler;
Sabah kalkıyoruz,üzerimizdeki yorgan kanserojen maddeden üretilmiş,
ayağımızı halıya atıyoruz,halı sentetik kansorejen,
terliklerimiz giyoruz,sentetik kanserojen,
dişlerimiz fırçalıyoruz,bazı diş parlatıcıları kanserojen,
mutfağa iniyoruz yumurtamızı pişirmek için kullandığımız teflon tavalar kanserojen,hele birde yumurtayı biraz yakarsak,ekmeğimiz kızartırken biraz daha kızarmış tercih edersek kolon kanserine davetiye çıkarıyoruz.
Aile geçmişimizde kanser vakkası varsa,
sigara alkol kullanıyorsak v.s. v.s.....
Kanser kaçınılmaz.
Benim Sayın doktorumuzdan en iyi öğrendiğim şey;
Birgün kanser olursam ''Allahım neden ben demeyeceğim''

denizakvaryumu
25-08-2008, 08:04
Sakın yemeyin bu kanseri

DEVLETİN çok önemli bir ismi masada açıkça söylüyor...- Ne yapsak önleyemiyoruz... Tarım ilaçları resmen zehir yayıyor, kanserojen yayıyor.

- Domates ve biber başrolde...

Bu olayı basit bir "zerzevat vakası" olarak görmeyin...

Bu olay artık bir "devlet sorunu"dur... Yıllardır MGK dosyalarının çözülmeyen demirbaş sorunlarından daha önemli bir hal almıştır.

Çünkü kanser resmen pazara, markete inmiştir. Biz de yiyoruz. Çocuklarımıza yediriyoruz.

İşte Tarım Bakanı da kabul etti ki, "Güvenli çiftçi" diye bir şey uydurdu.

Yani artık ihraç edilecek sebze ve meyve özel tarım bölgelerinde yetiştirilecek. Devletin kontrolünde olacak. Buna da "güvenli çiftçi" dediler.

Peki ya biz... İhraç malları güvenli. Bize satılanlar ne olacak?

Bakanlığın açıkladığı "Güvenli çiftçi sertifikası" resmen kanserojeni doğrulamıştır. Tarım ilaçları zehrini doğrulamıştır. Türkiye’den sebze ithalatını durduran Rusya’yı doğrulamıştır.
Ben devletin çok yetkili bir ağzından duyum...

Yemeyin bu kanseri...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9738429.asp?yazarid=174&gid=61&sz=39009&hid=9739049

denizakvaryumu
25-08-2008, 08:24
Metal zımbalı poşet çayları içmeyin

Poşet çaylar çok pratik. Bu yüzden de kullanımı hızla artıyor. Ancak dünya zımba telli poşet çayları terk etmesine rağmen (zımba yerine poşete, ip doğal yapıştırıcı ya da dikiş ile tutturuluyor) Türkiye’de hâlâ metal zımbalı poşet çayları satılıyor. Bu insan sağlığı için çok tehlikeli. Çünkü metal zımbalı poşet çay, sıcak suyun içine girdiğinde ve uzun süre bekletildiğinde, çay poşetindeki metal çözünüme uğruyor. Bu da vücutta metal birikimine yol açıyor. Vücutta biriken ağır metal iyonları karaciğer, beyin, akciğerde çeşitli sorunlara ve kansere neden oluyor.

Özellikle limonlu çay içenler kesinlikle metal zımbalı poşet çay kullanmamalı. Çünkü limon asit özelliğinden dolayı metalle tepkimeye girip metalin çözülmesine ve vücuda daha fazla metal yüklenmesine neden oluyor. Poşet çayları alırken ya da kullanırken dikkatli olmak gerekir. Dokunduğunuzda naylon hissi veren metal zımbalı poşet çayları almayın. Onun yerine lifli, doğal malzemeden yapılan, ipi dikişle ya da yapıştırılarak tutturulmuş çayları tercih edin. Önce şekeri atın. Çünkü şeker suyu soğutacak ve metalin çözülmesini engelleyecek. Su mümkün olduğunca ılık olmalı. Ve metal zımbalı poşet çay su içerisinde en fazla iki dakika bekletilmeli. Aslında salt bitkiyi suda kaynatarak hazırlamak en sağlıklı yoldur.

Konservede metalik tat tehlike sinyali

Konserve balık gibi yiyeceklerin konulduğu teneke kutu dediğimiz ambalajların, iç yüzeyi plastik malzemeyle kaplı ise standartlara uygundur. Fakat bu tür bir önlem alınmadan salt metal ambalaj ile gıda veya gıda maddesinin suyunun teması söz konusu ise, tüketilecek yiyeceklere çok dikkat edilmeli. Uzun süre beklemiş gıdaların tüketilmesi çok risklidir. Bu nedenle son kullanma tarihine yakın ürünler tüketilirken “metalik bir tat” hissedilirse, gıdanın tüketilmesi sakıncalıdır. Son kullanma tarihi geçmemiş olsa bile bu tür bir tat alınıyorsa, o yiyecekler tüketilmemeli, tüketicilerin başvurması gereken noktalara veya ilgili firmaya bu konuda şikayet bildirimi yapılmalıdır.

En sağlıklısı cam şişe

Alüminyum folyo ve streç film bazı maddelerle bir araya geldiğinde reaksiyona geçip çözülür. Özellikle uzun süre alüminyum folyo da kalan sıcak, sulu, asitli yiyecekler aşınmaya neden olabilir. Bu malzemelerin sürekli kullanımı halinde ise Alzheimer ve kanser gibi birçok ciddi sağlık sorununa neden olabilir.

Plastik damacanalar da sağlık açısından sakıncalıdır. Çünkü evimize içmek için aldığımız kaynak suları çeşme sularına göre daha aşındırıcıdır. Bu nedenle bilinen ve güvenilen firmalar dışındaki yerlerden su alınmamalıdır. Çünkü tüketicinin sağlıksız damacanayı çıplak gözle anlaması mümkün değildir. Ayrıca bu konuda yeterli denetim olup olmadığı da şüpheli bir durum. Bunun için gerek su gerek yiyecekler açısından cam ambalajlar her zaman en sağlıklısıdır.

Streç filmi pişirme sırasında kullanmayın

Streç film plastik bir malzeme olduğu için dikkatli kullanılmalıdır. Özellikle sıcak yiyeceklerin saklanmasında kullanılmamalıdır. Çünkü ısı ile temasında çok çabuk erir ve plastikteki zararlı kimyasal maddeler yiyeceklere, oradan da insan vücuduna geçer. Ayrıca yemeklere karışmaması için ısıtma-pişirme esnasında kaplarda ve gıdaların iç yüzeylerinde kesinlikle bulunmaması gerekir.

Plastik bardak kanser nedeniKöpük, plastik bardak ve malzemeler ile sıcak yiyecek-içecek tüketimi kesinlikle terk edilmesi gereken alışkanlıklardır. Sağlık Bakanlığı bu duruma müdahale etmelidir. Maliyeti düşürmek ve daha çok kâr elde edebilmek için üretilen “çok ince” plastik bardak ve tabaklar 70-90 derece sıcaklığındaki sıvılar içine konduğunda tehlike yaratır. Sıcak sıvı, plastik malzemeyi eritir. Toksik maddeler ilk önce sıvıya sonra ağız yoluyla vücuda geçer ve kansere yol açar. Sıcak su ile ilişkiye en az geçme ihtimali, kağıt bardaklar için geçerlidir. Özellikle ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nde kağıt bardak yaygın olarak kullanılıyor.

Alüminyum folyoyu fırına koymayın

Alüminyum folyoyu tamamen koruma amaçlı olarak kullanmak yani yiyeceği folyoya sarıp buzdolabına koymak sağlıklıdır. Ancak saklanacak gıdanın ıslak, çok tuzlu ya da limonlu olmaması gerekiyor. Alüminyum folyoya ısıtma işlemi uygulamak, balık v.s yiyeceği alüminyum folyoya sarıp fırında pişirmek sakıncalıdır. Çünkü yüksek ısı ve yiyeceklerin pişirilmesi esnasında çıkan kimyasal içerikli buhar, alüminyum folyo ile reaksiyona girebilir. Alüminyum metal çözünerek gıdaya karışır. Bu da vucütta metal birikimine sebebiyet verir. Kanser, akciğer ve karaciğer hastalıklarına yol açabilir. Alüminyum folyo yerine mumlu kağıt tercih edilmeli.

http://beslenmebulteni.com/besin/index.php?option=com_content&task=view&id=130&Itemid=73


Yıpranmış damacanayı geri gönderin

Damacanaların hammaddesinde fosgen adı verilen, savaşlarda yaygın şekilde kullanılan kimyasal zehirli bir gaz dahi bulunuyor.

Yıprandığında ve içinde uzun süre su bekletildiğinde, damanacayı oluşturan plastikteki birçok tehlikeli kimyasal suya karışabiliyor.

Bu kimyasallar mide, karaciğer, sinir sistemi ve akciğer dokusunda tahribata yol açıyor. Bu yüzden evinize gelen damacananın yıpranmamış olmasına özen gösterin.

Damacanaların son kullanma tarihlerini üretici firmalarda bulunması gereken bir dedektör belirliyor. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’e göre üretici firmaların bu dedektörleri bulundurmaları için 31 Aralık 2007’ye kadar süreleri var. Şu anda firmalar damacanalarını kendi istedikleri sürece kullanabilirler. Tek kullanımlık pet şişelerde ise bu tehlike yok.

denizakvaryumu
25-08-2008, 10:30
Sn MeyveliTepe


chrysamed

http://www.chrysamed.com/tr/

için ne dersiniz?

denizakvaryumu
25-08-2008, 11:05
Doğamızı tahrip etmeden gelecek nesillere bırakmak ve insana, çevreye duyarlı üretim yapmak ana misyonumuzdur.

Kullanıldıkça insana ve doğaya olan tahribin hemen hemen hiç olmadığı gözlemlendikçe, bu ürün bilinçli halk kitleleri tarafından özellikle tercih edilmekte ve zamanla herkes tarafından kullanılacağını beklemekteyiz.

http://www.chrysamed.com/tr/index.php/wirkung/acklama.html



Aktaş, Chrysamed adlı Avusturya'da kurduğu şirketi aracılığıyla Türkiye'de yatırım yaptı. Türkiye'deki yatırımın yüzde 95'i yabancı sermaye, yüzde 5'i yerli sermaye ile yapıldı. Chrysamed adlı ilacın, kene ve haşerelere karşı etkili olduğu belirtildi. İlacın tanıtımı ile ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Chrysamed Kimya Sanayi ve Dış Ticaret Limited Şirketi'nin Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Aktaş, dünyada 30 bin çeşit haşere ilacı bulunduğunu, bunların haşereleri öldürdüğünü ancak ilacın kullanıldığı bölgeye birkaç saat sonra tekrar haşerelerin geldiğini ileri sürdü.

ETKİSİ 4 AYA KADAR ÇIKIYOR

1990 yılından bu yana haşerelere yönelik Chrysamed adlı ilacın çalışmalarını sürdürdüğünü kaydeden Yusuf Aktaş, “Haşereyi bölgeden uzak tutmak önemli. Piyasadaki haşere ilaçları, zehirleyerek öldürüyor. Chrysamed'de ise çok fazla zehirli madde kullanmadan haşerenin sinir sistemini etkileyip, bölgeden uzak tutabiliyoruz. İlacın kullanıldığı bölgedeki havada molekülleri sezinleyen haşereler o alana tekrar gelmiyor. Etkisi 3-4 aya kadar çıkıyor. Diğer ilaçlardan farklı. Dünyada başka bir ilaçta bu sistem yok” dedi.

Aktaş, Türkiye'ye kene ilacı olarak bunu getirmediğini ancak Türkiye'de kene vakalarından sonra Chrysamed'in kene ilacının kullanılmaya başlandığını kaydetti.

2009 SİPARİŞLERİNİ ALDIK

İlk ihracatı da Discount Mağaza zinciri Alman ALDİ marketlerine yaptıklarını ve bir haftada ilacın tükendiğine dikkat çeken Yusuf Aktaş, “Başlangıçta 80 bin avroluk ürün gönderdik. 2009 siparişlerini şimdiden aldık. 2009 yılı için 500 bin avroluk sipariş aldık” dedi. Fabrikanın yıllık 200 bin ton kapasiteye sahip olduğunu ifade eden Aktaş, 45 işçinin çalıştığını, ek yatırımlarla gelecek dönemde tarım ilaçlarının üretimini gerçekleştirerek, istihdam sayısını 500'e kadar çıkarabileceklerini kaydetti.

Aktaş, ilacın Türkiye'de büyük mağazalar, marketler, ecza depoları, veteriner klinikleri vasıtasıyla satıldığını söyledi. Aktaş, ayrıca 2009 yılında bölge bayilerinin sayısını artırmayı hedeflediklerini kaydetti. Aktaş, ayrıca ilaç için uluslararası patent aldıklarını söyledi.

BAKANLIKTAN RUHSAT ALINDI

Şirketin Genel Müdürü Mehmet Güven de, Nisan 2008'de üretime başlandığını söyledi. Diğer haşere ilaçlarının alkol ve solvent bazlı olduğunu ifade eden Güven, “Bizim ilacımız tamamen su bazlı. İlaç Avusturya'da icat edildikten sonra ülkemizde biyolojik deneylere başladık. Gaziantep ve Akdeniz Üniversiteleri'nde kene üzerine biyolojik deneyler yaptırdık. Kovucu ve öldürücü olduğu tespit edildi. Bunun üzerine de Sağlık Bakanlığı'ndan ruhsat aldık” diye konuştu.

138 KENE ÜZERİNDE DENEY

İlacın etkisini test etmek üzere yapılan deneylerde 138 kene üzerinde uygulama yapıldı. 15 dakika içinde kenelerin yüzde 100'ünün telef olduğu tespit edildiği belirtildi. 263 karınca üzerinde yapılan deneyde 15 dakika içinde yüzde 80'i ve 24 saat içinde tamamının telef olduğu kaydedildi. 103 sivrisinek üzerinde yapılan deneyde ise, tamamı 5 dakikadan daha az sürede telef olduğu belirtildi.

109 hamam böceği üzerinde yapılan deneyde 24 saat içinde yüzde 81,6 oranında başarı sağlandığı kaydedildi. İlacın ev içinde ve dış mekânlarda, balkon, bahçe, teras, hayvan barınakları, kamp ve piknik alanlarında, otel market, lokanta, hayvan çiftlikleri gibi büyük alanlarda kolayca uygulanabileceği belirtildi. Kokusuz olduğu, leke yapmadığı kaydedildi. Fiyatının da 10–12 YTL arasında olduğu belirtildi.

http://kobi.milliyet.com.tr/haberDetay?nid=1489

praecox
25-08-2008, 12:38
Sayın meyvelitepe,

soru toxikologie olunca aklımdan çıkmıyan paracelsus'un bir lafı geliyor.

Herşey zehirdir. Hiçbirşey zehirsiz değildir. Sadece dozudur zehiri yapan. demiş.
Yani anlıyacağınız zehiri ilaç veya ilacı da zehir yapan dozudur.
Veya kullanım şeklidir.

Hep dediğim gibi aç karnına 1 litre saf su içerseniz. Dolaşım sisteminiz kolapsa uğrar al yuvarlarlarınız osmotik basınç farkından patlar beyne hava gitmez. Ölümle sonuçları bazen kaçınılmaz olur. Zehirlenme emareleri adeta cyanürünki gibidir.
Şimdi burda saf suyun ne kadar zehirli olduğunu nasıl tanımlıyacağız.

Bu yazım biraz sokratesin demagojisi gibi oldu ama en azından bir söyleme inanmadan evvel düşünmekte veya mantıklı bir çerçevede kendi kendimize tartmakta düşünmekte fayda var.
Sensasyonel habercilik anlayışı günümüzde bulgunun bir ucundan yakalayıp şaşırtıcı niteliği olan ama tamda tüm resmi göstermeyen haberler yayınlıyor.
Bugün bir meyve şuna iyi iken ertesi günü şuna zararlıdır diye çelişkili haberler var. Onları izlesek olayı farkedebileceğiz belki de...

praecox
25-08-2008, 13:47
"Was wirkt hat auch nebenwirkungen"

Yani etki edenin yan etkileri de vardır. Bu maalesef her türlü maddede böyle. Gerek sentetik gerekse doğal.
Aşğıda sözü geçen insekticide de Permetrin (http://en.wikipedia.org/wiki/Permethrin) bulunmakta. Bu madde beşeri ilaçlarda ve hatta çocuk bitlenince de kullanılan bir madde. Elbette çimlere uzanan biri çocuk gibi kronik etki etmediğinden fayda zarar dengesi düşünülürse makul gibi gelebilir.

Ben hiç bir zaman bu konulara pembe gözlükle bakan biri değil semde Bu konulara amatörce bakan ve konunun uzmanı olmıyanların "medya"ca tek yönlü ve sadece sorgulamadan muhalif görüşü oluşturmasında ciddi sorunlar görüyorum.

Her maddeye karşı çıkar olduk. Çevreyi bozduk. Hepimizin öyle **** böyle beslenmesi gerek. F1 hybridlere GDO'ya ziraai ilaçlara inorganik gübrelere hatta organik gübreleri bile sorgulıyarak karşı duruş sergiler olduk.
Bir organik tarımdır almış başını gidiyor. Bu tarımın nasıl işlediğini veriminin ne olduğunu sebzenin tahılın kilosunun bu bağlamda kaça fırlıyacağını kaç kişinin bunlarla besleneceğini düşünümyoruz bile.
Bu çok değişik ekonomik bir boyut.
Ama hepimiz ısınmak isityoruz beslenmek istiyoruz televizyon syredip internetden bilgi almak istiyoruz. elektriğimiz suyumuz v.d. kesilmesin isityoruz.
Tüm bunlar nasıl olacak çözümler arıanıyor ancak bugün göğün mavi renginin vaad edenler yarın bir şekilde lanetlenebiliyor.
Kısacası dünya nufusu organik tarım ve diğer çevresel enerji üretimi v.d. gibi şeyleri taşıyacağının katbekat üzerinde.
Kısacası kompromisler gerekiyor.
Elbette kimsenin bir maddeden dolayı kanser olması gibi bir sorunu burda tartışmak istemiyorum. Ama bir ilacın ucundan tutup lanetlerken alternatifler sunmak da gerek.
Örneğin bu permertrin olayı bundan evvel kullanılan Lindan adlı 6lı clorlanmış bir cyclohexan maddesinin yerine geçti.
Bir çocuk olaki bitlendi (ki kimse böyle bir şey olsun istemem) eh permetrini de dışlarsak çözüm ne olacak sizce.

Bu konuda taraf asla değilm şu madde veya bu madde en iyisidir gibilerden ancak tek taraflı bir bakış açısı ile işin bir ucundan tutp karşı çıkılır bir toplum oluşturmanhın da hiç kimseye fayda sağlamıyacağını da düşünmemiz gerektiğini savunuyorum.

Sacharin de kanser yapıyor ancak yine de herkes içiyor.
Kısacası bu konuda örnekler çoğaltılabilir.
Ancak kısacası...

Etki edenin herdaim bir yan etkisi vardır.

etki dozu ile ölümcül dozunun aralığı önemli olsa da...

Konu uzun neyse... bilmem anlatmak istediğimi anlatmıya becerbildim mi?

denizakvaryumu
30-08-2008, 20:02
http://www.panaks.com.tr/video/video.html

Bu ürün marketlerde satılmaya başladı, FDA onayı olduğu için bana güvenilir geldi.
Hamileler ve çocukların da güvenle kullanabileceği belirtiliyor.

Siz ne dersiniz?

http://www.panaks.com.tr/haberler/images/enve_1.htm

praecox
30-08-2008, 20:39
Sadece Vioxx da FDA onaylıydı diyebiliyorum.

Veya yıllarca güvenle kullanılan Methamizol-Na son yıllarda politik sebeplerden zar zor FDA onayı aldı. Paracetamol karşı hamle tutulduydu. Bugün çok güzel bir karaciğer zehiri olduğunu lütfen kabul eder oldular.

FDA'nın onayı beni bu alanın uzmanı olarak hiç ama hiç mi bağlamıyor.
İnandırıcılıktan çok uzak geliyor artık.

Emine Aktaş
30-08-2008, 20:43
Denizakvaryumu, çok önemli ve hassas bir konu gündeme getirmişsin. Konu ve güzel diyaloglar için teşekkürler...

Ela
30-08-2008, 22:11
Çok güzel bir konu olmuş, teşekkürler. Benim de birkaç cümlem var; çocuklarımıza sporu sevdirelim, ne kadar erken başlarlarsa o kadar iyi, zararlı yiyecek ve içecekler konusunda bilinçlendirelim. Okullar açılıyor, çocuklarımız akşama kadar okuldalar, hatalı beslenebiliyorlar. Öğle yemeklerinde fast food yiyeceklere yönelmezlerse daha sağlıklı olurlar.

Yaşam Sevgisi
03-09-2008, 09:22
1-Düzenli spor yapmalı, sağlıklı bir cinsel yaşama sahip olmalı insan.

2-Elbette, doğal beslenmeli insan. Portakal varken, portakal suyu içmemeli. Suni, kimyevi maddelerle donatılmış yapay besinlerle beslenmeyi reddetmeli.

3-Sadece bitkilerle beslenmek, sağlıklı, kanserden arınmış yaşamak demek değildir.Yeteri kadar et ve proteini düzenli olarak almalı, ihmal etmemeli.

Yaşam Sevgisi
03-09-2008, 09:38
Kanserin ulaşılmaz, el değmez, üstesinden gelinmez birşey olduğunu aklından çıkarmalı insan. Virüslerden kaynaklandığı veya birtakım basit mutasyonlardan kaynaklandığı konusuna olumlu bakmıyorum. Günümüzde bile hala kanserin virüslerden kaynaklandığı konsunda birsürü şüphe var ve bu bakış açısıyla birsürü kanserin oluşum nedeni tespit edilememekte. Vücuttaki enerji akımlarının özgürce dolaşmasının engellenmesi sonucu dokulardaki bozulma ve enerji harcama ve boşaltma kapasitesinin azalması gerçeğe ve mantığa daha yakın gibi durmakta.
Wilhelm Reich'in Kanser yapıtı da sanırım bunu anlatıyor. Şu sıralar okumayı planladığım bir kitap. Ama ondan önce şu anda, Reich'in o yapıtını üzerine oturttuğu daha temel "Bedensel Boşalmanın işlevi"ni okumaktayım. Ona da sıra gelecek.

Yaşam Sevgisi
03-09-2008, 11:13
Ben şu anlık pozitif ve negatif enerjiden bahsetmiyorum. Ne olduğu hakkında da, bana bir çağrışım yaptırdığının dışında bir anlamı varsa bilmiyorum. Ancak ruh, pisikoloji dediğimiz şey de bugün bedenle bağlantılı bir mekanizmadır. Saedece beden ve sadece ruh gerçek düşüncesine katılmıyorum. Bir tedavi olacaksa, her iki koldan da birbirini destekler nitelikte mücadele edilmeli. Ruh, tin veya akıl koca bir dağın sadece görünen tepesidir. Beden ruhu etkiler ve ruh da bedeni, organları ve kasları etkiler. Bu bilinen bir olgu herhalde. Çok da ilerlememiş bir sinir-ruh-beden hastalığında(başlangıçta) belki ruhsal-psikolojik bir müdahale kişi üzerinde önemli etkilere ve gelişmelere sebep olabilir. Fakat eğer, ilerlemişse sadece ruhsal müdahele yetersiz kalır. Dirimsel, bitkisel, fiziksel veya kassal bir sağaltım gerektirir ruhsal müdahale ile birlikte.

Sonuç olarak ruh bedeni etkiler ve beden ruhu etkiler. İkisi bir bütündür. İyi bir ruh hali, kişinin hayata bağlanmasına, kaslarda ve organlarda kişinin enerji yüklenme ve boşalma mekanizmasının düzgün çalışmasını sağlar. Kişinin enerji harcama kapasitesini arttırır. VE bu ket vurulmamış yüklenme ve boşalma mekanizması insanı bir sürü sinir hastalığından da kurtarır ayrıca.. Daha da ilerisi, dokuların sağlıklı çalışmasını ve bozulmamasını sağlar. Bu şekilde dokuların, kasların ve organların enerji yüklenme-boşalma mekanizmasının ket vurulmamış bir şekilde yüksek enerji kapasitesi ile çalışması canlılığı, dirimi güçlndirir ve doku bozulmasını, yavaşlamasını engeller.

Ruh ve beden arasındaki bağlantı yadsınamaz. Dolayısıyla yaşama daha bir mutluluk ve sevinçle bağlanan insanda kanser hastalığının iyileştiği de görülebilmektedir.

Yaşam Sevgisi
03-09-2008, 11:15
Günümüz klasik biliminde kanserin nedeni olarak birtakım bakteri veya virüsler gösterilmekte. Benim de hiç bir zaman kafama yatmayan bir konu oldu bu. Ve hiç etkileyemedi beni açıkçası. Önce virüsler ve bakterilerin, normal hücrelere bir-iki gen aktardığı söyleniyor. Daha sonra hücrenin kendisi durduk yere bir mutasyon geçiriyor. Bu mutasyonun neden oolduğu da belirsiz. Son olarak bir nedenle daha hücre mutasyon geçiriyor. Ve sonuç olarak kanser hücresi oluşuyor. Günümüz bilimi kanseri böyle açıklıyor. Güneş ışınlarına dayandırıyor, virüse, bakteriye dayandırıyor. Böyle birkaç basamakta kanserin temel oluşum mekanizması anlatılıveriyor.

Oysa kanser hücresinin genel özelliği nedir? "Hücreler sonsuz denebilecek kadar büyük bir bölünme yeteneğine kavuşmuşlardır." denir. Aslında bununla bedenin kontrolü dışındaki bir hızlı büyüme anlatılır. İkinci olarak kanser hücreleri damarlaşma yeteneğine sahiptir. Bir kere aktarılan bir veya bir kaç gen vücut hücrelerine şu saydığım kansere özgü nitelikleri kazandırabilcek nitelikte olabilir mi? Damar çekiyor, durmadan çoğalıyor. Bunlar birçok protein ve molekülün birlikte sistemaik bir şekilde gerçekleştirebileceği şeyler. Bunun için bir iki gen değil, birçok gen birlikte çalışması gerekir. Birlikte sistematik olarak mutasyon veya değişim geçirmiş olması gerekir. Dolayısıyla da sağlam bir temele oturmuyor bu görüş.

Kaldı ki "gen" kavramının ne olduğu da belli değil. 2000 yılından sonra insan genom projesinin gerçekleştirilmesi sonucunda, "gen" diye birşeyin olmadığı düşüncesi yavaş yavaş önem kazanıyor ve tüm dünyada şu an yayılmakta. Bilim adamları yeni arayışlar içine girmekte. Çarpık ve ayrık gen kavramları ortaya çıkmakta. Bu da gen diye belli bir DNA zincirin varlığını kökünden sarsmakta. "O halde gen ne" sorusunu ortaya çıkarmakta. Gen belli bir bitişik DNA zinciri mi? İnsan Genom Projesinden çıkan sonuçlar öyle çıkmadığını söylüyor.Akisne bu proje gen kavramını çökertiyor... Bu konuda Oktay Sinanoğlu'nun "Hayatın Örgüsü" isimli makalesini okumanızı öneririm. Bğlantısını veriyorum. İşte burda:

http://www.turandursun.com/forumlar/showthread.php?t=6148

Dönelim biz kansere. Bu özelliklerin ben, vücutta kullanılamayan fazladan bir enerji ve organik madde varlığını gösterdiği kanısındayım. Dokular damarlaşmakta yani besin ve oksijen çekiyor. Hücrelerin çoğalma hızı büyük. Aslında bu vücudun var olan enerji ve besini kullanabilmek için doku hücrelerinin, vücuttan bağımsızlaşarak geliştirdiği, bedene göre kötü bir adaptasyon niteliğinde. Bu ne zaman oluyor? Bedenin maddeyi ve enerjiyi kullanma yeteneği kösteklendiği zaman gerçekleşmekte. Bu mekanizmanın kösteklenmesi, dokuları başka bir arayışa sokmakta: o da kanser. Ama aslında doğa kendi işlevini ve kuralını yerine getiriyor.

Reich'in bozulan doku hücrelerinin dirim kabarcıklarına dönüşerek kansere neden olabileceği düşüncesi de aynı çıkışlı olabileceği düşüncesindeyim. Yani bozulan doku hücreleri, harcanması gereken organik madde ve enerji kaynağını oluşturuyor. Doku bozulması da bedenin canlı işlevlerini yitirmesi sonucu oluşuyor.

Benim düşünceme göre, enerji ve enerji yüklü maddeler, canlıya veya dokuya bir değişim, bir evrim, kendini o enerjiyi ve maddeyi kullanabilecek şekilde bir programlama yeteneği, bir adaptasyon yeteneği, canlı tarafından iyi veya kötü bir şekilde algılanabilecek bir değişme kabiliyeti vermektedir. Yani aslında kanser ve evrimin kökeninin aynı olduğunu düşünüyorum. Fakat kanser kendini bir nesil içersinde ortaya çıkarmakta, bedenden bağımsızlaşarak canlı bedene zarar vermekte. Evrim ise bir nesilin dışına taşmakta, canlının bütünlüğüne dönük olup, ona yarar sağlamaktadır.

denizakvaryumu
25-09-2008, 11:32
Su damacanaları öldürüyor

48150

Eğer damacananın altında üçgen geri dönüşüm logosu içinde 3 veya 7 rakamını görüyorsanız bu damacanalar sağlığınız açısından tehlike yaratıyor anlamına geliyor.

Bu geri dönüşüm işareti, damacananın yüksek oranda kimyasal madde içerdiğini gösteriyor. Özellikle de vücuda iki kat daha fazla zarar veren 'biesphenol A' nın yüksek olduğunu gösteriyor. BPA olarak da bilinen 'biesphenol A' kalp sağlığınızı bozuyor ve diabet riskini iki kat arttırıyor.

ABD'deki Peninsula Tıp Fakültesi'nde yapılan araştırmalar, BPA'ların karaciğer rahatsızlıklarıyla da bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor.

İngiltere Gıda Standartları Enstitüsü'nün açıklamasına göre gün içinde almış olduğunuz BPA miktarının vücut ağırlığınızla dengeli bir uyum içinde olması gerekiyor. Sahip olduğunuz kilo başına günde 50 mikrogram kimyasal madde 'normal değer' olarak kabul ediliyor. Yani eğer vücut ağırlığınız 60 kilogram ise gün içinde alabileceğiniz en üst limitin 3000 mikrogram olması gerekiyor. Bu rakamın üstüne çıktığınız anda kalp, diabet ve karaciğer riskiniz iki kat artıyor.

Yüksek kolesterol, kan şekeri düzensizliği, yüksek kan basıncı, kanser ve nörolojik problemlerle de bağlantılı olduğu düşünülen BPA'nın vücuda zararı araştırılmaya devam ediliyor.

Amerika'da sağlıklı insanlar üzerinde yapılan araştırmalarda altı yaş üstündeki her on kişiden dokuzunun risk taşıdığı ortaya çıktı. Çünkü gün içinde kullandığınız birçok plastik malzeme BPA içeriyor. BPA kimyasal maddesi bebek biberonundan plastik şişelere kadar yüzlerce plastik malzemede bulunuyor. Konserve kutuları ve hatta CD'ler de buna dahil.

Eğer suyunuzu damacana veya şişeler içinde alıyorsanız altındaki üçgen logonun içinde "1" rakamı olmasına dikkat edin. Bu rakam damcananın BPA içermediğini gösteriyor

http://www.ekolay.net/haber/haber.asp?pid=9&haberid=566622&ver=80

i. fuat yenen
25-09-2008, 12:18
Bence gıda ürünlerini muhafaza etmede kullanılabilecek en sağlıklı ürün cam. Üstelik estetik ve hijyen tam olarak sağlanabiliyor. Geridönüşümüde mümkün. Tek dezavantajı; ambalajın cam olması ürünün maliyetini yükseltiyor. Sağlık için herşeye değer...

praecox
25-09-2008, 12:31
Madem bu tür makaleler ilmi takılıyor bare isimlerinde yazım hataları yapmamıya özen gösterseler ya...

Sanırım Bisphenol A (http://en.wikipedia.org/wiki/Bisphenol_A) olmalı.

Faralya
25-09-2008, 18:59
Sn Denizakvaryumu,
Altında 3 veya 7 yazmayan bildiğiniz bir damacana suyu var mı? İlgili makalede savunma da bilimsel kokuyor. Acaba hangisi doğru?

denizakvaryumu
25-09-2008, 19:43
Forum üyelerinden Sn.Sonja bildiğim kadarı ile Almanya'da yaşıyor yine Fransa'da Hollanda'da yaşayan forum üyeleri var.

Eğer damacana su kullanıyorlarsa bu damacanaların altına bakıp üçgen logonun içinde hangi numaranın yazdığını belirtirlerse konu bir nebze aydınlanmış olur.

Faralya
25-09-2008, 20:37
Sn. Denizakvaryumu,
Amacım "arsenikli su" tartışmasında olduğu gibi "şu miktarı şu kadar yılda öldürür" veya "madem zaralı değil oranları neden düşürdüler" gibi "entellektüel tartışma zemini" yaratmak değil. Bu konuda Fransa ve diğer ülkelerdeki damacanaların altına bakmak yerine, Türkiye'de KOSGEB tarafından yönetilen Avrupa Bilgi Merkezlerine mevzuat konusunda danışmak daha sağlıklı olur sanıyorum. Ben e-posta göndererek sordum. Ümit ederim cevap gelir. Ayrıca, yanılmıyorsam Ankarada yaşıyorsunuz, siz de bir Bilgi Merkezinden bu konuda bilgi alabilirsiniz. Ankarada olmasanız bile bu merkezler bir çok bölgede var. Önemli olan yaşamımızı bu kadar etkiliyebilecek bir konuda sağlıklı bilgiye kavuşmamız.

Baldaş
07-10-2008, 13:10
Aslında çok üzgün ve sıkkınım ve konuya nereden başlayacağımı da bilemiyorum çünkü gerçekten tatsız ve ürkütücü bir konu ama kafamızdaki soru işaretlerinden kurtulmamız için elinizde bulunan döküman, bilgi, link, haber her ne varsa buraya yağdırın lütfen. Eninde sonunda bir sonuca ulaşabileceğimizden eminim.

Sonuçtan kastettiğim daha bilinçli uyanık olmak, tedbirleri daha çabuk almak, çocuklarımızı korumak, Hastanelerin ilgili birimlerinin gelişmesi ve çoğalmasını sağlamak.....

Çağımızın vebası olarak adlandırılan malum hastalık ( ismini dahi telaffuz etmek istemiyorum ), oluşumu, sebepleri, gelişmesi, farkedilmesi, korunma yolları velhasıl konuyla doğrudan ya da dolaylı bildiğiniz ne varsa burada paylaşmak istiyorum.
Olayın ciddiyetini önce İstanbul'dayken farkettim. Karadenizle sınırlı zannettiğim hastalığın artış oranının heryerde ivme kazandığını dehşet içinde gördüm. Önceleri kulaktan kulağa sağdan soldan aldığım haberleri ünlülerin de aynı durumda olmaları nedeniyle gazete ve TVlerden de takip etmeye başladık.
Bu konuya kafa yormaya başladım ama insanların canını sıkar mıyım gereksiz yere onları üzer miyim diye fazla kişiyle paylaşmıyordum.

Bilinen belli başlı sebepler;


*Radyasyon
* Genetik yatkınlık.
*Kimyasal boyalar, Petrol ve türevleri, deterjanlar
*Kirli Hava
*Kimyasallarla ( Fabrika atıkları, deterjanlar, kanalizasyon, tarım ilaçları ve suni gübrelerle ) kirlenen sular
* Oda spreyleri, parfümler, kozmetik ürünleri
* Eski mutfak aletleri, ( Alüminyum tencereler, çizik teflon tavalar vs. )
* Kimyasal boyalarla boyanan yeni alınmış giysiler, ağartıcı kullanılan pamuklar vs.
* Sigara ve alkol, uyuşturucu, aşırı sıcak aşırı soğuk gıdalar
*Hormonlu sebze meyveler- Suni gübreler
* Asbest, Anadolu'da bulunan bir çeşit toprak
* İnşaat yapımında kullanılan bazı malzemeler ev içinde Radon gazı birikimine neden oluyor, özellikle zemine yakın olan daireler olmak üzere evlerin her gün en az 15 dakika havalandırılması gerekiyor.
* Mobilyalarda kullanılan bazı boyalar. Çocuk odası alırken dikkatli olun. Isıyla birlikte boyalardaki kanserojen maddeler havaya karışıyor.
* Hazır alınan gıdalarda kullanılan katkı maddeleri ( Emülgatör yağ vs. )
* Tüketilme süresi geçirilmiş çeşitli baharatlar. Alışveriş yaparken taze gıdaları günlük sütleri özellikle tercih edin son kullanma tarihlerini mutlaka sorgulayın.
* Kızartmalar, direkt ateşte pişirilen gıdalar ( döner, mangal vs. )
* Hormon verilerek büyütülmüş hayvanlardan elde edilen etler.
*Aşırı yağlı, tuzlu, küflü, şekerli, salamura, turşu, tuzlama vs. gibi yanlış beslenme ( Bu arada en önemli faktör bu galiba dönüp dolaşıp beslenmeye takılıyorum hep )
* Cep telefonları, baz istasyonları, yüksek gerilim hatları, Bilgisayarlar, Saç kurutma makinesi, Tv. gibi aletler
* Stres, aşırı üzüntü, sıkıntı gibi bağışıklık sistemini baskılayan karakter yapısı, tutum ve davranışlar
* Yakıcı güneş ışınları altında korumasız uzun süre kalma, solaryum. Avustralyada cilt kanserinin oldukça yaygın olduğu söyleniyor. Şöyle bir akıl yürüttüm dünyanın Güneşe en yakın olduğu dönemde biz kış mevsimini yaşarken onlar yaz mevsimini yaşıyor ve zararlı ışınlara çok daha fazla maruz kalıyor olabilirler.
* Bazı virüsler
* Vücutta tedavi edilmeyen bazı yaraların da ( Ülser vs gibi ) zamanla dönüşme riski bulunuyor.
Bütün bu yazdıklarımın hepsi teker teker ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmeli üzerine basa basa irdelenmeli. Günlük hayatınızda neler yapıyorsunuz. Elinizden geldiğince nelere dikkat ediyorsunuz burada paylaşalım

Neler yapılabilir:

* Temiz hava, temiz suya ulaşmaya çalışılmalı
* Cep telefonları minimum düzeyde kullanılmalı geceleri kapatılmalı ( Ben tamamen bıraktım ) Özellikle beyni yeni gelişmekte olan çocuklarınızdan uzak tutun. SAR değeri düşük telefonları tercih edin. Konuyla ilgili istatistik yok ama ciddi veriler var ve kesin bağlantının ancak belli bir süre geçtikten sonra kurulabileceği söyleniyor.
*Bilgisayarlarınıza gerekirse ekran filtresi takın, telefonlarınızı kulaklıkla kullanın bilgisayar monitörlerinin arkasında durmayın, ev ya da arazi alırken elektrik hatlarına baz istasyonlarına olan uzaklıklarına dikkat edin.
* Hazır gıdalardan ( Kola, cips, hazır çorba , salam, sucuk vs ) uzak durulmalı.
*Evde deterjan yerine beyaz sabun, arap sabunu ve sadece su kullanılmalı. ÜLKEMİZDE BUNLARI DENETLEYEN BİR MEKANİZMA YOK. KENDİ KENDİNİZİN DENETÇİSİ OLUN ALMAYIN BÖYLECE SATMAKTAN VAZGEÇSİNLER.
* Makyaj ve kozmetik ürünleri yerine su ve sabun tercih edilmeli
* Ev yapımı yoğurt, süt ürünleri vs. tüketilmeli
* Tüketilen sebzeler organik olarak ve suni gübre verilmeden üretilmeli
* Yemeklere hazır salça koymaktan vazgeçin. Sebzeleri haşlayıp yoğurtla tüketin
*Özellikle sıcak yemekleri plastik kaplara koymayın. Hatta mutfakta plastik kaplardan vazgeçin.
*Rafine şekerden ve tatlandırıcılardan vazgeçin, doğal bal ve taze ve kuru meyveleri tüketin. Kuru kayısıları "Gün kurusu" olarak satın alın.
*Cam kavanozları tercih edin, biberonlar camdan olsun. Aldığınız zeytin peynir reçel sıvıyağ gibi ürünleri cam kaplara aktarın
* Mangal keyfinizden vazgeçin. Sebzeleri kendi suyuyla haşlayın eti haşlayarak tüketin.
*Aşırı tuzdan uzak durun. Malum Tuz Gölüne kanalizasyon bile bağlamışlar. Deniz tuzu da şüpheli geriye kaya tuzu seçeneğimiz kalıyor.
* Balık alırken açık deniz balıklarını tercih edin. Dip balıklarından uzak durun. İçlerinde son derece tehlikeli ve zehirli ağır metaller bulunuyor. Her ne kadar suni yemle beslenmiş olsa da bana kalırsa tatlı su balıkları biraz daha masum duruyor.
*Kola içmeyin, sigara içmeyin, alkollü içkilerden uzak durun, kaynar vaziyette çay ve çorba içmeyin. Aşırı acı ve baharattan uzak durun.
* Her gün spor, yürüyüş yapmaya çalışın en azından günlük ev işlerinizi kendiniz yapın hareketli olun. En yakın yerlere arabayla gitmeyin yürümeyi tercih edin. Egsoz dumanından ve yoğun trafikten uzak durun tabi ki...
*Evlerinizi her gün mutlaka havalandırın
* Erken teşhis çok önemli olduğundan vücuttaki en ufak değişiklikler bile dikkatle takip edilmeli ( Kanamalar,iyileşmeyen yaralar, halsizlik ve ateş, kansızlık, ben ve lekelerdeki değişiklik, sindirim sistemindeki değişiklik, iştahsızlık, vücuttaki şişlik ve yumrular )
* Bayanlar ve erkekler belli bir yaştan sonra düzenli olarak kontrolden geçmeli
*EN ÖNEMLİSİ İLGİLİ KURULUŞLARA GEREKEN TEDBİRLERİN ALINMASI VE SAĞLIK KURULUŞLARININ GENİŞLETİLMESİ İÇİN BASKI YAPMAMIZ GEREKİYOR...


BÜTÜN BUNLARIN HEPSİ ÇOCUKLARIMIZIN SAĞLIKLI YAŞAMASI İÇİN ŞART

BU KONUDA YETKİLİ OLANLARIN GİZLEDİĞİ İSTATİSTİKİ BİLGİ VERMEDİĞİ AMA GÜN GİBİ ORTADA CİDDİ VE KÜRESEL BİR SORUN YAŞIYORUZ. KONUYU KESİNLİKLE ABARTMIYORUM. Google'a şu kelimeleri yazın ve çıkan haberleri baştan aşağı tarayın listenin uzunluğunu görünce şaşıracaksınız: " Ünlü yakalandığı amansız hastalık "
Lütfen başlığa aktif katılımınızı bekliyorum...

cemal.S
08-10-2008, 08:26
Sevgili Baldas !

Yazıyı bir bir okudum ve konunun önemini biliyorum. Ne yapmak istediğinizi biraz daha açarsanız eminim hepimiz elimizden geleni yaparız.

Saygıyla.

Baldaş
08-10-2008, 09:26
Cemal Abi yapmak istediğim şu: 1- İnsanları daha bilinçli hale getirmemiz ve bilgi vermemiz lazım. Bildiğimiz herşeyi burada paylaşalım aydınlanalım. Korkuyla biryere varamıyoruz.
2- Konuyla ilgili yetkili kim varsa baskı oluşturalım. Türkiye Atom enerjisi Kurumu, Çevre Bakanlığı artık kim varsa.Türkiye'nin heryerinde ( Sadece Karadeniz değil ) düzenli olarak radyoaktivite ölçümleri yapılsın. Aval aval olup biteni seyretmeyelim kamuoyu oluşturalım. 3- Kampanya çalışma falan yapalım zararlı ürünleri boykot edelim.

Aklınıza ne gelirse önemli değil benimle paylaşın.
4- Baskı yapalım daha çok sağlık merkezi kurulsun, en yeni en ileri tedavi yöntemleri teknoloji ülkemize getirilsin.
5- Aranızda doktor olan yok mu bilgi verebilecek olan yok mu? Abim uzmanlığını yapan bir doktor ve bana söylediklerini buraya aktaramam kanınız donar.
"Tedavisi pahalı, oldukça eziyetli, hastalıkta yoğun artış var, eceliyle ölme kavramı insanlar için lüks oldu" diye özetleyebilirim. Tartışıyoruz konuşuyoruz net bir sonuca varamadık. Bana söylediği: Ya yaşımız ilerleri ve bu hastalıkla daha çok karşılaşmaya başladık, ya tıp gelişti teşhis ve tedavi olanakları fazlalaştı artış var gibi görünüyor, ya da facia zannedildiğinden çok daha büyük...
Aslında avantajlı durumdayız biraz da ülke olarak. Toprakları henüz yeteri kadar zirai ilaç ve gübreyle kirlenmemiş ülkeler sınıfına giriyoruz. Avrupalılar akın akın gelip buralardan ev ve arazi alıyor. Öyle bir gün gelecek ki bir parça toprağa sahip olabilen insanlar daha şanslı kabul edilecek korkarım..
Artık patlama noktasına geldim hergün yeni bir haber alıyorum ( Biraz önce bir haber daha aldım ). Birşeyler yapalım...Bu arada ilgilenip cevap yazdığın için teşekkür ederim.Hakikaten evlerden uzak bir konu ama zannedildiği kadar uzak değil artık...

( Bulduğum haberleri alıntılayıp burada ilgilenenlerle paylaşacağım )


Karadenizli sanatçı Kazım Koyuncu'yu kansere kurban vermenin acısını yaşayan sanatçı Volkan Konak, Çernobil faciası için hazırladığı raporu geçtiğimiz gün basın mensuplarıyla paylaştı. Karadeniz bölgesine kanser tarama merkezi açılmasını istediğini belirten Konak, "Aksi takdirde yakalarını bırakmayacağım" diye konuştu.


Babasıyla birlikte ailesinden yedi yakınını kanserden kaybeden ve bu durumu 20 yıl önce yaşanan Çernobil faciasına bağlayan Volkan Konak, iki senedir yaptığı araştırmalar üzerine bir rapor hazırladı. ODTÜ Kimya ve Biyoloji Bölümü çalışanları, TAEK (Türkiye Atom Enerje Kurumu), Dokuz Eylül Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi'nin yanı sıra yurtdışından getirdiği bilimadamları, Hamburg Üniversitesi ve ABD Woods Hole Oceennegraphy Enstitüsü'nün katkılarıyla hazırladığı raporda facianın Karadeniz halkı üzerindeki etkilerini ispatladığını belirten Konak, "İnsanlarımıza rahmetli Kazım'ımızı ölümünden sonra verdiğimiz sözü tutmanın buruk sevincini yaşıyoruz. Bu olayın iki sene sürmesinin sebebi; yirmi yıl önce yaşanan hadisenin ilgili evrak bulunamaması ve belli yasakların uygulanmasıdır. Bu belgelere ulaşmak biraz uzadı. Raporumuz 5 bin sayfalık bir araştırmanın sonuç bildirgesidir" dedi.


Alay edilmesi canımızı acıtıyor
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın, "Karadeniz'deki kanser vakalarında Çernobil'in etkisinin yok" sözlerine çok üzüldüğünü belirten Volkan Konak, "Bakanımız yapılan taramalar sonucunda Karadeniz bölgesindeki kanser hastalarının Çernobil'le alakası olmadığını belirtti. Bizimle alay edilmesi canımızı acıtıyor. Kadınlarımızın tuvalete düşürdüğü ***, sakat doğumları, kısırları, 20 yıldır mezarda sessiz çığlık gibi yatan insanları nasıl taradınız? Benim raporumda 5 bin kişinin ölüm raporu var! Bunların hepsini belgelerle soracağız" diye konuştu. Bu konu siyasi malzeme olmamalı diyen Konak, "Dünya bu gerçeği kabul ediyor. Koffie Annan bile 2016 yılında birşeyler söyleyebiliriz. İnsanlık tarihinin en büyük facialarından biri... Nasıl olduysa bizimkiler bu durumu çözmüş. Bu açıklamanın Sinop'ta kurulacak olan santralle bir bağlantısı var mı? Ben bir bakana bu açıklamayı yakıştıramadım ki, bizde bunun etkisini ispatladık" dedi.

Üniversitelere yasak

"Şu anda ne fındıkta ne çayda radyasyon yoktur. Bizim yaptığımız yirmi sene önceki çalışmanın tezidir. Çernobil özellikle Doğu Karadeniz'de çok etkisi olmuştur" diyen Konak, "Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ne giden bir belgeye ulaştık. Belgede Çernobil'le ilgili araştırma yapmamaları gerektiği bildiriliyor. Buna rağmen bir de "Üniversitelerin görüşü" diye bir rapor hazırlanmış. Yasağa rağmen nasıl böyle bir rapor var bende bunu anlamıyorum" diye konuştu.


Ayrıntılı bilgi için http://www.cernobilturkiye.com

Baldaş
08-10-2008, 09:43
Sedat TUNALI Ropörtaj alıntısı; www.TrabzosPortal.com


Önceki gece gazeteci arkadaşım İhsan Demir’le birlikte Volkan Konak’ı ziyaret ettik. Hem birkaç haftadır görüşmemiştik hem de Volkan Konak’ın kamuoyuna verdiği kanser araştırması sözünün akıbeti hakkında bilgilenme ihtiyacı doruk noktaya ulaşmıştı.

Zira, Volkan Konak’ın kamuoyuna bu sözü verdiği televizyon programının “müsebbibi” bendim ve tazyikler dayanılır gibi değildi. Konak, söz verdiği süreyi elinde olmayan nedenlerle biraz aşmış ve beklentiler haklılık zeminine oturmuştu. Volkan anlattıkça hem İhsan Demir’in hem de benim ağzımız açık kaldı desek yeri. Neredeyse 20 yıllık gazetecilik geçmişine sahiptik ve Volkan’ın her iddiasının belgesi de elindeydi.

Önce geçmişi ve süreci kısaca bir hatırlayalım

Bilindiği gibi Nisan 1986’da Ukrayna’daki Çernobil Nükleer Santralinin infilak etmesiyle tüm Avrupa’yı etkisi altına alana radyasyon yağmurları ve kanser riski, Türkiye’de de büyük bir infiale sebep olmuştu. Dönemin sorumlu bakanlarından Cahit Aral tepkiler üzerine canlı yayında çay içerek “bakın radyasyon yok olsa ben içer miydim” ciddiyetsizliğiyle bilimi ayaklar altına alırken gerçekleri de radyasyonla birlikte toprağa gömmeye kalkmıştı.

Özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde etkili olduğu tahmin edilen Çernobil radyasyonu, devletin yeterli inceleme ve bilimsel desteği vermemesi nedeniyle bölge insanında da karamsarlıkla desteklenmiş bir kaderci anlayışı geliştirmiş ve birçok kanser vakası erken teşhisle önlenebilecekken ölümle sonuçlanmış.

Babası Demirağa Konak da dahil olmak üzere son 3 yılda en yakınlarından 7 kişiyi kansere kurban veren sanatçı Volkan Konak, son olarak çok yakın arkadaşı müzisyen Kazım Koyuncu’nun da kansere yenik düşmesiyle sivil insiyatif koyarak harekete geçtmişti. Katıldığı bir tv programında “ devlet bu işle ilgilenmiyor ve gerçekleri ortaya koymuyorsa bunu Volkan Konak olarak ben yapacağım bu konuda halka söz veriyorum” diyen sanatçı aylar süren tarama ve incelemelerini bitirdi.

Devlet arşivleri ve bölgedeki ölüm kayıtları başta olmak üzere, ulaşabildiği her bilgi zerresini derleyerek uzmanların görüşlerine sunduğunu ve inanılmaz sonuçlara ulaştığını ifade eden Volkan Konak, rapor hakkındaki ayrıntıları yakında bir televizyon programında halkla paylaşacağını ve kanser gerçeğinin tüm çıplaklığıyla ilk kez ortaya koyacağını söyledi.

Dosyadaki ilginç ve sarsıntı yaratacak bulgulardan bazıları şunlar;

- Çernobil sonrası hastane kayıtlarındaki tüm ölümlerin nedeni olarak “ecel” denmiş ve siyasi bir rapor olduğu açık olan kanserden ölüm yoktur sonucuna bu “ecel” kayıtları dikkate alınarak ulaşılmış.
- Trajik kaza sonrası tüm üniversitelere gönderilen bir talimatla Çernobil konusunda araştırma yapmaları YASAKLANMIŞ
- Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) o dönem yaptığı bir ölçümü tüm üniversitelere yollamış. Ardından bu üniversitelerden Çernobil raporu “isteyen” TAEK’e tüm üniversiteler önceden kendilerine gönderilen raporu kendi araştırma sonuçlarıymış gibi bildirmişler. Böylece bu kirliliğe birçok üniversite de alet edilmiş. Tüm üniversitelerin ölçüm değerinin, TAEK tarafından bulunan 59.4 lük oranda birleşmesi bilimsel ironi olarak tarihe kaydını düşmüş.


Volkan Konak, kanser dosyasındaki her bilginin belgeleriyle desteklendiğini ve araştırma sonucunda kesin olarak halkın kandırıldığına inandığını söyledi. Sanatçı dosyadaki tüm bilgileri çok yakında kamu oyuyla paylaşacağını, aldığı tüm tehditlere rağmen halka verdiği sözü tutacağını da sözlerine ekledi.

Biz iki gazeteci arkadaş Volkan Konak’tan bize “yayınlama” izni çıkan kısa bir bölümü, yani yukarıdaki kısmı yayınlama izni alıp ayrıldık. Ben işte bu “spor” köşesinde İhsan Demir de sanırım sahibi olduğu haber sitesinde bu “ayıbı” okuyucularına duyuracak.

Evet , bu halk böyle kandırılıyor. Üniversitelerine kanserle ilgili araştırma yapma yasağı getirilen bir ülkenin bakanı çay da içer başka şey de. Güzel ülkem, hiç olmazsa kandırılmışlığa isyan ettiği için tehditler alan Volkan Konak’a sahip çık.

Baldaş
08-10-2008, 12:51
http://www.taek.gov.tr/cernobil/6_cernobil_turkiye.pdf


Yukarıda yazdığım adres Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na ait web sitesi. 1986 yılından bu yana arşivlerin taranması sonucunda elde edilen verilerin ayrıntılı grafikler şeklinde halka bildirilmesini içermektedir. Veriler nasıl hazırlanıyor konuyu uzmanlar bilir ama çok aydınlatıcı bilgiler ve grafikler var didik didik incelemenizi tavsiye ederim


Kopyalama çoğaltma dağıtmanın serbest olduğu ibaresi yer alıyor. Merak edilen konular iletişim yoluyla ayrıca öğrenilebilir. ( Bu ne derece doğru denemek lazım )

cemal.S
09-10-2008, 11:02
Merhabalar !

Avukat hanın çok teşekkürler. Bunlar o kadar değerli bilgilerki hiç birimizin anlatmaya gücü yetmez. Siz her şeyi bir güzel ortaya koymuşsunuz. Volkan Konak sanatçımızın durumunuda bir faciaya karşı siyasilerin takındığı tavrıda bir güzel ortaya koymuş yazılarınız. Bu illet güzel KARADENİZİN sadece deniz gören tarafında değil görmeyen tarafındada çok yaygınlaştı. Kısacası durumumuz gerçekten hiç iç açıcı değil.

Bilgiyi paylaşmak gerekiyor her konudaki çoğalsın. Bizlerin artık ortak hareket etme zamanı geldide geçiyor bile.

Bahçede işleriniz nasıl. Güzelim Rizede yeşillerin arasında yaşamak nasıl bir duygu bize bunlarıda bir güzel uygun sayfalarda anlatacağınızı biliyorum.

Saygıyla.

Deniz görmeyen taraftan bir hemşeriniz.

denizakvaryumu
09-10-2008, 11:32
Kanser sadece karadenizde değil Türkiye'nin her yerinde yaygın, gazetelerde artık hergün kanser prof.larının yazılarını takip ediyor olmalısınız.(posta)

Her yönüyle bombardıman altındayız.

Yediğimiz ekmek,ilaçlı sebze,meyveler
İçtiğimiz su
soluduğumuz hava
cep telefonları,baz istasyonları,yüksek gerilim, ev içindeki kablosuz ADSL, ev içindeki elektrik hatları
Giydiğimiz giysiler
Şampuanlar,sabunlar,
Evimizdeki boya, taban döşemeleri (taban döşemelerini kaldırın bakın ziftle yapıştırdıklarını göreceksiniz)

Herkes bir gün kanser olacak ama 20 sinde ama 40 ında ama 70 inde.

Bu bombalardan ne kadar az hasar alırsanız o kadar iyi.

Yakınlarım kanser hastası olduğu için biliyorum ama bilmeyenler onkoloji hastanelerine bir gün bir göz atsın.Anlatılmaz-yaşanır.

Bir dağ köyüne kaçmaktan başka çare kalmıyor.Kaçmayı hayal ettiğim eşimin köyünde cep telefonları çekmiyordu geçen sene oraya da baz geldi.

http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=3355&highlight=%E7ocuklar%FDm%FDz+kanser+olmas%FDn

Baldaş
09-10-2008, 13:04
Sayın Denizakvaryumu daha önce takip edemediğim linki verdiğiniz ve çok önemli bilgileri bize aktardığınız için teşekkür ederim. Olayın ciddiyetinin farkında olan insanlardan birisiniz. Çocuk sahibi olanlarda çok daha dehşetli bir panik duygusu, ne yapalım düşüncesi var.
Avrupa konuya çoktaaan uyandı. Onlar bizden çok daha önce sanayileşmişler bizim yaşadığımız sancıları yıllar önce yaşamaya başlamışlar. Nükleer kazaların zararlarından nasiplerini onlar da almışlar. Neden Avrupalılar Türkiye'den ev ve arazi alıyor, Neden İsrailliler Karadeniz dağlarında bitki, çiçek avına çıkmış? Bana sorarsanız bize kastları olduğu için ya da Dünyanın sonunu hazırlamak için ya da ne bileyim kene yaymak için falan değil. Tamamıyla kendi geleceklerinin kaygısındalar. Dünyayı mahvettiler ve veba salgını gibi yayılan kanserden kaçmak için tabiata sığınıyorlar. Para, güç, konfor, eğitim... Öyle bir gün gelecek ki bunların hiçbiri bir anlam ifade etmeyecek.
NÜKLEER SANTRAL YAPILMASINA KESİNLİKLE KARŞIYIM GEREKİRSE MUM IŞIĞINDA OTURMAYA DA RAZIYIM. Karslılara Iğdırlılara bir sorun bakalım Ermenistan'dan çok bize yakın olan Metzamor Santraliyle ilgili ne düşünüyorlar?


Bildiklerinizi aktarmaya devam etmenizi dilerim Sayın Denizakvaryumu...

SİGARA

Sigarada bugün için bilinen 6000 in üzerinde madde var. Bunlardan sadece yaklaşık yüzde üçünün mutagen (kansere neden olan ) olup olmadığı incelenebilmiştir. Bunlardan elli tanesinin mutagen olduğu kanıtlanmıştır. Sigara içenlerin idrarlarında bulunan bazı maddelerin bakterilerde mutagen olduğu klinik deneylerle kanıtlanmıştır.

Sigarada, Siyanür, kresol, karbonmonoksit, radyoaktif maddelerden thoryum, radyum, polonyum bulunmaktadır. Bunlara ilave olaraka nitrozamin adlı kanserojen madde de sigarada bulunmaktadır.

Prof. İbrahim Adnan Saraçoğlu / Bitkisel Sağlık Rehberi ( Okunmasını tavsiye ederim )


Cemal Abi mesajını şimdi okudum. Buralar gerçekten cennet insanın inanası gelmiyor sıkıntıların yaşandığına... Arkadaşlar yanlış anlamasın buralar tehlikeli topraklar değil. Ne bileyim sık bitki örtüsü, doğal çeşitlilik, gür ormanlarımız bunu kanıtlar gibi. Tam tersine yaşam fışkırmaya devam ediyor ve havamız suyumuz toprağımız yaylalarımız tertemiz, insanın ömrüne ömür katar. Bunu ispatlamak yine de uzmanlara kalmış. Temiz kaynaklardan buz gibi su içmek tertemiz havayı içine çekmek isteyenleri Kaçkar Dağlarına her zaman bekleriz. Ben de bir nevi kaçanlardanım memleketine sığınanlardanım...

denizakvaryumu
09-10-2008, 14:35
49187
1.gün

49188
9.gün

Mikrodalgada Isıtılan Su – Bakın Bitkilere Ne Yapıyor !


Resimler 2006 daki bir bilim fuarı projesinden alınmıştır. Filtrelenmiş su ikiye bölündü, yarısı soba üzerinde kaynama noktasına kadar ısıtıldı, diğer yarsısı mikrodalga fırında kaynama noktasına dek ısıtıldı.

Su soğutulduktan sonra, tamamen aynı iki bitki bu ayrı sularla sulandı, amaç normal kaynayan suyla beslenen bitki ile mikrodalgada ısıtılan suyla beslenen bitkinin büyümesi arasında fark olup olmayacağını görmekti.

Suyun enerjisinin veya yapısının mikrodalga tarafından değiştirilebileceği düşünülüyordu. Ve sonuçlar şaşırtıcı oldu.

http://gulernameste.blogcu.com/MAKROBIYOTIK+BESLENME

Baldaş
09-10-2008, 14:54
Bu inanılır gibi değil. Olacak iş değil.

Ben de daha önceki sayfalarda belirttiğiniz katkı maddelerini gözden kaçıranlar için tekrarlamak istiyorum. Bir kişiye bile ulaşılabilirse ne mutlu... Nasıl oldu da yazışmaları takip etmedim...

Sağlığınız için: Lütfen her hangi bir gıda maddesi satın almadan önce ambalajının üzerini dikkatlice okuyun.

ZARARSIZ KATKILAR E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132,
140,151, 152, 160, 161, 162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202,
203, 236, 237,238, 260, 261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301,
303, 304, 305, 306, 307, 308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334,
336, 337, 382, 400, 401, 402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421,
422, 440, 471, 472, 473, 474, 475,480


ŞÜPHELI KATKILAR E125, 141 , 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477,
605E220,221,222,223,224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE
BAĞIRSAK HASTALIKLARI) E200 (VUCUTTAKI VITAMIN B12 YI YOK EDIYOR)
E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLIKELI KATKILAR E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216,
217 ÖRNEĞIN E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMIŞTIR. FAKAT ÜLKEMIZDE RENKLI DRAJE ÇIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKÜVILERDE KULLANILMAKTADIR.

EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI: E330 ( NE YAZIKKI BIRÇOK HAZIR GIDADA KULLANILMAKTADIR.) (firma isimleri silinmiştir)

KULLANILAN KATKI MADDELERININ TESBITI IÇIN ANALIZ YAPILMASINA IZIN VERILMEMIŞTIR.
LÜTFEN ÇOĞALTARAK DOSTLARINIZA DAĞITINIZ.Bilgilerinize sunulur...

Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN

Baldaş
10-10-2008, 12:36
Arkadaşlar tükettiğiniz meyve ve sebzeleri bir gün öncesi akşamından içerisine elma sirkesi kattığınız suyun içinde bekletiyorsunuz. Böylelikle üzerindeki tarım ilaçlarından arındırabiliyorsunuz.
Her akşam içine bir miktar hakiki bal ve elma sirkesi kattığınız bir bardak ılık su içtikten sonra yatın. Ölçülü olarak taze havuç suyu tüketin. Beyaz üzümü mevsiminde ölçülü olarak arada çekirdeklerini de çiğneyerek tüketin.
Su içmekten vazgeçmeyin. Uzun süre aç kalmayın az az da olsa düzenli öğünlerle yeyin.
Vücudunuzda zehirli maddelerin birikmesine mümkün olduğunca izin vermemeye çalışın. Su için, hareket edin, taze sebze meyve tüketin, stresten uzak durun.

günsu
11-10-2008, 21:11
Zaten sebzeler hemen çürümeye başlıyor,
artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

Maalesefki satın aldığımız herşeyde insan sağlığını hiçe sayarak önce ceplerini düşünüyorlar,komşumuz olan bir bayan hayvan gübresiyle yetiştirdikleri domatezi satmaya gelmeyecek kadar az döktüğünü ve kendilerine ayırdıklarını bahsediyordu.

Sattıkları başka kendi yedikleri başka insanların sağlığı neolursa olsun kimin umurunda:mad:
Bence herkes eskisi gibi salçasını ekmeğini herşeyini evde kendi yapmalı sebzesini kendi yetiştirmeli.Bizden başkası bizim sağlığımızı düşünmez

cemal.S
12-10-2008, 10:28
Merhaba Baldas!

Arkadaşlarımızın yazdıklarını şöyle hızla okudum. İzlenimimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Gerçekten çok güzel faydalı bir sayfa oldu. Her bilgiden sonra dahada güzelleşiyor diye düşünüyorum. Başta siz ve konuya mesaj yazan tüm arkadaşlarımıza sonsuz teşekkürler.

Saygıyla.

praecox
12-10-2008, 11:37
Ach şu limon asidi ach...!

E330 citrik asit için şu kaynağı bir okuyun.
Link (http://www.turktox.org.tr/gida/yanlis.htm)

Terim kargaşamız ve amatörlerin bir lafın bir ucundan tutarak tersten anlaması neyse de bu Prof. imzalı yazılar neyin nesi.
Medyatik olma peşindeler mi?

# E-330 sitrik asitin kodudur. Sitrik asit başta narenciyeler olmak üzere birçok meyvada yüksek miktarlarda bulunan bir organik asittir. Sitrik asit insan organizmasında da günde gramlarca üretilir. Bu biyokimyasal mekenizmaya trikarboksilik asit siklusu, sitrik asiti veya KREBS siklusu adı verilir. Bu siklus glukozdan enerji sağlanması ile ilgili bir metabolizma olayıdır ve durması organizmada yaşamın durması ile eş anlamlıdır. Bu temel biyokimyasal mekanizma 1953 yılı Nobel Tıp Ödülü'nü alan Sir Hans Adolf Krebs tarafından aydınlatılmıştır.
# Sitrik asit meyva suları ve meşrubatlar başta olmak üzere çok sayıda gıda türünde gıda katkısı olarak kullanılmaktadır.


Citronen saeure cyclus ilk organik kimya derslerinde zar zor adım adım tepkime eşitliklerini ezberlediğim bir döngüdür. Bu olmasa insan da olmaz hal böyle iken... kim bunlar neden böyle bir yanılgıyı ortaya koyuyorlar. Bunları sorgulamamız gerek.
Vor gebrauch des mundes gehirn einschlaten, yani ağzınızı açmadan evvel beyninizi açın.

Şimdi ordaki keşfeden adamın soyadı krebs yani yengeç ancak almancada kanesre verilen adla eşdeğer olduğu için mi limon kanserojen oluyor.
Krebs cyclusu Kanser döngüsü diye bire bir tercüme ederseniz ancak bunu anlıyabilirsiniz.

Ağzı olan konuşuyor.

Ferda Ülkümen
12-10-2008, 12:09
EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI: E330 ( NE YAZIKKI BIRÇOK HAZIR GIDADA KULLANILMAKTADIR.)BAZI HAZIR GIDALARDA TESBIT EDILEN KATKI MADDELERI E330 -(firma isimleri silinmiştir)

KULLANILAN KATKI MADDELERININ TESBITI IÇIN ANALIZ YAPILMASINA IZIN VERILMEMIŞTIR.




Benim de anlayamadığım, analiz yapılmasına izin verilmediyse tesbit edildiği nasıl iddia ediliyor?
Marketten alıp ta analizini yapamıyorlarmı?

malina
12-10-2008, 12:33
Gıda Katkı Maddeleri Nedir?

Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinde yayımlanan tarife göre; Tek başına gıda olarak tüketilmeyen veya gıda ham veya yardımcı maddesi olarak kullanılmayan, tek başına besleyici değeri olan veya olmayan, seçilen teknoloji gereği kullanılan işlem veya imalat sırasında kalıntı ve türevleri mamul maddede bulunabilen, gıdanın üretilmesi, tasnifi, işlenmesi, hazırlanması, ambalajlanması, taşınması, depolanması sırasında gıda maddesinin koku, tat, görünüş, yapı ve diğer niteliklerini korumak, düzeltmek veya istenmeyen değişikliklere engel olmak ve düzeltmek amacıyla kullanılmasına izin verilen maddelerdir.

E Kodu Nedir ?

Gıda katkı maddelerini tanımlamak ve herhangi bir karışıklığa yol açmamak için kullanılan Avrupa Birliği’nin (EC) simgesi olarak E harfi ve üç rakamlı sayıdan ibaret kodlardır. Avrupa Birliği tarafından her katkı maddesi için belirlenir. Doğal veya sentetik olsun gıda maddelerinde kullanılan ve katkı maddesi olarak tanımlanan tüm kimyasallar bu kodlama sisteminin içindedir.

Katkı Maddeleri Sınıfları Nedir?

Gıda katkı maddeleri işlevlerine göre şu şekilde sınıflanabilir: koruyucular, tatlandırıcılar, antioksidanlar, renklendiriciler, tatlandırıcılar, kekleşmeyi önleyiciler, stabilizerler, emülgatörler, taşıyıcılar, taşıyıcı solventler, asitler, asitliği düzenleyiciler, aroma arttırıcılar, emülsifiye edici tuzlar, hacim arttırıcılar, itici gazlar, jelleştiriciler, kabartıcılar, kıvam arttırıcılar, köpük oluşturucular, köpüklenmeyi önleyiciler, metal bağlayıcılar, modifiye nişastalar, nem tutucular, paketleme gazları, parlatıcılar, sertleştiriciler, stabilizörler, taşıyıcılar, topaklanmayı önleyiciler, un işlem maddeleri.

Her katkı maddesinin kullanım miktarı sınırlandırılmış mıdır?

Hayır, bazı katkı maddelerinin kullanım miktarı iyi teknolojinin gerektirdiği miktar (Good Manufacturing Processes=GMP) olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda kullanım miktarı kolonunda (maksimum doz) QUANTUM SATIS (QS) (herhangi bir maksimum seviyenin belirtilmediğini gösterir) ifadesi yer alır. Bununla beraber; bir katkı maddesi özgün bir gıda maddesinde QS maksimum miktarı ile izin verilirken aynı katkı maddesi farklı bir gıdada miktarı sınırlandırılmış olabilir. Örnek; alfatokoferol (E307) rafine zeytinyağında maksimum 200 mg/l maksimum dozuna sahip iken, emülsifiye edilmemiş hayvansal ve bitkisel katı ve sıvı yağlarda QS düzeyinde izin verilebilmektedir.

Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine Göre Sayılarla Gıda Katkı Maddeleri

Türk Tgıda Kodeksi Yönetmeliğinde yapılan sınıflamaya göre, birden çok fonksiyonu olan gıda katkı maddeleri, koruyucular, tatlandırıcılar, antioksidanlar, renklendiriciler, tatlandırıcılar ve taşıyıcı solventler olmak üzere toplamda 400’e yaklaşan sayıdadır. Bunların çeşitli gıda maddelerinde maksimum dozları QS düzeyde %17-20 oranındadır. Ayrıca gıda aroma maddeleri sınıfında; yapay aroma maddeleri yaklaşık 400 ve doğala özdeş aroma maddeleri ise yaklaşık 1800 adettir.

Gıda Katkı maddesinin toksik etkileri nasıl araştırılır?

Bir katkı maddesinin toksisitesi; kanser, doğum kusurları, sinir sistemi ya da diğer organlar üzerinde olumsuz etkileri laboratuar hayvanları üzerinde deneylerle araştırılır. Bu çalışmalar; kısa (akut) ve uzun (kronik) süreli testleri içerir. Yapılan testler çok çeşitli olup, fetus testlerini, nörotoksisiste testlerini, en az iki jenerasyon takip edilerek yapılan testleri de içerir. Kanser hariç uzun süreli etkiler için laboratuar hayvanları hiçbir olumsuz etkinin görülmediği (NOAEL:no observed adverse effect level) düzeyini tayin etmek için test hayvanları farklı dozlara maruz bırakılır. Bu düzey güvenlik faktörü ile (100) çarpılarak günlük alınabilecek miktar (ADI=Acceptable Daily Intake) belirlenir. Eğer insan üzerinde bir veri mevcut değilse, ayrıca bireylerin duyarlılık farklılıklarını dikkate alacak x10 faktörü de kullanılabilir (toplam faktör 1000). ADI değeri bir bireyin vücut ağırlığı esas alınarak tüm yaşamı boyunca bir sağlık riski olmaksızın tüketebileceği katkı maddesi miktarının tahminidir.

Herhangi bir kimyasalın sağlık üzerine olumsuz etkisi direkt olarak kullanılan miktara bağlıdır. Örneğin bir kimyasalın bireyde oluşturacağı olumsuz etki doz ile birlikte artar. Ancak kanser yapıcılar için teorik olarak tek bir molekülün tümör oluşturabileceği dikkate alındığında dozun artışının bu olasılığı da artıracağı doğaldır.

Bununla beraber ADI değerlerinin aşılması durumunda mutlaka olumsuz sağlık etkileri çıkacak anlamında değildir. Zira bu değerin hesaplanmasında kullanılan belirsizlik faktörleri oldukça geniştir (100-1000). Bazı katkılar için ADI değeri tanımlanmamıştır, çünkü hiçbir olumsuz etki söz konusu değildir.

Gıda Katkı Maddeleri Niçin Kullanılır? Gerekli midir?

Günümüz ekonomik ve sosyal şartlarında, ev dışında çalışan insan sayısının artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, yemek hazırlamak için az zaman kalması gibi faktörler insanları tüketime hazır veya hazırlanması daha pratik hale getirilmiş gıda tüketimine yönlendirmektedir. Bu anlamda, gıdanın raf ömrü olarak da tanımlanabilen dayanma süresinin arttırılması, ilk andaki tazeliğini, besin değerini, görünüş, renk, koku ve aromasını koruması da o gıdadan beklenen bir özellik halini almaktadır. Dolayısıyla, gıdaları koruma ve zenginleştirme metotlarından olan katkı maddeleri kullanımı da teknolojik olarak zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır. Gıda katkı maddelerinin kullanım nedenleri çok fazladır. Bunlardan başlıcaları aşağıdaki gibidir.


Gıdanın besleyici değerini korumak için,
Özgün diyet ihtiyaçları olan insanlar için özel bir gıda üretimi için,
Gıdanın dayanıklılığını artırıp daha uzun bir raf ömrüne sahip olmaları için,
Gıdanın dokusal özelliklerini geliştirmek için.
Gıdanın lezzetini ve rengini çekici hale getirebilmek veya koruyabilmek için.
Yağın acılaşması (oksidasyon) gibi istenmeyen reaksiyonları engelleyip lezzet kayıplarını önlemek ve besin öğelerini korumak için.
Gıdanın işlenmesi sırasında çoğu zaman teknolojik gereklilik olarak,
Gıdada hastalık yapıcı mikroorganizmaların gelişmelerini önlemek için.
Gıda çeşitliliği sağlamak için kullanılırlar.

Gıda Katkı Maddelerinin Kullanılma Miktarlarına kim karar verir? Kim denetler?

İkinci dünya savaşından sonra Avrupa’da Codex Alimentarius olarak adlandırılan standartlar seti hazırlanmaya başladı. Amaç ülkeler arası ticareti kolaylaştırmak için uluslar arası terminolojiyi ve kuralları geliştirmekti. WHO ve FAO’nun ortak komitesi Joint Expert Committee in Food Additives and Contaminants (JECFA) maksimum kullanma düzeylerine karar verir, tüm toksikolojik çalışmaları değerlendirir, ADI değerlerinin güvenli olup olmadığını inceler. Böylece gıda katkılarının üründe bulunabileceği miktarlar belirlenir.

Ülkemizde ise Avrupa Birliği standartları esas alınarak mevzuatımıza uyarlanmaktadır. Türkiye’de bu tür toksikolojik çalışmalar diğer pek çok ülkede olduğu gibi yapılmamakta olup, kullanma miktarları ve ürünlerin tanımları için uluslar arası standartlar uygulanmaktadır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na ait Enstitü ve Kontrol Laboratuvarlarında (Katkı ve Kalıntı Laboratuvarlarında) çeşitli sıklıklarda ürünlerin katkı maddeleri içerikleri incelenmektedir.

Maksimum Miktar nedir?

Bir katkı maddesinin gıdada bulunabilecek en yüksek miktarıdır.

Gerçek Düzeyler Maksimum Dozdan Yüksek Olabilir mi?

Ürünlerdeki gerçek düzeyler ise maksimum dozdan daha az olmak zorundadır, bunun nedenleri ise şöyle açıklanabilir;


Aynı etkiyi verebilecek birden fazla sayıda katkı maddesine izin verilebilmektedir (Örneğin; Koruyucular 32 adet, Tatlandırıcılar 12, Antioksidanlar 15 adet, Renklendiriciler 43 adet). Dolayısıyla sinerjik (birlikte tek tek olduklarından daha kuvvetli etki) etki yaratmak üzere benzer katkılar birlikte kullanıldığında aslında daha az miktarda kullanılır.
Katkı maddeleri kullanımında sanayici için maliyet önemli bir faktördür.
Sanayici maksimum teknolojik etkiyi sağlamaya çalışır.

Ancak son zamanlarda medya programlarıyla ortaya çıkan önemli soru bazı üreticilerin GIDA SINIFI (Food Grade) katkı maddelerini kullanılıp kullanılmadığıdır. Zira yönetmeliğimizde aynen uluslararası standartlarda olduğu gibi GIDA SINIFI katkı maddelerinin saflık kriterleri ve taşıması gereken özellikler de çok net tanımlanmıştır. Genel olarak ülkemizde katkı maddeleri üretilmemekte ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın izin ve kontolu altında ithal edilmektedir. Bu nedenle ithalat mevzuatı gereği, ithalatçı firmalar bu ürünleri ülkemize getirirken gerekli analizleri yaptırtmak zorundadır ve üretici sertifikalarını da beraberinde sunmak durumundadır ki, esasen ithal edilen tüm gıda katkı maddeleri Tarım Bakanlığının ilgili kontrol mercilerince fiili ithal aşamasında muayene ve analize tabi tutulmaktadır. GMP Nedir?

GMP, bir katkı maddesinin istenen teknolojik etkiyi oluşturacak iyi üretim koşulları altında gerekli miktardır. Genel olarak quantum satis (QS) miktarında kullanılırlar.

Tüketicilerin Gıda ile ilgili riskleri algılamaları farklı mıdır?

Risk yönetiminde bilimsel ve ekonomik bilgilere ilave olarak teknik olmayan faktörlerin dikkate alınması gereklidir. Tüketicilerin riskleri algılamalarında etkili olan faktörler geleneksel risk değerlendirmesinden farklıdır. Örneğin bazı faktörler çok büyük önem kazanır; çocukların etkilenip, etkilenmediği, halkın mevcut tehlikeye aşina olması, çevreye etkilerinin ne olduğu gibi...

Bilimsel ve sosyal faktörleri dengelemek gereklidir ve risklerin mutlaka toplumla iletişimi yapılmalıdır. Halkın gıda katkı maddeleri hakkındaki görüşleri genelde yanıltıcıdır. Sıklıkla insanlar doğal gıdaları, kimyasal katkılar ve koruyucular içeren gıdalara tercih etmektedir.

Aslında aynı bireyler, daha besleyici, daha elverişli, taze, güvenli gıda maddelerini istediklerini belirtmektedir. Oysa bu nitelikler, gıda maddelerinin katkı maddeleri içermesini de gerektirmektedir. Gıda katkı maddeleri hakkındaki yanıltıcı algılamalara yol açan bilgiler sıklıkla bazı medya ve popüler basın kanalıyla ve son yıllarda dünyada olduğu gibi Internet aracılığı ile insanlara ulaşmaktadır.

Bu bileşiklerin işlevleri ve kaynakları hakkında anlama karmaşasına yol açmaktadır. Bu korkular, toplumun toksikoloji bilimini anlamasındaki yetersizlikleri, doz ile vücudun metabolize etmek kapasitesi ve insanların maruz kaldıkları gıda bileşenlerinin pek çoğunu detoksifiye etmelerini anlamamalarından kaynaklanmaktadır.

www.codexalimentarius.net (http://www.codexalimentarius.net/)
www.codexalimentarius.net/jecfa.stm (http://www.codexalimentarius.net/jecfa.stm)
www.inchem.org/pages/jecfa.html (http://www.inchem.org/pages/jecfa.html)
www.fao.org/es/esn/jecfa/database/cover.htm (http://www.fao.org/es/esn/jecfa/database/cover.htm)
www.kkgm.gov.tr/Genel/index.asp?Prm=/Mevzuat/Kodeks.asp?Adres=KodeksList.htm (http://www.kkgm.gov.tr/Genel/index.asp?Prm=/Mevzuat/Kodeks.asp?Adres=KodeksList.htm)

www.gidakat.org.tr (http://www.gidakat.org.tr)

Baldaş
12-10-2008, 12:54
Teşekkürler Malina eklediğin bilgiler için

Arkadaşlar mutfakta kullandığınız ağaçtan yapılmış kaşık kepçe vb gibi araç gereçlerden bir an önce kurtulun. Ya atın ya da başka işlerde kullanın ( Toprak çapalayın vs. ). Tahta kaşıkları diğer mutfak aletleri gibi deterjanla yıkadığınız zaman bir miktar da olsa emme özelliği var. Bulaşık makinesine yıkanması için koymayın. Daha sonra onları yemek pişirirken karıştırırken kullanıyoruz. Hatta dalgınlıkla pişen yemeğin içinde bırakıyoruz. Dikkat etmek gerekir...
Yapılan araştırmalara göre meme ve prostat kanserine neden olan en önemli faktörlerden biri de vücuda dışarıdan suni olarak alınan hormonlar. Sebze meyvelerin daha hızlı olgunlaşması için kullanılan hormonlar insan vücudunda zamanla birikiyor. Altı yedi yaşındaki kız çocuklarının erken dönemde ergenliğe girme şikayetiyle hastanelere getirildiği; adet görmeye başladıkları belirtiliyor.
Uzakdoğulu kadınların meme kanseri oranlarının düşük olduğu tespit edilmiş ve bunun nedeni olarak soya fasulyesini çok tükettikleri fikri ortaya atılmış. Amerikadaki kadınların rahim ağzı kanserinden ölüm oranı oldukça düşük. Sebep, düzenli olarak pap-smear testi yaptırmanın zorunlu olması. Ben vatandaşım, Halk Sağlığı Uzmanı değilim. Vatandaş bu bilgiye bir şekilde ulaşıyor da Sağlık Bakanlığı ne yapıyor merak ediyorum?
Sebzelerinizi elinizden geldiğince kendiniz üretmeye çalışın. Çürük çarık ekşi de olsa meyveleri kendi bahçenizden yeyin.
Sayın Praecox biyokimya konusunda bizden kat kat fazla bilgili olduğunuz ve her konuda bizden daha deneyimli görmüş geçirmiş biri olduğunuzu biliyoruz. Problemin kaynağı doğru dürüst muhatap bulamamamızdır. Sorumlular ve profesörler ortaya çıkıp açıklama yapmadığı sürece bilgi açlığımızı bir şekilde gidermeye çalışıyoruz. Beynimizi ne kadar açarsak açalım her birimiz birer labaratuvar kuramayacağımıza göre bir bilgi vericiye ihtiyacımız var. ( Bu yazdıklarımı tartışma olarak algılamayın "bizim kabahatimiz yok ki" demek istiyorum )

eskimo
12-10-2008, 15:17
Ağzı olan konuşuyor.

Çok doğru :)
Aşağıda eski bir haber var ,hatırlarsanız aylarca gündemde kalmıştı.

‘İçtiğiniz gazozda alkol var’
Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Bülent Deniz, “piyasadan alınan ve TÜBİTAK tarafından analizleri yapılan 10 farklı gazozda belli oranlarda alkol çıktığını” ileri sürdü.

16 Ekim 2006 PazartesiİSTANBUL -
http://www.ntvmsnbc.com/news/387711.asp

praecox
12-10-2008, 16:09
Balda alkol var.

Diye de başlık atabiliriz. Bu da mümkün. Hatta doğrudur.
Zira balmumunun kendisi bir alkoldür.
Tabii bu bir demagoji. Alkol var alkol var. Şayet gazozda alkoldan kasıt ethylalkohol vardaıysa bunu da normal karşılıyabilrim zira meyve suyu da fermante olup eser miktarda ethanol oluşturur. Hatta afrikada bazı olgunlaşmış meyvelerin maymunları nasıl sarhoş etiğini sanırım hepimiz en geç bazı belgesel kanaların açılması ile görmüşüzdür.

Gazozdaki ethanolun miktarı da önemli bu miktar belli bir oranı geçer ise alkollü içecekler statüsüne girer.

Çoğu beşeri ilaç tinktur v.d. aplikasyon formlar lipofil özeliği olan aktif maddelerin ve/veya esansın çözümlenmesinde ethanol kullanılır. Bu gazoz şirketleri de bu doğal veya doğal özdeş aromaların aplikasyonunda insan sağlığına zararlı olamıyacak başka hiç bir alkol kullanamazlar.
Alkohol bu bağlamda en doğal çözüm.

Bu yazımdan alkolü över bir şeyler algılanmasın lütfen.
Hep yazdığım gibi İlacı zehir, zehri de ilaç yapan DOZUDUR.

Şunu da belirtmeden edemiyeceğim Alkol içmekten kaçınan kesimlerin de kolonya kullanımı özelikle de burundan resorpsyonundan vaz geçmeleri gerek. Alkol da kokain misali burundan kolayca resorbe olup kana karışır.

Saygılarımla

eskimo
12-10-2008, 17:20
'Gazozda alkol' örneği,
bazı duyguların nasıl sömürüldüğü ve çıkar uğruna kullanıldığına örnek vermek amacıylaydı.
Kanser konusunda da bu gibi yayınlar oldukça fazla.
Mide kanserinden kaybettiğimiz babama kaplumbağa kanı içirmek isteyenler bile çıkmıştı,ne varki bizler dürüst hekime rastlamıştık,babamın son günlerinde hastamızı evde bakmamızı önermişti daha sonra doktorumuzun da kanserden öldüğünü öğrenmiştik.
Ne yazık ki kanser hastaları ve yakınlarını sömüren büyük bir sektör var.

Sevilay
13-10-2008, 00:17
Gata (http://www.gata.edu.tr/dahilibilimler/onkoloji/index.htm)'nın sitesine girerseniz, ilgilenebileceğiniz başlıklar bulabilirsiniz.

Aileler başlığında,hoş bir cümle vardı;

Engeller vahşi hayvan gibidir. Aslında korkaktırlar, yapabilirse size blöf yaparlar. Eğer kendilerinden korktuğunuzu görürlerse üzerinize atlamaya hazırdırlar. Ama taa gözlerinin içine bakarsanız yavaşça çekilip giderler.

Orison Swett Marden

ilker_eroglu
13-10-2008, 00:51
Merahabalar,

Bu konu hakkında o kadar çok şey yazılıp çiziliyorki medyada insan kim inanacagına şaşırıyor .

Bu başlık altında bu konu hakkında bilgisi çok olan dostlarımızın bize reçeteler yazması gerekmektedir.

Ben elimden geldigi kadar şüphe duydugum maddelerin oldugu ürünleri tüketmemeye çalışıyorum. Ben elimden geldigi kadar yaptıgım araştırmalarda ögrendiklerimle önlem alamaya çalışıyorum. sürekli elimden geldigi kadar yazmışım artık sizlerinde yardımınızla elimden gelenin daha fazlasını yapmak istiyorum.
Bana ve bu konuda az bilgisi olan kişilere yol gösterilmesi gerekmketedir.

Baldaş
13-10-2008, 09:00
Aşağıya eklediğim alıntı Sevilay Hanımın verdiği linkten alınan değerli bilgileri içermektedir.


Günümüzde yenilen gıdalar, gıdalara konulan katkı maddeleri, tatlandırıcılar, yiyecekleri renklendiren kimyasal maddeler, yiyeceklerin pişirilme şekilleri dahil birçok faktör kanseri oluşturan nedenler arasında sayılmaktadır.

Biyoteknolojinin ve kimya sanayiinin gıda sektörüne girmesinin sayılamayacak kadar fazla katkısı yanında bu tür korkulabilecek etkileri olacağı da gözden uzak tutulmamalıdır.

Günümüzde zararlı etkileri gösterilmese de genleri ile oynanmış mısırların hayvancılık sektöründe yem olarak kullanılması kamuoyunda tartışma başlatabilmektedir (6). Çilekli dondurmada çilek yerine çoğunlukla çileğe özdeş olarak yapılandırılmış katkı maddeleri kullanılmakta ve bunlar özellikle çocuklar için en fazla tüketilen yiyecek maddeleri arasında yer almaktadır. Yanmış gıdaların sıklıkla alımı sindirim sistemi tümörlerini oluşturabilmektedir. Belli hormonlar ve kimyasal maddeler kullanılarak daha renkli daha iri çilekler elde edilebilmekte, albenisi olan iri simsiyah zeytinler üretilebilmektedir. Bu tür haberler ve sağlıkla ilgili yorumlar daha sık olarak günlük gazete ve televizyon ekranlarından halka sunulmaktadır. Ancak gıda sektörü ile ilgili bu tür uygulamalar da artarak sürmekte ve günlük kullanım için market raflarını süslemektedir.

Bu nedenle yurtdışında başlayan ve yurdumuzda da hızla yayılan katkı maddesi, hormon ve kimyasal ajanlar kullanılmadan üretilen organik tarım uygulamaları ve bunlara talep hızla artmaktadır (7, 8, 9).

ekalafat
13-10-2008, 11:55
Bilgi kirliliği o kadar fazla ki doğruyu da söyleseniz yanlış anlaşılıyor. Ancak insanın başına gelince anlıyor. Türk insanına "bir musibet bin nasihatten evladır" denmiş.

Musibet gelmeden anlamaz maalesef

Ama yazmaktan ,söylemekten imtina mı edeceğiz? Tabii ki değil. Bilenler bildiklerini paylaşsınlar. Ben şevkle okuyorum. Yapabildiklerimi yapıyorum. Gerisi için de üzülmüyorum.

Baldaş
13-10-2008, 13:34
Bilimadamlarının yaptıkları açıklamalara göre her insanın vücudunda konumuz olan hastalığa neden olacak sayıda anormal hücre hergün üretilmektedir. Ancak güçlü bağışıklık sistemimiz ve düzenli çalışan metabolizmamız bu hücreleri anında tespit edip etkisiz hale getirmektedir.
Burada yapmamız gereken bağışıklık sistemimizi olabildiğince koruma altına almamızdır: Bu konuda bize yardımcı olan dostlarımız: Taze sebzeler ve meyveler, su ve sağlam bir psikolojidir.
Kanserle savaşan sebze ve meyveler: ( Hemen hepsi ama özellikle ) Domates, beyaz üzüm ( çekirdekli ), beyaz ve kırmızı lahana, havuç, soya fasulyesi, karnabahar, soğan-sarımsak, brokoli, enginar.
Vücuda aşırı miktarda alınan protein, yağ ve şekerin hastalığa yakalanma riski oluşturduğu bilinmektedir.

Baldaş
14-10-2008, 10:43
Cildimizdeki benleri ve lekeleri takip etmemiz gerekiyor. Cildimizdeki yaraları sık sık oynayarak kanatmaktan ve koparmaktan kaçınmalıyız.

Benlerinizin üzerinde bulunabilecek olan tüy kıl gibi oluşumları çekerek koparmayın. Makasla kesin.Beninizi kesinlikle kanatmayın. Benin şeklinde, çapında, renginde bir değişiklik farkederseniz hemen doktora gidin. Hızla büyümeye başlayan renk değiştiren ve yüzeyi farklılaşan benler tehlike habercisi.

Son günlerde çok tartışılan cep telefonu konusuna gelince. Bana sorarsanız cep telefonunuzu konuşmuyor olsanız dahi sürekli üzerinizde taşımayın derim. Zaten telefonunuzu sürekli bulundurduğunuz vücut bölgesinde zamanla yanmalar ağrılar titreşim benzeri hisler olduğunu farkedebilirsiniz. Geceleri telefonunuz kapalı olsun. En azından uyurken başınızdan uzak bir yerde bulundurun.

http://www.gnrk.gazi.edu.tr/sar.htm

Nedir bu SAR değeri? Merak edenler için yukarıdaki link ayrıntılı bilgi vermekte ve telefon marka ve modellerine göre yapılan ölçümleri bildirmektedir.

praecox
14-10-2008, 11:54
Kanser konusuna değişik bir bakış açısı.

İnsanoğlunun takip edilebilen tarihi 5 bin yıl kadardır. Son bin yılı inceler isek göreceğiz ki geçen yüzyıla kadar insanoğlunun yaşam beklenti ortalaması 30 40 yıl arasında idi. Tıbın son yüzyıldaki gelişimi ile yaş 35 yolun yarısı eder gibi şarkılar besleyip yaş 70 iş bitmiş derdik. Hatta 40 ından sonrakileri teneşir paklar derdik ben bu yaşımda bu deyimleri anlayamıyor isem burada telaffuz edilmeyen bazı gerçekler var demektir.
Geçen yüzyılda ne çikolatada melamin ne sebzede zirai atık nede kurşunsuz benzin vardı. Tütün dahi sigara gibi değil pipo, puro nargile veya hatta cannabis opium gibi maddeler de okkalı içilirdi. O yıllar sigara hatta esrar içenlerin bazılarının 70-90 hatta 100 yaşını doldurdukları bilinir.
O yıllar her şey bugün özendiğimiz gibi doğal idi ise de insanların dişlerinde gözlerin de v.s. bir dizi sorun vardı ağız ter kokusu yüzünden parfüm keşfedilip bu kokular maskelendi alkali sabunlar o zaman nedense cildi tahriş etmezdi. Özelikle yüzde görülen uyuz lekelerini maskelemek için de pudra keşfedildi.
Salgın hastalıklar tabii bir seleksiyona yol açıyordu. Nerdeyse milletler kırılıp yok oluyordu.
O yıllar tüm bu felaketleri hastalıkları atlatan kişi de 70’ini veya üzeri bir yaşına ulaşıp öldüğünde kanserden mi neden öldüğü pekte bilinemiyordu.
Gerçek şu ki insanoğlu doğduğu andan itibaren 20 li yaşlarına kadar bir büyüme gelişme gösterir ondan sonra kemik ve kas gelişimi durur ve adeta vücutta yaşlanma prosesi adı verilen kendini imha eden bir süreç başlar. Hücreler eskisi gibi kendini yenilememekte anlaşılmaz bir çaba içine girer.

Günümüzde tıbbın sayesinde bu tabii seleksyona bir nebze de olsa karşı çıkabildik ise de, bu adı geçen yaşlanma prsosini genetik olarak durdurmayı başaramaz isek, ya da genetik bir değişimi sağlayamaz isek, ölüm için “bahane” olan hastalıkları yenemeyeceğiz. Tabii bu noktadan sonrası science fiction ama öyle ama böyle gelecekte başımıza gelecek şeyler…

Gerçek şu ki ölüm bugün gerçek kanser bahane ve de o olmazsa başka bir araz biraz da vücudun bu kendini imha etme yenilememe bağışıklık sistemindeki aksaklıkların da başlaması ile ortaya çıkan doğal bir süreç tabii bunu tüm kanser vakaları için genelemek pekte doğru değil.

İnsanoğlu dünyanın taşıyabileceğinden fazla üredi her bir bireyi doyurmak biraz olsun insani koşullarda yaşatmanın da bedelleri büyük. Doyurmaya çalışırken en az buradaki forum üyeleri tarladan verimli ürün almanın zorlukların bilir. Burada organik tarım organik kimya organik kimyasallar demagojisine girmek dahi istemiyorum zira herkesi kendi bahçesinde kendi sebzesini yetiştirmesi gerektiği safsatasına, veya organik tarımla herkesi besler hale getirecek bir tarımın ekolojik ve ekonomik olamayacağını hepimiz bilinçaltında da olsa kabul edip telaffuz edesimiz yok.
Burada biyolojik bağlamda “arsızın üremesi” fenomeni de beni ürküten bir gerçek. Bu konuya da çok kısa değinmek gerekir ise tarladaki ayrık otların ürünü nasıl sarabileceğini veya saracağını biliriz. Kultive bitkiler, ortama daha kolay adapte olan ve de hedefi sadece kendi soyunu idame etmekten öte bir gerçeği olmayan egoistik genlilerce bastırılır. Ekolojiye baskın çıkmasının bir ikinciye faydası yok. Korkarım ki etik olmasa da insanoğlunda da bu böyle.

Kısacası bir de olaya bu taraftan bakarsak bana biraz da o iyidir sebzeyi sirkeli suyla yıkayın. Organik tarım yapalım ama hepimiz de bu tarımla beslenebilelim. Sigara içmeyin ama araba kullanıp egzoz gazı salınımına bir şey demeyin zira kimse bugün işine bisikleti ile gitmek istemiyor. Gibilerden bir sürü şey için kafa patlatmak da çok da anlamlı gelmiyor bana.

Almanca bir laf ile bitireyim bu yazımı her zamanki gibi nedense :D
“Man sollte die dinge so nehmen wie sie kommen, aber man sollte auch dafür sorgen dass die dinge so kommen wie man sie lieber nehmen möchte”.

Meali: bazen olayları geldiği gibi kabul etmek gerekir, ancak yine de olayların istendiği gibi gelmesi için de bir şeyler yapmak gerekir.
Kanseri kader gibi görebilirsek de elbetteki gözümüze sokulan gerçekleri görmezden gelmeyip bir şeyler de yapabiliriz.
Ancak pek de kafaya takmamak bu konuda yapabileceğimiz en iyi şey gibi görünüyor.

Saygılarımla


*) rakamlar tabiri caiz ise şu anda işkembeden attım daha değişik statiksel rakamlar bulmak mümkün ise de fazla kurcalamadım. Bu bağlamda anlamı öne çıkartmak babında yazdım.

denizakvaryumu
14-10-2008, 12:48
Eğer bir elenmeden söz edilecekse, bilgi yosunu kişilerin en başta eleneceği kesin.

Kimse kesin olarak akciğer kanseri olacağını bildiği asbestli gemi söküm işinde veya kot pantalon taşlama işinde çalışmak istemez.Ama bu bilgiden yoksun ise iş bulduğuna sevinir.

Baldaş
14-10-2008, 13:45
Sayın preacox yazdıklarınız doğru da benim algılayışım kader boyutunu çok çok aştı. Hatta paranoya sınırlarında dolaşıyorum. Yani burada sosyal bir aktivite olsun diye çabalamıyorum. Kara veba gibi bir salgın var hiçkimse uyumasın demek istiyorum.
Sayın denizakvaryumunun da dediği gibi herşeyi oluruna bırakamayız. Genel olarak insanların umursamazlığı hızlı tren yoluna çilingir sofrası kurmaya, yüksek gerilim hattında cambazlık yapmaya benzemeye başladı.
Son bir yılda özel bir çaba harcamadan hatta hiç çaba harcamadan çevremden pek çok kişinin bu hastalığa yakalandığını öğrendim. Yahu hadi daha açık yazayım. Galiba santral kazasının etkisi şiddetli bir dalga şeklinde kendini gösterdi.

Son bir yıl içinde çevremden üç yumurtalık kanseri, bir akciğer kanseri, iki meme kanseri, bir beyin tümörü, iki lösemi, bir cilt kanseri, bir kemik kanseri, bir bağırsak kanseri, bir tiroid kanseri ve sağda solda türünü bilemediğim nice haberi aldıktan sonra ki toplamda doktor olmadığıma ve çevremde de fazla sağlıkçı bulunmadığına göre 13 rakamı çevresi pek de geniş olmayan kendi halinde yaşayan birine göre fena sayılmaz.
ŞÜKÜR Kİ UYANIK OLANLAR, ERKEN DAVRANANLAR TEDAVİ OLDULAR VE NORMAL YAŞAMA DÖNDÜLER. KANSER ZAMANINDA MÜDAHALE EDİLDİĞİNDE TEDAVİSİ MÜMKÜN OLAN BİR HASTALIKTIR.
Çok üzgünüm ama konunun felsefi boyutunu tartışacak kadar dahi zamanımız kalmadı.

Baldaş
15-10-2008, 10:55
MANGAL YAKMAK NEDEN ZARARLIDIR ?
( Alıntıdır )
İlk olarak etin çok hızlı pişerek denetre olması. İkincisi ise etten düşen yağın kömürde yanarak okside olması ve bir şekilde tekrar ete yapışması. Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Necdet Üskent, yüksek ateşte pişen ette ortaya çıkan nitrozaminlerin kanserojen etki yarattığını söylüyor. Üskent 'bu tarz pişirme en fazla mide, kolon, yemek borusu kanserlerine neden oluyor. Etin beyaz ya da kırmızı olması kanserojen etki açısından fark etmiyor' diyor.

Zaten biliyorsunuz ama hatırlayalım diye.

eskimo
15-10-2008, 12:36
SAĞLIK ÇALIŞANLARI VE KANSER
1935-1958 yillarini kapsayan, saglik çalisanlari üzerinde yapilan retrospektif çalismada radyologlar ve x-isini kullanan klinisyenlerin, yasa orantili ölüm oranlarinin kardiyo-vasküler ve renal hastaliklar, kanser (özellikle lösemiler) bagli olarak arttigi bildirilmistir[ii].

1953 yilinda Amerika’da klinisyenler arasinda yapilan bir çalismaya, 63 akciger kanserli ve 133 diger bölgelerinde kanser olan klinisyen alinmistir. Ortalama ölüm oranlari sigara içmeyen klinisyenlerde 100.000!De 10 iken günde 35 ve üzeri sigara içenlerde 133 olarak saptanmistir. Bu çalismada tütün kullanmanin asil etken oldugu gösterilmistir[iii].
..........
http://www.perilikosk.com/saglik-calisanlari-ile-kanser-iliskisi-t34306.html?t=34306


Sağlık çalışanlarının,özelliklede rodyoloji uzmanlarının bilgi yoksunu olmadığını ve uzun bir tıp eğitiminden geçtiğini göz önüne alırsak, bilgi yoksunu olmayanların da kanser riski taşıdığı tartışılmaz.
Baldaş'a katıldığım tek nokta Nükleer Santral konusu.
Bu santrallerin insan üzerindeki etkilerinin yanısıra doğaya etkilerinin yüzlerce yıl sürmesi doğanın yok olması demektir.
Kısacık insan yaşı ile 4 milyar yıllık dünya yaşı kıyaslandığında doğayı korumak insan yaşını ve sayısını artırmaktan öncelikli bir konu, bana kalırsa.

Biz insanlar yokken bu dünya vardı ve bizler birgün yok olduğumuzda dünya biraz başını dinlesin bari :p
Bir fıkra.
Temel ve Fadime aynı yaştaymış,
Fadime'ye kaç yaşında ölmek istersin diye sormuşlar
Fadime ''90'' demiş.
Temel'e sormuşlar '91'' demiş.
' Neden 91 ?' diye sorduklarında;
'Bari bir yıl kafamı dinleyim ' demiş....

Baldaş
16-10-2008, 09:29
Ehem ehem şimdi Temel ve Fadime'yi sizlere anlatarak yeni bir polemik konusu yaratmayayım. Zaten ben tipik bir Fadimeyim, eşime de Temel diyebiliriz. İyi madem biraz da ben güldüreyim.

Temel sokakta iki metre ağızlığa taktığı sigarayla dolaşıyormuş.

" Hayrola Temel bu nedir ? " diye sormuşlar.
" Doktorum sigaradan uzak duracaksın dedi " diye cevaplamış.

...........

Temel yargılanmış ve idama mahkum edilmiş. Darağacına götürülürken söyleyecek son bir sözü olup olmadığı sorulmuş.

" Bu bana iyi bir ders oldu " demiş.

GIDALARIN HAZIRLANMASI İLE İLGİLİ KÜÇÜK BİR NOT:

Arkadaşlar günümüzde taze meyve sebzeleri sadece haftada bir kurulan semt pazarlarından değil marketlerden hatta bakkallardan bile alabiliyoruz.

Pişirdiğimiz sebze yemeklerini öğünlük olarak hazırlamamız gerekir. Mesela yarın akşam karnabahar pişirmeye ve salata yapmaya karar verdiniz. Bir gün öncesinden "tüketeceğiniz kadar sebzeyi" en tazelerinden gerektiği kadar satın alıp bir akşam önceden elma sirkesi kattığınız suda bekletip yıkayarak hazırlayabilirsiniz.

Pişmiş gıdaların tüketimini ertesi güne bırakmayın. Buzdolabından çıkarıp tekrar ısıtıp tüketmeyin. Yemekleri hergün azıcık azıcık hazırlayın.

Marketten azıcık domates almaktan utanıp çekinmeyin alışverişinizi öğünlük yapın. Üç tane domates, bir tane muz satın alma hakkınız her zaman vardır. Her zaman sebze meyvenin en tazesine ulaşmaya çalışın. Her gün azar azar alışveriş yapmanız, buzdolabınızda bekletip bozulan sebzeleri tüketmeye çalışmaktan her zaman için daha iyidir.

Sindirim sistemi hastalıklarının temel nedeni tabi ki beslenme şekli ve gıdaların sağlıklı olup olmamasıdır.

Bütün bunları kendi sebzesini üretemeyenler için hatırlıyoruz. Bahçesi olanlar için en taze ve temiz sebze meyvelere ulaşmak çocuk oyuncağı zaten...

:)) Bütün bu yazılanlar insanda angarya duygusu uyandırıyor olabilir ama alışkanlık haline getirilebilir. Tamamen bakış açısına bağlı. Her gün nefes alıyoruz, yemek yiyoruz, işe geliyoruz ve bunları angarya olarak algılamıyoruz...

denizakvaryumu
16-10-2008, 14:58
Bu ürünü kahvaltınızdan eksik etmeyin

Prostat, kolon ve akciğer kanserine karşı çok etkili...


İngiliz bilim adamları reçel ve jöle yapımında kullanılan pektin maddesinin pek çok kanser türünün ilerlemesine engel olduğunu ortaya çıkardı. İngiliz Gıda Araştırması Enstitüsü’nün gerçekleştirdiği çalışmaya göre pektin, vücuda prostat, kolon ve akciğer kanser hücrelerini büyük oranda öldüren moleküler parçacacıklar salıyor.

Pektin bu sayede kanserin vücutta ilerlemesine de engel oluyor. Uzmanlar bol şekerli olduğu için reçel ve jöle tüketiminde dikkatli olunması uyarısında da buluyor. Pektin’in ayva gibi bazı meyvelerde de bulunduğuna dikkat çekiliyor

http://www.bugun.com.tr/haber_detay.asp?haberID=43411

-----------------------------

Elma, erik ve portakal bol miktarda pektin içerir. Kiraz, çilek gibi yumuşak meyvelerde pektin az bulunur. Ticari kullanımda pektin meyve kabuğu rendesi ya da meyva içeriğine sıcak su eklenerek elde edilir. Pektin sıcak suda erir ve etanol eklenerek jel olarak çökmesi sağlanır

http://tr.wikipedia.org/wiki/Pektin

nevsune
16-10-2008, 16:47
Pektin bu sayede kanserin vücutta ilerlemesine de engel oluyor. Uzmanlar bol şekerli olduğu için reçel ve jöle tüketiminde dikkatli olunması uyarısında da buluyor. Pektin’in ayva gibi bazı meyvelerde de bulunduğuna dikkat çekiliyor


Bu haberi ilk okuduğumda, bu çelişki benim de dikkatimi çekmişti. Şeker kanserin baş davetçilerinden biri. Fazla tüketilmesi hiç doğru olmayan bir madde. Reçel yapmak için kullandığımız şeker miktarını bir düşünsenize. Meyve ile doğru orantılı. Pektinin yararı mı, şekerin zararı mı?

Pektini; reçelden çok, elma, ayva gibi meyvelerin şekersiz kompostosu ile tüketmek ya da başka uygulamalarını araştırmak, daha iyi olacak gibi geliyor bana.

Baldaş
17-10-2008, 09:26
Sayın Denizakvaryumu alıntıladığınız haberden anladığım kadarıyla pektin maddesi reçel yapımında kullanılan bir katkı maddesi ve aynı zamanda meyvelerin içerisinde doğal olarak da bulunan bir madde. Yanıldıysam düzeltebilirsiniz.

Sayın Nevsune size tamamen katılıyorum. Anarşist hücrelerin şekerle beslendiği ve şekerin hastalığı azdırdığı ispatlanmış. Meyveleri oldukları halleriyle tüketmek en mantıklısı. Zaten piyasada satılan reçellerin meyve bakımından zengin olduğunu sanmıyorum.
Başka uygulama olsa olsa dondurarak tüketmek olabilir. Mecbur kalmadıkça o yönteme de pek başvurmayalım bana sorarsanız. ( Böğürtlen vs. bazen pasta yaparken kullanmak için buzluğa konuyor )

denizakvaryumu
17-10-2008, 09:34
Eski bir Anadolu tarifinden çağdaş lezzete

Doğa Bitkisel Ürünler'in özel bir Anadolu tarifine sadık kalarak 15 yıldır ürettiği şeker ilavesiz ve katkısız marmelatları, Kuşburnu, Ahududu, Böğürtlen ve Kızılcık seçenekleri ile yüzde yüz meyveden doğal tekniklerle üretiliyor.

Doğa Bitkisel Ürünler'in katkısız marmelatları, özellikle şekere duyarlı olanların ve diyet yapanların yanı sıra çocuklar ve yaşlılar için de sağlıklı ve lezzetli bir seçenek oluşturuyor.

Doğa Bitkisel Ürünler, katkısız marmaletlarını dünyada gıda ithalatında en titiz ülke olarak bilinen Japonya'ya dahi ihraç ediyor.

Şeker ya da herhangi bir yapay tatlandırıcı içermez.
Şeker şokuna neden olmaz.
Koruyucu madde içermez.
Jelleştirici, renklendirici, kıvam arttırıcı içermez.
Yalnızca taze meyve karışımlarından oluşur.


Doğal
İçeriğinde hiçbir yapay katkı maddesi bulunmadığı halde bozulmadan çok uzun süre tazeliğini koruyabiliyor.
Daha az kalori
Doğa Bitkisel Ürünler'in Şeker İlavesiz ve Katkısız Marmelatları, meyvelerin doğal şekeri dışında başka bir şeker (sakkaroz) ya da herhangi bir yapay tatlandırıcı içermiyor.

http://www.doga.com/tr/pro_4.asp

Baldaş
17-10-2008, 13:05
Sayın Denizakvaryumu böyle bir üretimi nasıl gerçekleştirmişler merak ettim. Diyelim ki vakumlu kaplarda havasız ortam yaratmışlar. Ambalajı açtığımız anda bozulma başlamaz mı?


BİR FİKİR:

İçimizde mutlaka Genesis adlı belgeseli seyreden ya da Olasılıksız isimli romanı okuyan vardır. Pek çok konuya değinilmekle beraber temelde varoluştan bahseden eserlerdir. Kainatın oluşumu, varlığın temeli, insanın ve diğer canlıların yaradılışı , felsefi , biyolojik, matematiksel boyutta irdelenir.

Eserlerde bahsi geçen konulardan biri de Eski çağ filozoflarının da bahsettiği "Herşey akar" düşüncesidir. Buna göre bir saat hatta bir saniye öncesiyle şu an aynı değildir ve değişim, yenilenme süreklidir.

Yine aynı şekilde tüm kainat, tek tek nesnelerin bir araya geldiği bir bütün olarak tanımlanmayıp atomların hatta atomlardan da küçük parçacıkların hiç boşluk bırakmamacasına doldurduğu, sürekli hareket eden, değişen,birbirine dönüşen, kımıldayan renkli bir bulamaç gibi tarif edilmiştir.

Bu düşünceyi temel alırsak bir yıl, bir ay, bir saat hatta bir saniye önceki bedenimiz aslında bize ait değildir. Hücrelerimiz sürekli yenilenir değişir, ölür ve yeniden dirilir. Şimdi şu anda, bir yıl önceki bedenimizden eser yoktur.
Öldükten sonra da hücrelerimiz dağılır, toprak olur, hava olur, su olur sürekli dönüşür dönüşür...
Bütün bunlardan yola çıkarak şöyle bir sonuca ulaşabiliriz kendi kanaatimce ki " Sizlerin de bu konudaki düşüncelerini merak ediyorum" :

Bundan sonraki bedeninizi şekillendirmek, bu andan sonra bedeninizi oluşturacak maddeleri seçmek, yenilemek hatta yeniden doğmuş gibi olmak tamamen olmasa da ( olasılıklar dahilinde ) sizin elinizdedir. Vücudunuza kabul edeceğiniz ve etmeyeceğiniz maddeler sizin metabolizmanızı yani hücrelerinizin bir arada durmak için ve ahenkle çalışmak için ettiği yemine sadık kalmalarını garanti altına alır.

( İşte kendisiyle çelişen bir insan türü. Daha birkaç gün önce felsefenin sırası olmadığını iddia ediyordum. :)) Arkadaşlar beni bu şekilde bir süreliğine idare ediverin lütfen. Doktorum fazla üzerine gitmeyin demiş. Bahsi geçen kitabı okumayanlar varsa mutlaka okusunlar. Bazı bölümlerini okurken "affınızla" insanda yazar kayışı koparmış düşüncesi oluşuyorsa da çok çok etkilendiğim bir roman )

ekalafat
18-10-2008, 12:19
Kanserden korunmak için evlerinizi betondan değil ahşaptan yapın.

Ben demiyorum , kim diyor?

Atom Enerjisi Kurumu Radyasyon Güvenliği Daire Başkan diyor.

İnanmazsanız linki tıklayın.


http://arsiv.sabah.com.tr/2008/07/12/haber,C3D6457C495A443B80E7DA279892EE7D.html

ekalafat
18-10-2008, 12:22
Sigara içmek betonarmede oturmanın yanında hiç kalır.

Kim diyor yine aynı yazıda...

Felaketin büyüklüğünün kimse farkında değil.

Prof. Erkan Topuz 10 yılda 20 milyon kanserlimiz olacak diyor. Bunlar mangaldan kanser olmuyorlar. Her dakkasını geçirdikleri binaları hasta ediyor...

üzüm
18-10-2008, 13:25
Ahşap evlerde koruyucu olarak kullanılan malzemedeki arsenik de kanser yapıyor. Türkiye'de bu konuyla ilgili denetim/izin mekanizması var mı?

m ü g e
18-10-2008, 23:51
Eski bir Anadolu tarifinden çağdaş lezzete

Doğa Bitkisel Ürünler'in özel bir Anadolu tarifine sadık kalarak 15 yıldır ürettiği şeker ilavesiz ve katkısız marmelatları, Kuşburnu, Ahududu, Böğürtlen ve Kızılcık seçenekleri ile yüzde yüz meyveden doğal tekniklerle üretiliyor.

Marmelatların içinde ek olarak elma suyu konsantresi var.
Şeker hastası olan kişiler için güzel bir ürün. Ayrıca formuna dikkat eden ve fazla şekerli sevmeyen kişiler için de iyi bir alternatif. En güzel yanıda içeriğinde yapay katkı maddesi içermemesi. Annem reçel konusunda çok başarılı olsada Doğa'nın marmelatlarından da şeker içermediği için alıyoruz. :)

Sayın Denizakvaryumu böyle bir üretimi nasıl gerçekleştirmişler merak ettim. Diyelim ki vakumlu kaplarda havasız ortam yaratmışlar. Ambalajı açtığımız anda bozulma başlamaz mı?

Sayın Baldaş, Doğa'nın marmelat çeşitlerinden birkaçını uzun yıllardır alıyoruz, bozulma gibi bir sorunla karşılaşmadık. Açtıktan sonra soğuk yerde muhafaza etmek gerekiyor. Evlerimizde yaptığımız marmelat ve reçellerde koruyucu madde içermiyor ve uzun süre tazeliğini koruyor zaten.

nevsune
19-10-2008, 10:25
Pazar pazar daha güzel ve aydınlık konulardan sözetmek istiyorsa da gönül, yaşamın kaçınılmaz bir olgusu haline gelen ve öyle ya da böyle hepimizin bir biçimde tanıştığı kanserle ilgili olarak, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na kulak vermekte yarar var.

Kontrolsüz çoğalma

Kanserin nedeni sağlıklı bir hücrenin yapısını değiştirmesi, sonra da sınırsız ve kontrolsüz bir çoğalma sürecine girmesidir (Bu nedenle kanser hücrelerine "ölümsüz hücreler" de deniyor). Bir hücrenin DNA yapısının değişip vücudun kontrol mekanizmalarından kurtulması (yani kendi başına hareket edip kendi bildiğini okuması), o hücrenin kanserleşmesi anlamına geliyor. Bir hücre anormal bir hücreye dönüşüp özgürce ve sınırsız çoğalabilme yeteneğini bir kez kazandı mı onu kontrol altına almak artık kolay olmuyor.

İşin kötüsü, bu değişimler ve değişimlerle oluşan davranış farklılaşmaları, her kanserde farklı oluyor. Yani kanserleşen prostat hücrelerinin davranış biçimi ile kanserli meme ya da akciğer hücrelerininki aynı değil. Belki de bu nedenle prostat, meme ya da akciğer kanserini birbirinden farklı hastalıklar olarak ele alıp, farklı tedavi araçları geliştirmek gerekiyor. Farklılaşmak, kanser hücrelerinin saldırganlığını da ilaçlara direnç geliştirme gücünü de arttırıyor. Bu akıllı ama kötü hücreleri akıllı teknolojiler, akıllı ilaçlarla yok etmek gerekiyor. Modern tıp son yıllarda çalışmalarını zaten bu alanlarda yoğunlaştırıyor.

nevsune
19-10-2008, 10:28
Kanser hücrelerinin , normal hücrelerden daha akıllı olduğunu da belirttikten sonra devam ediyor.

Akıllı ilaçlar

Kanser konusunda uzmanlaşan doktorlar (onkologlar), kanser hücrelerinin normal hücrelerden daha zeki, yeni durum ve değişimlere daha açık, uyum yetenekleri daha yüksek hücreler olduğunu belirtiyor. Bir hücre, yapısal değişime uğrayıp bir kez kanser hücresine dönüşünce artık her şeyi ile farklılaşıyor. Yeni değişen şartlara hızla uyum sağlayan ya da savunma araçları oluşturan hücrelere dönüşüyorlar. Bu hücreleri yok etmek ve yeniden çoğalmalarını önlemek için modern tıp yeni metotlar (radyoterapi) ve yeni ilaçlar (kemoterapi) geliştirdikçe onlar da kendilerini koruyacak yeni yollar geliştiriyorlar.

Ben umudu bol biriyim. Kimseyi sağlığı konusunda umutsuzluğa düşürmek istemem ama tıp biliminin kanser tedavisi konusunda size verebileceği iyi haberlerin şimdilik çok az olduğunu bilmelisiniz. Tabii ki durmak yok! Araştırmalar devam edecek. Yapılacak en önemli şey korunmaktır.

nevsune
19-10-2008, 10:31
Korunmanın yollarını da özetlemiş:

Çevresel koşullar çok önemli

Kansere karşı çevresel şartları düzeltmek, çevreyi kirletmemek, bozulmuş çevresel koşulları iyileştirmek için gayret göstermek gerekli. Modern tıp kanser konusunda size daha iyi haberler verebilmek için sürekli çalışıyor. Siz kendinize iyi bakmaya devam edin, ensenizi çok karartmayın, umudunuzu asla eksiltmeyin.

Organik besinler kanserden korur mu

Besin güvenliği her gün biraz daha önemli hale geliyor. Besinleri işlemek, aslında onları beslenemeye daha uygun hale getirmeyi amaçlıyor. İşlenmiş besinler daha kolay yenebiliyor, lezzetli oluyor ve uzun süre saklanabiliyor.

Ama bu fotoğrafın bir başka yüzü daha var ve o yüzü biraz bulanık! İşlenme sürecinde eklenen maddelerin bazı zararları olabileceğinden kuşku duyuluyor. Diğer taraftan üretim sürecinde kullanılan kimyasallar, hormonlar ve diğer bulaşmalardan da endişe ediliyor. İşte bu nokta da organik besinleri tüketmek daha mantıklı hale geliyor. Organik besinler yalnız güvenli olmakla da kalmıyor. Bu besinlerin lezzetleri de daha doğal oluyor. Vitamin, mineral ve antioksidan içerikleri daha güçlü kalıyor. Kısacası organik yiyecekler besinlerle alınabilecek kanserojen miktarını en aza indiriyor. Size daha lezzetli ve sağlığınız için daha çok besin unsuru ihtiva eden bir yiyecek sunuyor. Organik olarak üretilmiş besinlerin daha sağlıklı veya güvenli olduğunu gösteren çalışmalar henüz yeteri kadar tatmin edici olmasa bile eğer olanağınız varsa organik ürünler kullanmaya özen gösterin.

Kanserojen madde sayısı da artıyor

Kanserin yaygınlaşmasının bir sebebi de hayatımızın "sentetik" unsurlar (kanserojenler) bakımından zenginleşmesidir! Vücudumuza eskisinden daha çok kimyasal toksin giriyor. Bu durum, hücrelerde yapısal bozulmaları arttırıyor. Özellikle yiyecek içeceklerin ve soluduğumuz havanın uğradığı kimyasal kirlenme çok önemli. Her kanserojen, potansiyel bir kanser üreticisi anlamına geliyor. Kanserle mücadeleyi kazanmak istiyorsak kanserojenlerle daha etkin mücadele etmek, vücudumuzu bunlardan uzak tutmak zorundayız. Bunu da etkin bir çevre koruması, güçlü ve kalıcı bir "arazi temizliği" ile başarabiliriz.

nevsune
19-10-2008, 10:42
Stres konusu pek de kolay halledilebilecek birşey değil ama geri kalan önerilere kulak verelim bari.

Alınabilecek stratejik önlemler

Eğer biraz daha avantajlı hale gelmek istiyorsanız, temiz hava soluyun, sağlıklı ve faydalı şeyler yiyip için.

Bununla da yetinmeyip bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye gayret edin.

Stresinizi azaltın.

Daha çok hareket edin.

Keyifli ve neşeli bir hayata önem verin.

İnanç dünyanızı zenginleştirin. Huzura odaklanın. Sizi kanserden koruyacak güçlerin sadece yiyecek içeceklerde değil huzur, umut ve coşkuda olduğunu aklınızdan hiç çıkarmayın. Yani yalnız bedeninizi değil, ruhunuzu da beslemeyi unutmayın.

Beden ve ruhunuzda kansere direncinizi arttıracak müthiş bir kapasite var. Bu kapasitenin farkına varın ve onu mutlaka kullanın.

Kaynak (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10104756&yazarid=95)

nevsune
19-10-2008, 10:54
Ve gerçekten, kanser sıralamasında ilk başlarda yer alan kolon kanserinin erken teşhisi için çok önemli bir konu:

KOLONOSKOPİ YAPTIRMAYI İHMAL ETMEYİN

Bu önemli hastalıkta belirtiler kanserin çok ileri dönemlerinde fark edilebiliyor. Belirtiler ortaya çıktığında çoğu zaman iş işten geçmiş, kanser vücuda çoktan yayılmış oluyor. İşte bu nedenle kalın bağırsak kanserinde erken teşhis çok önemli. Bunun için de düzenli sağlık taramalarına, özellikle de kolonoskopik tetkiklere ihtiyaç var. Genetik mirasında kalın bağırsak kanseri olanların düzenli aralıklarla kontrollerden geçmeleri gerekiyor. Sağlıklı bireylerin de 50 yaştan sonra 3-5 yıl ara ile kolonoskopi yaptırmaları öneriliyor.

Bunun birinci sebebi kalın bağırsak ve makat kanserlerinin, akciğer kanserinden sonra ikinci sıklıkta görülen tümörler olması. İkinci nedeni ise kolon kanseri belirtilerinin çok geç dönemde farkına varılması. Bu tümörlerin neredeyse yüzde 90'ından fazlası bağırsaklarda yerleşen poliplerden gelişiyor. Bu poliplerin bir an önce belirlenmesi ve henüz kanserleşmeden polipektomi denilen yöntemle vücuttan uzaklaştırılmaları gelişebilecek bir kolon kanserini önleyebiliyor. Düzenli aralıklarla yapılan kolonoskopi size bu olanağı sağlıyor.

TEŞHİSTE ALTIN STANDART

Kalın bağırsak kanserlerinin erken tanısında kullanılan başka testler de var. Gaita da gizli kan taramaları bunlardan biri. Ama başka hiçbir laboratuvar incelemesi kolonoskopi kadar güvenli bulunmuyor. Diğer taraftan kolonoskopi kanserleşebilecek poliplerin temizlenmesine de olanak sağladığı için "altın standart" olarak kabul ediliyor.

Koleraktal kanserler çok geç belirti veren tümörler. Tuvalete çıkma alışkanlığında değişme (kabızlık-ishal), sık sık tuvalete çıkma isteği duyma ve buna rağmen tam boşalamama hissine kapılma, karın ağrısı, gaitanın eskiye oranla incelmesi, kansızlık, kilo kaybı gibi belirtiler ortaya çıktığında çoğu zaman iş işten geçmiş oluyor. Belirtilere pek güvenmemek, işi sağlama alıp, belirli aralıklarla kolonoskopik incelemelerden geçmek gerekiyor.

KİMLER KOLONOSKOPİ YAPTIRMALI

Özellikle 50 yaşını geçmişseniz, ailenizde kolon veya makat kanserleri ya da bağırsak polipleri olanlar varsa, genetik mirasınız meme, yumurtalık ve rahim kanseri yönünden zenginse, kişisel sağlık hikáyenizde ülseratif kolit veya Crohn gibi hastalıklar varsa kolonoskopi yaptırmayı lütfen ihmal etmeyin. Kolonoskopik incelemeniz normal bile çıksa yukarıdaki risk faktörlerinden hiçbirisi söz konusu da olmasa bu incelemeyi 3-5 yıl aralıklarla tekrarlamayı unutmayın.

Kaynak (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=10085671&yazarid=95)

Baldaş
20-10-2008, 09:51
Okinawa adası halkının nasıl yaşadığını sadece gazetelerden okudum. Gözümle görüp şahit olduğum ise sağlıklı ve uzun ömürlü yaşayan aile büyüklerimdir. Onlardan gözlediklerim :

Mecbur kalmadıkça köylerinden ayrılmadılar. Temiz bir çevrede yaşadılar.

Yazın, belli dönemlerini yaylalarda geçirdiler.

Deterjan nedir bilmediler, en fazla beyaz kalıp sabununu tanıdılar.

Peynir, süt, tereyağı, ille de yoğurdu bol bol tüketiyorlardı ama tarlada bahçede de çalışıyorlardı.

Eti yaylalarındaki hayvanlardan, yumurtayı kümeslerindeki tavuklardan sağlıyorlardı.

Marketlerde satılan pek çok ürünle tanışmadılar bile. Çarşıya indiklerinde gaz, tuz, un, şeker aldılar ama onları da ölçülü kullanıyorlardı bu kadar bolluk yoktu.

Sebze- meyvelerini kendileri üretiyordu gelişmeleri için de odun külü, hayvan gübresi, sebze artıkları vs. kullanıyorlardı.

Çok abartılı hırsları yoktu günlük yaşıyorlardı. Gelir seviyeleri birbirine neredeyse eşitti. En zenginlerinin fazladan bir atı ya da ineği vardı o kadar. Stresten çoğunlukla uzaktılar.

Manevi hayatları vardı. Düzenli olarak ibadetlerini yapıyorlardı.

Bütün bunlar bizler için önemli ipuçlarıdır.

Baldaş
21-10-2008, 14:27
ISIRGAN OTU küçük hatırlatma
Isırgan otunun faydalarını bilirsiniz. Yemek ya da salata olarak öğünlerimize katabiliriz.

( Alıntıdır )
ISIRGAN
Isırgan otunun ülkemizde beş ayrı çeşidi var. Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ekrem Sezik, bu bitkinin bağışıklık sistemini nasıl güçlendirdiğini şöyle anlatıyor: 'Araştırmalar, ısırgan otunun çayına geçen, suda çözünen bazı maddelerin bağışıklık sistemini harekete geçirdiğini gösterdi. Yani ısırgan çayı bağışıklık sistemini kuvvetlendirici olarak kullanılabilir. Ancak sağlıklı kişiler tarafından kullanıldığında bu etki iyidir.' Sezik, kimi zaman bağışıklık sistemini harekete geçirmenin zararlı olabileceğine dikkat çekiyor: 'Bazen bağışıklık sisteminin normalin üzerine çıkarılması yani çok fazla harekete geçirilmesi istenmez. Çünkü bazı kanser vakalarında bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanılır. Eğer bağışıklık sistemi hareketlenirse kanserli hücreler yayılabilir. Yani hastalığın bulunduğu bölgeden diğer organlara metastas yapma riski ortaya çıkar. Bu nedenle ısırgan çayı her hastada kullanılamaz. Kanserli hastalarda ısırganın hasta tarafından kendi başına kullanılması doğru değildir. Isırganın kanser hücreleri üzerinde olumlu bir etkisi bulunmamıştır. Ancak, bağışıklık sisteminin harekete geçirilmesi istenen durumlarda hekim tavsiyesiyle kullanılabilir.'

Kür halinde içilmeli

Fitoterapi Derneği Başkanı Prof. Dr. Ekrem Sezik, ısırgan çayının sürekli içilmesinin doğru olmayacağını belirterek tüketiminde nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında şu bilgileri veriyor:

'Sağlık sorunu olmayanlar ısırgan çayını günde 2-3 fincan içebilir. Ancak bazı kişilerde ısırgan çayının mide rahatsızlığı yaptığı unutulmamalı. Devamlı çayın içilmesi doğru değildir. 20'şer günlük kürler halinde kullanılmalı. 10 gün ara ve-rilmeli.

Isırganın çayı demlenerek hazırlanmalı. Kaynar su bitkinin üzerine dökülüp 10 dakika bekletildikten sonra suyu içilmeli. İçindeki maddelerde bozulma olabileceği için taze şekilde tüketilmeli.'

Yan etkiye dikkat!

Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Ayşegül Yıldırım da şifalı bitki kullanımında nelere dikkat edilmesi gerektiği hakkında şu bilgileri verdi:

'Konunun uzmanları doktorların tavsiyeleri doğrultusunda kullanıldıklarında hiçbir zararlı etki oluşturmayan bazı bitkiler, bilinçsizce uzun süreli alındığında mide, bağırsak, böbrek ve mesane tahrişlerine yol açabilir. Kronik hastalıkların tedavisinde uygulanan bitki çayı kürlerine zaman zaman 1-2 haftalık aralar vermek şarttır. Gebelik döneminde ise hekim tarafından özellikle öneril-medikçe, müshil, uyarıcı veya idrar artırıcı bitki karışımlarının ya da çaylarının kullanılması yasaktır.'

Yıldırım, alerjisi olanları dikkatli olmaları konusunda uyarıyor: 'Sağlıklı bir insanın güçlü bağışıklık sistemi vardır. Zararlı ve zararsız maddelerin farkını kesinlikle saptayabilir. Alerjik kişide ise zararsız ve hatta sağlığa yararlı maddeler bile zararlı olarak belirlenebilir ve organizma, immunglobilin E türü antikorlar salgılamaya başlar. Bazı bitkilerin deriye değmesiyle de alerjik tepkiler oluşabilir. Şifalı bitki çaylarının kullanımında da çok ender olmakla birlikte, bağırsak mukozasında alerjik tepkiler oluşabilir. Bu kişilerdeki belirti-ler, mide bulantısı, mide ağrısı ve ishal biçiminde ortaya çıkar. Çay içimine son verildiğinde rahatsızlıklar da sona erer

Baldaş
21-10-2008, 15:18
http://www.losev.org.tr/duyurular/uyari.htm

Üyemiz Sayın Şükran'ın alıntıladığı linki gözünden kaçıranlar için buraya da eklemek istedim.

nevsune
21-10-2008, 17:21
Konu kanser olduğu ve 7 yıldır da bu konunun içinde olduğum için, Baldaş'ın ısırgan otu ile ilgili olarak yazdıklarına çok önemli bir ekleme yapmak istiyorum.

Bağışıklık sistemini güçlendirici özellikleri olduğu yazılan ısırgan otu, hastaya kemoterapi uygulanması sırasında kesinlikle kullanılmamalıdır. Bunun gibi, normal durumlarda iyileştirici özelliği bulunabilen ama kemoterapi veya radyoterapi sırasında yan etkileri olabilen veya ters etki yaratabilecek başka bitkiler de bulunmakta.

Sağlığımızı korumak ve güçlendirmek açısından bitkilerden yararlanalım ama sadece kanser değil hangisi olursa olsun hastalık sırasında tedavinin önemi açısından, tedaviyi yürüten hekimlere danışmadan bitki dahi olsa kullanmamalıyız.

denizakvaryumu
21-10-2008, 19:53
Şehirde yaşamak zaten başlı başına kanser nedeni :)

Çalışanlar için bir şey demiyorum ama emekliler şehirden kaçsın derim.Ben eninde sonunda kaçacağım :)

nevsune
22-10-2008, 09:34
Kaçın, kaçın. Bahçenizde ne güzel antioksidanlar yetiştirirsiniz, biz de arada bir gelip arınma kürleri yaparız:)

Şaka bir yana ama gerçekten kentlerin olumsuz etkilerinden kurtulmuş bir yer bulmak giderek zorlaşacak sanırım. Köylerde de arabalardan geçilmiyor. Tarımda her yerde kimyasallar, hormonlar kullanılıyor. Gerçi kendi tarlasının bir bölümünde kendi yiyeceğini hormonsuz, ilaçsız yetiştirenler de var ama o bitkilerin, tarlanın geri kalanından etkilendiğini farkedemiyorlar:) Pazarlarda, büyük kentlerden getirilen zararlı boyalarla boyanmış ucuz giysiler satılmakta. Kimse artık ahşap ev yaptırmıyor. İşin en vahim tarafı ise, gençlerin beslenmeleri kent fastfood alışkanlığına dönüşmüş. Balıkçı köyündeki gençlerin balık yemediklerini, çoğunun sebzelere burun büktüklerini hayretle gördüm. Varsa yoksa köfte-patates veya döner-ekmek.

Yani yaşam biçimi bakımından kentiçi-dışı farkı giderek azalıyor. Eeee, ne yapacağız şimdi?

Baldaş
22-10-2008, 10:12
Bence bu kadar karamsar olmaya gerek yok. Terkediş önce evin içinden başlamalı. Yoksa nereye gidersek gidelim zararlı alışkanlıklarımız peşimizden gelir. Önce alışkanlıklarımızı terketmeliyiz. Şehri terketmek alışkanlıkları terketmekten daha kolay. Eve bol sebze meyve girmeli, alışveriş yapılırken araştırıcı olunmalı özen gösterilmeli.( Hiç olmazsa ekmeğinizi evde kendiniz yapın, zeytininizi, sütünüzü, sıvıyağınızı özel olarak getirtmenin yollarını arayın ) Spor yapmak, hareketli olmak prensip edinilmeli.


Hatta bence işe nereden başlayın biliyor musunuz? ( Ben terkettim çok şükür ) Vahşet haberleri yayınlayan gazete ve kanalları (hiçbir ayrım yapmadan söylüyorum) izlememekten. Size gerekli olmayan görüntülere bakmayın. Nasıl davranılınca sonucu ne oluyor bilelim ama feryat figan ağlayanları, kazaları, cinayetleri, cesetleri, yaralıları üzeri karartılsa dahi görmek sadece sinir sisteminizi yıpratır bağışıklık sisteminizi çökertir.

İki sene önce izlediğim bir haberin etkileri hala üzerimde. Ne olduğunu hatırlatıp sizi yine üzmek istemiyorum ama insanın ne kadar etkilenebileceğini belirtmek için yazdım bunu da...

denizakvaryumu
24-10-2008, 12:42
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, "kansere bu yıl ayrılan bütçenin 7 milyon YTL olduğunu " söyleyerek, "'Önümüzdeki yıl da bu bütçeye ek olarak 1-1.5 milyon dolar da Dünya Bankası'ndan kullanacağız. 8-10 yıl öncesine kadar kanser bütçesi 600 bin YTL idi... "dedi.

http://www.haberx.com/Saglik-Haberleri/Ekim-2008/Kansere-7-milyon-YTLlik-butce.aspx

Baldaş
24-10-2008, 15:35
Verdiğiniz bilgiler için sağolun Denizakvaryumu. Bu arada anladığım kadarıyla arazi arayışları içindesiniz. Mümkün olduğu kadar sakin ve planlı yapılaşan bir bölgeyi tercih edin. Kısa sürede yeniden şehrin içinde kalmayın derim.
Sizin için de dua ediyorum inşallah gönlünüze göre bir yer bulur arıcılığınıza devam edebilirsiniz :))
Bizim coğrafyamız o kadar farklı ki ilk defa gelen bazı insanlar " Burada insanlar yuvarlanmadan nasıl dolaşıyor ki" diye soruyorlar :) Şey için dedim: yani bizim öyle geniş arazilere sahip olma gibi bir şansımız yok. Refüjlere bile lahana ekiliyor burada :)

Lilium
26-10-2008, 15:01
Değerli arkadaşlar vermiş olduğunuz bilgilere çok çok teşekkür ederim.

denizakvaryumu
27-10-2008, 11:54
Teşekkürler Sn.Baldaş

---------------------------

Genetik olarak modifiye edilmiş, süper mor domatesler kanserle savaşacak

İngiltere’nin Norwich kentindeki John Innes Merkezi’nden bir grup bilimadamı, antokiyan açısından zengin olan aslanağzı çiçeği genlerini domatesle birleştirdi.

Nature Biotechnology adı tıp dergisinde de yayımlanan çalışmada, bu şekilde geliştirilen domatesleri yiyen farelerin daha uzun yaşadıkları belirlendi.

Böğürtlen, kızılcık ve kuş kirazı gibi meyvelerde bol miktarda bulunan antokiyan maddesinin kalın bağırsak kanseri hücrelerininin büyümesini önemli oranda yavaşlattığı belirlendi.

Bu meyveler aynı zamanda vücudu kardiyovasküler ve yaşlanmayla ilgili dejeneratif hastalıklara karşı da koruyor.

Pigmentlerin iltihaplanmayı önleyici, görme yeteneğini güçlendirici, obezite ve diyabet hastalıklarına karşı koruyucu olduğuna dair kanıtlar da bulunuyor.

51043

John Innes ekibi bu pigmentlerin daha çok tüketilen meyve sebzelerde de bulunmasını sağlamanın yollarını araştırıyor.

Domates, likopen ve falavanoid gibi faydalı antioksidant madde açısından zengin olan bir bitki. Şimdi domates genetik değişime uğratılarak genelde mor renkli meyvalarda bulunan diğer faydalı pigmentlerde eklendi.

Çalışmaya başkanlık yapan profesör Cathie Martin, “Birçok kişi günde beş porsiyon meyva ve sebze yemiyor ama eğer biyoaktive madde açısından zengin hale getirilmiş sebze ve meyveleri az miktarlarda da yeseler daha çok faydalanabilirler” dedi.

http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&Kategori=yasam&KategoriID=&ArticleID=1008409&Date=27.10.2008&b=Kansere karsi mor domates&ver=27

nevsune
27-10-2008, 15:46
Açıkcası bu genetiği ile oynanmış türlerden ben çok aydınlanmış değilim. Olumlu amaçlar için yapılsa dahi ilerde bunlardan ne gibi olumsuz sonuçlar çıkacağı belli olmayabiliyor.

Biliyorsunuz, daha önce de soya, mısır gibi sebzelerin genetiği ile oynandığı için sağlığa zararları ortaya çıkmıştı. O çalışmalar yapılırken hiç kuşkusuz amaçlar iyi idi (örneğin zararlılara karşı korunmaları idi biri) ama varılan sonuç kötü olmuştu. Kanser nedenlerinden biri sayılmıştı. Hatta tüketici dernekleri bunlardan yapılma ürünlere savaş açmışlardı. O gün, bu gündür örneğin soya ile ilgili bir ürün alacaksam, iki-üç misli para verip genetiği ile oynanmamışını tercih ediyorum.

Yani, kafamda daha bu olay tazeliğini korurken, bir de domatesin genetiği ile oynanmışını denemek bana biraz uzak geliyor. Saf olanını tercih ederim. Çok mu muhafazakar bir görüş oldu:)

denizakvaryumu
27-10-2008, 15:56
Cep telefonu gibi uzun vadede sonuçlar geldikçe durum net olarak ortaya çıkacak...Şu bir gerçek ki genetiği değiştirilmiş ürünler çoğalacak.

nevsune
27-10-2008, 16:18
Çok haklısınız. İlerde başımıza kimbilir daha neler gelecek.

Baldaş
28-10-2008, 09:06
Bir başka konu :

Sularımızı idareli kullanmak zorunda olduğumuzu hepimiz biliyoruz. Bu nedenle mutfakta çeşme altında bulaşık yıkamak hele de büyükşehirde yaşayan insanlar için olanaksız hale geldi. Aynı zamanda çalışan bayanların zaman darlığı nedeniyle bulaşık makinesi kullanması zorunluluk oldu. FARKINDA OLUNMADAN HER GÜN BİR MİKTAR DETERJAN VÜCUDUMUZA GİRİYOR...DİKKAT. Elde yıkamak biraz da bu yüzden biraz daha riskli çünkü tam durulamayı sağlayamayabiliyoruz.

Benim yöntemim şu: Bulaşık makinesi kullanırken deterjan ve parlatıcı koymuyorum. Bir bulaşık leğenine su doldurup bulaşık artıklarını duruladıktan sonra makineye diziyorum ve makineyi en sıcak yıkama ayarına getiriyorum. Bulaşıklar tertemiz oluyor.Ayrıca camların üzerinde zamanla oluşan matlıktan eser kalmıyor. Bir de deterjanın hoş olmayan insanı işkillendiren kokusundan kurtulmuş oluyorsunuz. Yalnız tuz olayını çözemedim içeriğini de tam olarak bilmiyorum. Bilen bir arkadaşımız bizi aydınlatırsa çok iyi olur.

BALIK SATIN ALIRKEN NEDEN DİKKAT ETMELİYİZ ?

Bunun cevabını da hepimiz biliyoruz. İnsanlığın kirlettiği dünyadan en fazla DENİZLER etkileniyor. Kimyasal atıklar en fazla denizlerde birikiyor. Hayatın başlangıç yeri olan denizler canlı türlerinin yok olmaya başladığı yer de olacak.
Fabrika atıkları, tüm ev ve işyerlerinden suya karıştırılan deterjanlar, tıbbi atıklar, deniz kazalarından kaynaklanan petrol sızıntıları, kaynak sularına karışan tarım ilaçları ve diğer kimyasallar....

Balığın faydalı bir besin olduğunu biliyoruz ama alırken bütün bunları bir düşünün. ÖZELLİKLE DENİZ DİBİNDE BESLENEN DİP BALIKLARINI KESİNLİKLE SATIN ALMAYIN...

ÇAMAŞIR YIKARKEN :

Bebekler için üretilen sabun tozlarını kullanıyorum. Onu da çok fazla koymuyorum. Yumuşatıcıya falan gerek duymuyorum. Makineyi biraz daha sıcak ayara getiriyorum. Kar gibi beyaz gömlek giymek gibi bir sorunum yok. BİZİM SORUNUMUZ TEMİZ SUYA ULAŞMA SORUNU OLMALIDIR. BELKİ KOMİK BİR DÜŞÜNCE AMA DÜNYANIN GELECEĞİ BÜYÜK ORANDA KADINLARIN ELİNDEDİR.

Belki biraz konu dağılmış olacak ama küresel ısınma nedeniyle, yağmur sularının sadece barajlarda birikmesi fikri yetersiz kalmaya başladı. Belki de geliştirilen yeni basit projelerle her bir apartman ve ev terasında ya da bahçesinde insanlar kendi sarnıcını oluşturup en azından bahçe sulama vs. ihtiyaçları için bu suya başvurabilirler...

denizakvaryumu
28-10-2008, 11:46
http://shop.thelifeco.com.tr/Organik-Bulak-Ykama-Tozu-P124.aspx

http://shop.thelifeco.com.tr/Organik-Bulak-Makinesi-Tuzu-P125.aspx

http://shop.thelifeco.com.tr/Organik-Sv-amar-Deterjan-ElMakine-Renkli--P127.aspx

Denediniz mi?

Bu ürünlerin zararlı olmadığı belirtiyor.Ne doğaya ne de insana...

şeref
28-10-2008, 15:32
sevgili arkadaşlarım,
sizler ne söylüyorsunuz ki,
biz toplum olarak, her sıkıntımızı, sorunumuzu hep içimize atmışızdır.
nerede kolonoskopiyi endoskopiyi yaptıracak kadın veya erkek arkadaşlarımız , ancak iş işten geçince zorunlu olarak gidiyoruz "doktora" bizler toplum olarak tavuk misali yumurta biryerlerde son aşamaya gelince hatırlıyoruz. (çok özür diliyorum) ancak ve ancak yoklukta varlığın, hastalıkta sağlığın kıymetini anlıyoruz.
neden!!!!!!
çünki bize birşey olmaz.
biz hastalanmayız.
bizler ne zorluklar , ne çernobiller, ne deli danalar, ne ekonomik krizler, ne savaşlar, ne yokluklar, ne ...ne.... ne... vs. vs.
uyanalım beyler ve hanımlar, bize birşey olmaz dememeli, bize de herşey oluyor veya olduruluyor....................................... ..
ihmal etmeyelim lütfen. lütfen. lütfen.
sonra çok geç olabilir. geç olmasına izin vermeyin, gelin hep beraber izin vermeyelim.

ÖNCE SAĞLIK DİYELİM.
HERKESİ SEVİYORUM. SAYGILARIMI SUNUYORUM.
ŞEREF DENİZ

şeref
28-10-2008, 15:36
dostlukla merhaba

--------------------------------------------------------------------------------

ben şeref,
adana, ptt başmüdürlüğü muhasebe amiri,
48 yaşındayım. ünv mezunuyum.yaşamayı çok seviyorum.

ben tüm insanları seviyorum. doğanın güzelliklerini seviyordum.
ama çiçekleri ve ağaçları hastalanınca daha çok sevmeye başladım.

tansiyon hastası oldum. limon ağacını sevdim.
şeker hastası oldum. murt çalısını ve zeytin ağacını sevdim.
hepatit B oldum ayrık otu ve papatyayı sevdim.
kolon kanseri oldum.kereviz ve harnup sevdim.

artık "KARASEVDALIYIM". şimdi herşeyi seviyorum.
zamanım gelince gideceğim yeri de çoooook iyi biliyorum.

HERKESE SAĞLIKLI VE GÜLERYÜZLÜ BİR ÖMÜR DİLİYORUM.
SEVGİLER VE SAYGILAR SUNUYORUM.

Baldaş
28-10-2008, 17:50
Merhaba Şeref Bey hoşgeldiniz.


Öncelikle geçmiş olsun diyorum. Dönem dönem insan olmanın mecburi sonucu olan hastalıkları hepimiz yaşıyoruz.

Bu başlıkta ve Ağaçlar net genelinde üye olan tüm insanlar faydalı olduğunu düşündüğü bilgileri paylaşıyor. Eğer sizi çok daha mutlu edecekse bizimle yazışmaya devam edin biz de çok mutlu oluruz. Burada insanların birbirini kırmasına, üzmesine izin verilmez. Çok güzel dostluklar kurulur. İnsanlar elindekileri diğerleriyle paylaşır.

Adanaya selamlar sevgiler gönderiyoruz...

şeref
29-10-2008, 02:18
sevgili baldaş,
size yürekten katılıyorum,yazılarınızı takip ediyorum.
bu kadar ilgi,alaka,bilgi paylaşımı ve inceliğinize hayran olmamak elde değil,
benim serzenişim,sadece hasta olduktan sonra kahreden,kendini bırakan üzülen ve paylaşmayanlara,
toplum olarak yıllarca yaptığımız;
- aman konuşma kimse duymasın,
- aman ha duyarlarsa ayıp olur,
- aman ha duyarlarsa seninle yolları ayırır konuşmazlar,
yahu kardeşim hiçbirşey olmaz. yeterki ihmal etmeyelim.
paylaşmamız lazım, konuşmamız lazım, anlatmamız lazım,
allaha şükürler olsun hala ayaktayım. hep erken teşhisler beni ayakta tutuyor,
ben insanlarımızın geç kalmaması, ihmal etmemeleri ve sonradan üzülmemeleri için yazıyorum. herzaman dimdik durmalarını istiyorum.
selam ve sevgileriniz baş tacı, bende saygılarımı gönderiyorum.
yüzünüzden gülücükler eksik olmasın,
allaha emanet olunuz.

alice
29-10-2008, 03:30
Kanser çağımızın en önemli sorunlarından biri haline geldi.Tüm Kanser hastalarına acil şifalar dilerim,Allah yardımcıları olsun.

Karadeniz bölgesinde yetişen kokulu üzüm İsebelle üzümü hakkında aşağıda alıntıladığım bir bilgiyi sizlerle paylaşmak isterim.


KANSERE VE KALP KRİZİNE KARŞI KOKULU ÜZÜM !

...........................


2. KANSER VE KALP KRİZİNE KARŞI KOKULU ÜZÜM.


Günümüz dünyasında doğal gıda kaynaklarının giderek bozulması, kirlilik ve diğer etmenler kansere yol açmaktadır. Dünya üzerindeki ölümlerin önemli bir oranını kanser oluşturmaktadır. Resveratrol maddesinin ise kanserden kimyasal olarak korunmada büyük bir potansiyele sahip olduğu bilim adamları tarafından ortaya konulmuştur. Renkli üzümlerin kabuklarında bulunan ve fitoaleksin gurubu bileşiklerden olan resveratrolün hücrelerde değişim sonucunda tümör oluşumuna izin verebilecek hücre içi moleküller üzerine serbest radikallerin saldırısını bloke eder ve sonuçta kanser oluşumunu engeller. ABD’de yapılan bir araştırmada, tümör aşılanmış farelere 18 hafta boyunca 2 kez 1, 5, 10 veya 25 mikromol resveratrol veren araştırıcılar tümör sayısının kontrole göre sırasıyla %50, %63, %88 oranında azaldığını ortaya koymuşlardır. 1997 yılında İllinois Üniversitesinde yapılan bir araştırmada ise kanser aşılanmış farelerde resveratrol maddesinin lezyon gelişimini engellediği ve deride tümör oluşumunu azalttığı saptanmıştır Besinlerin parçalanması sonucunda oluşan serbest radikallerin kılcal damarların duvarlarına saldırmasında güçlü bir antioksidant görev üstlenerek düşük yoğunluktaki lipoproteinlerin, trombositlerin kılcal damarlarda birikmesini engelleyerek kalp krizi riskini azaltmaktadır. Nitekim Fransa’nın bazı bölgelerinde yaşayan insanların doymamış yağ oranı yüksek gıdalar almalarına ve plazmalarındaki kolesterolün yüksek olmasına rağmen kalp krizinden ölenlerin oranının az olduğu belirtilmektedir. Bu durum kırmızı üzüm şırasının tüketiminin fazla olmasına bağlanmaktadır


- Amino asitler, B vitaminleri, mineraller, potasyum, magnezyum ve demir içerdiği için bağışıklık sistemini kuvvetlendirir.


- İçerdiği doğal fruktoz sayesinde vücudun harcadığı enerjinin kısa sürede depolanmasını sağlar.


- Bünyesindeki magnezyum insanın iş verimliliğini artırır.


- Bünyesindeki organik asitler mideye zarar vermeden böbrek ve karaciğerin çalışmalarını hızlandırır, bu çalışmaları destekler.


- Yağların erimesine yardımcı olur.


- Vücudu virüslere karşı dirençli hale getirir.


- Kabuk ve çekirdekleri barsak metabolizmasını hızlandırır.


- Cildin taze ve temiz bir görünüm almasını sağlar.


- İçerdiği bioflavonoidler C vitamini aktivitesini artırır.


- Alerji ve kireçlenmelerde iltihabı engeller.


..........................


Metnin tamamı aşağıdaki linktedir.

http://www.bulancak.gov.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=40&Itemid=90

Baldaş
29-10-2008, 19:37
Merhaba arkadaşlar teşekkürler Alicee...


Sayın Denizakvaryumu verdiğiniz linkleri okumadım ya da umursamadım diye düşünmeyin. Sadece bu tür ürünlere çok yabancıyım. Eğer denediyseniz ve tavsiye ederseniz neden olmasın biz de deneriz...Şimdilik yalnızca izliyorum.


İlgilenenler için çok faydalı olabileceğini düşündüğüm bir kitap:

Yaşama Çevrilen Pedal ( Lance Armstrong )


( Kitap kapağından alıntı )

Henüz yirmidört yaşındayken bir efsane olacağına kesin gözle bakılan Lance Armstrong'a Ekim 1996'da doktorlar testis kanseri teşhisi ile %40 yaşama şansı verdikleri gün bütün hayatı tamamen değişmişti.

Şimdi önünde uzanan yol, bisikletiyle katedeceği kilometreler değil, bu dünyada varolmayla olmama arasında geçecek çekişme dolu günlerdi.

Artık bundan sonra pedalların yaşama çevrileceği belliydi.

Her zaman olduğu gibi önderlik ruhuyla önünde uzanan yola koyuldu ve yine her zaman olduğu gibi asla kaybetmemeye kararlıydı.

Bir yandan vücudunu istila eden kanserle ve ruhunu tüketmekle tehdit eden kemoterapiyle savaşırken, bir yandan antrenmanlarına odaklandı ve etrafındaki hayattan asla pesetmeyenlerden güç aldı.

Hastaneden çıkışından sadece onaltı ay geçmişti ki Dünya'nın en zor parkuru olarak bilinen Tour de France'ı kazandı. Hem de şimdiye kadar kimsenin yapamadığını yaparak ve hız rekoru kırarak. Üstüne üstlük bundan birkaç ay sonra da hayatında yepyeni bir çiçek açtı ve baba oldu.

Yaşama Çevrilen Pedal, bir insanın hayatın ona veda hazırlığına karşı verdiği ilham verici bir savaştır. Acıları zafere, trajedileri şölene çeviren bir insan harikasının, yaşamını geri alışının öyküsüdür.

Bu, anlatılamayacak bir cesaretin, tutkunun ve yaşamla olan aşkın öyküsüdür.

Bu Dünya'nın gelmiş geçmiş en büyük şampiyonunun öyküsüdür...

susam
01-11-2008, 15:38
Arkadaşlar. Yazdıklarınızı tek tek okudum. Ve bu yılımı kanser hastası olan annem için neler yapabilirizi araştırarak geçirmiş biri olarak, bu sayfayı daha önce farketmemiş olmamdan hayıflandım.
Ben kanserin genetik boyutunu ailemde gördüm. Önce anneannem, sonrasında dedem, dayım, teyzem ve bu arada eceliyle öldüğünü sandığımız kimbilir hangi akrabalarımız, sonunda da annem.
Burada herkes nasıl korunabilirizi paylaşmış. Ben daha farklı birşeyler yazmak istiyorum. Zira yazacaklarım hepimizin başına gelebilir.
Annem üç yıl önce karın ağrısı şikayetiyle başladı hastanelere gitmeye. Çekilen ultrasonların haddi hesabı yok. Safra kesesinde taş var teşhisi kondu. Yaşı şu an itibariyle 76. Kendimi bildim bileli üretken, kıpır kıpır, gönlü hep genç kalmış hiper aktif bir insandır. Ömrü boyunca sigara içmedi. Babam sigara tiryakisi olduğu halde, hatta günde 3 paket içiyor olmasına rağmen, bizimle yaşayan anneanneme saygısından dolayı hiç bir zaman evde sigara içmemiştir. Dolayısıyla bizim evimizin havası hep temizdi. 45 yaşına kadar köyde, kerpiç bir evde yaşadı. Onun ilk sorumluluğu topraktı. Toprağı işlemek. Suni gübrelerin toprağa karıştırıldığı zamanlarda şehirde yaşıyordu. Yani yaşamının uzun evresinde organik beslendi. Havası temiz, suyu temiz, yiyeceği temiz... Ben çamaşırlarımızın küllü suyla yıkandığı dönemleri hatırlarım. Deterjanla tanışması geç olmuştur. Ama büyük üzüntüler atlattı. İki genç kızını yakın arayla kaybetti. Sanırım genetik yatkınlık haricinde bu hastalığa yakalanmasındaki en önemli etkenlerden biri de bu yoğun strestir.
Safra kesesi taşı için defalarca hastanelere müracat etti. Her defasında ameliyat denildi. Korktuğu için ameliyatı kabul etmedi. Bu arada sayısız ultrason (ki tam batın), kan analizleri, rontgen filmleri çekildi. Derken bu yılın Mart ayında doktoru ve bizler onu ameliyata ikna etmeyi başardık. Ve basit bir operasyon için girdiği kapıdan, 4. evre kanser hastası olduğu tespit edilmiş biri olarak çıktı. Yaygın metastaz yaptığı, asit salgısının tüm batına yayıldığı, bu durumda yapılabilecek hiç birşeyin olmadığı, yine de biyopsi sonucunun beklenmesi gerektiği doktoru tarafından bize söylenenler.
Tüm aile perişan olduk. Yaşlı nede olsa diyebilirsiniz. Ama emin olun benden daha dinç ve hayat dolu... Ve bizim, hepimizin sadece bir tane annesi var. Doktoru taburcu edilmesine karar vermiş. Bu arada ben yollara düştüm. (Ailem egede yaşıyor). Onu ilk gördüğümde büyük bir şok geçirdim. Bir insan bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar değişebilir?

susam
01-11-2008, 16:00
Taburculuk işlemlerini durdurdum. Hemen bir onkoloji uzmanıyla görüştüm. Bana söylenen kendi adıma kabul edilemezdi. "Anneniz için yapılabilecek hiç bir şey kalmamış, bu saatten sonra bizden ne bekliyorsunuz?"
Annem o kadar acı çekiyordu ki... Birde bunun ameliyat acısı olduğunu sanıyordu. Kendisine hastalığını hiç söylemedik. Doktoru bir şekilde ikna ettim. En azından acılarının dinmesi için yapılabilecek birşeyler vardı. Ve her şey bir yana ben anneme güveniyordum. O yaşamayı bu kadar severken ve de bu kadar dirayetliyken onu kaderine terkedemezdik. Nihayet kemoterapi başladı. Bu arada karadutun bu hastalıkta çok etkili olduğunu öğrendik. Vandan karakovan balı getirtip, her gün taze olarak karadut, kivi ve balı rondodan geçirip püre halinde yedirdik. Moralinin bozulmasını önlemek için onu hiç yanlız bırakmadık. Yanında ağlamadık. Güldük, eğlendik. Hatta bir gece ona kına gecesi düzenledik. Bütün acılarına rağmen sürekli gülüyordu. Çünkü onu güldürüyorduk. Ve tedavisini hiç aksatmadık. Saçlarını kendi ellerimle kazıdım. Sürekli hastalığıyla ilgili şüpheleri vardı. Ona aslında ameliyatı sırasında doktorun bağırsaklarında ciddi bir iltihap gördüğünü, eğer o iltihap kurutulmazsa kansere çevirebileceğini söylediğini, bu yüzden de kanser tedavisine benzer bir tedavi gördüğünü anlattık. Bunun geçici bir süreç olduğunu ve kesinlikle iyileşeceğini sürekli tekrar ettik. Ve üzülmesine fırsat vermedik. Kendi haline kalıp düşünmesine de... Derken ne oldu biliyormusunuz? Annem iyileşiyor. Doktorunu bile çok şaşırttı bu durum. İlk tetkikleriyle şimdikiler arasında uçurumlar var. Bunu duyunca hayatımda ilk kez mutluluktan ağladım.
Şu anda kendi işlerini görebilir durumda. Kemoterapisine bir süre ara verildi. Tabi ki bu iyileşmesine bağlı olarak doktoru tarafından alınan bir karar.
Bu arada belki yakını kemoterapi gören birileri olabilir aramızda. Hasta için ne kadar ağır bir tedavi olduğu malum. Annemde de yan etkiler hat safhadaydı. Tedaviden sonra günlerce iştahı kesiliyor ve sürekli safra çıkarıyordu. Bu durumun psikolojik yönü olabileceğini düşünüp bir tedavi öncesinde ona "Anneciğim, artık doktorun önceki ilaçlardan vermeyecek. Ona bu ilaçların sana çok dokunduğunu söyledim. O da tamam o zaman değiştirelim dedi. Bu tedavinde yeni ilaç verecekler. Bu ilaçlar mide bulantısı, halsizlik, iştahsızlık yapmıyor. Bundan sonra bu ilaçları alacaksın." dedim. Ve işe yaradı. O tedaviden sonra bir daha bulantısı olmadı. Ve biliyormusunuz, garibim bana dua ediyor. Doktora ilaçları değiştirtiğimi sandığı için.
Öz cümle, bu tür hastalıklarda moral, inanç ve de günlük hayatın devamı önemli. Tıp bir yerde yetersiz kalıyor. Bu açığı o hastalığı yaşayan insanın içindeki manevi dinamikleri çalıştırarak kapatabiliriz.
Annem 76 yaşında. Birkaç ay yaşayabilirse şanslı deniliyordu. Ama bu gün kendi ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Acı çekmiyor. Çok mutlu. Hala gelecek planları yapıyor. Önemli olan bu derece umutsuz hastalarda en azından kalan ömrünü olabildiğince konforlu geçirtebilmek. En azından bunun için mücadele edilmeli. Pes etmek kolaylık olur.

susam
01-11-2008, 16:04
Bu arada bende de poliplere rastlandı. Ne de olsa genetik yatkınlık var. Ve sağlığıma dikkat ettiğim pek söylenemez. Şimdi 6 ayda bir kontrolden geçmem gerekiyor. Bu durum beni üzüyormu? Hayır. Bir gün mutlaka birşeyler bizi yakalayacak. Bunun adı kanser olur, verem olur, trafik kazası olur... Önemli olan kendi kıyametimizin geleceği saati de bilsek o saate dek moralli ve güzel şeyler yapmaya, yaşamaya çalışmak.
Herkes kendisini mutlu edebilecek birşeyler bulabilir. Hayat bizim hayatımız. Ve onu nasıl geçirdiğimiz bizim seçimlerimizle ilgili. Benim bu tür hastalıklarla ilgili inandığım şey ruhsal sıkıntıların kapıları ardına kadar açtığıdır.

susam
01-11-2008, 16:09
Bu arada organik tarımdan bahsediliyor. Enteresan ama daha bu sabah eşimle bu konuda epeyce konuşmuştuk. İşin aslı şu ki, organik tarım yapmak hayalden öte birşey. Ya da ben böyle düşünüyorum. Neden mi? Bir düşünelim. 70 yıl boyunca hiç hayvansal gübreler hariç, kimyasal gübre uygulanmamış her hangi bir toprak parçası biliyormusunuz? Hadi diyelim bulduk. Bu tarlaya uygulanacak olan hayvan gübresini elde ettiğimiz hayvanlar organik mi besleniyor? Yedikleri arpa, buğday, fiğ **** her ne ise, organikmi? Sulama suları organikmi? Bizler yer örtüsünü mahvettik. Ve şimdi kara kara düşünüyoruz. Gerçi zararın neresinden dönülse kardır. Bizler değil belki de torunlarımızın çocukları organik beslenebilecek. Sizler bu konuda ne dersiniz?

şeref
01-11-2008, 19:07
sayın susam,
ben şeref, iyi akşamlar diliyorum,
yazınızı okudum ve gerçekten etkilendim. allah annenize ve size sağlık versin,
size söyleyeceğim tek şey, "hastalığınız ile barışık yaşayın ve olumlu düşünün"
ben de 3 yıldır diabet, 25 yıldır yüksek tansiyon, 12 yıldır hepatit B, ve 2 yıldır kolon kanseri var. ihtiyacımı olan inanç,ümit, umut, ve güleryüzlü insanlar, yiyecek olarak ta kırmızı lahana,çekirdekli siyah üzüm, kırmızı pancar,ananas,balık,brokoli,....
en önemlisi "MORAL,MORAL,MORAL" paylaşmak istediğiniz ne var ise her an yazışırım vakit hiç önemli değil, gece gündüz,bayram seyran ne zaman isterseniz.
paylaştıkça sıkıntılar azalır.

susam
02-11-2008, 18:03
Şeref Bey. Sözleriniz çok güzel. Bu arada tüm samimiyetimle geçmiş olsun diyorum. İnsanın kendi başına ya da sevdiklerinin başına gelmeden bilmiyormuş acısını. Fakat bizler güçlü insanlarız değil mi? Her türlü üzüntüden sıyrılıp-silkelenip mücadele edecek güce sahibiz. İnsan olarak bedenimize karşıda sorumluyuz. Onu iyileştirmek için de ne gerekiyorsa yapacağız. Hepimizin bir son günü olacak. Ve hepimiz o günü yaşayacağız. Önemli olan o güne kadar olabildiğince mutlu yaşamaya çalışmak. Ki siz böylesiniz. Böyle olmasanız uzun yıllardır yaşadığınız sıkıntıları bu kadar rahat paylaşamazsınız. Bu açıdan sizi takdir ediyorum.
Ve evet, tüm hastalıklarda olduğu gibi bu hastalıkta da tıbbi tedaviden sonra en önemli mücadele yolu morali üst seviyede tutmaktır. Morallerimiz hep yüksek olmalı. Hep mutlu olun emi...

şeref
02-11-2008, 20:12
sayın susam,
yazınızdaki sadelik,güzellik ve samimiyet sizlerin doğasında olduğunu biliyorum.dilekleriniz çok güzel, aynı dilek ve temennilerin tüm insanlar için olmasını istiyorum.yüce mevlam önce çocukların duasını kabul edermiş, sonra hastaların, daha sonra yaşlı ve yolcuların hasta olarak, hazır bu fırsat elimizdeyken tüm insanlık için güzel şeyler dilemek gerçekten güzel birşey,
benim hamurumda insanlarla güzel geçinmek var herhalde, yazmak, konuşmak,paylaşmak huzur veriyor,umarım karşımdaki insanlarda bu huzurdan faydalanıyorlardır.
Eğer bana inanırsanız; konuşmak, gülmek, gezmek, kısacası birşeylerle olabildiğince uğraşmak gerçekten faydalı, insan motive oluyor, olumlu düşünüyor ve özellikle PAYLAŞMAYI çok seviyor.
sadece dikkat edilmesi gereken,
tedavileri ve kontrolleri aksatmamak, doktoruyla diyaloğu bırakmamak, hastalığı kabullenip yeme ve içmeye dikkat etmek, bundan sonrası allaha kalmış birşey,

YÜZÜNÜZDEN TATLI TEBESSÜM HİÇ EKSİK OLMASIN,
KÜÇÜK BİR TÜYO " ÖNCE AYNAYA BAKIN, DAHA SONRA, ÇOCUKLARI SEVİNDİRİN AMA NASIL VEYA NEYLE OLURSA OLSUN, DAHA SONRA AYNAYA BAKIN, YÜZÜNÜZDEKİ FARKI FARK EDİN.
GÖRÜŞMEK ÜZERE,

susam
03-11-2008, 10:24
Sayın Şeref. Çocukları sevindirme hadisesini yıllar önce keşfettim. Onlar bizlerin masum yüzleri. Ve onları sevindirmek her şeyden mutluluk verici.

Baldaş
03-11-2008, 10:58
Susam beni hatırlamışsındır... Toplantımızda çok kısıtlı konuşma şansımız olduğu için bu konulara değinemedik, yeteri kadar tanışamadık. Paylaşabileceğimiz çok konu var aslında...

Anneniz için yazdıklarınızı ve diğer yazılarınızı tek tek okuyorum. Büyük geçmiş olsun öncelikle. Söylediğinize katılıyorum. Tıp bir yere kadar ilerliyor ama insan biyokimyası o kadar karmaşık ki... Tıp ilmi mutlaka gerekli, bilime inanıyoruz ama bilinmeyen o bölgede nice mucizeler yaşanıyor. Maneviyatın çok önemli olduğuna ben de inanıyorum.

Umarım ilk fırsatta en kısa zamanda yeniden görüşebiliriz...Bu arada nazar değmesin o kadar hayat dolu görünüyordunuz ki ne bileyim herkes ne kadar sorunsuz ve hayat dolu diye geçirmiştim içimden. ( Yaşınızı da hiç göstermiyorsunuz maşallah diyeyim )

Yine de insanları en azından daha dinç yaşayabilmeleri için sağlıklı yaşam konusunda sürekli uyarmak gerekiyor. Paylaşmaya devam edelim... Lütfen yazmaya devam edin...

susam
03-11-2008, 15:46
Sevgili Baldaş. Seni nasıl unutabilirim. Bende ilk fırsatta görüşmek isterim. Bu arada sözlerin için çok teşekkür ederim. Şimdi ben desem ki 10 ömürlük sıkıntı yaşadım, kimse inanmaz. Ama doğrusu bu. Kendimce bu büyük sıkıntılarla -buna hastalıklarda dahil- başedebilme yolu olarak olumlu düşünce, iyi niyet, dışa dönük yaşamak, gülmek, gülmek, gülmek şeklinde bir reçete buldum. Bende işe yaradı. Güzel düşüncelerin iyileştirici, dinçleştirici etkisi olduğuna inanıyorum. Kanser de bunlardan biri.
Kanserden korunma yolları konusunda bir çoğunuz gibi benimde kendimce tedbirlerim var. Biz bayanların en çok maruz kaldığımız kanser riski yüksek ürünler sanırım deterjanlardır. Bundan 3 yıl önce bir deterjan firması keşfettim. Türkiyede üretim yapan ve ege üniversitesi tarafından ürün testleri yapılan, gerekli bakanlıklardan izinlerini almış bir marka bu. Piyasada satılmıyor. Ürün temini distirübütörler tarafından sağlanıyor. Tamamen bitkisel içerikli ve çok etkili ürünleri var. Benim favorilerim arasında ilk önce bulaşık makinesi parlatıcısı geliyor. Bu ürün deterjanda bulunan kanserolojen maddeleri nötrlüyor. Ki çoğumuz yemeklerimizi detarjan katkılı yiyoruz. Bu yüzden önemli bir ürün. Bir diğeri çamaşır makinelerinde ve tüm temizlik alanında kullanılabilen çok konsantre bir ürün. Tamamen bitkisel. Kullandığım deterjanlı suyu çiçeklerime döküyorum ve zarar görmüyorlar. Bu açıdan güvenim tam. Mesela tamamen bitkisel bir yağ çözücüsü var. Bu kadar kuvvetli bir ürün daha önce kullanmadım. En azından eldivensiz gönül rahatlığıyla kullanabiliyorum. Bebek cildine bile zarar vermediğine defalarca şahit oldum. Saç şampuanı, duş jeli, dezenfektanlı sıvı sabunu (ki bu sabun bazı ciddi virüsleri dahi yok edebilme özelliğine sahip) ...
Kısacası deterjan kullanırken içim rahat. En azından bu açıdan korunduğumuzu düşünüyorum. Fiyatlarıda uygun olduğu için alım zorluğu yaşamıyorum. Belki sorun olur diye marka vermiyorum. İlgilenen olursa söylerim.
Bu arada kanserle mücadelede ciddi yararları olduğu söylenen bir bitki yetiştirmeye başladım. Belki biliyorsunuzdur. Pepino. Şu anda üstü meyve dolu. Olgunlaşmalarını bekliyorum. Yavaş yavaş çoğaltacağım. Buradan anneme de göndermeyi düşünüyorum. Tadını da merak etmiyor değilim.
Kendi soğanımı balkonumda kendim yetiştiriyorum. Maydanoz ve nanemide. Aslında küçücük balkonlar bile ufak tefek şeyler yetiştirebilmek için değerlendirilebilinir. Bu hem gözümüzü, hem gönlümüzü, hem sağlığımızı, hem de bütçemizi şenlendirir.
Biz hanımlar özellikle güzelleşmek için envayi çeşit ürün kullanırız. Kozmetiğe yatırdığımız para oldukça ciddi boyutlara ulaşabilir. Doğal yollarla hazırlanabilecek birçok reçete var. Belki daha zor ama daha sağlıklı olduğu kesin. Zira gün geçmiyorki bir kozmetik markası hakkında sağlığı tehdit eden maddeler bulunmuş olmasın.
Düzenli yaşamda kanserden korunmak için etkili bir yol olabilir diye düşünüyorum. Düzenli yemek, düzenli ve zamanında uyumak, düzenli spor vs. Gerçi ben bu düzene çok ters bir yaşantı içindeyim ve acısını bir gün çekeceğimi biliyorum.

susam
03-11-2008, 15:54
Aslında kendimce tespit ettiğim birşey var. Bu da şudur: İnsanoğlu topraktan uzaklaştıkça sağlığını kaybetti. Toprakla olan bağ insanı sağlıklı kılıyor. Küçükken annemle birlikte ameleliğe giderdik. Nar ağaçlarının çevrelediği pamuk tarlalarında pamuk toplardık. Her yer toprak kokardı. Yağmur yağıncada aynı kokuyu duyardık. Ya da tütün kırardık. Çapa yapardık. Ya da buğday biçerdik. Şimdi tarımda bile makineler devrede. Toprak sanki eskisi gibi kokmuyor. Toprak gün gelecek bize küsecek. Çünkü onu zehirliyoruz. Onunla olan bağımızı koparıyoruz. Doğadan uzaklaşıyoruz. Fıtratımıza aykırı yaşamlar içine girdik. Eşeğe binerek ovaya gitmenin zevkini çocuklarımıza yaşatamıyoruz. Onlar eşeğin oyuncak versiyonunu gördüler. Onlar bizlerin yediği kokulu ve leziz meyveleri tatmadılar. Onlar bizim gibi ağaç tepelerinde dut toplamıyorlar. Ya da çatal dallardan sapan yapmayı, bebek yapmayı denemediler bile...

susam
03-11-2008, 15:58
Bizden öncekiler hayatı kolaylaştırmak adına bizlere zehirli bir dünya bıraktılar. Bizler daha da zehirli bir dünyayı çocuklarımıza devredeceğiz. Çok yazık. Ama bu saatten sonra durmak mümkün görünmüyor. Kaptırdım yazdım gidiyorum. Herkesin söyleyecek birçok sözü var. Benimkiler ise birçoğun üstünde sanırım. Daha fazla uzatmayayım değil mi?
Bu arada baldaş sende çok şeker birisin. Sevdiklerin senin gibi bir sevenleri olduğu için kendilerini şanslı saymalılar :).

Baldaş
04-11-2008, 07:37
Teşekkürler Susam güzel düşüncelerin için...Çevremde böyle bilinçli insanlar olduğunu görüp duyunca sanki biraz daha rahatlıyorum. Belki çoğunluğu aynı yönde davranmaya sevkedebiliriz.

Pepinonun bu kadar faydalı olduğunu bilmiyordum. Bir akrabamız bahçesinde yetiştiriyor. Ondan isteyeyim o zaman. Yanlış hatırlamıyorsam fidan olarak Gürcistan'dan getiriyorlardı bir ara...

Çocuklar için evet onlar için çok üzgünüm. Kızım için herşeyden vazgeçtim, bıraktım geldim memleketime. Dağlara çıkarıyoruz, yaylaları görmesini sağlıyoruz, denize taş attırıyoruz, inekleri sevdiriyoruz, derelerde oynamasını sağlıyoruz, çiçekleri ağaçları sevdirmeye çalışıyoruz. Ne yapsaydım... Gülhane'ye götürüp oradaki hayvanların içler acısı halini mi seyrettirseydim...Daha konforlu yaşasın diye bunu mu yapsaydım ?

Küçük öneriler:

Çocuklarımız en değerli varlıklarımız olduğuna göre onların sağlığı da en büyük hedefimiz.

Çikolata yerine köme, portakallı gazoz yerine havuç suyu, kola yerine sulandırılmış pekmez, cips yerine fırında patates, neyle yapıldığı belli olmayan hazır dondurma yerine ( Kimbilir belki de Çin'den ithal süt tozu ile ) taze sütten ev yapımı dondurma... Örnekleri çoğaltabiliriz. Gerekirse kandırın, gerekirse yalan söyleyin bu tatlara çocuklarımızı alıştıralım.

denizakvaryumu
04-11-2008, 07:43
Pepinonun yararları yazılırken kanser için olanı bana biraz reklam gibi geliyor.

Pepino afişlerini makro marketlerde görüyorum, şifa olmadığı hastalık yok gibi :)

Acaba özellikle pepinonun kansere iyi geldiği yönünde bilimsel bir dayanak var mı?

şeref
04-11-2008, 07:53
sevgili susam, değerli baldaş'a yazdığınız son yazınızı okudum.
sizi, bugün biraz karamsar gördüm galiba, inşallah yanılıyorumdur. Sanırım biraz yorgun ve sıkıntılı birgün geçirmişsinizdir.
bizden öncekiler, kendileri veya bizlere hayatı kolaylaştırmak için zehirli bir dünya bırakmış olabilir, bıraksınlar.
ama bizim çocuklarımızda bizi eleştirmemeleri için bizlerin daha iyi bir dünya ve gelecek bırakmak için daha çok çalışmamız lazım değilmi?
Birileri bozup bırakıyorsa, çocuklarımızın suçu varmı ki, bizde onları cezalandıralım,
sizlerin daha iyi düşündüğü, düşüncelerinize saygı duyduğumun bilinmesini diliyorum.
Bizim çektiğimiz sıkıntıları o güzelim yavrularımızın yaşamaması için hep beraber çalışalım,uğraşalım. Neden mi?
bizlerin uğraşması ve çalışması onlarıda cesaretlendirecektir. Onlarda kendi çocuklarına daha iyi bir yaşam bırakmak için bizi örnek alacaklardır, almak zorundalar.
sevgi ve selamlar.
yüzünüzden gülücükler, gönlünüzden güzellikler,elinizden çiçekler eksik olmasın.
şeref deniz

Baldaş
04-11-2008, 08:58
Haklısınız Şeref Bey somut olarak mücadeleye hepimiz evlerimizin içinden başlıyoruz. Sigara içmeyerek, bitkilerle ilgilenerek, doğal gıdalara yönelerek, deterjanlardan vazgeçerek. Çok zor değil basit birtakım önlemler sadece...Karamsarlığa gerek yok :) biraz ucundan tutarsak doğa gerisini halleder kendi kendini temizler zaten.

Sayın Denizakvaryumu pepino konusunda gerçekten bilgisizim. Araştırmadan hiçbirşey söyleyemeyiz ama genel olarak taze her türlü meyve sebzeyi sağlık açısından zaten tüketmekte fayda var. Zararı olmaz faydası olur diyelim en iyisi...

denizakvaryumu
04-11-2008, 09:07
... genel olarak taze her türlü meyve sebzeyi sağlık açısından zaten tüketmekte fayda var. Zararı olmaz faydası olur diyelim en iyisi...

Evet size katılıyorum,

bugünlerde AVM lerde ve bazı marketlerde, bardakta mısır satışı yapan arabaların yanında, bardakta ve tabakta kesilmiş-dilinlenmiş meyve arabaları ortaya çıktı.

7-8 çeşit meyve var.

Uzun zamandır bu uygulamayı bekliyordum, yaygınlaşırsa çok iyi olur.

denizakvaryumu
04-11-2008, 14:08
Şekerin kanserin en büyük dostu olduğunu herkes bilir, kanser hastalarına ilk yasaklanan şeker olur...

Peki bal için yasak söz konusu mu?

--------------------------

Kansere karşı bal rejimi

Hırvatistan'daki Zagreb Üniversitesi tarafından yapılan yeni araştırmaya göre, bal kansere yakalanma riskini azaltıyor.

Aynı zamanda içerdiği flavonoid isimli antioksidan madde sayesinde, var olan tümörün küçülmesine yardımcı oluyor ve büyümesini engelliyor.

Araştırmanın başında bulunan profesör Ivan Basic, "Henüz kanserli hücrelere nasıl saldırdığını ve onların küçülmesine nasıl yardımcı olduğunu belirleyemedik. Ancak çoğunlukla meyvelerde bulunan flavonoid maddesinde arıların ürettiği her şeyden bolca var.

Bu gerçekten çok büyük bir buluş" dedi. Flavonoid maddesi kanı sulandırarak kalp hastalıkları riskini de azaltıyor. Uzmanlar ayrıca, bal yiyenlerin hiç bal yemeyenlere oranla çok daha uzun yaşadıklarını da belirlediklerini de açıkladı.

http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/04/gun110.html

--------------------------------------------

Şifalı dediğimiz bal doğal bal...Her bal şifalı mıdır?

...Uludağ Üniversitesi Yenişehir İbrahim Orhan Meslek Yüksek Okulu ile Yerel Gündem 21'in düzenlediği arıcılık konulu konferans ilgi gördü. Öğrencilerin yanısıra ilçede bal üretimi yapan çiftçilerin katıldığı konferansta konuşan Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Levent Aydın, Türkiye'nin ürettiği balın yarısının ihraç edilmesinin iyi olacağını belirtti. Aydın, "Ancak bizim ihraç ettiğimiz balda antibiyotik kalıntısı olduğu için geri geliyor ve bu bal iç piyasaya satılıyor. Bu çok tehlikeli bir durum. Çünkü antibiyotikli bal kansere bile yol açabiliyor.
Bunun için çok dikkatli olmalıyız" dedi. Arı zehrinin çok önemli bir zehir olduğuna da dikkat çeken Aydın, "Ülkemizde yılda 2 kilo arı zehiri ancak çıkıyor ve gramı 200 ile 700 dolar arasında alıcı buluyor. Bu zehir AIDS ve lösemi gibi hastalıklarda kullanılıyor. Ancak biz bunları hiç düşünmüyoruz. Bursa ve Yalova Türkiye'nin en bol polen olan yeri, fakat farkında bile değiliz. Maalesef ülkemizde arıcılık şuurlu bir şekilde yapılmıyor

http://www.altinkovan.com/index.php?option=com_content&task=view&id=9&Itemid=1

--------------------------------------

Sahte ballar kanserojen

Türkiye Erozyonla Mücadele, Agaçlandirma ve Dogal Varliklari Koruma (TEMA) Vakfi, bir rapor hazirlayarak bal üretimindeki sahtekârliklari anlatti.


''Baldaki Sorunlar'' baslikli raporda, petekli bal üretimi için kolonilere balmumundan yapilmis olmasi gereken plakalar takilmasi gerektigine dikkat çekildi. Bu plakalari daha ucuza üretebilmek için bazi imalathanelerde balmumuna yüzde 10-15 oraninda petrol ürünü mum karistirildigi belirtilen raporda, "Petrol ürünü mum kanserojendir" denildi.

Sorunun çözümü için etkin kalite kontrol yöntemlerinin yapilmasi gerektigi vurgulanan raporda yer alan bazi tagsisler (içine olmamasi gereken seyler katilmis) ve kirlilikler söyle siralandi:

Ari görmemis bal: Fabrikalarda misirdan üretilen ticari glikozun içine bir miktar polen, renklendiriciler ve esanslar katilarak ''bal'' diye etiketlenip satiliyor. Bu tür bal piyasada oldukça yaygin. Bal standardi ve kodeksi balda glikozu yasaklamakta. Klasik seker laboratuvarlari bu analizi kolayca yapiyor. Bu ballar genelde gözden irak bodrum katlarinda üretildiginden aracilar arasinda ''Bodrum bali'' diye adlandiriliyor.

Seker bali: Aricilar kolonilerinden daha çok üretim alabilmek için bal üretim mevsimlerinde kocanlara sakkaroz (seker surubu) veya glikoz veriyor. Arilar bu surubu emip sindirim sisitemlerinden gereçirerek petek gözlerine doldurur. Teknik olarak ari ürünüdür ama gerçek bal degildir.
Surup arinin midesinden geçtiginden klasik seker laboratuvarlari bu tagsisi saptayamiyor.
Sekerli beslenmeden dolayi, ihraç edilen ballarin yurtdisindan geri dönmesi sonucu Ege Ihracatçilar Birligi'' nin kurdugu laboratuvarda bu test yapilabiliyor. Bu laboratuvarda sadece ihraç edilen ürünler tahlilden geçiyor. Bu analizler korbon-13 testi yapabilen cihazlarla yapiliyor. TÜBITAK-MAM''da bu analizleri yapmak mümkün. Sekerle beslenmeyle üretilen ballarda ticari sakkaroz miktari yüzde 50''lerin üzerinde.

Karisik bal: Süzme balin içine bazen yüzde 90''lara varan oranda glikoz karistirilarak ''dogal bal'' veya ''saf bal'' diye satiliyor. Dogal balin fiyati yüksek oldugundan, fiyatinin onda biri oranindaki glikozla maliyet düsürülerek karisim yapiliyor. Bu ballarin hepsi saf, yayla, dogal bal diye etiketlenerek satiliyor. Bal standardi ve kodeksi balda ticari glikozu kabul etmiyor. Bu karisim klasik seker laboratuvarlarinda saptanabiliyor.
TEMA''nin raporunda yer alan kanserojen ballar ise söyle:

Petekli ballar: Türkiye''de petekli bal üretimi için kolonilere balmumundan yapilmis olmasi gereken plakalar takiliyor. Bu plakalari daha ucuza üretebilmek için bazi imalathanelerde balmumuna yüzde 10-25 oraninda petrol ürünü mum karistiriliyor.

Bu nedenle birçok ülkede petekli bal tüketimi yasaklanmis durumda. Petrol ürünü parafin balmumuna karistiktan sonra rafine edilip, temizlenemiyor. Bu bulasiklik tüm imalathanelere geçiyor ve saf balmumu bulunamiyor. Saf balmumuna karistirilan petrol ürünü mumun kanserojen oldugu biliniyor.

Naftalinli ballar: Son yillarda yurtdisindan gönderilmesinin en büyük nedeni naftalin kalintisi bulunmasi. Naftalini, aricilar, kovanlarindaki mum güvesi zararlisina karsi kullaniyor. Naftalinin uçucu ve balmumu tarafindan emilme özelliginin bulunmasi nedeniyle kolayca bala geçebiliyor.
Naftalin petrol ürünü olup, kanserojenlik siralamasinda dünyadaki en önemli 10 maddeden biridir. Iç piyasadaki ballarda naftalin kalinti analizi yapilmiyor. Bu analiz genelde illerdeki pestisit laboratuvarlarinda yapilabiliyor.

Kaynak : TEMA

http://www.kanserken.com/default.asp?kategori_id=2&haber_id=126

------------------------
Ben temel petekli bal almıyorum, arının kendi yaptığı petekli bal yani karakovan balını tüketin derim.
Naftalin sadece arı kovanlarında değil yatak odalarımızda yıllardır var, güvelerden korunacağız diye yıllardır naftalini geceleri 7-8 saat soluyoruz.

Yatak odalarınızda ve evinizde güve için naftalin kullanmayın.

Doğal Bal şifadır, unutmayın.

susam
04-11-2008, 16:41
Sevgili denizakvaryumu. Bal hakkında verdiğiniz bilgiler gerçekten dikkat çekici. Bundan birkaç yıl önce okuduğum bilimsel bir çalışmanın sonuçları beni çok etkilemişti. Yetişkin bir erkek -ki yanlış hatırlamıyorsam yaşı 45 ti- labaratuvar ortamında tecrit ediliyor. 6 ay boyunca doğal bal ile beslenmesi sağlanıyor. İçecek olarak ta sadece su ve bal şurubu veriliyor. Sonuç müthiş. Tecrit ortamından 15 yıl gençleşmiş olarak çıkıyor. Buna organları da dahil. Mucize gibi birşey bu. Bu derece yenileyici etkisi olan bu gıdanın mutlaka kanser hastalarında da etkisi olacaktır. Daha önce yazdığım gibi anneme düzenli olarak küçük miktarlarda karakovan balı denilen saf baldan yedirdik. Bu balı çok güvenilir ellerden temin ettik. Pazar ya da marketlerde de çeşit çeşit ballar satılıyor. Ama güvenemediğimiz için bu tür ballardan vermedik. Ben etkili olduğuna inanıyorum. Zira ilk dönemlerdeki haliyle şimdiki hali arasında ciddi farklılıklar var. Herşeyde olduğu gibi balında doğalını arayıp bulmak lazım.

susam
04-11-2008, 16:49
Sevgili Şeref. Aslında üstteki yazıları yazdığımda ciddi ağrılar çekiyordum. Bir kaç gündür hastayım. Ve bunun yazılarımı etkilemesine sanırım engel olamadım. Yine de emin olun gülmek için her fırsatı değerlendiriyorum.
Çocuklarımıza gelince, ben kendi adıma onları doğaya dost yetiştirdim. Hiç unutmam (bunu anlatmalıyım), ilkokul öğretmeni oğlum için beni okula çağırtmıştı. Bu öğretmen bayan yıllarca müdürlük te yapmış deneyimli biriydi. Endişeyle okula gittim. Beni karşısına alıp bütün ciddiyetiyle "Oğlunuz arka bahçenizde köpek besliyormuş. Onları seviyormuş. Dikkatli olun. Böyle hayvanlarla aşırı münasebeti devam ederse, ileride cinsi sapık olur" dedi. İnanabiliyormusunuz? Daha 8 yaşındaki oğlumdan bahsediyordu. Ve ben kedileri, köpekleri, kaplumbağa, inek, keçi, koyun, aklınıza gelebilecek her türlü hayvanı seven ben bunları duyuyordum. Cevap olarak "Şahsen bende severim köpekleri, fakat henüz sapıtmadım. Oğlumunda sevmesinden gurur duyuyorum. Siz isterseniz uzak durun. Ama sakın oğluma böyle bir telkinde bulunmayın" diyebildim.
Bir öğretmenin böyle düşünmesi çok düşündürücü. Neyse yine konudan koptum. Tabi ki çocuklarımıza doğruyu, güzeli öğreteceğiz. Ve onlara daha iyi bir dünya bırakabilmek için elimizden geleni yapacağız.
Yüzüm her zaman gülüyor. Gülmeye de devam edecek. Hayat herşeye rağmen yaşamaya değer değil mi?

susam
04-11-2008, 17:22
Sevgili Denizakvaryumu. Pepino ile ilgili bilimsel araştırmaların yapılıp yapılmadığını bilemiyorum. Bilenler varsa burada yazarlarsa hepimiz bilgilenmiş olurum. Geçmiş zamanların birinde bir köşe yazarının makalesi beni çok etkilemişti. Yaşadığı bir tecrübeyi anlatıyordu. Bu makalenin özeti şuydu: Kanser hastası olan yakın arkadaşlarından biri durumu oldukça ağırlaştıktan sonra köyüne gitmiş. Bir yıl kadar sonra arkadaşını ziyarete gittiğinde çok şaşırdığını belirtiyor. Yataktan kalkmaya mecali olmayan arkadaşının oldukça zinde olduğunu görmüş. Bunun sebebini sorduğunda, gece gündüz pepino yediğini anlatmış arkadaşı. Ondan sonra gittikçe dinçleştiğini, günlük hayata döndüğünü ve tetkiklerinde ciddi düzelmeler olduğunu, kanseri yendiğini anlatmış. Bu köşe yazarıda bunu gazetesinde yayınlamıştı. Hatta o köyden kendisinin de bir fidan alıp balkonunda yetiştirmeye başladığını söylüyordu.
Netten bulduğum bir sayfayı olduğu gibi yüklüyorum. Umarım bu bilgiler doğrudur.
FAYDALARI

İçerdiği A ve C vitaminleri sayesinde idrar yolları, solunum yolları enfeksiyonlarında vücudun direncini arttırır. Ayrıca yara ve diş iltihaplarına karşı etkilidir. Kan damarlarının kuvvetli olmasını sağlar.

Bazı insanlar sağlık iksiri diye nitelendirdikleri pepino' yu çeşitli rahatsızlıklar için tüketirken bazıları da meyve olarak hatta cilt bakımı için tüketiyor. Pepino olgunlaşmadan ve olgunluk seviyesine ulaştığı meyve hâlinde de tüketilebiliyor. Meyvenin ham hâli özellikle şeker hastaları için tavsiye ediliyor çünkü tam olgunlaşmamış pepino' nun şeker oranı daha düşük olduğundan rahatlıkla kullanılabiliyor. Kanser hücrelerinin yok olmasında büyük etki sağladığı ve kolesterolü düşürdüğü kullanıcıları tarafından belirtilen meyve, hücre yenileyici özelliği ile çocukların gelişiminde; C vitamini deposu olma özelliği ile vücut direncini artırmada; kalsiyum bakımından zenginliğiyle ağrıların giderilmesinde etki sağlıyor.

Ayrıca Pepino, böbrek kumunda etkili olduğu kadar anemi hastalarına fayda sağlıyor.
Afrodizyak (Cinsel duyguları veya isteği uyaran veya artıran) etkisi yaratıyor.
Uyku düzenini dengede tutuyor.


Regl dönemini düzene sokuyor, menopoz döneminde yaşanan psikolojik sorunlarda olumlu etki yaratıyor.
K vitamini bulunduğundan kanın pıhtılaşmasını kolaylaştırıyor.

Çocuklarda kemik gelişimi sağladığı, eklem romatizmasında faydalı olduğu ve hemofili (Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlı kanama hastalığı) hastalığına iyi geldiği belirtilmektedir.

Bayanlar cilt bakımı içinde kullanmaktadır. Meyveleri mideye indirip, yaşlanma hali veya belirtileri karşı (anti-aging) etkisi olması nedeniyle kabuklarını da cilt bakımı için yüzlerine sürüyorlar.



MEYVENİN BİLİNEN FAYDALI (ŞİFÂİ) ÖZELİKLERİ

Şeker Hastalıkları,

Kemik Erimesi,

Dalak Yetmezliği (Tromoksin),

Bağırsak Kanseri,

Gen Hastaları,

Mide Rahatsızlığı,

Anemi (Kansızlık) Hastaları,

Hemofili Hastaları (Kanın Pıhtılaşmasındaki Bir Bozukluğa Bağlı Kanama Hastalığı),

Çocuklarda Kemik Gelişimi Sağlamakta,

Eklem Romatizmasına İyi Gelmekte,

Kolesterolü Düşürmekte (Hastaları tarafından beyan edilmiştir),

Kilo Problemi Olanlar Daha Çok Tüketmektedir.

susam
04-11-2008, 17:25
Sevgili Baldaş. Çocuğun için yapmış olduğun fedakarlık ancak bir annenin yüce gönlünden kopar gelir. Seni bu açıdan kutluyorum. Bu arada ufaklıkta fedakarlık yapılmayacak gibi değil. Çok tatlı maşallah. Hepimizin üstüne düşen görevler var. Küçük ya da büyük. Ama mutlaka birşeyler yapmalıyız.

Bennil
04-11-2008, 18:04
Merhaba arkadaşlar;
Bal Gerçek bir mucizedir. Ama Gerçek bal. Yani karakovan balı. Arı kendi mumunu kendi yapar sonra çiçeklerden aldıkları ile balını . Her şeyde olduğu gibi ne yazık ki bal tüketilmesi gereken bir mucize gıda iken, zarar verecek duruma getiriliyor. Arıya şeker veriliyor al bunu bal yap deniyor. Biz insanlar kadar doğaya zarar veren hiç bir varlık yok. Doğal dengeyi bozarken, bütün yaratılmışların yaşam haklarınıda engelliyoruz. Her şey para değildir.
LÜTFEN İNSAN OLARAK DOĞDUK. İNSAN OLARAK ÖLELİM.

şeref
05-11-2008, 06:39
sayın susam,
biraz delice olacak ama?
benim mutluluk kaynağım,İstanbul şehrinin " İ " harfi, kocaman kocaman " İ " harfini aynanın karşısına geçerek olabildiğince kocaman, notalı, uzun ve sesli olarak söylemek, "aslında bir deli saçması" ama bana faydası oluyor,
denemeni isterim.

Baldaş
05-11-2008, 08:13
Günaydın arkadaşlar. Yazılarınızı, özellikle bal ile ilgili olanları merakla takip ediyorum. Ufak bir ilave yapayım:

Maçahel'i duymayan kalmamıştır. Gürcistan sınırındaki ikiye bölünmüş harika bir köy. TEMA yakın zamanlarda organik bal üretimi çalışmalarını bu köyde yapacağını belirtmişti yanlış hatırlamıyorsam. Artvin'de yaşayan üyemiz Yale bu konuda daha sağlıklı bilgi verebilir. Olmazsa biraz araştırır son durumla ilgili size bilgi aktarırım.

Bal almak isteyen arkadaşlar: Gerçekten şifanın peşindeyseniz biraz paranıza kıyın ve araştırıcı olun market reyonlarından bal almayın...

Bir organik tarım haberi de Rize'den. Hemşin'in suni gübre ve zirai ilaçlardan en az etkilenmiş yüksek bölgelerinde organik çay tarımına başlandı. Yalnız yüzdeyüz organik üretimin kademeli olarak birkaç yıl içinde gerçekleşeceği belirtiliyor ( Tam arınmanın sağlanabilmesi için ) İlk ürün piyasaya sürüldü mü bilmiyorum sizin için araştırayım...

Küçük bir not:

Paşabahçenin ürettiği en büyük boy, saplı, çift kapaklı kavanozlardan aldık. Onları damacana niyetine kullanıyoruz. Yayladan aldığımız suyu muhafaza ediyoruz. Denizakvaryumu, plastik damacanaların dibindeki üçgenlerde biri yediyi beşi araştırmaktan çok daha iyidir diye düşündük ( Diğer yazılarınızı da takip ediyorum ). Bir de yeri geldikçe yoğurt, konserve, zeytin yapımında kullanılabilir ya da pirincinizi, bulgurunuzu vs. saklayabilirsiniz...

denizakvaryumu
05-11-2008, 09:55
Maçahel'i duymayan kalmamıştır.


Dünyanın 102 ülkesinden 482 koruma alanını kapsayan, UNESCO’nun ''İnsan ve Biyosfer Rezervi Projesi’ne'' Türkiye’den sadece Macahel dahil edildi.

Macahel bu bakımdan çok önemli.

Adeta el değmemiş yağmur ormanı, insan girmemiş amazonlar gibi.

Acaba orada yaşayan insanları araştırdılar mı, kanser hastası olan var mı ?

denizakvaryumu
05-11-2008, 10:12
Yayladan aldığımız suyu muhafaza ediyoruz. Denizakvaryumu, plastik damacanaların dibindeki üçgenlerde biri yediyi beşi araştırmaktan çok daha iyidir diye düşündük ..

"Dağdan, tepeden, yayladan her çıkan kaynak suyu iyidir" şeklinde yanlış bir kanı var.

Su geldiği yerin, kayaçların, toprağın özelliklerini, minerallerini de bünyesine katar bu durum suya pozitif olarak yansıyabileceği gibi yani şifa özelliği verebileceği gibi negatif ,sağlığa zararlı yönü de olabilir.

Hatta tadı çok güzel suların içinde bile siyanür tespit edilmiştir.

Bu nedenle yayla suyunu bulunduğunuz ildeki Hıfzısıhha kurumuna test ettirin derim.

denizakvaryumu
05-11-2008, 11:50
Az uyuyarak kansere davetiye çıkartmayın


Günde 6 saatten az uyuyan kadınların göğüs kanseri olma riskinin yüzde 62 olduğu açıklandı. 8 yıllık periyodlarla, yaşları 40 ila 79 arasında olan 24 bin kadın üzerinde araştırma yapan Japonya'daki Tohoku Üniversitesi Tıp Yüksek Okulu araştırmacıları, geceleri 6 saatten daha az uyuyanların, 7 saat uyuyanlara göre göğüs kanseri olma riskinin yüzde 62 daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Araştırmacılar, melatonin hormonunun uyku süresi boyunca beyni koruduğunu ve hücre çoğalmasını uyararak kanser hücresi çoğalma hızını arttıran östrojen hormonunu bastırdığını belirterek, bu sebeple uyku bozukluğunun kanser riskini arttırdığını ifade etti.

http://www.bugun.com.tr/haber_detay.asp?haberID=45208

denizakvaryumu
05-11-2008, 12:03
Alman bakan: Türk armutlarındaki ilaç normalin altı katı

Baden-Württemberg eyaleti tarım bakanı: Türkiye’den alınan armutlarda, ’amitraz’ ilacı 6 kat fazla çıktı. AB’de yasaklanmalı.

Almanya’nın Hıristiyan Demokrat Birlik Partili (CDU) Baden-Württemberg eyaleti Tarım Bakanı Peter Hauk (CDU), Türkiye’den ithal edilen armutların zararlı olduğu gerekçesiyle yasaklanmasını istedi. Hauk, özellikle böceklerden koruma amacıyla armutların içine sıkılan "amitraz" adlı ilacın, Almanya’da uzun zamandır, Avrupa Birliği genelinde ise 2008 yılının başından bu yana yasak olduğunu ve sağlığa ciddi zarar verdiğini vurguladı.

Armutların sadece Almanya’ya değil, Avrupa Birliği ülkelerine de girmesinin engellenmesi için Almanya’nın çaba göstermesi gerektiğini savunan Bakan Peter Hauk, armudun içinde bulunan bu ilacın halsizliğe ve konuşma bozukluğuna yol açtığını kaydetti. Peter Hauk, Türk armutlarının sadece kendi eyaleti olan Baden Württemberg değil, Almanya çapında dağıtıldığından hareket ettiğini belirterek, Alman hükümetinden Türk armudunun ihracının yasaklanmasını da talep etti.

Hauk şöyle konuştu: "Türkiye’den gelen armutlar üzerine yapılan 17 testte de, amitraz değerlerinin yüksek olduğu tespit edildi. Amitraz değeri kilo başına 0.05 miligram sınırının çok üzerinde, kilo başına 2.9 miligram dolaylarında. Bu nedenle Stuttgart ve geniş çevresinde en az 3.8 ton armuda el konuldu ve imha edildi."

http://www.drt.com.tr/Haber.aspx?id=971

İyi ki imha ediliyor, Türkiye'ye geri gönderseler doğru iç pazara...

Baldaş
05-11-2008, 13:24
( Alıntı )
Arıcılık için Borçka Macahel (Camili) havzası özellikle seçilmiştir.Camili havzasında Türkiye'de başka yerde olmayan saf Kafkas ana arılar üretilmektedir.TEMA,bu yüksek verimli ana arılarla tüm Türkiye arıcılığının temel sorunu olan düşük verimi ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.Yılda üretilen yaklaşık 10.000 adet yüksek verimli saf Kafkas ana arı,bal üreticilerinin hizmetine verilmektedir. Bal üretimi alanları başta Borçka olmak üzere Artvin,Ardahan ve çevresidir.Bu bölgenin seçilmesinin ana nedeni Artvin'in doğal orman örtüsü ve Ardahan'ın yayla özelliğidir.Artvin ormanlarında henüz çevre kirliliği yaratan etmenler bulunmamaktadır.Bölge bilhassa kestane ve ıhlamur ormanları bakımından çok zengin ve bakirdir.Ardahan yaylaları ise kimyasal gübrenin ve zirai ilaçların kullanılmadığı bitki çeşidinin yoğunlaştığı meralardır.


http://www.temari.com.tr/odül2.html ( Meraklısı inceleyebilir )


Su konusunda haklısınız. Yerleşim yeri olmayan yüksek bölgelerdeki su kaynaklarını kullanıyoruz. Yine de baktırmakta fayda var tabi ki...

Armut konusuna gelince:
Aslında şöyle birşey yapılabilir: Madem ki devlet bu konulara müdahale etmiyor. Kendisine güvenen gıda üreticileri ( Özellikle tarım alanında ) biraraya gelerek bir birlik oluşturabilir ve çok gelişmiş bir laboratuvar ağı kurabilirler. Tamamen tarafsız olacak ve uluslararası kuruluşlarca da denetlenecek bu laboratuvar düzenli olarak gıdaları testten geçirerek tüketilebilir olup olmadığına dair karne doldurabilir. "Ben bu işte yokum kardeşim" diyen üretici artık başının çaresine bakar. "Ürünüm denetlensin hodri meydan" diyenler de atıyorum güvenli gıda etiketini üzerinde taşır. ( Tabi bu konuda da işin suyu çıkarılıp sahte belgeler para karşılığı düzenlenmezse )

susam
05-11-2008, 14:04
Arkadaşlar. Doğal balın faydaları saymakla bitmez. Mucizevi hayvanlar olarak gördüğüm arının muhteşem bir ürünü daha var. Daha önce duydunuzmu bilmiyorum. Ben uzun süre önce duymuştum. Ama temin edebileceğim bir adres bulamadığım için hiç kullanma şansı bulamadım. Bu ünün adı Propolis. Bununla ilgili bilgiler aşağıdaki gibidir. Daha fazla bilgi için netten yararlanabilirsiniz.
PROPOLİS

Propolis arıların bitki filiz ve tomurcuklarından topladığı, kovan giriş deliğine, çatlak ve kırıkları kapattığı, antibakteriyal, antiviral, antifungal, antioksidan, antiparazitik özelliklere sahip yapışkan ve reçinemsi bir maddedir. Arılar bu bitkilerden topladığı reçinemsi maddeyi arka ayaklarında kovana taşırlar. Balmumu ve bazı sindirim salgıları ile karıştırarak kovan içinde kullanırlar. Arılar propolisi kavak, meşe, kayın, okaliptus ağaçları ve çalılıklardan toplarlar. Arının arka bacağında taşıdığı propolis kovanda ancak diğer arıların yardımı ile boşaltılabilir. Arılar propolisi kovanda dip tahtası, çerçeve kenarları ve giriş deliği arkasında biriktirirler.

Propolisin Yapısı ve Bileşimi

Propolis örneklerinde bitkisel kaynağa bağlı olarak 150-200 bileşik veya kimyasal saptanmıştır.

Bunlardan bazıları:

1. Flavonlar ve flavonoidler

2. Terpenler ve terpenoidler

3. Aromatik asit ve esterleri

4. Alifatik asit ve esterleri

5. Amino asitler

6. Alkoller

7. Aldehitler

8. Kalkonlar

9. Ketonlar

10. Hidrokarbonlar
Propolisin Faydaları Ve Kullanma Alanları

Anti-astımatik etki ve ağız spreyleri
Anti romatizmal (Donadieu, 1979), etki
Akciğer rahatsızlıklarında,
Melanoma ve carcinoma tumor hücreleri tedavisinde,
Doku yenileyici,
Kapillar damarları güçlendirici,
Anti diabetik,
Fitoinhibitor, (Donadieu, 1979;Bianchi, 1991)
Propolisin herhangi bir yan etkisi yoktur ancak bazı kişilerde hafif alerjik reaksiyona neden olabilir. Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde propolisin bu yüzyılda keşfedilen " en mükemmel doğal ilaç" olduğu kabul edilmiştir.

Propolisin Tıpta Kullanımı

Antibiotic aktivite :

Gram positive bacteriae (Bacillus brevis, B.polymyxa, B.pumilus, B. sphaericus, B. subtilis, Cellulomonas fimi, Nocardia globerula, Leuconostoc mesenteroides, Leuconostoc mesenteroides, Staphylococcus aureus ve Streptococcus faecalis)
Gram negatives (Aerobacter aerogenes, Alcaligenes sp., Bordetella bronchiseptica, Escherichia coli, Proteus vulgaris, Pseudomonas aeruginosa ve Serratia marcescens).
Staphylococcus aureus ve Sptreptococcus mutans. (flavonoids galangine ve pinocembrine)
Antioksidan aktivite :

Arthritis, Romatizma, Artrosis

Anti-fungal aktivite :

(cynamic acid ve flavonoid crisina).

Anestetik etki :

Kokainden 3-5 kez daha kuvvetli anestetik etki nedeniyle diş hekimliğinde kullanma (Ghisalberti 1979)

Antiprotozoan etki :

Trichomomas vaginalis (Scheller et.al., 1977). Giardia lamblia, (Towers et. al., 1990).

Antiviral aktivite :

erpes simplex tip 1 ve 2, adeno virus, corona virus, ve rota virus.,

Antikanser :

Propolisin yapısındaki cynamic asit ve terpenoidler sitotoksik activiteye sahiptir ve propolis intestin, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.

Dermatoloji ve Kozmetikte:

Antibakteriyel, antifungal ve Doku yenileyici

PROPOLİS

PROPOLİS arıların bitki tomurcuk ve filizlerinden topladığı çok kuvvetli anti-viral, anti-bakteriyel,anti-fungal etkiye sahip yapışkan organik bir maddedir. Arılar kovan içerisindeki besinleri, yavruyu ve kendilerini çeşitli mikroplardan (virüsler, bakteriler, fungus) korumak için PROPOLİS toplarlar ve bununla kovan içerisini dezenfekte ederler.

Kovan içerisinde kapalı bir ortamda 50,000-80,000 ergin arı bir o kadar da yavru (yumurta, larva, pupa) bulunmasına, kovan içi sıcaklığın (34°C) ve rutubetin (%40-%65) de virüsler, bakteriler ve funguslar için çok ideal bir ortam oluşturmasına rağmen PROPOLİS sayesinde hastalıklara yakalanmadan 80 milyon yıldan beri yaşamlarını sürdürmektedir. Kovan içerisine giren taşıyamayacakları kadar büyük canlıları da PROPOLİS ile kaplayarak bir enfeksiyon kaynağı oluşturmasını önlerler. Kovanın giriş deliğini kırık ve çatlakları PROPOLİS ile kapatarak mikropların kovana girmesini ve çoğalmasını önlerler.

PROPOLİS bir çok ilacın aktif maddesi olan bitkisel flavonoidler, antioksidanlar, biyolojik aktif maddeler ve terpenlerden oluşmaktadır.

Yapılan çalışmalarda düzenli ve sürekli olarak PROPOLİS alınması durumunda sindirim, solunum ve dolaşım sistemindeki hastalık etmenlerini (patojenleri) yok ettiği, internal toksinleri vücuttan attığı saptanmıştır.

Sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre PROPOLİS kullanımı zararlı bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı bakterileri de olumsuz olarak etkilememektedir. Bu nedenle PROPOLİS ender bulunan geniş spektrumlu antibiyotik olarak kabul edilmektedir. Klinik çalışmalarda PROPOLİSin comedo, beriberi, shingles, zosfer psorias, deri ülserine karşı çok etkili olduğunu göstermiştir. PROPOLİS ayrıca ağız yaraları, periodonditis, diş ağrısı, rhinitis, mide ülseri, nefrit, idrar yolları enfeksiyonu, influenza, diare, polypus, malignant tümör (Kanser) ve diğer bir çok hastalıkta da başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Özellikle Japonya'da yapılan klinik çalışmalarda 3 ay ile 1 yıl sürekli bir şekilde alınan PROPOLİSin, çeşitli internal kanser hücrelerinin devitalize ettiği saptanmıştır. PROPOLİS çeşitli kanser hastalıklarının önlenmesi ve tedavisinde de önemli rol oynamaktadır.

PROPOLİSin yapısındaki flavonoidler dolaşım sisteminde de önemli bir etkiye sahiptir. Kan pulcuklarının ve beyaz kürelerin konglomerasyonunu azaltmakta trombosisi önlemekte, damar sertliğini önlemekte, kan dolaşımını düzenlemekte, kan şekerini, lipit ve kolesterolü azaltmakta, kanı temizlemektedir. PROPOLİSteki flavonoidler ve terpenler oldukça kuvvetli antioksidan ve antisenilitik etkilere sahiptir. Unutkanlığa ve beyin damarları kireçlenmesine iyi gelmektedir. PROPOLİSin antioksidan etkisinin BHT den 2 kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Sürekli PROPOLİS kullanımı lipitlerin peruksidasyonunu ve melanin sedimentasyonunu önlemekte, cytotoxinleri yok etmekte, vücut aktivesini artırmakta ve yaşlanmayı (deception) geciktirmektedir.

PROPOLİSin doğal bir inmunopotentior olduğu, bağışıklığı önemli ölçüde artırdığı, fagoçyte fonksiyonunu hızlandırdığı, vücudun antibody salgılayarak hastalıkları önlediği de bildirilmektedir. PROPOLİSin anestetik etkisi de olduğu ve ilaçların etkinliklerini artırdığı da söylenmektedir. PROPOLİSİN HERHANGİ BİR YAN ETKİSİ YOKTUR.

Ancak bazı kişilerde hafif alerjik reaksiyona neden olabilir. Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde PROPOLİSin bu yüzyılda keşfedilen en mükemmel doğal ilaç olduğu kabul edilmiştir.

Özetlersek, PROPOLİSin aşağıdaki hastalıkların tedavisinde destek olarak kullanılması önerilmektedir.

Ağız içindeki yaralar
Kanser

Periodontitis
Yüksek kolesterol, lipit,trigtliserit

Trachetis -
Kalp yetmezliği

Diş ağrısı
Damar sertliği

Helitosis
Yüksek tansiyon

Ciltteki kaşıntı
Varis

Beriberi
Unutkanlık

Shingles
Beyin damarları kireçlenmesi

Tinca corposis
Diabet

Ülser
Toksinleri atma

Yara ve kesikler
Guatr

Comedo
Prostat

Zosfer psorias
Nefrit

Influenza
İdrar yolları enfeksiyonu

Diare
Faranjid

Polypus
Rinit

susam
05-11-2008, 14:09
Propolis temin edebileceğimiz herhangi bir bilgiye sahip olabilirseniz, kendi adıma isterim. Annem için çok araştırmıştım. Maalesef arıcıların çoğu adını bile duymamışlar. Bunu üzülerek öğrendim. Yine de umutluyum. Mutlaka propolis üretimi yapan arıcılar vardır. Umutla onlardan birine ulaşabilmeyi bekliyorum.

denizakvaryumu
05-11-2008, 14:11
Evet propolis gerçekten arının mucizelerinden biri.

http://urun.gittigidiyor.com/20-ml-Propolis-Dogal-antibiyotik-ve-fazlasi_W0QQidZZ13164478

http://www.stargazete.com/pazar/yazar/propolis-antibiyotik-etkili-bir-kovan-urunu-79558.htm

susam
05-11-2008, 14:17
Propolis haricinde yine sizleri ilgilendirebilecek başka bir besinden bahsetmek istiyorum. Yine geçmiş zamanda okuduğum bir araştırma yazısında çok ilgimi çeken bu besin maddesi soya fasulyesiydi. Okuduğum makalede aklımda kalan en ilginç bölüm Çin'de yapılmış bir araştırmayda. Bu araştırmada Çin'de bulunan birçok köyde bu zamana kadar hiç kanser vakasına rastlanmamış olmasıydı. Bunun üzerine yapılan araştırmada, o bölgelerde soya fasulyesinin temel gıda olarak tüketildiği tespit edilmişti.
Soya fasulyesiyle ilgili bulduğum bilgiler şöyle (bunlar sadece bir kısmı. İlgilenenler daha fazla bilgiye ulaşabilir).
Meme kanserinde soya fasulyesinin rolü
Soya Mucizesi

Batı toplumlarında meme kanseri en fazla görülen 2. kanser türüyken, Uzak Doğu ve Asya’da görülme oranı daha düşüktür. Asya ve Uzak Doğudan Amerika’ ya göç edenler üzerinde yapılan çalışmalarda meme kanseri oluşumunda çevresel koşulların genetik etmenlerden daha etkili olduğu saptanmış ve buna en önemli katkıyı da beslenme şeklinin sağladığı belirtilmiştir.





Bir çok bitkide östrojenik aktiviteye sahip çeşitli kimyasal bileşikler mevcuttur. Bu bileşikler tıpkı insan vücudunda bulunan östrojene benzer yapı gösterirler.

Uzak Doğuda çeşitli formlarda soya fasulyesinin tüketimi yaygındır (soya fasulyesi, tofu, soya sütü gibi). Soya, bitkisel östrojenler (fitoöstrojen) açısından zengin bir kaynaktır.

İnsan fizyolojisinde östrojenlerin rolü genellikle önemlidir. Bitkisel besinlerde bulunan fitoöstrojenler, insan sağlığının korunmasında, pek çok hastalığın önlenmesinde önemli rol oynarlar.

Yapılan çalışmalarda, fitoöstrojenlerin oral olarak alındıklarında; kanser, koroner kalp hastalıkları gibi pek çok hastalığın oluşma riskini ve menopozda ve adet döneminde meydana gelebilecek problemleri azalttığı belirtilmiştir.

Bu nedenle, soya meme kanserinden korunmada etkili bir besindir.

susam
05-11-2008, 14:19
Lee ve meslektaşları, bulgularında, soya tüketimi ve belirli kanser tipleri arasındaki önemli bir bağlantıya işaret etmişlerdir. Soya esaslı bir beslenme tarzı olan Asyalı kadınların göğüs kanserine yakalanma oranının Batılı kadınlara göre düşük olduğu bilinmektedir. Daidzein ve genistein soya fasulyesinde bulunan iki primer isoflavondur. Bu bileşikler, göğüs, akciğer, kolon, rektum, mide ve prostat dahil sayısız kanser tipine yakalanma riskini azaltabilir. Daidzein'in genistein'den daha biyoyararlı olduğu görülürken, soya fasulyesi isoflavonlarının kanseri önleyici etkileri hakkında yapılan birçok araştırmada genistein üzerinde yoğunlaşılmıştır. Genistein'in kanseri farklı birçok şekilde önlediği düşünülmektedir: kanser yapıcı enzimleri engelleyerek, hormonların vücuttaki aktivitesini bloke ederek ve hatta tümörlerin besleyici maddeleri ve oksijeni aldığı prosese müdahale ederek.

Genistein, soyada, yoncada ve diğer birkaç yeşil bitkide bulunur; ancak tüketicilerin genisteini beslenmelerine dahil etmeleri için izleyecekleri en pratik yol, soya esaslı gıdaları tüketmektir. İzoflavon içerdiği sürece, soyanın her çeşidinin -soya sütü, tofu, tempeh, bitkisel protein veya doğal soya fasulyeleri- kanser önleyici etkileri olabilir.

susam
05-11-2008, 14:22
Bunlar soya fasulyesinin kanser ile ilgili yararları. Haricen bir çok hastalıktan korunma konusunda etkili olduğu, bazı hastalıkların tedavilerinde yardımcı etken olduğu yine araştırmalar sonucu tespit edilmiştir.
Bu sebeplerden dolayı benim mutfağıma soya girmiş durumda. Yemeği gerçekten çok lezzetli. Düzenli olarak tüketmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

Baldaş
05-11-2008, 14:43
Susam, soya ile ilgili verdiğin bilgileri ben de okumuştum. Kaynağı Prof. İbrahim Adnan Saraçoğlu'nun Bitkisel Sağlık Rehberi adlı kitaptı. Hatta kısaca da olsa bir mesajda bahsetmiştim. Anladığım kadarıyla soyanın gücü tüm dünyaca kabul edilmiş.

Yalnız şöyle bir problemimiz ortaya çıktı. Biliyorsunuz piyasada bir iki marka dışında soya fasulyesi ( kuru fasulye şeklinde ) satan üretici yok. Bir de çok büyük marketlerde filiz halinde satıldığını biliyorum. Bir kere denemiştim. Lezzeti pek yenecek gibi değil. Taze fasulyeyi çiğ yemişsiniz gibi bir tat bırakıyor ağızda.

Bir ara soya kıyması da kullandım. Gerçekten çok hafif ve kıymayla karıştırıldığı zaman köftesi bile yapılabiliyor. Kuşbaşı şeklinde olanları ise malesef yiyemedik. Bu küspeye benzer ürünü ithal mi ediyorlar yoksa Türkiye'de mi üretiliyor bilemiyorum.

Nevsune adlı arkadaşımız piyasada bulunan fasulyelerin genleriyle özellikle oynanmış türler olduğunu belirtmişti. Yine Tekirdağdan bir arkadaşımız bu fasulyeleri ıslatıp çimlendirmeye çalıştığını, galiba özel bir işlemden geçirildiği için bir türlü çimlendiremediğini söylemişti. ( Sebzeler bölümünde Soya başlığıydı yanılmıyorsam )

Fasulyenin bu kadar bol ve kolay yetiştiği ülkemizde neden soya fasulyesi üretilmiyor ve bolca tüketilmiyor merak ediyorum. Gerekirse yurtdışından tohum getirtilebilir...

Evde bende de bir paket vardı ve suya koyup çimlendirmeye çalıştım. Pek çimlenecek gibi görünmüyorlardı. Belki ben beceremedim yeniden denerim...

Propolis denen maddeyi ilk defa duyuyorum. Acaba halk arasında bilinen başka bir adı olabilir mi? Belki o yüzden ulaşamıyorsunuz. Arıcılıkla uğraşan yöre insanları bilir belki...Bir bal dükkanına sormak lazım. Onu da bir araştırayım bizim balcılardan :)

susam
05-11-2008, 15:54
Sevgili Baldaş. Ben balcılıkla uğraşan birçok kişiye sordum. Ama hiç duymadıklarını söylediler. Sadece isim olarak sormadım. Neye benzediğini de anlattım. Ama hiç bir fikirleri yoktu. Aslında çok pahalı bir ürün olduğunu duymuştum. Ülkemizde üretilmiyorsa çok yazık olur. Sende araştır bakalım. Belki bir bilen bulunur. Şimdiden merakla bekliyorum.

nevsune
05-11-2008, 16:57
Soya ve ürünlerini alırken paketin üzerinde "Genetiği ile oynanmamıştır" notu olanları tercih etmek gerekiyor. Ben kıymasını yemeklerde ve köftede, ununu ekmek ve diğer hamur işlerinde kullanıyorum. Fazla yadırgamadım. Genelde bir gıdanın sağlıklı olduğunu düşünürsem, ben kendimi alıştırmaya çalışırım zaten. Soya da başka özelliklerinin yanısıra benim için sağlık açısından değerli bir besin.

Belli bir yaşa kadar hep sevdiğim zararlı şeyleri yedim. Ne var ki, bir süredir ailemin bir ayağının tümüne yakını kanserle içli dışlı ve yavaş yavaş sıra bizim nesile gelmeye başladı. Bu yüzden artık sağlıklı beslenmeye yöneldim. Hele annem, genetik olma olasılığı çok yüksek olan kolon kanseri olduğu için bu daha da gerekli oluyor. Annem 75 yaşında yakalandı bu hastalığa, 7 yıldır aslanlar gibi savaşıyor. Üstelik bir de, bir ameliyatında hastane mikrobu kaptırıp, alelacele taburcu bile ettiler. Onun bu kadar dirençli olması belki de zamanında yediği içtiği şeylerin saflığı, soluduğu havanın temizliğiydi. Ben kendi adıma bu kadar şanslı olacağımı sanmıyorum. Koşullar giderek kötüleşiyor. Bu yüzden hiç değilse gıdalar konusunda elimizden geleni yapalım.

susam
05-11-2008, 17:54
Sevgili Nevsune. Annen için geçmiş olsun diyorum. Bu arada kanser hastalığının yaşlılarda çok daha yavaş ilerlediği ile ilgili bir bilgi duymuştum. Bu da hücre yenilenmesinin çok daha yavaş olmasından kaynaklanıyormuş. Tabi bu konuda sevgili derya derya doğru bilgiyi bize sunabilir.
Bizlerin anneleri, babaları çok daha mücadeleci. Onlara bakıp çıkarabileceğimiz çok dersler var. Anneni ve annemi verdikleri mücadelelerinden ötürü takdir ediyorum. Demek ki eski toprak diye boşuna demiyorlar.

gokovaa
05-11-2008, 23:00
Merhaba, ben bir kanser hastasıyım Non Hodgin lenfoma tedavisi gördüm yaklaşık 1 ay önce tedavim bitti.Şimdi remisyon dönemindeyim umarım birdaha nüksetmez.Babamı akciğer kanserinden kaybettikten sonra hep sağlıklı beslenmeye dikkat ederdim ama malesef benim meslek hastalığı olarak karşıma çıktı.Tedavim sırasında beslenmenin ne kadar önemli olduğunu birkez daha gördüm.Yediklerime dikkat edemediğim dönemlerde kan değerlerim hemen düşüyordu.Kanserden korunmanın ilk şartı dengeli beslenme ikinciside hiçbirşeye fazla üzülmeyeceksiniz,mutluluğu sevinci ertemeyip :Dgüleceksiniz...

gokovaa
05-11-2008, 23:10
Sayın SUSAM yazıları tam okuyamadım ama sanırım anneniz rahatsız ben arı sütünün çok faydasını gördüm hücre yenileyici özelliğinden dolayı her hastalıkta kullanılabilirmi bilmiyorum doktoruna sorulduktan sonra kullanılabilir ****** tavsiye ederim,Ben Muğladan temin ettim arı sütünü burda propolis var ama işlenmemiş halde işlenmeside oldukça zahmetli alkolde bekletiyorsunuz bir süre ve hergün çalkalamnız gerekiyor buradaki arkadaşlar öyle söylemişlerdi ben yapmadım ama eğer siz yapabileceğinize inanırsanız temin etmede yardımcı olmaya çalışırm.

denizakvaryumu
06-11-2008, 07:04
İşlenmiş soya (kıyma-et türü) yerine filizini tüketin.

Baldaş
06-11-2008, 08:54
Sayın Gökovaa, Nevsune geçmiş olsun. İnanın benzer problemleri çözmeye uğraşıyoruz.

Tıbbın bir yere kadar geçerli olduğunu söylemiştim ama bu sözlerim yanlış anlaşılabilir; söylemek istediğim destekleyici olarak psikolojinin ve beslenmenin çok çok önemli olduğuydu

Bu hastalıkla ilgili çok önemli aşamalar kaydedildiği kesin... Yakın bir zamanda hastalığın kesinlikle kolayca tedavi edilebileceğini düşünüyorum.

Nevsune, unutmayıp gönderdiğin kefir mayası için çok teşekkür ederim. Kefir anavatanına dönecek sayenizde. Çoğaltıp çevreme dağıtmayı düşünüyorum, dikkatli olup başarabilirsem...

Sayın Denizakvaryumu piyasada adını vermeyeyim bir de soya yağı olarak geçen sıvıyağlar var. Sıvıyağı, unu, işlenmiş özü, filizi , kuru bakliyatı bulunan bir sebzeyi nasıl oluyor da sebze olarak bulamıyoruz anlayamıyorum... Nedir bu bilinçli bir politika mı? Yoksa pek talep mi olmuyor ? Ya da kimsenin aklına gelmeyen böyle bir boşluk mu var piyasada ( Hiç sanmıyorum ya )

Gerekirse bu işlerde tecrübeli arkadaşlarımıza sembolik olarak deneme amaçlı getirtebiliriz. Hatta belki de ellerinde vardır...

denizakvaryumu
06-11-2008, 09:03
Sayın Denizakvaryumu piyasada adını vermeyeyim bir de soya yağı olarak geçen sıvıyağlar var. Sıvıyağı, unu, işlenmiş özü, filizi , kuru bakliyatı bulunan bir sebzeyi nasıl oluyor da sebze olarak bulamıyoruz anlayamıyorum... Nedir bu bilinçli bir politika mı? Yoksa pek talep mi olmuyor ? Ya da kimsenin aklına gelmeyen böyle bir boşluk mu var piyasada ( Hiç sanmıyorum ya )



Soya fasulyesi büyük marketlerde satılıyor , pişme süresi biraz uzun.

Ama en büyük yarar filizlerinde, aynı buğday çimi gibi...Yani soya filizleri gerçek bir şifa bombası.Marketlerde soğuk havalı dolaplarda filizli soya paketleri de satılmakta.

Soya yağı ise ayçiçek yağı gibi işlenmiş yani rafine edilmiş bir ürün , yararı olur mu siz değerlendirin derim :)

denizakvaryumu
06-11-2008, 09:06
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1983&highlight=bu%F0day+%E7imi

Buğday çimi için bakınız.

susam
06-11-2008, 09:23
Sevgili Gökova. Çok geçmiş olsun. Allah sana ve senin gibi tüm hastalara şifalar versin. Evet. Benim de annem kanser hastası. Elimizden geleni yapıyoruz. Muğla'da propolisin olması beni ayrıca mutlu etti. Çünkü ailem ve de dolayısıyla annem Denizli'de yaşıyorlar. Oradan ulaştırmak daha kolay olacaktır. Nasıl işlenmesi gerektiğini tam olarak öğrenmen mümkünse yazarmısın. Ve de fiyatı konusunda bilgi verirsen bizimkilere bildiririm. Bunun haricinde bende çocuklarım için isteyebilirim.
İlgin için şimdiden teşekkürler.

susam
06-11-2008, 09:27
Denizakvaryumu. Buğday çiminin bu kadar önemli olduğunu daha önce duymamıştım. Ne yalan söyleyeyim çok şaşırdım. Çocukluğumuzda evcilik oynarken bazen bu çimlerle güya yemek yapardık. Şaşırır yerdik te. Demek iyi birşey yapıyormuşuz. En kısa sürede buğday temin edip filizlendireceğim. Yararları bu denli yüksek olan bir besini evlerimizde bir şekilde yetiştirmeliyiz.
Bu arada benim merak ettiğim bir şey var. Buğday tarlalarında, ekim sonrası çimlenme gerçekleştiğinde de acaba tüketilebilir mi? Gerçi mantığım tüketilir diyor. Ama o tarlalarda gübreleme işlemi yapıyorlar. O yüzden evde üretilen kadar sağlıklı olmayacağı kesin.

denizakvaryumu
06-11-2008, 09:31
Evde üretilmesi çok daha sağlıklı, tarlalarda ilaçlama yapılıyor.

AVM lerde küçük bir bardak buğday çimi suyu 5-10 YTL arası satılmakta.

Baldaş
06-11-2008, 09:59
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=10726&highlight=soya

Fasulyelerin son durumu... Denemesi bedava, deneyelim arkadaşlar, evde açık bir paketim de var.

Olmazsa da Karıncamız var değil mi :) Sayın Karınca70 ve Mahon67'yi bilirkişilerim ilan ediyorum...

Buğday çimini yeni duydum. Sayfayı okumam lazım. Allahım forumu eşeledikçe neler çıkıyor... Ben bildiğimiz alelade çim suyu satılıyor zannediyordum.

gokovaa
06-11-2008, 16:32
Sevgili Gökova. Çok geçmiş olsun. Allah sana ve senin gibi tüm hastalara şifalar versin. Evet. Benim de annem kanser hastası. Elimizden geleni yapıyoruz. Muğla'da propolisin olması beni ayrıca mutlu etti. Çünkü ailem ve de dolayısıyla annem Denizli'de yaşıyorlar. Oradan ulaştırmak daha kolay olacaktır. Nasıl işlenmesi gerektiğini tam olarak öğrenmen mümkünse yazarmısın. Ve de fiyatı konusunda bilgi verirsen bizimkilere bildiririm. Bunun haricinde bende çocuklarım için isteyebilirim.
İlgin için şimdiden teşekkürler.
Teşekkürederim.Bütün hastalara acil şifalar diliyorum bende,Kanser hastası **** yakını olmak daha da zor,ben Muğla'nın biraz dışında yaşıyorum en kısa zamanda propolisin nasıl kullanılabilir hale geldiğini öğrenip yazacağım gecikirsem lütfen kusuruma bakmayın,ben ilk rahatsızlandığımda araştırmıştım o zaman bana kilosunun yanlış hatırlamıyorsam 70 ytl olduğu söylenmişti şimdi ne kadar olduğunu bilmiyorum öğrenip yazacağım.

nevsune
06-11-2008, 16:35
Ben bu konuya biraz daha farklı yaklaşacağım bugün. Adını hatırlayamıyorum ama İstanbul'dan bir onkolog'un bir tv programındaki konuşması beni çok etkilemişti.

Özet olarak söyledikleri: "Bu hastalığa yakalanmanın bir iyi tarafı vardır. Hastalar sürekli kontrol altında tutulurlar. Bugün ben kendim hekim olduğum halde gidip bir kontrol yaptırmıyorum, ihmal ediyorum, zaman bulamıyorum vs.. Kimbilir bende neler vardır bilmiyorum ama hastalarımız sürekli gözetimde oldukları için her türlü olumsuzluk en başında görülür ve hemen çaresine bakılmaya çalışılır. Bu yüzden bir anlamda şanslıdırlar." Bu sözler baştan bana biraz Pollyannacılık gibi geldiyse de şimdi gerçekten doğruluğuna inanıyorum.

Tüm hasta ve hasta yakını arkadaşlara son olarak şunu söylemek istiyorum. Zaman zaman gerçekten çok zor ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelen dönemler yaşanabiliyor bu hastalıkta ama yaşam sıkıca avuçlandığında, inanın hastalık yenilebiliyor. Bunu hiç unutmamak gerek.

Hastalığa yakalanan herkese geçmiş olsun, yakınlarına da kolay gelsin.

susam
07-11-2008, 08:28
Teşekkürederim.Bütün hastalara acil şifalar diliyorum bende,Kanser hastası **** yakını olmak daha da zor,ben Muğla'nın biraz dışında yaşıyorum en kısa zamanda propolisin nasıl kullanılabilir hale geldiğini öğrenip yazacağım gecikirsem lütfen kusuruma bakmayın,ben ilk rahatsızlandığımda araştırmıştım o zaman bana kilosunun yanlış hatırlamıyorsam 70 ytl olduğu söylenmişti şimdi ne kadar olduğunu bilmiyorum öğrenip yazacağım.

Gökovaa. İlgilendiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizden böyle bir şey rica ettim ama şimdi de zahmete mi sokuyorum diye kendi kendime hayıflandım. Annemi tedaviye götürdüğüm zamanlarda Muğla'dan da çok hasta geldiğine şahit oldum. Gerçi nerelerden gelmiyorlar ki? Tekrar söylüyorum. Allah tez zamanda herkesin şifasını versin. Ve ne olur tıp bilimiyle ilgilenenler. Bir an önce tedavisi böyle zor hastalıklar için daha kolay tedavi yöntemleri bulun. Lütfen.

susam
07-11-2008, 08:35
Bu arada başka bir noktaya değinmek istiyorum. Geçen yıl rahim kanseri aşısı yaptırayım diye bir doktora baş vurdum. Aşı fiyatını öğrenince bir şok geçirdim. Ardından sosyal güvence kapsamında olmadığını öğrenmem ikinci bir şoka neden oldu. Bu hastalığın tedavisinin ne denli pahalı olduğunu düşününce, aşının korunma amaçlı olarak sosyal güvenceye alınmamış olmasına şaşırdım. Sağlık adına uygulanan bu politikanın yanlış olduğunu düşünüyorum. En azından risk altında olduğu saptanan kişilerin aşılanması güvenceye alınmalı. Sizler bu konuda ne dersiniz merak ediyorum.
Bu durumda ben kendimi aşılatmaktan vazgeçtim. Uygun koşulları sağlayabildiğim zaman kızımın aşı olması için başvuracağım. En azından onun bu konuda korunduğunu bilmek içimi rahatlatacak. Herkes her an bu hastalıkla yüzleşebilir değil mi?

Baldaş
07-11-2008, 10:47
Arkadaşlar gönül ister ki bir onkolog yoğun çalışma programından biraz zaman ayırabilse ve (google'dan yakalayıp) bize burada birazcık olsun bilgi verebilse ama doktorların çalışma koşullarını az çok biliyorum. Pek çoğunun internete giriş çıkışı bile yok.

Sayın Denizakvaryumunun buraya aktardığı bir haberde kanserle mücadele için Sağlık Bakanlığınca ayrılan ödeneğin çok arttırıldığından ilk adım olarak halkı bilinçlendirici çalışmaların yapılacağından bahsedilmiş. Susam inşallah bahsettiğiniz önleyici aşı ve taramalar bu haber çerçevesinde sosyal güvenlik kapsamına alınır ve zorunlu hale gelir.Tıpkı sağlık ocaklarında yenidoğanlar için verilen mücadele gibi...

Kaymakamlığımıza verilmek üzere konuyla ilgili bir dilekçe hazırladım ve imzaladım ama çevremden hiçbir destek alamadım. İnsanlar en doğal haklarını aramayı bile bir başkaldırı olarak algılamaya başlamış.

Olur ki halkın paniğe sevkedilmemesi zorunludur ama fısıltı gazetesi çok hızlı çalışıyor ve başıboşluk duygusu halkı daha fazla paniğe sokuyor.

Dilerseniz hazırladığım dilekçeyi burada sizlerle paylaşırım ama ne işe yarayacak hiçbir fikrim yok. Bakanlığa mı yollasak ? Mail mi atsak ? Ya da tüm bunlara gerek dahi var mı? Bizim bildiklerimizi Bakanlık bilemiyor mu?

nevsune
07-11-2008, 12:09
Prof.Dr. Erkan Topuz'un blogu (http://erkantopuz.blogspot.com/search?updated-min=2008-01-01T00%3A00%3A00-08%3A00&updated-max=2009-01-01T00%3A00%3A00-08%3A00&max-results=33) var. Kendisini getiremiyoruz ama isteyen bilgilerinden yararlanabilir.

Baldaş
07-11-2008, 12:52
Nevsune teşekkürler, bildiğimiz güvenilir linkleri buraya aktarabiliriz.

( İlgili linkten küçük bir alıntı )

ISTE PROF.DR.ERKAN TOPUZ'DAN CARPICI BILGILER VE UYARILAR
SEKER KANSERIN EN SEVDIGI GIDADIR -2020 yilinda 20 milyon belki daha fazla kisi kansere yakalanacak. Cunku cilginca bir artis var. Amerika'da 550 ton bocek ilaci topraga dokulmekte. Her bir bebege senede 2,5 kilogram ziraat ilaci dusmekte. Turkiye'de bu daha bilincsiz kullaniliyor. Onun icin 'Biz niye kanser oluyoruz?' demeyin. Iste bunlardan dolayi oluyoruz. Bizim Karadeniz'de findik veya diger tarlalari acmak icin zehir dokuyorlar. Bu zehirler suya geciyor ve bizim zavallilar sakir sakir o memba sulariyla zehirleniyorlar. Karadeniz ya da Antalya'daki yerler vs. Ciftcilerde beyin tumoru, lenfoma, losemi en cok goruluyor. Cunku ictigi suyla direk kanseri aliyor. Topraktaki dikenler bitsin diye oturup dibine zehir atmamalilar.
-Insanlar kendi kendini kansere hazirliyor. Dunya kansere canak tutuyor. Yani hepimizin kanser olmasi icin dunya ugrasiyor. Amerika dahil.

susam
07-11-2008, 13:27
Gelde korun şimdi. Daha önce de demiştim ya tekrar edeyim. Çıkar yol organik tarım gibi görünüyor, ama organik toprak bulmak lazım önce. İnsanoğlunun doğaya verdiği zararın haddi hesabı yok. Masumane yapılanlar bir yere kadar, ama devletlerin tarım politikalarını ne yapacağız. En gelişmiş ülkelerde zarar daha fazla. Eminim az gelişmiş ülkelerin toprağıda, suyuda daha temizdir.
Bu son cümleden sonra aklıma ne geldi biliyormusunuz. Petrol yüzünden epey savaşlar yaşandı ya. Sıra suya geliyor. Gün gelecek organik toprak için savaşacak insanlar. Bu günümüzünde kıymetini bilelim biz.

denizakvaryumu
07-11-2008, 13:41
Eko köy-doğal yaşam çalışmaları bu nedenle yapılıyor.

http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=8406&highlight=eko+k%F6y

Köyler, artık şehirlerin küçük kopyası oldu ya da olma yolunda hızla ilerliyor.

Dünyanın 102 ülkesinden 482 koruma alanını kapsayan, UNESCO’nun ''İnsan ve Biyosfer Rezervi Projesi’ne'' Türkiye’den sadece Macahel'in dahil edilmesi sanırım bir fikir verebilir.

Baldaş
07-11-2008, 13:51
Şu anda trajikomik bir aşamadayız. Büyük şehirlerde yaşayan insanların bir kısmının canına tak dedi artık.

Terör falan dinlemeyip Anadolu'nun dört bir yanına yayılacaklar. Tersine göç yakındır.

Beklentimiz; tarıma müsait geniş araziler yabancı şirketlere verilmesin. Kendi halkımıza öncelik tanınsın . İnsanların tarım ve hayvancılık amaçlı toprak sahibi olmasının önü açılsın...

denizakvaryumu
07-11-2008, 13:56
Tersine göç iyi mi kötü mü olacak , tartışılır.

Anlayış değişmedikçe, şehirde kullandığı deterjanı köyde kullanmaya devam ettikçe, şehirde yediği beyaz ekmeği, köyde de ısrarla istedikçe değişen bir şey olmayacak.

Eko köy-doğal yaşam ve ilkeleri bu bakımdan önemli.

Ben geçen yıl eşimin karadenizdeki köyüne gittiğimde, yemek için köy tavuğu bulamadım, köy bakkalından, marketlerde satılan tavuk aldım :)

şeref
07-11-2008, 17:41
sayın deniz akvaryumu,
bizi öyle dünyalı yaptılarki, bizler organik meyve, sebze, balık, tavuk v.s. arayıp bulamıyoruz diye kendi kendimize hayıflanıyoruz.
ama ben daha güzel bir örnek vereyim. çok yakında organik insan aramaya başlayacağız herhalde, ben öyle düşünüyorum.
biraz saçma gelebilir ama ilk aklıma gelen bu.
sevgi ve saygılar.
şeref deniz

susam
07-11-2008, 18:59
Vallahi Şeref Bey. Eşim bazen "insanlarda naylon olmuş, adam bulmak zor bu zamanda" der. Sizin dediğinize mi geliyor ne? ;)

şeref
09-11-2008, 09:12
sayın susam, iyi günler,
biz küçükken, rahmetli annem derdi;
-öyle bir gün gelecek ki sevmeyen,sevilmeyen, gülmeyen, yemeyen içmeyen, naylondan insanlar çıkacak.
bunları söyleyen; hayatında okul görmeyen, yazmayı bilmeyen ama allah ve insan sevgisiyle dolu, konuşurken gözleri gülen ve hatta uyurken gülümseyen, ve hatta ölürken bile tebessümle can veren bir insandı.
bana söylediği söz sözlerinden birisi; "yüzünden gülücükler,kucağından güller ve karanfiller hiç eksilmesin çiçeğim."

gerçekten "sevmek" sihirli bir sözcük,ama onu tamamlayan ise "sevilmek"
şimdide ben çocuklarıma söylüyorum "sevmezseniz sevilmezsiniz" yaradanın yarattıklarını sevin.
yüzünüzden gülücükler eksik olmasın
şeref deniz

susam
10-11-2008, 11:29
Şeref Bey. Anneniz ne mübarek bir kadınmış. Ne kadar doğru bir tespit. Anneannemi hatırlattı bana. O da böyle söylerdi. Eskiler daha bir başkaydı.
Söylediğinize katılıyorum. Sevmek, ama herşeyi sevmek. Sözü bile insanın içini ısıtıyor. Gülme konusuna gelince, sanırım ben fazla gülmekten yaşlanacağım :D. Biz bayanlar için önemlidir ya. Hani şu mimik kırışıklıkları... Olsun ama değil mi? Gönüller şen olsun.

Baldaş
10-11-2008, 12:42
Bir kitap da bizden, Türkiye'den.

KANSERE GÜLÜMSEMEK / SİBEL KALAYCI

( Kapaktan alıntı )

Bu kitabın birinci bölümü hastalığın başlangıcını anlatmaktadır.İkinci bölümde yer alanlar ise, okuyucunun çok sık ya da çok az fakat belki de hiç duymadığı en önemli kanser belirtilerini anlatan ve en iyi uzman görüşlerinin bulunduğu bölümden oluşmaktadır. Yazarın amacı bu hastalığın karşısında okuyucuya yeni bir bakış açısı kazandırarark, belirtileri yorumlamaktır.
"Bu kitap yolun kenarında oturarak, gösterişli ve boş sözlerle zamanını geçirenler için değil, hedefi aydınlanma olan insanlar için yazılmıştır"
SAHİN DOĞAN


Gerekli ve faydalı diye buraya ekledim.

şeref
10-11-2008, 15:30
Sayın baldaş,
okumaya okusunlar, edinilecek bilgi olursa sağlığım el verdikçe bende faydalı olabilirim. Bende paylaşmaktan yanayım, sıkıntısı olan, bilgi edinmek isteyen olursa zaman mefhumu gözetmeksizin bilgi ve tecrübelerimi paylaşabilirim.

Sevgi ve saygılar
şeref deniz

susam
13-11-2008, 11:12
Şeref Bey. Aklıma bir fikir geldi. Ama site yöneticilerimiz ne derler bilmiyorum. Siz bu hastalığı birebir yaşayan biri olarak yaşadığınız olumlu ve de olumsuz şeyleri bizimle paylaşsanız...
Hani bir günlük havasında. Duygularınızı da içerecek şekilde. En azından bu hastalıkla mücadele edenlerin yaşadıkları sorunları, duygusal gel-gitlerini, korku ve beklentilerini paylaşırsanız bizlerin bakış açısında farklılıklar oluşmasını sağlayabilirsiniz. Gözümüzden kaçırdığımız incelikleri farketmemizi sağlayabilirsiniz. Bu hastalıkla mücadele edenler yanlız olmadıklarını, yakını hasta olanlar nasıl davranmaları gerektiğini sizin tecrübelerinizden yararlanarak öğrenebilir.
Bu önerim sizi sıkıntıya sokarmı bilemiyorum. Benimki bir fikir sadece.

Baldaş
13-11-2008, 13:20
Sözünüzü kesmiş gibi olmak istemem ama küçük bir ilave yapmak isterim.

( Philip Baron adlı yazarın kitabından alıntıdır. )

Kanserle bağışıklık sistemi arasında çok önemli bir bağ vardır. Vücudun kanserle savaşmasında bağışıklık sistemi anahtar görevi üstleniyor. Doğanın davetsiz misafirlerle mücadele aracı olan bağışıklık sistemi herhangi bir nedenle zayıflarsa kanser hücrelerini de denetlemekte yetersiz kalıp gelişmelerine izin verebiliyor.

Bağışıklık sistemi vücuttaki en önemli sistemlerden biridir. Görevi, vücuttaki bütün anormal dokuları veya antijen adı verilen davetsiz misafirleri tespit etmek, saldırmak ve yok etmektir. Virüsler, zararlı bakteriler, mantarlar ve toz polen ev zararlıları olarak bilinen alerjenlerin hepsi antijendir. Kontrolden çıkmış hücreler de öyle.

Hücrelerin denetim dışı ve düzensiz gelişmesi, yani kanser, bağışıklık sisteminin ya bu tür bir hücreyi tespit edememesi, ya da buna karşı hiçbir şey yapamayacak kadar zayıf olması yüzünden bağışıklık sisteminin görevini yerine getirmemesinin sonucudur.

Hastalığa karşı savunma esas olarak kandaki akyuvarların görevidir. Lökosit adı verilen akyuvarlar lenf sistemindeki bezler tarafından üretilir. Akyuvarların bir kısmı da kemik iliğinde yapılır.

Akyuvarlar, vücudu antijenlere karşı savunan antikorları üretir. Antikorlar, akyuvarların lenfosit adı verilen özel bir türü tarafından yapılır. İmmünoglobin denilen beş türü vardır.

denizakvaryumu
13-11-2008, 13:42
Kanser hastaları hiç bir zaman umudu yitirmesinler.

İşte ilginç bir haber...

http://cnnturk.com/2008/saglik/11/12/losemi.tedavisiyle.aidsi.yendi/500215.0/index.html

şeref
13-11-2008, 20:40
sayın susam,
eğer insanlara yardımcı olabilirsem , ne mutlu bana,
bugünden tezi yok yaşadığım olayları, yediğim, içtiğim, soluduğum herşeyi kaleme almakla başlayacağım.
ne demek yazmak dost insanların ricaları benim için emirdir. bugün faydalı olamayacaksam ne zaman faydalı olacağım.
yazım belki uzun olabilir ve biraz zaman alabilir. bu arada benim durumumda olan insanlara tavsiyem; hep gülsünler, ümitlerini yitirmesinler. çıkmayan candan ümit kesilmez.
ne yaşanacaksa başım gözüm üstüne. eğer ben bu kadar sıkıntı çekip hala yaşıyorsam,
inancımı yitirmememdir. bazı dostlarımız belki yanlış yorumlayabilir.
Allaha inanç birinci kuralım, gece gündüz fırsat buldukça dua ederim. çok uzun yürüyüşler yapamam ama yapabildiğim kadarıyla vakit namazlarını kılmaya çalışıyorum.yeme ve içme düzenimi tamamen değiştirdim. gezme, hobi arayışı içinde bulundum ve halen yeni şeyler arıyorum. kısacası sosyal faaliyet vazgeçilmez bir olay.
kısacası beynimi ve bedenimi çalıştırıyor ve kendimi dinlemeye fırsat bırakmıyorum.
şimdilik bu kadar. görüşmek üzere.
herzaman dediğim gibi;
yüzünüzden gülücükler eksik olmasın.
görüşmek üzere
şeref deniz

şeref
13-11-2008, 20:53
sayın denizakvaryumu,
iyi dileklerinize katılıyorum. umut yitirmek için değil tüm güzellikleri devam ettirmek içindir.
bunun başında yaşamak denen en güzel olay var. zaten yaşamam lazım demek umuttur.
yaşamın engüzel parçası nedir biliyormusunuz?
sizin sesinizi birilerinin duymasıdır.
sesin çıkması bir umuttur, daha güzeli ise bu umut denen sesin güzel insanlar tarafından duyulmasıdır. duyulduktan sonrada aksetmesidir.
selam ve sevgiler
şeref deniz

susam
14-11-2008, 07:50
Harikasınız Şeref Bey. Siz bu hastalığı yenersiniz. Allah çabalarınızı boşa çıkarmayacaktır. Buna tüm kalbimle inanıyorum.
Baldaş'ım. Verdiğin bilgi çok önemli. Eklentinde uzmanın verdiği bilgiler çok aydınlatıcı. Bütün hastalıklara davetiye çıkaran şey bedenimizin bağışıklık sisteminin zayıflaması. Daha küçük yaşlarda doğru beslenerek ve düzenli yaşayarak, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmeliyiz. Bağışıklık sistemimizi etkileyen önemli etkenlerden biri de benim bildiğim kadarıyla kontrolsüz antibiyotik kullanımı. Hastalık halinde doktorların verdiği antibiyotikleri önerilen şekilde ve sonuna kadar içmek lazım. İyileştik artık diyip tedaviyi yarıda kesmek ya da en küçük bir şeyde kendi kendimize antibiyotik kullanmaya kalkışmak yavaş yavaş savaştığımız mikropların bağışıklık sistemini güçlendirip, ileride onlarla savaşılamaz hale getirmek anlamına geliyor. Bu da bizim bağışıklık sistemimize büyük ölçüde zarar veriyor. Gerçi bunları uzmanlar daha profesyönel dile getirirler. Ben dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bu yüzden bu tür hastalıklardan korunmak için ilaç kullanımında da dikkatli olmalıyız derim.

Baldaş
14-11-2008, 10:52
Haber linki Denizakvaryumundan çok ilgi çekici. Tesadüfen AIDS hastalığının yenilmesi...

Devamını da ekleyeyim Susam ( Aynı kitaptan alıntıdır )


Bağışıklık sistemi, virüs, ya da kontrolden çıkmış hücre gibi bir düşmanı tespit ettiğinde, ilk iş olarak interferon denen bir protein üretir. Böylece, diğer hücrelere düşmana direnmeleri ve çoğalmasını engellemeleri için sinyal verilmiş olur.

Ardından, savaşçı Tve B lenfositleri harekete geçer. Sindirim sistemine giden kan miktarı azalır ( Canımızın birşey yemek istememesinin nedeni budur) , vücut ısısı yükselir. ( Ateşin yükselmesi gerçekten iyiye işarettir. Vücudun savaştığını gösterir.

T lenfositleri antijenlerle doğrudan savaşır. Vücutta dolaşıp düşmanla ilgili bilgi verirken diğer hücreleri de savaşmaya teşvik eder. B lenfositleri düşmanla ilgili doğru bilgiyi aldığında antikor üretir. Ama bu hemen olmaz. Bağışıklık sistemi vücudu iyi bir şekilde koruyabilmek için bütün güçlerini toplamak zorundadır. Bu da düşmana biraz zaman kazandırır. Bir enfeksiyonun semptomlarının ilk başta artmasının nedeni de zaten budur. Bağışıklık sistemi saldırıya geçen antijene karşı yeni antikorlar üretmek için henüz zaman bulamamıştır.

Bu noktada olumlu olan şey şudur. Vücut düşmanı bir kere tanıdıktan ve öğrendikten sonra gelecekte aynı süreci baştan sona tekrarlamak zorunda değildir. Aynı antijen ileride tekrar vücuda girip saldırmaya kalkarsa, anında tanınacak ve savunma mekanizması hiç gecikmeden harekete geçecektir.

Bağışıklık sistemi için özel bir sorun vücuda giren herşeyin zararlı olmamasıdır. Yemek, oksijen gibi bazı şeyler gereklidir. Bu nedenle dostlarla düşmanları birbirinden ayırabilmesi gerekir. Neyse ki doğa bağışıklık sistemine yerleştirdiği bir programla bu ayrımı yapabilmesini sağlar.

İhtiyatı bir an bile elden burakmamasına rağmen bu program sayesinde vücutta bulunan anormal hücreler de olsa, dışarıdan gelenler de olsa sadece düşman olarak gördüğü şeylere saldırır.

Bu sistem genellikle gayet iyi çalışır, ama zaman zaman başarısız kaldığı da olur. Başarısızlığın nedeni ya saldırının çok güçlü olması ya da sistemin bir şekilde zayıflaması ve düşmanla başa çıkamamasıdır. İşte bu durumda kanser de dahil olmak üzere her türlü hastalığa açık bir hale geliriz.

susam
14-11-2008, 12:43
Bu bilgiler gerçekten çok önemli. Ben kendi adıma yıllardır bu tür şeyleri okurum. Ve her okuyuşumda yaradanın yarattığı her şeyin nasıl mükemmel olduğunu kavrarım.
Teşekkürler.

gokovaa
14-11-2008, 21:21
Merhaba Sn. Susam,PROPOLİS ile ilgili internette biraz araştırdım burda Muğlada Arı ve Yetiştiriciliği Birliğinden aldığım bilgilerle beraber yazmaya çalışacağım.25-27 Kasım tarihleri arasında Muğla Arıcılık ve Çam Balı Kongresinin düzenlendiği katılımcılardan Propolisin işlenmesi konusunda daha net bilgiler alabileceğimi söylediler inşallah O tarihlerde iyi olurum ve katılabilirim.Propolisin bütün kovanlarda olduğu ama fazla bilinmediği için kullanılmadığı arıcılar tarafından toplanmadığından bahsedildi.propolis olarak söylendiğinde bilinmiyor zaten;
Ülkemizde propolise çeşitli adlar verilmektedir: Eğir mumu, eğer mumu, eğil mumu, eğin mumu, eğri mum, girabolu, girebo, kirebeli, kirebolu, pirebolu.
Rengi: Arının topladığı yöreye göre değişirse de, sarımsı kahverengi kırmızımsı yeşildir.
Saklanması: Ağzı sıkıca kapanabilen ışık geçirmez kaplarda 3-8 derece arasında saklanır.
Yan etkileri: İçindeki çiçektozunun %1 insanda alerji yapması dışında herhangi bir yan etkisi yoktur.
Propolis suda erimediğinden toz olarak alındığında bozulmadan dışarı çıkar. En az %70, en çok %90lık alkolde eritilerek kullanılır.

gokovaa
14-11-2008, 21:43
Propolisin eritilmesinde kullanılan yöntem; kullanılacak propolis 2 gün buzdolabında bekletilir, rendelenir (rende bidaha kullanılamayacağı için ucuz rende kullanılması tavsiye ediliyor :D) rendelenmiş propolisin üstü 3-4 parmak geçecek şekilde %70-%90 lık alkolde ( eczanede hazırlatılması faydalı) ağzı kapalı bir şişede, şişenin etrafı ışık görmeyecek şekilde alimünyum folyo ile kaplanır. ÖNEMLİ: hergün sabah 5 dk. öğlen 5 dk. akşam 5 dk. olmak üzere çalkalanılır 25-30 gün bu şekilde erimesi beklenilir. Erimiş propolis süzülür, süzülen eriyik renkli bir şişeye konulur şişenin ağzı bir tülbentle kaplanır alkolü uçacak şekilde 3-4 gün havalandırılır,elde edilen propolis 1-2 damla kesme şekerin üzerine damlalıkla damlatılarak **** ılık suya 3 damla olarak kullanılır.

gokovaa
14-11-2008, 21:53
Sayın Susam Propolisin işlenmesi 40-45 günü bulabiliyor mutlakada çalkalanmalıymış eğer daha farklı bir yöntem olursa öğrenirsem yazacağım ben denemek için yarım kilo aldım kongreden sonra başka bi yöntem olmazsa bu şekilde hazırlamayı düşünüyorum. Kilosu 100 ytl den satılıyor. İsterseniz yardımcı olmaya çalışırım.Sevgiler.

gokovaa
15-11-2008, 21:30
PROPOLİS hakkında yapılmış bir araştırma faydalı olacağını düşünüyorum. www.uludagaricilik.org.tr/dergi/2002/2002-2/Dergi2002.2.1.pdf

susam
16-11-2008, 17:15
Sevgili Gökova. Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim. En kısa sürede isteyeceğim miktarı size bildireceğim. Buralarda bulma şansım hiç yok. Bu arada hazırlaması gerçekten zahmetli. Fakat yararları düşünülünce insan bu zahmete katlanır. Sanırım bir kez hazırlandımı yapısı itibariyle uzun süre bozulma göstermiyor. Bu açıdan da iyi.
Bende bir sayfa önereyim. İlgisini çekenler için aydınlatıcı olabilir.
http://www.ari-sutu.com

polatuz
16-11-2008, 19:11
Sn. gokovaa,
Propolis benim de ilgimi çekti. Hesabınıza havale yapsam bana da ham propolis temin edip gönderebilir misiniz?
Saygılar,

gokovaa
16-11-2008, 23:19
Sn.Polatuz ne kadar istediğinizi bildirirseniz ****** gönderebilirm.

Baldaş
17-11-2008, 09:51
Bitkisel kimyasallardan POLİFENOLLER

Alt grubu olan FLAVONOİDLER : flavonlar, flavanollar, flavanonlar, katecin, anthocyanin, isoflavolar

Cathecin: Yeşil çay
Anthocyanin: Yaban Mersini, kiraz, mürver meyvesi
İsoflavon: Soya
Flavonol: Elma da yüksek oranda bulunur.


Alt grubu olan KAROTENOİDLER : Beta karoten, Lutein, Likopen, Zeaxzanthin

Beta Karoten: Havuç ve diğer turuncu sebzeler
Lutein: Brokoli. lahana vb. koyu yeşil sebzeler
Likopen: Kırmızı biber, domates
Zeaxzanthin: Mısır ıspanak gibi sarı yeşil sebzelerde yüksek oranda bulunur.

Yiyecek olarak tüketilen bitkilerin sadece vitamin ve mineraller değil, bitkiye rengini tadını ve şeklini veren 25.000 den fazla mikro kimyasallar da taşıdığı biliniyor.Bu kimyasallarla ilgili yapılan araştırmaların büyük bölümü, kalp ve damar hastalıkları ile kanseri önlemekte yardımcı olabildiklerini gösteriyor.

( Doktor Alan C. Logan-Beyin Diyeti ) Alıntıdır.

Baldaş
17-11-2008, 10:45
ABD Tarım Bakanlığı'nın beslenme uzmanları 150'den fazla meyve sebze çalı meyvesi çay kuruyemiş baharat ve hazır yemekteki antioksidan değerlerini belirledi. Uzmanlar bu değerleri serbest radikalleri emme kapasitesi ( ORAC ) ölçeğine göre belirliyor. Bu ölçekte esas olarak bir yiyecek ya da besinin serbest radikallerle başa çıkma ve onları defedebilme kabiliyeti açılarından etkinliğine bakılıyor.

Tarım bakanlığının antioksidan gıdalar üzerine halen sürdürdüğü incelemenin büyük bir kısmı Journal of Agricultural and Food Chemistry (2004) dergisinde yayımlandı.

Elmaların soyulmamış haliyle, bazı meyvelerin taze ve dondurulmuş halde, ağdalı şurup içinde konserve edilmiş hallerinden daha fazla antioksidan değerine sahip olduğu gibi ilginç bulgular ortaya çıktı.

Kuruyemişlerde çok yüksek ORAC dreğerleri bulunması ve baharatların az bir kısmında, tarçın, karanfil, hardal ve acı biberde çok fazla miktarda antioksidan aktivitesi olması birçok kişiyi şaşırttı.

Fesleğen, kekik ve maydanoz gibi yemeklik bitkilerin çok güçlü antioksidanlar olduğu ortaya çıktı. ( Aynı kitaptan alıntıdır )


Bu da benim notum: Bitkilerin şifa kaynağı olduğunu bizden birileri söylediği zaman çoğu kez şarlatanlıkla suçlanır ve küçümsenirdi. Elimdeki İbni Sina'ya ait kitabı okuyup okuyup dalga geçenleri de görmüştüm. ( Aman arkadaşlar ne olur tartışma açılmasın küçük bir not ekledim o kadar. )

Aynı şeyleri Amerikalı Uzmanlar söyleyince onaylar olduk.

polatuz
17-11-2008, 12:13
Sn.Polatuz ne kadar istediğinizi bildirirseniz ****** gönderebilirm.

Sn. Gokovaa,
50 gram kadar bir miktar yeterli olacaktır sanırım. Bana hesap bilgilerinizi özel mesajla bildirirseniz, havale yapabilirim.
Çok teşekkürler.

susam
17-11-2008, 15:16
Sayın Gökova. Sizi ben de zahmete sokacağım. İlk etapta 250 gr. propoliste ben istiyorum. Hesap numaranızı özel mesajla bana da bildirirseniz havale yaparım. İlgilendiğiniz için çok teşekkürler.

gokovaa
17-11-2008, 22:49
Rica ederim faydalı olacağını bilmek beni mutlu ediyor,ben ham olarak dil altında hap kadar kullandım,aldığım yerde bu şekilde kullanılabildiğide söylendi ama çok zor eriyor ve biraz dilinizi uyuşturuyor.

Baldaş
20-11-2008, 07:41
Bölgesel bir haber ama büyükşehirlerdeki yükü de azaltacağından bence çok önemli bir gelişme. İnşallah devamı gelir...


KARADENİZ'E KANSER TARAMA CİHAZI
Karadeniz Bölgesi'nde ilk defa Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi'nde PET-CT adı verilen kanser tarama cihazı hizmete girdi.

19 Kasım 2008 Çarşamba 21:32

Normalde küçük kanserli dokuların 2 santimetresine kadarı belirlenirken, yeni alınan cihazla 2 milimetreye kadarı tespit edilebilecek ve Karadenizli hasta Ankara'ya gitmek zorunda kalmayacak.

Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi Başhekim Opr. Dr. Ferhat Günaydın'ın girişmeleri sonucu, kanser hastalığının yaygın olduğu Karadeniz Bölgesi'ne PET-CT cihazı kazandırıldı.

Kanser teşhis ve taramada kullanılan söz konusu cihaz, Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi'nde oluşturulan Kanser Tarama Merkezi'nde hizmete girdi.

Başhekim Opr. Dr. Ferhat Günaydın, Artvin'den Zonguldak'a kadar olan illerde bulunan sağlık kuruluşlarında bu cihazın bulunmadığını belirterek, verdikleri hizmetten dolayı artık hastaların Ankara ve İstanbul illerine gitmek zorunda kalmayacağını söyledi.

Başhekim Günaydın, "Hastanemiz, Karadeniz Bölgesi'nde kanserli hastaların erken teşhisi, tedavilerini yönlendirilmesi ve planlanması çok büyük bir önemi sahip olan PET-CT cihazına kavuşmuştur. Bunun alınmasıyla insanlarımızın kanserinin daha erken teşhis edilmesi, tedavi edilme safhasının belirlenmesi için çok büyük bir ihtiyacı giderecektir. Bu cihazın özelliği, normalde küçük kanserli dokuların 2 santimetresine kadarı tespit edilirken, bu yeni alınan cihazla kanserli bölüm 2 milimetreye kadar tespit edilebilecektir. Bu kanser tedavisinin de ve teşhisinde çok önemli bir artı değerdir. Bu şekilde bölge olarak bir ihtiyacımızı da gidermiş olduk. Daha önce bu tür hastalar bu tetkik yapılması için Karadeniz'deki bütün hastalar Ankara ve İstanbul'a gidiyorlardı. Mevcut Ankara'da ve Türkiye'de olan cihazların göz önüne alırsak bizim şu an satın aldığımız cihaz kurulu olan cihazların yüzde 80'inden daha fazla tekniğe sahip bir cihaz. Bu teknikte bir cihaz Türkiye Ankara, İstanbul ve İzmir illeri göz önüne alındığında 8-10 tane olabilir. Gerçekten Karadeniz için büyük bir ihtiyaçtı. Hastanemiz bünyesindeki Onkoloji Ünitesi'ni de bu şekilde güçlendirmiş olduk. Bu tür onkolojik hastalara maruz kalan vatandaşlarımıza en üst seviyede hizmet sunma imkanına kavuştuk. 'Kanserden korkma, geç kalmaktan kork' sloganı vardı. Şimdi de bu sloganın gerçek olduğunu alınan cihazla tespit edeceğiz" dedi.

Sağlık Bakanlığı Kanser Araştırma ve Kanserle Mücadele Daire Başkanlığı görevlileri ile toplantı yaptıklarını hatırlatan Başhekim Opr.Dr. Ferhat Günaydın, Samsun'un, İzmir ile birlikte Türkiye'de en fazla akciğer kanserinin olduğu illerin başını çektiğini ifade ederek, "Samsun'un Akciğer kanseri ile birinci sırada yer almasının muhtemel sebepleri tütün ekimi ve sigara kullanımının yüksek olduğundan dolayı olduğu kanaatindeyiz .Özellikle de akciğer kanserinde bu cihazların çok erken dönemde teşhis etme imkanları vardır. Bunu devletimiz adına vatandaşımızın hizmetine sunmaktan mutluyuz. İnşallah daha ileri tetkik ve tedavi imkanları ile teşhis imkanlarını vatandaşlarımıza sunacağız" diye konuştu.

Kanser Tarama Merkezi Sorumlusu Nükleer Tıp Uzmanı Dr. Selahattin Albayrak ise PET-CT cihazının önemine değindi. Dr. Albayrak, şunları söyledi: “Kanser Tarama Merkezi'nde enjeksiyon odası, radyoaktif madde hazırlama odası ve çekim odası bulunuyor. Gelen hastalar kanser tanımı olan hastalar. Bu hastaların tedaviye cevapları, baştaki teşhisleri, tedaviden ne kadar yararlandıkları, fayda görüp görmedikleri ve başka tedavi metotları ile incelemeler değerlendirilecek. Bazı kanserli hastaların yıllık kontrolleri gerekiyor. Tomografi ve MR çekimlerine gerek kalmadan tüm vücut tepeden aşağı taranarak hastalık teşhis ediliyor. Radyoaktif madde İstanbul'dan uçakla havaalanına her sabah gelecek. Aracı firma onları her gün bize getirecek. Bizde saat 12.00'ye kadar kullanacağız."

susam
20-11-2008, 13:35
Ah şu cihazdan bir tanede Farabi Hastanesine alsalar. Şu anda için için yayılarak organları tutulan ve bundan habersiz kaç kişi vardır?

Baldaş
20-11-2008, 14:04
Gönül istiyor her ilimizde kanserin erken teşhisi için gereken tam donanım ve malzeme bulunsun... Bunun maliyeti hastane başına ne kadar tutar? Para toplansa kaçta kaçı karşılanabilir ?... Böyle bir çalışmaya herhangi bir sivil toplum kuruluşu öncülük edemez mi?

susam
21-11-2008, 11:54
Baldaş. Aslında üniversite hastaneleri kendi imkanlarıyla bile alabilirler. Ama yanlış dağılımlar ve yatırımlar yüzünden maalesef eski cihazlarla yetinmek zorunda bırakıyorlar bizi. Herkesin amacı çok kazanmak olunca hastalarımız maalesef şehirden şehire taşınmak zorunda kalıyor.

gokovaa
05-12-2008, 18:06
propolis hazırlanışı:formül şöyle, 100 gr toz propolis ( buzlukta donduktan sonra kahve değirmeni falan gibi şeylerle toz haline getirebilirsiniz dediler bana ama nasıl toz haline getireceğiz onu düşünüyorum hala:dilli:) % 70 etil alkol içerisinde ( 1lt) karıştırılarak koyu renk şişe içersinde sürekli alt üst edilerek 15 gün beklenir süzülerek saf propolis alkol damla elde edilir.

denizakvaryumu
05-12-2008, 21:07
http://www.balen.com.tr/index.php?p=59&l=1

http://www.koysepete.com/en+ucuz+avicenna+propolis+400mg++60+kapsul+91865.a spx

http://www.nekadar.com/109946.html

Piyasada çeşitli propolisler mevcut

denizakvaryumu
09-12-2008, 00:38
Bitkisel beslenin. Şekeri, tuzu, sütü, eti, kahve ile kara çayı, çukulatayı, sigarayı, damıtık suyu, çeşme suyunu kesin, yürüyün, oksijenli havada derin soluk alın. Gönençli bir ortamda bulunun. Sıkıntıdan uzaklaşın. Plastiği eve sokmayın.


KANSER(Yiyilce) İLE SAVAŞ



1. Herkesin vücudunda yiyilce(kanser) gözeleri vardır. Bu yiyilce(kanser) gözeleri birkaç milyara dek çoğalmadıkça olağan deneylerde görülmezler. Dirigerler(doktorlar) yiyilce(kanser) sayrılarına(hastalarına) sağaltımdan sonra vücutlarında artık yiyilce(kanser) gözesi kalmadığını söylediklerinde, bu yalnızca yiyilce(kanser) gözelerinin deneylerle saptanmayacak düzeyde olduğu anlamına gelir.

2. Bir kişinin yaşamı boyunca 6 ile 10 kez yiyilce(kanser) gözeleri oluşabilir.

3. Kişinin bağışıklık düzeni güçlü olduğunda yiyilce(kanser) gözeleri yok edilir, sonra çoğalarak tümör oluşturmalarına engel olunur.

4. Bir kişide yiyilce(kanser) olması, o kişide çoklu beslenme eksikliği olduğunu belirtir. Bunlar genetik, çevresel, beslenme ile yaşam alışkanlıkları etkilerine bağlı olabilir.

5. Çoklu beslenme eksikliğini gidermek için beslenmeyi değiştirmek, ayrıca ek besin almak bağışıklık düzenini güçlendirir.

6. Kemoterapi hem tez çoğalan yiyilce(kanser) gözelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim düzeni ile benzerlerini, tez büyüyen sağlıklı gözeleri yok eder, ayrıca karaciğer, böbrekler, yürek, akciğerler ile diğer üyelerde, üyelerin bozulmasına yol açar.

7. Işınım yiyilce(kanser) gözelerini yok ederken; sağlıklı göze, doku ile üyeleri da yakar, yaralar.

8. Kemoterapi ile ışınım başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ile ışınım sağaltımının uzaması tümörün daha çok yok olmasına yol açmaz.

9. Kemoterapi ile ışınımdan dolayı vücut çok ağu yüklenmesine uğrayınca, bağışıklık düzeni ya çekinceye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli bulaşımlara ya da karmaşıklıklara yenik düşer.

10. Kemoterapi ile ışınım yiyilce(kanser) gözelerinde değişime neden olabilir, sonra da dirençlerinin artarak yok edilmelerini güçleşebilir. Yarmanlık işlem de yiyilce(kanser) gözelerinin başka kesimlere atlamasına neden olabilir.

11. Yiyilce(kanser) gözeleri ile savaşmakta etkili bir yöntem ise onları çoğalmak için gerekleri olan olan besinlerden yoksun, ayrıca aç bırakmaktır.

YİYİLCE(KANSER) GÖZELERİ AŞAĞIDAKİLERLE BESLENİRLER

a. Şeker yiyilce(kanser) besleyicidir.

Şeker kesilerek yiyilce(kanser) gözelerinin önemli bir besini kesilmiş olur. NutraSweet, Equal, Spoonful gibi tatlandırıcılar dokuncalı olan Aspartam ile yapılırlar. Daha iyi bir tatlandırıcı Manuka balı ya da molastır, ancak az oranda alınmalıdırlar. Sofra tuzunda beyazlatıcı olarak kimyasallar bulunmaktadır. Daha iyi bir seçenek Bragg'in aminosu ya da deniz tuzudur.

b. Süt

Süt vücudun, özellikle sindirim düzeninde, mukus üretmesine neden olur. Yiyilce(kanser) mukusla beslenir. Süt yerine tatlandırılmamış soya sütü tüketilerek yiyilce(kanser) gözeleri aç bırakılabilir.

c. Et

Yiyilce(kanser) gözeleri asit ortamda gelişirler. Et temelli beslenme asittir, ayrıca sığır eti ya da domuz eti yerine bol balık ile az tavuk eti yemek en iyisidir. Ette, özellikle yiyilceli(kanser) kişilere dokuncası olan, diri andık(hayvan) antibiyotikleri, büyüme salgıları ile asalakları bulunur.

d. Yeşillik Yiyin

%80 körpe yeşillik(sebze) ile meyve suyu, kepekli tahıllar, tohumlar, nohutgiller ile biraz meyveden oluşan bir beslenme vücudu bazik (alkali) ortamda tutar. %20 de fasulye içeren pişmiş besinlerden oluşabilir. Körpe yeşillik(sebze) suları kolayca emilip 15 dakika içinde göze düzeyine ulaşabilen, sağlıklı gözeleri besleyen, çoğalmalarını çabuklaştıran diri salgılar içerirler. Sağlıklı göze üretimi için gerekli olan diri salgıların sağlanması amacıyla, körpe yeşilliklerin(sebze) çoğunluğu, ayrıca fasulye filizi yiyin ya da suyunu içine bandırılmış günde 2-3 kez çiğ yeşillik(sebze) yiyin. Yararlı salgılar 400 C'de yok olduklarından olabildiğince çiğ tüketin.

e. Kahve, Çay İçmeyin, Çukulatadan Uzak Durun

Yüksek kafein içerikli kahve, çay ile çikolatadan uzak durun. Yeşil çay daha iyi bir seçenektir, ayrıca yiyilceyla(kanser) savaşan özellikleri vardır.

12. Damıtık Su İçmeyin

Bilinen ağular ile ağır metaller içeren çeşme suyu yerine arıtılmış ya da süzülmüş su içiniz. Damıtılmış su asittir, kaçınılmalıdır.

13. Et Yapıtaşından Uzak Durun

Et yapıtaşı(protein)inin sindirimi güçtür, ayrıca çok sindirim salgısı ister. Bağırsaklarda duran sindirilmemiş et çürür, sonra da daha çok toksin birikimine neden olur. Yiyilce(kanser) gözelerinin duvarları sert yapıtaşı(protein) ile kaplıdır. Et yemekten kaçınarak ya da azaltarak, yiyilce(kanser) gözelerinin yapıtaşı(protein) duvarlarına saldıran salgılar daha çok açığa çıkar, sonra vücudun öldürücü gözelerinin yiyilce(kanser) gözelerini yok etmelerini sağlar.

14. IP6, Floressence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA Katkısı ile Besinleri Güçlendirin

Bazı destek nesneleri (IP6, Flor-ssence, Essiac, anti-oksidanlar, vitaminler, mineraller, EFA'lar ile benzerleri) bağışıklık düzenini güçlendirerek, vücudun kendi öldürücü gözelerinin yiyilce(kanser) gözelerini yok etmesine yardımcı olur. E vitamini gibi diğer destek nesnelerinin de, vücudun hasarlı, istenmeyen ya da ihtiyac olmayan gözelerin atılmasının normal yolu olan, apoptoziz ya da programlanmış göze ölümüne yardımcı olduğu bilinmektedir.

15. İyimser, Umutlu, Yaşama Bağlı Olun

Yiyilce(kanser) belleksel, ussal, bedensel ile tinsel(ruhsal) bir sayrılıktır. Öngörülü, olumlu bir düşünce, yiyilce(kanser) savaşçısını yenen yapar. Öfke, affetmezlik ile acı bedeni gergin, ekşi(asitli) bir ortama sokar. Seven, affeden bir davranışlı olmayı öğrenin. Dingin olmayı, yaşamın tadını çıkarmayı öğrenin.

16. Körpe Havada Derin Soluyun

Yiyilce(kanser) gözeleri oksijenli ortamda gelişemezler. Günlük alıştırmalrda derin soluk alın. Bu, göze düzeyine dek daha çok oksijen alınmasına yardımcı olur. Oksijen uygulaması yiyilce(kanser) gözelerini yok etmek için diğer bir yöntemdir.

JOHN HOPKINS HASTANESİNDEN YİYİLCE(KANSER) GÜNCELLEMESİ

1. Mikrodalga fırına plastik kap ile ambalaj
koymayınız.

2. Dondurucuya su şişesi koymayınız.

John Hopkins Hastanesi bunu yakın bir süreyde bülteninde yayınlamıştır. Bu bilgi Walter Reed Ordu Tıp Merkezi kesiminden de yayınlanmaktadır. Dioksin kimyasalları yiyilce(kanser)e, özellikle de göğüs yiyilce(kanser)ine, neden olmaktadır. Dioksinler vücudumuzun gözeleri için çok ağuludur. Plastik şişelerdeki suyu dondurmayınız, çünkü bu plastiğin içindeki dioksinin salınmasına neden olur.

Castle Hastanesi Sağlıklılık İzlencesi Yöneticisi Dr. Edward Fujimoto bu sağlık sakıncasını için şunu söylüyor; “Dioksinler bizim için kötüdür. Plastik kaplar içindeki yiyeceklerimizi mikrodalga fırınlarda ısıtmamamız gerekir. Bu özellikle de yağlı yiyecekler için geçerlidir. Andıksal yağ, yüksek sıcaklık, plastikle karşılaştığında dioksinin besine geçerek, sonunda vücudumuzun gözelerine ulaşmasına neden olmaktadır.”

Bunun yerine kendisi yemekleri ısıtmak için Corning Ware, Pyrex gibi cam kaplar ya da seramik kaplar kullanılmasını öneriyor. Açıkçası hazır yemek ile çorbalar ısıtılmadan önce sargılarından çıkarılıp uygun kaplara konulmalıdır. Kağıt uygundur, ancak kağıdın içinde de ne olduğu bilinmemektedir. Sıcaklığa dayanıklı cam kap kullanmak daha güvenlidir. Kendisi yakın bir süreyde çabuk atıştırma “fast food” aş evlerinin plastik köpük kaplardan kağıt kaplara döndüğünü de anımsattı. Nedenlerden biri dioksin sorunuydu.

Plastik Torba, Buzdolabı Torbası Kullanmayın !!!!!

Kendisi plastik ambalajla (torba, poşet) örtülmüş yiyeceklerin mikrodalga fırında pişirilmesinin aynı ölçüde sakıncalı olduğunu da söyledi. Yiyecekler ışınıma uğrayıp ısınınca, yüksek sıcaklıkta plastiğin içindeki ağular eriyip yiyeceklerin üstüne damlamaktadır. Yiyecekler plastik yerine kağıt havlu ile örtülebilir.

Sağlıklı bir yaşam dilerim

Derleyen Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN

http://www.ahmetercan.net/index.php?mod=HaberDetay&ID=1037&haber=1

Ferda Ülkümen
09-12-2008, 03:07
6. Kemoterapi hem tez çoğalan yiyilce(kanser) gözelerini, hem de kemik iliğinde, sindirim düzeni ile benzerlerini, tez büyüyen sağlıklı gözeleri yok eder, ayrıca karaciğer, böbrekler, yürek, akciğerler ile diğer üyelerde, üyelerin bozulmasına yol açar.

7. Işınım yiyilce(kanser) gözelerini yok ederken; sağlıklı göze, doku ile üyeleri da yakar, yaralar.

8. Kemoterapi ile ışınım başlangıçta tümörün küçülmesine yol açar. Kemoterapi ile ışınım sağaltımının uzaması tümörün daha çok yok olmasına yol açmaz.

9. Kemoterapi ile ışınımdan dolayı vücut çok ağu yüklenmesine uğrayınca, bağışıklık düzeni ya çekinceye düşer, ya da yıkılır; dolayısıyla kişi çeşitli bulaşımlara ya da karmaşıklıklara yenik düşer.

10. Kemoterapi ile ışınım yiyilce(kanser) gözelerinde değişime neden olabilir, sonra da dirençlerinin artarak yok edilmelerini güçleşebilir. Yarmanlık işlem de yiyilce(kanser) gözelerinin başka kesimlere atlamasına neden olabilir.

http://www.ahmetercan.net/index.php?mod=HaberDetay&ID=1037&haber=1



Yanlış anlamıyorsam burada, tıpta kanser tedavisinde uygulanan kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi müdahalelerin faydadan çok zararı olduğu anlatılmış.

Bir jeofizikçinin yaptığı bu yorumlarda herhangibir kaynak göremedim.

İnsanların hayati önlem taşıyan böyle konularda yaptıracakları tedaviden kuşku duymalarına sebep olacak bu tip yorumların, tıp otoritelerince yapılmış olduğunda geçerli olabileceğini düşünüyorum.

şeref
10-12-2008, 10:29
sayın deniz akvaryumu,
yazıyı iletmeniz çok güzel, bilemdiğim bilgileri sayenizde edindim.
yazmamış olsaydınız haberim olmayacaktı, ilginize teşekkürler,
sizler gibi duyarlı insanlar varolduğu sürece, bizler (::) daima hayata bağlı kalacağız.

sevgilerimi sunuyorum.
sağlıcakla kalınız.

şeref
10-12-2008, 10:34
sayın ferda ülkümen,
radyoterapi ve kemoterapinin olumlu faydalarının yanında olumsuz durumlarıda var.
en göze gelir zararı vücutta dirençleri kırıyor,
telafi için ise sağlıklı beslenme, ve çok iyi bir motivasyon gerekiyor.

hayata bakışı olumlu olan hastaların direnç (bağışıklığı) durumu çok iyi oluyor

kısacası en güzel tedavi:

""sağlıklı, düzenli ve kuvvetli yemek+gülücük""

bence başka tarifi yok.

olumlu düşünmeli.barışık olmalı,bolca gezmeli ve yazmalı,

sevgi ve saygılar
sağlıcakla kalınız.

feriha
10-12-2008, 17:05
Hastalığa yakanlandıktan sonra tıp doktorlarının önerdiği kemoterapi, radyoterapi zararlı diye uygulanmasın sonucu çıkaranlar olabilir endişesindeyim..

Şu an itibariyle kanser tedavisinde gelinen son nokta neyse uygulanmalı ertesinde bağışıklığı yükseltecek sağlıklı beslenme yolları takip edilmeli, kişiyi mutlu eden yaşam şekli onun tercihinde bırakılmalı..

Ferda Ülkümen
10-12-2008, 18:04
Ben de aynı endişe ile yukarıdaki mesajımı yazmıştım Feriha hanım.

Baldaş
11-12-2008, 23:14
Sayın Denizakvaryumunun Şeker ile ilgili başlığa eklediği alıntıyı gözden kaçırabilenler olabilir diye ekliyorum...


Kanser en çok neyi sever?

Kanserin beslenmesine izin vermeyin! Bilim adamları kanser hücrelerinin en sevdiği yiyeceğe karşı uyarıyor... Bu "tatlı" yiyecek ne mi? Okuyun, şaşırın...

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu öğrenir. 1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel ödülü kazandırmıştır.

Kanserin bir temel sebebi vardır. Bu da, vücudun normal hücrelerin oksijenli solunumunun, oksijensiz – anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Otto Warburg

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır? Birincisi, kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır. Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır. Oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.

Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de, kanserin bir mayalanma süreciyle metabolize olduğudur.

Kanserin metabolizması normal hücre metabolizmasından 8 kat daha büyüktür.

Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor: Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır. Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini beslemesini talep etmektedir. Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar. Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini sağlayamazsa...


Proteinlerden şeker

Bu ziyan sendromuna "cachexia" denir. Cachexia, vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, proteinlerden) "glycogenesis" işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler. Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.

Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size? Ya da karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?

Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur (işe de yaramaktadırlar) çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür. Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez. Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü ŞEKER KANSERİ BESLEMEKTEDİR.

Peki, doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir? Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir. Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama geri kalan parçaları tamamlayamamıştır. Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir. Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin hastalıkla bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi.

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate değer terapilerle ortaya çıktılar. Bunlardan biri Laetrile'dir. Cachexia'lı hastaların yüzde 50'den fazlasında glycogenesis sürecini durduran Hydrazine Sulfate bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir "akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır. Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir kaplama vardır. İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar. Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır. Çünkü vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.

Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de vardır. Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır. Kanser, çiğ yiyeceklerdense pişmiş yiyecekleri sever. Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir. Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz. Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı. Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine "Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu. Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.

Kaynak: International Wellness Directory


Bir de beğendiğim bir filmden bahsedeyim : Şimdi ya da Asla ( Jack Nicholson-Morgan Freeman ) The Bucket List
Güzel bir film. İzlemeyenlere tavsiye ederim...

feriha
12-12-2008, 01:42
Anadolu Sağlık Merkezi Onkolojik Bilimler Bölümü’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, kanser ve beslenme ilişkisinde doğru olarak bilinen yanlışları anlattı.

-Kanser hücreleri şekerle beslendiği için kanserli hastaların şeker tüketmemesi gerekir. Gerçekten de şeker kanser hücrelerini besler mi?

HAYIR. Şekerin kanser oluşumuna direkt etki ettiği ya da var olan kanser hücrelerini beslediğine yönelik bir bilgi yoktur. Ancak şeker, besleyici değeri olmayan ve yüksek kalori içerdiği için kilo alımına neden olan bir besin olduğu için, yalnız kanser hastalarına değil herkes için tüketimi sınırlandırılması gereken bir besindir. Ayrıca şeker veya şeker içeren yiyecekleri tüketerek doyum sağlayan kişiler, asıl besleyici değeri olan besinleri tüketemeyerek yetersiz ve dengesiz beslenmiş olurlar.

Biz kanser tedavisi öncesinde, sırasında ve sonrasında hastaların ideal kilolarını korumalarını hedeflemekteyiz. Bu nedenle kişilerin kilo durumları değerlendirilerek günlük beslenmelerinden şekeri çıkartılabilir veya ekleyebiliriz. Unutmayın kanserli hastalarda beslenmenin temel amacı, kişinin enerji ve besin öğesi gereksinimlerini karşılayarak yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamaktır.

-Süt, kanser hücrelerini besler mi?

Kanserli hastalarda beslenmenin temel amacı kanser hücrelerini aç bırakmak değil, kişinin kendi beslenmesini optimum hale getirmektir. Ayrıca kanser hücrelerini hiçbir şekilde aç bırakmak gibi bir durum söz konusu değildir. Kanserin tedavisi, aç bırakmayla değil: başlıca kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi müdahale gibi tedavilerle mümkündür.

-Kanser hastaları et tüketmekten kaçınmalı mı?

Ameliyatlar, kemoterapi ve radyoterapi gibi kanser tedavileri gören hastaların, bu tedaviler neticesinde zarar gören hücrelerini yenilemeleri ve enfeksiyondan korunabilmeleri için daha çok proteine ve demire gereksinimleri vardır. İyi kalite protein ve demir kaynakları da başlıca yumurta, kırmızı et, hindi, tavuk ve balıktır. Bu nedenle özellikle kanserli hastaların günlük beslenmelerinde kırmızı ete haftada 2 gün yer verip, diğer etleri de geri kalan günlerde tüketmeleri önerilir. Ancak başta kırmızı et olmak üzere bütün etler, yağ bakımından zengindir, bu nedenle etleri görünür yağlarından arındırmak sağlık açısından dikkat edilmesi gereken bir konudur.

-Kanserden korunmak için antioksidan haplar içilmeli mi?

Bu gün için yüksek doz antioksidanların, kanserden koruyucu etkisi kanıtlanmamıştır. Örnek olarak bir antioksidan olan beta karotenin yüksek dozda kullanılmasına yönelik yapılan 3 çalışmadan ikisi özellikle sigara içen hastalarda akciğer kanseri riskini arttırdığını, diğeri ise kanserden korunmada etkili olmadığını ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle vücudumuz için faydalı olan antioksidanları almanın en güvenilir ve sağlıklı yolu, günde en az 5 porsiyon farklı renkte meyve ve sebze tüketmeyle mümkündür.

-Kanser hücreleri asitli ortamda gelişir. Bu nedenle asiditesi yüksek besinler tüketilmemeli.

Vücudun asit ya da alkali değerinin değişmesi (pH) yaşamı doğrudan etkileyecek hayati bir olay olup, vücut tarafından geliştirilen bir tamponlama sistemiyle çok sıkı bir şekilde kontrol edilir. Ayrıca yediğimiz yiyeceklerle vücudun pH değerinin değişeceği düşüncesi tamamen tutarsızdır.

Bu konuyu bir başka yönden ele alırsak, eğer kanser hücreleri asitli ortamda gelişselerdi, dünyada en çok görülen kanser hücresinin, asiditesi yüksek olan mide bölümünde gelişmesi beklenirdi. Ancak kanser türleri arasında görülme sıklığı en yüksek olan erkeklerde prostat, kadınlarda ise meme kanseridir. Mide kanseri ise yıllar geçtikçe arka sıralara gerilemektedir.



-Tatlandırıcılar kansere neden olur. Bu nedenle her türlü “light” üründen kaçınılmalı.

YANLIŞ. En sık kullanılan tatlandırıcı türleri sakarin ve aspartamdır. Sakarinin sıçanlara yüksek dozda verilmesi mesane taşına bağlı mesane kanserine neden olmuştur. Ancak sakarin insanlarda mesane taşına neden olmadığı gibi çok yüksek dozlarda kullanılmadığı taktirde kansere de neden olmaz. Yapılan geniş kapsamlı epidemiyolojik çalışmalar sakarinin insanlarda mesane kanseri riskini arttırmadığını rapor etmiştir. Bu nedenle sakarin Birleşmiş Milletler Ulusal Toksikoloji Programı’nda, kanıtlanmış insan karsinojenleri listesinden kaldırılmıştır. Aspartam için ise şu andaki veriler kanser riskini arttırdığını göstermemektedir. Aksine tatlandırıcılar özellikle diyabetik ve/veya kilo problemi olan hastalar için büyük konfor sağlamaktadırlar. Bu nedenle çok aşırıya kaçmamak koşuluyla tüketilmesinde herhangi bir sakınca yoktur.

şeref
12-12-2008, 11:30
sevgili baldaş, feriha,

Kısacası "kanser bölümünü bilgileri,ilgileri ve samimi duygularıyla paylaşan tüm arkadaşlara sevgi ve saygı dolu birer buket gönderiyorum.
O kadar içtensiniz ki, sizlere söyleyecek söz bulamıyorum. Allah sizlerden razı olsun.

Benim dikkat ettiğim;

Kesin Yasaklar:
İçecekler: Coca Cola, Pepsi Cola nevileri, maden suyu,
Yiyecekler: Yaşpasta, tatlılar, süt, çikolata, şeker, beyaz ekmek,yağlı et,
Sebzeler : patates, pirinç pilavı, makarna,
Meyveler: Üzüm, karpuz, kavun, mısır, greyfurt,

Yemesi serbest olanlar:
İçecekler: Bolca SU,evde yapılmış şalgam suyu, ayran, ıhlamur çayı, defne çayı,
Yiyecekler: Kepek, çavdar ekmeği, haftada bir yumurta, hindi eti, bulgur ve döğme pilavı
Sebzeler: Brokoli, karnabahar, lahana, bamya, pırasa, börülce, salata malzemeleri,
meyveler: Mandalina,elma, kivi, böğürtlen,

genelde kullanıdıklarım ve kullanmadıklarım, ihtiyacı olan arkadaşlarım var ise bunların dışındaki yiyecek ve içecekleri dikkatli kullanırlarsa iyi olur, kanaatindeyim.

Yukarıda bahsedilenler denenmiştir ve hiçbir yerden alıntı değildir.

Bunlara ilaveten dikkat etmeleri gereken;
Ana öğün olarak tümgün bolca SEVGİ ve NEŞE' ye ihtiyaç vardır,
Ara öğün olarak günde enaz 5 defa GÜLÜCÜK almaları tavsiye edilir.
Bunların dışında "fırsat bulunursa" haftada birer öğün doğa yürüyüşü ve yüzme salık verilir.

sağlık ve esenlikler diliyorum.

denizakvaryumu
14-12-2008, 20:31
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanının,

Modern beslenme tarzı ve kronik hastalıklar yazısını okuyunuz.

http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=225:modern-beslenme-tarz-ve-kronik-hastalklar&catid=42:beslenme-ve-kronik-hastalklar&Itemid=167

denizakvaryumu
14-12-2008, 21:47
Çok daha etkili olan, fakat rant sağlamayan erken önleme tedbirlerinin yerini, daha çok para getiren fakat genellikle çok yararlı olmayan erken teşhis tedbirleri (mamografi, tümör belirteçleri vb) almıştır...

Mamografinin oluşturduğu radyasyon tehlikesi ve mamogramların (mamografi filmleri) ne kadar doğru sonuçlar verdiği uzun süreden beri tıp çevrelerinde bir tartışma konusudur.

Mamografinin çok yüksek doz radyasyon içerdiğini söyleyenler, mamografinin kanseri erken teşhis etmek şöyle dursun içerdiği yüksek doz radyasyon nedeniyle kansere neden olduğunu iddia ediyorlar


1930’lu yıllarda Prof. Dr. Otto Warburg kanserin en temel biyokimyasal sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur. Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg’a iki Nobel (1931, 1944) ödülü kazandırmıştır.

Otto Warburg’a göre kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır.

Normal hücreler enerji elde etmek için oksijene ihtiyaç duyarken kanser hücreleri oksijenden kaçınır.

Vücudun normal hücreleri, enerjileri için hem oksijenli (aerobik), hem de oksijensiz (anaerobik) metabolizma yollarını kullanırlarken kanser hücreleri sadece oksijensiz (anaerobik) metabolizma yolunu kullanabilirler.

Örneğin bir mol glükozdan oksijenli ortamda 36 ATP elde edilirken oksijensiz ortamda sadece 2ATP enerji elde edilebilir (%5-6 kadar).

Örneğin bir mol yağ asidinden oksijenli ortamda 131 ATP elde edilirken oksijensiz ortamda hiç enerji elde edilmez.

...Şekerli yiyecekler kanser dokusunun temel enerji kaynağıdır.

Fazla şekerli gıdaların oluşturduğu insülin direnci (insülin yüksekliği) ikinci grup prostaglandinleri artırır (bağışıklık azalır, yapışkanlık artar, iltihap artar).

İkinci grup prostaglandinlerden trombaksan trombositlerin yapışıklığını ve metastazı artırır.

İnsülin artışı insülin benzeri büyüme faktörü (IGF-1) artışına yol açar.

Aşırı şekerli gıdalar yemek insülin direncine yani hiperinsülinizme yol açar. Hiperinsülinizm, insüline benzer büyüme faktörü bağlayıcı protein-1 ve -2 (IGFBP-1 ve IGFBP-2) sentezini azaltarak serbest IGF-1 düzeyini artırır.

Serbest IGF-1 hemen hemen bütün dokular için potent bir mitojeniktir.

İnsülin direnci olanlarda özellikle epitel hücreli karsinomlar (göğüs, prostat, kolon) sık görülür.

...Nitratlı gübrelerin aşırı kullanılması nedeni ile sulardaki nitrat düzeyleri yükselmiştir (> 5 mg/L).

Soyanın modern işlenme yöntemleri de nitrat miktarını artırmaktadır.

N-Nitrozamin sigara dumanında ve idrar yolu iltihabı olan kişilerin idrarında bulunur.

40000 kadın üzerinde yapılan Iowa Kadın Sağlığı Çalışmasında nitrat tüketimi arttıkça mesane ve yumurtalık kanseri olma olasılığı da artmaktadır.

...Teflonun hammaddesi içerisinde yer alan kimyasallardan PFOA’nın (Perfluorooktanoik asit) kanserojen olduğu ileri sürülmüştür.

Hayvan deneylerinde PFOA’nın kanser yaptığı kanıtlanmıştır.

Üretici firma olan DuPont'un PFOA'nın zararlarına ilişkin uyarılara ürünlerinde yer vermediği için hakkında mahkeme açılmıştır.

...Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.

Ekmeği az tüketin; beyaz ekmeği hiç yemeyin. Tam tahıl (buğday, çavdar, yulaf) ekmeği ya da rüşeymli ekmek yiyin.

Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.

Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın (bak www.beslenmebulteni.com).

...Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.

Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.

Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin

...Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Süt yerine süt ürünleri (yoğurt, peynir) tüketin

Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.

Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin

Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!)

...Yiyeceklerinizin büyük bir bölümünü çiğ olarak tüketin. Eğer pişirecekseniz yavaş pişirme şekillerini (buğulama, güveç vb) tercih edin.

Teflon, aluminyum ve kalaysız bakır kaplar kullanmayın.

Sıcak yemeklerin alüminyum folyo ve streç ile temas etmesine izin vermeyin.

Kızartmalardan ve tütsülerden mümkün olduğunca kaçının.

Mikrodalga fırın yerine turbo fırın kullanın.

Çocuklarınıza flor tableti vermeyin ve eğer yutacaklarsa florlu macun kullandırtmayın.

Kanserden
korunmanın yolları
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı

http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=218:kanserden-korunmann-yollar&catid=71:kanser&Itemid=288

-------------------------------------
Taş Devri Diyetinin
Temel İlkeleri

Prof.Dr. Ahmet Aydın
(www.beslenmebulteni.com)
besahmet@yahoo.com


Taş devri 5-10 bin yıl önce bitmiştir. O zamandan bu zamana kadar genlerimizde çok az değişiklik olmasına rağmen çevresel şartlar ve özellikle de yiyeceklerimiz çok büyük oranda değişmiştir.

Özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin gibi kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlanmış; buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma olmuştur.

Gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar doğal olmayan yiyeceklerin tümü ile başa çıkacak yeteneğe sahip değillerdir.

Genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, müzmin yorgunluk , kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden olmaktadır.

Bu hastalıklardan korunmak istiyorsak mümkün olduğunca 5-10 bin yıl öncesine benzeyen bir diyet uygulamalıyız.

Geleneksel diyet ile modern diyet arasındaki temel farklılıklar.




Genel ilkeler

• İki beyaz (şeker ve beyaz un) mümkünse hiç yenmemelidir. Tuz (üçüncü beyaz) tamamen kesilmese de iyice azaltılmalıdır.
• Her yiyecek doğal şekline en yakın olarak tüketilmelidir.
• Yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz (patlayıncaya kadar değil).
• Çiğ yiyecekler toplam diyetin en az %60’ını oluşturmalıdır.
• Sabah çok, akşam az yiyin.


Etler

• Yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek.
• Kırmızı et (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), sucuk, kavurma, pastırma vb serbesttir. Katkı maddelerinden dolayı salam-sosis tercih edilmemeli.
• İddia edilenin aksine kırmızı et yemek koroner kalp hastalığına neden olmaz.
• Etin az yenmesi B12 vitamini, karnitin, koenzim Q10 ve bazı esansiyel amino asit eksikliklerine yol açabilir. Bu eksiklikler başka organlarınız gibi kalbinize de zarar verir.

Beyaz et

Tercihen köy tavuğu ve diğer özgür dolaşan kümes hayvanları yenilmeledir. Çiftlik tavuğu gün yüzü görmez; çeşitli hormonlarla hızlı büyütülür ve yediği yem doğal değildir; tadı kötüdür. Çiftlik tavuklarının avantajları ucuz olması ve çabuk pişmesidir.

Balık

• Ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük balıklar tercih edilmeli.
• Balık çiftliği balıkları ilaçla ve suni yemlerle beslenmeleri, tatlarının kötü olması ve çevreyi kirletmeleri bakımlarından sakıncalıdırlar.

Sakatatlar

• Sakatatlar hayvani gıdaların en değerli bölümleridir.
• Yasaklanmaları doğru değildir.
• Fakat veteriner gözetiminde kesilmiş hayvanların sakatatı yenmelidir.

Yumurta

En kaliteli protein kaynağıdır. Köy yumurtası tercih edilmeli. (Özgür dolaşan tavuklar!). Günde 1-4 adet yenilebilir. Tercih sırasına göre
1. Çiğ (enfeksiyon olmadığından eminseniz! (kabuğu sağlam, pis kokmuyor ve suya konduğunda yüzmüyorsa yumurta çok büyük bir olasılıkla temizdir),
2. Rafadan,
3. Lop,
4. Kızartma (mümkünse yenmemeli, yenilecekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli)

Yumurtanın yararları
• Görmede azlığına yol açan maküler dejenerasyonu azaltır (lutein)
• Kolesterolü düşürür(kolin)
• Bellek ve öğrenme kapasitesini artırır (kolin)
• Asetilkolini artırır
• Yumurta sarısı kalsiyumdan ve karotenoidlerden zengindir
• Çinko içeriği yüksektir
• Magnezyum içeriği yüksek (migren, fibromiyalji vb
• Antioksidan ve antienflamatuvardır.
• Omega-3’ten zengindir (Özgür dolaşan tavuklar!)
• A, D, K vitaminleri, demir, selenyum, riboflavin, ve niasinden zengindir.

Sebzeler ve yeşil yapraklılar

• Daha çok çiğ tüketilmelidir (salata tarzında).
• Koyu yeşil yapraklılar K vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir (kemik erimesinin önlenmesi!) ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir.
• Doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmeldir.
• Semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır.
• Patates yüksek şeker içerdiğinden yenilmemelidir. Kızartması ise hiç yenilmemelidir.
• Turp, havuç ve patlıcan da şeker içeriği yüksek olduğu için aşırı tüketilmemeli.
Sarımsak-Soğan

• Sarımsak: Hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri.
• Her gün en az iki diş yenilmeli. Sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin.
• Sarımsak haplarının kokusu yoktur fakat doğal şekli kadar faydalı değildir.
• Soğan: En az sarımsak kadar değerli.

Meyveler

• Kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler sınırlı yenmeli.
• Az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli).
• Üzüm (çekirdeği ve kabuğu), çilek, yaban mersini, kızılcık gibi meyveler çok yüksek antioksidan etkilere sahip.

Pastörize/homojenize sütler
• Sütün pastörizasyonu bazı hastalık patojen bakterileri ortadan kaldırırken faydalı bakterileri (probiyotikleri) de yok etmektedir.
• Homojenize edilmiş sütler (Kutu sütleri) ise çok daha büyük bir sorundur. Çünkü homojenizasyon sırasında süte 2 ton civarında bir basınç uygulanmakta ve süt proteinlerinin moleküler yapısı büyük ölçüde değişmektedir.
• Molekül yapısı değişmiş proteinler immün sistemi aşırı uyararak çocuğun ileriki yaşamında Tip I diabet ve mültipl skleroz gibi otoimmün (kendi dokularını tahrip edici) hastalıklara yol açmaktadırlar.
• Kaymak bağlamayan, ekşimeyen ya da kesmeyen süt ya da yoğurt doğal değildir.
• Sütten çok mayalanmış süt ürünleri (tam yağlı yoğurt, tam yağlı peynir) tercih edilmeli.
• Kefirle mayalanmış süt çok yararlıdır.


Hangi süt tüketilmeli?

• Mümkünse günlük mandra sütü tüketilmelidir.
• Temiz olduğuna güveniyorsanız (!) sokak sütçüsünden de süt alabilirsiniz.
• Şehirdeki en iyi olabilecek seçenek günlük pastörize şişe sütleridir.
• Uzun ömürlü homojenize kutu sütlerini kesinlikle kullanmayınız.
• Süt ya da yoğurt ekşimesin ya da kesil-mesin diye içlerine antibiyotikler konul-makta ve süt içindeki probiyotiklerin tümüne yakını kaybolmaktadır.
• Sadece ekşiyen ve/veya kesilen süt ve yoğurtları yiyiniz (bulursanız!!!)

Probiyotikler Probiyotikler =yararlı bağırsak mikrplları

• Erişkin bir insan bağırsağında 100 trilyon (1,5 kg) faydalı bakteri bulunur.
• Bu rakam insan hücre sayısının 10 katı kadardır.
• Bu bakteriler 300 m2 büyüklüğünde bir yüzey oluşturan bağırsak sümüksü zarını bir tabaka şeklinde döşer.

Probiyotiklerin görevleri

• Bağışıklık sistemini güçlendirmek
• Salgıladıkları enzimlerle yiyeceklerin hazmını kalaylaştırmak.
• Vitaminlerin (K, B12, biyotin, niasin vb) sentezini yapmak.
• Bağırsak duvarını zararlı maddelerden korumak ve bağırsak geçirgenliğini azaltmak.
• Toksinlerin (zararlı maddelerin) kan dolaşımına geçmesini engellemek.
• Gastrointestinal semptomları (reflü, ishal, kabızlık vb) azaltmak.
• Besin alerjilerini ve ekzemayı önlemek
• Depresyonu azaltmak (triptofan)
• Kronik enflamatuvar (iltihabi) hastalıkların ve kanserin oluşumunu engellemek

Bağırsak florasının bozulması

• Karbohidrattan zengin ve rafine gıdaların yenmesi, çeşitli toksinler ve antibiyotikler normal bağırsak florasını bozarak zararlı bakterilerin ve mantarların üremesine yol açarlar.
• Probiyotiklerin bağırsak mukozası üzerinde oluşturduğu koruyucu tabakanın ortadan kalkması bağırsak geçirgenliğini artırır.
• Yeteri kadar sindirilmemiş yiyecek maddeleri ve nötralize edilmemiş toksinler kan dolaşımına geçer.

Bağırsak florasının korunması

• Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet bağırsak florasının koruyuculuğunu bozmaz.
• Fermantasyon ürünleri (turşu, yoğurt, peynir, şarap, boza, sirke) bağırsak florasında bulunan probiyotikleri artırırlar.
• Pastörizasyon ve UHT gıdalardaki probiyotikleri büyük ölçüde tahrip eder.
• Probiyotikten en zengin gıdalar anne sütü ve Kafkasyanın milli içeceği olan kefirdir.

Baklagiller
• Nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb haftada 2-3 kereden fazla yenmemelidir.
• 12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli.

Soya
• Söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir.
• Protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır (fitatlar).
• Tiroid hormonu sentezini bozar.
• Erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir.

Diğer zararlar
• D vitamini eksikliği
• Osteoporoz
• Hazımsızlık
• Bağışıklık yetersizliği
• Bunama
• Kanser
• Kalp kası hastalığı
• Soyanın Çin ve Japonya gibi yüksek nüfuslu Uzak doğu ülkelerinin, en fazla tercih ettiği gıda olduğu ve onların yaşam sürelerini uzattığı iddiaları çok eksik ve yanlıştır.
• Soyanın total kalori içindeki payı genellikle %5’i geçmez. Ayrıca Uzak Doğulular soyanın fermente ürünlerini (miso, soya salçası, natto, tempeh vb) yerler. Soyanın fermantasyonu soyanın birçok olumsuz etkisini giderebilmektedir.
• Ama piyasada satılan ve yüzlerce yiyeceğin içinde bulunan soyanın (tofu , soya sütü, soya yoğurdu, soya dondurması, soya proteininden yapılmış salam, sosis gibi et çeşitleri) çoğu fermente değildir. Paketinin üzerinde açıkça yazmamasına karşın birçok hazır gıdanın içerisinde giydirilmiş olarak soya bulunmaktadır.
• Başta hamileler, çocuklar ve kanserliler olmak üzere herkes soya preparatlarından uzak tutulmalıdırlar. Soya çok az yenilmeli, yenilecekse az miktarda fermante soya ürünü ya da soya filizi yenilmeli.
Kabuklu kuruyemişler
• Ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb. kuruyemişler yenilebilir. Ceviz omega-3 de içerir.
• Lif ve minerallerden zengindir.
• Günde 1-2 avuç (50-100 gram kadar) oldukça yararlı.
• Kuruyemişler aşırı yenilmedikçe şişmanlatmaz.
• Çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli.

Yağlar
• Yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. Mükemmel bir gıda olan anne sütünün kalorisinin %50’sinden fazlası yağlardan gelir. Bu yağların büyük bölümünü doymuş yağlar ve kolesterol oluşturur. Sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır!

Margarin
• Kimyasal bir ürün olup insan vücudunu yozlaştırır (içerdikleri trans yağ asitleri dejeneratiftir). Kolesterol içermemeleri bir üstünlük değil zaaftır . Bitkisel kaynaklı yağların hiçbiri kolesterol içermez. Kesinlikle yasak!


Tohumlu sıvı yağlar
Ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya omega-6’dan zengin çoklu doymamış yağ asitleridir. Omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. Sıcak presten çıkan bu yağların dokuları yıpratıcı (dejeneratif trans yağ asitleri içerirler) özellikleri de var. Kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı.

Zeytinyağı
• Mükemmel bir yağdır. Halis sızma olanlar tercih edilmeli (soğukta donar).
• Salatalarda ve zeytinyağlı yemeklerde kullanılmamalıdır. Bütün yemekleri zeytin yağla yapmak doğru değildir.
• Riviera ikinci seçenektir (sıcak baskı).

Fındık yağı
Zeytinyağına çok benzer özelliklere sahiptir (o da tekli doymamış yağ aitlerinden zengin); ancak sıcak baskı bir yağdır; ikinci seçenek olarak kullanılabilir.

Hayvani yağlar (doymuş yağlar)
• Oldukça dayanıklı yağlardır. Trans yağ asitleri oranları düşüktür.
• Tereyağı: Mükemmel! Mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı).
• Tereyağının piyasada sahtesi çoktur (margarin üzerine giydirilmiş). Sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır.

Tereyağının yararları
• En iyi A vitamini kaynağıdır.
• Yüksek oranda antioksidan (kolesterol, A vit, E vit, selenyum) içerir.
• Konjuge linolenik asitten (CLA)zengin olup, antienflamatuvar, antiallerjik ve antikansorejenik etkileri vardır.
• İyi bir iyot kaynağıdır.
• Diş çürükleri ve osteoporoz riskini azaltır.
• Lesitinden zengindir.


Urfa yağı
Tereyağı gibi yararlı

Kuyruk ve iç yağı
Tereyağı gibi yararlı

Balıkyağı

• Hayat iksiri! Büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor.
• Bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı.
• Günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr) kullanılmalıdır. Müzmin hastalıklarda bu miktar hekim kontrolünde 5-6 grama kadar çıkar.
• Balıkyağı şişmanlatmaz.
• Yaz-kış kullanılabilir.
• Morina karaciğeri yağı D vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. Aksi halde D vitamini yüklenmemesi yapabilir(Piyasada bulunan omega-3 kaynaklarının hemen hepsi balık yağlarıdır).


Keten tohumu
• Balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı.
• Önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin.
• Omega-3 gücü balık yağının onda biri kadardır. Fakat lif oranı yüksektir.
• Omega-3 pişirme yağı olarak kullanılmaz. Hem kokusu pistir hem de çabuk oksitlenerek faydadan çok zarar verir.
Zeytin

Oldukça yararlı bir yiyecektir. Mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. Sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. Daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli.

Kızartmalar
• Vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı.
• İllaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı.
• Kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin.

Tahıllar ve unlu gıdalar

• Hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar.
• Bu nedenle ekmek, bulgur, mısır, çavdar, makarna, pirinç vb. gibi tahıllar ve bunlar ile yapılan yemekler ve hamur işleri yenmemeli ya da iyice azaltılmalıdır.
• Diyete adapte olmada güçlük çekenler çok az miktarda tam buğday ekmeği (köy ekmeği), kepek ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf ekmeği ve bulgur yiyebilirler.

Çay

• Bütün çay çeşitleri çok yararlı. Şekersiz içilecek!
• 5-10 dakika demlendikten sonra hemen içilmeli. Daha fazla beklerse antioksidan değeri azalır.
• Makine çayları içilmemeli. Sarkıtma çay tercih edilmemeli.
• Telli ve doğal olmayan zamklı poşet çaylar kanser yapabilir.

Siyah Çay-Yeşil çay
• Yeşil çayda bol miktarda kateşinler adı verilen flavonoidler bulunur.
• Siyah çay yeşil çayın harmanlanması ile elde edilir.
• Yeşil çay (kateşinler) ile siyah çayın (teaflavinler) antioksidan kapasitesi arasında bir fark bulunamamıştır.

Kahve
• Kahve-nestkahve-kapuçino: Büyük ölçüde yasak; Arada bir içilebilir.
• Türk kahvesi: Her gün bir-iki fincan içilebilir (sekersiz ya da az sekerli).

Turşu
• Oldukça yararlı (probiyotik). Tuzunu azaltın (turşu kurarken tuz yerine limon tuzu, askorbik asit ya da sirke kullanın).

Sirke
• Sirke (özellikle halis üzüm sirkesi ve biraz pahalı olan balsamik sirke), nar ekşisi, şalgam suyu ve meyan kökü suyu çok yararlı.

Tuz/Baharat
• Yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudumuzun ihtiyacını karşılar.
• Tencere yemekleri içine az miktarda tuz katılabilir.
• Yemeklerin ve salataların üzerine tuz serpmeyin.
• Az tuz sizi halsiz bırakıyorsa tuzu biraz artırın.
• Rafine tuz yerine işlenmemiş tuz kullanın.


Baharatlar
• İçerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar açısından açısından oldukça yararlıdır.

Şekerler
• Rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (reçel, pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) yasaktır. Kendi şekeri ile yapılan köy pekmezleri ve Maraş usulü az şekerli dondurmalar az miktarda yenilebilir.

Bal

• Bal halis ise şifa verir.
• Günde bir iki çay kaşığı yenilebilir.
• Alelade ballar, her çeşit reçel ve pekmez aşırı şeker içerdiğinden yenilmemelidir.
• Piyasadaki balların en az %95’i sahtedir.

Çikolata
• Haftada bir iki kere orta boy, sütsüz ve kakao oranı yüksek (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir. Sütlü çikolataların (kahve rengi) şeker içeriği çok yüksektir.
• Çikolata kadınlarda adet öncesi dönemde görülen depresyonu azaltır (en iyi magnezyum kaynağı).

Tatlandırıcılar
• Tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir.
• Aspartam (Canderel ®, Sanpa®, Aspartil®, Diyet-Tat®, Nutra-tat®
• Ayrıca diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur)

Aspartamın formülü
• Aspartik asit (%40)
• Fenilalanin (%50)
• Metil alkol(=ispirto) (%10): Kanserojen formole dönüşür

ASPARTAM’IN ZARARLARI
Baş ağrısı Unutkanlık
Eklem ağrısı Bulantı
Uyuşukluk Kas spazmları
Şişmanlık(!!!) Döküntü
Migren
Depresyon Yorgunluk
Huzursuzluk
Sara Uykusuzluk Görme kaybı
İşitme kaybı Çarpıntı
Soluk zorluğu
Korku atakları
Ağzı dolanma Tat Kaybı
Tinnitus Baş dönmesi
Parkinson
Mültipl skleroz
Kanser

İçki
• Günde 1-2 kadeh şarap (özellikle kırmızı kırmızı), rakı ya da eşdeğer içki içilebilir. Mecburiyet yoktur!
• Bira, votka, cin gibi şeker içeriği yüksek içkileri içmeyiniz.

Aspartam içeren maddeler
Canderel®, Sanpa®, Aspartil®, Diyet-Tat®, Nutra-tat®.
‘Layt’ kolalar ve diğer diyet ürünleri, bazı şekersiz sakızlar, birçok ilacın içinde tatlandırıcı olarak

Meşrubat
• Her türlüsü yasak. Evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir.
• Meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için.

Enerji içecekleri

• İçerdikleri temel maddeler şeker ve kafeindir. Başlangıçta reaksiyon hızını biraz artırırsa da daha sonra bu fark da ortadan kalkar.
• Şeker içeriğinin yüksek olması uzun vadede insülin direnci ve buna bağlı hastalıkları artırır. Bu arada enerjinizi azalmasına yol açar. Enerjisini artırmak isteyen çocuk uyuşturucu da kullanabilir.
• Enerji içeceklerini içmeden önce enerjinizin niçin azaldığını araştırın!!!
Su
• Günde 6-8 bardak su için. Suyu birden bire değil yudum yudum için.
• Bir insanın susuzluk hissi ile su ihtiyacını ayarlayabileceği düşüncesi, çocukluk çağı için doğru olsa da diğer yaşlar için geçerli değildir. Susuzluk hisleri önemli ölçüde köreldiği için yaşlıların farkına varmadan susuz kalma tehlikeleri büyüktür.
• Meyve suyu, meşrubat, gazoz, bira gibi, şekerli çay gibi sıvılar yoğun karbohidrat içerikleri nedeni ile su ihtiyacını artırırlar. Şekersiz çay ve kısmen de ayran, kafir gibi fermente içecekler, sıvı ihtiyacını artırmadığı gibi, sıvı ihtiyacınızı da karşılar.
• İdrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. İçtiğiniz su aşırı soğuk olmasın.
• Kaynak suyunu için. İşlenmiş sofra suları (Turkuaz®, Aquafino®vb) kaynak suyu değil, işlenmiş kuyu suyudur. Mecbur kalmadıkça içmeyin. Gerçek kaynak suları içiminin güzelliğinden anlaşılabilir.
• İçtiğiniz su fazla soğuk olmasın.
• Şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). Klor, mikropları öldürmek için suya konulur. Fakat kanser de yapabilir. Filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir.
• Şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar ve içilebilir.
• Yemekle birlikte su içmeyin, çünkü bu su sindirim sıvılarını seyrelterek etkilerini azaltır. Yemekten yarım saat önce veya sonra su içebilirsiniz. Uykudan önce bir ya da iki bardak su içilmelidir.

Pişirme şekli
• Yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli; geleneksel yöntemler (buğulama,, buharda pişirme) yanında turbo fırınlar da kullanılabilir. Böylece besin öğeleri fazla zarar görmez.
• Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.
• Dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin.
• Konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin (ev konserveleri hariç).

Pişirme kapları
• Daha çok toprak (güveç), cam ya da bakır kapları tercih edin.
• Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
• Teflon ve alüminyum kesinlikle kullanılmamalıdır.
• Teflon ve alüminyum kap kullanmayın. Sıcak yemekleri alüminuyum folyo ve streç içinde saklamayın.

Yemek yeme sıklığı

• Diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli.
• 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur.
Öğün miktarları

• Çinliler dediği gibi sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. Yemek miktarlarını şöyle bölümleyin;
• Sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da daha iyisi ;
• Sabah (2), kuşluk (1), öğle(1), ikindi (1), akşam:(1).
• Uzak Doğulular gibi az ve sık yemek, insülininizde fazla artışa yol açmadığı için formda kalmanızı sağlar.
• 19.00-20.00’den sonra mümkünse yemek yemeyin.
• Lokmaları iyice çiğneyin!


Diş temizliği
• Her yemekten sonra, mümkün değilse yatmadan önce dişinizi 2-3 dakika fırçalayınız ve macunu yutmayınız
• Çocuklarda yutmayacaklarından emin oluncaya kadar florlu diş macunu kullanmayınız.
• Sodyum florür toksik olduğu için çocuklara flor tableti takviye etmeyin.
• Yiyecek ve içeceklerdeki flor (kalsiyum florür) doğal olup, toksik değildir.
• Florun diş çürüklerini azaltmadığını gösteren çok sayıda araştırma vardır.
• Diş çürüklerinin en önemli nedeninin unlu ve şekerli gıdalar olduğunu unutmayın.
• Yarı sert ve sert gıdaları yemenin çocuklardaki diş gelişimini olumlu yönde etkilediğini ve sıvı gıdaların ise sağlam diş gelişimini önlediğini unutmayın.

Hareket
• Günde en az yarım saat hızlı yürüyüş yapılmalı ya da yavaş koşulmalı ve merdivenler çift çift çıkılmalı.
• Günde en az 3-5 dakika kültür fizik hareketleri yapılmalı (özellikle bel ve boyun kaslarını çalıştırın).
• Yorgun düşüren hareketlerden kaçınılmalı. Egzersiz ağırlığı tedricen artırılmalı.
• Hedefinizi iyi seçin. Birkaç dakikada olsa her gün yapabileceğiniz egzersizleri yapın.
• Hava kirliliği olan yerlerden mümkün olduğunca uzaklaşın.
• Derin temiz hava soluyarak hücrelerinizdeki oksijeni artırak onları gençleştirin.

Güneşlenme
• Güneşli havalarda en az yarım saat (gözlüksüz olarak) güneşe maruz kalınmalı (kışın tercihen 11.00-13.00 arası).
• Güneş ışınları daha rahat uyumanızı sağlar, depresyonu azaltır ve D vitamini sentezini artırır.
• D vitamini kemik hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, kansere (deri kanseri dahil!) ve çeşitli müzmin hastalıklara karşı koruyucudur.
• Yazın mayo ile güneşlenirken başlangıçta güneşte fazla kalmayın (özellikle 11.00-13.00 arası).
• Dengeli şekilde yanın, haşlanmayın!!.

Uyku
• Mümkünse 22.00’den önce yatın. Ayağınızı sıcak, başınızı serin tutun
• 5 saatten az 9 saatten fazla uyumayın.
• Yeterli süre uyumanıza rağmen yorgun kalkıyorsanız nedenini araştırın.
• Uykudan 1-2 saat önce televizyon izlemeyi bırakın
• Taş devri diyetini uyguladıktan en çok bir hafta sonra yorgunluğunuz ortadan kalkar. Kendinizi gençleşmiş hissedersiniz ve daha erken uyanırsınız.

Not: Bu sağlıklı beslenme ilkeleri sağlıklı ve hastalıklı her kes için faydalıdır; hem hastalık önleyici hem de tedavi edicidir (kısmen ya da tamamen). Sadece fazla miktarda protein almaması gereken hastalar (bazı metabolizma, böbrek ve karaciğer hastalıkları) proteinleri kısıtlarlarsa diğer önerileri rahatlıkla uygulayabilirler.
Hazırlayan: Prof. Dr. Ahmet Aydın

Baldaş
15-12-2008, 09:05
Teşekkürler Denizakvaryumu, bazı bilgilerin sık sık tekrarlanması gerekiyor...

Reklamlarda nedense pastörize sütlere hatta yoğurt ve peynirlere antibiyotik kattıkları bilgisinden ısrarla kaçınılarak pastörize paket sütü tüketilmesi gerektiği belirtiliyor. Pastörize süt yoğurt ve peynirlere tam olarak hangi işlemlerin yapıldığını Sayın Derya Baykal açıklasın... Kaymak görüntüsü vermek için margarin katılıyor mu, uzun süre bozulmadan beklesin diye antibiyotik konuyor mu, Şok pastörizasyon süte tam olarak ne yapar ?


AŞIRI ANTİBİYOTİK KULLANIMI :

Antibiyotiklerin gereğinden fazla verilmesi korkutucu. Bir zamanlar antibiyotikler şeker gibi veriliyordu. Şimdi durum daha iyi olsa da hala aşırı kullanılıyorlar. Artık antibiyotiklerin huzursuz bağırsak sendromu, Crohn's hastalığı, göğüs kanseri, alerjiler ve astım gibi hastalıklarla ilgisi olduğu söyleniyor. Tüm bu hastalıklar arasında ortak gidişat bağırsak mikroflorasında değişimler olması. Reçetelere boğaz ağrısı, öksürük ve soğuk algınlığı için yazılan antibiyotiklerin neredeyse yüzde 85'i gereksiz yazılan ilaçlar. Antibiyotiklerin bağırsak mikroflorası üzerinde uzun vadede etkileri iyi biliniyor ama sağlıklı bir sindirim sistemi florası sahibi olmanın önemi çok kısa bir süre önce bilimsel destek aldı. Antibiyotiklerin gerçekten ihtiyaç duyuldukları zamanlara saklanmaları gerekir ve eğer reçetelere gereksiz yere yazılması önlenmezse gerçekten ihtiyaç duyduğumuzda işe yaramamaları mümkün. Akıllı bakterilenin antibiyotiğe direnci küresel bir sorun haline geliyor. Antibiyotikler bizim için o kadar çok çalışan yararlı bakterileri öldürebilmekle kalmayıp bu bakterilerin yerine maya gibi antibiyotikten etkilenmeyen diğer istenmeyen organizmaları getirirler.
( Beyin Diyeti Dr. Alan C. Logan )

şeref
15-12-2008, 09:26
Sevgili denizakvaryumu ve baldaş
Araştırmacı kişiliğiniz ve insanlara yardımcı olma duygunuzu samimiyetle paylaşıyorum.
Kendi adıma, sizlere teşekkür ediyorum. Bilgiler çok güzel, paylaşımız çok daha güzel.
Yazıyı okurken keyif aldım diyebilirim. Sağolunuz.

Allah razı olsun.
sevgiler sunuyorum, yüzünüzden gülücükler eksik olmasın.

denizakvaryumu
15-12-2008, 09:37
Arkadaşlar teşekkürler.

Buraya aktardığım yazıları, fazla uzun olmasın diye kısaltıyorum.

Bu nedenle mutlaka beslenme bulteninden yazıların aslını okuyun.Prof.Ahmet Aydın'ı takip edin.Bu kişi şimdiye kadar doğru bildiğimiz yanlışları göz önüne seriyor, eğer prof.unvanı olmasaydı, çoktan aforoz edilir susturulurdu.Adam tek başına müthiş bir savaş veriyor.

Özellikle taş devri diyeti yazısını mutlaka sitesinden indirerek okuyun.Çıktısını alın ,arkadaşlarınıza e-posta olarak gönderin.Otizmle ilgili açıklamalar beslenmenin ne kadar önemli olduğunu açıkça gösteriyor.

Daha öncede yazdım, tv.deki kutu süt reklamları beni tatmin etmiyor, kutu sütçülerin artık şu mikrop işini bırakıp , Prof.Ahmet Aydın'ın yazılarına bir açıklamada bulunmaları gerekir, bugüne kadar bulunmadılar.Yalanlamadılar .

Bir tüketici olarak şaşkınlık içindeyim.

denizakvaryumu
15-12-2008, 11:27
VI-13. SÜT-KANSER

Çin’de geleneksel gıdalarını yiyen sadece 10,000 kadından sadece bir tanesi meme kanserinden ölürken, geleneksel gıdalarını önemli ölçüde azaltıp batı tipi beslenmeye başlayan Hong Kong’ta sıklık 34:10,000’ye çıkmaktadır. Halbuki Batı ülkelerindeki sıklık kıyaslanmayacak kadar çok yüksek olup 1:10 ile 1:20 arasında değişmektedir (62).

Çin’dekine benzer düşük meme kanseri sıklığı Japonya’da da (Hatta atom bombası atılan Nagazaki ve Hiroşima’da) vardır. Halbuki batı ülkelerine göç eden Japonlarda bir iki nesil sonra meme kanseri sıklığı, bulundukları ülkenin beyaz halkı kadar yüksek olmaktadır. Bu süre geleneksel beslenme şeklinin büyük ölçüde terk edildiği zamana denk düşmektedir.

Çin ve Japonya’da prostat kanseri de çok nadir görülmektedir. Bu ülkelerde bazı kanserlerin az görülmesi doğal beslenmeye bağlanabilirse de bunu her kanser çeşidi için söylemek mümkün değildir. Örneğin Uzakdoğu ülkelerinde ösefagus, mide, tiroid, pankreas ve karaciğer kanserleri daha fazla görülmektedir. Uzak Doğu Halklarının diyeti hangi bakımlardan batılılardan farklıdır? Çin ve Japon diyetlerinin batı diyetlerinden en önemli farklarından biri yakın zamanlara kadar nerdeyse süt ve ürünleri hiç tüketilmemesidir.

Süt kansere neden olabilir mi?

Yapılan çok sayıda araştırmada süt tüketimi arttıkça yumurtalık (63-66), meme (67-73), kalın bağırsak (67, 74-76), akciğer (67, 77-79), mide (67, 80), pankreas (81-83) ve prostat (84-87) kanserinin daha fazla görüldüğü saptanmıştır.

Sütün hangi unsuru ya da unsurları meme kanserine yol açabilir?
Sütte bulunan bazı kimyasallar da kansere neden olabilirse de bu konuda suçlanan en önemli unsur sütte doğal olarak da bulunabilen IGF-1’dir. Büyümeyi hızlandıran en önemli etkenlerden biri olan IGF-1 fazlalığının kansere neden olması mümkündür. Prostat, kolon ve menopoz öncesi meme kanseri ile IGF-1 düzeyleri arasında sıkı bir ilişki vardır. Yani IGF-1 düzeyleri yükseldikçe bu kanserlerin sıklığı da artmaktadır (88-92).
Süt vahşi yaşamda sadece hızlı büyüyen hayvan yavrularına verilen bir gıdadır. Bu nedenle büyüme IGF-1 gibi faktörlerinden zengin olması da doğaldır. Büyüme hızının düştüğü kişilerin ilave olarak bir büyüme faktörünü alması o kişide kanser oluşmasına yol açabilir.

Süt içmeyen erişkin bir kişide 170 ng/mL olan kan IGF-1 düzeyi, süt ürünlerinden zengin gıdalarla beslenenlerle 200-210 ng/mL’ye çıkar (62).
Süt içenlerde IGF-1 niçin artmaktadır?
Bunu temelde belli başlı bazı nedenleri vardır;
Normalde süt içinde bulunan -IGF-1 de dahil- büyüme faktörlerinin çoğu sindirim sisteminden geçerken parçalanır. Ancak çok az miktar IGF-1 sütün pıhtı kısmının (kazein) içinde korunarak kana geçer. Aslında bu düşük miktarların fazla bir zararı yoktur.

Sütün içinde bulunan küçük proteinler ve amino asitler insanın kendi IGF-1’ini artırırlar. Süt ya da yoğurdun içine konulan yüksek miktardaki şeker de IGF-1 düzeyini artırır.

Süt pastörizasyon ve UHT gibi ısıl işlemlere maruz bırakılırsa kazein proteinini parçalayan protein sindirici (proteolitik) enzimler tahrip olduğu için kazein daha fazla büyüme faktörünü korur.

Normal koşullarda IGF-1’in diğer protein yapısında olan hormonlar gibi mide-barsak kanalında buradaki HCl ve proteolitik enzimler ile inaktive olması gerekir. Pastörizasyon işlemi maalesef sütte doğal olarak bulunan proteolitik enzimleri inaktive eder ve IGF-1’i denatüre olamaz; ve aktif halde bağırsaktan emilir (93).


FDA araştırıcıları 1990’da büyüme hormonu verilen inek sütünün pastörizasyonun IGF-1’i tahrip etmediği aslında tam tersine konsantrasyonunu artırdığını saptamışlardır. Aynı araştırıcılar sindirilemeyen IGF-1’in insanlarda bağırsaktan kana geçtiğini, farelerde ise büyümeyi hızlandırdığını göstermişlerdir.

Hem IGF-1 (94) ve hem de transforme edici büyüme faktörünün (95) pastörizasyona dayanıklı olduğu gösterilmiştir.

Yine betasellülin adlı hormon epidermal büyüme faktörü reseptörünü uyararak kansere yol açabilir (96). Betasellülin de pastörizasyon sırasında tahrip olmayan bir büyüme hormonudur (97).


IGF–1 faktörü doğal inek sütünde vücudumuzun kullanabileceği oranlarda bulunurken, ne yazık ki pastörizasyon sonrasındaki sütte artar. Ama en büyük tehlike hayvanlarda süt verimini artırmak için büyüme hormonunun (rbGH) kullanılmasıdır (98-102). Büyüme hormonu aktifleşerek IGF-1 olmakta o da büyümeyi artırmaktadır. Bu durumda IGF-1 vücudumuzun kullanabileceği oranların çok üstüne çıkar.

Fermente sütler kanserden koruyor
Süt ve kanser arsındaki ilişkiyi değerlendirirken hastaların diğer yediği gıdaların araştırılmazsa elde edilen sonuçlar yanıltıcı olacaktır. Yani belki süt kanser yapacaktır fakat, bol taze sebze, meyve ve doğal gıdalar yediği için hasta kanser olmamaktadır. Yine böyle bir ilişkinin olup olmadığını değerlendirmede tüketilen sütün işlenme şekli (çiğ, kaynatılmış, pastörize, homojenize olup olmadığı vb.) göz önüne alınmalıdır. Afrika kabilelerinden Sambrular ve Masailer çok yük oranda tam yağlı çiğ süt tüketirler (günde 2-5 litre kadar). Buna rağmen bu kabilelerde kanser dahil birçok kronik hastalık çok az görülmektedir (103).

Pastörize edilmiş sütün aksine yoğurt ve kefir gibi fermente edilmiş süt ürünlerinin insan ve hayvan çalışmalarında kanseri önlediği ya da var olanları gerilettiği saptanmıştır (104-110). Tabii ki bu süt ürünleri ekşime özelliğine sahip olmalıdır. Bu ürünlerin pastörize sütlerden farkı probiyotiklerden, enzimlerden ve vitaminlerden zengin olmasıdır. Bir başka fark da homojenizasyon olmadığı için kansere neden olabilecek büyüme faktörlerinin mide-barsak sıvıları ile etkisizleşebilmesidir.

http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=225:modern-beslenme-tarz-ve-kronik-hastalklar&catid=42:beslenme-ve-kronik-hastalklar&Itemid=167

linkteki sayfadan, dosyalar, kutu sütü savaşlarını tıklayın.

susam
15-12-2008, 12:04
Arkadaşlar. Burada yazılanların birçoğunu iyi kötü biliyordum ama üstüne basa basa yazdınız ya...:( Beni can evimden vurdunuz. Benim gibi damak tadı yerinde olan biri için şekeri, sütü, tuzu azaltmak yaşamamak gibi birşey. Bazen kendime kızıyorum. İnsan herşeyi de sevmez ya? Ne bulursam yiyorum. Çok fena bu.

şeref
15-12-2008, 16:26
Sevgili Susam,
209. mesajı okursan benim kullandıklarım ve kullanmadıklarım, yani yasaklar ve olmayanlar
dikkatli okursan şeker, tuz ve beyaz yok.
Sen kendine bakmazsan en kimlerle yazışacağım.
Lütfen kendine iyi bak.

Sen bizlere lazımsın,

Baldaş
16-12-2008, 10:24
Hoşgeldin Susam, biraz uzunca bir ara vermiştik bayramdan dolayı. Sanki ben harfiyen uyabiliyor muyum sanıyorsun yazılanlara. Ben muhlamayı ( kibarca mıhlama mı desem ) görünce kontrolden çıkıyorum mesela... Bilgili olmak en azından bazı şeylerin dizginlenmesini sağlıyor...

Şeref Bey çok istediğiniz şeylerden birinin Karadeniz dağlarını ve ormanlarını görmek olduğunu belirtmiştiniz. Şimdi mevsim pek elverişli değil ama buranın en güzel ayları olan bahar ayları ya da yaz başlarında sizi ve ailenizi elimizden geldiğince misafir etmekten mutluluk duyarız. Yeter ki bize önceden haber ve bilgi verin :) izin problemi yaşamayalım...

şeref
16-12-2008, 11:10
Sayın Baldaş,
Susam gibi sizinde gönlünüzün çok büyük ve sevgi dolu olduğunu biliyorum.
Yemin ediyorum bütün bunları hissediyorum desem, yalan olmaz. Siz değerli karadeniz insanlarının engin gönül sahibi olduğunu biliyordum. Bu sözünüz üzerine daha da samimi düşünmeye başladım.

Davetiniz için çok sağolunuz, Mevlam sizleri var etsin. Gelip gelememe veya görüp görememe konusunda birşey diyemiyorum. Gelme durumum olursa haber vereceğim.
Ama yürekten ve samimi duyguyla ifade etmeniz beni duygulandırdı, bedenim buralarda ama inanın ruhum oralarda geziniyor. Yazdıkların duygularımın ifadesidir. Samimidir.

Dilerim ki; Yüce Mevlam siz ve sizler gibi değerli insanların gönüllerini her iki cihanda da nurla aydınlatsın. Sağlık ve sıhhat versin.
Ola ki, sizin ellere gelirsem söz veriyorum yanınıza gelmeye çalışacağım, gelemezsem birşey diyemem.
Eğer sizler Adana' ya gelirseniz veya yolunuz düşer ise kapımın sonuna kadar açık olduğunu bilin.

Ailelerinizle mutlu bir yaşam dileğiyle,
Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın.

nevsune
16-12-2008, 11:10
Benim gibi damak tadı yerinde olan biri için şekeri, sütü, tuzu azaltmak yaşamamak gibi birşey. .

İşte benim gibi düşünen biri daha:) Hadi süt neyse de, şeker ve tuz olmayınca durum kötü.

Bazen kortizon kullanmak zorunda kalıyorum işte benim kabusum o zaman başlıyor. Tuzsuz yemeği yesem ne olacak, yemesem ne? Sadece doymak için değil de damak tadı için yiyenler açısından böyle durumlar vahim:(

Tatlıysa benim en baş vazgeçilmezim. Hele bu bayram tatilinde önüme konmuş bilumum yöresel tatlılar, hadi şimdi gel kanseri düşünüp yeme onları. Bu arada yeni öğrendiğim ve uyguladığım bir şeyi sizlerle paylaşayım. Canınız çok tatlı çektiğinde bir tane hurma yerseniz, tatlı isteğiniz azalıyor.

Tabii ilerde daha fazla şeyleri gözden çıkarmamak adına dikkat etmemizde yarar var.

şeref
16-12-2008, 11:26
Sayın Nevsune,
Duygularınızı güzel ifade ediyorsunuz ve samimisiniz.
Bizler çok ve çok büyük bir savaştayız.
Biz ve bizim gibi insanlar normal bir savaşta eğer düşmanımıza silah, mermi, gelişmiş teknoloji savaş malzemelerini verirsek ne olur?
- ****** savaşı kaybederiz. Hemde kendi elimizle kaybederiz.

Bu savaşımızda böyle; eğer tuz, şeker, sodalı, kızartma, mayalı ve hazır gıdalar kullanırsak savaşı yukarıda bahsettiğim gibi kaybederiz. Bizlerin ayakta kalması (gücümüz yettiğince) lazım. Diğer insanlara örnek olmamız lazım. Hem kiminle yazışacağız. Kimler bizimle paylaşacak.

Şekersiz,tuzsuz yaşanır. yeterki deneyelim. sabır ve sebat edelim.
İnsan isterse başarabilir. Dualarım sizlerle,

Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın,
Sağlıcakla kalınız.

susam
16-12-2008, 11:41
Neyse ki benim gibi nefsine hakim olamayan birini buldum. Nevsune :D. Tabi bu işin şakası. Fakat hep yaptığım bir dua vardır. Allah'ım beni diyetlik hasta yapma diye. Belki kabul olur ha :o.
Vallahi Şeref Bey. İnsan nelere alışmıyor ki tatsız tuzsuz hayata da alışmasın. Birçok açıdan, en azından çocuklarım için yemek alışkanlıklarımı değiştirdim. Sebze ağırlıklı beslenmeye çalışıyoruz. Ki ben sebzeye bayılırım. Fakat şu üç beyaz yokmu, onlar beni baştan çıkarıyor.
En azından artık ince belli bardaktaki çayıma 3 kaşık değil 2 kaşık şeker koyuyorum :dilli:. Bu bile benim için büyük başarı.

nevsune
16-12-2008, 11:48
Şeref bey, sizin kaygılarınızı çok iyi anlıyor ve sonuna kadar destekliyorum. Siz bizleri, sizin yaşadıklarınızdan korumaya çalışıyorsunuz. Aslında bir kısmımız da yakınlarımız nedeniyle yaşadık aynı şeyleri ve inanın bir başkasının yaşamasına gönül hiç razı olmuyor. Bu yüzden bu başlıkta buluşuyoruz zaten.

Yine de arada bir minik olmak koşuluyla kaçamaklar yapıverelim, izin verin:)

susam
16-12-2008, 12:03
Sevgili Nevsune. Aslında Şeref Bey o kadar haklı ki... Sağolsun bütün iyi niyetiyle bizlere yol göstermeye çalışıyor. Fakat kendi adıma söyleyeyim, beslenme konusuna gelince yaramaz çocuklardan farkım yok. Kendimi frenlemenin bir yolunu bulabilsem ne güzel olur. Aslında şaka bir tarafa, bilinçlendikçe zararlı gıdaları yerken aldığım haz eskisi gibi olmuyor. O yüzden bu türden bilgilerin sık sık dile getirilmesi kendimize telkinde bulunabilmemiz açısından çok yararlı olur. Günlük hayatımızda basit gibi görünen ayrıntılar gün geliyor başımıza ciddi işler açıyor. Bu gün sevdiğimiz insanların kanserle mücadelelerini izleyemek nasıl canımızı yakıyorsa, yanlış yaşayışlardan dolayı sıra bize geldiğinde sevdiklerimizde bizi izlemek zorunda kalacaklar. Aslında bu cümleyle tam olarak düşündüğümü ifade edemedim. Sediklerimizi üzmemek ve kendimize eziyet etmemek adına belki 3-5 ay dişimizi sıkarak kaliteli yaşam düzenine alışabiliriz. Şeref Bey ve sizin gibi bilgili ve bilinçli dostlarımız bu konuları yazmaktan ve de yaşadıklarınızı paylaşmaktan vazgeçmeyin. Paylaşmak; sizi rahatlatır, bize öğretir.
Bütün güzel dilekleriniz için gönülden teşekkürler.
Bu arada kesinlikle buralara gelmelisiniz. Sizi misafir etmekten mutluluk duyarız.

şeref
16-12-2008, 12:05
yüzünüzden gülücükler eksilmesin. :)

şeref
16-12-2008, 12:18
Davetiniz için çok sağolunuz, çok incesiniz. Ben sadece inşallah diyorum.

Paylaşma duygusu ve sevgi insanın doğasında var. Gizli kalmış bir mücevher gibi,
En önemlisi ise o mücevheri dışarıya çıkarabilmek.

İşte, insan o mücevhere sahip oldumu, dünyanın en zengin insanıdır.

Şan, şöhret, para ve kısacası maddi olan ne varki bu sıcak ortamı, paylaşmayı, yazışmayı, samimi duyguları ifade etmeyi satın alabilir veya bunun üzerinde hükümranlık kurabilir.

******; birbirimize olabildiğince destek olmamız lazım, yakınlarımız da bunları örnek alacaklardır.

Şimdi yazıyorum, sizler yazıyorsunuz ne kadar güzel değil mi?

İşte ben, yarın ne yazacağımı, ne yazmam gerektiğini veya kiminle yazışabileceğimi umutla bekliyorum. Bu umut beni ayakta tutuyor.

Sizlerde deneyiniz, sizden para isteyen yok.

nevsune
16-12-2008, 12:19
Sevgili susam, anlatmak istediklerinizi çok iyi anlıyorum. Hani demişler ya "hekimden sorma, çekenden sor" diye.

Elimizden geldiğince bu başlıkta yazıp, bildiklerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Bir kişi olsun bu yazılanlardan yararlansa, kardır.

şeref
16-12-2008, 12:22
Nevsune hanım,

Sözünü ettiğim mücevhere yaklaşıyorsunuz.
haydi kolay gelsin, başarılar.

nevsune
16-12-2008, 12:32
Şeref bey, her ne kadar ayrı yerlerdeysek de, hiç meraklanmayın yüreklerimiz birlikte.

Siz yeter ki umudunuzu hep ayakta tutun, biz yanınızdayız.

şeref
16-12-2008, 12:35
Sizler varolunuz inşallah.

susam
17-12-2008, 11:00
Hep birlikte varolalım inşallah.

gokovaa
28-12-2008, 12:32
ISTANBUL UNIVERSITESI ONKOLOJI ENSTITUSU BASKANI PROF DR .ERKAN TOPUZ
TARAFINDAN DILE GETIRILEN YAPILACAK VE YAPILMAYACAKLAR LISTESI :

1. GUNDE EN AZ 6-7 SAAT KARANLIK ODADA UYUMAK GEREKIR.

2. HAFTADA EN AZ 6 GUN ERKEN YAT ERKEN KALK

3. ELEKTRONIK ARACLARDAN UZAK DUR KULANMADIGINIZ ZAMAN ACIK VE YANINIZDA TUTMAYINIZ.

4. BILGISAYARINI ACIK TUTMA

5. TELEFONDA KISA KONUS

6. CEP TELEFONU ILE KONUSMAN 30 SANIYEYI GECMESIN

7. SAMPUANLAR VE DUS JELLERI KANSEROJEN. VUCUDUNUZU SABUNLA TEMIZLEYIN VE BOL BOL DURULANIN

8. ZAMAN ZAMAN YALIN AYAK TOPRAKTA YURUYUN

9. GIYDIGINIZ TERLIGIN LASTIK- PLASTIK OLMAMASINA DIKKAT EDIN

10. GECE UYURKEN ODADAKI TELEVIZYONU BILGISAYARI VS FISTEN CEKIN VEYA ANA DUGMESINDEN KAPATIN

11. CEP TELEFONUNUZU GECE UYURKEN YATTIGINIZ ODADA BULUNDURMAYIN

12. HAFTADA 4 KEZ BALIK YE VE BALIK CORBASI IC BALIGIN KILCIGI KANSER ONLEYICIDIR. MUMKUNSE BALIGI KILCIGI ILE YE

13. ZERDACAL (KORI) YI BOL BOL KULLAN SALATALARINA EK, CORBANA KOFTENE KOY VS

14. GUNDE IKI BARDAK DOMATES SUYU IC

15. KEPEK EKMEGI VE EKMEGIN KABUGUNU YE. BELEDIYE EKMEGI GENCLER ICIN IYI

16. TUZ KULANMAK ISTIYORSAN KAYA TUZU KULLAN

17. ZEYTINYAGI FAYDALI. SABAH KAHVALTISINDA BIR CORBA KASIGI ZEYTINYAGININ ICINE KEKIK, NANE, KORI, KOYUP YE

18. ESMER PIRINC TUKET

19. ZEYTIN COK YARARLI BOL BOL TUKET

20. YAGSIZ PEYNIR VE KECI PEYNIRI YE

21. HAFTADA EN COK IKI KEZ KIRMIZI ET YE

22. CAY ONERISI-YESIL CAY+BOGURTLEN+ISIRGAN+LIMON KABUGU NU KARISTIR KAYNAT GUNDE IKI KUPA IC DIKKAT BUNU ILAC ALMAYAN INSANLAR ICEBILIR

23. EGER HIC BIR ILAC ICMIYORSANIZ VEYA ILACTAN 6 SAAT SONRA BIR SU BARDAGI GREYFURT SUYU ICIN

24. BITKISEL OTLARI ALIRKEN INTERNETTEN ALISVERIS YAPMAYIN-TARIM BAKANLIGI ONAYI OLANLARI ECZANELERDEN ALIN

25. SENTETIK YASTIK YORGAN KULLANMAYIN PAMUIK YORGAN YASTIK DAHA SAGLIKLI

26. OZELLIKLE BEYAZ IC CAMASIRLARINIZI KAYNATMADAN GIYMEYIN CUNKU BEYAZLATICI MADDE KANSEROJEN BIR MADDEDIR

27. MUTFAKTA TEFLON BULUNDURMAYIN CAM-CELIK-PORSELEN KAPLARDA PISIRIN

28. SENTETIK MALZEME ICEREN HALI KULANMAYIN

29. AYAKKABI ILE EVDE DOLASMAYIN

30. ORGANIK URUNLER TUKETIN EN AZINDA SEBZE MEYVEYI MEVSIMINDE TUKETIN

31. FASTFOOD KANSEROJENDIR

32. ACI BIBER KANSERE CAREDIR

33. HAFTADA EN AZ BIR KOY YUMURTASI TUKETIN VE OZELLIKLEDE BEYAZINI DAHA COK TUKETIN

34. ELMA SIRKESI MERTABOLIZMAYI HIZLANDIRIR GUNDE BIR TATLI KASIGI ICIN
( kadinlarda kemik erimesine sebep oluyor. dikkat edin)

35. HER SABAH AC KARINA BARDAK ILIK SU TUKETIN

36. KURU ERIK, BOGURTLEN, CILEK TUKETIN

37. HAVUZLARDA KULLANILAN KLOR KANSEROJENDIR EGER GIRERSENIZ DE HEMEN DUS ALIN

38. ICME SUYU-ISTANBULDA SU ANDA BELEDIYENIN SUYU ICILEBILIR- EGER SATIN ALIYORSANIZ 3 AYDA BIR MARKASINI DEGISTIRIN

39. KIZARTMA YEMEYIN HASLAMA BUGULAMA YENMELIDIR

40. MIKRO DALGADA FAZLA ISITMA

41. YANMIS YIYECEKLER KANSEROJENDIR

42. DIS FIRCALARKEN KURU FIRCAYA MACUNU KOY FIRCALA SONRA DURULA

43. KURU TEMIZLEME KANSEROJENDIR

44. DOMATES ORGANIKSE VEYA MEVSIMINDE KANSER ONLEYICIDIR

45. ELMAYI KABUGU ILE YE

46. SEBZEYI MEYVEYI ONCE ELMA SIRKELI SUDA 20 DAKIKA BEKLET SONRA DURULA YE VEYA KULLAN

47. BROKOLI, KARNIBAHAR, ISPANAK, LAHANA. KIRMIZI TURP, KARA TURP, HAVUC, MAYDANOZ, REZENE, TERE TUKET

48. EN YESIL, EN KIRMIZI, EN SARI OLAN YIYECEKLERI YE

49. YESIL CAYI GUNDUZ TUKET

50. KARA UZUM, KARADUT, BOGURTLEN SURUBU, ANANAS TUKET

51. CIN URETIMI HIC BIR SEY KULLANMA SU ANDA MADE IN CHINA YERINE PRC (PEOPLE REPUBLIC OF CHINA) YAZIYORLAR DIKKATLI OL.

52. SUT YERINE AYRAN VE YOGURT TUKET CUNKU SUTE HAYVANIN GUBRELI YEDIGI OTLARIN KALINTILARI KARISABILIYOR

53. FINDIK, FISTIK, CEVIZ KABUKLU AL KIR OYLE GUNLUK BIRAZ TUKET

54. MEVSIMINDE CEKIRDEKLI KARPUZ COK FAYDALI
55. SARABA BOCEK ILACI KARISIYOR O NEDENLE KANSEROJEN, BIRA KOLON KANSERINI ARTIRIYOR, BUNLAR YERINE KARA UZUM YE

56. MEYVE SUYU YERINE TAZE MEYVE TUKET MEYVE SUYU SISMANLATIYOR

57. HAREKETLI HAYATI TERCIH ET

58. OKSIJENLI ORTAMDA GUNDE EN AZ YARIM SAAT 45 DAKIKA YURU

59. SIGARA ICIYORSANIZ YUZDE 85 VEYA 90 AKCIGER KANSERI OLACAKSINIZ VE KALP KRIZI GECIRECEKSINIZ DEMEKTIR.
SIGARAYI BIRAKINCA VUCUT 10 YILDA YENILENEBILIYOR. HEMEN SIGARAYI BIRAKIN. BIRAKINCA KIRMIZI OLAN URUNLERI TUKETIN MEYAN KOKU VE KARA MESENIN KABUGUNU
EZIP TOZ OLARAK ALIN BU VUCUDUN DAHA KOLAY TEMIZLENMESINI SAGLIYOR . 2015 YILINDA 9 MILYON KISI AKCIGER KANSERI OLACAK. YIRMI SANIYEDE BIR KISI AKCIGER
KANSERI OLUYOR.

60. AKCIGER KANSERI BELIRTILERI OMUZ AGRILARI, YUKSEK ATES, OKSURUK VE KANLI BALGAMDAN ANLASILIR.

61. STRESTEN UZAK DURUN KANSERI TETIKLIYOR: YOGA, MEDITASYON, STRESE IYI GELIYOR

62. TANRIYA INAN, DOKTORA INAN, AILE SEVGISINE BAGLILIK GOSTER KI STRESIN ETKILERINI MEN ET

63. UZUM CEKIRDEGI VE KETEN TOHUMU GUNDE BIR TATLI KASIGI TUKET

64. GUNDE BIR SU BARDAGI AKSAMLARI KEFIR TUKET GUNDE BIR KEZ BUYUK APDESTE CIKILMASI GEREKIR EGER OLMUYORSA ILERDE KOLON KANSERI OLMA OLASILIGI YUKSEKTIR.
BUNA DIKKAT ET

65. MENAPOZDAKI KADINLARIN VUCUDUNDA ODEM OLUR BUNU ATMAK ICIN KIRAZIN SAPI+MISIR PUSKULU+MAYDONEZ SAPI KOKU+DEFNE YAPRAGINI 5 DAKIKA SICAK SUDA BEKLET
IC GUNDE EN COK IKI KUPA OLARAK BU BIRIKEN ODEMI ATIYOR

66. BEYAZ UN BEYAZ SEKER VE TUZDAN UZAK DUR

67.HALSIZ HISSEDIYORSANIZ GUNDE BIRER ADET B VE C VITAMINI AL

68. KANSER HASTALARI DOKTORUNA DANISMADAN HIC BIR BITKISEL OT KULLANMAMALIDIR. ILAC ICIYORSA ASLA OT KULANMAMALIDIR.

69. BUTUN PETROL URUNLERI KANSEROJENDIR. KULANDIGINIZ HER SEYIN PETROL URUNUNDEN YAPILIP YAPILMADIGINI SORGULAYINIZ.

susam
29-12-2008, 07:54
Sevgili Gökova. Çok güzel bir yazı aktarmışsın. Ellerine sağlık.
Buradaki bilgiler günlük hayatımızda yaşam tarzımızı belirleyebilecek pratik bilgiler. Bunu sağlayabilsek ne mutlu bize.

denizakvaryumu
29-12-2008, 21:22
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta
ahmetrasimk@mynet.com

Bebek şampuanları, losyonları, pudraları zararlı mı?

Son senelerde hayatımıza giren binlerce kimyasal maddeden biri de fitalat olarak bilinen bileşikler. Bunlar sert plastiğe eklendiklerinde uzun polivinil moleküllerinin birbiri üzerinden kaymalarını sağlayarak o maddenin daha yumuşak olmasını, boya ve kokuların daha uzun süre dayanmalarını sağlıyorlar.

Fitalatlar hepimizin her gün kullandığı sayısız üründe bulunuyor. Meselâ, yer karoları, streç filmler, boyalar, duş perdeleri, çocuk oyuncakları, tişört baskıları, yapay deri ve tırnak boyaları, saç jölesi, şampuan, oje, deodoran… gibi kozmetikler bunların başlıcaları. Bunlara bazı tıbbi malzemeleri de ekleyebiliriz.

Peki ama, bayram değil seyran değil, bu fitalatlar da nereden çıktı şimdi diye merak edenler için cevabım şu:

Washington Üniversitesi tarafından 2 ile 28 aylık 163 bebek üzerinde yapılan bir araştırmada, bebeklerin tümünün idrarlarında test edilen 9 çeşit fitalattan en az birinin bulunduğu ortaya çıktı. Hatta, bebeklerin yüzde 81’inin idrarlarında yediden fazla fitalat türü olduğu ve banyo ve temizlik ürünlerinin kullanımındaki artışa paralel olarak idrarda bulunan fitalat miktarının da arttığı belirlendi. Araştırmanın bir başka önemli sonucu da, 8 aylıktan daha küçük olan bebeklerin daha duyarlı olduklarının anlaşılması.

Journal of Pediatrics isimli tıp derginin son sayısında yayınlanan araştırmada, bebeklerin idrarındaki bu fitalatların bebek şampuan, pudra, losyon… gibi ürünlerden kaynaklandıkları da ispatlandı. Oysa, bugüne kadar fitalatların deri yoluyla değil, oyuncakların çiğnenmesi veya fitalat ihtiva eden ev tozlarının solunması suretiyle vücudumuza girdikleri düşünülüyordu.

Fitalatların zararı ne?

Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar, hayatın erken döneminde maruz kalınan bazı fitalat türlerinin erkek üreme fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyebileceğini gösteriyor. Birçok fitalatın erkeklik hormonu olan testosteronu azalttıkları biliniyor. Ayrıca, fitalatların kızların erken buluğa ermelerine yol açabileceğini gösteren bulgular da var.

Birkaç sene önce İsveç’ de yapılan bir araştırmada evlerindeki tozlarda yüksek miktar da fitalat bulunan çocuklarda astım, alerjik nezle ve egzama gibi hastalıkların daha fazla görüldüğü ve hastalık belirtilerinin daha şiddetli olduğu belirlenmişti.

Toronto Üniversitesi tarafından yapılan başka bir çalışmada da gebelikleri süresince toluen, fitalat ve formaldehit gibi kimyasalların çok kullanıldığı pedikür salonlarında çalışan kadınların çocuklarında dikkat eksikliği, öğrenme güçlüğü gibi zihinsel sorunların çok fazla görüldüğü ortaya çıkmıştı. O zamandan beri Kanada’ da bu tür salonlarda fitalatlar artık kullanılmıyor; toluen de kademeli olarak azaltılıp o da artık kullanılmayacak.

Fitalatlar yasaklanmalı mı?

Fitalatlar dünyanın birçok ülkesinde çok çeşitli üründe yaygın olarak kullanılıyor. Buna Amerika da dahil. Burada önemli bir nokta da, ürünlerin etiketlerinde fitalatların bulunduğunun bildirilmesinin zorunlu olmaması.



Sadece Avrupa Birliği ülkelerinde bu maddenin çocuk oyuncaklarında ve biberonlarında kullanılmasını yasak ve önümüzdeki senden itibaren böyle bir sınırlama Kaliforniya eyaleti için de geçerli olacak.

Gelelim neticeye

Fitalatların insan sağlığı için uzun vadede ne gibi olumsuzluklar yaratacağı henüz çok iyi bilinmiyor. Zararları tam olarak ispatlanmış olmasa da, tabiatta bulunmayan, insan yapısı bu kimyasal maddelerin zararsız olduğunu iddia etmek mümkün değil.

Üstelik, henüz anne sütü emen minicik bir bebeğin kanında, ona tamamen yabancı, gelecekte ne zarar vereceği bilinmeyen bir kimyasal maddenin bulunmasından huzursuzluk duymamak imkânsız.

denizakvaryumu
29-12-2008, 21:26
şte Prof. Dr. Kenan Demirkol ile akıllı beslenme üzerine iyibilgi okurlarına özel yeni bir röportaj daha! Günlük Omega-3 ihtiyacımızı nasıl karşılarız? Balık yağı satarken nasıl bir tuzak kuruyorlar? iyibilgi özel

Hastalanmadan sağlıklı yaşamın sırrı akıllı beslenmede, akıllı beslenmenin sırrı da Omega-3’te saklı!

Peki sağlıklı yaşamın anahtarı Omega-3 ihtiyacı hangi gıdalardan alınır? Hayvansal ve bitkisel Omega-3 içeren gıdalar neler? Hangi balıklar zararsız? Keten tohumunun sırrı ne? Tuzağa düşmeden balık yağı nasıl alınır?

Ve Omega-3 hakkında merak edilen soruların cevapları…

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol iyibilginin sorularını yanıtladı..

Günlük Omega-3 ihtiyacımızı doğal yolla nasıl karşılarız?

Omega-3 kaynakları hayvansal ve bitkisel olmak üzere ikiye ayrılıyor. İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal Omage-3’e ihtiyacı vardır. Hayvansal Omega-3 kaynakları arasında, ilk sırada yumurta yer alıyor. Her gün bir yumurta Omega-3 ihtiyacının büyük bölümünü karşılar.

Yumurtanın yıldızı son günlerde iyice parladı, peki özgür tavuk yani doğal köy yumurtası mı tercih edilmeli?

Eğer bulunabilirse tabiî ki doğalı tercih edilmeli. Ancak büyük şehirlerde marketlerde ambalajlı satılan, doğal yemle beslenmiş ve Omega-3 açısından zenginleştirilmiş yumurtalar alınabilir. Ben de bu yumurtalardan yiyorum.

Yumurtadan sonra ikinci sırada yer alan Omega-3 kaynağı nedir?

Balık… Haftada 3-4 defa balık yiyerek hem sağlıklı beslenmiş, hem de Omega-3 ihitiyacımızı karşılamış oluruz.

Balık ama hangi balıklar?

Özellikle küçük balıklar tercih edilmeli, çünkü büyük balıklar denizlerdeki ağır metaller açısından risk içeriyor. Ağır metaller balıkların yağlarında birikir, onları yediğimizde vücudumuzda serbest radikallere dönüşerek hastalıklara zemin hazırlar. Bu yüzden hamsi, sardalya, istavrit gibi küçük deniz balıklarını öneriyoruz. Kızartma yapılabilir, ancak kesinlikle ayçiçeği veya mısır yağı ile değil! Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki Omega-3 yok oluyor! Sadece ve sadece zeytinyağı ile kızartılmalı.

İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve Omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”Bu arada kızartma sevmeyenler balık buğulama yapabilirler.

Çiftlik balıklarındaki Omega-3, deniz balıkları ile aynı oranda mıdır?

Bazı çiftlik balık üreticileri iki kat Omega-3 içeriyor diyorlar. Ancak bir gerçek var ki çiftlik balıkları yapay yem ile besleniyor ve bu çiftlik balıkları deniz balıklarının yediği yosunu, yeşil Omega-3 kaynaklarını yiyemiyor, işte bu çerçeveden baktığımızda çiftlik balıkları, deniz balıklarına oranla % 50 daha az Omaga-3 içeriyor diyebiliriz.

Bitkisel Omega-3 kaynakları nelerdir?

Bitkisel Omega-3 kaynaklarına geçmeden önce, bitkisel Omega-3’lerle ilgili önemli bir noktanın altını çizelim. İnsan vücudunun günde 1-1,5 gr. hayvansal Omega-3’e ihtiyacı olduğunu söze başlarken de belirtmiştim. Hayvansal Omega-3 içeren gıdalar, insan vücudunda 3 gramda 1,5 gram Omega-3’e dönüşür. Bitkisel Omega-3’ler ise insan vücudunda 7 gramda 1,5 gram Omega-3’e dönüşür.

Örneğin; Ceviz Omega-3 kaynağı olarak bilinir, cevizden vücudumuzun ihtiyacı olan Omega-3’ü alabilmek için çok fazla kalori alabileceğimiz noktasına dikkat edilmelidir.

Peki bitkisel Omega-3 kaynaklarından fazla kalori almadan sağlıklı olarak faydalanmak mümkün değil mi?

Bitkisel Omega-3’ü en çok bulunduran besin maddesi “keten tohumu”dur. Bu nedenle günde 1-2 tatlı kaşığı tatlı kaşığı keten tohumu, tane olarak özellikle salatalara konarak tüketilebilir. Keten tohumlu ekmekler tercih edilebilir. Yurtdışında ekmek hamuruna katılır. Ancak, hazırdan ziyade, tam buğday unu ile evde yapılan ekmek hamurunun içine tane olarak keten tohumu katılmasını öneririm.

Keten tohumu ekmek ile beraber pişince vitamin değerinde bir eksilme olur mu?

Hayır olmaz. Keten tohumu öğütüldükten 24 saat sonra vitamin değerini kaybeder. Bu yüzden tane olarak alınmalıdır ve mümkünse çiğnenmelidir. Öğütüp tüketenler ise evde kendileri öğütüp, 24 saat içinde tüketmelidirler.

Keten tohumunun sürekli alınmasında bir sakınca var mı?

Hayır yoktur. Keten tohumu rahatlıkla her gün kullanılabilir. Ancak, kullanırken dikkat edilmesi gereken nokta; 1 tatlı kaşığı keten tohumunu birden ağza alıp çiğnemeye çalışılmamalıdır. Kendi ağırlığının 7 katı su tutucu özelliğinden dolayı ağızda hemen şişer ve boğulma riski doğurabilir. Bu yüzden salata veya ekmek içine koyarak ve çiğnenerek tüketilmesini tavsiye ediyoruz.

Peki başka hangi bitkiler Omega-3 içerir?

Tüm yeşil otlar… Semizotu bu yeşil otların başında gelir. Salatada tercih edilecek yeşillikler iyi birer Omega-3 kaynağıdır.

Hazır olarak satılan Omega-3, diğer adıyla balık yağı kapsülleri faydalımıdır?

Elbette. Ben de her gün bir tane Omega-3 kapsülü kullanıyorum.

Omega-3 kapsülleri alırken nelere dikkat etmeliyiz, en iyi balık yağı kapsülü hangisi?

Bu kapsülleri alırken tuzağa düşmemek gerek. Bazı ambalajların üzerinde 1,5 gram Omega-3 içerir yazıyor, iyi de bu yağın hepsi Omega-3 değil ki, toplam yağların yani kapsülün miktarı o kadar!

Ambalajın üzerinde EPA ve DHA miktarına ve toplam miktarın ne olduğuna bakılmalı. Hangisi EPA ve DHA’yı en yüksek miktarda içeriyorsa o tercih edilmeli.

http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=103457

denizakvaryumu
29-12-2008, 21:29
Biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik? Kara hayvanları ahıra, balıklar kafese tıkılınca insanlara neler oldu? İçtiğimiz süt neden zehir? Yeni çağın mesleğini neden psikiyatri? Omega-3’ün gelişme çağındaki çocuklarda üzerindeki mucize etkisi ne?

İşte Akıllı Beslenme Uzmanı Prof. Dr. Kenan Demirkol'dan geleceği aydınlatan altından değerli çok özel bilgiler...

-Biz hayvanlarımıza nasıl hayvanlık ettik?

"Hayvan ahırda yapay yem ile, sadece şeker pancarı küspesi, mısır, pirinç kırığı gibi ürünlerle tahıl ağırlıklı besleniyor. Daha fazla süt alabilmek için hayvana nişasta ağırlıklı yem dayatılıyor. Hayvanın ot ve yonca gibi yeşillikle beslenmesi gerekiyor çünkü doğal olarak ihtiyacı olan besin o!

Eğer ben 40 litre süt elde etmeyi verimlilik sayarsam, sütün tüketilmesi sonrası insanlarda ortaya çıkan kronik hastalıkların masrafını nasıl açılayabilirim?

-Nişasta içerikli yem verildiğinde hayvan çok süt yapıyor ama bu süt süt değil zehir!

Doğal beslenen ineğin sütünde Omega–3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde40 daha az görülmektedir.

Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda çevreyle ilgili hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor. Ekolojik hayvancılık denince akla "çevreyle ilgili tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı?

-“Çağın mesleği psikiyatri”

Hücre duvarı bizim gümrük kapımız. Omega-3 olmayınca hücreler arşidonik asit kullanmaya başlıyor, ama bu arşidonik asit aynı zamanda stres hormonu üretiyor. Damar elastikiyetini kaybediyor ve damar hastalıkları ortaya çıkıyor, insanın şeker hastası olması kolaylaşıyor. Stres hormonları artınca aşırı pıhtılaşma oluyor ve bu da kalp hastalıklarına yol açıyor.

Omega-3’ten yoksun olduğumuz için ülkemizde depresyon oranı çok yüksek. Eğer önlem alınmazsa çağın mesleği psikiyatri!

Makro beslenme yani doymuş yağlardan fazla besnme de mikro beslenme açlığına sebep oluyor!

Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık Omega-3'ü de değerlendirmeden bağırsak yolu ile vücuttan hemen atıyoruz. Omega–3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz, hücre duvarı da Omega-3'ten oluşuyor, vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onunla hücreyi onarıyor, Omega–3 yerine, Omega–6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor, ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesidir. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz, dışardan biri taş atsa havaya uçacak.

Omega-3'ten zengin beslenenlerde depresyon görülmüyor!

Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı Omega–3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.

Burada yinelemek istiyorum, ben Anadolu beslenmesini tanımlıyorum, onların bilimsel araştırmasını açıklıyorum. Tereyağı ile beslenen atalarımız da tereyağından Omega-3 ve oleik asitleri alıyorlardı. Ancak günümüzde tereyağı tüketeceksek sadece ve sadece yüzde100 merada beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağı tüketilmelidir. Diğer türlü ahırda beslenen hayvanların sütünden elde edilen tereyağının faydadan çok zararı vardır. Burada gıdaları tüketirken düşünüp, matematiğini yaptıktan sonra almak en akıllısı…

Omega-3 ile beslenen çocuklar TV seyretmek istemiyor!

Amerika’da gelişme çağındaki öğrenciler üzerinde bir deney yapıyorlar; bu deneyde öğrencilerin yarısı normal beslenirke, diğer yarısına normal beslenmelerine ek olarak her gün Omega-3 desteği balık yağı veriyorlar. Normal beslenen çocuklar sıradan yaşamlarına devam ederken, balık yağı içen çocuklar kısa bir müddet sonra gözlenen ilk gelişme, Omega-3 alan öğrencilerin kendiliğinden hocam bu okulda kütüphane var mı sorusunu sorarak, kütüphane aramaya başlamaları oluyor. İkinci gelişme isa anne babalar tarafından evde gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar evde televizyon izlemek istemiyorlar, bunun yerine kendiliğinden kitap okumayı ve ders çalışmayı istiyorlar... Üçüncü gelişme ise yine okulda öğretmalnler taraından gözleniyor, Omega-3 alan çocuklar derslere daha ilgili oluyorlar ve başarı oranlarında yüzde20 artıyor.

Mikro besin açlığının ikinci sebebi CLA eksikliğidir!

Doğal sütten mahrum kalan insanlar, CLA’dan ( Conjuge Lineoik Asit) mahrum kalıyorlar bu antioksidan bir maddedir. İnsanlardaki yaşlanma hücrelerdeki oksitlenme sonucu ortaya çıkar! İkinci ciddi açlık antioksidan açlığıdır.

Asla CLA hapı kullanmayın kalp hastalığı yapıyor.

Bu antioksidan eksikliğine çare diye aspir çiçeğinden elde edilmiş haplar CLA hapı olarak satılıyor. Ancak bu haplar izomer yani üç boyutlu açıdan bakıldığında zararlı. Vücudun yağ depolamasını engelliyor. Aspir çiçeğinde elde edilmiş CLA hapı, kalp kas hücrelerinde Omega-3’ü ayrıştırıyor ve bunun sonu kalp yetersizliğine yol açıyor.

Mikro besin açlığının üçüncü sebebi insüline benzer büyüme hormonu eksikliğidir

Merada otlamış hayvanın doğal sütünde ayrıca insüline benzer büyüme hormonu var ve bu hormon adeta gençlik aşısıdır.

Hayvanlar ahıra tıkılınca hatalı beslenme ve ani ölümler ortaya çıktı. Dedem 110 yaşında öldü. 100 yaşından sonra üçüncü dişleri çıktı, tereyağı çocuğuydu. Babam 59 yaşında yaşında öldü, margarin çocuğuydu.

Hayvanlar ahıra tıkıldıktan sonra, yeşillikten mahrum kaldılar, beraberine sütten Omega-3, CLA ve insülüne benzer büyüme hormonu alınamaz oldu.

Bunlar da mikro besin eksikliği ve makro beslenme fazlalığı ile beraberinde kronik hastalıkları getirdi. İşte kronik hastalıklar dediğimiz başta; alerji, astım, kalp-damar hastalıkları, romatizmal hastalıklar ve kanserin neden bu kadar artıyor sorularının yanıtı çok açık değil mi?"
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=94550

denizakvaryumu
29-12-2008, 21:34
stanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Kenan Demirkol ile “akıllı beslenme” üzerine yaptığımız röportajın son bölümünde, Demirkol dünyayı kavuran beslenme ve sağlık sorunlarının perde arkasındaki gerçekleri anlattı… iyibilgi özel

Hangi yağlar gıda emperyalizminin ürünü? Yapay gübre ile barut arasındaki bağ ne? Vücudumuz için en iyi yağ hangisi? Peynir neden çok zararlı? Et nasıl yenirse zararsız? GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma)nasıl mikro beslenme açlığına sebep oluyor? Evliya Çelebi 400 sene önce kızartmada hangi yağı tavsiye etti?

İşte tüm soruların cevapları…

-Makro besin fazlalığının sebebi: Doymuş yağ içeren besinler

“Balığı ayçiçeği yağında kızarttığımız zaman, balıktaki Omega-3 yok oluyor! Patates kızartması kolaya gelen ve çocuklara çok sevdirilen bir gıda haline geldi, patates ayçiçeği veya mısırözü yağında kızartıldığında 1 porsiyon patates 6gr.trans yağ içerir. İşte çocuklarda erken yaşlarda obezite başlamasının ana sebeplerinden biri budur.

Doymuş yağ içeren besinler mikro besin açlığına sebep olurken, diğer yandan makro besin fazlalığına sebep olmaktadırlar. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için farkında olmadan Omega-3'ün yolunu kesiyoruz. İnsan vücudunda Omega-3 ve Omega-6’yı aynı enzimler tüketir, Omega-6’yı fazla aldığımız zaman ihtiyacımız olan Omega-3 bağırsaklardan dışkı yolu atılır.

“Bu yağlar gıda emperyalizminin ürünü”

Omega-6’dan zengin yağlar ayçiçeği, mısırözü ve soya yağları insan sağlığı için çok zararlı olduğunu Başkan Bush ABD halkına yaptığı açıklamada itiraf etti ve “bu yağları tüketmeyin” dedi. Çünkü bu yağlar sebep olduğu hastalıklardan dolayı ekonomik dengeleri bozuyordu!
Aslına bakarsanız bu yağlar gıda emperyalizminin ürünüdür. İkinci Dünya Savaşından sonra ayçiçeği yağını ilk Rusya üretip tüketmeye başladı ve Balkan göçmenleri aracılığı ile Türkiye’ye ayçiçeği yağı kültürü girdi. Mısırözü yağı ABD emperyalizmi üzerinden dünyaya yayılmıştır. Şimdiki Kanola dayatması da yine ABD emperyalizminin işidir. Kanola, kolzanın GDO’lu tohumundan üretilir.

İkincisi bu yağlar 40 derecenin üstünde kolaylıkla bizim trans yağ dediğimiz yapay yağ asitleri üretmeye başlar, doğada olmayan yağları insan vücudu tanımadığı için biriktirir, insan vücudunda biriken bu yağ asitleri kolesterolü oksitleyerek damar sertliğine sebep olur. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozabiliyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep olabiliyor.

Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği, mısırözü ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığı, kalp hastalıklarının oluşumunu kolaylaştırıyor.

Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun!

Doymuş yağ asitlerinden 3 tanesi damar sertliğine yol açıyor, bu yağ asitleri ateorejenik yağ asitlerine dönüşüyor. Bunlar: Laorik asit, Mirsist asit, Palmitik asit

Ahırda beslenen hayvanın sütünde bu yağ asitlerinden bulunuyor. Peynir yemek çok sakıncalı, et yemek sağlıklı ama hayvanın yağsız et kısmı tercih edilmeli, kıyma ve kıyma ile yapılan etlerden uzak durmalı. Ateorojenik yağ asitleri hayvanın depo yağında var.

Doğal beslenen hayvanın iç yağında sterearik asit var yani Türkçesi zeytinyağı diyebiliriz. Hücre içi yağ asidi sterearik asit içerir, bu hayvanın iç yağı yendikten kısa süre sonra insan vücudunda oleik asite dönüşüyor. Atalarımız zeytinyağı bulamadıkları bölgelerde iç yağı yiyerek bir nevi zeytinyağı tüketmiş oluyorlardı.

Günümüzde sofralarda ağırlık kazanan doymuş yağ içeren besinler makro besin fazlalığı oluşturarak kronik hastalıkları arttırdı. Kuzu şiş ve bonfileden korkmayın, asıl peynirden korkun, kahveye süt değil de krema koymakla elinizle palmitik asit almış oluyorsunuz.

Mikronutrient (mikro besin azlığı) eksikliğine sebzelerde sebep oluyor…

Yapay gübre, GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohum, hibrit tohum kullanılarak üretilen gıda ürünlerde mikro besin oranı normalden yani doğal tohumla yetişenlerden çok düşük! Benim açımdan GDO’nun en önemli unsuru mikro besin eksikliğine yol açması!

Barut fabrikaları işsiz kalınca, gübre fabrikası oldu!

Yapay gübre nerden doğdu hiç merak ettiniz mi? Sebebi bugünde benzerini duyduğumuz hikaye ile biz açlığı yok etmek istiyoruz hikayesi başladı, işin altında yatan sebep ikinci dünya savaşında saklı! İkinci dünya savaşı döneminde savaş için gerekli barutu üreten fabrikalar, savaş bitince işsiz kaldı. Bilin bakalım barut neden üretilir: AZOT
Peki yapay gübrenin ham maddesi ne? İşte cevabı AZOT!

“Sömürü düzenini bozmak istemiyorlar”

Birleşmiş milletler açlıkla mücadelede 46 yılda toplam 30 milyar dolar kullanmış.

Peki bu 2008 yılı içinde sadece finans piyasasının içine düştüğü sıkıntıdan kurtulması için bankalara Avrupa ve ABD’den 2,5 trilyon dolar kaynak aktarıldı. Sırf sömürü düzeni bozulmasın devam etsin diye! Şahsen bu adaletsizlikleri göz önünde aldığımda Birleşmiş Milletlerin Hiçbir Kurumuna saygı duymuyorum. Hepsi Amerikan emperyalizmini sürdürmek için kurulmuş bir sistem.

“Zeytinyağı ile kızartma yapılmaz, yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır”

Tekrar yineliyorum, ben dünyayı yeniden keşfetmiyorum 60 – 100 sene önceki Anadolu beslenme kültürünü bilimsel olarak açıklıyorum!

İnsan beyninde de bütün hücrelerin duvarında olduğu gibi oleik asit ve Omega-3 vardır. Saf sızma zeytinyağı en iyi oleik asit kaynağıdır. İyi kolesterolü düşürmeden, kötü kolesterolü düşürür bu kalp için en sağlıklı yağ demektir.

Evliya Çelebi seyahatnamesinin Trabzon bölümünde hamsiyi zeytinyağında pişirme tarifi vardır. 400 sene önce zeytinyağında kızartma yapılırken, 100 sene önce mi yanıp zehirler oldu! Zeytinyağı yanınca kanser yapar iddiası tamamen emperyalist oyunun bir parçasıdır. Margarin ve mısırözü yağını dünyaya pazarlayabilmek için! Yunanistan’da yıllık zeytinyağı tüketimi kişi başı 20 kg. Türkiye’de ise 1 kg. Sağlık sorunları Türkiye’de neden artıyor gerisini siz düşünün!

Zeytinyağı ısıya dayanıklıdır, zeytinyağının yanma derecesi 250 derecedir. Siz yakamazsınız, tam aksine ısıya en dayanıklı yağ zeytinyağıdır. Sızma zeytinyağında daha düşük ısılarda duman görürsünüz ama bunun hiçbir zararı yoktur. Evliya Çelebi’nin tarif ettiği gibi hep zeytinyağı.”
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=94730

L-EYLA
30-12-2008, 00:56
Çocuğuma hep hazır süt içirdim diyerek övünürken şimdi bu okuduklarımla beynimden vurulmuşa döndüm.Pazardan köy yumurtası diye alırken daha sonra güvenemeyip keskinoğlu alıyordum.Ben ne büyük hatalar yapıyormuşum.AMA antibiyotik yerine şifalı bitkiler kitabımdan kafama yatanları kullandığım için mutluyum. yemeklerimde sadece zeytin yağı kullanıyorum.AMA kızartma yaparken çok duman olup kokuyor diye çiçek yağı kullanmakta yine hata yapmışım. ÇOK teşekkürler bilgileriniz için. ŞİMDİ bir soru sütü nekadar kaynatacağım ve benim bildiğim ineği olanlar hayvanlarını sürekli kapalı tutuyorlar mecburen.Ne bulurlarsa yediriyorlar bu kişilerden almam daha mı iyi olur????? LÜTFEN CEVAP VERİN ÇÜNKÜ HAKİKATEN KAFAM KARIŞTI!

susam
30-12-2008, 09:41
Bu tür yayınlar aktarıldıkça bilinç düzeyimiz o kadar artacak. Ben umutluyum. Yavaş yavaş yaşam standartlarımızı değiştireceğiz. Alışkanlıklarımızdan kurtulup tekrar doğaya döneceğiz. Ki buna şimdilerde başlamazsak ileride dönebileceğimiz bir doğa kalmayacak.
Bütün bilgiler için teşekkürler deniz akvaryumu.

BoncukZ
31-12-2008, 22:58
Kanser kapınızı çalmadan siz onu yoklayın
İnsanoğlu yüzyıllar boyunca cüzzam, veba ve verem gibi hastalıklarla uğraştı. Modern dünyanın korkulu rüyası ise kanser. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre kanser, 2010 yılında kalp rahatsızlıklarını geçerek dünyadaki en ölümcül hastalık olacak. Sadece bu yıl, 'habis ur' sebebiyle hayatını kaybedenlerin sayısı yaklaşık 7 milyon. Tedavi için dünya genelinde yaklaşık 500 milyar dolar harcanıyor. Türkiye'de her yıl 100 bin kişi kansere yakalanıyor. Son 5 senede kanser ilaçlarının tüketimi neredeyse iki katına çıktı. İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası'nın (İEİS) verileri, durumu gözler önüne seriyor. 2003 yılında Türkiye'de tüketilen ilaçların yüzde 3,8'ini onkoloji (kanser) oluştururken, bu rakam 2008'de yüzde 7,2'ye çıktı. 2008'in ilk 10 ayında kanser ilaçlarına harcanan para 720 milyon YTL.

Kanser, bazı etkilerle değişime uğramış hücrelerin, kontrolsüz olarak çoğalıp büyümeleri sonucunda meydana geliyor. İnsan vücudundaki bütün organlar hücrelerden oluşur. Sağlıklı hücreler bölünebilme yeteneğine sahiptir. Ölen hücrelerin yenilenmesi ve yaralanan dokuların onarılması amacıyla bu yeteneklerini kullanırlar. Fakat sonsuz bölünemezler. Sağlıklı bir hücre gerektiği yerde ve gerektiği kadar bölüneceğini bilir. Buna karşın kanser hücreleri, bu bilinci kaybeder, kontrolsüz bölünmeye başlar ve çoğalır. Birikerek tümörleri (kitleleri) oluşturur. Tümörler normal dokuları sıkıştırabilir, içine sızabilir, tahrip edebilir. Eğer kanser hücreleri oluştukları tümörden ayrılırsa, kan ya da lenf dolaşımı aracılığı ile vücudun diğer bölgelerine gidebilir.

Hastalığa yol açan en önemli iki faktör alkol ve sigara. Sağlıksız beslenme ve kullanılan ürünler de rahatsızlığı tetikliyor. Doktorlar, kanserle mücadelenin anne karnında başladığına dikkat çekiyor. Anne iyi beslenirse çocuğunda kanser riski 5 kat azalıyor. Prof. Dr. Erkan Topuz, kanserden korunmaya yönelik önlemlere ağırlık verilmesini istiyor. "Asıl olan tedavi değil, korunma ve erken teşhistir. Kanserde bir koruma bin tedaviden evladır!" diyor. Prof. Dr. Haluk Onat da, fast-food tipi beslenme, çevre kirliliği, sigara tüketimi ve hareketsiz yaşam tarzının kanserin artmasına yol açtığını vurguluyor. Prof. Dr. Mustafa Yaylacı ise, belirli dönemlerde hastanelerde yapılacak tetkiklerle kanser vakalarının yüzde 90'lara varan oranda önlenebileceğini kaydediyor. "Belli bir yaştan sonra hasta olun olmayın mutlaka doktora gidin." çağrısında bulunuyor.

KANSER TEDAVİSİNDE OLUMLU ETKİSİ OLAN YİYECEKLER

Güçlü bir antioksidan olan indol-3-karbinol, en çok brokoli, karnabahar, lahana, semizotu ve turunçgillerde bulunuyor. Bunlar, meme kanserini önleyen en önemli gıdalar. Dünyadaki en ucuz ve şifalı bitki ola n lahanayı haftada bir kez yiyin. Lahana, bağırsak ve karaciğerdeki zehirleri bloke ediyor, tümörlerin bilinçsizce çoğalmasını durduruyor.

Mantar: Çeşitli terapi edici özellikleri olduğu bilinen 270 mantar türü var. Japonya, Çin ve Kore'de yürütülen çok sayıda bilimsel çalışma, mantarın sağlığa yararını ortaya koydu. Kültür mantarının beyaz olanını değil, esmerlerini yiyin. Çünkü mantarlar kanserojen madde ile beyazlatılıyor. Draje halinde satılan mantar haplarını eczanelerden bulabilirsiniz. Bağışıklık sistemini güçlendiren beta glukan, mantarın yanı sıra arpa, maya, nişasta, esmer pirinç ve ekmekte bulunuyor. Özellikle meme kanserine karşı koruyucu özelliği var.

Nar suyu: meme kanserinde çok faydalı. Kabuğunda ve çekirdeğinde büyük şifa var. Meyve ve sebzelerin mevsiminde tüketilmesi ve posasıyla yenmesi önemli.

Limon ve mandalina kabuğunda olan D-limoen, kanser tümörünü eritiyor ve çoğalmasını durduruyor. Limon ve mandalina kabuklarını atmayın. Sirkeli su ile iyice yıkadıktan sonra yiyin.

Domates, erkeklerde prostat, kadınlarda meme kanserinde çok faydalı. Ama mevsimlik domates... Ev hanımları, temmuz ile eylül sonu arasında üretilen domatesi kışın kullanmak için salça yapabilir. Ev salçası ve ketçapı kullanın.

En çok havuçta bulunan A vitamini cilt, lenfoma, böbrek, kolon, meme kanserinde çok faydalı.

Kansere karşı etkili olan ellagıc asit, bütün kırmızılarda bulunan bir antioksidandır. Ahududu, çilek ve böğürtleni mevsiminde bol bol yiyin. Yapraklarından çay yapın. Bunlar kemik iliğini harekete geçirir, immun sistemini güçlendirir, tümörlerin erimesine neden olur. Karadut, hormon atılmayan tek ağaçtır. Mevsiminde bol bol tüketin.

E vitamini için selenyum açısından zengin ananas, yoğurt, enginar, brokoli, karnabahar, lahana ve semizotu tüketin. Bunlar memedeki ödemi alır. Günde 300 gram yoğurt tüketmek meme, kolon, mide, yumurtalık, endometriyoz kanserinde koruyucu. Yoğurt, probiyotik yoğurt kullanılarak evde yapılmalı.

Kanserden koruyucu melatonin salgısı açısından mutlaka karanlıkta uyuyun. Kanser hücresi aydınlıkta çoğalır, karanlığı sevmez. Saat 22.30-23.00 gibi yatın. Işıksız ve rahat bir uyku, güneşin doğuşuyla kalkmak hayat tarzınız olsun. Gece vardiyasında çalışanlarda ve aydınlıkta uyuyanlarda kansere yakalanma riski 5 kat artıyor.

Hücre bölünmesini yavaşlatması sebebiyle yeşil çay için. Koyu çay, mide kanseri riski oluşturur. Çayı, açık ve şekersiz olarak tüketin. Günde 2 kupa, 8-10 dakika demlenen yeşil çay için. Her gün papatya ve zencefil çayı tüketilebilir. Kahveden sakının.

At kestanesi, özellikle hemoroid tedavisinde iyi. 4-5 tane at kestanesini alın, içine biraz da krem koyarak blenderda ezin, hemoroid tedevisinde kullanın. At kestanesi ayrıca varis, hemoroid ve meme kanserine bağlı ödem oluşan kollarda kullanılır.

Soya, keten tohumu ile birlikte fibrokistlerde, meme kanserinde ve prostat kanserinde çok faydalı. Yemeklerde kullanacağınız yarı zeytinyağı, yarı soya yağı sizi meme kanserinden belli ölçüde koruyacaktır. Soya ayrıca kemik yoğunluğunu da artırıyor. Menopoz döneminde sıkıntıyı gideren bir özelliği var.

Acı biber, Arnavut biberi mide kanserinden koruyor. Çok şifalı. İmmun sistemini güçlendiriyor. Biberinizi saksıda yetiştirin, sonra blender ile çekin ve yemeğin üzerine serpin.

Stresten uzak durun, pozitif olun.

KORUNMAK İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
Çikolata ve koladan sakının. Salam, sosis, sucuk, hazır meyve suyu, mayonez, ketçap, konserve tüketmeyin. Yamuk yumuk elma alın.

Hayvanlara büyüme hormonu verilince süt ve eti artıyor. Bunlar insana da geçiyor. Beyaz et tercih edin. Kümes hayvanlarından köyde yetişenleri yemeye çalışın. Marketlerden aldığınız kümes hayvanlarının derisini yemeyin. Kırmızı et tüketecekseniz kuzu eti alın, genellikle kuzular zehirlenmemiştir.

Beyaz un, şeker ve tuzu hayatınızdan çıkarın.

Fast-food'dan uzak durun. Haftada 3 kezden fazla fast-food yiyenlerde kanser riski artıyor.

Fazla mangal yapmayın. Yaparsanız da fazla pişirmeyin, yakmayın. En ufak yanık kanserojen riskini artırır. Mangal yerine fırın haşlama, buğulama tercih edin.

Küçük balık tercih edin, dip balığı yemeyin. Balık yaşlandıkça kanserojen etkisi artar. Haftada en fazla bir kilo balık tüketin.

Daima bebe şampuanı, defne sabunu ve saf sabun kullanın. Oda spreyi, ter önleyici koltuk altı kremi ve deodoranttan uzak durun. Organik denilen saç boyaları bile kanserojendir, kullanmayın, kına yakın. Sprey şeklinde böcek ilacını tercih etmeyin.

Badana yapılan eve bir süre girmeyin. Mobilya cilası kanserojendir. Eski mobilyalarınıza sahip çıkın.

Alkol ve sigara kullanmayın.

Cep telefonunu kendinizden uzakta şarj edin. Çocuk odasında şarj etmeyin. 30-45 saniyeden fazla konuşmayın. Uzun yolculukta kapatın.

Televizyonu 5 metre uzaktan izleyin.

Çamaşır makinesinde zeytinyağlı sabun kullanın. Mutfakta plastik, bakır, alüminyum kullanmayın. Bulaşık makinenizin parlatıcı gözüne sirke koyun. Makineden çıkardıklarınızı sirkeli sudan geçirin. Ne kadar durulansa da üzerinde deterjan kalır.

Kanserden korunmak bebeklikte başlar
İyi beslenen annenin çocuğunda kanser çıkma riski 5 kat daha azdır. Çocuğunuzu gülmeye alıştırın, onu mutlu edecek şeyler yapın. 12 yaşından önce cep telefonu kullanmasına izin vermeyin. Çocuklarınızın plastik çim bahçelerinde oynamasına izin vermeyin. Çocuk bahçelerini ilaçlamayın. Sentetik halıdan uzak durun.

HASTALIKTAN KORUYAN VE TEDAVİDE DESTEK OLAN TAMAMLAYICI TIP
Güveneceğiniz bir doktor seçin.
Bilinçli kişiler tarafından uygulanan hipnoz kanser ağrılarını azaltabilir.
Dini ibadetler ve namaz, meditasyon etkisi yapar. Doğrudan doğruya yaratana odaklanarak iyi şeyler dilemek, güzel düşünmek büyük önem taşıyor.
Kemoterapi ve ilaç tedavisi gören hastalarda önerilmeyen akupunktur, ehil kişiler tarafından uygulanınca bulantı ve kusmayı engelleyebiliyor. Kronik ağları azaltabiliyor, kemoterapi sonrası el ve ayak uyuşukluğunu gideriyor.
Çin yakın dövüş sanatlarından olan taichi egzersizleri kan ve enerji sirkülasyonunu olumlu etkilediğinden hastalıklara karşı direncin artmasına yardımcı oluyor, kemik kaybını geciktiriyor.
Masaj bilinçli kişiler tarafından yapılırsa hastayı rahatlatıyor.
Arabesk değil, huzur veren müzikler, Mozart, Haydn, Schubert, Beethoven, Brahms dinleyin. Gürültülü müzik dinletilen farelerin kanser olduğu görüldü.
Son 10 senede yapılan araştırmalar, ailesinden birini kaybedenlerde kanserin daha hızlı çıktığını gösterdi. Stresin kanser üzerindeki olumsuz etkisi bilimsel açıdan ispat edildi. Mutlu olun, devamlı gülmeye çalışın. 'Bir kahkaha bir kilogram pirzolaya bedel'dir. İnsan neşeli ve mutlu olduğu zaman, vücudu zararlı maddelere karşı koruyan immun sistemi güçleniyor.
Sevgi-inanç tedavisi önemli. İster Müslüman, ister Hıristiyan, ister Musevi ol, seni yaratana inan. Allah'a güven ve sana destek olacağına inan.
Her 8 kadından birinin meme kanserine yakalanma riski var. Bu nedenle her gün yarım saat yürüyün, aletsiz jimnastik yapın ya da yüzün. Vücudunuzdaki yağı yakmaya bakın. Spor yapınca insan aynı zamanda stresten uzak kalır.
EN SIK GÖRÜLEN TÜRLERİ VE TEDAVİLERİ
Meme kanseri: Her 10 kadından birini etkiliyor. Erken teşhis edildiğinde ölümcül olmaktan çıkabiliyor. Kadınların 20 yaşından itibaren her ay kendini kontrol etmesi gerekiyor. 35-40 yaşından itibaren her yıl bir kez doktor muayenisi tavsiye ediliyor.
Prostat kanseri: Erkeklerde görülüyor ve kansere bağlı ölümlerin yaklaşık yüzde 9'unu oluşturuyor. Hiçbir belirti göstermeden sinsice gelişebiliyor. Tıptaki ilerlemeler sebebiyle erken teşhisi mümkün.
Akciğer kanseri: En sık görülen kanser türü. Kuru öksürük, kanlı balgam, nefes darlığı, omuz veya sırt ağrısı, ses kısılması ve halsizlik gibi belirtiler gösterir. Hastalıkta sigara yüzde 80 etkili.
Kalınbağırsak kanseri: Genellikle 50 yaşından sonra görülüyor. Erken teşhis için her yıl dışkıda gizli kan testi, 5 yılda bir rektosigmoidoskopi, kolonoskopi veya baryumlu kolon filmi çektirilmesi gerekiyor.
HANGİ YAŞTA HANGİ KONTROLLER YAPILMALI?
Yaş 20-39 (kontrol aralığı 3 yıl): Kadınlarda; ağız boşluğu, tiroit bezi, lenf bezleri ve yumurtalıklar başta olmak üzere, muayene ve ayrıca memelerin her ay kendi kendine kontrolü ve PAP testi. Erkeklerde; ağız boşluğu, tiroit bezi, lenf bezleri, testisler ve prostat başta olmak üzere genel muayene.

Yaş 40-50 (kontrol aralığı 1 yıl): Kadınlar için yukarıdakilere ek olarak tuşe ile muayene ve memelerin doktor kontrolü. Mamografi, ayrıca menopoz döneminde rahim kontrolü. Erkekler için yukarıdakilere ek olarak kapsamlı prostat muayenesi.

Yaş 50 ve üzeri (kontrol aralığı 3-5 yıl): Kadınlarda yukarıdakilere ek olarak dışkıda kanama testi, kalınbağırsak endoskopisi ve mamografi. Erkeklerde dışkıda kanama testi, gerekirse kalınbağırsak endoskopisi.

Hazırlayan:Çağlar Avcı,Necip Çakır
13 Aralık 2008, Cumartesi
ZAMAN GAZETESİ

BoncukZ
31-12-2008, 23:01
Sayın denizakvaryumu siz nerdeyse herşeyi söylemişsiniz.Ama çorbada benimde tuzum bulunsun istedim ve gazetede bulduğum bu konu ile ilgili sayfayı bu konuya ekledim(üstte).Allah kimseyi hastalıkla imtihan etmesin.Hasta olanlarada acil şifalar versin inşallah.

şeref
01-01-2009, 11:35
Sevgili BoncukZ,
Dilek ve temennilerine aynen katılıyorum.
Dünyadaki yaşam zaten bir imtihan, ****** yaşam boyunca herşeyden imtihan oluyoruz,
yürümeye başlarken, yemek yerken
ilk öğretim, orta öğretim, üniversite, askerlik, ehliyet,evlilik, iş bulma, çocuk yetiştirme, yaşama, ölümde dahi sınav, kısacası hayatımız boyunca sınav.

Ben kendi şahsıma çok büyük sınav veriyorum. Dilerim mevlamdan insanları dert, keder, tasa, sıkıntı ve hastalıklarla yani hepsiyle imtihan etmesin, bence bir tane yeter.

Tüm hasta olanlara, yaşam mücadelesi verenlere, sağlık isteyenlere hayırlısını versin.

Sevgi ve muhabbetle kalınız,
Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın

MSaygin
07-01-2009, 14:04
10 Ocak 2009 Cumartesi günü saat 10.30 'da Adana'da "Kanser hakkında bilgilendirme" konferansı var!


PROGRAM

Kanser hakkında bilgilendirme,
Hasta okulu
10 ocak cumartesi saat 10:30

Adana Başkent Üniversitesi Kışla Yerleşkesi (Yüreğir) Sağlık Toplantı Salonu

KONU BAŞLIKLARI
Kanser nedir? Prf.Dr Semra PAYDAŞ
Kanser ve beslenme Prof.Dr Özgür ÖZYILKAN
Kanserin psiko sosyal yönü Uzm. Psikolog Melek YILMAZER
Empati-kanserli hasta olmak Salih YÜCE
Kanserde tedavi ve yan etkileri Uzm. DR. Aynur EKEN

şeref
08-01-2009, 11:59
Bay Saygın,
İlgi ve alakanıza teşekkürler.
Bilgilendirdiğiniz için sağolunuz.

Sağlıcakla kalınız.

Ailenize sevgilerimi sunuyorum.

denizakvaryumu
02-02-2009, 20:38
Dikkat bu çorba kanser yapıyor...


Sadece kanser değil kalp krizini de tetikliyor...

Dünya Kanser Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırma paket halinde satılan hazır çorbaların gırtlak kanseri olma riskini artırdığını ortaya koydu. Araştırma Başkanı Doktor Rachel Thompson, paket çorbaların içerisinde günlük almamız gereken tuz miktarının yarısının bulunduğunu ve bunun da çok yüksek bir miktar olduğunu söyledi.

Fazla tuz tüketiminin kalp krizi riskini artırdığı zaten biliniyordu. Fakat son yapılan araştırmalar yüksek tuz tüketiminin gırtlak kanseri riskini de artırdığını ortaya koydu.

http://www.bugun.com.tr/haber.aspx?id=52210&title=dikkat-bu-corba-kanser-yapiyor

denizakvaryumu
04-03-2009, 22:48
Pediatrik Onkoloji


Kanser dalga dalga geliyor. Bütün Dünya’da kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci önemli ölüm nedeni. Maalesef körpecik çocuklar da bu ölümlerden nasibini alıyorlar. Bereket ki ülkemizdeki çocuk kanser uzmanları ve merkezlerinin sayısı hızla artıyor. Ama yine de ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Bu konuda yayınlanan Türkçe bilimsel kitaplar da çok az sayıda. Geçen ay sevindirici bir olay oldu ve Nobel Tıp Kitapevleri ‘Pediatrik Onkoloji’ isimli dev bir eser yayınlandı.

Bu kitabın editörlüğünü İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Alp Özkan yapmış. Çok sayıda uzmanın yazar olarak katkıda bulunduğu kitap 1600 sayfa ve 115 bölümden oluşuyor. Konu ile ilgili hemen hemen bütün ayrıntıları kapsıyor. Kitabın bir bölümü de kanser tedavisinde tamamlayıcı olarak sıkça kullanılan bitkilerle ilgili. Bu bölüm kitabın editörü tarafından yazılmış. Bültenimizin mevcut sayısını bu konuya ayırdık. İlginizi çekeceğini umuyoruz. Kitaptan bir bölüm için tıklayınız.


http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=233:kanser-tedavisinde-tamamlayc-olarak-kullanlan-bitkiler-&catid=71:kanser&Itemid=288

denizakvaryumu
04-03-2009, 22:57
Beslenme bülteni okurlarını şaşırtan en önemli tavsiyelerimizden biri pastörize hele de UHT teknolojisi uygulanan sütleri tüketmemeleri. Bu tavsiyemiz bu konunun bazı uzmanlarının ve gıda sanayicilerinin aşırı tepkisini çekiyor. Bu çevreler ‘halk sağlığını tehlikeye attığımızı’ ima ediyorlar. Hakan Arabacıoğlu’nun tercüme ederek Vejetaryen Sitesinde yayınladığı bu yazı, gerçekte halkın sağlığını kimlerin tehlikeye attığını gözler önüne sermektedir.


Şimdi batı diyetinde en çok tartışmaya konu olmuş ve yanlış anlaşılmış kısma geldik. Doğulular ve Afrikalılar geleneksel olarak, müshil amaçlı kullanımı hariç sütten uzak durmuşlardır. Ama batı dünyasında insanlara hayatları boyunca her gün süt içmeleri söylenir.

Doğaya baktığımızda, yavruların diğer yiyeceklerle sütten kesildiği zamana kadar yalnızca sütle beslendiğini görürüz. Sütün sindirimini sağlayan laktaz enziminin, ergenliğe geçişle birlikte insan sisteminden kendiliğinden yok olması; yetişkin insanların süte besin olarak kaplanlardan ya da şempanzelerden daha fazla ihtiyacı olmadığını gösteriyor.

Süt, çiğ olarak tüketildiğinde tam protein besin olmasına rağmen yağ da içerdiği için kendinden başka bir besinle zor karışır. Buna rağmen günümüzde yetişkinler diğer yiyecekleri devamlı soğuk sütle "yıkarlar". Süt mideye girdiğinde hemen kesilir ve mevcut başka bir yiyecek varsa kesilmiş süt tanecikleri diğer yiyecek taneciklerinin etrafında pıhtılaşır, onları mide özsularından yalıtırak sindirimi geciktirir, çürüme başlangıcına ortam sağlar. Bu yüzden süt tüketimi ile ilgili ilk ve en önemli kural şudur: "Ya tek başına iç, ya da içme."

Bugün süt, içindeki doğal enzimleri yok eden ve nâzik proteinleri değiştiren pastörizasyonun her yerde uygulanması yüzünden, daha da sindirilemez hâle gelmiştir.

Çiğ süt, sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimlerine sahiptir. Canlılığını yitirmiş laktazı ve diğer aktif enzimleri içeren pastörize süt, yetişkin mideler tarafından gerektiği gibi sindirilemez.

Biberonla beslenen bebeklerin yaşadığı karın ağrısı, pişik, solunum rahatsızlıkla-rı, gaz ve diğer rahatsızlıkların da gösterdiği gibi çocuklar bile bu konuda sıkıntı çeker. Enzimlerin eksikliğinin ve hayâtî proteinlerin değişmesinin, sütteki kalsiyumu ve mineral elementleri erittiği de kuşku götürmez.

1930'larda Dr. Francis M. Pottenger, pastörize ve çiğ sütle beslenmenin 900 kedi üzerindeki etkilerine ilişkin 10 yıllık bir çalışma yürüttü. Bir grup yalnızca çiğ süt alırken, diğer grup aynı kaynaktan alınan pastörize sütle beslendi.

Çiğ süt içen grup kuvvet bularak büyüdü, hayatı boyunca sağlıklı, aktif ve canlı kaldı ama pastörize sütle beslenen grup kısa süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı, karaciğer iltihabı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hâle geldi.

Ama Dr. Pottenger'in en çok dikkatini çeken ikinci ve üçüncü nesillere olanlardı. Pastörize sütle beslenen grubun yavrularının hepsi pastörize sütten kalsiyum emiliminin olmadığını gösteren zayıf ve küçük dişler, kalsiyum eksikliğinin açık ifadesi olan güçsüz kemiklerle doğdular.

Çiğ sütle beslenen grubun yavruları ebeveynleri gibi sağlıklı kaldı. Pastörize sütle beslenen grubun üçüncü kuşak yavrularının birçoğu ölü doğarken, kurtulanlar ise kısırdılar ve üreyemiyorlardı. Çiğ sütle beslenen grup soyunu sürdürürken, pastörize sütle beslenen grupta dördüncü nesil olmadığı için deney bitmek durumunda kaldı.

Eğer bunlar pastörize sütün zararlı etkilerinin yeterli kanıtı değilse, ticârî süt endüstrisinin kabul etmekten tiksindiği, kendi annelerinden alınan pastörize sütle beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü gerçeğini dikkate alın.

Çiğ sütün lehinde, pastörize sütün aleyhinde bulunan bu gibi bilimsel kanıtlara ve yirminci yüzyılın başlarına kadar insan türünün çiğ sütle beslendiği gerçeğine rağmen bugün Amerika'da birkaç eyalet hariç çiğ süt satmak yasal değildir.

Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü uzatmada hiçbir fayda göstermezken; sütü pastörize etmek raf ömrünü uzattığından süt endüstrisi için daha kârlıdır. Dahası, pastörizasyon hepsini olmasa da bazı tehlikeli mikropları öldürerek sıhhî olmayan mandıralardaki hasta ineklerden alınan sütü göreceli olarak "zararsız" hâle getirir ve bu da süt endüstrisinin mâliyetlerini azaltır.

Dr. Pottenger'in pastörize sütle beslenmiş kedilerinin kısırlaşması ve gücünü yitirmesi için yalnızca üç kuşak geçmesi yeterli olmuştur. Amerikalıların ve Avrupalıların neredeyse aynı sayıdaki kuşağı pastörize sütle beslenmiştir.

Bugün, kısırlık Amerikan çiftleri için başta gelen sorunlardan biriyken; kalsiyum eksikliği de öyle yayılmıştır ki, Amerikalı çocukların yüzde doksanı kronik diş çürümesi sorunuyla karşı karşıyadır. İşin daha kötüsü, şimdilerde kaymağının ayrılmasını önlemek için süt "homojenize" ediliyor. Bu, yağ moleküllerinin sütün geri kalanından ayrılmayacağı noktaya kadar mayalanmasını ve öğütülmesini gerektiriyor. Ama aynı zamanda bu durum, süt yağının küçük parçacıklarının ince bağırsağın duvarından kolayca geçmesine izin vererek, doğal niteliğini kaybetmiş yağ ve kolesterolün vücut tarafından emilme miktarını büyük oranda arttırıyor.

Aslında homojenize sütten, saf kremadan aldığınızdan daha fazla süt yağı alırsınız! Kemik erimesi rahatsızlığı olan kadınların pastörize süt ürünleri ile ilgili gerçekleri dikkate almaları gerekir. Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu süt, bu durumu önlemek için yeterince kalsiyum sağlamaz.

Büyük miktarlarda pastörize süt ürünleri tüketen Amerikalı kadınlar, dünyanın en yüksek sayıdaki kemik erimesi vakalarına sahiptirler. Örneğin, çiğ lahana; herhangi bir miktar pastörize süt, yoğurt, çiftlik peyniri veya doğal niteliği bozulmuş diğer süt ürünlerinden daha fazla kalsiyum sağlar.

Kuzey Dakota'nın Grand Folks şehrindeki İnsan Araştırma Merkezi'nde yapılan yeni çalışmalar gösteriyor ki, boron elementi kalsiyumun besinlerden emilmesinde ve kemik yapımında kullanılmasında temel bir role sahiptir.

Daha da dikkate değer bir nokta şudur: Yeterli miktarda boron verildiğinde kadınların kanındaki östrojen seviyesi, Batı'da kemik erimesine karşı genel bir geçici önlem olan östrojen yenileme terapisine duyulan ihtiyacı ortadan kaldırarak, iki katından daha fazla arttı.

Boronu nereden bulabiliriz?

Özellikle elma, armut, üzüm, fındık, lahana ve diğer lifli sebzeler gibi kalsiyumu da bulduğumuz taze meyve ve sebzelerden. Doğa zaten ihtiyacımız olan hayâtî besin kaynaklarının tümünü birbirini tamamlayan şekilde bolca sağlamıştır ama insan onları öldürene kadar pişirmekte ve işlemekte ısrar eder ve sonra diyetinin neden "işe yaramadığını" düşünür durur.

Yetişkinler harika bir besin olan çiğ sütü temin edemedikleri sürece, günlük diyetlerinde yer alan sütü yeniden gözden geçirmelidirler.

Çocuklara "güçlü ve sağlıklı" büyüsünler diye pastörize sütü tıka basa içirtmek düpedüz deliliktir, çünkü en basitinden, bu sütler içlerindeki besin öğelerini sindiremezler. Aslında, doğal niteliğini yitirmiş süt ürünleri, bağırsakları tabaka tabaka balçık gibi çamurla tıkayarak organik besinlerin emilimine engel olduğundan erkekler, kadınlar ve çocuklar diyetlerindeki tüm pastörize süt ürünlerini çıkarmalıdırlar.

İnek sütü buzağılar içindir ve bebekler de sütten kesilene kadar anne sütüyle beslenmelidir. Doğa her iki tip sütü ve sindirim sistemini buna göre tasarlamıştır. Anne ineğin pastörize sütü ile beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü bilimsel olarak belgelenmiştir ki, bu da pastörize inek sütünün buzağı için olduğu gibi, insan için de sağlığa yararlı ve hayat veren bir besin olmadığını gösterir. Buna rağmen, yetişkin insanlar doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu salgıyı hem bebeklerine içirirler hem de kendileri tüketirler.

İnek sütü, insan sütünün 4 katı protein ve sadece yarısı kadar karbonhidrat içerir. Pastörizasyon, inek sütünün içinde bulunan yoğun proteinin sindirilmesini sağlayan doğal enzimleri yok eder. Böylece; bu fazla süt proteini, bağırsakları çamurla tıkayarak, insanın sindirim yolunda çürür.

Bu çamurun bir kısmı kana sızar. Süt ürünlerinin günlük tüketimleriyle bu kokuşmuş çamur biriktikçe, vücut çamurun bir kısmını deriden (sivilce, leke ile) ve ciğerlerden (nezle ile) dışarı atarken kalanı içeride iltihaplanır, enfeksiyonlara sebep olan mukoz oluşturur, alerjik tepkilere yol açar, eklemleri kalsiyum tortularıyla sertleştirir. Kronik astım, alerji, kulak enfeksiyonları ve sivilceler çoğu kez süt ürünlerini diyetten çıkarmakla kolayca iyileştirilebilir.

İnek sütü ürünleri özellikle kadınlar için zararlıdır. Süt kadınların vücudundan dışarı akmalıdır, içeri değil. Pastörize inek sütünün kadınları güçten düşüren etkileri, süt üretimini arttırmak için ineklere enjekte edilen sentetik hormonlarla daha da şiddetlenir. Bu kimyasallar titizlikle dengelenmiş dişi endokrin sistemine çok zarar verir. Besin ve İyileşme (Food and Healing) adlı kitabında besin terapisti Anne Marie Colbin süt ürünlerinin kadınlar için yarattığı felaketi şöyle açıklar: "Süt, peynir, yoğurt ve dondurma gibi süt ürünlerinin tüketimiyle; yumurtalık tümörünü ve kistlerini, vajinal akıntıları ve enfeksiyonları da kapsayan dişi üreme sistemindeki çeşitli hastalıklar kuvvetle bağlantılıdır. Bu bağlantının, süt ürünlerinin tüketimine son verdiklerinde problemlerin azaldığını veya yok olduğunu bildiren tanıdığım sayısız kadın tarafından defalarca doğrulandığını görüyorum.

Lifli tümörlerin geçtiğini veya dağıldığını, rahim kanserinin durduğunu, adet düzensizliklerinin düzeldiğini duyuyorum. Kısırlık bile bu yaklaşımla birkaç örnekte ortadan kalkmış görünüyor." Birçok kadın ve erkek, doktorları iyi bir kalsiyum kaynağı olduğunu söylediği için süt ürünleri tüketiyor. Bu bâtıl bir tavsiyedir. Doğrudur, 100 gramında 33 mg kalsiyum bulunan insan sütü ile karşılaştırıldığında, inek sütü her 100 gramında 118 mg kalsiyum içerir.

Ama ayrıca, inek sütü 100 gramında insan sütünde 18 mg bulunan fosfordan 97 mg içerir. Fosfor, sindirim yolunda kalsiyum ile birleşir ve aslında kalsiyumun emilimini önler. New York Devlet Üniversitesi tıp merkezinin pediatri bölüm başkanı Dr. Frank Oski şöyle diyor: "Yalnızca Kalsiyum-Fosfor oranı 2-1 olan besinler temel kalsiyum kaynağı olarak kullanılmalıdır. İnsan sütünün oranı 2.35'e 1, inek sütününki yalnızca 1.27'ye 1. İnek sütü ayrıca 100 gramında 16 mg sodyum içeren insan sütü ile karşılaştırıldığında 50 mg sodyum içerir, yani süt ürünleri muhtemelen modern batı dünyası diyetinin en yaygın aşırı sodyum kaynaklarından biridir."

Bununla beraber, inek sütü daha iyi sindirilen ve sağlığa yararlı olan diğer besinler kadar iyi bir kalsiyum deposu değildir. 100 gramında 118 mg kalsiyum bulunan inek sütünü diğer besinlerin 100 gramı ile karşılaştırın:

Badem (254 mg), brokoli (130 mg), kıvırcık lahana (187 mg), susam tohumu (1,160 mg), bir tür su yosunu olan kelp (1,093 mg) ve sardalya balığı (400mg).

Kemik erimesine gelirsek, bunun daha çok beslenmedeki kalsiyum eksikliğinden değil, özelikle şeker gibi kemiklerden ve dişlerden kalsiyumu süzen beslenme etkenlerinden kaynaklandığını görürüz.

Şeker, et, rafine nişasta ve alkolün tümü, kanda sürekli bir asit ortamı yaratır ve asidik kanın kemiklerden kalsiyumu çözdüğü bilinir. Osteoporozu düzeltmek için en iyi yol, yukarıda belirtilen süt ürünü haricindeki kalsiyumca zengin besinleri tüketirken aynı zamanda kemiklerden kalsiyum çalan asit arttırıcıları diyetten çıkarmaktır. 3 mg boron minerali takviyesinin de kemiklerin kalsiyumu emmesine ve tutmasına yardım ettiği görülür.

Geleneksel Çin tıbbı açısından bakarsak, süt bir çeşit "cinsel öz"dür. İnsan türünün başka bir türün cinsel özünü içmesi özellikle kadınlar için sadece hastalığa yol açar, çünkü içerdiği hormonlar insanın endokrin sisteminin hassas dengesini bozar. Eğer süt ürünleri içmekte ısrarlıysanız, en iyi tercihiniz insan sütünün besinsel karışımına ve dengesine yaklaşan keçi sütü olmalıdır.

İnek sütünden yapılmış yegane tehlikesiz ürünler sindirilebilen bir yağ olan taze tereyağı, laktobakteri tarafından sizin için önceden sindirilmiş taze mayalanmış yoğurttur. Ama bunlar bile mâkul ölçülerde ve mümkünse çiğ, pastörize olmayan sütten yapılmış olmalıdır.


Kaynaklar

www.hps-online.com --> Food & dieting --> The science of food combining

Milk and dairy www.hps-online.com --> Food & dieting --> Food profiles --> Dairy

Çeviren: Hakan Arabacıoğlu iletisim@arabacioglu.com

http://beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=174:pastorize-suet-mue-ci-suet-mue-&catid=94:suet&Itemid=279

caucasus
05-03-2009, 01:40
Deniz Akvaryumu 245 numaralı mesajınız için çok teşekkür ederim. Ben hazır çorbaları çok seviyorum ancak bundan sonra daha az tüketeceğim. Sağolun.

nevsune
05-03-2009, 09:10
Sevgili caucasus bence hazır gıdaların, bulyon vb. tatlandırıcıların hiçbirini tüketmemeye çalışın lütfen. İçlerine ilave edilen katkı maddelerinin verebileceği zararla ileride hiç bir şey yiyemez hale gelmek çok olası. O sevdiğiniz hazır çorbaların çok daha iyilerini bir kaç malzemeyle kolayca siz kendiniz yapabilirsiniz inanın.

Denizakvaryumunun alıntıladığı ve bizlerle paylaştığı bilgiler çok önemli. Bizler kendimizi ve yakınlarımızı korumaya ilkönce gıdalarla başlamalıyız. Bu bizim kendi elimizde ve yapmak zorundayız da. Savaşamayacağımız o kadar çok koşul var ki, bari elimizden gelenlerle kansere karşı koyabilelim.

Kanser bir süre öncesine dek sinsice geliyordu, şimdi avaz avaz geliyorum diyor.

sin
05-03-2009, 09:47
Pastörize bildigim kadarıyla uzun ömürlü olan sütler bu günlük süt diye satılan plastik veya cam şişede olanlarda bu sınıfa dahilmi bilgilendirirseniz sevinirim

saygılar SİN