Yücel Çağlar
17-11-2007, 12:17
Ormanlarımızda Şimdi de "2A" Sorunu Gündemde...
Ö Z E T
"Devlet ormanı" sayılan alanlar ve ormancılık düzeni, Türkiye'de, tarihin tüm dönemlerinde toplumsal, ekonomik ve siyasal amaçlarla kullanılmaya çalışılmıştır. Bu yönelim özellikle 1980'li yıllardan sonra iyiden iyiye kurumsallaşmış, AKP iktidarıyla birlikte de yeni boyutlar kazanmıştır. Siyasal iktidar, son olarak, şimdilerde "2A" sorununu gündeme getirmiştir, hem de tam da genel seçimlere birkaç ay kala !
Bu, "2B arazilerinin" satılmasından çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek bir girişimdir: 6831 sayılı Orman Kanunu'nun, "2A" maddesi, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık orman sayılmayan ve bir kısmı da işgal edilmiş yerleri değil, "orman" sayılan yerleri kapsıyor çünkü. Gerekçesi de bu kez "orman içi köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi". Bu amaçla, "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen" ve "... aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar" bulunan ormanlarımızın, artık orman sayılmayarak tarım ve yerleşme arazilerine dönüştürülmesi öngörülüyor; hem de devlet eliyle !..
Dayanağını 1982 Anayasası'ndaki 169 ve 170. Maddelerinin oluşturduğu bu girişim, gerçekte, 1984 yılında yürürlüğe konulan bir Yönetmelikle gündeme gelmiş, ancak, hemen hiç uygulanmamıştı. Şimdiyse, Siyasal İktidar, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu bir Yönetmelikle;
"orman" sınırları dışına çıkarılacak yerlerin
i) orman bütünlüğünü bozmayacak,
ii) su ve toprak rejimine zarar vermeyecek ve
iii) arazi kullanım yeteneği sınıflaması yönünden "Akdeniz, Eğe, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz Bölgelerinde I, II, III ve IV. sınıf , diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf arazilerden olması koşullarını kaldırmıştır;
Duyarlı yurttaşlarımızın orman yıkımına yol açan ya da açabilecek uygulamaların durdurulması için yargı yoluna başvurmasını olanaksızlaştırmıştır;
Bu gibi yerlerin belirlenmesine yönelik çalışmalar sırasında ilçe yerine köy ve beldeler temel alınarak keyfi uygulamaların gözdelerden kaçırılmasını büyük ölçüde kolaylaştırmıştır;
"2A" uygulamasının hemen ardından artık "orman" sayılmayacak bu gibi yerlerde hemen "2B" uygulamasının yapılması koşulunu getirmiştir;
3402 sayılı Kadastro Kanunu uyarınca üyeleri arasında yetkili orman mühendisi bulunmayan kadastro ekiplerinin 1987 yılından bu yana yaptıkları ve yapacakları orman kadastrosu çalışmalarının bu uygulamalara da dayanak olmasını olanaklı kılmıştır;
uygulamanın siyasal iktidarlarca yeni bir orman talanı olanağı olarak kullanılamaması için gerekli alt yapı koşullarının herhangi birisinin sağlanması öngörülmemiştir.
Böylece, ülkemizde, şimdi de;
Anayasadaki ve Orman yasasındaki henüz "orman vasfını" koruyan yerlerin bile orman sayılmaması olanağının kapsamı genişletilmiş;
bu doğrultudaki uygulamalar büyük ölçüde kolaylaştırılmış ve keyfileştirilmiş,
yalnızca üzerlerindeki orman ekosistemleri yok edilmiş, işgal edilmiş "devlet ormanı" sayılan alanların değil, neredeyse tüm ormanlarımızın siyasal iktidarlar tarafından partizanca amaçlarla kullanılabilme olanakları pekiştirilmiş,
ormanların içinde yerleşik 7300 köyde yaşayan 2,5 milyon yurttaşımızın gerçekçi olmayan beklentilere ya da daha önemlisi, kolaylıkla aşılamayacak tedirginliklere kapılmasına yol açılmıştır;
1980'li yıllarda olduğu gibi, anayasal ve yasal dayanakları da olsa, yurt içinde ve dışında çeşitli siyasal amaçlarla kullanılabilecek yeni bir köy/köylü göçürme tartışmasını gündeme getirme fırsatı yaratılmıştır.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, tam da ilgili Bakana "Yılın Çevrecisi Ödülü"nün (!) verildiği bir günlerde, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu "6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik", uygulaması durdurulamadığında aşağıdaki ormanlarımızın da "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu" yerlerden sayılması olasıdır. Sayılmasın mı ?
Böylesi bir aymazlığa fırsat verilmemelidir. Bu değini, duyarlı davranıp gereğini yapmaya çalışacakların çabalarına katkıda bulunabilir umuduyla hazırlanmıştır. Duyarlı kişi ve kuruluşların nesnel değerlendirmeler yapabilmeleri için değinide yalnızca konuyla ilişkin kişisel yorumlara değil, hem 1984 ve 2007 tarihli yönetmeliklerdeki ilgili maddelere ve bu maddelerde dikkat edilmesi gereken yaptırımlara hem de 16 Mart 2007 tarihli Yönetmeliğe yer verilmiştir.
Anayasanın 44, 56 ve 169. Maddesindeki yaptırımlar açıktır:
"Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz."
"Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez."
Ne yapılmasının gerektiği ve nelerin, kimlerle, nasıl yapılacağı sorularının yanıtlanması artık, deyiş yerindeyse, insafınıza, aklınıza, bilginize, gönlünüze ve sorumluluk anlayışınıza kalmıştır.
G İ R İ Ş
Ülkemizde "orman" sayılan alanların 212 milyon dönüm dolayında olduğu öne sürülmektedir. Tümüne yakın bir kısmı devlet mülkiyetinde olan bu alanlar öteden beri hem siyasal iktidarların hem de arazi gereksinmesi içinde olanların ilgisini çekmiştir. Deyiş yerindeyse, gözlerden ıraktaki bu alanlar çoğu zaman gönülden de ırakta kaldığı için olsa gerek, hem ormancılığımızda olup biten aymazlıklar hem de bu ilginin yol açtığı talancı düzenlemeler ve uygulamalar, kolaylıkla kotarılabilmiştir:
Sözgelimi, ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan yoksul köylülerin tarım arazisi ve yerleşme yeri, turizm yatırımcılarının ve vakıf üniversitelerinin tesis ve alt yapı yatırımları, belediyelerin çöplük alanı, sanayicilerin ve depremzedelerin arazi gereksinmesi çoğu durumda öncelikle "devlet ormanı" sayılan arazilerden karşılanmaya çalışılmıştır.
1961 Anayasası'nın ormanlarla ilgili 131. maddesi 1970'li yılların başında bu amaçla değiştirilmiş, 1982 Anayasası'nda da bu amaçlarla kullanılabilecek çok daha geniş kapsamlı yaptırımlara yer verilmiştir.
Siyasal iktidarlar da her zaman bu anayasal olanaklardan yararlanma çabası içinde olmuş; bu doğrultuda hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmıştır. Anımsanacağı gibi, 12 Eylül sonrasında yeni boyutlar kazandırılan bu hukuksal düzenlemeler ve uygulamaların kamuoyunda en çok bilineni AKP iktidarının 2003 yılındaki "2 B arazilerinin" satılması amacıyla Anayasayı değiştirmeye kalıkışmasıdır.
Oysa, "2B" uygulamalarına dayanak olan son yasal düzenleme, 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla gerçekleştirilmiştir. Ancak, 1982 Anayasası'na bile aykırı olan bu değişiklik ve yirmibeş yıldır süregelen bu doğrultudaki uygulamaların yol açabileceği ve de açtığı orman yıkımları ne ormancılık ne de ormancılık dışı kamuoyunda gerektiğince tartışılmıştır.
2003 yılına gelindiğinde ise bu uygulamalarla 6 milyon dönüm dolayında orman alanı, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmamış, bir kısmı da orman yok edicilerinin, işgalcilerin insaflarına bırakılmıştır.
Ne var ki, 1982 Anayasası ve Orman Kanunu'nda, uygulandığında çok daha büyük orman yıkımlarına yol açabilecek bir başka yaptırıma daha yer verilmiştir. Her türlü kamusal varlığın satıcısı ve ülkemizin "pazarlamacısı" olduğunu açıkça söyleyebilen AKP iktidarı, sonunda, yirmibeş yıldır gözlerden kaçan bu yaptırımın da ayırdına varmış ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendindeki yaptırımların uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği, tam da genel seçimler öncesinde yeniden düzenlemiştir. Doğaldır ki bu düzenlemeyi de "pazarlamacı" ve "satıcı" şanını (!) pekiştirecek doğrultuda yapmıştır, hem de Çevre ve Orman Bakanı'nın "Yılın Çevrecisi" seçildiği günlerde.
Anımsanacağı gibi, Çevre ve Orman Bakanı daha önce de 2003 yılında, "2 B" sorununu gündeme getirerek 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "B" bendi uyarınca "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmayan arazileri satmaya, bu amaçla da Anayasada değişiklik yapmaya kalkışmıştı. Ancak, başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Ana Muhalefet Partisi ile ilgili demokratik kitle örgütlerinin yoğun karşı çıkışları, siyasal iktidarın "devlet ormanı" sayılan arazilerin talanına yol açabilecek bu kalkışmasını sonuçsuz bırakmıştı.
Siyasal iktidar, ormanlarımıza yönelik yaklaşımını sonraki yıllarda da sürdürmüş; sözgelimi 6831 sayılı Orman Kanunu'nu bir kaç kez değiştirmiş, 3402 sayılı Kadastro, 2634 sayılı Turizmi Teşvik, 3213 sayılı Maden yasalarında değişiklikler yapmış, Ağaçlandırma Yönetmeliği'ni yeniden düzenlemiştir. 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendinin uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği yeniden düzenlemesi de bu doğrultuda girişimlerinden birisidir.
Şimdi, gündemde, deyiş yerindeyse "2 A Meydan Savaşımı" vardır. Doğaldır ki, bu savaşımın da temel dayanağı hukuk olacaktır. Ancak, bu dayanağın güçlendirilmesine katkıda bulunabilecek bilgilerin yeterince üretilmesi, tartışmaların gerektiğince yapılması da zorunlu olmaktadır. Başka bir söyleyişle, "2A", içeriği aşağıda sergilenir ve tartışılırken de görülebileceği gibi "2B"den çok daha karmaşık ve çok daha yıkıcı, çok boyutlu bir süreçtir:
Öncelikle, bu sürecin tüm boyutlarıyla kavranabilmesi, yöntemsel bir zorunluluktur. Tamam, "2B Savaşımı"nda Siyasal İktidarın girişimi sonuçsuz bırakılmıştır; ancak, bu yöntemsel gerek yeterince yerine getirilemediği için de kalıcı çözümler üretilememiş, üretilebilenlerin de yaşama geçirilmesi sağlanamamıştır. Bu nedenledir ki, sözü edilen savaşıma katılan kişi ve kuruluşların kimileri, daha önce öne sürdükleriyle neredeyse tümüyle karşıt çözümlere destek verebilmiştir.
"2A Savaşımı"nda bu olumsuzluğun aşılması gerekmekte, aşılabilmesi için de ayrıntılı ekolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel çözümlemelerin yapılması, bu amaçla uygun verilerin üretilmesi ve demokratik tartışma ortamlarının oluşturulması zorunlu olmaktadır.
Açıktır ki, orman ve tarım ekolojisi, ekonomisi, hukuku ve siyaseti alanında etkinlikte bulunan bilimci, araştırmacı, uygulamacı ve kırsal çevre gönüldaşları akıl, gerektiği gibi iş ve güç birliği yapmadıklarında bu zorunlulukların yerine getirilebilmesi, büyük ölçüde rastlantılara kalabilecektir. Bu durumda da, deyiş yerindeyse, yine "atı alan Üsküdar'ı geçebilecektir." Geçememelidir. Bu değini bu isteğin bir ürünüdür ve "2 A" sürecinin tüm boyutlarıyla kavranabilmesine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmış, hazırlanırken de gereğinin gerektiği gibi yapılacağına inanılmıştır.
Ö Z E T
"Devlet ormanı" sayılan alanlar ve ormancılık düzeni, Türkiye'de, tarihin tüm dönemlerinde toplumsal, ekonomik ve siyasal amaçlarla kullanılmaya çalışılmıştır. Bu yönelim özellikle 1980'li yıllardan sonra iyiden iyiye kurumsallaşmış, AKP iktidarıyla birlikte de yeni boyutlar kazanmıştır. Siyasal iktidar, son olarak, şimdilerde "2A" sorununu gündeme getirmiştir, hem de tam da genel seçimlere birkaç ay kala !
Bu, "2B arazilerinin" satılmasından çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek bir girişimdir: 6831 sayılı Orman Kanunu'nun, "2A" maddesi, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık orman sayılmayan ve bir kısmı da işgal edilmiş yerleri değil, "orman" sayılan yerleri kapsıyor çünkü. Gerekçesi de bu kez "orman içi köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi". Bu amaçla, "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen" ve "... aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar" bulunan ormanlarımızın, artık orman sayılmayarak tarım ve yerleşme arazilerine dönüştürülmesi öngörülüyor; hem de devlet eliyle !..
Dayanağını 1982 Anayasası'ndaki 169 ve 170. Maddelerinin oluşturduğu bu girişim, gerçekte, 1984 yılında yürürlüğe konulan bir Yönetmelikle gündeme gelmiş, ancak, hemen hiç uygulanmamıştı. Şimdiyse, Siyasal İktidar, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu bir Yönetmelikle;
"orman" sınırları dışına çıkarılacak yerlerin
i) orman bütünlüğünü bozmayacak,
ii) su ve toprak rejimine zarar vermeyecek ve
iii) arazi kullanım yeteneği sınıflaması yönünden "Akdeniz, Eğe, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz Bölgelerinde I, II, III ve IV. sınıf , diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf arazilerden olması koşullarını kaldırmıştır;
Duyarlı yurttaşlarımızın orman yıkımına yol açan ya da açabilecek uygulamaların durdurulması için yargı yoluna başvurmasını olanaksızlaştırmıştır;
Bu gibi yerlerin belirlenmesine yönelik çalışmalar sırasında ilçe yerine köy ve beldeler temel alınarak keyfi uygulamaların gözdelerden kaçırılmasını büyük ölçüde kolaylaştırmıştır;
"2A" uygulamasının hemen ardından artık "orman" sayılmayacak bu gibi yerlerde hemen "2B" uygulamasının yapılması koşulunu getirmiştir;
3402 sayılı Kadastro Kanunu uyarınca üyeleri arasında yetkili orman mühendisi bulunmayan kadastro ekiplerinin 1987 yılından bu yana yaptıkları ve yapacakları orman kadastrosu çalışmalarının bu uygulamalara da dayanak olmasını olanaklı kılmıştır;
uygulamanın siyasal iktidarlarca yeni bir orman talanı olanağı olarak kullanılamaması için gerekli alt yapı koşullarının herhangi birisinin sağlanması öngörülmemiştir.
Böylece, ülkemizde, şimdi de;
Anayasadaki ve Orman yasasındaki henüz "orman vasfını" koruyan yerlerin bile orman sayılmaması olanağının kapsamı genişletilmiş;
bu doğrultudaki uygulamalar büyük ölçüde kolaylaştırılmış ve keyfileştirilmiş,
yalnızca üzerlerindeki orman ekosistemleri yok edilmiş, işgal edilmiş "devlet ormanı" sayılan alanların değil, neredeyse tüm ormanlarımızın siyasal iktidarlar tarafından partizanca amaçlarla kullanılabilme olanakları pekiştirilmiş,
ormanların içinde yerleşik 7300 köyde yaşayan 2,5 milyon yurttaşımızın gerçekçi olmayan beklentilere ya da daha önemlisi, kolaylıkla aşılamayacak tedirginliklere kapılmasına yol açılmıştır;
1980'li yıllarda olduğu gibi, anayasal ve yasal dayanakları da olsa, yurt içinde ve dışında çeşitli siyasal amaçlarla kullanılabilecek yeni bir köy/köylü göçürme tartışmasını gündeme getirme fırsatı yaratılmıştır.
Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, tam da ilgili Bakana "Yılın Çevrecisi Ödülü"nün (!) verildiği bir günlerde, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu "6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik", uygulaması durdurulamadığında aşağıdaki ormanlarımızın da "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu" yerlerden sayılması olasıdır. Sayılmasın mı ?
Böylesi bir aymazlığa fırsat verilmemelidir. Bu değini, duyarlı davranıp gereğini yapmaya çalışacakların çabalarına katkıda bulunabilir umuduyla hazırlanmıştır. Duyarlı kişi ve kuruluşların nesnel değerlendirmeler yapabilmeleri için değinide yalnızca konuyla ilişkin kişisel yorumlara değil, hem 1984 ve 2007 tarihli yönetmeliklerdeki ilgili maddelere ve bu maddelerde dikkat edilmesi gereken yaptırımlara hem de 16 Mart 2007 tarihli Yönetmeliğe yer verilmiştir.
Anayasanın 44, 56 ve 169. Maddesindeki yaptırımlar açıktır:
"Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz."
"Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez."
Ne yapılmasının gerektiği ve nelerin, kimlerle, nasıl yapılacağı sorularının yanıtlanması artık, deyiş yerindeyse, insafınıza, aklınıza, bilginize, gönlünüze ve sorumluluk anlayışınıza kalmıştır.
G İ R İ Ş
Ülkemizde "orman" sayılan alanların 212 milyon dönüm dolayında olduğu öne sürülmektedir. Tümüne yakın bir kısmı devlet mülkiyetinde olan bu alanlar öteden beri hem siyasal iktidarların hem de arazi gereksinmesi içinde olanların ilgisini çekmiştir. Deyiş yerindeyse, gözlerden ıraktaki bu alanlar çoğu zaman gönülden de ırakta kaldığı için olsa gerek, hem ormancılığımızda olup biten aymazlıklar hem de bu ilginin yol açtığı talancı düzenlemeler ve uygulamalar, kolaylıkla kotarılabilmiştir:
Sözgelimi, ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan yoksul köylülerin tarım arazisi ve yerleşme yeri, turizm yatırımcılarının ve vakıf üniversitelerinin tesis ve alt yapı yatırımları, belediyelerin çöplük alanı, sanayicilerin ve depremzedelerin arazi gereksinmesi çoğu durumda öncelikle "devlet ormanı" sayılan arazilerden karşılanmaya çalışılmıştır.
1961 Anayasası'nın ormanlarla ilgili 131. maddesi 1970'li yılların başında bu amaçla değiştirilmiş, 1982 Anayasası'nda da bu amaçlarla kullanılabilecek çok daha geniş kapsamlı yaptırımlara yer verilmiştir.
Siyasal iktidarlar da her zaman bu anayasal olanaklardan yararlanma çabası içinde olmuş; bu doğrultuda hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmıştır. Anımsanacağı gibi, 12 Eylül sonrasında yeni boyutlar kazandırılan bu hukuksal düzenlemeler ve uygulamaların kamuoyunda en çok bilineni AKP iktidarının 2003 yılındaki "2 B arazilerinin" satılması amacıyla Anayasayı değiştirmeye kalıkışmasıdır.
Oysa, "2B" uygulamalarına dayanak olan son yasal düzenleme, 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla gerçekleştirilmiştir. Ancak, 1982 Anayasası'na bile aykırı olan bu değişiklik ve yirmibeş yıldır süregelen bu doğrultudaki uygulamaların yol açabileceği ve de açtığı orman yıkımları ne ormancılık ne de ormancılık dışı kamuoyunda gerektiğince tartışılmıştır.
2003 yılına gelindiğinde ise bu uygulamalarla 6 milyon dönüm dolayında orman alanı, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmamış, bir kısmı da orman yok edicilerinin, işgalcilerin insaflarına bırakılmıştır.
Ne var ki, 1982 Anayasası ve Orman Kanunu'nda, uygulandığında çok daha büyük orman yıkımlarına yol açabilecek bir başka yaptırıma daha yer verilmiştir. Her türlü kamusal varlığın satıcısı ve ülkemizin "pazarlamacısı" olduğunu açıkça söyleyebilen AKP iktidarı, sonunda, yirmibeş yıldır gözlerden kaçan bu yaptırımın da ayırdına varmış ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendindeki yaptırımların uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği, tam da genel seçimler öncesinde yeniden düzenlemiştir. Doğaldır ki bu düzenlemeyi de "pazarlamacı" ve "satıcı" şanını (!) pekiştirecek doğrultuda yapmıştır, hem de Çevre ve Orman Bakanı'nın "Yılın Çevrecisi" seçildiği günlerde.
Anımsanacağı gibi, Çevre ve Orman Bakanı daha önce de 2003 yılında, "2 B" sorununu gündeme getirerek 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "B" bendi uyarınca "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmayan arazileri satmaya, bu amaçla da Anayasada değişiklik yapmaya kalkışmıştı. Ancak, başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Ana Muhalefet Partisi ile ilgili demokratik kitle örgütlerinin yoğun karşı çıkışları, siyasal iktidarın "devlet ormanı" sayılan arazilerin talanına yol açabilecek bu kalkışmasını sonuçsuz bırakmıştı.
Siyasal iktidar, ormanlarımıza yönelik yaklaşımını sonraki yıllarda da sürdürmüş; sözgelimi 6831 sayılı Orman Kanunu'nu bir kaç kez değiştirmiş, 3402 sayılı Kadastro, 2634 sayılı Turizmi Teşvik, 3213 sayılı Maden yasalarında değişiklikler yapmış, Ağaçlandırma Yönetmeliği'ni yeniden düzenlemiştir. 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendinin uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği yeniden düzenlemesi de bu doğrultuda girişimlerinden birisidir.
Şimdi, gündemde, deyiş yerindeyse "2 A Meydan Savaşımı" vardır. Doğaldır ki, bu savaşımın da temel dayanağı hukuk olacaktır. Ancak, bu dayanağın güçlendirilmesine katkıda bulunabilecek bilgilerin yeterince üretilmesi, tartışmaların gerektiğince yapılması da zorunlu olmaktadır. Başka bir söyleyişle, "2A", içeriği aşağıda sergilenir ve tartışılırken de görülebileceği gibi "2B"den çok daha karmaşık ve çok daha yıkıcı, çok boyutlu bir süreçtir:
Öncelikle, bu sürecin tüm boyutlarıyla kavranabilmesi, yöntemsel bir zorunluluktur. Tamam, "2B Savaşımı"nda Siyasal İktidarın girişimi sonuçsuz bırakılmıştır; ancak, bu yöntemsel gerek yeterince yerine getirilemediği için de kalıcı çözümler üretilememiş, üretilebilenlerin de yaşama geçirilmesi sağlanamamıştır. Bu nedenledir ki, sözü edilen savaşıma katılan kişi ve kuruluşların kimileri, daha önce öne sürdükleriyle neredeyse tümüyle karşıt çözümlere destek verebilmiştir.
"2A Savaşımı"nda bu olumsuzluğun aşılması gerekmekte, aşılabilmesi için de ayrıntılı ekolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel çözümlemelerin yapılması, bu amaçla uygun verilerin üretilmesi ve demokratik tartışma ortamlarının oluşturulması zorunlu olmaktadır.
Açıktır ki, orman ve tarım ekolojisi, ekonomisi, hukuku ve siyaseti alanında etkinlikte bulunan bilimci, araştırmacı, uygulamacı ve kırsal çevre gönüldaşları akıl, gerektiği gibi iş ve güç birliği yapmadıklarında bu zorunlulukların yerine getirilebilmesi, büyük ölçüde rastlantılara kalabilecektir. Bu durumda da, deyiş yerindeyse, yine "atı alan Üsküdar'ı geçebilecektir." Geçememelidir. Bu değini bu isteğin bir ürünüdür ve "2 A" sürecinin tüm boyutlarıyla kavranabilmesine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmış, hazırlanırken de gereğinin gerektiği gibi yapılacağına inanılmıştır.