View Full Version : Kanser
Hücredeki Radyasyon Tedbirleri
Nuri BALTA
Sesli Dinle
İnsan vücudu, hücre dışı sıvı ve kemiklerde bulunan minerali bir tarafa bırakırsak, çoğunlukla mikroskopla bakıldığında ancak görülebilen ve hususi bir kimya fabrikasına benzeyen hücrelerden meydana gelecek şekilde yaratılmış muazzam bir sistemdir. 70 kg bir insanda, her biri yaklaşık 93 trilyon atomdan oluşan 100 trilyon hücre vardır. Bu hücrelerin beslenmesi ve büyüyerek yeni hücreler meydana getirmeleri için gıda maddesi olarak alınan çeşitli protein, vitamin, karbonhidrat, yağ ve mineral maddeleri de çeşitli atomlardan yapılmıştır. Potasyum, sodyum, karbon, azot, kalsiyum vs. şeklinde hemen hemen herkesin tanıdığı bu elementlerin bazıları normal atomlar olduğu hâlde, bazıları kararsız olup, radyoaktif özellikte minik birer atom bombası gibidir. İnsan vücudunda bulunan bazı kararsız (radyoaktif) atomlar, nükleer patlamalardaki gibi bozunmaya uğrayıp etrafa radyasyon yaydıkları için tehlikelidir. Bu radyoaktif atomlar diğer normal atomların arasında dağılmış olarak bulunduğundan, belli bir radyoaktif elementin yarılanma ömrü bütün atomları için aynı olmakla beraber, farklı hücrelerdeki atomlar yarılanma ömrü bakımından değişik yaşlarda olabilir. Vücut radyasyona mâruz kaldığında en fazla kararsız hâle gelen ve tehlikeli olan atomlar; yarı ömrü diğerlerine göre az olan potasyum–40 (K40) ve karbon–14 (C14)’tür. Diğer bir ifadeyle, sabit bir süre sonunda en çok bu iki atom bozunur. Eğer radyasyon yaymak suretiyle vücutta kansere sebep olan radyoaktif atomlar varsa, şüpheliler listesinde ilk sırayı genellikle potasyum–40 (K40) ve karbon–14 (C14) atomları almaktadır.
Potasyumun bütün vücuda eşit dağıldığını varsayılırsa, hücre başına yaklaşık beş buçuk milyon K40 atomu düşer. Hücre dışındaki sıvının da bir miktar K40 taşıdığı göz önüne alınırsa, hücre başına yaklaşık sekiz milyon K40 atomu düştüğü anlaşılır. Her saniye vücutta yaklaşık 38 bin K40 atomu patlaması ve K40 bozunmalarının % 89’unda yüksek enerjili bir beta parçacığının açığa çıkması, insanın saniyede yaklaşık 35 bin beta parçacığının yaylım ateşi altında olduğu mânâsına gelir. Bu beta parçacıkları, hücrenin yapısının değişmesine sebep olabileceğinden, vücut için tehlike arz eder. Çok şükür ki, bütün bedende bu kadar çok bozunma meydana gelirken, hücre başına düşen bozunma miktarı çok azdır. Çünkü K40 atomlarının yarı ömrü, insan vücuduna zarar vermeyecek kadar uzun yaratılmıştır. Potasyum atomlarının yarısının bozunması için 1,3 milyar yıl geçmesi gerekir. Bu sayede, bir hücre ancak ortalama 200 yılda bir K40 bozunmasıyla karşı karşıya kalabilmektedir. Bir hücre bu kadar uzun yaşamadığı için K40 bozunmasına mâruz kalma riski neredeyse sıfırdır.
Diğer tehlikeli atom olan karbon–14 (C14) incelendiğinde, onun atmosferin sürekli kozmik ışınlarla bombardıman edilmesi neticesi ortaya çıktığı görülür. Sürekli olarak ortaya çıkan karbon–14 miktarı, bozunan karbon–14 miktarına denktir (ki bu da atmosferdeki hassas dengelerden bir tanesidir). Canlı dokular karbon kullanırken, radyoaktif olan C14 ile kararlı olan karbon–12 ve karbon–13 arasında hiçbir ayırım gözetmediklerinden, canlılardaki C14 nispeti havadakiyle aynıdır ve bu oran yaşadığımız sürece sabit kalır.
C14 atomlarının atmosfere eşit dağıtıldığını farz etsek, bir santimetre küp havada (oda sıcaklığında ve deniz kenarı basıncında) yaklaşık 7410 tane C14 bulunması gerekirdi. Bu da, orta büyüklükteki bir oturma odasında 3 trilyonun üzerinde C14 atomu bulunması demektir. Her soluk alışta akciğerlere yaklaşık yarım litre hava girdiği düşünülürse, bir solukta akciğerlere üç buçuk milyon karbon–14 atomu çekiliyor demektir. Bu rakam, hiç de hafife alınacak bir miktar değildir.
Şimdi bu tehlikeli maddenin insan vücuduna yaptığı tesirlere bakalım. Ortalama bir insanın ağırlığının % 19’u karbondur. 70 kg’lık bir insanın bedeninde bulunan karbon atomlarının yaklaşık 360 trilyonu C14’tür. Vücuttaki mineral madde bir yana bırakılacak olursa ve C14 atomlarının vücuttaki karbon temelli biyomoleküllere eşit olarak dağıldığı farz edilirse, hücre başına yaklaşık on dört C14 atomu düşer. Bir hücredeki K40 atomlarının sayısının, C14 atomlarınınkinin yaklaşık 700 bin katı olması, C14 atomlarının daha az tehlike arz ettiğini düşündürebilir. Ama her iki radyoaktif izotopun verdiği zararları karşılaştırmak için; yarılanma sürelerine, bir bozunmada ortaya çıkan beta parçacıklarının sayısına ve ürettikleri beta parçacıklarının enerjilerine de bakmak gerekmektedir. C14’ün yarılanma süresi (5570 yıl, potasyumunki ise 200 yıldır), bir bozunmada ortaya çıkardığı beta parçacığı sayısı ve ürettiği beta parçacıklarının enerjileri K40’kinden azdır. Yarılanma süresinin uzun oluşu C14’ü daha az tehlikeli kılarken, diğer iki faktör K40’ı daha tesirli kılmaktadır. Hem hücre başına düşen atom sayısının az olması, hem de ürettiği beta parçacıklarının sayısının ve enerjisinin az oluşu C14’ün vücut için daha az tehlikeli olduğu hissini güçlendirmektedir. Fakat durum bu kadar basit değildir. Çünkü C14’ün tehlikeli bir yanı daha vardır.
Hücredeki farklılaşma ve kansere yol açan değişme, genlerdeki değişme olduğundan ve genlerin yapıtaşı olan moleküllerde potasyum atomu bulunmadığından, hücrenin zarar görmesi için ya patlayan bir K40 atomundan fırlayan beta parçacıklarının uygun bir şekilde bir gen molekülüne çarpması yahut yine bir DNA molekülüne çarpacak bir serbest radikal meydana getirmesi gerekmektedir. Bu da, ormanda rastgele sağa sola ateş eden bir avcının tavşan vurma ihtimali kadar azdır. C14 atomları ise DNA moleküllerinin içinde bulunur. İnsan vücudunda her saniye, sadece genlerin içinde bulunan elli C14 atomu patlayarak beta parçacıkları saçmaktadır. Bunlar, K40’ın patlamasıyla açığa çıkan beta parçacıklarından daha zayıf ve daha az olabilir; fakat genlerin içinde bulunmalarından dolayı ve meydana gelecek bir patlamada hedefi bulma ihtimalleri yüksek olduğundan daha tehlikelidirler. Hücredeki C14 bozunmaları vücuda başka yollarla da zarar verebilir.
Patlayan bir C14 atomu bir azot–14 (N14) atomuna dönüşür. Karbondan azota olan bu dönüşümle, DNA kimyevî bir değişikliğe uğrar. Bunun yanı sıra, beta parçacığı fırlatan bir C14 atomu bir tüfekte olduğu gibi geri teper. Bu geri tepme neticesinde atom, çevresindeki diğer atomlardan kopabilir ve başka bir değişikliğe sebep olur. Hattâ bu, diğerinden daha büyük bir değişikliktir. Dolayısıyla C14, K40’tan daha fazla tehlike arz etmektedir. İnsanda beklenmedik şekilde meydana gelebilecek bir kanserin görünen sebeplerinden biri, muhtemelen karbon–14 atomudur.
Binlerce aminoasit molekülünün birbirine bağlanmasından yapılmış dev protein molekülleri radyasyona mâruz kaldıklarında, moleküller arasındaki bağlardan bazıları kırılır ve ortaya çıkan parçalar, gelişigüzel birleşirlerse, işe yaramaz hâle gelir. Bu moleküller tamir edilmedikleri takdirde, hücrenin metabolizmasının değişmesine sebep olur. Değişikliğe uğratılan hücre, normal faaliyetlerini yapamaz hâle gelir, kanser hücresine dönüşebilir ve hızlı bir üreme gayretine girerek anormal bir kitle (tümör) meydana getirebilir, en sonunda da ölüme yol açabilir. Hücre çekirdeğindeki genetik programı hasar gören hücre, sperm veya yumurta ismi verilen üreme hücreleri ise, bunların birleşmesiyle (döllenme) meydana gelen bebekte genetik bozukluk olması kuvvetli bir ihtimaldir.
Her saniye, DNA yapısında elli patlama meydana geldiğini düşünüp, kansere yakalanmanın yahut sakat çocuklara sahip olmanın an meselesi olduğu korkusuna kapılmamak gerekir. Çünkü durum düşünüldüğü kadar tehlikeli değil. İhtimal hesaplarına göre, vücutta herhangi bir hücrenin genlerinde bulunan C14 atomunun patlaması için, 18 bin yıl geçmesi gerekmektedir. İnsan vücudu öyle hassas bir nizam ile yaratılmıştır ki, genlerde her saniye meydana gelen elli patlama, 100 trilyon hücreden oluşan bir vücudun bir tek hücresi için pek bir tehlike arz etmemektedir.
Bu durum, galaksimizde her yıl yirmi yıldızın patlamasının bizi endişelendirmemesine benzemektedir. Ayrıca Yüce Yaratıcı, hücrelere bu tür hasarları tamir edecek mekanizmalar da vermiştir. Vücutta yapılan makromoleküllerin her birinin de belli bir yaşı ve ömrü olduğu unutulmamalıdır. Normal ömrünü tamamlayıp yaşlanan moleküller de hususi olarak işaretlenip parçalanır ve parçalanma ürünü olan maddelerden yeni moleküller sentezlenir. Bu da diğer bir korunma sistemi olarak canlılara verilmiş çok hususi bir mekanizmadır. O hâlde rahat olup, vücudumuza arızasız bir işleyiş bahşeden Allah’a şükredelim.
Kaynaklar
— Adrian Berry, 1989 - Bilimin Arka Yüzü. Popüler Bilim Kitapları, TÜBİTAK Yayınları, Ağustos 2003, Ankara.
— http://www.ead.anl.gov/pub/doc/potassium.pdf
— http://www.ead.anl.gov/pub/
hassoman
14-03-2009, 12:37
Bu besinler kanser riskini azaltıyor
66937
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı kanser riskini azaltan besinleri bir broşürde topladı. Halka dağıtılan broşürde, kansere karşı koruyucu özelliği olan sebze, meyve, kuruyemiş, tahıl ve hayvansal besinlerin ismi yer alıyor.
İşte kanser riskini azaltan besinler:
Sebzeler: Soğan, sarımsak, lahana, havuç, ıspanak, marul, kıvırcık, salatalık, pazı ve asma yaprağı, karnabahar, pırasa, şalgam, turp, maydanoz, tere, nane, rota, biber, taze fasulye, bezelye, bakla, mantar, patlıcan, enginar, kabak, domates, pancar, bamya.
Meyveler: Portakal, greyfurt, limon, kuşburnu, böğürtlen, kızılcık, elma, armut, ayva, erik, kiraz, vişne, çilek, kavun, karpuz, üzüm, incir, nar, dut, muz, hurma, yenidünya.
Kuru yemişler: Leblebi, kestane, badem, fındık, fıstık, ceviz.
Tahıllar: Kepekli ekmek, çavdar ekmeği, bulgur, yarma.
Hayvansal besinler: Karaciğer, böbrek, yürek, yumurta, yağsız peynir, çökelek, yoğurt.
Broşürde kanser riskini artıran faktörlere de yer verildi. Buna göre sigara içimi, yüksek hızda bakteri ve virüs enfeksiyonu, yüksek miktarda pestisit ve yapay kimyasallara maruz kalma, alkol tüketimi, radyasyon, yağ ve yağlı besinlerin fazla tüketimi, yetersiz posa tüketimi, olumsuz çalışma koşulları ve tuzlanmış, tütsülenmiş, dumanlanmış, ateşe çok yakın pişirilmiş besinlerin fazla tüketimi de kanser riskini artırıyor
14 Mart 2009 Cumartesi, 12:15 GÜNCEL Milliyet
denizakvaryumu
29-05-2009, 14:08
Damacana sularda kimyasal gaz
Damacana suları basan pompaların birçok hastalığa yol açtığı ve kimyasal gaz oluşturduğu ortaya çıktı.
Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Peker, damacana suları basan pompaların hepatit virüsleri, verem, ishal, tifo, dizanteri gibi enfeksiyon hastalıklarına neden olan bakterileri barındırdığını söyledi.
Prof. Dr. Peker, Türkiye'de hazır ve işlenmiş su tüketiminin her geçen gün arttığını belirtti.
Bu artış sürecinde gerek bilinçsiz kullanım gerekse sorumluluk sahibi olmayan üreticiler nedeniyle sağlıkta riskler ortaya çıktığını ifade eden Peker, “Damacana sularının kullanımında temelde 3 risk mevcuttur. Bunlar damacana pompalarından kaynaklanan bakteri kirliliği, damacana ham maddesinden kaynaklanan kimyasal kirlilik ve üretim sırasında oluşabilecek kirliliklerdir” dedi.
Peker, pompa kaynaklı kirliliklerin genellikle bilinçsiz tüketimden kaynaklandığına dikkati çekerek, şu bilgileri verdi:
“Damacanalardaki suyu dışarıdan aldığı hava yardımıyla basan pompalar, nemli ve havaya açık bir ortam oluşturdukları için her zaman bakteriyolojik kirliliğe açıktır. Bundan dolayı damacana pompaları haftada bir kez klorlu suyla temizlenerek dezenfekte edilmeli ve pompalarda oluşabilecek bakteriler engellenmelidir. Çünkü pompalarda oluşabilecek bakteri biyofilmleri (kaygan tabaka), hepatit virüsleri, verem, ishal, tifo, dizanteri gibi enfeksiyon hastalıklarına neden olan bakterileri barındırmaktadır. Pompalar temizlenebilir özellikte değilse mutlaka yılda bir kez değiştirilmelidir.”
FOSGEN TEHLİKESİ
İkinci bir risk faktörünün ise damacanaların ham maddesinden kaynaklanan kimyasal kirlilik olduğunu belirten Prof. Dr. Peker, damacana ham maddesi olarak kullanılan kimyasallardan “fosgen” adında oldukça zehirli ve savaşlarda kullanılan kimyasal bir gazın ortaya çıktığını söyledi.
Peker, bu zehirli kimyasalın yüzeyi yıpranmış ve uzun süre içinde su bekletilen damacanalardan sulara karışabileceğine dikkati çekerek, yıpranmamış ve aşınmamış damacanaların satın alınması, bunların yaklaşık 50 kullanımdan sonra imha edilmesi gerektiğini bildirdi.
Üçüncü risk faktörünün ise üreticilerin sağlıksız koşullarda su üretmesinden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. İbrahim Peker, şöyle konuştu:
“Piyasada satılan damacana sularının bazıları işlenmiş sulardan, bazıları ise doğal memba sularından oluşmaktadır. Memba sularının damacanalara doldurulma sırasında oluşabilecek hijyenik olmayan koşullar bakteriyolojik kirliliğe sebep olacaktır. Ayrıca, suların hangi şartlarda işlendiği ve ne gibi koşullarda depolanıp son kullanıcıya iletildiği de tartışmalı bir durumdur.”
Peker, damacana suyu alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gerekenler konusunda da şu bilgileri verdi:
“Damacana suları alınırken bu suları satan firmaların Sağlık Bakanlığı tarafından izinli olup olmadığına, damacanalar üzerinde emniyet bantları bulunup bulunmadığına, suyun cinsi, üretim adresi, dolum ve son kullanma tarihi, uygulanan işlemlerin ve sahip olduğu parametrelerin yazılı olduğu etiketlerin olup olmadığına, bu etiketlerdeki parametrelerin içme suyu standartlarına uyup uymadığına mutlak suretle göz atılmalıdır. Ayrıca damacanalarda kullanılan pompaların temizlenmesine, damacanaların kuru, güneş ışığı almayan ve temiz yerlerde saklanmasına dikkat edilmelidir. Aksi halde zararlı mikroorganizmaların çoğalmasına sebep olur. Sulara etki edecek kokulu maddeler damacana yakınında bulunmamalı, en önemlisi kullanılabilecek kadar su almaya ve bir haftada tüketilebilecek miktarlardaki ambalajlarda hazır suları tercih etmeye özen gösterilmelidir. Su şişesinin kapağı açıldığında bir gün içerisinde, damacanalar ise kapakları açıldığında en kısa sürede tüketilmelidir.”
“KAPALI ARAÇLARDA TÜKETİCİYE ULAŞMALI”
Ege Bölgesi Polikarbon Su Satıcıları Derneği Başkanı Tevfik Fikret Özkök ise damacana sularının LPG tüpleriyle yan yana taşınmadığı ve sıcağa maruz bırakılmadığı sürece risk taşımadığını savundu.
Özkök, “Kapalı araçlarla tüketiciye ulaştırılan, güneşe ve sıcağa maruz bırakılmayan damacana suları sağlıklıdır. LPG tüpü servisi yapan araçlarda, damacana sularının tüplerle birlikte tüketiciye ulaştırılmasının sakıncalarını 11 yıldır dile getiriyoruz. Bunun önlenmesi için çaba harcıyoruz” dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/11752092.asp?gid=229
arkadaşlar vermiş oldugunuz bilgiler için kendi adıma çok teşekkür ederim,hepside bizim saglıgım için önemli bilgiler önemli uyarılar zaman zaman yazılı ve görsel basında bu olaylara deginilmekte .....
fakat bizler herşeyin farkında olmamıza ragmen bir çok şeyi göz ardı ediyoruz bunu anlamış degilim zaten tüpcümüzün getirdigi suyu almasak,bakkalımızın veya marketimizin güneş altındai suyunu almasak,manavımızın satmış oldugu hormonlu gıdaları almasak...
işte o zaman hem kendimiz için hemde gelecekte çoçuklarımız için daha saglıklı bir ortam oluştura biliriz fakat maglesef herşey lafta kalıyor...
ben medikal firmasında çalışıyorum hergün onlarca hastayla muatab oluyorum insan işin içine girince bunları daha iyi anlıyor ben kendi payıma bu yazdıklarımıyapıyorum hatta bagzen satıcılara,bagzen üreticilere tepki veriyorum bir örnek vereyim...
hafta başında izmir kemalpaşa daydım kirazlar boy boy sordum fiyatlarını 1 tl den 10 tl ye kadar kirazlar degişiyor neden böyle dedim cinsinen dediler peki hayvansal gübremi kullanıyorsunuz diye sordum adam ne cevap versin olurmu öyleşey dedi ozaman ürünün boyu ufak oluyormuş fiatı düşük oluyormuş diye cevap verdi tabi dayanamayıp adama kızdım ...
kısacası herşey bizlerin elinde arkadaşlarıma tekrar teşekkür ederim...
hücre yenilemesi için noni suyu veya vitaminini içen var mı aramızda.. bir değişim oldu mu bedende?
Türkiye, taraf olduğu Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu için 'kirli düzine' olarak bilinen 12 kalıcı organik kirleticiyi doğasından silecek.
Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, 12 kalıcı organik kirleticinin yeryüzünden silinmesini öngören Stockholm Sözleşmesi`ni yürürlüğe sokan Türkiye`nin bu kapsamdaki yükümlülüklerini üstlenmesi için geri sayım başladı.
Türkiye`de 30 Temmuzda yürürlüğe giren Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı`nca gerekli belgelerin sözleşme sekretaryasına iletilmesini izleyen 90. günde Türkiye sözleşmeye taraf olarak yükümlülüklerini üstlenecek.
Sözleşme, 12 kalıcı organik kirletici kimyasalın üretiminin yasaklanması, emisyonlarının ve atıklarının çevresel açıdan en iyi teknikler kullanılarak azaltılması ve bertarafı yolu ile üye ülkelerde 2025 yılı sonuna kadar yeryüzünden yok edilmesini öngörüyor. (Bu arada dioksini nasıl bertaraf edecekler merak ediyorum!)
Türkiye, hazırlanan taslak Ulusal Uygulama Planı ile söz konusu kimyasalların kullanımına son verecek, bu kapsamda gerçekleştireceği projeler için Küresel Çevre Fonu kaynaklarından yararlanacak.
Sözleşme tarafı diğer 165 ülkeyle birlikte Türkiye`nin de doğasından yok edeceği söz konusu kimyasallar tarım ve sanayi alanlarında kullanılarak doğaya karışıyor. Besin zinciriyle insanlara geçen ve nesiller boyunca etki gösteren bu kimyasallar, genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden oluyor.
Kalıcı organik kirleticilerin yan etkileri arasında doğuştan sakatlık, bağışıklık sistemi işlevsizlikleri, kısırlık, zeka düzeyinde düşüş de bulunuyor.
Sözleşme kapsamına giren kalıcı organik kirleticiler şöyle:
-Ortadan kaldırılması söz konusu olan maddeler: Aldrin, chlordane, dieldrin, endrin, heptaklor, heksaklorbenzen, mireks ve toxaphene ile PCB`ler.
-Kullanımı yasaklanan madde: DDT,
-İstenmeksizin üretilen maddeler - Dioksin ve furan.
Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü yetkilileri, Türkiye`nin taslak Uygulama Planı`nın bazı üye ülkelerce de örnek alındığını da bildirdi.
Yıllardır bizi 'tarım' maskesiyle zehirlediler
Tarım ürünleri;özellikle toprakta ve doğada bozulmadan kalıcı olabilen aldrin,chlordane, DDT, dieldrin, endrin, heptachlor, hexachlorobenzene, mirex, toxaphene kullanılmaksızın yetiştirilmelidirler, çünkü bu kimyasallar kolaylıkla toz veya gaz hale geçerek yeraltı ve yerüstü sularının yanında, atmosfere de karışarak yüzlerce kilometrelik mesafeler katedebilmekteler.
Bu kimyasallar biyolojik sistemlerde ilk konsantrasyonlarının 70,000 katına kadar birikebilmekte, zararlı etkilerini yıllarca sürdürebilmektedirler.
Bu böcek ilaçları hedef gruplarından çok daha geniş ve insanları da içine alan bir grup canlı için tehlike arzetmekteler. İnsanlarda endokrin sistemi düzensizliklerine, kansere, bağışıklık sistemi hastalıklarına, sinir sistemi hastalıklarına, kısırlığa, sakat doğumlara yol açmaktadırlar. Bu sentetik maddeler kuşlara, balıklara ve doğadaki diğer canlılara da büyük zararlar vermekteler.
DDT nin tozlar vasıtasıyla ve Antartika karlarının erimesiyle sulara karışarak binlerce kilometre uzaklıklara yayılabildiği bilinmektedir. Gıda zincirinin çeşitli safhalarında tedricen birikerek sularda klorlu hidrokarbon izlerine rastlanmaktadır. Örneğin DDT balıklarda, etraflarındaki sulardan 10 bin kez daha fazla birikmektedir. Bu gruptaki pek çok pestisitin (örneğin eskiden zirai mücadelede geniş çapta kullanılan ve halen de hastalık kontrolünde zaman zaman kullanılan) deney hayvanlarında tümör yaptığı tespit edilmiştir. Sularda bulunma ihtimalleri de dikkate alınarak pestisitler için bazı rehber değerler ve hudutlar tespit olunmalıdır.
Bu değerler FAO / WHO Eksperler komitesinin yıllarca üzerinde çalışarak günlük olarak gıdalarla alınabilecek bu asgari sınırları tespit olunmuş ve sularda bulunması gerekli miktar, günlük olarak gıdalarla alınan miktarının % 1 inden daha az olması gerektiği bildirilmiştir. Ancak muhtemel kanserojen etkileri dikkate alındığında günlük alınacak miktarlarda da 160 binde bir de olsa, daha düşük değerler dahi önemlidir. Çünkü burada, pestisitin yarı ömrü, vücutta birikimi de dikkate alınmalıdır.
Tespit olunan değerler genel değerlerdir.
Bu değerler günlük gıdalarla alınan değerlerdir. Sularla alınanlar burada dikkate alınmamıştır. Bölgesel araştırmaların yapılması çok önemlidir. Çünkü bazı bölgelerde çok kullanılmakta bazılarında az kullanılmaktadır. Bu bakımdan sularda ayrıca asgari bir değerin tespiti gereklidir.
a) DDT (Toplam izomerleri)
DDT nin yapısında çok çeşitli izomerler bulunabilir. Ticari maksatla kullanılan daha çok p,p'-DDT dir. Bazı ülkelerde DDT nin kullanılması ya yasaklanmıştır veya bazı özel sınırlar konmuştur. Fakat bazı tropikal ülkelerde, gerek ziraatta gerekse vektör kontrolünde geniş çapta kullanılmaktadır. DDT etkin bir insektisit olup genel çevre şartlarında çok dayanıklıdır ve toprak mikroorganizmaları ile parçalanmaya da dirençlidir.
Genellikle hayvansal orijinli gıdalardan olmak üzere, gıdalar vasıtasıyla günlük alınan miktar 0,286 mg / şahıs kadar yüksek olabilir. Sindirim veya solunum yoluyla alındıktan sonra emilen miktarın hemen hepsi vücutta yağ dokusunda depolanır. Çeşitli ülkelerde genel nüfus taramasında şahısların kanlarında 0,01 ve 0,07 mg / lt ve kadınların sütlerinde 0,01 - 0,10 mg / lt gibi değerler tespit olunmuştur.
Sıçanlara yağ içinden verilmek suretiyle ortalama ölüm dozu 250 mg / kg dır. Bunlarda DDT nin başlıca etkisi merkezi ve periferik sinir sistemi üzerine olmaktadır. Esas etkilenen organ ise karaciğerdir. Uzun süre beslenen fare ve sıçanlarda karaciğerde hipertrofi (büyüme), margination ve etkilenen hücre bölgelerinde yağ nodülleri dikkati çekmiştir. Hayvanlarda herhangi bir anomali (teratogenic etki) ve bakteriyel test sistemlerinde mutagenic (başkalaşma) bir etki tespit olunamamıştır.
Keza insanlarda kanser yaptığı da ispatlanmamıştır.
(Not: Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu varsayılmıştır.)
DDT (Total izomerleri) nin insanlar için günlük alınabilme sınırı 0,005 mg / kg, vücut ağırlığı miktarındadır. Bu değer 1969 da tespit olunmuştur.
b) Aldrin ve dieldrin
Bunlar gıda zincirinde akümle olan (biriken) kalıcı insektisitlerdir. Dieldrin hayvanlarda metabolik oksidasyon, toprakta ise kimyasal oksidasyon suretiyle aldrin'den teşekkül eder. Her iki insektisit de topraktaki insektlere, tohumların işlemlerinde ve birçok zirai mahsûl mücadelelerinde kullanılmaktadır. Fakat kullanılmaları gittikçe sınırlanmakta veya yasaklanmaktadır. Bugün başlıca karınca kontrolünde (beyaz karınca) uygulanmaktadır.
Dieldrinin esas etkisi merkezi sinir sistemi üzerindedir. İn vitro ve in vivo (tüp ve canlılarda) çalışmalarda mutogenic değişiklik veya hayvanlarda teratogenic (anomali) bir etki ispatlanamamıştır. Fare ve diğer memeliler üzerinde yapılan çalışmalarda aldrin ve dieldrinin sadece farelerde karaciğer tümörü oranında artışlara sebep olmuşlardır. 1977 yapılan toksikolojik çalışmalarla aldrin ve dieldrinin kanserojen olmadığı ve bu sebeple daha önce kabul olunan günlük 0,0001 mg/kg vücut alırlığı miktar gerek aldrin gerekse dieldrin bakiyeleri için ayrı ayrı veya total olarak birlikte sınır olarak kabul olunmuştur.
(1977 yapılan araştırma kanserojen olmadığını söylüyor, ama Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu tespit edildi.)
c) Klordan (Toplam izomerleri)
Klordan, siklodien insektisit aenilen polsiklik klorlu hidrokarbon grubundan, geniş spektrumlu bir insektisittir. Son 30 yıldan beri beyaz karınca kontrolünde, ev ve bahçe böceklerine karşı ve toprak böcekleri kontrolünde geniş çapta kullanılmaktadır. Son yıllarda kullanımı ve üretimi oldukça azaltılmıştır. Chlordane’nin insan ve bakterileri hücreleri için kuvvetle mutogenic (değişim etkisi) olduğu muhtemeldir. Fare ve sıçanlarda kanserojen etki yönünden yapılan çalışmalarda sadece farelerde verilen doza bağlı olarak hepatocellular (karaciğer hücreleri) karsinoma oranlarında artış olmuştur. Ancak uzun süre etkisinde kalan insanlarda kanser ölüm oranlarında bir artış ispatlanmamıştır. (Ama yasaklılar listesinde...)
İnsanlar için kabul olunabilir günlük doz oranı 0,001 mg / kg vücut ağırlığı olarak kabul olunabilir.
d) Hekzaklorobenzen
HCB ticari olarak üretilmekte ve başlıca fungicide (mantar öldürücü) olarak kullanılmaktadır. Özellikle sovenlerin chlorine ve klorlu kimyasal maddelerin üretiminde bir yan ürün olarak meydana gelen HCB çevrenin kirlenmesinde en büyük etkendir. Her ne kadar HCB nin ekseri canlılar için (>1000 mg / kg vücut ağırlığı) akut toksik etkisi çok düşük ise de, uzun süre kullanımlarda biyolojik etkisi oldukça fazladır. İnsanlarda vücudun temas ettiği bilhassa el ve yüzde dermotit ve deri yanıkları meydana gelmektedir.
HCB bulaşmış ekmek yiyen bazı emziren süt annelerin çocuklarında sütleriyle çocuklara geçerek porphyria meydana getirdiği tespit olunmuştur. Bu çocukların % 95 i bir yıl içinde ölmüşlerdir.
Fare ve hamsterlerde yapılan iki çalışmada kanserojen olduğu gözlenmiştir. 100 bin de bir kanserojen etkisi de dikkate alındığında 0,001 µg / lt ye maruz kalınması en son sınır olarak kabul olunabilir.
e) Heptaklor ve heptaklor epoxit
Bu madde; polysiklik klorlu hidrokarbonlar grubundan, geniş spektrumlu bir insektisittir.
Ziraatta en önemli kullanma sahası toprak insektlerinin kontrolüdür. Çevrede uzun süre kalıcı etkiye sahiptir.
Toprak, bitki ve memelilerde çok daha toksik olan heptaklor epoxide dönüşür. Solüsyon veya ince tabaka halindeki heptachlor fotodekompozisyona uğrayarak fotoheptaklor'a dönüşür ki bu şekli insektlere ve su canlılarına heptaklordan çok daha toksiktir. Anomali bakımından tetkik için uzun bir süre heptaklorla beslenen anne sıçanlarda ve bunların yeni doğan yavrularının gözleri açıldığında yavrularında katarakt meydana gelmiştir. Her ne kadar gerek heptaklor gerekse epoksi salmenolla typhimunium (tifo mikrobu) üzerinde mutagenic (başkalaşım) etki yapmamış ise de memelilerde mutagenic olduğu bildirilmiştir. Heptaklor gebe sıçanlarda rahim içindeki fötüslere öldürücü etki yapmıştır. Fare ve ratlarda da Karaciğer hücre kanseri yapmışlardır. Asgari değerler 0,1 µg / lt, günlük alınabilir miktar 0,5 µg / kg vücut ağırlığıdır.
f) Camma-HCH (Lindane)
Lindane, cyclic klorlu hidrokarbonlar grubundan geniş spektrumlu bir insentisit olup çok geniş çapta, dış parazit yönünden insan, hayvan ve binalarda, sivrisinek mücadelesi için sularda, bitki, tohum ve toprak parazitleriyle mücadelede kullanılmaktadır. Suların bulaşması, sivrisinek mücadelesi maksadıyla sulara hexachlorocyclohexane (HCH) veya Lindane'nin tatbitkiyle ayrıca bir dereceye kadar da HCH nın zirai ve orman insektleriyle mücadelesinde olmaktadır.
Dezenfeksiyon Yan Ürünleri
Yerel veya bölgesel su arıtma tesislerindeki dezenfeksiyon süreçleri sırasında, bir dezenfektan (tipik olarak klor veya kloramin) doğal olarak oluşan organik maddeyle etkileşim kurduğunda düşük seviyede yan ürün oluşabilir. Bu bileşiklere 'dezenfeksiyon yan ürünleri' adı verilmektedir.
Bu bileşiklerden bazılarının kanserojen olduğundan süphe edilmektedir ve denetleme kurumları için artan bir kaygı teşkil etmektedirler. Farklı dezenfektan yan ürünler aktif karbonla çeşitli başari düzeylerinde azaltılabilir
Kurşun suda nadiren doğal olarak bulunmaktadır. Ancak içme suyuna kurşun borulardan veya kurşun içeren kaynaklardan girebilir. Düşük seviyelerde bile kurşun zehirlenmesi - özellikle çocuklarda - zihinsel geriliklere, okuma ve öğrenme bozukluklarına, duyma zorluğu, düşük dikkat aralığı, hiperaktivite ve diğer davranış problemlerine neden olmaktadir. Kurşun pH'ye baglı olarak suda farklı sekillerde bulunabilir. Civa, doğal birikmelerin erozyonundan, rafineriler ve fabrikalardan tahliyeden ve yer dolgularıyla, çiftliklerden çeşitli kaçaklardan çıkarak suya karışmaktadir. Böbrek hasarına neden olabilir.
Asbest suya doğal yığınlardan veya cam ya da elektronik fabrikalarının atıklarından çıkan sızıntılardan karışabilir. Kronik maruz kalma ciltte hasar, dolaşım sistemi problemleri ve artan kanser riski oluşturmaktadır.
Böcek İlaçlari ve Böcek İlaci Yan Ürünleri
Yer altı suları ve yüzey sularının böcek ilaçlarıyla kirlenmesi özellikle tarımsal bölgelerde artan bir kaygıdır. İçme suyunun böcek ilaçlarıyla kirlenmesi yaygın gözükmese de, arastırmalar bu tür kirlenmenin de meydana geldiğini göstermektedir. İçme suyunun kirlenme seviyesi ve düşük seviyelerde böcek ilacı tüketilmesinin sağlığa etkileri henüz bilinmemektedir.
Radyonüklidler
Radyonüklidler sağlığa zararlı radyoaktif kirletici maddelerdir. Radon tatsız, kokusuz veya renksiz doğal olarak meydana gelen, radyoaktif bir gazdir.
Radon uranyumun doğal bölünmesiyle oluşur ve uranyum, granit, killi sist, fosfat ve zift içeren topraklar ve kayalarda bulunur.
Pek çok radon toprak ve kayadan çıkmaktadır ve atmosfere zararsız bir sekilde yayılmaktadır. Ancak radon kuyular gibi yer altı kaynaklarında çözünebilir ve birikebilir. Radonla kirlenmiş içme suyu, mide kanseri riskini arttırabilir.
Uçucu Organik Bilesikler (UOB'ler)
UOB'ler yer altı suyuna karışan ve kimyasal, plastik veya petrol tesislerinden, yer dolgularından, kuru temizlemecilerden veya benzin muhafaza depolarından atık su olarak göl ve ırmaklara tahliye edilen, bir grup organik kimyasaldir. Karaciğer problemlerine, anemiye, böbrek ve dalak hasarına veya kanser riskinin artmasina neden olabilirler.
Benzen, Karbon Tetraklorid, p-Diklorobenzen, 1,2-Dikloroetan, 1,1-Dikloroetilen, Tetrakloroetilen, 1,1,1- Trikloroetan, Trikloroetilen, Vinil klorid ve ksilenler
Vinil klorid içme suyu borularının yapımında sıklıkla kullanılan bir malzeme olan polivinil klorid (PVC) yapımında kullanılan bir gazdır. 1970'lerin ortalarında vinil kloridin kansere neden olabilecegi belirlenmistir. Bunun öncesinde, PVC borular içme suyunu kirletebilecek kadar yüksek seviyede, vinil klorid kalıntıları bulunduruyordu.
PVC boru imalat yöntemleri, plastikteki vinil kloridi önemli ölçüde azaltacak sekilde değiştirilmiş olmasina karşın, eski borulardan hala kullanımda olanlar vardır ve içme suyunun vinil klorid kirlenmesi hala görülebilmektedir.
Partiküller
Partiküller suda asılı küçük parçacıklardır, görülebilir veya görülmeyen toz, pas veya diğer malzemeler olabilir. Bunlar suyunuzun tat, koku veya berraklığını etkileyebilir.
Mikroorganizmalar
Mikroorganizmalar koli ve rotovirüs gibi insan sağlığına risk teşkil eden binlerce bakteri, protozoan ve virüsleri tanımlayan genel bir terimdir.
Kirletici Maddeler – Alfabetik Liste
Sağlığa Zararlı Kirletici Maddeler
Asenaften
Asenaftilen
Alaklor
Aldicarb (Temik)
Aldrin
Anthracene
Asbest
Atrazin
Benzidin
Benzo(a)anthracene
Benzo(a)piren
Benzo(b)floranten+-
Benzo(ghi)perylene
Benzo(k)fluoroanthene
alpha-BHC
beta-BHC
delta-BHC
gamma-BHC (Lindan)
Bis(2-chloroethoxy)methane
Bis(2-kloroetil)eter
Bis(2-chloroisopropyl)ether
Bis(2-ethylhexyl)phthalate
Bromokloroasetonitril
4-Bromofenil fenil eter
Butyl benzyl phthalate
Carbaril
Carbofüran
Kloral Hidrat
Klordan
Klorobenzen
2-Chloroethyl vinyl ether
4-Chloro-3-methyl phenol
2-Chloronaphthalene
2-Chlorophenol
4-Chlorophenyl phenyl ether
Chloropicrin
Klorpirifos
Krisen
Kriptosporidyum
2,4-D
4,4-DDD
Dibenzo(a,h)anthracene
Dibromoacetonitrile
4,4-Dibromo-1,1-bifenil
Dibromokloropropan (DBCP)
Dichloroacetonitrile
o-Diklorobenzen
1,3-Diklorobenzen
3,3-Diklorobenzidin
cis-1,2-Dikloroetilen
trans-1,2-Dikloroetiyen
2,4-Dichlorophenol
1,2-Dikloropropan
cis-1,3-Dikloropropen
trans-1,3-Dikloropropen
1,1-Dikloropropanon
cis-1,3-Dikloropropilen
Dieldrin
Diethyl phthalate
Dimethyl phthalate
2,4-Dimethylphenol
Di-n-bütil fthalat
4,6-Dinitro-2-methyl phenol
2,4-Dinitrophenol
2,4-Dinitrotolüen
2,6-Dinitrotolüen
Di-n-oktil fthalat
Dinoseb
1,2-Difenilhidrazin
alpha-Endosulfan
beta-Endosulfan
Endosülfan Sülfat
Endrin
Endrin Aldehid
Etil benzen
Etilen dibromid (EDB)
Fluoranthene
Floren
Giardia lamblia
Gutyon
Heptachlor
Heptachlor epoxide
Heksaklorobenzen
Heksaklorobütadien
Hexachlorocyclopentadiene
Heksakloroetan
Hidrokarbonlar (Benzin, Kerosen, Dizel Yakit)
Isophorone
Kursun
Malatyon
Civa
Metoksiklor
Mikrosistin LR
MTBE
Mutajen X (MX veya 3-kloro-4-diklorometil-5-hidroksi-2[5H]-furanon)
Naphthalene
Nitrobenzene
2-Nitrophenol
4-Nitrophenol
N-Nitrosodi-n-propilamin
N-Nitrosodifenilamin
Paratyon
PCB-1016
PCB-1221
PCB-1232
PCB-1242
PCB-1248
PCB-1254
PCB-1260
Pentachlorophenol
Fenantren
Fenol
Piren
Simazin
Striçnin
Stiren
TCDD (2,3,7,8-Tetraklorodibenzo-para-dioksin)
TCDF (2,3,7,8-Tetraklorodibenzofüran)
Toplam Trihalometanlar (TTHM'ler)
Bromodiklorometan
Bromoform
Klorodibromometan
Kloroform
1,1,2,2-Tetrakloroetan
Tolüen
Toksafen
2,4,5-TP(Silveks)
Tribromoasetik Asit
Trikloroasetonitril
1,2,4-Triklorobenzen
1,1,2-Trikloroetan
2,4,6-Triklorofenol
1,2,3-Trikloropropan
1,1,1-Trikloropropanon
Bulaniklik
Uçucu Organik Bilesikler (UOB'ler)
Benzen
Karbon Tetraklorid
p-Diklorobenzen
1,2-Dikloroetan
1,1-Dikloroetilen
Tetrakloroetilen
1,1,1-Trikloroetan
Trikloroetilen
Vinil klorid
m-ksilen
o-ksilen
p-ksilen
DİOKSİN BEBEK ŞAMPUANLARINDA VAR!!!
Formaldehit (HCHO) genelde su ile karıştırılıp antiseptik olarak kullanılan gazlı keskin bir kimyasal bileşim. Dioksan ise toksik nefroza neden olabilen kimyasal madde olarak biliniyor. Zehirlenme durumlarında böbrek kalsiyum oksalat kristalleri oluşuyor. Hayvanlarda kansere neden olan Formaldehit ve 1,4 dioksan, ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından insanlarda olası kansere neden olan maddeler listesinde bulunuyor. Formaldehit ayrıca bazı çocukların derilerinde kızarıklık ve lekelenmelere neden oluyor. ABD'de formaldehit ve 1,4 dioksinin limitini düzenlemeye ilişkin bir standart bulunmuyor. Formaldehitin Japonya ve İsveç'te bebek ürünlerinde kullanılması yasak. 1,4 dioksin de Avrupa Birliği'nde yasak.
Johnson Johnson'ın çocuk banyo ürünlerinde kanserojen karışım bulunduğunun ABD'deki bağımsız kurum olan Campaign for Safe Cosmetics tarafından tespit edildi. ABD endüstri kurumlarından The Personal Care Product Council ise bebek şampuanlarındaki buluntu seviyesinin ''az miktar'' ya da ''çok düşük'', güvenlik sınırının da altında olduğunu bildirdi.
Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN
Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir..
Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.
Tarımda kullanılan Herbisitler, DİOKSİN ortaya çıkartıyor
Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanılan bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir. Kâğıt sanayinde kâğıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanılan beyazlatıcıların, odundaki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır.
Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız.
EN ZEHİRLİ MADDE
Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir.
Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz. Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir.
Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar.
Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanılan bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı. Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır:
4 ANA KAYNAK
1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanılan yüksek sıcaklık, kömür, odun ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir.
2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 2.4.5-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir.
3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kâğıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir.
4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler. Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır.
DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI
Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor. Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda yapılan araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir.
Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir. Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Bu etkisi sonucunda,
* hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir. Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir.
Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalara dayanıyor. Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir.
Yapılan çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir.
Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir.
Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.
BESİN ZİNCİRİNDE
Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaşam ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir. Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar. Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur. Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir. Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır.
Peki bunlar ne olacak?
KANSEROJEN KATKI MADDELERI...
ZARARSIZ KATKILAR
E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160,
161, 162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237,
238, 260, 261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,
305, 306, 307, 308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336,
337, 382, 400, 401, 402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421,
422, 440, 471, 472, 473, 474, 475,480
SÜPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605
E220, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI) E200 (VÜCUTTAKI VITAMIN B12'YI YOK EDIYOR) E250, 251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)
TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJIK HASTALIKLAR)
KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ÖRNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ÜLKEMIZDE RENKLI DRAJE ÇIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKÜVILERDE KULLANILMAKTADIR.
EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI:
E330
Her ne kadar bu hükümeti tasvip etmesem de; bu kararlarını olumlu buluyorum.
çözbeniarapsaçı
29-08-2009, 16:50
kansere karşı iyi olduğunu duyduğum çörekotu kullanıyorum yaklaşık 2 aydır günde 2 gr. balla karışık yiyorum. Sağlığım iyiydi zaten korunma amaçlı yiyorum herhese tavsiye ederim bende olan değişiklik saçlarım 2 ayda daha hızlı uzadı
denizakvaryumu
31-08-2009, 15:10
Tasarruflu lambada büyük tehlike
Avrupa Birliği ülkeleri 1 Eylül tarihinden itibaren zorunlu olarak tasarruflu lamba uygulamasına geçiyor ancak sözkonusu lambaların sağlık için büyük tehdit oluşturduğu belirtildi.
Avrupa Birliği ülkeleri 1 Eylül tarihinden itibaren tasarruflu lamba kullanımını zorunlu hale getiriyor. Bu tarihten itibaren AB sınırları içindeki her evde sadece tasarruflu lambalar kullanılacak. Ancak bilim insanları tasarruflu lambaların beraberinde büyük bir tehlike taşıdığını belirtiyor.
Yasak öncesi açıklama yapan Alman bilim insanı ve ışık uzmanı Alexander Wunsch, tasarruflu lambaların baş ağrısından tutunda kansere kadar birçok hastalığa davetiye çıkardığını söyledi. Wunsch ampullerin yerini alacak bu lambaların yanlış kullanımı halinde kalp hastalıkları, diabet, sinir sistemi bozukluğu, göğüs ve protast kanserine neden olabileceğini belirtti. Wunsch ampullerin yaydığı ışınların doğal olduğunu ancak tasarruf lambalarının yaydığı ışınların kansorojen etkisi olduğunu söyledi. Tasarruf lambalarının içeriğinde bulunan cıvanın da insan sağlığı için büyük tehlikeler barındırdığını ifade eden Wunsch, "Politikacılar ve çevre örgütlerinin tasarruf lambası gibi cıva içeren ürünlere neden karşı çıkmadığını anlamış değilim" dedi.
Göz doktoru Bernhard Lachenmayr da ışık kırmayan lens takan kişilerin gözlerinde kalıcı hasarlar meydana gelebileceği uyarısında bulundu.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12347792.asp
Brezilyalı bilim insanlarına göre keneler kansere çözüm getirebilir.
Sao Paulo’da Batunton Enstitüsü’nde yapılan araştırmalarda, Güney Amerika’da yaşayan bir kene türünün salyasında bulunan özel bir proteinden deri, karaciğer ve pankreas kanseri tedavisinde yararlanılabileceği ortaya çıktı.
Deneyleri yürüten moleküler biyolog Ana Marisa Chudzinaski-Tavassi, bir hayvan tümörünün salya içindeki proteinle tedavisi süresince 14 gün içinde küçüldüğünü, 42 gün sonunda ise tamamen yok olduğunu belirtti.
Yetkililer kanserli hücreleri yok eden proteinin sağlıklı hücrelere zarar vermemesinin en büyük özelliği olduğunu kaydetti.
http://www.veteknoloji.com/-kene-salyasi-kanseri-yok-ediyor-21790-12.html
Söylenen ve yazılan her hastalığın çaresi mutlak ve mutlak biryerlerde gizli, ancak araştırmayla ortaya çıkıyor.
Hastalığa yakalanmamak için hiçbir kaçarımız yok. Nedeni ise, bence; her hastalık her insanda var, ama vücudu hangi safhada ve zayıf bulduğu zaman ortaya çıkıyor.
Çareside dünyada biryerlerde gizli, zamanla ortaya çıkıyor ve mutlaka çıkacaktır..
Ama bir kaçınılmaz vardır ki.... Ölüm.
birtek bunun çaresi yok,
Bu dünyadaki güzellikleri doyasıya yaşamak lazım derim, olabildiğince ve elimizden geldiğince, herkesi seviyorum. Sağlık ve esenlikler diliyorum.
Yüzünüzden gülücükler eksilmesin.
Sevgiler sunuyorum.
gerçekten çok kötü;kullandığımız birçok şeyin kanserojen etkisi olduğunu öğreniyoruz yavaş yavaş....:(
senkyaku
27-09-2009, 23:49
Neden Organik Pamuk?
Pamuk üretimi dünyadaki tarım üretiminin %3 ünü temsil eder, ancak üretim esnasında büyük miktarda kimyasal pestisid ( böcek ilacı) kullanılmaktadır. Bu açıdan pamuk, birim alan başına diğer bütün ekinlere kıyasla üretiminde en fazla kimyasal ilaç kullanılandır ve dünya böcek ilacı üretiminin %16' sı pamuk üretimi için kullanılmaktadır.
Pamuk üretiminde kullanılan kimyasasalların pek çoğu sinir sistemimize zarar veren kansorejen maddelerdir. Pestisidler, pamuğun liflerine yerleşir, yıkama ile kaybolmaz ve cildimiz tarafından kolayca emilime uğrar. Bütün bunlara rağmen, pamuk kumaş üretiminde en çok tercih edilen ham maddedir.
Organik Pamuk genetik olarak modifiye edilmemiş bitkilerden böcek ilacı, kimyasal gübre gibi toksik maddeler kullanılmadan üretilen pamuktur.
Organik tarım ürünleri, uzun vadede astım ve kanser gibi rahatsızlıklara neden olan ve toprağı, havayı, suyu ve besinlerimizi kirleten sentetik böcek ilaçlarına maruz kalmamıza engel olarak bizi ve ekosistemizi korur.
Organik pamuk kullanmayı tercih etmek, kendinizin, çocuğunuzun sağlığının ve üzerinde yaşadığımız gezegenin geleceği hakkında düşünmek demektir. Yıllardır süregelen zirai uygulamalar, tehlikeli böcek ilaçları ve gübrelerin kullanılması, genetiği değiştirilmiş mahsullerin yetiştirilmesi organik tarım yöntemlerinin uygulanması ile geri çevrilebilinir. Organik üretim mantığını benimsemiş üreticiler ile iş yaparak, doğaya karşı gelmek yerine, doğa ile iş birliği yapıyoruz. Organik ürünler yiyeceklerimizin, tekstil ürünlerinin ve kozmetiklerin içinde gereksiz katkı maddelerinin kullanılmaması anlamına gelir.
Organik üretim, dünyamız için, çocuklarımız ve bizim için daha sağlıklı bir hayat demektir !
Konuyla alakalı iki link;
http://www.denizatiorganik.com
ve
http://www.organikbebek.com/
Denizatı Organik Ürünler
Ziraat Müh. Zafer Aydoğan
emre 2000
29-09-2009, 10:05
Arkadaşlar bu yazıyı okudum sizlerle paylaşmak istedim.Hiçte yapamayacağımız şeyler değil yani.İnşallah faydalı olur.
DOĞAL BULAŞIK MAKİNESİ DETERJANI NASIL YAPILIR?
İşte, bu maddeleri kullanarak tahta kaşıklarınızı, bebeğinizin biberonlarını gönül rahatlığıyla yıkayabileceğiniz doğal deterjanları evde üretebilirsiniz. Bulaşıklarınızı daha temiz ve parlak yapacak doğal bir temizleyici için gerekli malzemeler şunlar: Bir bardak boraks (aktarlarda, eczanelerde, kimyasal madde satıcılarında, zirai ürünler satan dükkânlarda kolayca bulabilirsiniz) maddesi... Bir bardak yemek sodası... Aynı bardağın dörtte biri kadar tuz... Dörtte biri kadar limon tuzu, yani citric asit (iri kristalli değil, rondoda toz hâline getirilmişi). Bulaşıklarınızın portakal, limon, mandalina vb. kokması için de bu ürünlerin yağlarından küçük bir miktar.
Yapılışına gelince... Plastik bir kapta önce tuz ve 30 damla yağ iyice karıştırılıyor. Ardından diğer malzemeler de ekleniyor. Kabın içindeki malzemeler iyice harmanlandıktan sonra kapalı bir yerde muhafaza ediliyor. Her yıkama için bu karışımdan 1-1,5 çorba kaşığı kullanılıyor. Bulaşıklarınızın ışıl ışıl olması için de makinenizin parlatıcı bölümünü elma sirkesiyle doldurmanız şart. Kullanılan suyun kireç oranına göre karışıma eklenen yemek sodası ve limon tuzu oranları artırılabilir. Malzemelerin miktarı ne kadar artarsa artsın sağlığa zararlı değil, çünkü tamamen doğal.
Bu karışım bulaşık makinesinde kullanıldığında araç-gereçler hem temizlenecek hem de parlayacak. Üstelik makineden portakal veya limon kokuları gelecek. Yıkama sonrasında bazı cam ürünlerinde hafif su lekeleri kalabilir. Hemen üzülmeyin. Bu görüntüyü ortadan kaldırmak veya daha aza indirmek için kurutma programı biter bitmez makinenin kapağını açarak bulaşıkları havalandırmanız kâfi.
Peki, elde yıkanacak bulaşıklar için neler yapmak lazım? Bunun için de önerimiz şöyle: Bir kalıp doğal sabun rendeleniyor ve üzerini örtecek şekilde içi suyla dolu bir kabın içine konuluyor. Hafif ateşte sabun tozu eritiliyor. İçine yarım tatlı kaşığı boraks ve yarım tatlı kaşığı da çamaşır sodası ekleniyor. Ardından iyice karıştırılıyor. Her yıkamada bu karışımdan bir tatlı kaşığı alıp kullanılıyor. Eğer bu yöntem "Beni çok uğraştıracak" derseniz, bulaşık makinesi için hazırladığınız karışımın aynısını, meyve yağı koymadan yapabilirsiniz. Bundan sıcak suya iki yemek kaşığı ekleyip bir yemek kaşığı da arap sabunu ya da bir çay kaşığı bulaşık deterjanı ilave edebilirsiniz. Bu karışım çok az köpürüyor ama bulaşıkları harika temizliyor ve büyük oranda da su lekesi bırakmıyor.
Mutfaklarda ocak ve fırınları temizlerken kullanılan krem temizleyiciler için de alternatifler var. Mesela temizleyeceğiniz yüzeye biraz karbonat, biraz tuz ve birkaç damla sirke damlatarak hafifçe ovuşturmanız yeterli. Aynı sonucu alacağınızdan emin olabilirsiniz.
Peki, ya yüzey temizleyicileri? Piyasada 'yüzey temizleyici' diye satılan ürünlerin hepsinde insana ve çevreye zararlı kimyasallar bulunuyor. Bunu anlamak için içerik kısmına yazılmış 'anyonik aktif, noniyonik aktif' ifadelerine dikkat etmeniz yeterli. Kimyager Ayşe Kuralay, zararlı kimyasalların ekstra temizleme gücünün olmadığını söylüyor. Ayşe Hanım'ın önerdiği alternatiflere gelince: "Ahşap temizliği için bir yemek kaşığı limon suyu ile iki yemek kaşığı zeytinyağını karıştırın. Karışımın küçük bir miktarını temiz toz bezine dökün ve ahşap yüzeyi dairesel hareketlerle ovun. Karışımı sprey şişesine koyup yüzeye püskürterek de uygulayabilirsiniz."
ODA SPREYLERİNDEN
UZAK DURUN!
Genel ev temizliği için de sıcak suyun içine bir yemek kaşığı boraks ile bir yemek kaşığı sıvı arap sabunu koymanız yeterli. Karışım, yerleri dezenfekte edip çok iyi temizliyor. Eğer bu işlemin ardından odanızın hoş kokmasını da isterseniz, o zaman yine doğal bir takviyeye ihtiyacınız olacak. Yarım litre sıcak suyun içine yarım çay kaşığı karbonat, bir çay kaşığı limon suyu ve 3-4 damla bitkisel yağ (yasemin, lavanta, papatya, limon, çay ağacı, çam ağacı yağı olabilir) karıştırıp odaya püskürtebilirsiniz.
denizakvaryumu
05-10-2009, 20:09
Yeşil çay içindeki kateşinler sayesinde
Kanser riskini azaltır. (Reduces incidence of cancer) (1, 3, 5, 20)
Yeşil çay yemek borusu kanserini erkeklerde %57, kadınlarda %60 oranında önlemektedir.(22)
Yeşil çay düzenli içilmesi halinde prostat kanseri riskini üçte iki azalmaktadır. (27)
Yeşil çay deri kanserine yol açan ultroviyole ışınların zararından korur. (28)
Tümörü küçültür. (Reduces tumors) (1)
Antioksidandır. (Reduces oxidation by active oxygen) (1, 20)
Yeşil çaydaki antioksidan E vitaminindekinden 20 kez daha kuvvetlidir. (12)
Kolestrolü düşürür. (Lowers blood cholesterol) (1, 7, 8, 20, 25)
Tansiyonu ayarlar. (Inhibits increase of blood pressure) (1, 9, 21)
Kan şekerini ayarlar. (Inhibits increase of blood sugar) (1)
Bakterileri öldürürür. (Kills bacteria) (1)
Grip virüsünü öldürür. (Kills influenza virus) (1)
Ağız kokusunu önler. (Prevents halitosis) (1, 30)
Yeşil çay içindeki C vitamini sayesinde :
Stresi azaltır. (Reduces stress) (1)
Gribi önleyicidir. (Prevents flu) (1)
Yeşil çay içindeki kafein sayesinde :
Performansı etkiler,yorgunluk ve uyku halini ortadan kaldırır. (Stimulates wakefulness - removes fatigue and sleepiness) (1, 2, 21, 23)
İdrar söktürücüdür. (Acts as diuretick) (1, 20)
İdrar söktürücü özelliğinden dolayı zayıflama rejimlerinde kullanılıyor. (21)
Yeşil çay içindeki flavonoidler sayesinde :
Kan damarlarını güçlendirir. (Strengthen blood vessel walls) (1)
Yeşil çay içindeki polisakkaridler sayesinde :
Kan şekerini düşürür. (Lowers blood sugar) (1, 10, 11)
Yeşil çay içindeki fluorid sayesinde :
Diş çürümesini engeller. (Prevents cavities) (1, 15, 16, 20)
Yeşil çay içindeki E vitamini sayesinde :
Antioksidan olarak rol oynar. (Acts as antioxidant) (1)
Yaşlanmayı geciktirir. (Regulates aging) (1, 4, 12)
Yeşil çay içindeki EGCG (Epigallokateşin Gallat) adlı kimyasal madde sayesinde :
Kanser hücrelerinin gelişmesini önlüyor. (32)
Akciğer, mide, bağırsak karaciğer ve deri kanserlerini önleyici etki yapıyor.
Alzheimer'i önleyici (33)
Sigara kullanımının toksik etkisini azaltıyor. (20)
Yeşil çay içen hamile kadınlar sorunsuz bir doğum gerçekleştirebilirken, sakat çocuk dünyaya getirme riski de azalacak. (33)
Yeşil Çay:
Anti enflamatuar, hücre yenileyicidir. (6, 20)
Arterioskleroz riskini azaltır. (20)
Damar sertliğinden koruyor. Kılcal damarları büzerek ödem oluşmasını önlüyor. (21)
Deriyi besler (4)
Kalp ve dolaşım sistemini olumlu etkiler ve, hastalıklarını azaltır. (20)
Kemik erimesini engelliyor. (21)
Kilo verdirir. (31)
Mide ve barsak problemlerini hafifletir. (6)
Migreni geçiriyor. (21)
Sürekli kullanımı, romatizmal hastalıkların tedavisinde fayda sağlar. (20, 29)
Vücuttaki yağların yakılma sürecini hızlandırarak diyetleri destekler.(20)
İstenmeyen yeğların %30'unu absorbe eder.(24)
Unutmayın!!!
Günde 4-5 fincan yeşil çay vücudunuz zırh gibi korur.
Sabah aç ve akşam yatmadan önce birer bardak yeşil çay önerilir.
Yeşil çayınıza şeker koymayınız,
Tatlandırıcı olarak süzme bal koyabilirsiniz.
Etkili olabilmesi için aç karnına, sıcak ve yudum yudum içilmelidir.
Bizden demesi: siz siz olun ÇAYKUR yeşil çayı için
http://biriz.biz/cay/yesilcay/yesilsaglik.htm
denizakvaryumu
07-10-2009, 13:24
Nedim Atilla’nın İlhami Güneral ile söyleşisi:
KEMOTERAPi: Hiçbir işe yaramadığını bile bile hastasına kemoterapi uygulayan doktorlar bu kararlarını gözden geçirmeli. Kemoterapi yaptırılması şu an için kaçınılmaz olan kanser türleri de var ama bunların sayısı az.
CERRAHi: Kanserde cerrahi yöntemin başarı şansı küçümsenemez.. Ama yeni tedavi yöntemlerinin gelişmesiyle belki de cerrahi müdahaleye de gerek kalmayacak.
RADYOTERAPi: Prostat ve larenks kanserleri dışında radyo terapinin hiçbir faydası yoktur, zararı vardır!
Kanseri doğanın yardımıyla yenerek büyük bir başarı kazanan Operatör Doktor İlhami Güneral ile yaptığımız söyleşide görüyoruz ki, bugüne kadar tanık olduğumuz kansere karşı geliştirilen mücadele ve tedavi yöntemleri gerçekten de modası geçmiş yöntemler.
Dr. Güneral, tedavi aşamasında insanları tedavi olduğuna olacağına pişman eden, kemoterapi konusunda hayli tepkili... Güneral, 'Sözümona, değeri kanıtlanmış önemli bir ortodoks metod da, toksik kemoterapidir. Tıp ilminde hiçbir konu, kemoterapi kadar eleştiri yağmuruna tutulmamıştır' diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:
'Teorik olarak oldukça çekici olan bu yöntem, enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotikler görünümündedir. Ne çare ki kanser hücrelerine yönelmesi ve onları öldürmesi umulan bu ilaçlar, aynı zamanda sağlıklı ve hayati dokulara da zarar vermektedir. Sadece kanserli hücreyi öldüren bir ilaç, ortodoks kanser tedavisi kataloglarında henüz yer almadı.
Kemoterapötik ilaçların çoğu, hücre çoğalmasının metabolizmini bloke ederek bölünmeyi durdurur. Kanser hücreleri, normal hücrelere göre daha hızlı bölünüp çoğaldığından, öldürücü antimetabolit etki, tercihen kanser hücrelerine yönelmesi gerekir. Ne yazık ki, kemoterapi yine hızla çoğalan, kemik iliği, mide-bağırsak mukozası ve saç folikülleri gibi- bazıları çok hayati hücreleri de zehirler.
Kemik iliği her şeyimiz
Kemik iliğinin kanserden korunmada olduğu kadar kanserle mücadelede de başrolü oynayan immün sistemin kaynağı olduğunu artık herkes kabul ediyor. Kemik iliği bağışıklık sistemimizin temel taşı. Bu sistemin tahribi, lökopeni , kombositopeni , aplastik anemi gibi hastalıklara neden olur. Böylece kontrolü imkansız enfeksiyonlar başgösterir. Birçok kanser hastasının basit bir soğuk algınlığından ölebilmesi işte bu yüzdendir.
Kemoterapinin bağırsaklardaki etkisi daha da fecidir. Hastalar genellikle yutkunma ve sindirim güçlükleri çekerler. Bulantılar, ağız kenarında kanamalar, yaralar, diş etlerinde ve boğazda ağrılar, en kötüsü de sindirim yolundaki yaralar ve kanamalardır. Bu kanamalar bazen hastayı yarım saatte öldürecek kadar yoğun olabilir. Piyasada elliye yakın antikanser ilaç vardır. Bütün bu ilaçların müşterek niteliği zehirli olmalarıdır. Mesela, Methotrexate kutularında - ülkemizdeki kutularda bulunmayan- bir uyarı vardır: 'Bu ilaç ancak, antimetabolit kemoterapi uzmanları tarafından uygulanabilir. Toksik ve hatta bazen ölümle sonuçlanabilecek etkileri, doktor tarafından hastaya önceden bildirilmeli ve hasta sürekli olarak doktorun kontrolü altında tutulmalıdır.'
Dr. İlhami Güneral, yakın dostu Macar Doktor John Haszlo'nun bir anısını aktarıyor. Dr. Haszlo şöyle diyormuş: 'Öyle hastalar gördüm ki diyor, hastanenin park yerine geldiği anda ya da enjeksiyon için kullanılan alkol kokusuyla veya enjeksiyonu yapan hemşireye dışarda herhangi bir yerde rastlayınca kusmaya başlıyorlar. Bu, onların ilaca karşı ne derece şartlandıklarını gösterir.'
Kemoterapi nerede gerekli?
Burada Dr. Güneral'in iddiası çok sert: Kemoterapiden yararlanılan kanser tipleri çok seyrek görülen kanser tipleridir. Halbuki kanser vakalarının çoğunluğunu oluşturan ve büyük öldürücü diye tanımlanan akciğer, göğüs ve kolon kanserlerine kemoterapinin hiçbir yararı yoktur. Ayrıca bu ilaçların bizzat kanserojen oluşu, tedavi gören hastalarda, sonraları yeni tümörlerin oluşmasına neden olur. Hele kemoterapi, radyoterapi ile birlikte uygulanmışsa bu olasılık 25 kez daha fazladır. Kemoterapinin çok sınırlı olan yararı sistemik bir zehir olmasındandır. Aynı sebep yüzünden terk edilmelidir. Burada tekrar yüzyıllar öncesine dönerek, Paracelcus'un aforizmasını anımsayalım: 'Her madde zehirdir, zehri ilaç yapan şey uygulama dozudur.' İşte bu yüzden kemoterapinin hoyratça kullanılması birçok ölümlere neden olmuştur.
Söyleşinin bu bölümünde Dr. Güneral'e sorumuz çok net: 'Peki, kemoterapiden tamamen vaz mı geçeceğiz?' Yanıtı , 'şimdilik değil' oluyor ve ekliyor: Kanserin türü şu türlerden biri ise kemoterapi yaptırılabilir: Burkit Lenfoma, Choricarcinoma, Akut lenfoblastik lösemi, lenfositik lösemi, Ewing Sarkoma, yumurtalık kanseri ve testis kanseri. Bu kanser türlerine diğerlerine oranla çok nadir rastlanır ama kemoterapiden önemli derecede fayda görürler. Yakınlarınız bu kanser türlerinden başka birine yakalandıysa katiyen kemoterapi ya da radyoterapi yaptırmayın...
Radyoterapi de yararsız
Dr. İlhami Güneral, tıptaki ortodokslara çok kızıyor. New York Times yazarlarından Jane Brody ve ABD'deki ilaç firmaları tarafından manipüle edilen ACS'nin Başkan Yardımcısı Art Hallep'in, birlikte yazdıkları kitap, doktorumuzu iyice sinirlendiriyor. Bu kitapta yer alan, 'Onkologlar, artık daha sık radyoterapi kullanıyor. Radyoterapi, ilk uygulanacak en etkili yöntemdir. Kanseri tamamen ortadan kaldırabilir ve geri kalan yaşamı daha huzurlu kılar' şeklindeki ifadeler İlhami Bey'i kızdırıyor. Yine Macar asıllı doktor John Laszlo'nun sözlerini kendisine daha yakın buluyor: 'Normal hücrelere zarar vermeden, radyoterapi uygulamak imkansızdır. Hele akciğer kanserlerinde yüksek doz radyasyon potansiyel bir tehlikedir.'
Cerrahi her zaman çare değil...
Cerrahi, bazı koşullarda, oldukça etkili ve vazgeçilmez bir metoddur. 1975 istatistikleri, cerrahi tedavi gören cilt kanserlerinde yüzde 85, göğüs kanserinde yüzde 60, kolon kanserinde yüzde 40, rahim kanserinde de yüzde 70 oranında teşhisten sonra 5 yıl yaşam süresi veriyorlardı.
Dr. İlhami Güneral'e göre, bugün kanserden şifa bulanların çoğu bunu büyük ölçüde cerrahiye borçludurlar. Dr. Güneral, 'Buna rağmen Kanser cerrahisini yeni baştan gözden geçirmemiz gerekiyor' diyor ve ekliyor:
' Cerrahi, uygulamanın sınırına dayanmış olmakla beraber cerrahların bilgi, cüret ve yeteneği, yine de kanseri yenemiyor. çünkü çoğu doktor için kanser lokal bir hastalıktır. Kanser kitlesini yok ettiğimiz takdirde onlar için hasta kurtulmuş demektir. Bu yüzden de kanser kitlesiyle birlikte ne olur ne olmaz diyerek komşu organlardan büyük bir kısım da tümüyle temizlenir. Şimdi modern tıbba düşen görev kanser tedavisinde daha sağlıklı daha etkili, daha az travmatik bir yol arayıp bulmasını gerektirir. Bıçağın erişebileceği alanlarda sınırı aşmayan cerrahi, güvenilir bir yöntemdir ama kanser sistemik bir enfeksiyon olduğundan kesin bir çare değildir.
MANTARLI PİLAV YİYİN!
Kanserle ilgili gerek ortodoks tıbbın, gerekse alternatif tıbbın tüm çalışmalarını yakından izleyen Dr. İlhami Güneral, kansere önlem, ya da tedavi anlamında çok önemli bir ilaç olarak bulunan MGN-3'ün Türkiye'ye getirilmemiş olmasından Sağlık Bakanlığı yetkililerini suçluyor.
İbrahim Güneral, MGN-3'ü şöyle tanımlıyor: 'MGN-3 bağışıklık sistemini güçlendiren ve pirinç kepeğinden elde edilen doğal bir üründür. Pirinç kepeğinin antiviral etkisi çoktandır bilinmekteydi. Buradaki fark kepeğin moleküler yapısında oluşturulan değişikliktir. Bu değişiklik, yenilebilir bir mantar türü olan Hyphamycetes mycelia'dan çıkarılan ekstrelerle kepeğin enzimatik muameleye tabi tutulmasıyla oluşur ve kepeğin etkisini yüzde 300 artırır. Meydana gelen ürün MGN-3, kanserli hücreler için doğal öldürücü bir aktivite yaratmaktadır. Diğer doğal ürünlerin ise hiçbir kalıcı yan etkisi yoktur.
Uygulamadan önce ve aylar sonra hastaların tetkikinde karaciğer ve böbreklere hiçbir zarar vermeği ve kandaki enzim seviyelerinde de bir değişiklik yapmadığı saptanmıştır.Bu ilaç 250 mg'lik kapsüller halinde piyasaya sürülmüş olup 50 kapsüllük şişesi 60 USD'dir. Ne çare bu ilacı ülkemizde temin edemiyoruz.'
İbrahim Güneral'e soruyoruz. Türkiye'de insanlar bu ilaca karşılık ne yapabilirler diye. Yarı ciddi, yarı şaka yanıt veriyor: 'Mantarlı pilav yemek zorundayız galiba...'
Bence ciddiye alınmalı...
Pirinç kepeği önemli bir ilaç ama Türkiye'de bulunmuyor öyleyse mantarlı pilav yiyin!
YEŞİL ÇAY MUCİZESİ
Yeşil çayın kanser hücrelerinin oluşmasını önlediği bilimsel olarak açıklandı. Purduc Üniversitesi araştırmacılarından Dorothy Morre ve D. James Morre, ABD'nin San Francisco kentinde düzenlenen Hücre Biyolojisi Birliği kongresinde yaptıkları araştırmalarda, yeşil çayın yapraklarında EGCg bileşimi bulduklarını ve bu bileşimin kanser hücrelerini öldürdüğünü bildirdiler.
EGCg bileşiminin kanser hücrelerini, tam oluştukları sırada öldürdüğü ve kanserli hücreleri öldürürken, sağlam hücrelere zarar veremediği ileri sürüldü. Yeşil çay yapraklarının anti kanser bileşimleri açısından zengin olduğunu açıklayan bilim adamları çayın içinde bulunan EGCg bileşimi ve diğer anti kanser maddelerinin özellikle göğüs; prostat ve kalın bağırsak kanserlerini önlediği inancındalar.
Araştırma raporunda, günde 4 bardak yeşil çay içenlerin, kanser hücrelerinin oluşmasını önledikleri ileri sürülüyor. Araştırmacılar, EGCg bileşiminin kanserli hücreleri bölünebilecek büyüklüğe gelmeden yok ettiğini ifade ediyorlar.
http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=1601
FATİH SALİM
13-01-2010, 15:20
Sayın gökovalı propolis hakkında sizinle görüşmek istiyorum.
Saygılarımla.
FATİH SALİM
14-01-2010, 08:58
DEĞERLİ SİTE ÜYELERİ, PROPOLİSİN ÇÖZÜLDÜRÜLMESİ VE PROPOLİS HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTİYORUM. BU KONUDA BİLGİSİ OLANLARIN fatihsalim@hotmail.com msn adresindeyim, LÜTFEN GÖRÜŞ ALIŞVERİŞİ YAPMAK İSTİYORUM.
SAYGILARIMLA.
FATİH SALİM
15-01-2010, 10:29
PROPOLİSİN ÇÖZÜMDÜRÜLMESİ HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTİYORUM, BU KONUDA BİLGİSİ OLANLARIN fatihsalim@hotmail.com adresini ekleyerek bu konu hakkında görüşalış verişi yapmalarını rica ediyorum.
saygılarımla.
fatih akdoğan
Sevgili Arkadaşlar,
Konu başlığı tam 269 sayfa olmuş. Üşenmeyip hepsini okumaya çalıştım. Tam bir korku filmi senaryosu gibi. Bu senaryoya karşı insanın bu psikolojik gerginliğe dayanamayıp yaşamaktan vazgeçesi geliyor. Yasaklar, yasaklar, yasaklar... Yaşamak nerede kaldı? Bence okuduğum bunca mesajdan aklımda kalan bir kaç şeyi özetliyeyim.
Birincisi hasta yakınlarının moral güç olarak sağlam durması. Buna en iyi örnek Sn. Susam olmuş.
İkincisi hastanın moral olarak sağlam durması. Buna Sn. Şeref bir örnek olmuş. Kişinin hastalığını bilip, onu yenmek için yaşamla olan bağını koparmadan sevdiği veya inandığı ne varsa onlardan da moral güç alarak ayakta kalması.
Üçüncüsü tedavi için yola çıktığınız doktorunuza güven duyabilmeniz veya benim gibi karşınıza gerçekten mesleğini seven ve kanseri bir sömürü aracı olarak görmeyen doktorlar çıkması. Bu konuda çok kötü örnekleri de yaşıyoruz. Bu yüzden teşhisi koyandan, ameliyatı yapana kadar bütün doktorlarımı sevgi ile anıyorum.
Dördüncüsü ise paniğe kapılmamak ve her türlü bilgi kirliliğinden arınıp kendinize en uygun beslenme metodunu seçip fazlada abartmadan günlük yaşamınıza sağlıklı günlerinizde olduğu gibi devam etmek.
Bu konuda sağlıklı örnek veremiyorum çünki acayip bir panik havası içinde, yüzlerce belki binlerce kimyasal isimleriyle dolu neredeyse 30-40 sayfalık bir yasaklar listesi yanında ve üreticilerin okunmasın diye ambalajın üzerine özellikle en küçük puntolarla yazdıkları içindekiler kısmını okumak için elinde büyüteçle market rafları arasında dolaşan paranoyaklar ordusuna dönmek üzereyiz. Bu listelerle bırakın kanserli insanları, kanser olmayanlar bile paranoyak olur.
Yazılan veya internet üzerinden dağılan binlerce elektronik postanın herbirine takılıp ciddiye alırsanız yaşamak için zamanınız kalmayacak bunu bilesiniz. Yazılan sayfalarda bir örnek varki 3 mesajda konu olmuş ve üzerinde ciddi bir yorum yapılmamış. Hatta birinci mesaja yazılan antitez ikinci mesaj hiç okunmamış veya yorumlanmamış ki aynı mesaj ve yasaklar listesi tekrar gündeme getirilmiş.
Üşenmeyip bütün mesajları okumasam bende ya 4 nolu mesajın, ya da son okuduğum 256 nolu mesajın verdiği bilgiler dahilinde E330 geçen hiç bir ürüne el sürmeyecektim. Örneğin probiyotik ürünler, fermente ürünler faydalı denildiği halde içinde sitrik asit var diye turşu yemeyecektim.
Bu üç sayfanın linkini tekrar veriyorum. Çünki tartışılması lazım.
http://www.agaclar.net/forum/showpost.php?p=85266&postcount=4
http://www.agaclar.net/forum/showpost.php?p=297988&postcount=53
http://www.agaclar.net/forum/showpost.php?p=478253&postcount=256
Bu mesajları neden gündeme getirdim onuda söyliyeyim. Çünkü bu yasaklı maddeler listesi ve benzeri her gün posta kutunuza değişik kanallardan mutlaka ulaşmıştır.
Hele benim gibi birde kanseri yakından tanımış biri iseniz sizi seven bütün eş-dost ve arkadaş çevreniz sizi bilgi bombardımanına tutuyorlar. Kimseye kızamazsınız da. Çünki gönderilen her mail size olan sevginin, sizi koruma çabasının bir ürünüdür. Ama eğer dikkat etmezseniz sevdikleriniz tarafından psikolojisi bozulmuş bir paranoyağa dönebilirsiniz.
Şimdi nereden çıktı bu adam ahkam kesiyor diyenleriniz de olabilir onun için daha fazla uzatmadan kendi durumumu da açıklayayım. 2002 yılında sigarayı bırakmama rağmen o beni bırakmadı ve 2004 yılında akciğer kanseri olduğumu öğrendim. Çeşitli tetkiklerden sonra tıp literatürüne geçecek şekilde her iki ciğerde metastaz yapmamış iki ayrı kanser hücresi ile tanışmış oldum.
Evet yanlış duymadınız, sağ akciğerde squamoz, sol akciğerde adeno carsinom denilen iki ayrı hücre. Birisi sağ akciğerin orta bölümünde yerleştiği için alt lobu tamamen söndürmüş iki illet birden ve ben bugün hala hayattayım. Şu anda 5,5 yaşındayım diyorum ve ikinci şansımı hiçte kendimi sıkıntıya sokmadan, sağlıklı günlerimden daha stressiz ve paniksiz yaşamaya çalışıyorum.
Panik yok. Elbette kendimize, çevreye ve daha doğrusu yaşama daha sorumlu gözlerle bakacağız. Sadece kendimiz için değil, gelecek nesiller için neler yapıyoruz ona da dikkat edeceğiz ama panik içinde hastalık hastası olarakta yaşamayacağız. Gelen her bilgiyi hemen kabullenmeden önce çeşitli kanallardan doğrulamaya çalışalım.
Yaşayarak tecrübe ettiğiniz size zarar verebilecek şeylerden elbette uzak duracaksınız. (Örneğin sigara, cola, radyasyon, kansorejen etkisi ispatlanmış kimyasal maddeler (asbest, trikloretilen vb.)) Ama okuduğunuz her şeyi de sorgulayacaksınız.
Örnek olsun diye soruyorum, organik ürün deyince ne anlıyorsunuz? Tamamen geleneksel yöntemlerle üretilen ürünler midir? Yoksa modern üretim teknikleri ile üretimiş fakat çevresel kirlilikten payını almamış ürünler midir? Ben her ikisinide gönül rahatlığı içinde tüketin diyorum. Eğer sadece birincil metodla üretilmiş ürün ararsanız biliniz ki aç kalırsınız.
Kanseri yenmenin ve sağlıklı yaşamanın ilk şartının moral olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Herkese yaşam sevgisi dolu sağlıklı güzel günler diliyorum.
Sayın sarıcan,
yazınızı tamamen noktası ve virgülüne kadar okudum. yazdıklarınızda çok haklısınız. Yüce yaratan (herkes inancında hürdür-ben inanmayanada saygı duyuyorum.) insanlara yaşam yanında birtakım sıkıntılar vermiştir. Ancak taşınamayacak hiçbir sıkıntı vermemiştir.
Yazınızın sonundaki son parağraf bütün yazınızın özetidir. Yaşanacaksa yaşanacaktır. Başka söze gerek yok. Hangi hastalık olursa olsun pozitif düşünce ve moral çok önemli.
Yüzünüzdeki gülücükler eksilmesin.
Arzu Kasapoğlu
15-04-2010, 13:03
Kansere çareyi Trabzonlu Ömer Özdoğan buldu!
Trabzonlu Ömer Özdoğan, bir yıl önce, telefonla arıyor ve “Kansere çare buldum, ya beni kendi programınızı çıkarın ya da Uğur Dündar’ın telefonunu verin” diyordu. Önceleri pek ciddiye almamıştım ama ısrar üzerine Dündar’ın telefonunu bulup kendisine verdim.
Sonra bir yakınımın kanser olduğu ve iki aylık ömrü kaldığı ortaya çıktı. Öyle ki doktorlar kemoterapi bile uygulayamıyor, vücudun bu ağır ilaçlara direnemeyeceğini ve hastanın hemen öleceğini söylüyordu.
***
Hastamızın midesi bir yıl önce tamamen alınmıştı. Hastalık daha sonra midenin üstünde 12 parmak bağırsağından yemek borusuna ve oradan da artık bütün vücuda yayılmaya başladı.
Yapacak başka bir şey kalmadığından Ömer’i aradım ve bahsettiği ilâcı göndermesini istedim.
Ömer’in gönderdiği bal, arı sütü ve polenden oluşan macunu ve arı sakızını hastaya verdim, Bir hafta içinde kendi çabasıyla ayağa kalkmaya, yürümeye başladı. Bacağındaki 20 cm. uzunluğunda ve dört-beş cm. enindeki yara da hızla iyileşmeye başladı. Belden aşağısı davul gibi şişiyor, su topluyor ve bacağındaki yaradan şırıl şırıl su akıyordu. Bu arada iyileşmeye başlayıp evin içinde dolaşırken ayağı bir mindere takılıp düştü, kalçasını kırdı, ameliyat edildi, ameliyat yaraları da üç ay içinde hızla kapandı. Bir deri bir kemik kalmışken, kilo aldı, kendisini iyi hissetmeye başladı, genel karakteri olan karamsarlığı bile kayboldu, sağlıklı düşünmeye başladı. Şimdi hastamızın kan tahlilleri de tamamen temiz çıkıyor.
Bütün bunlar 200 gram arı reçinesi, 1.5 kilo bal macunu ve doktorun reçeteyle verdiği, hastamızın her gün kullandığı vitamin yüklü mamalar ile oldu.
***
Anladığım kadarı ile arı reçinesi, (propolis), vücuttaki kanserli hücreleri yok ediyor. Bunu yapmak için önce kanı temizliyor. Temiz kan, sadece hasta hücreleri yok ederken, iyi beslenme ile yeni üretilen sağlıklı hücreler onların yerini alıyor.
Fakat propolis, her türlü kanserde etkili olur mu bilmiyorum. Yine de yöntem kesinlikle denemeye değer, çünkü hiçbir yan etkisi yok, kanı temizlediği için faydası kesin.
Kemoterapi, kanserli hücrelerle birlikte sağlıklı hücreleri de yok ettiğinden hastanın iyileşmesi, çok dirençli bir vücuda sahip olmasına bağlıdır.
Böyle bir bilgi elde ederek hastamızın iyileştiğini görünce, vicdanen rahatsız oldum ve birkaç ay önce “kansere çare var” diye bir yazı yazdım ve bizim gibi tamamen çaresiz kalanlar uygulasın istedim. Yazmasam, böyle bir çareyi sadece kendi yakınlarım için saklamış olurdum.
***
Arı, kış dönemi öncesi, kovanın girişini kapatmak ve kovanı dezenfekte etmek için arı reçinesini üretir. Yalnız bu maddenin hepsi alınırsa bütün arılar, mikroptan ve soğuktan ölür. Arıya da bırakmak gerekir. Bir kovandan ne kadar alınabileceğini arıcılar bilir. Son yıllarda görülen toplu arı ölümlerinin sebebi, kovanlarından aşırı miktarda arı reçinesi alınması olabilir.
Hasta, bu sakızdan normal sakız kadar bir parça keserek veya kopararak ağzında eritip un-ufak edene kadar çiğneyip yutacak. Bunu günde üç-beş defa tekrarlayacak.
Macun ise hakiki bala, arı poleni ve çok az miktarda arı sütü karıştırılarak elde edilir. Sabahları, kavanozdaki macun iyice karıştırıldıktan sonra hastaya bir kaşık verilir. Arı sütünün fazlası tehlikeli olabilir, doping etkisi vardır.
Yeniçağ gazetesi (http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=12861)
Yazılanları okumaya çalıştım.Bir kaç ay öncesi buradaki foruma yazıp,akciğer kanseri olan annem için ebegümeci tohumu aramıştım.Zira hastama 3-4 ay ömür verilmiş,kemoterapiyi kaldıramayacağı söylenmiş ve eve gönderilmişti.Çaresizliğin,üzüntünün insana neler yaptırabileceğinin en somut örneklerinden birini yaşıyordum.Bitkisel tedaviler saraçoğlu,maranhki vs k,m, bulduysak iletişime geçtik.ısırgan otları,keçiboynuzları,ebegumeci,kantaron vs vs kadıncağızı ot,çöp ne bulduysak deliler gibi nette sabahlayarak kendimizce tedavi etmeye çalıştık.En sonunda tohumu taaa kıbrısta bulunabilen ebegümeci ilacını ayarladık (bir ilçede kanseri iyileştiren kişiyi tavsiye ettiler)ebegümec,ni kaynatıp epey fazlaca toz şeker katarak içirilecekti.yaptık ertesi gün fenalaşarak ağrı krızı geçirdi ve tümör buyuyerek hastamı mahvetti.
Artık hiç bir şey yapamaz olduk,elimiz kolumuz bağlı.Güvenemiyoruz hiç bir şeye.Ne hekimler varmış ülkemizde tıbbıyenın kapısından dahi geçmediği halde kansere çare bulmuş!
Şimdi yukardaki yazıyı okuduğumda umutlandım "alsammı acaba"diye düşündüm.Fakat yeni bir ağrı krızını kaldıracak ne hastamın hali var,nede benim.
Yazılanları okumaya çalıştım.Bir kaç ay öncesi buradaki foruma yazıp,akciğer kanseri olan annem için ebegümeci tohumu aramıştım.Zira hastama 3-4 ay ömür verilmiş,kemoterapiyi kaldıramayacağı söylenmiş ve eve gönderilmişti.Çaresizliğin,üzüntünün insana neler yaptırabileceğinin en somut örneklerinden birini yaşıyordum.Bitkisel tedaviler saraçoğlu,maranhki vs k,m, bulduysak iletişime geçtik.ısırgan otları,keçiboynuzları,ebegumeci,kantaron vs vs kadıncağızı ot,çöp ne bulduysak deliler gibi nette sabahlayarak kendimizce tedavi etmeye çalıştık.En sonunda tohumu taaa kıbrısta bulunabilen ebegümeci ilacını ayarladık (bir ilçede kanseri iyileştiren kişiyi tavsiye ettiler)ebegümec,ni kaynatıp epey fazlaca toz şeker katarak içirilecekti.yaptık ertesi gün fenalaşarak ağrı krızı geçirdi ve tümör buyuyerek hastamı mahvetti.
Artık hiç bir şey yapamaz olduk,elimiz kolumuz bağlı.Güvenemiyoruz hiç bir şeye.Ne hekimler varmış ülkemizde tıbbıyenın kapısından dahi geçmediği halde kansere çare bulmuş!
Şimdi yukardaki yazıyı okuduğumda umutlandım "alsammı acaba"diye düşündüm.Fakat yeni bir ağrı krızını kaldıracak ne hastamın hali var,nede benim.
Teyzemde kanser tedavisi gördü.Kontroller için beraber gittik, doktor bir heyetle bakanlığa gidip bu piyasadaki şarlatan doktorları şikayet ettiklerini halkı tamamen yanlış yönlendirip hastalığı ciddi şekilde ilerletecek sözüm ona bitkisel reçeteler uyguladıklarını söyledi.Lütfen doktorunuzu dikkate alın ve tek doktorla değil bir kaç doktorla görüşmenizi öneririm.Bilgi çok geniş bir yelpazede ve çok hızlı değişip genişlediği için her doktor herşeyi takip edemiyor biri bilmiyorsa diğeri biliyor.Annenize aradığınız sağlığı bulmanız dileğiyle geçmiş olsun.
..açelya..
17-12-2010, 13:35
Merhaba arkadaşlar ben internette gezinirken bir haber okudum cep telefonlarının sar değeri diye ve hangi modeldeki telde ne kadar sar var bunu dosya haline getirmişler indirdim fakat hiçbirşey anlamadım :S http://www.uzmanportal.com/sar-degeri-nedir-ve-unlu-cep-telefonu-markalarinin-sar-degerleri.html/ adres bu arkadaşlar mesela SAR rating
(1.6W/kg) SAR rating
(2.0W/kg) değerleri farklı bunu açıklayacak bir arkadaş var mı?
Oğuz Karsan
14-01-2011, 08:08
Merhaba.
Elektronik posta yolu ile gelen, asağıdaki mektubu paylaşmam gerektiğini düşündüm.
Kanser en çok neyi sever?
Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu
öğrenir.
1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal
sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden
ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.
Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü
kazandırmıştır.
Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır.
Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz - anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.
Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?
Birincisi,kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır.
Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır.
Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.
Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de,
kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.
Kanserin metabolizması normal hücre metabolizması ndan 8 kat
daha büyüktür.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.
Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini
beslemesini talep etmektedir.
Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar.
Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini
sağlayamazsa. ..
Proteinlerden şeker ÜRETİMİ
Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir.
Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, Proteinlerden)
"glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler.
Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size?
Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?
Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur
(işe de yaramaktadırlar)
çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.
Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.
Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.
Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir?
Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir.
Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama
geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.
Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.
Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!! !!
Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate
değer terapilerle ortaya çıktılar.
Bunlardan biri 'Laetrile'dir.
Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.
Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir
"akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır.
Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir
kaplama vardır.
İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar.
Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır.
Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.
Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de
vardır.
Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır.
Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever.
Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.
Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.
Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz.
Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.
Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine
"Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu.
Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.
(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Kaynak: International Wellness Directory
Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi,
1970'de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır.
1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla
yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.
Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir.
Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır.
Bütün bu bilgiler kanserlerin
niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.
Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
* Bol taze sebze ve meyve yiyin.
* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın.
Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin.
Mümkünse marda (?) sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).
* Stresten uzak durun.
* İyi uyuyun.
* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
* Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
* Aşırı alkol kullanmayın.
* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme)
ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin.
Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.
Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
Saygılar.
Zeytinlibahçe
15-01-2011, 00:07
Mail kutumda sakladığım değerli hocamızla yapılan bir söyleşiyi paylaşmak istiyorum.
PROF. DR. KENAN DEMİRKOL, AKILLI BESLENMENİN MATEMATİĞİNİ ANLATTI "Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!"
Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!
Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında "prof." yazmıyor. "Ben üniversitede hocayım, burada hekim" diyor. Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim" diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir "akıllı beslenme" uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflı k. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? "Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, şekerle başladı.
"ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL"
DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.
Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. "Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.
"12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR"
- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri doğru değil mi?
- Asla doğru değil.
- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?
- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.
"KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR"
- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.
Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.
Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
"MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME"
- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.
- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.
- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?
- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.
- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?
"HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…"
- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.
- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.
- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara "şunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.
- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.
- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazısı konuyor.
AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…
- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?
- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek. 1920'li yıllarda Amerikan başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.
KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI
- Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.
- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.
Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını , kanser gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.
"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"
- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?
- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor . Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.
Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.
ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI
- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?
- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardır". Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.
- Antep yöresinin yuvalaması gibi..
- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattı r. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.
İNEK NE YEMELİ
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.
- Demek Amerika'dakilerin varmış.
Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.
HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ
- Ne fark var arasında?
-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.
DEPRESYONUN ÇARESİ
- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?
- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.
- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
ÇAY VE ZEKA
- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?
- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.
Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.
- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.
- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.
"ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!"
- Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya "enfarktüs" olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.
- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?
- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.
"ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI"
- Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?
- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle yapıyor" diye?
- Ben güzel yemek yaparım.
- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.
- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara.
- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.
SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)
"Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz."
"Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten."
"Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.
Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.
Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.
amatör hobici
16-01-2011, 19:22
Sn. Zeytinlibahçe, Elinizdeki bilgileri bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Anlıyoruz ki bitkilere gösterdiğimiz özeni kendimize de göstermeliyiz. :)) Selamlar
omer.tuncer
22-02-2011, 11:54
22 subat 2011 günü vatan gazetesinde bir haber var. kök hücre ve hijyen le ilgili.
http://haber.gazetevatan.com/6-ay-omrun-kaldi-denmisti/360937/7/Manset
galiba bayan kanser derneğininde başkanı imiş. haber inşallah şişirme reklam amaçlı değildir.
denizakvaryumu
08-12-2011, 22:46
Dünya genelinde şimdiye kadar 85.000 değişik cins sentetik madde üretilmiş ve yine her yıl 1.000 adedin üstünde yeni sentetik madde de mevcutlara ilave oluyor.
Bu maddelerin çoğu zararlı olup başta kanser ve nöropsikiatrik hastalıklar olmak üzere birçok hastalıklara neden olmaktadır. Bültenimizin bu sayısında
Kimya Mühendisi Mennan Aysan Kuzanlı konu ile ilgili görüşlerine yer vereceğiz.
Bu yazı yazarın ‘Kansere Çare Var’ çok yazarlı kitabının içindeki yazısından özetlenerek. alınmıştır. Hayy Kitap’tan çıkan bu kitabın yazarları arasında editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın da bulunmaktadır.
Zehirli Kimyasalları Vücudunuza Almayın!
Sanırım başınızdan bir prostat kanseri geçti. Hikâyenizi dinleyebilir miyiz?
Yaşanmış hikâyeler her zaman bir derstir. Anlatacağım hikâyeden de dinleyen ve anlayanlar ders çıkarabilir. Ben 40 yaşıma kadar gerekli olan hiçbir ‘check up’ testine gitmedim. Keşke gitseydim, çünkü gecikmeli de olsa her yıl rutine koymaya muvaffak olduğum yıllık testlerin birinde genç doktorum, biz erkeklerin nefret ettiği işlemlerden sonra prostatımda anomali tespit etti. Bulduğu anomaliyi kontrol ettirmem için bir ürolog meslektaşına gitmemi söyledi.
Sonraki süreç o zamana kadar yaşamadığım bambaşka bir duygu atmosferi içinde süratle geçti. Çeşitli muayeneler, testler vesaireler sonucunda sevgili doktor arkadaşlar prostat kanseri olduğumu lisanı münasiple bildirdiler. Söylemeliyim ki, bana en kötü haberi veren de, anlattıkları vakalarla yaşama ümidimi canlı tutan da onlar oldu.
Sanırım yapamadığımız şeylerden birisi kendimizle hesaplaşmak... Bunun için kısa da olsa insanın tüm gailelerden uzaklaşması gerekiyor. İşte ben bu fırsatı kendime tanımayı ve aklımdan hiç çıkmayan (sanırım herkese oluyor) “NEDEN BEN?” sorusunun cevabını bulabilmek için kendimle hesaplaşmayı denedim.
Geriye, ta çocukluğumdan başlayarak nelerin yanlış olduğuna baktım.
Gördüm ki yanlışlar, doğrulardan daha fazla (tabii bugünkü görüş ve tecrübelerime göre). Şimdi beni ilgilendiren bu yanlışların bazı detaylarını sizinle paylaşmak istiyorum.
Çocukluğum ve bir bölüm gençliğim gayet güzel geçti, sıkıntısız, az stresli bir ailem vardı. Yoğun egzoz gazlarından uzak, açık ve temiz havada oynadım, spor yaptım. Fast food yiyecekler yoktu, dışarıda yemek yemezdik, giysilerimizde sentetik maddeler yoktu ve genelde pamuk ve yündü. Arada bir atılan ve havalandırılan yatak ve yorganlarımız da pamuklu veya yünlü idi.
Plastikler henüz çok azdı ve evde gerek yemek gerek muhafaza kapları kalaylı kaplardı, hatta babamın su tası gümüş idi, telli telefon, buzdolabı (daha sonra) ve telli radyo dışında elektrikli cihaz kullanmadık. Hafta sonrası dinlenmek için pikniğe gidilir ve açık havada vakit geçirilirdi, manavdan babamın aldığı meyve ve sebzeleri annem maharetli elleri ile bizim için hazırlardı.
Televizyon çok sonra geldi, bugün insanların şehirden kaçarak yaşamak istedikleri yaşamın çok daha doğalını Ankara da şehrin göbeğinde yaşıyorduk. Daha sonra İstanbul’da üniversite yılları başladı, süreç gene sağlıklı ve oldukça iyi idi. İşte bu noktada aşırı spor yapmama rağmen nikotin içeren sigara denilen musibetle tanıştım ve bu kötü beraberlik 40-45 yıl sürdü.
İTÜ’de Kimya Mühendisliği’nde okuyordum, sanayi tesislerinde mecburi stajlar yapıyor ve kimyasallarla tanışıyordum ve tabii zehirlenmeye de başlamıştım. Bir stajımı Almanya’nın en büyük kimya tesisinin boyar maddeler üreten bölümünde yaptım, son derece zehirli ve kanserojen olan bu kimyasallar tabii benimle birlikte çalışan Alman arkadaşları da etkilemiştir. Daha sonra profesyonel olarak Türkiye’nin önemli kimya kuruluşlarında üretim kademelerinde yer aldım.
Bunlardan en önemlisi Almanya’da çalıştığım fabrikanın Türkiye’de bulunan ve tarım ilaçları üreten iştirakiydi. Burada 5-6 yıl süreyle yoğun şekilde böcek ve mantar ilaçlarının en güçlülerine yoğun şekilde ve önlemsiz olarak maruz kaldım.
Şimdi düşünüyorum da acaba orada benden daha yoğun olarak kimyasallar ile çalışan işçi arkadaşlar nasıllar? Ne haldeler? Sonrasında zehirli kimyasallarla birliktelik 10-15 yıl daha devam etti. Çalıştığım yerlerden birisi de ham deri işleme tesisi idi, orada beraber yaşadığımız çok zehirli kimyasalları da burada yâd etmeden geçemeyeceğim.
Sizin anlayacağınız hikâye uzun ama özel hayatımı da daha fazla deşifre etmeyeyim. Sizi, kitabın bana ayrılan bölümünde kaleme aldığım bu kimyasallar ile ilgili riskleri okumaya davet ediyorum.
Sonuçta yetenekli ve konusunda uzman doktor arkadaşlarımın yardımıyla bu prostat kanseri belasından başarılı bir operasyonla kurtuldum, tetkikler herhangi bir sıçrama olmadığını gösterdi, düzenli olarak yaptırdığım testlerde de Allah’a çok şükür bir sorun yok.
Söylemek ve vermek istediğim mesaj şu: Bakınız ben bir doktor babanın oğluyum, birinci derece akrabalarım arasında en az 4 doktor var ve hemen herkes yüksek tahsilli, çevrem her meslekten başarılı olmuş insanlarla dolu, ülkemizin nadide eğitim kurumlarında eğitim aldım, çok önemli firmalarda üst düzey görevler aldım. Buna rağmen prostat kanseri hastalığına yakalandığımı öğrenene kadar kimyasalların neler yapabileceklerine karşın aklı başında hiçbir tedbir almayı denemedim bile.
Peki, sormazlar mı adama neden diye? Sorarlar tabii, işte cevabım:
Eğitim ailede anne babadan başlamalı, ilkokuldan itibaren üniversiteyi bitirene kadar zorunlu ders olarak okutulmalı ve insanlar Allah’ın mukaddes olarak bizlere emanet ettiği canı korumayı, sağlıklı yaşamayı öğrenmeli ve uygulamalı.
Bu şekilde yetişen nesiller gerek ürettikleri işlerde gerek kişisel yaşamlarında, gerekse çevre konusunda bilinçlenerek tüm memleketimiz ve dünyaya yararlı olma fırsatına erişeceklerdir.
Hocam aslında en güzel cevabı da yazdığınız Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz? kitabıyla verdiniz. Bu kitapta verdiğiniz bilgiler hayati önem taşıyor. Kimyasal maddeler hem endüstrinin ve ekonominin can damarı hem de insanoğlunun baş düşmanı. Bu nasıl bir çelişki? İnsanlar göz göre göre, kendi kendini mi zehirliyor?
Allah’ın yarattığı vücudumuz, insanlar tarafından üretilmiş kimyasal maddelere direnç gösterecek şekilde tasarlanmamış ve yaratılmamıştır. Bu sebepten, kullanmak veya tüketmekte olduğumuz doğal olmayan ve insan yapımı her tür maddeye karşı dikkatli olmalıyız.
Kimyasal maddeler, çok geniş bir yelpazede yüz binlerce maddeyi içeriyor ve insan vücudundaki birikimleri de isimlerini sayamayacağımız kadar çok hastalık ve soruna neden oluyor. Biz burada sadece ‘kanser’ oluşumuna sebep olanları incelemeye gayret edeceğiz.
Dünya genelinde şimdiye kadar 85.000 değişik cins sentetik madde üretilmiş ve yine her yıl 1.000 adedin üstünde yeni sentetik madde de mevcutlara ilave oluyor. İnsanların icadı olan bu kimyasal ürünlerin bir kısmı güvenli olmakla beraber, büyük bir kısmı güvenlik testleri yapılmadan pazara veriliyor.
İstatistiklere göre, sadece ABD’de 2001 yılında 400 milyon ton kimyasal üretilmiştir. Diğer taraftan EPA (Envorimental Protection Agency), 50.000 değişik kimyasalın %82’sinin insan sağlığı için toksik ve bunlardan bazılarının da kanserojen olabileceğini açıklamıştır.
ABD Ulusal Araştırma Birliği de, ülkede kullanılan böcek ilaçlarının (pestisit) sadece %10’unun insan sağlığına zararlı olup olmadığı konusunda testlere tabi tutulduğunu, bu oranın medikal ilaçlarda da sadece %18 olduğunu bildirmiştir. ABD’de durum bu ise daha az gelişmiş ülkelerdeki durumun ne olabileceğini tahmin etmek pek istemiyorum.
Çeşitli yollardan vücudumuza aldığımız kimyasallar genellikle uzun vadede etki gösteriyor, ancak bu süreçte hangi hasarlara sebep olabileceği bilim adamlarınca da günümüzde yeteri kadar bilinmiyor.
Bu bağlamda suyun, havanın, gıda maddelerinin, temizlik ve kozmetik ürünlerinin, hatta giydiğimiz kıyafetlerin içinde bulunabilecek toksik (sentetik) kimyasallar ile vücudumuzdaki (doğal) kimyasalların birleşmesinin ne gibi olayları tetikleneceğini henüz net bir şekilde bilemiyoruz.
Sık sık hastalanıyorsanız, dikkat edin eviniz yoğun biçimde toksiktir! Aynı şekilde sıklıkla aşırı stres problemi yaşıyorsanız, sizin toksik olma durumunuz yüksek safhadadır.
Bazı kişiler daha dayanıklı olabilirler yani biraz daha uzun süre dayanabilirler, ancak sonuçta toksik kimyasallar aksatmadan görevini yapacak ve bundan evvel başkaları tarafından defalarca tekrarlanmış olan “Ahh, keşke bilseydim bu hatayı yapmazdım” lafını bir kez de siz tekrar etmiş olacaksınız.
“Bana bir şey olmaz”, “Bir şey değil, şimdi geçer”, “Hasta değilim ki, neden endişeleneyim?” laflarını sık sık duyarız. Ne kadar genç, sağlıklı, sportif, kötü alışkanlıklardan uzak olursanız olun, yapılacak en iyi şey yapay ve kimyasal içerikli ürünlerden uzak durmaktır.
Peki, özellikle kanserden korunmak için uzak durmamız gereken kimyasallar ve bunları içeren ürünler hangileri?
Uluslararası Çevre Çalışma Grubu’nun (Enviromental Working Group of Commonwealth) bir çalışmasında insan vücudunda aşağıda yer alan maddeleri de kapsayan 167 değişik kimyasal toksik maddeye rastlanmıştır. Bunlardan 76’sı kanserojen, 94’ü beyin ve sinir sistemi için toksik, 79’u da sakat doğum ve anormal gelişime sebep olacak nitelikte kimyasal toksik maddelerdir.
Vücudumuzda biriken bazı kimyasal toksik maddeleri şöyle sıralayabiliriz:
Dioksin’ler ve furan bileşikleri: PVC üretiminde kullanılan, endüstriyel beyazlatma yan ürünleri olup, insan vücudunda endokrin sistemin hasarına ve kansere neden olabilir.
Fitalat: Kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde bulunabilen plastizer maddeler olup, prematüre bebek oluşumuna ve kadın üreme organlarında sorunlara sebep olabilir.
Uçucu organik kimyasallar: Ksilol ve etil benzen içeren benzin ve endüstriyel çözücüler olup, sinir sistemi için toksik etkileri vardır ve kanserojendirler.
Ağır metaller: Boyalardaki kurşun, konserve kutularındaki cıva, kirlenmiş sulardaki arsenik, boyalı pişirme kaplarındaki kadmiyum gibi maddeler olup, hafıza kaybı, gelişme gecikmesi, hareket gecikmesi ve kansere sebep olabilirler.
PCB’ler: Endüstriyel yalıtım ve yağlayıcı maddeleri olup, kanser ve sinir sistemi hastalıklarına neden olabilirler.
Organik fosfat esaslı ve klor içeren böcek ilaçları: Artıkları gıda maddeleri üzerinde bulunurlar. Toksik olup, sinir sistemini etkilerler ve bazıları kanserojendirler.
Halojen bileşikleri: Bu grubun kimyasalları, flor, klor, iyot ve brom ile bunlardan üreyen kompleks yapıya sahip bileşiklerdir. Benzin, diş macunu, boya, dezenfektan ve temizlik ürünleri, böcek ilaçları, su dezenfekte ediciler (klor) ve hastalıkları tedavide kullanılan ilaçlar (ilaçların bazılarında klor vardır) halojen içeren ürünlerdir. Halojenler nedeniyle kansızlık, hormonal hasar, beyin hasarı, enerji düşüklüğü, hiperaktivite, şişmanlama veya zayıflama, kalp aritmisi, bağışıklık sistemi zayıflığı ve kanser gibi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.
Plastik grubu: Bu grupta en zararlı olanı PVC’dir. Çevreye dioksin yayabilir. Dioksin, meme, prostat ve bağışıklık sistemi kanserleri, hormonal dengesizlik, kalple ilgili sorunlar ve obezite gibi hastalıkların sebeplerinden kabul edilmektedir.
Plastik grubunda yer alan, dioksin ve diğer plastik yapıcı maddeleri içerebilen, günlük kullanım sonucunda kimyasal etkilerine maruz kaldığımız ürünler şunlardır:
Su boruları
Plastik şişeler
Sentetik lastik ve plastikten mamul ürünler
Suni deri
Su ve yağ esaslı boyalar
Karton kaplamaları
Su geçirmez kaplamalar
Makine halısı sırtı
Yapıştırıcılar ve zamklar
Deterjanlar
Petrolden üretilen temizlik maddeleri
Sanayi temizlik maddeleri
Ev haşere ilaçları
Haşere kovucu ilaçlar
Parfüm, şampuan, saç ürünleri, tırnak cilaları vb kozmetik ürünler
Metal ve alüminyum kutu kaplamaları
Plastik kap içinde veya plastik örtü ile örtülmüş gıda maddeleri
ABD Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) araştırmasında 100 kişilik insan grubunun vücutlarında bulunan bir bölümü kanserojen olan toksik maddelerin oranı Tablo-1’deki gibidir.
Saydığınız bu ürünler, neredeyse hepimizi kendilerine tutsak etmiş! Yani farkında olmadan hayatımızın vazgeçilmezi olmuşlar. Bu durumda bu kimyasallara karşı acil önlem paketi olarak ne önerirsiniz?
Her şeye rağmen kötümser gibi görünen bu manzaradan çıkış zor değildir. Toplum bilincini oluşturarak, yeterli derecede bilgilenerek, kullandığımızı, giydiğimizi, yediğimizi, içtiğimizi bilinçli seçerek, biraz dikkat ve sabır göstererek bunu başarabiliriz. Kimyasalların vereceği zararlara veya risklere ‘akut’ (ani oluşan) ve ‘kronik’ (zaman içinde oluşan) zararlar olarak iki temel bölümde bakabiliriz.
Kronik zararlar, uzun dönemde ortaya çıkan, tedavisi son derece zor ve bazen imkânsız olan zararlar olarak tanımlanırlar. Yaşadığımız devirde bu riskleri tam anlamıyla ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Ancak bununla beraber şöyle önlemler alabilir ve olası riskleri minimize edebiliriz:
Kimyasal bir ürünü satın almadan önce kendimize şu soruları sorabiliriz:
-Bu ürüne hakikaten ihtiyacım var mı?
- Alacağım ürünün güvenlik önlemleri alınmış mı?
- Daha güvenlisi var mı?
- Ürün içinde sağlığımızı riske sokabilecek, kansere sebep olabilen kimyasal var mı?
- Evde güvenli bir şekilde depolayabilir miyim?
Aldığımız ürünü kullanırken de şu önerileri uygulamaya gayret edebiliriz:
Sentetik kimyasal içerikli ürünleri, yiyecek ve içeceklerin yanına depolamayalım. Kullanmadan önce ambalaj üzerindeki uyarıları okuyalım ve tehlikeleri bertaraf edelim. Ürünü kendi ambalajında muhafaza edelim. Bu tür ürünlerle çalışırken yemek yemeyelim, sıvı içecekler içmeyelim, sigara kullanmayalım. Ayrıca özellikle bir ürünü başka bir ürünle karıştırmayalım, tehlikeli karışımlar ortaya çıkabilir.
Risk taşıyan ürünleri sadece zaruri ihtiyaç halinde kullanalım. Kullanma sırasında ortamı iyi havalandıralım. Kullandıktan sonra ambalajın kapağını iyice kapayıp, ortalığı temizleyelim. Güvenliğimiz için gözlük, eldiven, gaz maskesi, şapka, ilave havalandırma vb kullanabiliriz. Hamile kadınlar mümkünse toksik maddelerle temas etmemeye özen göstersin.
Diğer temel ve basit önlemler:
Çevresel ilaçlama zamanlarında, su depoları veya sebze-meyvelerin yetiştiği tarlaların ilaçlanması ya da şehir içi ve okulların haşereye karşı ilaçlanmaları konularında dikkatli davranmak. Bu tür ortamlarda ilaçlı havayı solumaktan, suyu içmekten ve o su ile yıkanmaktan, meyve-sebzeyi yemekten sakınmak!
Evde veya iş yerinde, böcek ilacı, oda parfümü, sentetik kokulu mum vb ürünleri mümkünse az kullanmak veya hiç kullanmamak. Kanserojen katkı maddeleri ihtiva eden sıvı sabun, şampuan, losyon vb kozmetik ürünlerin kullanımından mümkün olduğunca kaçınmak!
Tıbbi olarak, gereksiz yere ilaç kullanmamak. Zorunlu hallerde ilaç kullanırken de prospektüsünü okuyup, uyarılara, yan etkilere ve içindeki maddelere karşı dikkatli olmak.
Hamile kadınlar toksik maddelerle temas etmesin dediniz. Anne karnındaki bebeklerin riski daha mı fazla?
Yetişkinlere göre ölçüleri küçük, vücut ağırlıkları az ve metabolizmaları daha hızlı olduğu için çocuklar, bebekler ve özellikle de ceninler kanserojenik ve toksik etkilere çok daha fazla açıktırlar.
Yapılan bir araştırmaya göre ABD’de her yıl 15 yaşın altındaki 9.000 çocuk kansere yakalanmakta ve bu çocukların 1.500’ü ölmektedir. Teşhislerin %80’inde, hastalığın vücudun diğer yerlerine de yayılmış olduğu görülmektedir. Ancak ne yazık ki, anne-babalar çocuklarının hayat alanlarına nüfuz etmiş olan çeşitli kanser yapıcı etkiler hakkında bilgi sahibi değiller ya da uyarılara karşı duyarsızlar.
Örneğin, çocukların içtikleri su, kullandıkları eşya ve oyuncaklardaki toksik kimyasallar neler? İlaçların prospektüsünde hangi uyarılar yer alıyor? Fast food yiyeceklerin riski ne? Bu ve benzeri soruların sorgulanmaması sebebiyle de anne-babalar, maruz kaldıkları tehlikelerden korunmaları için ne yapmaları gerektiği konusunda maalesef çocuklarını uyaramıyorlar. Hatta bu tür ürünleri kendileri bile teşvik edebiliyorlar. İşte bu sebeple toplumumuz, korku salmayan ancak eğlenceli bir biçimde tehlikeyi anlatan, ulusal boyutta eğitici TV programları ile bilgilendirilmelidir.
Hangi kimyasallar hangi kanser için risk oluşturuyor? Bununla ilgili bir bilgi var mı?
1.Toksik kimyasalların başlıca gruplarını şöyle sıralayabiliriz:
2.Her gruptan böcek ilaçları
3.Toksik ağır metaller
4.Solventler
5.Bazı plastikler
6.Her gün yiyerek veya başka şekilde tükettiğimiz ve kullandığımız insan yapımı ürünlerde bulunan kimyasallar
7.Hayvansal ve bitkisel ürünlerde yoğunlaşan sentetik hormon ve steroidler
Bu konuda kontrol mekanizması, ne yazık ki, fevkalade yavaş çalışıyor. Örneğin¸ 1990’lı yıllarda ABD’de üretilen ve ticari amaç için kullanılan 60.000’den fazla kimyasal maddeden sadece ve sadece 300 civarındaki küçük bir bölümü kanser testinden geçirilebilmiştir. Test sonucunda ise bunların yarısından fazlasında kanserojen maddelere rastlanmıştır.
Hangi kimyasalların hangi kanserleri tetiklediği konusunda şunları söyleyebiliriz:
Prostat kanseri: Çoğu erkekte tam anlamıyla ortaya çıkmamakla beraber, 50 yaşın üstündeki erkeklerde %40, 80 yaşın üstündeki erkeklerde ise %70 oranında prostat kanseri oluşumu olduğu ve bu olgunun genellikle kimyasal toksik maddelerle tetiklenmesi halinde zararlı kansere dönüşebileceği belirtilmektedir. Prostat kanserinin tetikleyicileri arasında çevre kirleticiler, kadmiyum başta olmak üzere toksik metaller, sigara dumanı, her gruptan böcek ilaçları, egzoz gazlarını sayabiliriz.
Meme kanseri: Kadın kanser ölümlerinde ön sırayı alan meme kanseri, genetik kalıtım ve çevre kirlenmesine sebep olan kimyasal toksik maddelere bağlanmaktadır. Bu toksik maddelerden birisinin de östrojeni taklit eden ya da östrojen aktivitesinde değişikliklere yol açan maddelerden olan ve doğum kontrol haplarında bulunan ‘xenoestrogen’ olduğu ifade olunmaktadır.
Meme kanserine sebep olabilecek diğer kimyasallar ise şunlardır: Deterjanlar, organo-klorin içerikli (DDT, PCB, dieldrin, lindan) böcek ilaçları, plastikler (BPA, pet şişe vb), klor içeren kimyasallar, solventler, hormon amacıyla kullanılan sentetik estrogenler, doğum kontrol hapları, toksik metaller (kadmiyum, baryum, krom, lityum, kurşun asetat, tributylin, antimuan), organo-fosfat ve sentetik bazlı (pyrethroid) böcek ilaçları.
Bağışıklık sistemi kanserleri: Son zamanlarda yoğun olarak görülen kanser türlerinden kan kanseri, Hodgkins lenf kanseri, kemik iliği kanseri ve non-Hodgkins lenf kanseri gibi bağışıklık sistemi ile ilgili kanserleri tetiklediği ifade olunan kimyasalları şöyle sıralayabiliriz: Vinil klorür esaslı plastikler (PVC), oyuncak ve çocuk bakım eşyalarındaki fitalatlar, böcek ilaçları (karbamatlar, organo-klorinler, organo-fosfatlar, yabancı ot ilaçları (phenoxy-asit bazlı), yabancı ot ilaçları (2-4 dichlorophenoxyasetik asit grubu; dicamba, karbon-tetrachlorid ve atrazine grubu), mantar ilaçları (kaptan grubu), yoğun trafik nedeniyle oluşan hava kirlenmesi, saç boyaları, kozmetikler, nükleer enerji, tıbbi ilaçlar (romatoid artrit, HIV vb ilaçları), PCB ve dioksin gibi çevre kirleticiler, solventler.
Saydığınız bu kimyasallar yüzünden şu an risk altında olanlar ne yapmalı?
Kimyasalları, detoks yöntemleriyle vücudumuzdan atarak ve yeni toksik maddeleri de vücudumuza almayarak hem kanserden korunabilir hem de ilerlemesini engelleyebiliriz.
Maruz kalınan kanser oluşumunu tetikleyebilecek toksik maddeleri, bol miktarda içilecek alkali yapıdaki suyun da yardımıyla vücudumuzdan süpürüp atabiliriz. ‘Alkali su’ içmek ve alkali nitelikteki taze sebze ve meyve gibi canlı yiyeceklerle beslenmek, vücudumuzda hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayarak hastalıklardan korunmamıza yardımcı olur.
A, C ve E vitaminlerinin, çinko ve selenyum gibi minerallerin kanser hücrelerini yok ettiği gibi yeni kanser oluşumlarını da engelleyebildiği; B ve D grubu vitaminlerin tümör oluşumunu engelleyen güçte olduğu; magnezyum ve omega-3 yağının kanser riskini ve metastaz (sıçrama) riskini azalttığı bilimsel birçok çalışmada vurgulanmaktadır.
Doğal ve çiğ yiyecekler, likopen ve üzüm çekirdeği gibi anti-kanser doğal bitki özleri, egzersiz gibi rahatlama teknikleri ve diğer tamamlayıcı tıp uygulamaları günümüzde kanserin önlenmesinde ve tedavisinde kullanılmaktadır.
Kozmetik ürünlerin de risk oluşturduğundan bahsettiniz. Kişisel bakım için kullandığımız malzemelerde hangi kimyasallar var? Bunlar bizi nasıl etkiliyor?
Cilde ve deriye uygulanan preparatlar, cildin geçirgen özelliği nedeniyle direkt olarak vücudumuza girer ve kılcal damarlar vasıtasıyla kan dolaşım sistemine geçebilirler. İçerdikleri maddeler toksik ve kanserojen ise bunları da bu vesileyle vücudumuza almış oluruz. Eğer derimiz ve cildimiz geçirgen olmasaydı tehlike bu kadar önemli olmazdı. Ancak cildimizce emilen kimyasalların içinde kanserojen ve nörotoksik maddeler, özellikle koku amaçlı katkılarda metilen klorid, toluen, metil etil keton, etilen glikol, benzil klorid gibi değişik toksik kimyasallar bulunabilir. Bu binlerce kimyasaldan %84’ünün, insan üzerindeki toksik etkileri test olunmamıştır.
Ürünlerin üzerindeki ‘natürel’ veya ‘%100 doğal’ ifadeleri, içindeki kokuların doğal olduğunu garanti etmez. Naturel veya doğal olarak pazarlanan kozmetik ürünlerinin çoğunda bulunan koku maddeleri sentetiktir.
Günümüzde, vücudumuzun en duyarlı, narin bölgelerinde kullandığımız ve uyguladığımız sabun, deodorant, parfüm, diş macunu, kolonya, krem vb gibi ürünlerin büyük çoğunluğu, üreticilerin dışında tarafsız ve güvenli bir kontrol mekanizması tarafından test edilmiyor. ABD’de bu işlerle görevli olan Food and Drug Administration’ın (FDA) tahminine göre, ülkedeki 5.000’den fazla kozmetik distribütörünün sadece %3’ü ürünler nedeniyle ortaya çıkan sorunları rapor etmektedir. ABD’de 1990 yılında kozmetik kullanımı nedeniyle 38.000 hastanelik vaka olmuş. Bu rakamın içinde hastanelere gitmeyen ancak kozmetikler nedeniyle alerji ve tahriş sorunları yaşayan on binlerce vaka olduğunu tahmin edebiliyorum.
Doğal veya doğal olmayan bazı kozmetiklerin etiketlerinde görünen DEA (dietilamin) ve TEA (trietilamin) kanserojen madde değildir. Ancak üretimden sonra rafta beklerken kozmetiğin içinde bulunan diğer kimyasallarla reaksiyona girerek nitrozamine dönüşebilir ve işte bu kimyasal madde kanserojendir. Kozmetik sanayinde kullanılan ‘Blue-1’, ‘Gren-3’, ‘DCRed-33’, ‘FDCYellow-5’ adlı suni renklendiricilerin de (boyalar) kanserojen olabileceği FDA tarafından ifade edilmektedir.
Kişisel bakımda kullanılan ürünler ve risklerini şöyle sıralayabiliriz:
Lanolin: Kendisi kanserojen değildir ve cilt için faydalı bir maddedir. Ancak ABD’de üretilen kozmetik sınıfı lanolinlerde yapılan testlerin bazılarında kanserojen böcek ilaçlarına rastlanmıştır.
Şampuanlar: Sentetik deterjan içerdiklerinden saç derisinde doğal yağ kaybı ve gözlerde yanma gibi tahrişlere neden olabilirler. Kepek şampuanları formaldehit, diğer şampuanlar da suni koku, renk verici, kanserojen etkili kresol ve PVP (plyvinilprolidon) maddelerini içerebilirler. Ayrıca bazı hallerde quaternium-15 kodu ile koruyucu madde olarak da formaldehit kullanılabilmektedir. Formaldehit, potansiyel bir kanserojen maddedir. Yine bazı şampuanlarda kanserojen amin bileşiklerinin üremesine neden olan ‘2-bromo-2-nitroprono-1,3 diol’ ve ‘polyethilen glikol’ kimyasalları bulunabilir. Bu preparatlardan, kömür katranı ve formaldehit içeren tüm şampuanlardan uzak durulmalıdır. Polisorbat-80 ve polisorbat-60 içeren saç ürünleri kanserojen 1,4-dioksan ile kirlenmiş olabileceklerinden kullanılmamalıdır.
Şekil vericiler: Saça form vermek için kullanılan bu ürünlerin görevi, saç tellerini kalınlaştırmaktır. Kanserojen olabileceklerinden DC red33, FDC blue1, FDC yellow-6, FDC red-4, FDC red-40 olarak kodlanan boyar madde, formaldehit ve polysorbat-80 içeren saç şekil vericiler kullanılmamaya gayret edilmelidir.
Saç spreyleri: Suni koku, sıkıştırıcı gaz, alkol ve kanserojen nitelikli formaldehit PVP (plyvinilprolidon) gibi kimyasalları içerebilir. BHA, TEA, DEA, FDC yellow-6, FDC yellow-5, FDC red-40, FDC blue-1, FDC green-3, DC red33 ve padimate-o içeren spreylerden kanserojen risk nedeniyle uzak durulmalıdır.
Saç boyaları: Özellikle koyu ve siyah, kahverengi ve kızıl renkli boya ve permaların, lenf kanseri ve kan kanseri riski taşıdığı belirtilmektedir. Acid orange- 87, acid blue-168, solvent braun-44, asit violet-73 ve fenyldiamin gibi maddelerin kansere sebep olabileceği belirtilmektedir. Perma ve yarı perma özellikli saç boyalarının ise Hodgkin hastalığı, lenf (lymphoma), ilik (myeloma), kan (leukemia) ve meme kanseri hastalıkları ile bağlantılı olabileceği belirtilmektedir. Araştırma raporlarına göre saç boyası üretiminde, kanserojen yapıda olan yaklaşık 30’a yakın değişik kimyasal kullanılmaktadır. Uzun yıllar saç boyası kullanmış 45 yaşın üzerindeki kadınlarda yapılan araştırmada, göğüs kanseri risklerinin daha fazla olduğu anlaşılmıştır. Sonuç olarak saç boyaları çok zorunlu olmadıkça kullanılmamalıdır.
Deodorantlar: Koltuk altında kullanılan bazı preparatlarda koruyucu olarak kullanılan paraben maddesinin, sık temas halinde göğüs kanserine neden olabileceği açıklanmıştır. Deodorantların içeriklerinde kanserojen etkili maddelerden amonyak, formaldehit, quaternium-18, koku amaçlı BHT ve BHA, renklendirme amaçlı FDC blue-1, FDC yellow-5, FDC green-3, DC red-33, DC green-5, FD Cred-4, FDC yellow-6 maddeleri bulunabilir.
Antibakteriyel ve deodorant etkili sabunlar: Üretimi sırasında kullanılan fenol, triklosan (thriclosan), triklokarban (thriclocarben) ve klorosilenol (chloroxylenol) gibi kanserojen risk taşıyan kimyasalların deri tarafından emilerek karaciğer ve diğer organlarda birikebileceği belirtilmektedir. Ayrıca bazı sabunlar dayanıklılıklarını artırıcı koruyucular ile kanserojen etkili BHA (butylated hydroxyanisol) ve BHT (butylated yhdroxytoluene) içerebilir.
Tıraş kremi ve köpüğü: İçeriğinde BHA, TEA, FDCred-4, FDCred-40, FDCblue-1 maddeleri bulunan tıraş kremi ve köpüğü ürünlerinin uzun süreli kullanımı kanser riski doğurabilir.
Floridli diş macunları: Diş macunları, etanol, amonyak, sodyum benzoat, florid, suni renklendirici ve kokular ile kanserojen olan formaldehit, mineral yağlar, PVP (polivinylprolidon) ve sakarin içerebilirler. İçinde, FDC blue-1, sakarin, dioksin, polysorbat-60 ve polysorbat-80 maddeleri bulunan diş macunlarını kullanmamaya özen gösterilmelidir!
Cilt germe preparatları: Formülasyonunda DEA, TEA, 1-3-diol, 2-bromo-2-nitropropan maddeleri bulunan cilt germe ürünleri kanser riski doğurabilir.
Parfümler: Temel maddesi alkol olup, ilaveten doğal esans yağları ve aroma, ayrıca metilenklorid, metil-etil keton, etanol, benzil klorid, toluen gibi çeşitli toksik kimyasallar içerebilir.
Kâğıt havlular, tuvalet kâğıdı, bebek bezi, vajinal tampon vb ürünler: En sık kullandığımız bu tür ürünlerle ilgili problem de yine dioksinin varlığından kaynaklanıyor. Dioksinler, kâğıt sanayinde klorla ağartma işlemi sırasında oluşuyor. Satın aldığımız tuvalet kâğıtları, kâğıt havlu, peçete ve mendiller, süt veya meyve suyu kartonları, kahve filtreleri, tek kullanımlık çocuk bezleri ve kadın pedleri, vajinal tamponlar, kâğıt tabakalar vb ürünler eğer klorlu ağartma işleminden geçiyorlarsa düşük dozlarda dioksin içerirler. Dioksinler, bu ürünlerden vücudumuzun duyarlı kısımlarına geçebiliyor. Bu bileşiklerin laboratuvar hayvanlarında kansere sebep olduğu belirtiliyor. ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) dioksinleri “Olası insan kanserojeni” sınıfına alıyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, vajinal tamponlarda 130 ppm, pedlerde ise 400 ppm dioksin bulunmuştur. Bunlar çok ufak miktarlardır ancak deri tarafından kolayca emilen dioksinin en toksik maddelerden biri sayıldığı, kanserojen olduğu, bağışıklık sistemini negatif etkilediği akıldan çıkartılmamalıdır.
Talk pudrası: Kanserojen etkisi ispatlanmış olan asbest lifleri içerebilir ve bu şekilde vücudunuza sürdüğünüz bir tutam pudrada bulunabilecek asbest lifleri akciğerlerinize rahatlıkla gidebilir. Genital organlar civarında talk kullanılması kanser riskini artırabilir. Dr. Daniel Cramer tarafından yapılan bir araştırmada, genital bölgede talk pudrası kullanımının yumurtalık kanserine neden olabileceği gösterilmektedir. Özellikle bebeklerde teneffüs yoluyla önemli solunum risklerini beraberinde getirdiğinden, kullanılmamalıdır.
Güneşten korunma preparatları: Bu preparatlarda canlı hücrelere zarar veren OMC (octyomethoxycinnamate) bulunabilir. Üretimde kullanılan diğer bir madde de güneş ışınlarını yansıtan titanyum dioksittir ki, bu ABD Ulusal Mesleki Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü (NIOSH) tarafından potansiyel kanserojen risk olarak nitelendirilmiştir. Kozmetiklerin arasında hangileri en toksik maddeler diye bir sıralama yapacak olursak, birinci sırayı rujlar (dudak boyası), ikinci sırayı maskara, üçüncü sırayı da talk alır. Diğerleri de kısa aralıklarla peş peşe dizilirler.
Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kanserojen oldukları kanıtlanan sakarin, mineral yağlar, PVP (polyvinylpyrolidon) ve suni renklendiriciler rujlarda kullanılan temel kimyasallardır. Düşünün ki, gün boyunca yemek yerken, su veya çay içerken ya da konuşurken dudaklara sürülen toksik maddeleri devamlı olarak yalar ve yutarsınız.
Dünyaya açılan penceremiz olan gözlerde kullanılan maskaranın içerdiği toksik kimyasallar ise olasılıkla formaldehit, alkol ve plastik reçinelerdir, bunlar bu hassas ve önemli organımızda kızarıklık, yanma, sulanma, tahriş gibi sorunlar doğurabilir.
Göz farları ve her tür pudrada bulunan talkın, içinde ise kanserojen olan ‘asbest’ ve ilaveten alerjik reaksiyonlara sebep olabilen suni kokular bulunabilir. Birçok likit makyaj malzemesinde bulunabilen mineral yağları da, daha önce ifade ettiğimiz gibi kanserojen yapıya sahiptir.
Peki, yiyeceklerimizde durum ne?
Yiyeceklerimiz ne kadar taze, canlı, doğal ve ilaçsız ise bizim için o derecede yüksek yaşamsal değere sahiptir. Tersine besin değeri ne kadar yetersiz, bakteri ve kimyasallarla kirlenmiş, işlenerek değerini yitirmişse o derecede ideal değerin altında ve zararlıdır. Tüm canlılar gibi böcekler de kendilerine besin ararlar ve bol besin bulabilecekleri yerleri bizim tarım alanlarımızı seçerler. Yaşam ömürleri çok kısa olan bu böcekler, tarımsal alanlara ulaştıklarında kendilerine uygun besin maddelerinin fazlalığı nedeniyle hızla çoğalırlar ve tarladaki sebze-meyvelere zarar verirler.
İnsanlar, tarıma geçişten kısa bir süre sonra böceklerle tanışmış ve ürünlerini onlardan korumak için çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir.
İnsektisit (böcek öldürücü), herbisit (yabani ot öldürücü), fungusit (küf öldürücü), rodentisit (kemirgen öldürücü) gibi çeşitli adlar verilen ve özetle pestisit olarak tanımlanan kimyasal böcek öldürücüleri yaklaşık olarak 150 yıl önce kullanılmaya başlamış. İlk yıllarda büyük başarılara imza atan bu zehirli bileşikler kısa sürede daha geniş çaplı kullanılır olmuştur. Dünyada tarım ilaçları üretimi, ortalama 2,8 milyon ton civarındadır.
Amerikan Ulusal Bilim Akademisi’nin verilerine göre, laboratuar hayvanları üzerinde yapılan testlerde böcek ilaçlarının %30’unun, yabancı ot ilaçlarının %50’sinin ve mantar ilaçlarının %90’ının kanser oluşumuna yol açtığı gösterilmiştir. Buna karşın, ne yazık ki kullanılan böcek ilaçlarının sadece %36’sının toksidite testleri yapılabilmiştir. Dolayısıyla tarım ilacı artıklarının uzun dönemde insanlarda ne gibi potansiyel hastalıklara neden olabileceği konusunda çok az bilgi mevcuttur.
Yiyecek ve içeceklerimiz, üretim kademelerinden başlayarak, toplama, depolama, işleme süreçleri sırasında çeşitli kimyasallarla karşı karşıya kalırlar.
Meyve, sebze ve tohumlar böcek ilaçlarıyla; süt ve süt mamulleri, et ve et ürünleri, deniz mahsulleri ve işlenmiş yiyecekler ise kimyasal katkı maddeleri, hayvanlara verilen büyüme hormonları, antibiyotikler, böcek ilaçları ve diğer ilaçlarla kirlenmektedirler. Bu kimyasalların çoğu kanserojen, nörotoksik (merkezi sinir sistemini etkileyici) ve immunotoksik (bağışıklık sistemini etkileyici) özelliklere sahiptirler. Bunların kullanılması sonucunda çocuklarımızın ve bizim yoğun bir tehlike içinde olduğumuzu söylemek abartılı olmayacaktır.
1993 yılında kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada, kadınların kanlarında görülen DDT kalıntılarının, 1970 yılında yapılan çalışmaya göre 4 kat daha fazla meme kanseri riski taşıdığı ortaya çıkmıştır. Amerikan Kanser Derneği tarafından, beyin, böbrek, mesane, prostat, kan ve non-Hodgkin lenf kanseri gibi kanser türlerindeki vaka artışlarına, 1950 yılında dört kişiden birinde rastlanırken, bu rakamın içinde bulunduğumuz yıllarda her üç kişiden bir kişiye yükselmiş olduğu belirtilmektedir.
Hangi gıdalarımızın hangi kimyasallar sebebi ile risk altında olduğu konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bugün hazır gıda sektöründe yiyeceklerin hazırlanması sırasında katkı maddesi ve koruyucu adı altında yaklaşık 3.000 civarında kimyasal kullanılmaktadır. Bunların birçoğu güvenli olarak tanımlanmasına karşın, önemli bir kısmı sağlık açısından risk oluşturan aktörlerdir. Yiyeceklerimizi kimyasal bir kokteyl haline getiren bu katkı maddelerinin genelde sağlığımıza hiçbir faydası yoktur. Boşuna kalori almamıza neden oldukları gibi, yedikten bir süre sonra tekrar acıkmamızın temel sebebidirler.
Kanserojen risk taşıyan bazı güvensiz katkı maddelerini, kullanıldığı gıda gruplarına göre şöyle sıralayabiliriz:
Suni renklendiriciler
Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde hemen hepsinin kanserojen nitelikte olduğu ifade olunmaktadır.
E129 (Allura red): Kırmızı gıda boyasıdır. İçecek ve tatlı yiyeceklerde kullanılabilmektedir. Fareler ile yapılan deneylerde kanser oluşumuna neden olduğu gösterilmiştir.
Blue -1: Kanserojen olarak tanımlanmaktadır.
Citrus red-2: Kanserojen olarak tanımlanmaktadır. Kromozom hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.
Red-3: Hayvanlarda tiroit kanserine, ayrıca kromozom hasarı hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.
Red-40: Hayvanlarda kanserojen etki gösterdiği belirtilmektedir.
Yellow-6: Hayvanlarda böbrek ve adrenal bezi kanserine, ayrıca kromozom hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.
Suni tatlandırıcılar
E951 (Aspartam): Kanser ile bağlantısı olduğu belirtilmektedir.
E954 (Sakarin): Böbrek ve mesane kanserine neden olabileceği ifade olunmaktadır.
Meyveler
Meyveleri yıkarken zaman zaman elinizin hissettiği kaygan madde, petrol ürünü bir mumdur. Elma, avokado, greyfurt, limon, portakal, kavun, karpuz, şeftali, ananas vb gibi meyvelerin kabuklarında bu mumlara sıklıkla rastlayabilirsiniz. Meyveye parlaklık verir ve koruyucu bir tabaka oluşturur. Bu mumların içinde muhtemelen kanserojen mantar ilacı olan benomil (benomyl) ve SOPP (sodium ortho-phenyl phenate) kimyasalları bulunabilir.
Bazı portakalların da daha renkli görünmeleri için kanserojen olarak bilinen citrus red-2 kodlu boya ile boyandığı ifade olunmaktadır.
Et ve et ürünleri
Etlerde, kesimlik sığırlara verilen doğal veya suni seks hormonlarının kalıntılarına rastlanmaktadır. Eksperler, uygun dozlar kullanıldığında bu hormonların insanları etkilemeyeceğini söylemektedirler. Ancak uygun doz miktarının uygulandığı konusunda kuşkular vardır. Nitekim Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın raporuna göre, hayvanlarda kullanılan büyüme hormonları, insanlar için kanserojen yapıya sahiptir. Bu bağlamda doğal veya organik olarak yetiştirilmiş özgür hayvanların etlerini tercih etmek daha sağlıklıdır.
Geleneksel üretim esaslarından uzak fabrikasyon ortamında üretilen salam, sosis, sucuk ve pastırma gibi et ürünlerinin büyük kısmı ‘nitrit’ içerebilir. Bu maddenin kullanılma sebebi, butulizm bakterilerini önleme ve kırmızı rengi koruma özelliğidir. Nitrit ve nitratlar, E250 ve E251 kodları ile tanımlanmaktadır.
Nitrit tek başına kanserojen olmamasına rağmen, ortamda bulunan bazı organik maddelerle birleşerek kanserojen olan nitrozaminlerin meydana gelmesine sebep olur. Bu reaksiyon, ürün market rafında alıcısını beklerken, pişirilirken veya yendikten sonra insan midesindeyken vuku bulur ve mide kanserine sebep olabilir. Yapılan bir araştırmada haftada 12 adetten fazla sosisli yiyecek yiyen çocukların, kan kanserine yakalanma risklerinin 10 kat daha fazla olduğu açıklanmıştır. Hamile annelerin de bu tip yiyeceklerden uzak durmaları tavsiye olunmaktadır.
Süt ve süt ürünleri
Süt hayvanlarının besiciliği sırasında hayvanlara verilen kimyasal ilaç ve antibiyotikler, ayrıca yemlerdeki böcek ilacı artıkları kirlenmenin temel sebepleridir. Toksik maddeler, genel olarak yağ moleküllerinde toplandıklarından imkân dâhilinde organik olarak yetiştirilmiş hayvanların süt ve süt ürünlerini kullanmak ya da az yağlı ürünleri tercih etmek daha güvenli olabilir.
Hayvan yemlerinde bulunabilecek DDT, dieldrin, heptaklor vb ilaçların kalıntılarına, tereyağı, dondurma, tam yağlı süt ve peynir gibi ürünlerde rastlanabilmektedir. Örneğin, süt hayvanlarına verilen sülfatlı ilaçların kalıntısı olan sulfamethazine adlı kanserojen maddeye bazı süt örneklerinde rastlanmıştır. Kanada’da yapılan çalışmalarda, ABD menşeli karton süt ambalajlarında çok az miktarda da olsa dioksine rastlanmıştır ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi dioksin önemli bir kanserojen maddedir.
Deniz mahsulleri
Kimyasal maddeler, denizlerin kirletilmiş bölgelerinde üreyen balıkları ve diğer canlıları da etkilemektedir. Kirli bölgelerde yaşayan balıklar, yaşadığı çevreden 200 kat daha fazla kirlilik içermektedir. Bu kirli bölgelerde ölü balıkların üzerinde yapılan analizlerde cıva, dioksin, DDT ve PCB gibi toksik metallere rastlanmaktadır.
Şeffaf filmler
Bazı peynir, meyve, sebze, et, tavuk, balık vb gıdaların ambalajlarında kullanılan şeffaf filmler, özellikle yağlı yiyeceklere nüfuz edebilecek kanserojen etkiye sahip olan DEHP (di-2-ethylexyl phthalat) ve DEHA (adipat) içerebilir.
Teflon pişirme kapları
Yapıştırmayan tavaların özelliğini sağlayan PFOA (perflurooctanoic acid) maddesi teflon ve diğer yapıştırmaz yüzeylerin üretimleri sırasında kullanılıyor. Bazı araştırmalar, bu kimyasalın pankreas, karaciğer, testis ve meme kanseri riskini artırabileceğini, ayrıca hamilelikte düşük riski, kilo kaybı, tiroit problemleri ve bağışıklık sisteminde zayıflık gibi farklı sorunlarla da ilişkili olabileceğini vurguluyor.
Barbekü
Barbeküde hazırlanmış yiyeceklerin çoğu kansere sebep olan benzopiren (benzoapyren) maddesini içerebilir. Ortaya çıkan benzopirenin miktarı, kullanılan barbekü ve ızgaradaki pişirme sıcaklığı, yakıt cinsi ve pişirilen etin ihtiva ettiği yağ miktarı ile yakından ilgilidir. Yakıt cinsi olarak odun kömürü, en fazla benzopiren oluşumuna neden olan yakıt olup, ızgaradaki etler kömüre ne kadar yakınsa o derece fazla kanserojen etki altında kalırlar.
ABD Havai Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, ızgarada pişmiş etin yanında yenen çiğ yeşil sebzelerin içinde bulunan klorofilin, hazım sırasında benzopireni absorbe ederek kanserojen etkiyi engelleyebildiği vurgulanmaktadır. Bu deneyime göre sık olmamak kaydıyla, ızgara et yemek istendiğinde yanında bol miktarda yeşil sebze tüketilmeli, ızgara sıcaklığı 150°C derecenin altında olmalı, barbekü yerine fırında pişirme yöntemi tercih edilmelidir.
Mikrodalga fırında ısıtma
Özel ambalaj (kâğıt, polimer plastik, karton, alüminyum vb) içinde bulunan ürünlerin mikrodalga fırında ısıtılması durumunda, bu ambalajlarda bulunabilecek kanserojen maddeler yiyecekleri etkiler. Örneğin plastik içeren ambalaj malzemeleri, 147°C’dan yukarı ısılarda bozularak benzen, toluen, ksilen (xylen) gibi kanserojen maddelerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Her ne kadar tavsiye etmesek de mikrodalga fırın kullanmayı tercih edenler, bu fırınlarda cam ya da porselen kapları kullanmaya özen göstermelidir.
Bundan 20-25 yıl öncesine kadar büyük şehirler de dâhil olmak üzere sularımızı ya cam damacanalardan alır ya da hemen her sokak başında akan çeşmelerden doldururduk. Şimdilerde ise ya plastik damacanalarla ya da plastik borularla evimize ulaşıyor. Durum böyle iken sularımıza hangi zararlı kimyasallar karışıyor?
Su, yaşamımız için birincil öneme sahip temel maddedir. Yeni doğmuş bir bebeğin vücudunun %97’si, sağlıklı bir yetişkinin ise %75’i sudur. Beynimizin %75’i, kemiklerimizin de %22’si sudur. Hatta dişlerimizin minesinde bile %2 oranında su vardır. Vücudumuzdan %2 su kaybedersek enerjimizde %20 azalma olur. Su kaybı %5’i bulduğunda koma durumu, %20’ye ulaştığında ise ölüm gelir.
Temiz, canlı ve sağlıklı su içmenin hücre yenilenmesiyle çok yakın ilişkisi vardır. Örneğin ‘alkali su’ içerek hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayabilir, hastalıklardan korunabilir, bize verilmiş ömrün sağlıklı ve verimli olmasına da katkıda bulunabiliriz.
Suda bulunan ve kansere sebep olabilen maddeler
Bu maddeleri üç ana grupta toplayabiliriz;
Bölgesel jeoloji nedeniyle oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bunlar yörenin jeolojik yapısı veya sanayi artıkları nedeniyle oluşabilir. Örneğin arsenik, asbest ve radyonükleid maddeler bu grupta yer almaktadır.
Sanayinin ve insanların çevreyi kirletmesiyle oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bu gruptaki birçok kimyasal madde insanoğlu tarafından üretilip ve ne yazık ki yine insanoğlu tarafından sorumsuzca toprağa ve suya bırakılmaktadır. Nitratlar, azot içeren çeşitli tarım koruma ilaçları (böcek öldürücüler, yabancı ot ve kemirgen ilaçları), suni gübreler ve hayvan gübreleri aracılığı ile suya karışan kimyasallar bu grupta yer almaktadır.
Araştırmalar azot nedeniyle oluşan N-nitrozaminin kanserojen olduğunu kanıtlamıştır. Tablo-5’te organik ve inorganik kimyasal maddeler ve bunların suları kirletmesi nedeniyle oluşabilecek sorunlar ve nedenleri sıralanmaktadır.
Suyun klorlanması ile oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bakteri, virüs, mantar ve parazitlerden suyu temizlemek için dünyada en çok kullanılan ve uygulanan yöntem, klorlama yöntemidir.
Oysa klorun kendisi son derece zehirli ve öldürücüdür. Kimyasal bir element olarak klor, karbon ile güçlü bir bağla bağlanabilir. Bu sebepten karbon-klorin bileşikleri, stabil (dayanıklı) olup kolay bozulmazlar, böylelikle toprak ve suda yoğunlaşabilirler. Bu organo-klorin maddelerin en önemlisi THM (trihalometanlar) ve haleoasetatlardır. Yapılan deneylerde, suyun içinde bulunan THM miktarının yükselmesi halinde farelerde karaciğer, böbrek ve bağırsak kanseri ortaya çıktığı gösterilmiştir.
İnsanlarla ilgili olarak, suların klorlandığı ve klorlanmadığı bölgelerde yapılan mukayeseli araştırmalarda, klorlanmış su içen bölgelerdeki insanlarda bağırsak, rektum ve böbrek kanserinin daha yoğun olduğu gözlemlenmiştir.
Örneğin duş sırasında, kullanılan suyun sıcaklığı ve basıncı arttığında sudaki kimyasallar buharlaşır, su sıcaklığı 42 derece olduğunda kloroformun %80’i ve TCE (trichloretilen) havada buharlaşarak solunum yoluyla akciğerlere, oradan da kan dolaşımına geçerek çeşitli sorunlara sebep olabilir.
Soluduğumuz havada ne gibi riskler var?
Kapalı mekânlarda oluşan hava kirliliğinin, dış ortama göre 100 kat daha fazla olabileceği yapılan ölçümlerle belirlenmiştir. Günlük yaşamda çoğunlukla vaktimizin ortalama %80’nine yakın kısmını, kapı ve pencerelerin kapalı olduğu, havanın yeteri kadar tazelenmediği, kirliliğin artarak kendini gösterdiği, kalabalık ortamlarda geçiriyor, bu yüzden birçok sağlık sorununa zemin hazırlıyoruz.
Havayı en çok kirleten ve insanları olumsuz etkileyen faktörleri şöyle sıralayabiliriz:
Sigara dumanı:
İç mekânı kirleten ve insan sağlığına son derece zararlı olan 4.000’den fazla kimyasal madde içerir. Bunlar arasından benzen, formaldehit, hidrojensiyanit, amonyak ve karbon monoksit toplum tarafından en çok ismi duyulmuş olan zehirleyici maddelerdir.
Sigara dumanından pasif içiciler de aşırı zarar görürler. Sigara içen bir kişi, oluşan dumanın sadece %4’ünü içine çekerken, geriye kalan %96 gerek içici gerekse aynı mekânı paylaşan kişiler tarafından paylaşılmaktadır.
Asbest:
Gözle görülemeyen küçüklükteki, ince asbest elyaflarının akciğerde toplanması, akciğer kanserine sebep olabilir. Asbest, bazı vinil yer kaplamalarında, odun, kömür veya mazot ile çalışan bazı ısıtıcılarda ve sıcak su borularının bezli izolasyonlarında bulunabilir.
Plastikler:
Petrol veya kömür esaslı maddeler olup, yaşamda iç içe olduğumuz birçok maddede çok değişik formlarda bulunurlar. Örneğin soluduğumuz havadaki plastik buharları, cildimizle devamlı temas eden yastıklardaki plastik elyaflar, yiyeceklerimizi kaplayan plastik kaplar ve ambalajlar, plastik su boruları ilk aklımıza gelenler.
Termoset plastik grubunda yer alan ‘üre-formaldehit’ plastik reçineleri, sıkça kullandığımız ürünlerden kontrplak, kâğıt mendil, tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu, yer parkeleri, inşaat izolasyon malzemeleri vb gibi ürünlerde bulunabilir. Bu ürünler, yeni olduklarında zamanda devamlı olarak kanserojen olan formaldehit gazını salarlar.
Akrilik plastikler, kanserojen olduğu düşünülen bir madde olan akrilonitrilden üretilirler. Battaniyeler, halılar, giysiler, yer cilası, yapıştırıcılar, kontak lensler, takma dişler, bazı mutfak aletleri, duvardan duvara halı tabanları, çocuk bezleri, ayakkabı astarları, boyalar, kâğıt kaplamalar ve ahşap bağlayıcıları akrilik plastikle üretilen ürünlere örnek gösterebiliriz.
Günlük yaşamda plastik maddelerden üretilen ürünlerin sağlık risklerinden korunmak için ahşap, bambu, pamuk, cam, seramik, toprak vb gibi doğal maddelerden yapılabilen birçok eşyayı alternatif olarak kullanabiliriz.
Böcek öldürücüler:
İnsektisit ve pestisit olarak adlandırılan bu maddeler, akut olarak gerek ciltte gerekse solunum sisteminde tahriş edici, kronik olarak da kanserojen, sinir sistemini etkileyen (nörotoksik), üremeyi etkileyen (reproduktif) özellikleriyle son derece tehlikelidirler.
Yapılan araştırmalar, doğumdan evvel, ev ve bahçede yoğun miktarda böcek ilacı kullanılan evlerde doğan çocuklarda, lösemi hastalığı bulgusunun 7-8 kat daha fazla olduğunu göstermektedir.
Uçan böceklerin imhası için kullanılan DDVP (dichlorvos) buharlarının, kanser riskini 10 kat artırdığı ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından açıklanmıştır.
Peki, durum bu kadar vahim görünürken evimizden kanseri uzak tutmanın yolu ne?
Evimizdeki kanserojen tehlikeyi bertaraf etmenin birinci yolu, bu maddeleri eve getirmemek, ikinci yolu ise varsa bunları evimizden uzaklaştırmak ve yerine alternatif ürünler kullanmak olmalıdır.
Kanserojen risk taşıyan ev ürünlerini şöyle sıralayabiliriz:
Koku gidericilerin çoğu koku gidermeyip, kendi kokuları ile kötü koku moleküllerini kaplarlar veya burnunuzdaki koku algılama sinirlerini etkilerler, bunlarda kullanılan kimyasallar, kanserojen olan fenol, kresol, etanol, ksilol ve formaldehit gibi maddeler olabilir.
Krem formundaki ev temizlik malzemeleri amonyak veya klor içerebilirler. Klor içerenler ile amonyak içerenleri karıştırmamalısınız! Bu iki bileşik karışınca kanserojen ‘kloramin gazı’ çıkmasına sebep olabilirsiniz.
Talk tozu içeren bazı deterjanlar, talkın ‘asbest’ içermesi nedeniyle kanserojen etkili olabilirler. Bazıları renklendirmek amacıyla katılan kömür katranından elde edilen kanserojen suni renklendiriciler içerebilirler.
Birçok halı ve koltuk temizleme şampuanında kanserojen olan perkloretilen ve naftalen (neft yağı) ile etanol, amonyak gibi aşırı toksik maddeler kullanılmaktadır. Küf temizleyicilerinin içerdiği gazyağı (kerosen), fenol ve formaldehit gibi maddelerin buharları kanserojendir.
Dezenfekte edici ürünlerde de kanserojen fenol ve formaldehit kimyasalları bulunabilir.
Çamaşır ağartıcılar, potansiyel kanserojen madde olan ‘klor’ içerirler
Likit deterjanlarda ‘etoksi-alkol’ bulunuyor ise bu madde kanserojen olan ‘1.4-dioksan’ içerebilir.
Kuru temizlemede kullanılan perkloretilen buharları, teneffüs edildiğinde kanser ve karaciğer hasarına sebep olan kimyasal bir solventtir.
Mobilya ve yer cilaları da kanserojen ‘fenol’ içerebilirler.
Yağ esaslı duvar boyalarının içindeki uçucu organik kimyasal miktarı %45-65 arasındadır. Bu kimyasalların içinde en yoğun kullanılanı ise solventler olup (etilen benzen, mineral spirit, butil ester ve ksilol), bunlar kronik kanser riski taşırlar. Ayrıca duvarların zımparalanması sırasında çıkan ‘kuartz tozu’ solunduğunda da kanserojen niteliğe sahiptir.
ABD’de yapılan bir araştırmada, boyacılarda yemek borusu, mide ve böbrek kanserlerine ulusal ortalamanın %20, akciğer kanserine ise %40 üstünde rastlandığı belirtilmektedir.
Sentetik halıların üretiminde kullanılan toluen ve ksilol gibi sinir sistemini etkileyen solventler, antimikrobiyal etki için ilave edilen böcek öldürücüler, benzen ve formaldehit gibi maddeler potansiyel kanserojendirler.
Eski halının yerinden sökülmesi dikkatli ve acele etmeden yapılmalı, sökme sırasında toz çıkmasına mani olmak için elektrik süpürgesi ile ayrıntılı bir temizlik yapılmalıdır.
Yeni döşenen halılardan buharlaşan uçucu organik kimyasallar, örneğin ‘4-phenylcyclohexan’ alerjik reaksiyon, hassasiyet ve gribe benzer sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir. Bu sebeple yeni halı döşenen yerlere, en az 72 saat havalandırdıktan sonra girilmelidir.
Örneğin ben bu konuda 10 yıla yakın süredir kişisel çabamı sürdürüyorum, çevreyi kirletmeyecek ve insanları kimyasallardan bir nebzecik olsun uzaklaştıracak bir teknolojinin memleketimizde tanınması ve uygulanması konusunda kısmen ticari de olsa gayret sarf ediyorum. (Çalışmakta olduğum konu hakkında bilgiye, Envirolyte-Türkiye Ekobiyo (http://www.ekobiyo.com) adlı web sayfasından ulaşabilirsiniz.) Ancak itiraf etmeliyim ki henüz başarılı değilim. Bununla beraber başarının geleceğine ve bu tür çalışmaların artacağına inanıyorum.
Mennan Aysan Kuzanlı, Kimya Mühendisi
Zehirli Kimyasalları Vücudunuza Almayın! (http://www.beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=1798%3Azehirli-kimyasallar-vuecudunuza-almayn&catid=73%3Adier-hastalklar&Itemid=417&showall=1)
naturefan
20-12-2011, 20:28
Merhaba,
Yazılanların bir bölümünü okudum, kalanını da sonra okumak üzere. Tokat Erbaa'da amatör olarak, doğal tarım ile ilgileniyorum. Bahçemin hemen alt tarafından bir dere geçiyor. Maalesef katı ve sıvı atıklarla kirletilmekte. Defalarca ilgili resmi makamlarla görüşmeme, yazışmama rağmen bir sonuç alamadım. Sonunda ben de pes ettim. Maalesef sulu tarım yapamıyorum; ancak bir çok insan, bu su ile bahçesini ve hayvanını suluyor. Dere kirli, uzun yosunlarla kaplı ve köpüklü bir su akıyor. Resmen kansere davetiye!! Dilerim buna sebep olanlara çıksın, piyango!...
Türkiye'nin her yerinde benzer manzaraların olduğunu, sanırım tahmin edersiniz. Kanser niye patladı? İşte cevabı: Toprağı, havayı ve suyu kirlettik. Sanırım kanser, doğanın bir savunma silahı. Doğanın insana, 'Dikkat et, bana zarar verirsen, kendin de zarar göreceksin' uyarısı. Anlayan var mı?
Deterjansız, temiz dereler, temiz bir dünya dileği ile,
denizakvaryumu
20-12-2011, 21:58
Doktorum - Beslenme ve Hastalıklar 19.12.2011 - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=Mwtr9gOuf3I)
Linki mutlaka izleyin.
alperfect
20-12-2011, 22:44
Burdaki yazıları ve diğer medya organlarındaki haberlerin bir kısmını takip ettim yukarda arkadaşlardan birinin bir sözü var 'bilgi kirliliği var' ben bu konunun ayrıntılarına çok girmeyeceğim sadece bir noktayı ifade etmek istiyorum kanser bir hastalığın ismi değildir, ilgili olduğu doku/organla ilgili bir durumdur:
Prostat kanseri ile meme kanseri lösemi ya da bağırsak kanseri aynı tablo değildir.
Kanser bir hücrenin normal hücrelerden farklı olarak kontrolsüz büyümesidir. Böylelikle diğer hücrelerin beslenmesinden çalar,yerini sıkıştırır,çalışmasını engeller... organ ve kanserin türü neyse sonuç ona göre değişir. Bazı lösemi türleri bugün kanser değil hastalık olarak adlandırılabiliyor tedavi şansı çok yüksek çünkü, uzun lafın kısası
Tek bir hastalık tek bir oluşma mekanizması ve tek bir tedavi yok her organ daha doğrusu her hasta farklıdır.
Farklı görüşleri alın (şarlatanından alternatifcisine prof.'una kadar) ama gözü kapalı güvenmeyin ve en önemlisi umudu asla kaybetmeyin
denizakvaryumu
23-12-2011, 23:14
YAĞ - SU - ŞEKERİstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusundadüzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.
“YAĞ” ve “ŞEKER”
Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir.
Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…
Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi
Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.
Elimizde iki tane yağ var şu anda.
Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir.
Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.
Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz.
Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır.
Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur.
Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.
Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.
Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.
Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.
İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor.
İkinci büyük hata şeker.
Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.
Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.
Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?
Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?
Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;
insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.
Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.
O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.
Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.
Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.
Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..
Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.
Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma.
O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor.
Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.
Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış.
17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…
Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.
Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.
Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gramdolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.
Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı ‘koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim’ bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır
Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok.
Karın tipi şişmanlık, eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.
O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.
- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……
Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……
Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.
Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.
- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?
- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.
Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?
Şeker.
Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;
ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.
Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.
yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.
O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu,
Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi.
Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal, 150 gibi bir değer ileri sürdüler.
Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.
- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?
- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.
- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.
O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……
Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.
O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.
Peki, ne yapar bunlar size?
Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel
olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.
Yani musluk suyu için Allah aşkına.
- Arıtıcılar hocam?
- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.
Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.
İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?
Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor.
Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz.
Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır.
80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz?
Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba?
Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla.
Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.
- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır.
Daha büyük sorun yoğurt kapları.
Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.
Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.
Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.
Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın.
Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor.
Ne acı. Yani ayırım yapıyor.
- Yani hocam üçgenin içinde 5 miyazması lazım?
- Evet polipropilen
- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.
- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL
naturefan
25-12-2011, 21:05
Şeker fabrikaları acaba yılda kaç cana maloluyordur? Vatandaş tehlikenin farkında mı; basında bu konu neden yeterince işlenmiyor? Şeker gerçekten vazgeçilmez bir madde mi? Şeker kullanmayan (veya daha az kullanan) benzeri toplumlarla aramızdaki -ilgili hastalıklarda- hastalık mukayesesi nasıl?
naturefan
26-12-2011, 10:51
Bu gün 26 aralık 2011 pazartesi saat 11:52 'Şeker Fabrikalarına Hayır' kampanyasını başlatıyorum. Sanırım yeni bir başlık açmalıyım; yönetim izin verirse. Şeker, tatlı maskesi ardındaki beyaz zehir! Ailemden 3 kişi şekerden öldü; biri de makinaya bağımlı yaşıyor. Yaşamak sa!.... Şeker ve şeker fabrikaların ülkemizden, dünyadan kaldırılması için çalışacağım. Öncelikle tatlı zehiri evinize, yaşamınıza sokmayın; yaşamınızı zehir etmeyin!!!
denizakvaryumu
04-04-2012, 14:24
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: Biliyorum canınız sıkılacak, yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye... Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar... Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor... Bu inanılmaz bir vicdansızlık... Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyorlardır...
Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle başka bölgeler var mı?
Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir çevre kirliliği var. O zaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü” adında... Orada her şey çok açık.
- Ben izlemedim o filmi...
İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.
- Kimler diyormuş?
Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.
- Gelen ürün ne?
Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.
Büyük hastaneler açarak kanseri önleyemezsiniz
- Vahşi doğadan ne istiyorlar?
Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye? Belli değil.
- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?
Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.
- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?
Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil... Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...
- Hiç anlayamadım hocam...
Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?
- Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?
Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...
Çocuğunuza yedireceğiniz yumurtaya dikkat edin!
- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor” diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...
Diyanet de maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz, şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.
- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?
Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.
- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?
Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.
- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...
İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.
- Yumurtada ne var ki?
Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.
- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...
Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...
Başbakan’ın bizzat tarıma el atması lazım, gidiş iyi değil!
- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?
İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!
Salkl diye yediiniz tavuklar tavuk deil! - GAZETEVATAN.COM (http://haber.gazetevatan.com/Haber/441156/1/Gundem)
leonfather41
04-04-2012, 14:28
Değerli mesai arkadaşlarım;
Her yıl ülkemizde ve bütün dünyada 1-7 Nisan’ da Kanser Haftası etkinlikleri yapılmaktadır.
Böylece bir kez daha kansere dikkat çekilmekte ve toplumda farkındalık oluşturulması sağlanmaktadır.
Kanser; yüzden fazla hastalığın ortak adı olup, her birinin tanıları, süreçleri ve tedavileri birbirinden farklıdır.
Doku ve organları oluşturan hücrelerin; organizmaya zarar verecek şekilde anormal çoğalmaları ve büyümeleridir.
Dünyada ve ülkemizde, hastalıklardan ölümlerde, kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Çok ciddi bir halk sağlığı sorunudur.
Erkeklerde en sık görülen kanserler; Akciğer, prostat, kalın barsak
Kadınlarda en sık görülen kanserler ise meme, tiroit ve kalın barsak kanserleridir
Erken tanı : Kanserin henüz hücre içinde ve hiçbir belirti vermediği durumda yakalanmasıdır.
Erken evre tanı : Kanserin henüz uzak organlara yayılmadığı sadece komşu bitişik dokuya yayıldığı durumda iken yakalanmasıdır
Her kanserin henüz erken tanısı yoktur. Kadınlarda meme, rahim ağzı, kalın barsak erkeklerde ise kalın barsak ve prostat kanserlerinin erken tanısı vardır.
Ülkemizde ve ilimizde yukarıda ismi verilen kanserlerin toplum tabanlı taramaları da yapılmaktadır. Ulusal Kanser Tarama Standartlarına uyan kişiler
Kocaeli Devlet Hastanesi KETEM birimine başvurarak meme, rahim ağzı, kalın barsak ve prostat kanserleri taramalarını yaptırabilirler
Ulusal Kanser Tarama Standartlarına Kanser Savaş Dairesi Web sayfasından ulaşılabilir
Kanser açısından şüphe uyandıracak ve doktora gitmemizi gerektiren belirtiler şunlardır:
1. Ele gelen kitleler
2. İdrarda, dışkıda, balgamda kan görülmesi
3. Büyüyen ve renk değiştiren benler
4. Sebepsiz, irade dışı aşırı kilo kaybı
5. Uzun süre devam eden ses kısıklığı
6. Uzun süre devam eden öksürük
7. Uzun süre devam eden kabızlık ve dışkının ince gelmesi
Kanser nedenleri
3 ana grupta toplanır.
1. Sigara
2. Beslenme hataları
3. Diğer nedenler ( radyasyon, enfeksiyonlar, kimyasallar, yaş, genetik vb. )
İş Sağlığı Koruyucu Hekimlik projesi kapsamında sürdürülmekte olan dengeli ve yeterli beslenme ( obezite pol. ) ve tütün kontrolü ( sigara bırakma pol. ) ile
aynı zamanda kanser kontrolü açısından da çok büyük oran da mücadele edildiği görülmektedir.
Kanser Haftası vesilesiyle siz mesai arkadaşlarıma bir kez daha obezite ve sigaranın sağlık açısından ne kadar riskli olduklarını hatırlatır
ve kanserin önemini vurgulayarak bir kez bu projeye desteklerinizi bekleriz
Sağlıklı ve mutlu günler dileğimizle…..
SAĞLIK BİRİMİ
Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..
Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..
Merhaba
Çok güzel konulara değinilmiş. Çünkü herkes sadece bir açıdan bakmış olsaydı dünyanın düzeni nasıl olurdu doğrusu oda ayrı bir tartışma konusu. Şu bir gerçek ki üretim toplumundan tüketim toplumuna geçmiş olduğumuz gerçeği aşikardır. İşte bu tüketim çılgınlığında ne yazık ki beslendiğimiz gıdaları sorgulamıyoruz. Sorgulamadığımızı ve cevaplarını bilmediğimizi üreten şirketler bildiği için konuyu sanırım görsel boyutlara yayarak insanların tat almaktan çok görsel görüntüye aldanmasını sağlayarak insanları hazır gıdalara yönlendirmektedir. Bunda teknolojinin de çok büyük etkisi mevcut. Dünya üzerinde nerede farklı bir şey uygulanıyorsa bir bakıyorsunuz bir tuşla size yakın veya elinizin altında. Elbette ki her şeye ulaşmak çok güzel ama ulaşılan bu şeylerin bazıları artık insan sağlığı üzerinde tehdit oluşturmaktadır. Bunların aracısı da yine insanoğludur. Yani insan insanın kurdudur deyişini atalarımız demek ki boşuna söylememişler. İnsana zarar veren yine insan çelişki burada. Birileri daha iyi yaşamak için birilerini yok etmek zorunda değil. Dünya geniş bir alan ve insanoğlu da henüz sonsuza kadar yaşamıyor o zaman neden bu yarış, neden doğaya bu kadar yabancı olalım. Bilimsel araştırmalar çok güzel ama insan hayatı üzerinde bu kadar keskin rötuşlar için henüz çok erken. Doğamızda her şeyin doğalı mevcut iken, nedense bunları bilimsel bakış açısı adı altında farklı içerikleri barındıran bu ürünleri bünyemize yedirip sağlıksız nesiller yetiştirmemiz hangi dünya anlayışıyla ve bilimsel bakış açısıyla bağdaşır. Neticede geçmişi, şimdiyi ve geleceği kıyasladığımızda; sağlıkta, beslenmede, tarımda, hayvancılıkta geçmişi arar durumdayız. Her şey netti. Ama şimdi netlikten eser yok daha da karmaşıklaştı sanırım. Gelişmekte olan bir ülke olduğumuzdan dolayı Tüketim toplumundan bilinçli üretim toplumuna geçtiğimizde sanırım hayata, insana ve doğaya bakışımız da bir nebze olsa değişir diye umuyorum.yani hücrelerimizi ne ile beslersek bizi okadar ayakta tutabilirler. hücrelerimizi besleyen biziz…
Bugün STAR TV'de Prof.Dr. Osman Müftüoğlu'nu dinledim..
''Kanser tedavisi zor ve pahalıdır; önemli olan yakalanmamak ve önlem almaktır'' dedi..
Ve..kansere karşı vucudumuzun bağışıklık sistemini güçlü kılmak için bir kür tavsiye etti..''Bu antioksidan takviyesini yapabilirseniz hergün, ama hiç olmazsa haftada 3 gün yapın'' dedi..
Antioksidan takviyesi şöyle:
Bir kase yoğurt veya kefir içine,
Bir tatlı kaşığı zerdeçal,
Bir tatlı kaşığı zencefil,
Bir tatlı kaşığı yeni öğütülmüş üzüm çekirdeği,
Bir tatlı kaşığı taze öğütülmüş keten tohumu,
Yarım tatlı kaşığı acı pul biber,
Bir tatlı kaşığı kekik,
Bir tatlı kaşığı kuru nane,
İki diş ezilmiş sarımsak
Bir tatlı kaşığı ısırgan tohumu,
Bir tatlı kaşığı fesleğen koyarak karıştırın..afiyetle yiyin..
Her altı kanser vakasından birine, tedavi edilebilir enfeksiyonlar neden oluyor:
Kanser sebebi enfeksiyonlar - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=457091)
Human Papilloma Virus (HPV):
http://www.doktornevra.com/jinekoloji/genital_enfeksiyonlar/genital_sigiller_kodilom.asp
...ardıç, kantaron ve çörek otu yağlarının meme kanseri hücresi üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Laboratuvarı'nda deneyler yaptıklarını...
Yazının tamamı:
Kanser hücrelerini yok etti - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=457883)
Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..
Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..
Buldum; bu sözleri söyleyen Prof.Dr.Osman Müftüoğlu imiş..Şöyle diyor:
...KANSERDEN koruyucu bir beslenme planı söz konusu olduğunda ilk sırada yine ’sağlıklı beslenme’ prensiplerine uymak gelir. Proteini, karbonhidratı, yağı dengeli, kalorisi yeterli bir beslenme planı oluşturabilirseniz işiniz kolaylaşıyor. Tabii ki çeşitlilik de çok önemli. Farklı besinlerde farklı kanser koruyucuları var. Bu nedenle hep aynı şeyleri yemek yerine besin seçimlerinizi mümkün olduğu kadar değiştirmeniz gerekiyor.
Kanserden korunmak için yapabileceğiniz pek çok şey var. | Kefir tanesi Kefir ile ilgili bilmek istediğiniz her şey burada. (http://www.kefirtanesi.com/2009/05/kanserden-korunmak-icin-yapabileceginiz-pek-cok-sey-var/)
Süper gıdalar:
SPER GIDALAR | Prof. Dr. Metin ZATA (http://www.endokrin.org/Tr/content3.asp?m1=1&m2=12&m3=233)
Prof. Dr. Metin Özata
sayın pria verdiğiniz bilgiler çok iyi ama,
mesele sadece gıda çeşitliliği veya eksikliği değil, mesele tükettiğimiz gıdaların ya hammaddesi bozuk veya bilimsel ad altında katkı maddeleriyle desteklenmesidir. yani sebze meyvenin yetiştirmesi bozuk tohumlarla ve kimyasallarla gerçekleşmişse, hazır gıdalarda gereğinden fazla katkı maddesi varsa çeşitli beslenmek ve beslenme piramidi oluşturmak tek başına yeterli olmuyor sanırım... ülkemizde tüketilen gıdaların yeterli derecede denetlenmediği görsel ve yazılı basın aracılığıyla ve kimi zaman kendimizinde şahit olduğu bir üretimden sağlıklı besin beklemek çok zor olsa gerek... tüketttiğimiz gıdaları kendimiz yetiştirip, kendi otokontrolümüzü kendimiz yaparsak sanırım sağlıklı bir beslenme gerçekleşir diye düşünüyorum...
düşünvepaylaş
24-06-2012, 17:08
Arkadaşlar ben de yakın zamanlarda bu konuyu araştırmıştım. Kanser benim küçüklüğümden beri ilgimi çeken bir konu olmuştur, neden bilmiyorum. Sanırım böyle bir şeyin doğal olamayacağına inandığım için olsa gerek.
Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser. Hiç göz ardı etmememiz ve acilen çözümünü bulmamız gereken bir hastalık olduğuna inanıyorum.
Benim bu konudaki tutumum ilaç sektörüne karşı bir tutum olarak gelişti. Kimyayı küçümsüyor değilim aksine tepkim kimyadan sektör oluşturup bu sektöründe sürdürülebilmesi için insanlara eksik bilgi verenlere karşıdır.
Ayrıca sözüm ona kadınların gögüslerini acımasızca kesen ve saç kaybı, mide bulantısı, aşırı kilo alımı, depresif yan etkiler gibi bir çok sonuca sebebiyet veren tedavi usullerinin böyle bir yüzyılda çözüm olarak karşımıza sunulması da gerçekten ilginç.
Bütün bunları göz önünde bulundurarak ingilizcesi olanlar için aşağıdaki videoyu eklemek istiyorum, eğer bu konuda sizlerinde üzüntüsü varsa ingilizcesi olan arkadaşlarla videoyu çevirip daha geniş kitlelere izletebiliriz:
Cancer - The Forbidden Cures - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=gWLrfNJICeM)
Hillbilly
30-06-2012, 21:53
Çok önemli paylaşımlar yapılmış, kanser ile ilgili çok şey öğrendim bu başlıkta.
Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser.
Kanser çok eski çağlardan beri bilinmekte ise de, 20. yüzyılda dikkatleri üstüne çekmiş ve çağımız insanlarının en çok çekindiği bir hastalık olma vasfını kazanmıştır. Çağımızda kanserin en yaygın hastalıklardan biri olmasında, kesin teşhis imkanlarının artmış olmasının da rolü büyüktür.
Kaynak: Kanser - Nedir (http://kanser.nedir.com/#ixzz1zJLiQ666)
2200 Yıllık Kanserli Mumya
2200 Yıllık Kanserli Mumya (http://www.istanbul.edu.tr/iuha/?p=16452)
...Yapılan araştırmalar, kırmızı meyvelerden vişnenin üstün özelliklerini ortaya koyuyor. Vişnenin, sahip olduğu özellikleriyle sağlık açısından inanılmaz faydaları bulunuyor. Hava kirliliği, tarım ilaçları, bilgisayar ve cep telefonlarından alınan radyasyon, kızarmış yiyecekler ve alkol, serbest radikallerin oluşumuna yol açar. Serbest radikaller, kanserin en büyük tetikleyicisi olmakla kalmayıp, kalp krizi, alzheimer hastalığı, yaşlılığa bağlı adale bozulmaları, katarakt oluşumu ve bağışıklık sisteminin güçsüzleşmesi gibi rahatsızlıklara da yol açar. Antioksidanlar, serbest radikallerle tepkimeye girerek bunların başlattığı zincir reaksiyonu durduran ve böylece vücudumuzdaki hayati bileşenlerin zarar görmesini engelleyen moleküllerdir. Antioksidanlarca yüksek olan besinler, 'Oksijen Radikali Emme Kapasitesi' (ORAC) yüksek olan besinler olarak bilinirler.”
...Vişnenin, meyveye can alıcı kırmızı rengini veren 'antosiyanin' adı verilen güçlü antioksidanları içerdiğini vurgulayan ifade eden Akdağ, yapılan araştırmalara göre bitkilerde bulunan 150 farklı flavonoid içerisinde en yüksek antioksidan kapasiteye antosiyaninlerin sahip olduğunu bildirdi.
Akdağ, vişnenin antosiyaninleri üzerinde Michigan Üniversitesi'nde yapılan başka bir araştırmada ise önemli bir sonucun ortaya çıktığını belirterek, bu sonuca göre, vişnedeki başlıca antosiyanin olan 'cyanidin'in, iltihap engelleme etkinliğinin aspirinden daha çok olduğunu söyledi.
... “Başka bir araştırmada ise vişnedeki antosiyaninlerin tümör oluşumunu ve insan kolon kanseri hücrelerinin büyümesini engelleyici özelliği olabileceği sonucuna varıldı. Diğer araştırmalarda ise yüksek peril alkolün (POH) prostat, akciğer, karaciğer ve deri kanserlerinin riskini azaltıcı etkisi olabileceği belirtiliyor. Bu nedenle de POH içeren vişne tüketimi ile bu etkiler arasında bağlantı kuruluyor”
Vişne ve suyu vücudun ilacı - Hürriyet (http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/15179959.asp)
............................................
Gıdaların antioksidan kapasitesinin belirleme yöntemleri
....İnsan sağlığı açısından antioksidanların işlevi son yıllarda daha iyi anlaşılmıştır. Yapılan araştırmalar, antioksidan aktivite gösteren maddelerin, oksidatif stresten dolayı meydana gelen katarakt, kanser, kalp-damar ve daha birçok hastalığın önlenmesinde önemli işlevi olduğunu ortaya çıkarmıştır
... Lee et al(2003)’in ABTS ve DPPH yöntemi ile yaptıkları karşılaştırmalı araştırmaya göre, gerek toplam fenolik ve gerekse antioksidan kapasite açısından en yüksek değeri kakao göstermekte ve bunu sırası ile kırmızı şarap, yeşil çay ve siyah çay izlemektedir. Ancak başlıca antioksidan bileşen kakaoda prosiyanidin iken kırmızı şarapta rezveratrol, yeşil çayda epigallokateşingallat, siyah çayda teaflavindir. Karadeniz vd (2004)’in yaptığı araştırma, meyveler arasında en yüksek antioksidan aktivitenin yüzde 62.7 ile narda olduğunu göstermiştir. Bunu sırası ile ayva (%60.4), üzüm (%26.6), elma (%25.7) ve armut (%13.7) izlemiştir. Sebzeler arasında ise en yüksek antioksidan aktivite kırmızı lahanada (%40.8) bulunmuştur. Kırmızı turp’ta yüzde 29.4 olan bu değer patateste yüzde 12.5, soğanda ise yüzde 14.2’dir.
... TEAC yöntemi ile antioksidan kapasiteyi(mmol/litre); nar suyunda 24.6, siyah üzüm suyunda 9.0, portakal suyunda 4.6, elma suyunda 2.6 olarak bulmuştur. Meyve nektarları arasında ise vişne 6.1 mmol/litre ile ilk sırayı alırken bunu 3 mmol/litre ile portakal, 2.9 mmol/litre ile kayısı ve 2.6 mmol/lite ile şeftali nektarı izlemiştir. Seeram et al 2008) tarafından 5 farklı 5 farklı yöntemle (DPPH, ORAC,TEAC, LDL oksidasyonu, toplam polifenol ) yapılan araştırma da en yüksek antioksidan kapasitenin nar suyunda bulunduğunu doğrulamaktadır. Bunu izleyen içecekler sırası ile kırmızı şarap, konkord üzüm suyu, yabanmersini suyu, vişne suyu, kızılcık suyu, portakal suyu, buzlu çay ve elma suyudur.
Ayse Bakan, Aziz Eksi TÜBİTAK MAM Gıda Enstitüsü, P.K. 21 41470 Gebze-KOCAELİ 2Ankara Üni.Müh.Fakültesi Gıda Müh. Bölümü, Dışkapı- ANKARA
Dünya G1da (http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=2006)
Kanserde en önemli etken dengeli, doğru beslenmedir:
Kanserin genel sebepleri:
Dengesiz beslenme % 35
Sigara % 30
Enfeksiyon hastalıkları % 10
Mesleki nedenler % 4
Alkol % 3
Çalışma yerinin tozlu ve pis oluşu % 2
Gıdalara konan katkı maddeleri % 1
Devamı:
Beslenme ve Kanser (http://www.bilkent.edu.tr/~bilheal/aykonu/ay2004/ocak2004/kanserkorunma.html)
Sağlıklı Beslenmek İçin Neler Yapılmalı?
Kanserle ilgili yapılan araştırmalarda kanserden korunma konusunda en etkili yöntemlerin başında sağlıklı beslenme, yani antioksidanlardan zengin beslenme gelir. Yapılan bir araştırmada incelemeye alınan 170 adet kanser türünün 132´ sinde antioksidanlardan zengin sebze ve meyve tüketerek beslenmenin kansere karşı koruyucu etkisinin olduğu saptanmıştır. Bu da sağlıklı beslenmenin koruyucu etkisinin % 77´ lerde olduğu anlamına gelir.
En önemli antioksidanlar C, A, E vitaminleri, selenyum ve bazı antioksidan gibi hareket eden kartenoidler, flavonoidler, inositol, fitatlar ve fenol içeren bileşiklerdir. Önemli antioksidan kaynakları olarak kuşburnu, yeşil yapraklı sebzeler, kivi, yeşil ve kırmızı biber, domates, havuç, kayısı, sarı ve turuncu renkteki tüm sebze ve meyveler, fındık, ceviz gibi sert kabuklu meyveler, özü ayrılmamış tahıllar, kurubaklagiller, kara üzüm, kiraz, ahududu, böğürtlen, erik , çilek, beyaz üzüm, elma, şeftali, bezelye, soğan, patates, soya fasülyesi, kakao, yeşil çay, sarımsak, soğan, pırasa, turp, fesleğen, nane, dereotu, rezene , kereviz, maydanoz, roka, tere gibi besinleri sayabiliriz. Fakat bu besinlerle beraber tüm sebzeler, meyveler, kurubaklagiller, tahıllar, zeytinyağı, balık gibi besinlerin de yine antioksidanlardan zengin besinler oldukları unutulmamalı ve günlük beslenmede hepsine mutlaka yer verilmelidir .
Doğru Beslenerek Kanser Riskini Azaltabilirsiniz! | Acıbadem Güncel Sağlık (http://www.acibadem.com.tr/guncelsaglik/GuncelSaglik.asp?t=9147)
Çalışmalar, antioksidanların kanseri önlemede etkili olduğunu, antioksidan takviyelerinin ise faydalı olmadığını gösteriyor:
Doğal antioksidanlar kanseri önlemede etkili - Beslenme-Diyet- ntvmsnbc.com (http://www.ntvmsnbc.com/id/25044162/)
Kanser ve beslenme:
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:8ZNn8DchurgJ:www.beslenme.gov.tr/content/files/yayinlar/kitaplar/hastaliklarda_beslenme/c5.pdf+antioksidan+kanser+beslenme&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESi9XXx_AHUospBc8vNYSl1O9YhwzUSOw8RqgrIr DCxHFf6Mj6fDH_obuAFsHNGAvZpDGxotafFOV96dnNeJpjDkd5 iU_BWIe_tGoObarDVqXBoOgpII87LQIR__76zADWFWfH49&sig=AHIEtbSSlWbwcBmDJP-nz7_u-28sUhuwAA
Bilimsel kaynaklara dayalı zengin içerikli bir döküman:
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:aGPynUNTZH4J:www.beslenmebulteni.com/bes/file/kanser.pdf+antioksidan+kanser+beslenme&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESjiBUs7KT0IL2BH0Ctks30pl1d1e_oiDRyzT8Bl h9zAyiYC6BlFgLPSDGyIj9z553O5WWHPdbmIEBH-Ck8dFVl0jlMtRgVPiIRuHSwFXh4SOD_szQxoHnF1uiWmyKHsJN vm4_Fb&sig=AHIEtbTHKESsNxIS8csuc__z48dx18xGsQ
merhaba
bu kanser denilen hastalığa çare üretirken neden sebepleri kesin olarak açıklanmıyor. yani bu kanserin ana maddesi nedir. çünkü son yıllarda yaygınlaşmasına bakılırsa demekki birşeyler sebep oluyor. işte bu sebepler bir türlü netlik kazanmıyor. sağlık bakanlığı, tarım bakanlığı, sivil toplum örgütleri net bir cevap yayınlamışlarmı acaba. bundan 30 yıl önce kanser bu kadar yaygın değilken neden bu 30 yıl içinde bu kadar yaygınlaştı ve bir sürü sektör oluştu... vatandaş olarak böyle kendi aramızda çözüm üretmeye çalışıyoruz ama aslında beslenme dahil herşey bizim dışımızda kontrolsüz gelişiyor bizlerde onları tüketiyoruz. bu kontrolsüzlük nereye kadar acaba... nufusumuz bir taraftan artıyorken diğer taraftan bu kontrolsüz oluşumlar için onca kişi muzdarip ve hayatını kaybedebiliyor. tedaviye karşı verilen mücadelenin yanısıra aynı zamanda hastalığı durdurmak için acaba ne tür mücadeleler mevcut...
Eser İlhan
19-07-2012, 22:28
....bu kanser denilen hastalığa çare üretirken neden sebepleri kesin olarak açıklanmıyor. yani bu kanserin ana maddesi nedir. çünkü son yıllarda yaygınlaşmasına bakılırsa demekki birşeyler sebep oluyor. işte bu sebepler bir türlü netlik kazanmıyor. sağlık bakanlığı, tarım bakanlığı, sivil toplum örgütleri net bir cevap yayınlamışlarmı acaba....
Kanser tek bir hastalığın adı değildir. Kendini vücutta kontrolsüz hücre büyümesiyle belli eden ve sonuçta yerleştiği organın fonksiyonlarını engelleyerek onu çalışamaz hale getiren tüm hastalıkların ortak adıdır. Birbirinden farklı birçok etmen (ki virüslerden kalısal nedenlere veya kimyasal maddelere kadar çok çeşitli şeyler sayılabilir) tetikleyici olabilirler. Bu yüzden kestirmeden gidip "kanserin nedeni budur" demek mümkün değildir.
merhaba
sayın eser ilhan ilginize çok teşekkür ederim ama aşina bir cevap vermişsiniz. bence daha fazla açıklama,ehemmiyet gerekir ve sebepleriyle beraber çözüm üretilmeye gidilmelidir. günümüzde gördüğüm kadarıyla daha çok tedavisi üzerinde durulmakta. üstelik maliyetli ve meşakkatli yöntemler uygulanarak. oysaki hastalığa engel olma maliyeti belki daha azdır... kanser tek bir hastalığın adı değildir diyorsunuz. peki bu hastalıklara sebep olan nedenler için acaba şimdiye kadar ne tür önlemler alınmış. bu hastalıklara engel olma gücümüz yokmu. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye. işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar. 30 yıl öncesiyle ne değişti de bu duruma gelindi. yapılan bu basit açıklamaya bakıldığında vucudumuzun kontrolünü biz sağlayamıyoruz demektir. yani kendi önlemlerimizi alıp kendi otokontrolümüzü yapamıyoruz sonucuna varılmaktadır. bazı örnekler vermişsiniz virüs, kimyasal, kalıtsal nedenler diye. peki bizler 30 yıl öncede bu saydıklarınızı kullanıyorduk. ozaman neden bu kadar yaygın değildi bu illet hastalık. gitgide genç kuşaklarda bile yaygınlaşmaya başladı. zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese...
Eser İlhan
23-07-2012, 16:59
merhaba
sayın eser ilhan ilginize çok teşekkür ederim ama aşina bir cevap vermişsiniz. bence daha fazla açıklama,ehemmiyet gerekir ve sebepleriyle beraber çözüm üretilmeye gidilmelidir. günümüzde gördüğüm kadarıyla daha çok tedavisi üzerinde durulmakta. üstelik maliyetli ve meşakkatli yöntemler uygulanarak. oysaki hastalığa engel olma maliyeti belki daha azdır... kanser tek bir hastalığın adı değildir diyorsunuz. peki bu hastalıklara sebep olan nedenler için acaba şimdiye kadar ne tür önlemler alınmış. bu hastalıklara engel olma gücümüz yokmu. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye.işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar.30 yıl öncesiyle ne değişti de bu duruma gelindi. yapılan bu basit açıklamaya bakıldığında vucudumuzun kontrolünü biz sağlayamıyoruz demektir. yani kendi önlemlerimizi alıp kendi otokontrolümüzü yapamıyoruz sonucuna varılmaktadır. bazı örnekler vermişsiniz virüs, kimyasal, kalıtsal nedenler diye. peki bizler 30 yıl öncede bu saydıklarınızı kullanıyorduk. ozaman neden bu kadar yaygın değildi bu illet hastalık. gitgide genç kuşaklarda bile yaygınlaşmaya başladı. zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese...
Yazdıklarınızdan tıp dışı bir meslek grubuna ait olduğunuzu ama kanser konusunda bir kaygı taşıdığınızı anlıyorum.Evet, kanserin yaygın olduğu doğru. Bunda teşhis yöntemlerinin çok hassaslaşarak en küçük defektleri bile saptayabilir hale gelmesinin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Ben de babamı iki yıl önce akciğer kanserinden kaybettim. Zor ve üzücü bir süreç. Eskiden "3-5 gün yattı, sonra birden öldü gitti" biçiminde olaylar olurdu aile geçmişlerinde. Belki de çeşitli kanserlerin son evresiydi bunlar. Kim bilir??
Yaptığım basit açıklamayı nasıl daha anlaşılır kılarım gerçekten bilemiyorum....
…………………….. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye. işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar. ].
Hücrelere ne yediriyoruz sorunuza hemen kabaca "şeker" diye çevap verebilirim. Ama bunu daha derin tartışmak için histoloji ve biyokimya bilimlerinin sınırları içine girmemiz gerekir ki bunu yetkin bir biçimde tartışmayı en azından benim bilgi düzeyim karşılamaz....
Yapılanları ve yapıl(a)mayanları isabetlice saptayıp burada tartışmak ve değerlendirebilmek için temel bir tıp ve pataloji bilgisine sahip olmak, ayrıca biyokimya ve histolojiyi de konuya dahil etmek gerekir diye düşünüyorum. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı engellemek adına sonra da oturup bu konuda yayınlanmış bilimsel makaleleri taramak ve incelemek lazımdır.
Gerisi spekülasyon olur..
Kanserin tek hastalık değil bir hastalıklar grubu olduğunu yazmam da bu değerlendirmenin çok zor olduğunu anlaşılır kılabilmek içindi zaten. Zatürre gibi iyi tanınan bir hastalığın bile onlarca farklı etmeni olabilirken kanser gibi karmaşık mekanizması olan bir hastalığı ve çözüm yollarını tartışmak ancak tıp otoritelerinin, pataloji - onkoloji uzmanlarının işidir.
……………………………….zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese... demişsiniz...
Bu konuda siteme yer olduğunu düşünmediğim gibi kanser tedavisi ülkemizin çözümsüz kanayan bir yarası da değildir bence. Dünyada kanser tedavisi için neler yapılıyorsa ülkemizde de aynıları yapılmaktadır. Ben hem kenardan kıyısından tıp mesleğine yakın duran bir kişi hem de babamın uzun ve karmaşık tedavi süreci boyunca gördüklerime ,yaşadıklarıma dayanarak bunu rahatça söyleyebilirim.
Nasıl korunabilirize gelince; bize düşen her hastalıktan korunmakta gerekli olduğu gibi, genel hijyen kurallarına uymak, mümkün olduğunca sağlıklı ve doğal beslenmek,kirli ve doğal olmayan ortamlarda uzun süreli bulunmamak.
Bence işin ruhsal boyutu da çok önemli : stresten, kinden, öfkeden, yersiz ve gereksiz korkulardan uzak durup gülümsemeyi ve sevmeyi ihmal etmemek... Hayata mümkün olduğunca olumlu bakmak güçlü bir bağışıklık sistemi için çok gerekli çünkü.
Hastalık korkuları yaratarak onları hayatımıza çağırmamalıyız...
Herkese sağlıklı günler dilerim :))
sayın eser ilhan paylaşımlarınız için teşekkürler. bu paylaştıklarınız zaten daha önce paylaşılmış olup şuana kadar da net bir çözüm oluşturmamıştır diye düşünüyorum. şekerin sebep olduğunu söylediniz. bunu tıp adamlarıda söylemektedir. tabi ki şeker tek başına kanser yapmıyordur herhaldeki diğer koruyucu önlemleri eklemişsiniz. bundan 30-40 yıl önce şeker yenmiyormuydu acaba... aslında ben üretimlerimizin ve tüketimlerimizin kontrolsüzlüğünü daha çok vurgulamak istedim. evet şundan bundan koruyalım kendimizi ama, kendimizi koruduğumuz şeyleri biz üretmiyoruzki. başkalarının ve yurtdışından ithal edilen ürünlerden kendimizi nasıl koruyacağız acaba. bahsettiğiniz şeker bile yurtdışından mısır şurubu olarak gelmekteymiş. tahıl yine yurtdışından, et bile yurtdışından ithal edilir hale gelindi. işte bu ve benzeri sebepleri nasıl düzeltip de hastalıklara davetiye çıkarmadan besleneceğiz. kanseri tadavi edecek başarıyı keşke işi başından sağlam tutup hücrelerimizi de sağlıklı gıdalarla beslesek daha az maliyetli olmazmı acaba. kanserin türkiyenin kanayan yarası olduğunu düşünüyorum, çünkü gün geçtikçe hasta sayısı azalmıyor tam aksine artıyor bu durum kanayan bir yaradır diye düşünüyorum. sağlıklı ve doğal beslenme diyorsunuz bunun için ne tür önlemler alınmıştır şimdiye kadar. piyasadaki ürünlerin denetimsizliği aşikardır. doğal ve sağlıklı ürün bulmak zor olduğu için herkes kendi üretimini kendisi yapacak herhalde diye düşünüyorum. tabii imkanları olanlar… imkanları olmayanlarda sağlıksız gıda tüketmiş olacaklar. gıdadaki bu denetimsizlik pek çok hastalığa davetiye çıkardığı için sağlık kuruluşlarımızın hepsi yoğun ve insanlar kuyruklarda sağlık hizmeti almaya çalışıyorlar. niyetim karamsar bir tablo çizmek değil, aksine aydınlık bir tablo için neler yapılabiliri konuşuyor olabilmekti... sevgiler
Eser İlhan
24-07-2012, 13:26
Sevgili gül, sorularınızı yanlış muhataba soruyordunuz. Bunların cevaplarını ben bilmiyorum, keşke bilebilsem. Globalleşme dedikleri işte bu olsa gerek.. Herşey alınıp satılıyor ; sağlık bile...
Ben ancak kendi konuma yakın sorularınıza elden geldiğince cevap bulabiliyorum ; ve evet belki çok şaşıracaksınız ama eskiden şeker yoktu... En azından masamızdaki kristalize, rafine beyaz şeker...
Şeker tadını bal ve meyvalar oluşturuyordu. Uzmanların söylediklerine göre bildiğimiz anlamda şeker 100-150 yıldır sofralarımızda ve kanımızda...
Kolesterol yüksekliğinin de , şeker hastalığının ve insulin direncinin de, kanserin de en önemli etmenlerinden biri rafine şekerdir. Bu konuda mesai harcayarak halkı aydınlatmaya çalışan çok değerli hekimlerimiz var. Onların yazılarını internetten bulup okursanız kafanızdaki birçok soruya yanıt bulabilirsiniz diye düşünüyorum :)
kaç gündür biz korkusuyla yasiyorduk.kuzenime kanser olma ihtimali soylenmisti.yani lösemi.daha 1 bucuk yasinda.korkusu bile yetti bizi kahr etmeye.bugun sonuclar aciklandi neyseki yokmus birsey.yani cok kotu degilmis.ilac kullanmak zorunda.simdi daha iyi anliyoruz aileler neler cekiyormus.allah hastalara yardimci olsun, ailelerinede sabir versin.tum hastalarin iyilesmesi dilegiyle
sayın ilhan zaten direkt size soru sormadım ben. başta sadece fikir teatisinde bulunmuştum, sizde kısmen cevap vermeye çalıştınız. sizden direkt bir cevap beklemiyorum. cevaplaması gereken yetkilileri kısmen yazımda belirttmiştim. toplum olarak yaşadığımız bir sorunun duygu düşünce paylaşımıydı ve acaba ne tür çözümleri olabilirdi. sağlıklı günler diliyorum...
geçmiş olsun sayın türkan.
kuzeninizin tez zamanda sağlığına kavuşması dileğiyle.
sevgiler...
denizakvaryumu
24-07-2012, 15:31
Sn.gül-
Beslenme Bültenine hoş geldiniz. (http://www.beslenmebulteni.com/bes/)
linke ve linkin olduğu foruma bir göz atın derim.
günaydın
sayın denizakvaryumu
paylaşımlarınız için teşekkürler. özellikle sayın dr. yavuz dizdarın endişelerini ve tesbitlerini okuyunca bir vatandaş olarak endişelenmemek mümkün değil...görüldüğü gibi tıp otoriteleri bile gıdadaki kontrolsüzlüğü, denetimsizliği gözler önüne seriyor. bende tükettiklerime dikkat ediyorum ve zaman zaman araştırmaya çalışıyorum. ama sanırım toplumsal bilinçlenme gerek diye düşünüyorum. dilerim bu site ve sizler aracılığıyla bu bilgiler daha çok kişiye ulaşır da yetkililerimiz önlem alıp, genel bir düzenleme yaparlar...
yüreğinize sağlık
Sn.gül-
Beslenme Bültenine hoş geldiniz. (http://www.beslenmebulteni.com/bes/)
linke ve linkin olduğu foruma bir göz atın derim.
Bilgilerimizi geliştirmek, yenilemek için çok güzel bir kaynak..
''Kutu süt çocuklarda morfin etkisi yapıyor'', ''Köy tavukçuluğu yok edilmemeli'',
''Hapı yutarsanız, hapı yutarsınız '', ''Hastalığa, yaşlanmaya, kronik yorgunluğa karşı en basit çözüm: Derin bir nefes '', ''Kan grupları ve beslenme ilişkisi'', ''
Şeker uyuşturucu gibi, öldürüyor '' başlıklarını okudum..
Çok isabetli, özgür, bilimsel tesbitler..
Bir süre önce kolayıma geldiği için kutu sütüne geçmiştim (oysa şişe sütünün en ateşli savunucularından biriyim). Evim markete biraz uzak olduğundan kutu kutu alıp saklamak, evde elinin altında bulundurmak iyi oluyordu:rolleyes: Hem de yağsız sütün şişede olanı yok.
Derken önce kefir mayam bozuldu, ardından yaptığım yoğurt ve peynirlerde garip bir renk değişikliği farketmeye başladım. Yoğurt yoğurda benzemiyordu, peynir peynire. Kahvemin içine kattığımdaysa asla süt tadı alamıyordum. Baktım olacak gibi değil, sağlığımı korumak istiyorsam anam babam sütümü almaya başladım yine.
UHT' deki kefir mayasını öldüren her neyse bizlere, hele hele çoluk çocuğa, bebelere neler yapıyordur kimbilir.
denizakvaryumu
09-08-2012, 21:14
Havyar sever misiniz?
Ayıptır söylemesi, eskiden az da olsa yerdim. Bizim evin arkasında tutulurdu dünyanın en kıymetli havyarını sunan balık, morina (mersin balığı).Karadeniz’de yaşayan mersin balıkları yumurtlamak için Kızılırmak’dan içeri girmeye çalışırlarken, yakalanırdı.Dev balıklardı mübarekler. Ben diyeyim 100 kg., siz deyin 200...Vallahi avcı palavrası değil, 1.500 kiloluk morina var tarihte.
Kuyruğu bile Karadeniz illerini beslemeye yeterdi (bu biraz avcı işi oldu)Simsiyah, pırıl pırıl bir havyar çıkardı içinden. Güzelce işlenip, kutulanır, doğru yurt dışına giderdi.
Geçen gün bir marketin balık reyonunda gördüm. Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir. Baktım, Rusça ve kril harflerinin takliti ingilizce chaviar yazıyor kapakda.
Bir de mersin balığı resmi. Altında da, “original product of Russia” yazmışlar.Karadenizde mersin balıklarını bitirdik şükürler olsun. Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi’nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar.
Biz Türk usulu çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik. (Hatta yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik).Kavanozdan gördüğüm kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar. Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi. “Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.
Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytin yağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.Muhteşem, değil mi?Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme “doğala özdeş havyar” diye kakala.Satan adamın haberi yok.
Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz, sağolsunlar. İçinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay. Ama kendisi doğala özdeş.
Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor. Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor. Doğala özdeş gül!Zavallı bülbül!
Kayseri’nin en ünlü mantıcısına götürdüler, Kaşıkla diye bir yer. ‘Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mübarek.Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkıyor. “En iyi Kayseri mantısı burada” Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya. Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış.
Niye ki? Et mi bozuldu?Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı.Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya. Doğala özdeş!
Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor.Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar.
Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor.Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda.Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.
Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah!Nereden geliyor bunlar?Şili'den. Şili mi?Evet! Kaç gündür buradalar?3-5 gün oldu. Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor.
Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor.Hala kütür kütür. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:
Dane büyüklüğünü arttırır,Dane ağrılığını arttırır,Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir,Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir,Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar,Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir.Raf ömrü uzar.
Nedir bu?Sitokinin.Büyüme hormonu. Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar “ee benim çocuk erken kıllanıyor!” Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.
Adana’da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara. Şöföre soruyorum “bozulmuyor mu bu sıcakta süt?
”“Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal.Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor. Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor. Doğala özdeş süt!
Bu anlattıklarımın hepsi yasal. Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti. İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu.Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu. (beşer işte, unutacak elbet)
İnternetten pantalon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi. insan artık buDoğala özdeş!
Direnmek lazım. Bakkalı, manavı, kasabı, süpermarkete karşı korumak lazım. Semt pazarlarını kullanmak, pazarcı esnafıyla dostluk kurmak lazım. Hijyen, reklam, ambalaj illizyonuna teslim olmamak lazım. Bir de, son moda “doğal ürün – yöresel ürün pazarı” adıyla işin cılkını çıkartanlara karşı uyanık olmak lazım.
Ama en önemlisi, ara sıra doğaya çıkıp, derin derin nefes almak lazım.
Dilerim ki, Tanrı toprak ana ile gök babanın evladı olduğumuzu hatırlatmak için çok acı çektirmez.
GIDA'YA YABANCILAŞMA | Facebook (http://tr-tr.facebook.com/notes/ger%C3%A7ek-g%C4%B1da-inisiyatifi/gidaya-yabancila%C5%9Fma/441432339221845)
Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi. “Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.
Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytin yağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.Muhteşem, değil mi?Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme “doğala özdeş havyar” diye kakala.Satan adamın haberi yok.
Ülkemizde sadece sahte para kalpazanları değil, gıda kalpazanlarıda öylesine çok ki..
Kazandığımız paraların sahte olmasından çok ürkeriz ama, alınterimizin karşılığı kazandığımız paralarla satın aldığımız gıda maddelerinin sahte olup olmadığına pekte aldırış etmeyiz sayın denizakvaryumu..
Taklit, tağşiş gırla gidiyor gıda maddelerinde..
Özelliklede pahalı gıda maddelerinden büyük vurgunlar yapıyorlar..
Benim tanık olduklarım:
http://www.agaclar.net/forum/899073-post30.htm
Sahte çam fıstığına aldanmayın! - Posta (http://www.posta.com.tr/ekonomi/HaberDetay/Sahte_cam_fistigina_aldanmayin_.htm?ArticleID=4706 4)
Bu sahte çam fıstıklarını sanıyorum muhtelif bitki unlarını presleyerek yapıyorlar..İki parmağınız arasında azıcık ovalayınca un gibi dağılıyorlar..
...Yapılan araştırmalar, kırmızı meyvelerden vişnenin üstün özelliklerini ortaya koyuyor. Vişnenin, sahip olduğu özellikleriyle sağlık açısından inanılmaz faydaları bulunuyor.
Prof. Dr. Erkan Topuz - Genetik Kansere Çilek Ve Vişnenin Faydaları - Showtv Izle - Video Vidivodo (http://en.vidivodo.com/video/prof-dr-erkan-topuz-genetik-kansere-cilek-ve-visnenin-faydalari-showtv-izle/919112)
Doğal, organik olarak en kolay bulunabilen vişne ve dağ kızılcığını mevsiminde bol bolkullanmak gerek..
Çok yararlı bir konu. Tüm paylaşımları okumaya çalıştım. Görsel basından da yeterince takip ediyoruz , ancak bilgilerin hepsi bir bütün olarak önümüzde bulununca daha iyi olmuş. Kanserde etkili olan sadece beslenme değil, çevremizde bulunan kullanmamız gereken tüm ürünler riskli. Bundan bir elli yıl öncesinde insanlar neden daha sağlıklı böylelikle anlaşılmış durumda. Yaşam Sevgisinin yazdıklarına katılıyorum. Ruh ve beden sağlığımızı ihmal etmeden dengeli ve doğru beslenmek gerekiyor .
.. Ruh ve beden sağlığımızı ihmal etmeden.. .
Dürüst olanlar daha sağlıklı...
Yalan söylemek fiziksel anlamda insana zarar veriyor.
....
Bilim adamları, yalan söylemenin strese neden olduğunu, bunun da sadece insan psikolojisine değil, vücuduna da zarar verdiğini belirtti.
Dürüst olanlar daha sağlıklı - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=480214)
----------------------------------------
....Huzur bazen az parayla çok şeyler almak...bazen de gevrek bir simidi tam dört kişi paylaşmak ve kimi zaman aç gezmekti...
Huzur bazen gösterişten uzak, çok sakin bir hayat yaşamak ve kimsenin tanımadığı sıradan bir adam olmaktı...
...Yalan söyleyerek basamakları çıkmak, yorulduğunda ise birilerinin sırtına binerek dinlenmek, yalnızca zamanı kurtarmak ve alabildiğine uzaklaşmaktı huzurun sıcak gülümsemesinden...
Huzur bazen kaybedeceğini bile bile dürüst kalmak ve dimdik ayakta olmaktı...
http://www.siirkolik.com/denemeler/1905-huzuru-ararken.asp
denizakvaryumu
13-08-2012, 16:10
Arkadaşlar
Kemal Özer'in
Deccal Tabakta
ve
Şeytan Ye Diyor
adlı kitaplarını mutlaka okuyun...
Pankreas: Araştırmacılar gazlı içeceklerin pankreas kanseri olasılığını ikiye katladığını açıkladı.
Her organa farklı zarar veriyor - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=481634)
...Sürekli gelişmekte olan teknoloji, oluşan çevre kirliliği, sigara, UV... ve pek çok diğer etken sürekli olarak çeşitli toksik maddelerle karşı karşıya kalmamıza neden olmaktadır. Bu etkiler kendini serbest radikal oluşumuyla gösterir. Tüm bu nedenlerden dolayı dış etkilerle oluşan hastalıklar artmakta, genetik hastalıkların da çevresel etkilerle daha çok belirginleşmesine neden olmaktadır. Bu hastalıklara çözüm getirmek öncelikle bu hastalıkların oluşumunu engellemekle gerçekleşebilir. Bunun için de ilaçlardan öte alınan besinler önem kazanmaktadır. Serbest radikallerin etkilerini önleyen ve dietimizde sıkça bulunması gereken C vitamini ve E vitamini kanser ve kalp hastalıkları gibi toplumda erken ölümlerin başlıca nedenleri olan hastalıkların oluşumunu önlemektedir. Besinlerin dışında dışarıdan yapılacak takviyelerin de yararlı olduğu yapılan doz tesbit çalışmalarıyla anlaşılmıştır. Ancak vücudun hassas dengesi alınacak aşırı dozlarla bozulabilmekte, bunun sınırının konabilmesi gerekmektedir.
1970'lerle vitaminlerin öneminin anlaşılması 1980'lerde bunun uç noktalara ulaşmasına neden olmuş, kanser ve kalp hastalıklarının tedavisinde çok yüksek dozlarda vitamin alınımı başlamış ve o zamana kadar bilinmeyen yan etkiler yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştır. Günümüzde ise uygulanmış çok aşırı dozların bir yerden sonra yararı olmadığı anlaşılmıştır.
Bu hastalıkların aşılmasında antioksidant vitaminlerin etkilerinin büyük olduğu kesin olmakla beraber tek başına yüksek dozlarda vitamin almaktansa bu vitaminlerin ortak etkilerinin hastalıkların önlenmesinde daha etkili olduğu yapılmış olan pek çok çalışmayla tekrar tekrar gösterilmiştir. Bu nedenle serbest radikallerin neden olduğu hastalıkların önlenmesi ancak babaannelerimizin ağzından düşmeyen o "dengeli beslenme" ile olabilir.
SERBEST RADKALLER (http://www.genetikbilimi.com/gen/serbest_radikaller.htm)
KOENZİM Q 10 nedir:, hangi besinlerde bulunur:
KOENZM Q10 NEDR? | Prof. Dr. Metin ZATA (http://www.endokrin.org/Tr/content3.asp?m1=1&m2=12&m3=227)
denizakvaryumu
28-08-2012, 22:15
327809
Elektromanyetik Alan" konusunda doktora yapmış bir kişiyim.
Öncelikle dizüstü bilgisayarlarıni asla ve asla kucağınızda, dizinizin üstünde kullanmayın.
En çok manyetik alanı saç kurutma makinesi ve ütü yayar (bu aletleri kullanırken acele edin, işinizi çabuk bitirin.
"Yatak odalarında televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu bulunması tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlıdır. Havayı iyonize eden elektromanyetik alan yüzünde
n çoğu zaman bir koku ile algıladığımız ancak gözle göremediğimiz elektrik yüklü parçalar havada asılı kalırlar.
Saatlerce havalandırsanız bile tam olarak ortamdan süpürülmezler, her nefes aldığınızda ciğerlerinize bu parçaları çekiyorsunuz demektir.
Elinizin hemen altındaki klavye ve Mouse ise her hareketinizde elektrik sinyalleri gönderir. Mutlaka kablolu mouse kullanınız. . Aynı şekilde uzun süreli klavye ve mouse kullanımı maalesef bilekleri ve eli deforme etmektedir. "RSI (Repetitive Strain Injury)" denen sürekli aynı bedensel hareketlerin tekrarıyla oluşan eklem rahatsızlıkları ve "Carpal Tunnel Sendorumu (tekrar eden hareket sendromu )" ciddi sonuçları olan ve ameliyat gerektirebilen hasarlar verirler.
Lazer baskı yapan yazıcılar, çalışmaları sırasında ozon gazı üretirler.
Uzmanlar kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının, manyetik alanın zayıflattığı bünyelerde oluştuğunu söylüyorlar.
Mesela çoğumuzun kullandığı Bluetooth kablosuz bağlantısı için HP firmasının resmi kitapçığı "lütfen sağlığınız için bir metreden kısa mesafede Bluetooth kullanmayın” diyor.
Eğer bütçeniz yetiyorsa LCD dediğimiz ince ekranlardan alın. Bunun radyasyon seviyesi daha düşüktür.
Bilgisayar kasanızı bedeninizden uzak tutun. Kabloları mümkün olduğunca uzun tutarak çevrenizdeki boş alanı uzatın, Bilgisayar masanızı metal aksamdan değil, ahşap ve elektrik yükü tutmayacak şekilde oluşturun.
Bilgisayarınızın bağlı olduğu prizi mutlaka topraklı yaptırın.
Günde bir kaç saatten fazla keyif, oyun ve web gibi zorunlu olmayan aktiviteler için bilgisayar karşısında zaman harcamayın.
Son olarak, bilinen tüm elektronik cihazlarda elektromanyetik alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim.
Bu ametist kristalleri belli aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler."
Sevgili okurlar, ben şahsen Balıkesir Dursunbey Güğü Köyü'nde çalışırken, köyde ametist madeni olması nedeniyle, bol miktarda ametist kristali edinmiştim.
VE EN ÖNEMLİ KONU: . . . Eğer acil servis doktoru falan değilseniz, cep telefonunuz uyuyacağınız odada asla açık olarak kalmamalı. Gece siz uyurken Yatak Odanızdan en az 10 metre uzakta olmalıdır!!!!
Yapılan araştırmalara göre 20 dakika boyunca cep telefonu ile kesintisiz konuşanların, bir sağlık kuruluşunda beyin kontrolünden geçmesi gerekiyor. Nitekim telefon ile konuşurken sınırı aştığınızda hep başınız ağrır.. Unutmayınki , konuşurken de telefonun patlama gibi bir tehlikesi vardır . . . Mutlaka KULAKLIK KULLANIN ! ! !
Telsiz telefonlarda da benzer tehlikeler mevcut, ev telefonunuz telsizse değiştirin, kablolu alın.
Çamaşır ve bulaşık makineleri çalışırken yanında durmayın ( mesela bulaşık makinesini çalıştırıp yanındaki masada keyif çayı içmeyin veya masa keyfi yapmayın ), çünkü çok manyetik alan yayarlar. Özellikle çamaşır makinesinin, çamaşırları döndürme aşamasında hemen uzaklaşın.
Son olarak; kullanmadığınız aletleri fişten çekin. Yapılan araştırmaya göre, "stand by" da yani bekleme modunda kalan aletler, gene elektrik tuketıyorlar. Ve ABD'de bekleme modunda tüketilen elektiriğe " vampir elektirik" deniliyor. Bu da gösteriyor ki elektronik aletler fişten çekilmediği, en azından güç düğmesinden kapanmadığı sürece bizim için tehlike yaymaya devam ediyor.
Tüm bu aletlerin neden olduğu masraf ve küresel ısınma yetmiyormuş gibi, bizi de tüketiyorlar yavaş yavaş.
(Dç Doktor Ayşegül yıldız)
Facebook'a Hoş Geldin - Giriş Yap, Kaydol veya Daha Fazla Bilgi Al (http://www.facebook.com/#!/pages/D%C3%BC%C5%9F%C3%BCn%C3%BCnce-Sanat/160933600610543)
...Amerika'da yaşayan Türk bilim insanı kanserde çığır açacak bir çalışmaya imza attı. Dünyanın en iyi eczacılık fakültelerinden biri sayılan ABD'deki Illinois Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nin ilk kadın profesörü Hayat Önyüksel, kanserli hücreleri tamamen yok eden bir ilaç geliştirdi.
...Geliştirdiğimiz ilaçların en büyük avantajı sadece hasta bölgeye hedeflenmesi ve sağlıklı bölgeye hiçbir zarar vermemesi. Böylece yan etkileri söz konusu değil.
...Eğer gerekli yatırım yapılırsa önümüzdeki 5 yıl içinde insanlar üzerinde de deneyip piyasaya sürebileceğiz.
...Tıp çok hızlı ilerliyor. Bu hızın devam etmesi halinde kanser çok öldüren önemli bir hastalık olmaktan çıkıp ikinci seviye hastalığa düşebilir.
...Prof. Dr. Hayat Önyüksel, özellikle meme kanseri üzerinde yoğunlaştığını belirterek şunları söyledi: "Ancak geliştirdigimiz hedefli nanomedicine pankreas, prostat gibi lokalize olan diğer kanser türlerinde de etkili oluyor.
...Türkiye'den hiç istemeyerek, mecbur kaldığı için ayrıldığını söyleyen Prof. Dr. Hayat Önyüksel, "Ama Amerika'da yaptıklarımdan çok mutlu oldum. Bundan sonra Türkiye'ye gelmeyi düşünsem bile bu pek mümkün değil. Orada kurulu bir düzenim var. Buraya dönmek her şeyi sıfırdan başlamak gibi olur benim için.
Türkiye daha işin başında ve kuruluş safhasında. Ancak ileride daha güzel çalışmalar çıkacaktır. Türkiye'ye benim gibi belli seviyeye gelmiş kişilerden ziyade yeni yetişmiş enerji ve fikirlerle dolu kişileri bulup iyi olanaklar verilmeli. Bu şekilde başarı elde edilmesi mümkün" dedi.
Türk profesör kanseri yendi - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/index.php?p=487915)
engin_engineer
11-09-2012, 22:42
Kanser Tedavisinde Kefir - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=7nX1RxjY4rU&list=UUWd_DzW9HPg_ejVXQ5tx8qQ&index=6&feature=plcp)
denizakvaryumu
20-09-2012, 13:40
Farelere bunu yapt, insanlara? | GAZETE VATAN (http://haber.gazetevatan.com/farelere-bunu-yapti-insanlara/481962/7/Yaşam)
Neden GDO lu ürünlere HAYIR dediğimiz sanırım şimdi daha iyi anlaşılır.
Hillbilly
18-10-2012, 20:49
Maalesef bu kanserojen hayatı geride bırakamadığımızdan ilk olarak yapmamız gereken iş büyük ya da küçük bir toprak parçası üzerinde kendi bahçemizi oluşturmak bence.
1) Mutlaka bir bahçeye gidip bitkilerle vakit geçirin, çapa yapın, budama işiyle uğraşın ve dalından meyve tüketin. Bu inanılmaz bir toparlanma sağlıyor insan vücudunda. Bir hafta sadece bu tür işlerle meşgul oldum ve tam 3 kilo verdim üstelik çok ilginç bir şekilde sadece karın bölgesindeki yağlar kayboldu. Bahçede iş hiç bitmez bu da bir avantaj bence :)
2) Orman meyveleri dedikleri ki inanılmaz çeşitlilikte türleri var, örneğin alıç, böğürtlen, derdağan, (küçük minicik armutlar var mesela burada şekok diyolar), taş armudu, yaban mersini, gojiberry, kuş üvezi, Karayemiş, Goumi vs. bu ve benzeri türleri mevsiminde belki biraz da kurutup geç kışa kadar tüketin.
3) Her sabah kahvaltıdan önce bir tatlı kaşığı elma sirkesi için
4) Bir ya da iki adet bahçenizde arı kovanı bulundurun, hem meyve ağaçlarınız sağlıklı bir şekilde tozlanır hem de kendi saf balınızı elde edersiniz ki böyle bir bal ilaç gibi gelicektir.
5) Yazın kendi bostanınızda yetiştirdiğiniz sebzelerle ve otlarla beslenin. :)
KANSERE ÇARE BULAN ADAM – DR. ROYAL RIFE
KANSERE ÇARE BULAN ADAM – DR. ROYAL RIFE « Kuraldışı Dergi (http://www.kuraldisidergi.com/5126/kansere-care-bulan-adam-dr-royal-rife/)
Kanserde en önemli etken dengeli, doğru beslenmedir:
Kanserin genel sebepleri:
Dengesiz beslenme % 35
Sigara % 30
Enfeksiyon hastalıkları % 10
Mesleki nedenler % 4
Alkol % 3
Çalışma yerinin tozlu ve pis oluşu % 2
Gıdalara konan katkı maddeleri % 1
Yukarıdaki oranları toplayınca yüzdesel olarak 85 yapıyor. Sanıyorum %15 lik pay özel hastanelerin. Kapılarından girdiğiniz anda zaten potansiyel kanser hastasısınız.
Ayşe Yıldız
26-11-2012, 08:41
Kanser de bitkisel ilaçların yani kısaca bitkilerden yapılan çayların, içeceklerin,...vs iyileştirmede ki etkisi nedir?
Şimdi bu sorumun cevabını ilk önce kendim vereyim. Belki hiç bir etkisi yoktur, belki de kişinin kendisiyle alakalıdır iyileşme süreci.
1985'li yıllarda halamın kızının lösemi olduğunu biliyorum. Bütün varını yoğunu onun uğrunda harcadılar. Hatta eniştemiz işinden kaytarıyor diye yanındaki arkadaşları işten attırdılar ve bu süreç çok zor hale geldi. Hem maddi hem de manevi çöküntü yaşadılar. Bu süreç içerisinde kemoterapi görmeye başlayan hala kızının saçları bir gecede yastığının üzerine dökülüvermiş. Üzücü bir durum bu, hem aile için hem de minicik bir çocuk için. Sonra bir Lokman Hekim kulaklarına çalınmış. İşte umut burda başlıyor. Onların yaptıkları ilaçları ( tatları zehir gibiymiş) yani demlenen çayları fincan fincan içiriyorlarmış. Kendisi de iyileşeceğim saçlarım yeniden çıkacak umuduyla içyormuş bunları. Tabi bunun yanı sıra kemoterapi görmeye devam ediyor. Sadece bitkilerden doktorların haberi olmuyor. Ve 1-2 sene içerisinde hastalığından eser kalmıyor. Bunun sonucuna doktorlar bile şaşırıyorlar. O yıllarda gazetelerde yayınlanıyor kanseri yenen mucize diye. Şimdi evli, mutlu, çocuklu...
Şimdi iyileşme sürecindeki en etkili yöntem doktorlar mı? bitkisel ilaçlar mı? yoksa çocuğun iyileşmeyi gerçekten istemesi ve moralinin çok iyi olması mı? Bunun cevabı bilinemez belkide bir bütündür.
Günümüzde kanser=ölüm düşüncesinden dolayı hastalarımız gerçekten morallerini yüksek tutamıyorlar. Allah hepsine de acil şifalar versin.
Bugün 93 yaşındaki dedem ameliyata girecek kanserden. Küçük büyük dinlemiyor nedense bu hastalık. Ama can bu ya korkuyormuş ameliyattan ve helalleşiyor evlatlarıyla... :(
Yakınlarınızın yaşadığı acılar için üzüldüm Ayşe Hanım, inşallah sağlıklı olarak sürdürürler hayatlarını..Halanızın kızı için sanki entegre tıp tatbik edilmiş..Bakın, bu konuda bir fikir verir diye aşağıdaki yazıyı okumanızı öneriyorum:
BUMERANG ETKİSİ
Ersin İpek
Geleneksel Batı tıbbı hastalık teorileri üzerine organize olur. Yani onlara göre bir insanın hasta olma sebebi, o hastalığın kendisidir. Bu modele göre de her hastalık bağımsız ve kendi başına buyruk bir şekilde var olur. Onlara göre hastalığa yakalanan insanın ya da çevrenin bir önemi yoktur. Odaklanılması gereken sadece hastalık vardır. Dolayısıyla hasta değil, hastalık tedavi edilir. Üretilen ilaçların çoğu da hiperaktif duruma geçen hücrelere kılıf giydirerek, onları fonksiyonlarını yerine getiremez hale getirip pasifize etmeyi amaçlar. Bu ilaçların yan etkileri çok fazladır. Hatta sonuçları ölümcül de olabilir. Harward Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre sadece ABD’de her yıl doktor hatası yüzünden yüz seksen bin kişi hayatını kaybediyor.
Modern dünyada bu tür hasta ölümlerinin çoğunun nedeni, doktorların hastadan çok hastalığa odaklanması ve buna göre ilaç yazması.
Alternatif tıp denen Doğu tıbbına gelince… Bir tarafta beş bin senelik geçmişi olan, kanıtlanmış ve denenmiş, hâlâ da başarıyla uygulanmakta olan, örnekleri belgelenmiş tedavi yöntemi diğer tarafta da yüz, en fazla yüz elli yıllık geçmişi olan Batı tıbbı… Ama haritanın sağında kalan kısma alternatif deniliyor. Ben buna çok gülüyorum.
Yazıya yine Batı’nın anlayacağı dilden devam edeyim. Alternatif denen Doğu tıbbı, Batı’nın “Bir ölçü tüm bedenlere uyar” mantığının tersine hareket eder. Alternatif tedavi yöntemi, onları Batı tıbbından ayıran karakteristik bir özelliğe sahiptir. Hastalığa kişinin kendi hayatında yaşadığı şahsına münhasır dinamik bir olay; denge ve ilişki problemi; hasta ile çevresi arasındaki uyumsuzluk olarak yaklaşır. Hastalığı anlamaya yönelik bu yaklaşıma biyografik yaklaşım denir.
Hastalığa biyografik açıdan baktığımızda, “hastalık” kendi başına hiçbir bağımsız gerçekliğe sahip değildir. Şifa verenin görevi, hastalığı teşhis edip hastalığın mevcudiyetine müdahale etmek değil, her bir özel durumda hasta ile çevresi arasındaki uyumsuzluğu belirleyip bunları düzeltebilmektir. Bu sonuç her kültürde değişik şekilde tanımlanabilir. Kimisi mucize der, kimisi doğadan ya da evrenden gelen bir şifa der. Ancak ne denirse densin odaklanılan hastalık değil, her zaman hastanın kendisi ve hastalığa neden olan etkenlerdir.
Entegre tıp ise hastalığa hem biyografik açıdan yaklaşır hem de modern bilime ait devasa veri tabanını kullanır ve bu şekilde çok çeşitlilik gösteren kişiye özgü bu uyumsuzlukları tanımlama imkânı bulur.
Bu uyumsuzluklar daha çok beslenmeyle, çevreyle ve sosyal durumla alakalıdır. Kanserin genetik olduğunu Batı tıbbı bas bas bağırsa da, genetik olan hastalıklar değil davranış biçimleridir. Örneğin kanser olan ikizlerden birini daha uygun bir ortamda büyütürseniz, diğerine göre yaşama şansının artacağını ve iyileşeceğini gözlemlersiniz. Dolayısıyla çocukların biyolojik ailesi değil, beraber büyüdüğü ailesi etken olandır.
Entegre tıp sağlığınızı geliştirmek için dört şeyi geliştirmenizi ister: kişisel ilişkiler, beslenme, çevre ve doğuştan gelen kendi kendinizi iyileştirme mekanizmanız.
• Batı tıbbına göre sağlık demek ağrılardan, belirtilerden ve fiziksel ya da zihinsel rahatsızlıklardan kurtulmak demektir. Doğu tıbbına göre ise sağlık beden, zihin ve ruh arasında tam bir uyum sağlamaktır.
• Batı tıbbında sağlıksız olmak, bir neden ve belirtiden dolayı bedensel yapıda oluşan bir kusurdur. Doğu tıbbına göre ise bu vücudumuzda dolaşan doğal enerjinin (çi) dengesini kaybetmesidir.
• Batı tıbbına göre belirtiler hastalığın işaretidir ve hemen yok edilmesi gerekir. Doğu tıbbına göre ise belirtiler hastalığı iyileştirmek için vücudun gösterdiği çabadır.
• Batı’ya göre hastalığın nedeni vücuda dışarıdan etki eden hastalıklı bir şeydir. Doğu’ya göre Çi enerjisini uyumsuz hale getiren herhangi bir harekettir.
• Batı tıbbı sağlıklı yaşamayı empoze etmekten çok tedavi etmeye odaklanır. Doğuya göre kişinin görevi hastalığı önlemek için sağlıklı ve uyum içinde bir yaşam sürmektir.
• Batı’da doktorlar araba tamircisi gibi çalışır. Gelen hastaya mekanik, bozulmuş, yolda kalmış bir araç gibi yaklaşır. Doğu’da hekimin görevi hasta olduklarında onları iyileştirmek yerine onlara yol gösterip sağlıklı kalmaları için asistanlık etmektir.
• Batı’da tedavinin amacı belirtileri ilaçla yok etmek ya da ameliyat etmektir. Doğu’da ise her şekilde yaşamsal değişiklileri dengeye sokmaktır.
• Batı tıbbının yegane gücü yapısal travmalara, kusurlara ve hayati tehlikesi olan hasatlıklara karşı ilaç ve ameliyatla müdahale etmektir. Doğu tıbbının en güçlü özelliği ise kronik denen hastalıkları önlemeye ve anlamaya çalışmak, yaşam tarzını düzenlemek, beden ve zihin dengesini sağlayıp korumaktır.
Yeri gelmişken “kronik” lafına değinmeden edemeyeceğim. Batı’da kronik hastalık demek, hastaya “Sen hiçbir zaman iyileşemeyeceksin, ömür boyu verdiğim ilaçlara mahkumsun” demektir. Hastanın iyileşme gibi bir ümidi yoktur, hastalığını kabul eder ve onunla yaşar, onu hep içinde var eder. Bu yüzden hasta kişi yaşam kalitesini iyileştirme yoluna da gitmez. İlaçlara teslim olmuş durumda hayatını sürdürür. Batı tıbbının ve tabiri caizse ilaç mafyasının kurduğu düzen de budur. Bir hastayı bir ayda iyileştirmek ya da belli bir sürede tamamen iyileştirmek işlerine gelmez. Bunun yerine Batı pazarlama taktiği olan “müşteri sadakatini” yaratıp, onları ilaca bağımlı kılıp sürekli getirisi olan bir gelir kapısı elde etmek en mantıklısıdır.
Nasıl olsa ilaç alıyorum deyip kimse beslenmesine dikkat etmiyor, ruh sağlığını korumuyor, egzersizini yapmıyor, yaşam kalitesini artırmıyor. Örneğin, nasıl olsa hap alıyorum diyen kalp hastası, yağlı yemekler yemeye ve sigara içmeye devam ediyor. **** iğneye güvenen şeker hastası, baklavaları ve rakıyı götürmeye devam ediyor. Buna “bumerang” etkisi deniyor.
Yaşlı insanların çantalarından çıkardıklarına ya da evlerine gittiğimde mutfak masalarına bakar oldum. Hepsinde de her gün kullanacakları ilaçları düzenli korumaları için özel tasarlanmış bölmeli kartvizitlik gibi ufak kutucuklar var. Bir de şirin yapmışlar sormayın. Bir ilacın vakti geçecek diye ödleri kopuyor. Sanki içmezlerse biri onları cezalandıracakmış gibi vaktini hiç kaçırmıyorlar. Yine çok sevdiğim bir abimiz var, şeker ve kalp hastası. Rakısını, pastırmasını, baklavasını sofrasından eksik etmez. Ama bunları yemeden önce iğnesini olmayı da ihmal etmez, o yüzden de her şeyi yiyebilir. İğne koruyucu güç kalkanı gibi bir şey onun için.
Asıl acı olanı, Doğu tıbbı ve geleneksel Çin tıbbı Batı’da ne kadar yaygınlaşmaya başladıysa, bir o kadar da Çin’de Batı tıbbı yaygınlaşmaya başladı. Çin gençliği Batılı yaşıtlarına özeniyor. Çinliler geleneksel Çin tıbbı diyeti uygulayıp, 100 gün belli hareketler yapmak yerine bir hap yutup iyileşmek ve istediklerini yemeye devam etmek istiyorlar. Çin’de eğitim aldığım ve bir süre evinde kaldığım ustam, ilkokula giden çocuğunu gösterip bana şöyle dedi. “İyi bir eğitim alsın diye onu yabancı dille eğitim veren bir okula yazdırdım. Şimdi artık çocuğumu tanıyamıyorum. O artık bir Çinli değil.”
Mesela safrakesesinde taş olan birkaç kişiye yardım ettim ve iyileştiler. Ama pek çoğu da bu yardımı reddetti. Çünkü on günlük bir diyet; akşamları uygulanması gereken takviyeler ve belli hareketler içeriyordu. On günlerini buna ayırmaya üşenip, yediklerinden fedakârlık edemedikleri için (belki de onlarda yeteri kadar güven uyandıramadığım için) ameliyat masasına yattılar ve safrakeselerini aldırdılar. Onlara kızamam, herkes seçiminde özgürdür. O yüzden şifayı sadece onu talep edene vermek gerekir. Israrcı da olmamak gerekiyor. Şifa verme yetisi size “Şindler’in Listesi” sorumluluğunu yüklemesin. Hayat denge üzerine kurulu unutmayın.
Başta insanların sebepsiz yere ameliyat masasına yatmalarına çok içerliyordum. “Safrakesesi ameliyatı olana bademcik ameliyatı bedava” ya da “Bademcik ameliyatı olanın bir yakınını da aynı anda ameliyata bedava alıyoruz” gibi kampanyalar görsem şaşırmayacak hale gelmiştim. Hastaneler tam anlamıyla birer ticarethaneye dönüşmüş durumda. “Nasıl olsa sigorta ödüyor, tasalanacak bir şeyiniz yok” deyip insanları gereksiz yere ameliyat eden bir dolu yemin etmiş doktor ve hastane var. Ama bunu kabul eden insanlar dediğim gibi seçimlerinde özgür olan insanlar, hatta alternatifi sunulmasına rağmen. Bu yüzden kendimi bazen doğada belgesel çeken kameramanlar gibi hissetmeye başladım. Onlara da önceleri kızardım. Yok doğanın dengesini bozmamak için karışmıyorlarmış falan filan diye. Sonra baktım herkes aslında bir kameraman hayatta. Yardım edebildiğine edebiliyorsun ama seyirci kaldığın, kabullenmek durumunda kaldığın durumlar da oluyor.
BUMERANG ETKİSİ « Kuraldışı Dergi (http://www.kuraldisidergi.com/4425/bumerang-etkisi/)
gençbakış
28-12-2012, 10:13
Bu forumda ilk mesajım herkeze merhabalar.
Kanser önceki paylaşımda da bazı arkadaşlarımızın paylaştığı gibi adı soğuk vede çok soğuk bir rahatsızlık. bu rahatsızlığa yakalananlar belkide bu korkutucu isminden dolayı bir türlü kendini toparlayıp stres den uzak kalamıyorlar.. piyasada olan ilaçların çoğununda ticari ranta dayalı olduğunu düşünüyorum. aslında alman bilim adamı otto warbung normal hücrelerin %35 oranında oksijenden maruz kaldığında 17 saat sonra kanserli hücreye dönüştüğünü keşfederek alanında nobel ödülü kazanmış bir bilim adamı. kanserin oluşumundaki bu nedenin tek nihai etken olduğunu da o tarih de belirtmiş bir araştırmacı. o günden bu güne bu konuda nedense yeterince araştırma yapılmamış , nedense bu yönde bir tedavi modeli gelişmemiş. vücudunuzu bir akvaryum gibi düşünün siz içinde yüzen balıklarsınız akvaryum suyu pislendikçe oksijenini yitirdikçe biz balıklara ne kadar ilaç verirsek verelim ortam (akvaryum) kirli olduğundan dolayı bu metot ya işe yaramayacak **** kısa süreliğine etki edecektir. yalnız biz akvaryumun suyunu değiştirip hasta olan balıkları o akvaryuma alıp akabinde de akvaryumun bakımını PH dengesini sürekli ayarlarsak balıklar sağlıkla duracaklardır. işte aynı bunun gibi kanser zaten pis akvaryumdan oluyor biz ilaç alıp alıp bu akvaryumu dahada kirletiyorsak kanser için başarı şansı elbetteki bence çok düşük kalabilir ancak ve ancak PH yönünden yüksek alkali su tüketmek , aynı oranda bazik oranı yüksek Sebze meyve sularından faydalanarak ortamımızı ortamımızı PH 8,5 değerinin ve yukarısında 1 ay ve üzerinde tutarsak ALLAH ın izniyle bu oksijensizlikten kanser illetinden tamamen kurtulabiliriz. bu şekilde internette yapılmış epey tedavi mevcut. bu tedavi sırasında morali bozmak üzülmek yerini neşe ve kahkahaya bırakmalı neşe kahkaha mutluluk da vücudumuzun PH oranını arttıran duygu ve düşüncelerdir. aksine üzüntü mutsuzluk öfke ise vücudumuzu asidik orana götürür. kısaca ph yükseltmek için neler yapılabilinir. hemen belirteyim Asidik yiyecekleri hayatımızdan çıkartmalıyız en azından hastalık geçene kadar sonrasında %20 oranından alkali besinlerle birlikte tüketilebilinir. Sabah kahvaltından 1 saat önce **** kahvaltıdan 2 saat sonra 1 su bardağı içme suyunu kaynatıp 1 çay kaşığı sodyumbikarbonat la çözüp ılınınca içmek bunu 1 hafta öğle ve akşamda aynı şekilde yapmak 1 haftanın sonunda PH değerimizi 8,5 üzerine çıkaracaktır. sonraki 3 hafta günde bir **** iki kez karbonat almak kafi gelecektir. peynir yoğurt süt kefir et sucuk salam sosis vb rafine gıdalardan mümkün olduğu kadar uzak durmak mevsimine göre ucuz olan o zamanın mevsimidir prensibiyle pazardan bol bol yeşillik tüketmekde çok faydalı olacaktır. bulabilen arkadaşlar acı kayısı çekirdeğinden günde 3 ile başlayıp günde 7 adet yiyebilirler. bu şekilde ph ınızı yükselterek 40 gün geçirdikten sonra tahliliniz yaptırıp buraya sonucu yazmanızı rica edeceğim.. Herkeze RABBİM acil şifalar versin.
Merhaba,
Geçtiğimiz mayıs ayında annesini pankreas kanserinden kaybetmiş biri olarak o süreç boyunca yaptığım araştırmalar ve annemin hayat tarzını karşılaştırarak aslında kanser hakkında uzmanlarca yapılan açıklamaların çok da tutarlı olmadığını düşünüyorum. Şöyle ki; pankreas kanserinin birinci sebebi olarak gazlı içecekler ve aşırı kırmızı et tüketimi gösteriliyor. Anneme bakıyorum kola içmişliğini hiç görmedim, çay içerdi, tek içeceği çaydı diyebilirim. Yine sebeplerden biri kalıtsal faktörler deniyor ancak ailesinde herhangi bir kanser vakası yok. Sağlıklı beslenme konusu ise en ilginci. Çünkü annem kırmızı eti hiç sevmezdi, en sevdiği ot yemekleriydi. Tükettiği gıdalar özenle seçilmiş organik gıdalardı. Babaannemin köyden gönderdiği yoğurtlarla, tereyağlarıyla beslendik. Köyde öğretmenlik yaptığı için yumurtamızı, tavuğumuzu, etimizi, sebzelerimizi annem oradan getirirdi. Ayrıca Samsun'da oturduğumuz uzun yıllar boyunca alışverişlerimizi sürekli köylü pazarından emin olduğumuz köylülerden yaptık. Emekli olup Tokat'a yerleştikten sonra ise bir çok sebzemizi kendimiz yetiştirdik, 3 tane tavuk aldık, yumurtamızı onlardan edindik. Bunları kanser olmaktan korktuğumuz için de yapmadık, doğru olanın bu olduğuna inandığımız ve bundan zevk aldığımız için. Beyaz ekmekten hiç hoşlanmazdı varsa kahverengi ekmek yer yoksa da yemezdi. Şekerli şeyleri hiç sevmezdi, tatlı evimize ayda yılda bir girerdi, biz de sevmezdik. Tüm sebzelere, zeytinyağlılara bayılırdı. Belki ağzından giren tek zararlı şey sigaraydı.
Cep telefonu ve bilgisayar kullanmaya ben çalışmak için yurtdışına gidince benimle konuşabilmek için başladı. Örgü örerdi devamlı.
Yerinde duramayan aktif bir insandı bahçesiyle, çiçekleriyle uğraşırdı, otobüse binmezdi şehir içinde, gideceği yerlere hep yürürdü.
Hayatındaki tek zararlı alışkanlığı sigara iken bir insanın en nadir rastlanan kanser türlerinden birine yakalanması çok ilginç değil mi? Tek başına sigara bir insanı kanser edebilir mi? Ki olan dumanı dışarı verirdi, dudak tiryakisiydi.
Ancak annemin hayatında onu çok üzen bazı şeyler vardı. Büyük şoklar ve mutsuzluklar yaşadı. Bence o dönemlerde vücudunun bazı dengeleri devre dışı kaldı, yani vücudu kendini unuttu ve işte o hücreler o zaman aşırı çoğaldı.
Kanser tedavisi gördüğü 7 ay boyunca umudunu hiç kaybetmedi, hep eve dönüp bahçesindeki güllerini budayacağı günü bekledi. Tokat'taki yakınlarımızdan bahçemizin fotoğraflarını istedi baharda, onlara bakıp özlemini giderdi. Azıcık kendini iyi hissettiğinde bize en sevdiğimiz dolmayı sarmaya kalktı. Yani son 15 güne kadar hep umutla yaşadı. İyileşmeyi çok istedi.
Ama olmadı ve 5 mayısta gözlerini yumdu... Şimdi en sevdiği çiçeklerle dolu bahçelerin içinde...
Bütün bunların yanında kanserli hastaların bazılarınca ne kadar değerli olduğunu gördüm. Peşimizden koşan insanlara şahit oldum. Neden mi? ****** kazanç sağlamak için ki bunlar o sektörün en ucundakiler, eczacılar. Bazı eczanelerin hastanelerde 7-8 belki daha da çok elemanı var, hastalar kapışılıyor, ilaçlarınız ayağınıza geliyor, hastanede her işinizi görmeye hazırlar, ilacınızı Ankara'nın bir ucundaki evinize dahi getiriyorlar. Zincirin en ucundakiler bunları yapabiliyorsa en tepedekilerin neler yapabileceğini siz düşünün, neden bu hastalığın çaresi bulunsunki...
Hillbilly
28-12-2012, 11:53
Sayın jeozuu öncelikle Allah rahmet eylesin, sabırlar diliyorum size ve ailenize. Evet yaşam döngüsü ve algısı çok karışık ve bazen anlamsız geliyor insana, an oluyor tam bir kaos ve rastgelelik an oluyor muhteşem bir denge ve değişmeyen yasalar bütünü. Sadece olumlu yanlarını ve tutarlılıklarını düşünseniz dahi oldukça tutarsız. Yalnız yazınız hani şu kuzey ülkelerindeki devasa mavi göller gibi berrak, kelimelerinizde gölleri besleyen ve kayalara şiddetle çarpan ırmaktan sıçrayan su damlaları gibi geldi bana. Nehir kenarında oturan bendenize yağmur çiseliyor hissi veriyor. Bu hissi çok iyi bilirim çünkü iki büyük nehrin kesiştiği bir yerde yaşıyorum. Olayı çok net anlatmışsınız tam ben de rafine şekeri hayatımızdan nasıl çıkarırız yoksa Akçaağaç şurubu mu kullanmalıyız gibi bir düşünceyle bu sayfaya yaklaşırken şunu anladım ki insan önce manevi dünyasındaki çatışmaları durdurmalı daha sonra bu bir tür sanal gerçeklik uzayındaki hayatını tüm canlılarla barış içinde ve dürüstçe yaşamalı. Bunun dışında annenizin gittiği yerlere gidecek olan muhtemel yolcular olarak, oraları merak etmiyor da değiliz. Belki biraz felsefe ve sessizlik şu anda iyi gelebilir. Bence en değerli duygu huzurdur ve aslında tüm insanoğlu bunun için savaşır ne tuhaf değil mi?
Çok teşekkür ederim Sayın Hillbilly...
İsmail Karagülle
28-12-2012, 15:18
Kanser hakkında bilinenler sadece istatistiki bilgiler. Bu istatistiki bilgilerden hareketle sebep sonuç ilişkisi kuruluyor. Bu da gerçek neden değildir. Gerçek neden bulunana kadar istatistik ile yetinmek zorundayız. İlaç firmaları kanser ilacından para kazanamaz hale getirilirse kanserin çaresi bulunur. Nasıl olur da ilaç firmaları bu tür ilaçlardan para kazanmaz.. Bilimsel araştırma yapan kuruluşlar , Üniversiteler devlet desteği ile bu ilaçları üretirlerse ve hastalara ücretsiz verilmesi kanunlaşırsa, ilaçlar para kazanma yolu olmaktan bir nebze çıkarılabilirler. O zaman kanserin çaresi bulunacak diye umut edebiliriz. Yoksa Global kapitalizmin elinde para kazanan iki sektörden(silah ve ilaç) biri olan ilaç sanayii , elindeki bu enstürümanı kendiliğinden yok etmez.
gençbakış
28-12-2012, 15:20
Sayın Jeozuu öncelikle başınız sağ olsun.. Sizi üzmeyecekse birkaç ek bilgide bulunmanızı rica edeceğim. Anneniz Sebze ağırlıklı mı yoksa et süt yoğurt vb. hayvansal gıda ağırlıklı mı beslenirdi. Suyu çok içermiydi? ve en önemlisi hiç karbonat kullanırmıydı?
Charlaux
28-12-2012, 19:00
Valla ilk mesajlari okuyunca korkuyorum;o kanserojen bu kanserojen :( Peki biz nasil yasayacagiz ?
Not: Benimkisi sitem degil yardim cagrisidir :rolleyes:
Peki biz nasil yasayacagiz ?
İlk adımlardan biri ''likopen'' zengini sebze ve meyveleri düzenli alarak kanımızdaki ''likopen serum düzeyini'' yüksek tutarak bazı kanser oluşumlarını frenleyebilir hatta engelleyebiliriz..
Özellikle prostat kanserli hastalarda likopen serum düzeyi düşük çıkmıştır..Likopen eşsiz bir koruyucudur..
Çiğ domates yerine pişmiş domatesi, salçayı, domates püresini, ketçapı tercih etmeliyiz..Karpuz, vişne, çilek, güzzeytini iyi bir likopen kaynağıdır..Eğer herhangibir hastalık nedeniyle ilaç kullanmıyorsanız, kış aylarında pembe greyfurt tüketimini alışkanlık haline getiriniz..
Yalnız bu hususta bir noktaya dikkatinizi çekeyim; ''lkopen'' suda ermez, yağda erir, vücudunuzun likopeni alması için bu gıdaları alırken aynı zamanda bir tatlı kaşığı sızma zeytinyağını almayı ihmal etmeyiniz..
Bakın, altta çok değerli bilimsel bir kaynak var, orada ''likopen ve diğer karatonoidler, sağlıklı prostat hücreleri arasında iletişimi arttırmak suretiyle tümör büyümesini durdururlar.Bir diğer ve en çok onaylanan teori ise likopenin antioksidan etkisidir.Likopen DNA hasarı ve kanserin sebep olduğu terörize edilmiş serbest oksijen radikalleri için çöpçü gibi çalışır.Likopen prostat hücrelerinde yüksek miktarda bulunur'' diye yazmaktadır..
Aynı durum pankreas için de geçerlidir..
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:_5UM27kPZZUJ:onkder.org/pdf.php3?id%3D834+likopen+prostat&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEEShuKnyk-enpmB-nQylRFE02ZHzebhdUFfek1AWkgEkYXZH_g65oDtgueLTYiFk7C qHuCdWZHT113XDabZXqFUF06YZXGEuFKUSbu0HpG11iFgoVDx8 WqGMJZqCWrhGSkqEZbOQ1&sig=AHIEtbR4t7I3z7EJ6CC_nCImy7jAZ4L6Ug
Likopen, sigara içen kişilerin DNA kırılmalarını önlemesi açısından da çok önemlidir..Likopenin önemini daha iyi anlamak istiyorsanız aşağıdaki ciddi kaynakları okuyun derim:
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:8B-yd3Yo9LMJ:ercivet.erciyes.edu.tr/arsiv/2005-2/1-Fitoostrojenler-ve-Sagliktaki-Etkileri.pdf+prostat+fito%C3%B6strojen&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESidQXQLJqlq0T-kJ3CjemozwDeG7QIzaPU_y83gT_7PS8zymsP0GzfmXpoxVeMCI qKkWYyHduZ_3xpeWggm3rkcZauuaHNGcf1Z8JQick-PeFx_UNfBUv2TOoI7A8D3UHep-dE5&sig=AHIEtbT496KNRb9p9YLQ_Bp-gBrHvOfdrw
http://www.turkurolojiseminerleri.com/sayilar/6/177-182.pdf
http://www.xing.com/net/kanserim/bulten-arsivi-397496/grup-bulteni-kanser-ve-likopen-29965170
https://docs.google.com/viewer?a=v&q=cache:IZR5dL5R1mAJ:www.uroonkoloji.org/ebulten/pdf.php3?id%3D126+kalsiyum+eksikli%C4%9Fi+prostat+ kanseri&hl=tr&gl=tr&pid=bl&srcid=ADGEESiL2lVimAy45p5haggE0xp8YAo1g0xotWu8IfAg 24AHvBmfGHr8Yk5LWzAWj0WWBgo8LrQnarTQF3XIzUFpCOj0DW pkUXFO5Y9zkiiU_qm1ZWMVpvOEEieJ_wwagWxJkarOZgyS&sig=AHIEtbTd0r2dQwgBKbn7rgctL68UV4cglA
Ayrıca, gıda küfleri ve alkali beslenmeye de çok dikkat edilmeli:
http://www.agaclar.net/forum/daha-iyi-bir-yasam-icin/28729.htm
...Konya ve yöresi küflü peynirlerinde belirledigimiz küf türlerinin büyük çogunlugunun
peynir de dahil olmak üzere çesitli gıda maddelerinde mikotoksin üretme yeteneginde türler
oldugu bilinmektedir
http://journals.tubitak.gov.tr/biology/issues/biy-98-22-3/biy-22-3-10-95030.pdf
http://www.agaclar.net/forum/1076088-post19.htm
...Yaygın olarak tüketilen küflü peynirlerde, başta kanser olmak üzere karaciğerlerde tahribata yol açan aflatoksin maddesi tespit ettik. Özellikle Doğu ve İç Anadolu’da daha fazla tüketilen küflü peynirin, 50 değişik türü üzerinde yaptığımız araştırmada, yalnızca 7’sinde aflatoksin maddesine rastlanılmadı.
Kfl Peynir Zararl m? (http://www.hastaadam.com/haber/2008/Haziran/6/kuflu.peynir.htm)
...Kanser oluşumuna etkisi olduğu ileri sürülen beslenmeler: 1- Aşırı ve yetersiz beslenme,
2- Posasız gıdalar, 3- Gıda katkı maddeleri, 4- Küf ve toksinler, 5- Hatalı pişirme yöntemleri,
6- Alkol gibi zararlılar, 7- Kontamine (bulaşmış) su, belirtilenlerdendir.
http://w2.anadolu.edu.tr/aos/kitap/ehsm/1209/unite16.pdf
Gelde şaşırma:
O kadar brokoliyi boşuna mı yedik? | GAZETE VATAN (http://haber.gazetevatan.com/o-kadar-brokoliyi-bosuna-mi-yedik/505107/30/Dünya)
Herşeyden azar azar yemek, hiçbir şeyi sürekli, aşırı yememek, çok çeşitli gdalar almak sanırım en doğru olanı..
Falanca hastalığa iyi geliyor diye bir bitkisel gıdayı aşırı ve sürekli yemek fayda yerine zarar verebiliyor demekki..
Hillbilly
10-01-2013, 11:39
O zaman sigara içelim, sürekli mangal yapıp isli,yanık et yiyelim, yani demek istediğim bol bol serbest radikal alalım tüm vücut kanserin yapıtaşları olan maddelerle dolsun. Bunları yok eden antioksidanları barındıran yiyecekleri ise hiç tüketmeyelim. Sonunda kanser olursunuz ve o ilaçlar az çok işe yarar o zaman :) Böyle bir mantık mı var ya?
Serbest radikalleri yok eden yiyecekler yerseniz kanser olma riskiniz çok düşer. Spor ve stres faktörlerinin de en az antioksidanlar kadar önemli olduğunu unutmayalım ama. Adamlar sen kanser ol bizde sana ilaç satalımı dolaylı yoldan haber yapmışlar. Eğer bu yiyecekleri tüketir ve yine de kanser olursan sana vereceğimiz ilaçlar etkisiz kalır diyorlar. Çünkü antioksidanlar serbest radikalleri yok ettiğinden hastalığın bıraktığı ayak izlerini de silmiş oluyorlar.
Önemli olan ise şu serbest radikaller hücrelere zarar verirler, bu zararı önlemek için antioksidan barındıran gıdalar almanız gerekiyor. Vücutta serbest radikaller bulunmalı ki bağışıklık sistemi ona göre gerekli reaksiyonu geliştirebilsin deniyor ama biz zaten günlük hayatta büyük oranda serbest radikal alıyoruz yani o konuda sıkıntı yok. Oksijenli solunum yapan canlılar olduğumuz için bir fırın misali besinler vücutta yakılır ve serbest radikaller büyük ölçüde böyle oluşur.Sıkıntı bunları yok edecek olan antioksidanları alamayışımız. Antioksidan fikri yeni yeni gelişen bişey şu ana kadar serbest radikalleri bolca taşıdık ta ne oldu? Kanser olalım adamların sattığı ilaçlarda işe yarasın, ne ala dünya...
Benol Hazaroğlu
10-01-2013, 12:35
Bugün okuduğum bir gazete haberi bildiğimiz kansere faydalı denilen bütün antioksidan sebzelerin hepsinin kanseri oluşturduğu yazıyor. Sarımsak, brokoli, lahana, domates, kuru üzüm, nar, zencefil hepsi çöp oldular.
Daha dün televizyonda diyetisyen narın en kuvvetli antioksidan olduğunu söylemişti,
Aynen yumurta gibi oldu bu işte.
ayazkentli
10-01-2013, 13:34
İlaç lobileri.
sadecegeçen
10-01-2013, 16:44
Eşimin omuriliğinde 14cm tümör vardı ameliyat oldu Allaha şükürler olsun %95 felç kalacak dedikleri eşim 2 saat sonra yürümeye başladı. Mucize gibi doktorlarıda çok şaşırdı yılın en başarılı ameliyatı geçirdi eşim. BİZ KULLANDIĞIMIZ BİTKİLER VE DULARIMIZ SAYESİNDE OLDUĞUNU BİLİYORUZ BU BAŞARININ. ama doktorlar buna pek inanmıyor.. ameliyat öncesi 14cm olan tümör 15 günlük bitki tedavisiyle 13cm e gerilemişti. eğer 2-3 ay vaktimiz olsaydı bu tümörü tamamen yok edebilirdik ama hemen ameliyat olması gerekiyordu. NEYSE benim bu süreçte gördüğüm ve tanıştığım bir çok insan oldu bitkilerle tedavi olmuş ve hastalıktan eser kalmamış. Diyeceğim hastalar pes etmemeli. ALLAHTAN ÜMİT KESİLMEZ.
... BİZ KULLANDIĞIMIZ BİTKİLER VE DULARIMIZ SAYESİNDE OLDUĞUNU BİLİYORUZ BU BAŞARININ. ama doktorlar buna pek inanmıyor.. ameliyat öncesi 14cm olan tümör 15 günlük bitki tedavisiyle 13cm e gerilemişti...
Geçmiş olsun sayın sadecegeçen..
Bu konuda katı olmayan doktorlarda var artık..
Bende kendimden örnek vereyim..
Bir ay kadar önce baldızım 3. kez kalp ameliyatı oldu..2 kapak takıldı..
Ameliyat öncesi bir tahlil için semtimizdeki Bölge Hastanesine gittik..
Amerika'da çalışıp dönmüş bir İç Hastalıkları uzmanı ilave olarak Ukrayna'nın Kırım Bölgesinde yetişen Cabernet Sauvignon Cinsi siyah üzümlerin ektresinden de almasını tavsiye etti..
Ayrıca, ameliyat sonrası biz sürekli taze ısırgan otu çayı demleyip içmesini sağladık..Onuda meşhur bir kalp profösörü olan Bingür SÖNMEZ'in verdiği bir röportajındaki tavsiyesine uyarak verdik..
Ameliyat sonrası unutamıyacağımız bir anı oldu ayrıca..Şöyle:
..Ameliyat sonrası taburcu olduktan sonra ilk 10-15 gün çok önemli olduğu için
ve bacanağımda çok çok yorgun olduğu için onları evimize alarak, hastamız için en ideal beslenme koşullarını sağladık sayılır..
10 gün sonra ameliyat olduğu Memorial'a kan tahlili için gittik..
Kan örneği aldılar..Ama, yarım saat sonra tekrar çağırdılar..ÇÜnkü şimdiki kan değerleri ameliyat öncesi kan değerlerine göre olumlu yönde o kadar farklı çıkmış ki, inanamamışlar, acaba yanlışlık mı yaptık deyip ikinci defa kan örneği aldılar..
Bunu tamamen bizim evde sağladığımız, çoğu organik ve yemesinde büyük yarar gördüğümüz gıdalara bağladık..
Mesela; kefiri, avakadoyu, ananası, trabzon hurmasını, üzümü, cevizi, fındığı,balığı, kuzu dalağı ve ciğerini, organik beşi bir arada pekmezi, organik yumurta-yoğurt-peyniri hiç ihmal etmedik..O gün baldızımı hastanede yürürken gören doktor öylesine sevinçle yanına geldi ki; unutamam..
Ayrıca, bu beslenme işini bizzat organize ettiğim için baldızımın benim için etmediği dua, teşekkür kalmadı..
Sen olmasaydın bu kadar çabuk iyileşemezdim diyor hep.Şimdilerde ise çok çok iyi..
Bitkilerin tedavi edici özelliklerine pek inancım yok ama koruyucu tedavi ve yaşam standardının iyiliği için çok yararlı olduğuna inanıyorum..
Ve..inandığım şeyleri yapıyorum..
sadecegeçen
10-01-2013, 19:58
Geçmiş olsun sayın sadecegeçen..
Bu konuda katı olmayan doktorlarda var artık..
Bende kendimden örnek vereyim..
Bir ay kadar önce baldızım 3. kez kalp ameliyatı oldu..2 kapak takıldı..
Ameliyat öncesi bir tahlil için semtimizdeki Bölge Hastanesine gittik..
Amerika'da çalışıp dönmüş bir İç Hastalıkları uzmanı ilave olarak Ukrayna'nın Kırım Bölgesinde yetişen Cabernet Sauvignon Cinsi siyah üzümlerin ektresinden de almasını tavsiye etti..
Ayrıca, ameliyat sonrası biz sürekli taze ısırgan otu çayı demleyip içmesini sağladık..Onuda meşhur bir kalp profösörü olan Bingür SÖNMEZ'in verdiği bir röportajındaki tavsiyesine uyarak verdik..
Ameliyat sonrası unutamıyacağımız bir anı oldu ayrıca..Şöyle:
..Ameliyat sonrası taburcu olduktan sonra ilk 10-15 gün çok önemli olduğu için
ve bacanağımda çok çok yorgun olduğu için onları evimize alarak, hastamız için en ideal beslenme koşullarını sağladık sayılır..
10 gün sonra ameliyat olduğu Memorial'a kan tahlili için gittik..
Kan örneği aldılar..Ama, yarım saat sonra tekrar çağırdılar..ÇÜnkü şimdiki kan değerleri ameliyat öncesi kan değerlerine göre olumlu yönde o kadar farklı çıkmış ki, inanamamışlar, acaba yanlışlık mı yaptık deyip ikinci defa kan örneği aldılar..
Bunu tamamen bizim evde sağladığımız, çoğu organik ve yemesinde büyük yarar gördüğümüz gıdalara bağladık..
Mesela; kefiri, avakadoyu, ananası, trabzon hurmasını, üzümü, cevizi, fındığı,balığı, kuzu dalağı ve ciğerini, organik beşi bir arada pekmezi, organik yumurta-yoğurt-peyniri hiç ihmal etmedik..O gün baldızımı hastanede yürürken gören doktor öylesine sevinçle yanına geldi ki; unutamam..
Ayrıca, bu beslenme işini bizzat organize ettiğim için baldızımın benim için etmediği dua, teşekkür kalmadı..
Sen olmasaydın bu kadar çabuk iyileşemezdim diyor hep.Şimdilerde ise çok çok iyi..
Bitkilerin tedavi edici özelliklerine pek inancım yok ama koruyucu tedavi ve yaşam standardının iyiliği için çok yararlı olduğuna inanıyorum..
Ve..inandığım şeyleri yapıyorum..
Sağolasın teşekkürler.
Yabancı bilim adamları bitkilere inanıyor ve araştırma yapıyorlar klinik çalışmalarından sonra hayvanlar üzerinde deniyorlar sonra ilacı piyasaya sürüyorlar. Bizim doktorlarda o ilacı reçeteye yazıyor.Kansere çare olabilecek bir bitki ZERDAÇAL üzerine 500 den fazla araştırma yapılmış 2012 de. Yani bütün Dünya bitkiler ile bu hastalığın çözümünü arıyor. Ülkemizde sanırım bir tek Prof. Erkan Topuz var.
Bitkilerin tedavi edici özelliğine çok büyük inancım var. Çünkü gözlerimle gördüklerim var .Bir teyzeyle karşılaştım otları alırken kontrole gelmiş. hepatit B den hepatit C ye çevirmiş ve 3 ay ömrün kaldı evine git çoluk çocuğunla vakit geçir demişler. Burayı duydum ve geldim verdiği gıda takviyeleriyle 3 ayda iyileşmiş. Hastalığından eser kalmamış EGE Üni. Doktorları inanamış ne yaptın demişler teyzede korkmuş söylememiş sizin verdiğiniz ilaçları kullandım demiş geçmiş:D Yani diyeceğim hepatit, siroz, lenfoma, akciğer kanseri, pankreas kanseri, lösemi bu hastalıkları bitkilerle yenen kişilerle görüştüm. İŞTE BİTKİLER BÖYLE TEDAVİ EDİYOR.
Bitkisel tedavide en kötü sonuç sahte ALÇAK NAMUSSUZ sözde herbaliste çarpılmak. işte doktorlarda zaten bu düzenbazlar yüzünden inanmıyor.
offf yaa ben cafe işletiyorum şu yazıyı yazarken belki 30 kere ara verdim:D inşallah saçmalamamışımdır:D
Allah sizin baldızınıza şifa versin.
İsmail Karagülle
10-01-2013, 20:21
Çernobil , sonrası karadenizde kanser hastalığının artışı ve karadeniz çayını tüketenler arasında , kanser vakalarının artışı istatistiki olarak dikkatlerden kaçırılıyor. Nükleer sızıntıların ve radyasyonun kanser belasında en önemli faktör olduğu kanaatindeyim. Ama bu faktör diğerleri ile aynı seviyede gibi gösterilerek gerçek etkisi gözlerden saklanıyor.
Buna ilaveten manyetik alanların yoğunluğu, üstüne tuz biber durumunda.
Bugün okuduğum bir gazete haberi bildiğimiz kansere faydalı denilen bütün antioksidan sebzelerin hepsinin kanseri oluşturduğu yazıyor. Sarımsak, brokoli, lahana, domates, kuru üzüm, nar, zencefil hepsi çöp oldular.
Daha dün televizyonda diyetisyen narın en kuvvetli antioksidan olduğunu söylemişti,
Aynen yumurta gibi oldu bu işte.
Dün gece NTV'de Prof. Ahmet Rasim Küçükusta bu konuyu işledi..
Burada genellikle Batı'da kullanımı yaygın olan bitki ekstrelerinin ve haplarının kastedildiğini açıkladı..
Her şeyi mevsiminde taze olarak yiyin..Pişirme usullerine dikkat edin..Spor yapın ve stresten uzak durun..Dengeli beslenin..gıda çeşitliliğine dikkat edin, gibi şeyler söyledi..
Bence bu Nobelli doktor Watson haklı..
O, daha çok kemoterapi gibi tedavi dönemlerinde bitkisel ürün desteklerinin tedaviyi engellediğini, hatta kansrin yayıldığına işaret ediyor..
Aynen greyfurt olayı gibi..Eğer ilaç kullanıyorsanız, greydurt insanı ölüme bile götürebiliyor..
Bu tür gıda takviyelerini doktorların haberi olmadan kullanmamak daha doğru..
Yoksa..koruyucu beslenme açısından aşırıya kaçmadan alacağımız, yiyeceğimiz her türlü sebze ve meyvenin mutlaka insan sağlığına yararı vardır. Bu tartışmasızdır.
Bugün okuduğum bir gazete haberi bildiğimiz kansere faydalı denilen bütün antioksidan sebzelerin hepsinin kanseri oluşturduğu yazıyor. Sarımsak, brokoli, lahana, domates, kuru üzüm, nar, zencefil hepsi çöp oldular.
Daha dün televizyonda diyetisyen narın en kuvvetli antioksidan olduğunu söylemişti,
Aynen yumurta gibi oldu bu işte.
Kuş gribi var deyip yumurtayı likit satanlar, çilekte hormon var deyip çileği meyve suyu yapıp satanlar.
Ne hikmetse bu ürünlerin fiyatları açıklamalardan sonra dip yapıyor ve bu adamlar malı topluyorlar. Sonra da likit yumurtayı adamlar öyle bir teknolojiyle işliyorlar ki kuş gribi hikaye, çileği de öyle bir sıkıyorlar ki hormon falan kalmıyor!!
sadecegeçen
11-01-2013, 17:15
Merhaba,
Geçtiğimiz mayıs ayında annesini pankreas kanserinden kaybetmiş biri olarak o süreç boyunca yaptığım araştırmalar ve annemin hayat tarzını karşılaştırarak aslında kanser hakkında uzmanlarca yapılan açıklamaların çok da tutarlı olmadığını düşünüyorum. Şöyle ki; pankreas kanserinin birinci sebebi olarak gazlı içecekler ve aşırı kırmızı et tüketimi gösteriliyor. Anneme bakıyorum kola içmişliğini hiç görmedim, çay içerdi, tek içeceği çaydı diyebilirim. Yine sebeplerden biri kalıtsal faktörler deniyor ancak ailesinde herhangi bir kanser vakası yok. Sağlıklı beslenme konusu ise en ilginci. Çünkü annem kırmızı eti hiç sevmezdi, en sevdiği ot yemekleriydi. Tükettiği gıdalar özenle seçilmiş organik gıdalardı. Babaannemin köyden gönderdiği yoğurtlarla, tereyağlarıyla beslendik. Köyde öğretmenlik yaptığı için yumurtamızı, tavuğumuzu, etimizi, sebzelerimizi annem oradan getirirdi. Ayrıca Samsun'da oturduğumuz uzun yıllar boyunca alışverişlerimizi sürekli köylü pazarından emin olduğumuz köylülerden yaptık. Emekli olup Tokat'a yerleştikten sonra ise bir çok sebzemizi kendimiz yetiştirdik, 3 tane tavuk aldık, yumurtamızı onlardan edindik. Bunları kanser olmaktan korktuğumuz için de yapmadık, doğru olanın bu olduğuna inandığımız ve bundan zevk aldığımız için. Beyaz ekmekten hiç hoşlanmazdı varsa kahverengi ekmek yer yoksa da yemezdi. Şekerli şeyleri hiç sevmezdi, tatlı evimize ayda yılda bir girerdi, biz de sevmezdik. Tüm sebzelere, zeytinyağlılara bayılırdı. Belki ağzından giren tek zararlı şey sigaraydı.
Cep telefonu ve bilgisayar kullanmaya ben çalışmak için yurtdışına gidince benimle konuşabilmek için başladı. Örgü örerdi devamlı.
Yerinde duramayan aktif bir insandı bahçesiyle, çiçekleriyle uğraşırdı, otobüse binmezdi şehir içinde, gideceği yerlere hep yürürdü.
Hayatındaki tek zararlı alışkanlığı sigara iken bir insanın en nadir rastlanan kanser türlerinden birine yakalanması çok ilginç değil mi? Tek başına sigara bir insanı kanser edebilir mi? Ki olan dumanı dışarı verirdi, dudak tiryakisiydi.
Ancak annemin hayatında onu çok üzen bazı şeyler vardı. Büyük şoklar ve mutsuzluklar yaşadı. Bence o dönemlerde vücudunun bazı dengeleri devre dışı kaldı, yani vücudu kendini unuttu ve işte o hücreler o zaman aşırı çoğaldı.
Kanser tedavisi gördüğü 7 ay boyunca umudunu hiç kaybetmedi, hep eve dönüp bahçesindeki güllerini budayacağı günü bekledi. Tokat'taki yakınlarımızdan bahçemizin fotoğraflarını istedi baharda, onlara bakıp özlemini giderdi. Azıcık kendini iyi hissettiğinde bize en sevdiğimiz dolmayı sarmaya kalktı. Yani son 15 güne kadar hep umutla yaşadı. İyileşmeyi çok istedi.
Ama olmadı ve 5 mayısta gözlerini yumdu... Şimdi en sevdiği çiçeklerle dolu bahçelerin içinde...
Bütün bunların yanında kanserli hastaların bazılarınca ne kadar değerli olduğunu gördüm. Peşimizden koşan insanlara şahit oldum. Neden mi? ****** kazanç sağlamak için ki bunlar o sektörün en ucundakiler, eczacılar. Bazı eczanelerin hastanelerde 7-8 belki daha da çok elemanı var, hastalar kapışılıyor, ilaçlarınız ayağınıza geliyor, hastanede her işinizi görmeye hazırlar, ilacınızı Ankara'nın bir ucundaki evinize dahi getiriyorlar. Zincirin en ucundakiler bunları yapabiliyorsa en tepedekilerin neler yapabileceğini siz düşünün, neden bu hastalığın çaresi bulunsunki...
Bunlar kansere yakalanmak için önemsenmeyecek kadar büyük nedenler.
Sizin o uzman dediğiniz kişilere asla güvenmiyorum artık. Gördüklerim bana yetti arttı bile. Tıp kanser konusunda yerlerde sürünüyor. DOKTORLAR KENDİLERİ BİLE İNANMIYOR. Kanserden korkma MODASI GEÇMİŞ TEDAVİDEN KOR diye bir kitap yazmış doktor.
Bütün tıp dünyasını ve ilaç firmalarını karşına alıp böyle bir kitap yazmak çok zordur.
Kitaptan bir alıntı
Bir onkoloğumuzun bir web sayfasında birileri tarafından aktarılan beyanatını aktarıyorum : Sarımsak ve hint safranı vb bitkilerin zararlı olduğunu belirtiyordu. Beş bin yıldır sofralarımızdan eksik etmediğimiz baharat ve sebzelerin zararlı olduğunu söylüyordu. Sayın onkoloğum, biz ne yiyeceğiz gıda olarak, verdiğiniz toksinler yetmiyor mu? Oysa bu bitkilerin birden çok antioxidant özelliği ve kanser genlerini inhibe etme özelliği olan ve aynı zamanda kanseri önleyen birden fazla etken madde içeriğine sahip olduğundan belkide bihaberdir sayın onkoloğumuz. Oysa gıda olarak kullandığımız bu bitkiler doğada NK-cell (yanlızca kanser hücrelerini öldüren) özelliği olan nadir bitkilerden . Sağlıklı yaşamayı bu bitkilere borçluyuz. Tıp fakültelerinde okuyan bir öğrencinin her şeyden önce beslenme dersi alması gerekir.
ŞİMDİ SARIMSAĞIN İÇİNDEN YÜZLERCE ETKEN MADDE İÇİNDEN TEK BİR ETKEN MADDEYİ ELE ALALIM KANSER HASTASI İÇİN NE KADAR TEHLİKE ARZ ETTİĞİNİ SİZ KARAR VERİN
Garlic extract (allicin) bulunduğu bitkiler. Sarımsak ve soğanda bulunur (en çok sarımsakta bulunmaktadır)
Allicin biyolojik etki mekanizması
Alcohol-Dehydrogenase-Inhibitor
Allergenic
Amebicide
Anthelmintic
Antiaggregant
Antiatherosclerotic
Antibacterial
Antibiotic
Anticholinesterase
Antidiabetic
Antiflu
Antiglaucomic
Antiherpetic
Antihypertensive
Antiinflammatory
Antileukemic
Antileukotriene
Antilymphomic
Antimutagenic
Antineuralgic
Antioxidant:
Antiplatelet
Antiproliferant
Antiprostaglandin
Antiradicular
Antisarcomic
Antiseptic
Antishigellic
Antistaphylococcic
Antitriglyceride
Antitubercular
Antitumor
Antiviral
Apoptotic
Calcium-Antagonist
Candidicide
Cyclooxygenase-Inhibitor
Fungicide
Gram(+)icide
Gram(-)icide
Hepatotoxic
Hypocholesterolemic
Hypocholesterolemic
Hypocholesterolemic
Hypoglycemic
Hypolipidemic
Immunostimulant
Insecticide
Insulin-Sparing
Larvicide
Lipolytic
Lipoxygenase-Inhibitor
Mucokinetic
Mycobactericide
NO-Inhibitor
NF-kB İnhibitor : Kanser genini durdurucu ve inhibe edici etkiye sahip
Nematicide
Papain-Inhibitor
Pesticide
Phagocytotic
Prooxidant
Prostaglandin-Synthetase-Inhibitor
Succinate-Dehydrogenase-Inhibitor
Trichomonicide
Urease-Inhibitor
Vibriocide
Xanthine-Oxidase-Inhibitor
Ne yapalım her güzelin bir kusuru vardır. Doktorlarımız FDA, NCİ ve ACS nin her araştırmasını ve söylediklerini doğru kabul ediyorlar. Ama yaptıkları bilimsel sahtekarlıkları sorgulamayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Böylesi bir bağlılık ancak ve ancak orthodox rahiplerinin mantığı ile yetişen bir insan yapar. Bilim insanı olaya şüphe ile bakar ve süpheci olmalıdır. Ülkem adına bu tip beyanatları verenlerin bilim adamı sıfatını taşıdıkları için utanç duyuyorum.
Kanserli hücreleri özellkile yok eden ve binlerce yıllık bu toplumun birer kültürü haline gelmiş bazı bitkilerin kullanımına acaba neden yasaklar konuyor ?
Çünkü hastalık biterse daha fazla parayı nasıl kazanacaklar!
denizakvaryumu
11-01-2013, 21:43
Brokoli tartışmaları
Brokoli tartışmaları kızışıyor-HABERTÜRK (http://www.haberturk.com/saglik/haber/810599-brokoli-tartismalari-kizisiyor)
361027
Op. Dr. İlhami Güneral (http://www.kanserdesifresi.com/ilhami-guneral.php)
bu sayfayı incelemek faydalı olabilir
Yoksa global kapitalizmin elinde para kazanan iki sektörden biri olan ilaç sanayii , elindeki bu enstürümanı kendiliğinden yok etmez.
İlginç bir örnek:
...Dev ilaç firmaları ve laboratuarları kolesterol konusunda yalan söylemekle suçlayan Profesör Even, kolesterol düşürücü ilaçlar sayesinde ilaç endüstrisinin son 15 yılda 300 milyar dolar kazandığını söylüyor. Fransız uzman, kolesterolün zararları üzerine bilimsel makalelere imza atan bilim insanlarının da "ilaç endüstrisi hesabına çalıştıklarını" iddia ediyor.
Büyük kolesterol yalanı (http://www.odatv.com/n.php?n=buyuk-kolesterol-yalani-1402131200)
... 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle düzenlenen törende konuşan Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Muhammet Güven, eskiden tıp denince akla dersin zorluğunun geldiğini; derslerin zorluğu nedeniyle öğrencilerden sosyal aktivite beklenmediğini söyledi. Prof. Dr. Güven, “Eskiden, ünlü bir ders kitabına, Anatomi Atlası’na sahip olmak sınıf atlamaktı. Maalesef bugün tıp denince akla CT, MR, anjiyo, ultrason, by-pass gelmekte. Tomografi, MR, ultrason artık fizyolojik bulgulardan sayılmakta. Ateş, nabız, tansiyon ölçülmeden hasta kendisini tomografi tünelinde bulmakta” diye konuştu.
...Eskiden insanlar gittikleri hekimin adını yıllarca hatırladığını anımsatan Prof. Dr. Güven, bugün sağlık hizmetinin kalitesi bilgi ve beceri ile değil, fiziksel mekânların güzelliği ile ölçülmeye başladığını; Hastaların da artık hekimlerden değil, hastane odalarının güzelliğinden, koridorlardan, asansörlerden, hosteslik hizmetinden, klimalardan, çay-kahve ikramlarından bahsettiğini söyledi.
...Prof.Dr. Güven, şöyle devam etti:
"Yaşanan olumsuzluklar nedeniyle bütün dünyada defansif tıp giderek yaygınlaşmakta, Televizyonlarda hekimlerin yerini aktarlar, ilaçların yerini otlar, çöpler almaya başladı. İnsanlar eski çağlardaki gibi büyücülerden, falcılardan medet ummaya başladı. Bu nedenle bir gün yeniden sıfırdan başlamamak için, tekrar meyan kökü çiğnememek için, hastalıklarımızdan dolayı toplumdan tecrit edilmemek için, etrafımızda ateş yakılıp dans edilmemesi için tıp fakülteleri ve tıp eğitimine, hekimlik mesleğine ve onuruna sahip çıkmalıyız. Yoksa gün gelecek sadece bir organ veya hastalığı bilen hekimler olacak, hastayı genel bir değerlendirme gerektiğinde ise binlerce yıl geriye saracağız.”
'Hekimliğin ruhu kaybediliyor' - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=532655)
Merhaba,
Devletin vatandaşlara sunduğu sağlık hizmetlerinin boyutunu ve kalitesini insana en iyi öğreten hastalıktır kanser. Devlete 30 yıl hizmet vermiş, tüm vergilerini sonuna kadar ve fazlasıyla ödemiş bir vatandaşına, onun vergileriyle yapılmış hastanelerde yatıracak yer bulamaz devlet.
Ama bir bakarsınız size yer bulunamayan bu hastanede yukarılarda tanıdıkları olanlar bir telefonla hemen yer bulurlar. Siz de eve gönderilirsiniz, ayakta bile duramayan annenizi tekerlekli sandalyeye koyarak. Yapacak bir şey yoktur çünkü tanımazsınız yukardakileri.
İsterseniz özel hastaneye yatırabilirsiniz tabii annenizi, ama eğer 3 gün için 2600 TL verecek gücünüz varsa. Sonra birden aklınıza bakanların açıklamaları gelir. Hani kanser hastaları özel hastanelerde para ödemeyecekti dersiniz karşınızdaki yetkiliye. Ama işte onu da kılıfına uydurur özel hastane, ticari bir işletmedir en nihayetinde. Olsun dersiniz, 3 gün de olsa annenizle doktorlar ilgilenmiştir, rahat etmiştir, verdiğiniz para umurunuzda olmaz. Buradaki doktorlar da bir başkadır. Asla ne annenizi ne de sizi terslemezler, melek gibidirler, devletin doktoruna benzemezler hiç.
Devlete 30 yıl hizmet vermiş bu kadın iyiliklere de rastlar tabii, bir mucize gibi, inanamaz gördüğü muameleye. Derdini dinleyen bir şeyler yapmaya çalışanlar da olur. İnsanlar iyidir ama işte yine imkan yoktur. Yatak yine bulunamaz ve bu kadın sürüne sürüne, bir acil serviste 10.günün sonunda tüm dertlerinden kurtulur, melek olur...
burak burak
23-07-2013, 01:48
merhaba,
aileden ytakınımız lenf kanseriydi.doktorlar çare bulamadılar.birde ruhsal bunalımda olan halam var.geceleri afakanlar basıyor kendini dışarı atıyor,zor tutuyoruz.içi sıkılıyor sanki boğuyorlar.o gün internette bir bayanla tanıştım.kendisi kansermiş artık ölümü bekliyormuş.Bursa da biri var dedi.herkese bakmıyor.ben bile yalvar yakar kabul ettirdim.iyiki tanımışım her gün dua ediyorum yazdı.bizde her yere gittikumut ya olmadı işte.bana telefonun u ver dedim.saolsun kız verdi ama yemin ettirdi birde kendisinden aldığımı söylememem şartıyla.aradık önce kabul etmedi,dua edin dedi,bizlerde dua edelim.yalvar yakar hiç olmazsa bir görüşelim tanışalım,yanımızda okuyun bari dedik.zar zor randevu aldık.çoğu insan işin maddiyatında 3 kuruş için kimlerin sağlığıyla oynanıyor biliyoruz.bu zat öyle değil.
gittik.ben sanıyorum sakallı hacı hoca çıkacak karşımıza.birde gördüm öyle değil.acaba dedim bumu şifa veren..
konuştuk tanıştık.halamıda götürdük,o bağıran çağıran kadından eser yok şaşırdık sadece.
neyse aradan 3 sene geçti,hastalıklar unutuldu.halam hatırlamıyor bile diğeriyse o da unutmuş o acı günleri.
saol güzel insan saol ALLAH dostu.etrafındakiler seni sıradan biri gibi görüyor,kızıyor bazen kırıyordurda.ama ben anladım kim olduğunu.senden ayrıldıktan 1 ay içerisinde gösterdiler.hala içim titremekte.umarım başka buraklara ilaç olursun.
ellerinden öperim her ne kadar senden büyük olsamda...
burak
burak2014@outlook.com
Körler neden kanser olmaz? (http://galeri.sozcu.com.tr/2013/foto/genel/korler-neden-kanser-olmaz.html?pid=3)
Kendisiyle tanıştığım için, bütün mesajları okuyamadım.
Deneyimli birisi olarak, öğrendiğim ve anladığım tek bir şey var,
''Şeker''le ilgili tüm ilişkinizi kesin.
Kendisiyle tanıştığım için, bütün mesajları okuyamadım.
Deneyimli birisi olarak, öğrendiğim ve anladığım tek bir şey var,
''Şeker''le ilgili tüm ilişkinizi kesin.
Hollanda'da yaşayan sağlık hizmetleri müdürü Paul van der Velpen şekerin günümüzün en tehlikeli uyuşturucusu olduğunu açıkladı
Ülkenin önde gelen sağlık uzmanlarından Paul van der Velpen, gıda paketlerine şekerin bağımlılık yaptığı ve sağlığa zararlı olduğunun yazılması gerektiğini söyledi.
Hollanda’da yaşayan sağlık hizmetleri müdürü Paul van der Velpen şekerin günümüzün en tehlikeli uyuşturucusu olduğunu açıklayarak şaşırttı.
Ülkenin önde gelen sağlık uzmanlarından Velpen, şekerli yiyecek ve içeceklerin tıpkı alkol ve tütün gibi sağlık uyarılarıyla satılması gerektiğini savundu. İnsanların şekerin zararları konusunda bilinçlendirilmesini öneren uzmana göre şeker kullanımı mümkün olan en az seviyeye indirilmeli.
‘Sigarayı bırakmak kadar zor’
Toplum sağlığı konusunda hizmet veren bir internet sitesine yazan Velpen, konuyla ilgili, “Şeker günümüzün en tehlikeli uyuşturucusu. Üstelik elde etmesi de çok kolay. Sigara paketleri ve içkilerin üzerindekilere benzer uyarılar şekerli ürünlerde de bulunmalı. Şekerli gıdaların uyarılarında şekerin bağımlılık yaptığı ve sağlığa zararlı olduğu yazmalı” dedi.
Her geçen gün aşırı kilolu insan sayısının arttığını belirten Velpen, bu durumun hükümetler için de olumsuzluk yarattığını belirtti. Buna göre aşırı kilodan kaynaklanan sağlık sorunlarını çözmek için hükümetlerin sağlık hizmetlerine ayırdıkları bütçeleri artırmaları gerekiyor.
Obezitenin çoğunlukla şeker tüketmekten kaynaklandığını vurgulayan uzman, şekeri bırakmanın sigarayı bırakmak kadar zor olduğununu söyledi.
'Günümüzün en tehlikeli uyuşturucusu şeker' - Sağlık - T24 (http://t24.com.tr/haber/gunumuzun-en-tehlikeli-uyusturucusu-seker/240099)
Meşrubatlar alkolden de mi zararlı mı (http://www.odatv.com/n.php?n=mesrubatlar-alkolden-da-mi-zararli-mi-2309131200)
'Nar kabuğu, suyundan daha fazla değerlidir''
Nar kabuğunun ise Türk halkı tarafından hiç kullanılmadan çöpe atıldığına dikkati çeken (Türkiye Ulusal Kanser Danışma Kurulu eski üyesi) Gazi Eğitim Fakültesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, şöyle devam etti:
''Halbuki Çin'deki Instutute of hygiene and Environmental Medicine (Hijyen Enstitüsü ve Çevresel Tıp Bilimi) kuruluşunun yaptığı son araştırmalara göre, nar kabuğu, suyuna göre daha fazla oranda değerli bileşikler içermektedir. Yani nar suyu bir ilaç gibi sağlığımız için faydalıdır, ancak kabuğu suyundan daha fazla değerlidir. Nar kabuğu içinde bulunan ellagik asit, başta meme kanseri olmak üzere hemen hemen tüm kanser türlerini hem önleyici hem de iyileştirici faydalar sağlamaktadır. Nar kabuğundaki flavanoitler, fenolik bileşikler ve antioksantlar suyundan çok daha fazla miktardadır.''
Prof. Dr. Uslu, araştırmaların, nar kabuğunun kötü huylu kolesterolü azalttığı, beta hücrelerini artırarak diyabetli hastalara, kalp ve damar hastalarına suyuna göre çok daha önemli faydalar sağladığını gösterdiğini anlatarak, şunları kaydetti:
''Nar kabuğunda bulunan ellagik asit antioksidan, anti-mutajen ve anti-kanser özelliklere sahiptir. Çalışmalar meme, yemek borusu, cilt, bağırsak, prostat ve pankreas kanserlerinde anti-kanser özelliğini göstermiştir. Ellagik asit P53 geninin kanser hücrelerince yok edilmesini engellemektedir. Ellagik asit kansere neden olan moleküllere bağlanarak onları çok önemli bir oranda etkisizleştirmektedir. Bu yüzden özellikle kanserli hastaların kullanımı amacıyla ellagik asitli içecekler başta İsrail olmak üzere pek çok ülkede eczahanelerde satılmaktadır. Nar kabuğu narın en değerli yeri iken ülkemizde meyve suyu fabrikaları bu değerli maddeyi üstüne bir de para vererek çöpe atmaktadır.
Yine kanserli hastaları tedavi etmek için nar kabuğundan hazırlanmış ellegik asitli kapsüller 50 gramı 50 dolardan eczahanelerde satılmaktadır. Bir firma yüzde 95 saflıktaki nar kabuğundan ürettiği ellagik acitin 1 gramını 83 avrodan satmaktadır. Görüldüğü üzere nar kabuğu nar suyundan çok çok daha fazla değerlidir.
Kanserli hastaların ilk başta vücutlarının pH'sını 7.4'ün üzerine çıkarmaları gerekmektedir. Bunun için gerekli çabayı göstermeleri gerekmektedir. O halde hem kansere yakalanmamak için hem de kansere çözüm amacıyla artık hiçbir işe yaramayan siyah çay, asitli içecekler yerine yeşil çay, ada çayı, zeytin yaprağı çayı gibi bitki çayları ve özellikle de nar kabuğu çayını tüketelim.''
Nar kabuğu her derde deva (http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Saglik/2013/02/21/nar-kabugu-her-derde-deva)
Narın dış kabuklarını hafiften soyup doğrayıcıda iyice öğüttükten sonra tortusunu süzüp içmeyi hiç denediniz mi?
Böylece tanelerini çıkarma eziyetinden de kurtulabilir ve hem kabuğundan hem de çekirdeğindeki faydalı bileşiklerden yararlanabilirsiniz.
Ayrıca:
NAR MEYVE KABUĞU EKSTRESİNİN MCF-7 HÜCRE
PROLİFERASYONU ÜZERİNE SİTOTOKSİK VE İNHİBİTÖR
ETKİLERİ
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/24/1710/18281.pdf
Cumhur Tonba
05-10-2013, 21:37
Teşekkürler Pria. Çok faydalı ve değerli bir bilgi.
Kanserle mücadelede önemli beslenme önerileri... - Nurhayat Gül - T24 (http://t24.com.tr/yazi/kanserle-mucadelede-onemli-beslenme-onerileri/8000)
kanser hucresini mahf eden bi bitkidir.
kemoterapiden 10 kat daha etkili yan etki yokmuş
bu bitkinin tohumunu nasil elde edebilirim
sagolun
İsmail Kuzucu
15-01-2014, 22:57
Aklımı ilk Kazım Koyuncu gelir. Keşke tüm sanatçılarımız bu konularda Onun kadar duyarlı olsa..
Kazım Koyuncu'nun Çernobil Faciası Hakkındaki Düşünceleri - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=RNU_I7ccDMQ)
kanser hucresini mahf eden bi bitkidir.
kemoterapiden 10 kat daha etkili yan etki yokmuş
bu bitkinin tohumunu nasil elde edebilirim
sagolun
Ebay sitesinde tohumlar mevcut: Soursop Seeds | eBay (http://www.ebay.com/bhp/soursop-seeds)
Bugün, Dünya Kanser Günü.
Kurtulanlara geçmiş olsun, hastalara acil şifalar.
Dnya Kanser Gn (http://www.dunyakansergunu.org/)
mlevent.aktan
06-02-2014, 14:31
kırmızı reishi mantarının doğal olarak kanserli hücreleri yok ettiğini ve işe yaradığını bir yakınım vasıtası ile gördük, tavsiye ederim...
istcallst
24-03-2014, 11:38
kanser hucresini mahf eden bi bitkidir.
kemoterapiden 10 kat daha etkili yan etki yokmuş
bu bitkinin tohumunu nasil elde edebilirim
sagolun
Sayin lalolu,
bahsetiginiz meyve agaci gaunabana veya ingilizce soursop. Ben Tanzanyada yemistim ve gercekten cok guzel ve faydali bir meyve. Tohumdan yetistirmeye basardim, ama evin icinde ve cok yavas buyuyor, sanirim bizim iklimde hic bir zaman meyve alamayiz. Sadece Akdenizde serada bu mumkun olabilir belki. Afrikaya, orta Amerikaya veya Ispanyaya (graviola meyvenin adi orada) gitmeniz laazim o meyveyi almak icin.
Buyuk bir fide interneten yabanci sitelerden almaya deneyebilirsiniz. Iyi sanslar.
Oğuz Karsan
30-04-2014, 12:57
Merhaba,
Soluduğumuz hava,yediğimiz besinler ve tabi içtiklerimiz. Bunların hepsi yaşam biçimimizden dolayı yaşadığımız stresle birleşince Kanser kaçınılmaz oluyor galiba.
Hepimiz, hayatımızın bir döneminde yaptığımız yanlışlıkların bedelini daha sonra ödüyoruz.
Bazılarımız şekerden, bazılarımız katkılı gıdalardan, bazılarımızda beslenme alışkanlığımızdaki bozukluklardan dolayı gelecekteki sağlıklı yaşamımızı tehlikeye atıyoruz.
Marketlerden aldığımız hiç bir şeyin sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Amaçları sadece para kazanmak olan üreticiler, sattıkları gıdadan dolayı sağlıkları bozulacak insanları önemsemiyorlar.
Teknoloji sayesinde, ürettikleri ürünlerin raf ömrünü uzatmak uğruna ürettikleri gıdaların içine kattıkları kimyasalların, insan vücudunda ne gibi olumsuzluk ve hastalıklara yol açabileceğini bilmelerine rağmen, yaptıkları reklamlarda kullandıkları teknik hile ve aldatmacalarla mallarını pazarlamaya devam ediyorlar.
Yıllarca sadece içinde Fluorid var diye diğer markalardan ahalı satıldığı halde satın alarak sağlıklı olduğunu zannedip kullandığımız diş macunlarının aslında kanserojen olduklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım.
Bu nasıl zehirlendiğimizin küçük bir göstergesi olarak karşımızda duan bir gerçek. Varın gerisini siz düşünün neler yiyip neler içiyoruz neden hep yorgun ve halsiziz.
Saygılar
Selehattin 67
30-04-2014, 22:04
dostlar kanser illetini çok iyi bilen birisiyim önce annem sonra eşim akciğer kanserine yakalandı evde sigara içilmez ve kendileri sigara içmez ortama dahi girmezlerdi lakin olunca oluyor cernobil illeti 28 yıl önce patladığı zaman cahit aral çay bardağını zevkle içmişti bilim adamları felaketin boyutlarının 20 yıl sonra çıkacağını söyleyince kale almamışlardı şimdi benim zavallı halkım grip olur gibi kanser oluyor özellikle karadeniz çok kötü bir pozisyonda yinede devlet büyüklerimiz görmezden geliyor veya dikkat etmiyor lütfen sayın devlet büyükleri biraz dikkat edin sağlık bakanı ve karadenizli millet vekilleri kim olursa olsun insanlar kırılıyor
Selehattin 67
30-04-2014, 22:12
yukarıda okuduğum kadarıyla alternatif tıp bilimi doğrultusunda bazı yan takviye ürünler alan dostlar var kemoterapi alındığı süre hiç bir yan ürün alınamıyor lütfen kaş yaparken göz çıkarmayın
Selehattin 67
30-04-2014, 22:14
tüm hastalara acil şifalar diler böyle bir hastalığı kimsenin başına vermesin yüce rabbimden dilerim
Baklagiller faydalı birşey olsaydı
gaz yapmazdı!! Değil mi?
-Seviyorum ama dokunuyor!
-Nasıl dokunuyor?
-Gaz yapıyor
- Severim ama kilo yapıyor!!!
-!!!
Baklagiller konuşulduğunda bu veya benzer diyaloglar başıma sık sık geliyor. Yediğiniz karbonhidratın miktarı değil kalitesi sağlığınızı etkiliyor. Kaliteli karbonhidratların başında baklagiller gelir.Baklagillerle ilgili duyduğum en büyük şikayet gaz yapıyor olmaları ve bu yönüyle değerlendirilmeleridir. Bir yiyeceğin sağlıklı olup olmadığına veya size yarayıp yaramadığına bu şekilde karar vermeyin. Bakliyatın gaz yapmasının nedeni düzenli yememenizdir. Barsakta sindirime dirençli nişastayı sindiren yararlı bakterilerin miktarının az olduğunda yani iş çok, ama çalışacak eleman olmadığı için gazınız olur. Bu dünyanın en yararlı besinini gazsız yiyebilmek için her gün bir miktar beslenmenize dahil edin. Azar azar başlayın. Salatanıza, çorbanıza, sebze yemeklerine eklemeye başlayın. Başlangıçta gaz yapabilir ama sakın kesmeyin, gaz yapmaz hale gelinceye kadar miktarı yavaş yavaş arttırın. Bunu yapmanıza değecek sebepler var:
1- Diyabet ve kilo almayı önler ve kurtulmanıza yardımcı olur. Çünkü glisemik yükleri düşüktür. Bu nedenle diyabeti önlemeye ve hatta Tip 2 diyabet’ten kurtulmaya yardımcı olurlar. Yüksek besin ve yüksek lif içerirler ve düşük kalorilidirler. Yani kilo alma riskiniz olmadan çok miktarda yiyebilirsiniz. Ancak bir şartla, Türk mutfağının gözden geçirilmesi gereken en önemli zaaflarından biri gereğinden çok fazla yağ kullanılıyor olmasıdır. Çok yemeniz gereken birşeyin içine çok fazla yağ koyarsanız şişmanlattığını zannedebilirsiniz. Baklagiller uzun süre tokluk sağlar, düzenli olarak yerseniz tansiyonunuzu düşürür ve zayıflarken karnınızı doyurmanıza yardımcı olur.
2- Kolon kanserinden ve diğer kanserlerden korur.
Kolon kanseri Amerika’da en sık rastlanan üçüncü kanserdir. Çok sayıda bilimsel çalışma, düzenli olarak bakliyat ve mercimekgiller tüketildiğinde kolorektal adenoma ve kanserlerin riskinin düştüğünü göstermektedir. *
Son birkaç yılda ise baklagillerin içeriklerinin genlerin çalışmasını etkileyerek bu antikanser özellikleri gösterdiğini ispatlayan çok sayıda bilimsel çalışmalar yayınlanıyor.* *
Haftada 2 kez yemek bile kanser riskini %50 düşürüyorsa, daha sık yediğinizde ne kadar korunacağınızı bir düşünsenize! Sindirime dirençli nişasta kalın barsaktaki bu yararlı bakteriler tarafından bütirat gibi kısa zincirli yağ asitlerine parçalanırlar. Bütirat kanserli hücrenin büyümesini engelleyerek ve detoksifiye edici enzimlerin üretimini arttırarak bir dizi anti-kanser etki sağlarlar. Sadece lif ve bütürat değil, içeriğinde bulunan fitatların kolorektal ve diğer pek çok kanserden koruyucu etkileri olduğu gösterilmiştir. *
Tamamı için:
Obezitenin nedeni olan aranan suçlu bulundu, karşınızda yeni düşmanımız: Tahıllar ve baklagiller - Nurhayat Gül - T24 (http://t24.com.tr/yazarlar/nurhayat-gul/obezitenin-nedeni-olan-aranan-suclu-bulundu-karsinizda-yeni-dusmanimiz-tahillar-ve-baklagiller,9680)
Kanser savaşçısı kuruyemişler - Nurhayat Gül - T24 (http://t24.com.tr/yazarlar/nurhayat-gul/kanser-savascisi-kuruyemisler,9783)
Kaz Dağları inciri kabuğuyla yenmeli
Kaz Dağları’nda yetişen incirlerin, içindeki ‘ficin’ maddesi sayesinde kanserli hücrelerdeki metastazı durd
Ülkenin şifa deposu durumundaki Kaz Dağları’nda yetişen incirler, içindeki ‘ficin’ maddesi sayesinde kanserli hücrelerdeki metastazı durdururken, uzmanlar incirin kabuğuyla birlikte tüketilmesini tavsiye ediyor.
Dünyadaki incir üretiminin yüzde 72’sini karşılayan ülkemizde geçtiğimiz yıl yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde, incir sütündeki ‘ficin’ maddesinin kanserli hücrelerde metastazı durdurduğu ispatlandı. Dünyanın, oksijeni en bol ikinci bölgesi durumundaki efsanevi Kaz Dağları’nda yetişen incirlerin içindeki ‘ficin’ oranının yüksek ve kaliteli olduğunu söyleyen uzmanlar, incir meyvesinin kabuklarıyla birlikte tüketilmesini öneriyor. 2013 yılında yapılan ve literatüre giren bilimsel çalışmada ham madde temini ve uygulama yaparak, adını sağlık biliminde tıp literatürüne yazdırmayı başaran Balıkesir’in Edremit ilçesindeki ‘Kale Natürel’ isimli ar-ge firması, Kaz Dağları’ndaki bitki ve meyvelerin şifa kaynağı olduğunu bildirerek, insanları bölgeye davet etti.
Kaz Dağları’ndaki çok sayıda köyde yaşayan yerli halk ta bahçelerinde yetiştirdikleri incirleri toplayıp, yol kenarlarında ve köylü pazarlarında satışa sunarak geçimlerini sağlıyor. Bölge halkı, tatilciler ve araştırmacılar, Kaz Dağları gezileri sırasında yöre köylülerinin sattığı ürünleri gönül rahatlığıyla satın alıp tüketiyor.
“İNCİRİ, AÇ KARNINA VE KABUĞUYLA BİRLİKTE TÜKETİN”
İncirlerin iyice yıkandıktan sonra mutlaka kabuklarıyla birlikte tüketilmesini tavsiye eden ar-ge firması yetkilisi ve bilimsel çalışmalarıyla adını defalarca dünya biliminde duyurmayı başaran Faruk Durukan, “İncirin sütünde bulunan ficin, etkin maddedir. İnciri, kabuğuyla yenilmesini tavsiye ediyorum. Çünkü, 2013 yılında yapmış olduğumuz bilimsel çalışmada, incir sütünde bulunan ficinin, kanser önleyici ve kanserde metastazı durduran ajan olarak görev yaptığı bilimsel olarak ispatlandı. Ve ayrıca, bunun patent başvurusunda da bulunduk. Türkiye, dünya incir popülasyonunun yüzde 72’sine sahiptir. Ülkemizde bol olan bir meyvedir ve şimdi de incir mevsimidir. Bu inciri kabuğuyla birlikte, özellikle aç karnına herkesin yemesini tavsiye ederim. İncirin içindeki süt, kabuk ile meyvenin şekerli kısmı arasındadır. Dolayısıyla, yıkanıp ta kabuğuyla yenilmesi uygundur. Ama bu kabuğundaki sütü derinize sürerseniz, deriniz tahriş olur. Fakat, yenilerek tüketildiğinde, ağızdaki tükürükler, sütün yapısını değiştirerek vücutta herhangi bir toksit oluşturmaz ve zararsız hale gelir” dedi.
Kaz Dağları’ndaki yol kenarlarında incir satan köylülerle sohbet eden Faruk Durukan, üretim yapan köylülere, incir ağaçlarında doğal gübre kullanmalarını tavsiye etti.
Kaz Dağları inciri kabuğuyla yenmeli (http://www.bigazete.com.tr/koy/kaz-daglari-inciri-kabuguyla-yenmeli-h8529.html)
Edirne Valisi Şahin, kanser uyarısı yapan Dr. Dilek Tucer'i görevden aldı - Diken (http://www.diken.com.tr/edirne-valisi-sahin-kanser-uyarisi-yapan-dr-dilek-tuceri-gorevden-aldi/)
Ben şahsen pirinç almıyorum artık evime..Onun yerine organik bulgur alyoruz..veya pirinç çok gerekliyse organik olanını alıyoruz bazen..çünkü çok pahalı..bulgur pilavı daha ekonomik..
Pirinci eve sokmamamızın nedeni şu..
Benim köyüm çeltik yani pirinç üreticisi..
Çeltik tarlalarına en az 7-8 defa ot ilacı atılıyor..
Hep ilaç hep ilaç..
Ergene nehrinin kirli suyuyla yetiştirilen pirinçler ise daha çok vahim..
Bence valinin görevden aldığı doktor haklı..
Charlaux
30-10-2014, 18:18
Royal Jelly olarak bilinen ari sutunun faydalari cok ...
Gogus ve rahim agzi kanserine iyi geldigi belirtilen urunun faydalari arasinda kan dolasimini duzenlemesi,besleyici olmasi ve cilde iyi gelmeside yer aliyor.Bir makalede okuyordum Turkiye'de ari sutu uretimini yapan sadece uc yer varmis lakin hap olarak satin alabilirsiniz ben Ingiltere'de kolayca buldum uygun bir fiyata.Urun kopyalanamiyor dolasiyla hap olarak almanizda bir sikinti bulunmuyor.
Multivitamin yerine oldukca iyi bir alternatif.Reklam yapmak istemem ama Holland & Barrett'e bakmanizda fayda var.Ingiltere'de GNC gibi urunler satilmiyor,iceriklerine baktigim saglik urunlerinin cogu dogal.Ucuz fiyata yurtdisina urunleri yolluyorlar ki 100 lira verilen multivitaminden daha ucuz daha saglikli.
Zeytin tanesi ve yaprağındaki oleuropein maddesinin, prostat, meme ve hepatoma kanser hücrelerindeki anti-tümör etkisinin belirlenmesi üzerine araştırma: (pdf formatında)
http://www.nobel.gen.tr/Makaleler/B%c4%b0BAD-Issue%202-10d148efec34496482e6515286397889.pdf
''...Maalesef çoğu kişi soğanı yağın içinde iyice kavurarak yemek yapmaya başlar. Ama gerçek şu ki yağın içinde soğanı kavurmak kansere davetiyedir...''
BESİNLER VE PİŞİRME TEKNİKLERİ (http://www.medicinehospital.com.tr/ansiklopedi/terim/124/besinler-ve-pisirme-teknikleri.html)
defender77
22-09-2016, 17:37
Kübalı doktorun akciğer kanseri için geliştirdiği aşı 1 dolara satılacak! - Dünya - T24 (http://t24.com.tr/haber/kubali-doktorun-akciger-kanseri-icin-gelistirdigi-asi-1-dolara-satilacak,360900)
"Vay koministler vay, ilaç şirketlerini batırmaya çalışıyor servet düşmanları!!!" diye bir açıklama gelmedi sanırım hala sayın devlet büyüklerimizden.
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.