Bağlan

View Full Version : Kaz Dağları / Madencilerin orman talanı




güngör polat
05-10-2007, 15:50
sevgili üyeler
Dün gece fox tv'de kaz dağlarında altın arama için sontaj yaparken katledilen 200-300 yıllık ağaçları gördüm ve dehşete düştüm .Çünkü ida dağının güzelliklerini biliyorum.Habere göre bunu yapan global isimli bir maden arama firmasıymış.Sizlerden rica ediyorum.Bu doğa düşmanlarına tepkilerimizi hep beraber gösterelim.Bunun devamında izin alırlarsa bergama da yapılanlar yapılacak ve siyanür ormanı kaplıyacak büyük ihtimallede kazdıkları topraklarıda ağaçların üstlerine atacaklar dolayısıyla ne ağaç kalacak nede bitki. tabii bu arada oluşacak diğer zararlar konusunda sizin katkılarınızı bekliyorum.:mad: :(




ilahi morluk
05-10-2007, 17:24
Kaz Dağları Milli Park sınırları içinde diye biliyorum. Bunu yapanlar ve izin verenler mutlaka hesap vermeli.

limon
16-10-2007, 17:12
Oksijen ve yeşil cenneti Kaz Dağları'nda 11 şirket 37 ayrı noktada altın arıyor. Halk madencileri istemiyor. 100 bin ton siyanür havaya karışacak.

Kendi ülkelerinde siyanürle altın çıkarması yasak olan firmalar "Maden bulduk" diye ruhsat alırlarsa, bölgede 300-400 bin ton siyanür kullanılacak. 100 bin ton siyanür havaya karışacak. Yörede buna karşı çevre hareketi hız kazanıyor.

HAVA: Kullanılacak 400 bin ton siyanürün 100 bin tonu havaya karışacak
TOPRAK: Bitki örtüsü ve tarım en büyük darbeyi yiyecek
SU: Sondaj çalışması sırasında bile içme suları bulanmaya başladı
DENİZ: Dere ve kaynakların aktığı deniz bu kirlilikten nasibini alacak

Çanakkale ve Balıkesir arasında dünyada oksijenin en bol üç yerinden biri olarak bilinen Kaz Dağları'nda altın ve diğer değerli metalleri çıkarmak için ruhsat isteyen 11 firma, doğa harikası bölgeyi tehdit ediyor. Homeros'un İlyada adlı eserinde İda (Kaz) Dağı diye bahsettiği bölge; havası, suyu, toprağı ve deniziyle geçmişi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Truva Savaşları'na tanıklık eden, efsanelere konuk olan Kaz Dağları'nın eteklerinde ise Türkiye'nin en bereketli meyvesi ve sebzesi yetişiyor. Yüksek Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür'e göre, Çanakkale, Etili, Bayramiç, Ezine, Ayvacık ve Küçükkuyu bölgelerinde çalışacak olan bu madenler, ömürleri boyunca toplam 300-400 bin ton arası siyanür kullanacak. Öngür, bu rakamın yaklaşık yüzde 30'unun yani 100 bin ton siyanürün havaya karışacağını söylüyor. Ayrıca bu madenler çalıştığı süre boyunca 1 trilyon ton kadar kayayı kazacak ve bütün Çanakkale ve ilçeleri kadar su tüketecek.

Şimdiden kara delikler oluşmaya başlamış bile:
22584
Sabah Gazetesi

limon
16-10-2007, 17:14
"Ne olacak ülkemizin hali?" demekten başka bir şey gelmiyor içimden...

malina
16-10-2007, 18:05
Bu kanunla Kaz Dağları kurtulamaz

16 Ekim 2007Çilem KAYA / ANKARA

http://www.hurriyet.com.tr/_newsimages/4263890.jpg

Eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, çevrecilerin büyük tepki gösterdiği Kaz Dağları’ndaki altın arama çalışmalarına ilişkin, kendi bakanlığı döneminde çıkan maden arama kanununun acilen değiştirilmesi gerektiğini savundu.

Kaz Dağları’nda yapılan altın arama çalışmaları çevrecilerin tepkisine neden olurken, eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, şunları söyledi:

"Bu kanunla Türkiye’de doğayı tabiatı korumak mümkün değil. Anasına kızan evden çıkıp taş ocağı ruhsatı alıp şehrin ormanın en güzel yerinde arama yapıyor. Ben bu konuyu daha önce bakanlar kurulunda sayın Başbakan’a da iletmiştim. Kendi bakanlığım döneminde 150-200’e yakın taş ocağı ruhsatını beklettim. Bu kanunla yola devam edilirse arama yapan işletmeler mantar gibi biter. İş çığırından çıkmadan bu kanun değiştirilmeli."

Kaynak (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/7491074.asp?gid=48&sz=87119)

Mucip Gürbüz
16-10-2007, 20:20
Koltuğunu kaptırmamak için susan bu kişi, koltuğu kaptırınca kolayını bulup akıl veriyor. Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur misali.

Bir hafta önce ulusal kanalda, ağlayarak soruları cevaplandıran yaşlı bir köylü; " Ben ağaç dikmekten başka bir şey bilmemki, onların yanına giderim okşarım susadınmı yavrum derim" dedi ve hıçkırıklara boğuldu, yüzünü çevirdi ve "ben onlara şimdi ne derim" diyerek, başkalarını bilmem ama benide ağlattı.

Peşkeş çekilmedik ne kaldı acaba, takip etmekte zorlanıyor insan saygılarımla.

Sevelim
17-10-2007, 18:45
Tarihini hatırlayamadım, Küçükkuyu'da bir otelde yapılan panele katıldım arkadaşlarımla. O günlerde pek kimsenin haberi yoktu. Birkaç gündür ulusal kanallarda görüyorum haberi. Herkes karşı çıkıyor ama kimsenin gücü yetmeyecekmiş gibi geliyor bana. Onlara arama izni veren kim ise git kendi ülkende ara altınını diyemiyor. Herkes rant peşinde.

Körfezdeki tüm tatil beldelerinin sonu gelecek bu altın arama işiyle. O güzelim sular da zehirlenecek sayelerinde.

egzotik
17-10-2007, 22:24
Herkese selamlar. Dünyada sayılı yerlerden, iğne ada Subasan Ormanları'mız tehlike altında. İstanbul'a ancak 20 günlük su verebilmek için aynı zamanda koruma altında olan, bu doğa harikamız elden gitmek üzere. Peki Kaz Dağları'mıza ne demeli. Basını takip etmiyormuyuz? HERKESİ DUYARLI OLMAYA ÇAĞIRIYORUM. Doğa severlik sözde değil özde olmalı bir güç olamazmıyız.

limon
18-10-2007, 00:01
Bugün haberlerde ne bakanı olduğunu ve adını da bilmediğim bir bakan (ama görmeyen), asabi bir şekilde tepki gösterenlere gözdağı veriyordu. Kim ne derse desin bu iş yapılacakmış. Sadece yol açmak için ağaçlar kesilmiş, yabancı şirketler kesilen ağaçların bulunduğu her dekar için bilmem kaç para ödüyorlarmış.

Ülkem bu kadar mı aç kaldı????

O Sayın Bakan, parasız kalınca elbiselerini en çok para verene satıp, çıplak gezebiliyor mu?

Ülkemin o güzelim yeşil elbiselerini satıp, çıplak bırakınca, gece başını yastığına koyup uyuyabiliyor mu?

Ophrys
18-10-2007, 00:19
Uyurlar sevgili limon.
Kendi çıkarları uğruna birçok hayvanı yuvasız, yüzlerce ağacı topraksız bırakıyorlar.
Bunlar da insan ya, insan olmak ne utanç veriyor bana anlatamam.

Sevelim
18-10-2007, 16:03
Büyük şehirler su sıkıntısı içinde. Burada ise suya para ödemiyoruz. Su öylesine bol ve temiz ki. Suyu böylesine bol olan bir yerin suyunu zehirleyecekler. Yemyeşil İda Dağını talan edecekler. Ekolojik dengeyi bozacaklar. Biz körfezde oturanlar ne yapmamız gerekiyorsa yapıyoruz ve yapacağız da. Gücümüz yeter mi işte onu bilemiyorum.

celalsungur
18-10-2007, 17:24
Yeraltı zenginliklerinin çıkarılması konusuna ben olumlu bakıyordum ama çıkan değerin sadece %2 sini vergi olarak devlet alıyormuş, gerisi yurt dışına gidiyormuş. Hakikaten böyle bir ticareti Kaz dağlarına adını veren hayvanlar bile kabul etmez.

limon
23-10-2007, 21:37
Neyse ki yöre halkının uğraşları sayesinde basın konuya oldukça fazla değiniyor. İnşallah bıkıp ta peşini bırakmazlar.

Sevelim
23-10-2007, 23:52
Bana gelen e-postayı sizlerle paylaşmak istedim. Belki de aramızda bu gruba dahil olmak isteyen arkadaşlar vardır.

Bu mesaj, "Kazdağı'nı Koruma Girişimi Grubu" nun 6 Ekimde düzenlediği panelde adreslerini bırakan katılımcılara, e-posta grubuna ve iletişim ağına davet için gönderilmektedir. Grup tanıtım yazımız aşağıda ve ektedir.

Siz de gruba katılmak ve kazdağı gönüllüsü olmak istiyorsanız aşağıdaki formu doldurup bu mesaja yanıt yazınız.

Bu mesajı gruba katılmak isteyen başka kişilere de iletebilirsiniz.

Zaten gruba üyeyseniz ve/veya bu daveti tekrar aldıysanız bu mesajı dikkate almayınız.

İlginize teşekkür ederiz.

Kazdağı'nı Koruma Girişimi Grubu

------------------------------------------------

Ben de Kazdağı Grubu haberleşme ve iletişim ağına dahil olmak istiyorum.

İletişim bilgilerim aşağıdadır:

Adı Soyadı:

E-posta:

Mesleği:

Ev Tel:

İş Tel:

Cep Tel:

Adres:

Varsa üyesi olduğunuz Kurum ve kuruluşlar:

------------------------------------------------

KAZDAĞI'NI KORUMA GİRİŞİMİ GRUBU


BİZ KİMİZ?:
Kazdağı'nın yakınında ve yanında olmayı tercih etmiş, çıkar gözetmeksizin Kazdağı'nın her yönüyle korunmasını, gelişmesini isteyen gönüllüleriz..


NASIL BİRARAYA GELDİK?:
Gönüllülük temelinde… Bir çekirdek etrafından giderek gelişerek… Mektuplar yoluyla…

Bazen birbirimizi yüz yüze tanımadan …

Buluştuk.


İLKELERİMİZ

• Gönüllülük esastır.

• Ülkemiz, yöremiz ve dünya çıkarları için çalışırız.

• Bilgi paylaşımı ve tartışmaları açık olarak yaparız.

• BİZE değer veririz, BEN diyenlere itibar etmeyiz.

• Koruduğumuz değerlerin yanında oluruz.

• Fikirlerimiz çatışırken kendimizin çatışmasına izin vermeyiz.


AMACIMIZ NEDİR ?

KAZDAĞI'nı

• Toprağı, suyu, havasıyla…

• Zeytini ve diğer tüm tarım ürünleriyle…

• Ormanı, hayvanı, bitkisi, börtü böceğiyle

• Kültürü, geleneği ve göreneğiyle

• Halı, kilim ve diğer el sanatlarıyla…..

• Özellikle de farklılıklarını, çeşitliliklerini, bilgeliklerini, yüzyıllardır titizlikle koruyup birlikte yaşamanın güzelliğini bize öğreten bilge İNSANI ile ..

korunması ve gelişmesine katkıda bulunmak.

Bu amaçla Kazdağı'nda maden arama-işletme konusunda yapacaklarımız:

• Kazdağı bilgi bankası oluşturmak,

• Ruhsat iptalleri ve başvuruların takibini yapmak,

• Hukuki mücadeleye destek vermek,

• Anayasa mahkemesi sürecine müdahil olmak,

• Maden yasasının iptali için çalışmaktır.


NASIL ÇALIŞTIK ?
Kazdağına adanarak… Elimizden gelenin en fazlasını yaparak… Zamanımızın çoğunu vererek… Hatta eski mesleklerimize dönerek çalıştık.

Bilgilerin Doğru Yayılması için, tüm bilgileri

— isteyen herkesle…

— açık ve tarafsız şekilde…

— kaynağını belirterek…

— Yüzyüze görüşerek, telefonlarla ve internet ortamında paylaştık.


BUGÜNE KADAR NELER YAPTIK?
— Köylerde bilgilendirme toplantıları yaptık:

— Bahçedere, Boztepe, Kokulutaş, Adatepebaşı, Arıklı..

— 04 Ekim 2007'de Bergama'da Koza Madencilik A.Ş.'nin kapasite artırımı talebi ile ilgili olarak Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu bilgilendirme toplantısına katıldık.

— 06 Ekim 2007 tarihinde panel hazırladık:

— Halk ve yerel yönetimlerin desteği, kurumlar, odalar, temsilciler ve STK'ların katkısıyla, afişlerle, heyetler kurarak, ziyaretlerle,telefonlar ve e-postalar aracılığıyla duyurduk…

— Panele 1000'in üzerinde kurumsal ve bireysel katılımı ve Küçükkuyu ve Körfez Bölgesinin konuya duyarlılığını sağladık.

— Panel'den çıkan sonuç bildirgesini basına ve kamuoyuna duyurduk.

— Çanakkale Çevre Platformu ve Marmara Çevre Platformu imza kampanyasına destek verdik.

— Küçükkuyu'da Pazar yerinde masa açıp duyuru-el ilanı dağıttık ve 2000 imza topladık. Bayram sabahı Edremit'ten Ayvacık'a kadar çoğu camilerde duyuru dağıttık.

— Çanakkele, Küçükkuyu, Altonoluk'da her yeri afiş ve pankartlarla donattık.

— Kazdağını Koruma Girişimi Grubu İrtibat Bürosu'nu açtık.

— Kazdağı'nda Maden arama-işleme ve Maden Yasası ile ilgili tutum ve bakışımızı yazılı ve görsel basına ilettik ve basının yoğun ilgisini sağladık. Basına bilgi, demeç ve röpörtajlar verdik.

— Yöre milletvekillerinin konuya duyarlılığını sağladık, kendilerini bilgilendirdik ve bazılarının Meclis'te soru önergeleri vermelerini ve Bölgeyi ziyaretlerini sağladık.

— Enerji Bakanı'nın Kazdağı'nda Maden arma-işletme ruhsatlarının geçici olarak durdurmasını ve Bölgeye inceleme heyeti göndermesini sağladık.

— Çevre ve Orman Bakanı'nın Bölgeye inceleme heyeti göndermesini sağladık.

— Eski Çevre ve Orman Bakanı ve yeni Bakanın "Maden Yasasında bizim de beğenmediğimiz hükümler var, yeniden ele alınmalıdır" demelerini sağladık.

— Başta Edremit Körfezi ve Çanakkale Bölgesi olmak üzere, Türkiye çapında, Kazdağı ve Maden Yasası konusunda duyarlılık sağlamaya ve bir şeyler yapmak isteyenleri buluşturmaya başladık.

— 20-21 Ekim'de "Toplumsal Hareketler Platformu" toplantısına katıldık.

— 27 Ekim'de, Çanakkale'de, Enerji Bakanı'nın katılacağı Maden Paneline karşılık Çanakkale Çevre Platformunca düzenlenen Kitlesel Basın Açıklamasına katılmaya karar verdik.

— Önümüzdeki günlerde Kamuoyunun dikkatini Maden Yasasına çekmek için "Maden Yasasına Hayır-Altın'cı Filo Defol" mitingi hazırlamaya karar verdik.


BU SÜREÇTE BİZCE OLMAZSA OLMAZLAR:
— Belediyeler, Muhtarlıklar,

— Kamu kurum ve kuruluşları, birlik ve odalar,

— Bilim insanları, Üniversiteler, hukukçular,

Sevelim
24-10-2007, 00:01
Gruba dahil olmak isteyenlere e-posta adresini yazmayı unutmuşum.

kazdaginikoruma@gmail.com

ilahi morluk
24-10-2007, 13:28
Tepkiler çığ gibi büyüyor. Yazar Nihat Genç Skytürk televizyonunda Kaz Dağlarında yaşanan bu afet hakkında sert konuştu.

http://www.youtube.com/watch?v=-yLQ7dUqkjA

malina
25-10-2007, 11:30
Türkiye’de son günlerde gazetelerde okudunuz, Kaz Dağları yabancı maden şirketleri tarafından yok ediliyor. Aynen daha önce Latin Amerika'nın damarlarının kesilmesi gibi. Değerli dostlar, bugün sizlere Türkiye'nin 2001 sonrası içine düştüğü durumu ve özellikle son dönemi çok iyi anlattığını düşündüğüm bir kitaptan bahsetmek istiyorum.

Kitabın adı "Latin Amerika'nın Kesik Damarları (http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=Y75TX7H2UA7AM87Z4Y5X)". Peki bu kitap neden bahsediyor ve en önemlisi Kaz Dağlar'ında maden çıkarma ile alakası ne?

İsimler ve yerler farklı olmakla birlikte özünde bizden bahsediyor. Yaşadığımız "her şeyi sat" sürecine ekonomik büyüme, küreselleşme, Avrupa ile entegrasyon diyenlerin Latin Amerika'nın geçmişinden ders almak amacıyla bu kitabı mutlaka okumaları gerekli.

Bazı ülkeler kaybediyor


Değerli dostlar, kitap, "bugünlerin bizlerini" anlatan çok net bir cümle ile başlıyor: "Aptallığa oldukça benzeyen bir suskunluk içindeydik". Evet, aynen bugün Türkiye'de yaşayan her kesimden milyonların, yani bizlerin olduğu gibi.
Kitabın detaylarına gelince. Alıntıları aynen aktarıyorum:

* Uluslararası işbölümü sonucu bazı ülkeler kazanırken, bazıları da kaybediyor. Bizim bugün Latin Amerika diye adlandırılan toprağımız, kendini kaybetmeye adamış durumda. Rönesans Avrupalılarının, dişlerini boğazımıza geçirmek üzere okyanusa atladıkları uzak çağlardan beri bu böyle. Fetih ganimetleri, altınla örülü vadiler, gümüşle kaplı dağlar karşısında hayal gücünün şaşkınlığa düştüğü o eski yerler değil artık buraları. Ama bölge hizmetçi konumunu koruyor. Yabancı gereksinimlerin hizmetinde olmaya, dışarısı için tükenmez petrol ve demir, bakır ve et, meyve ve kahve, hammadde ve zahire kaynağı olmaya devam ediyor. Zengin ülkeler bütün bunları tüketirken, Latin Amerika'nın bütün bunları tüketirken kazandığından daha fazla kazanıyorlar (bu cümleye lütfen dikkat!).

Sermayenin egemenliği



* Latin Amerika'nın yabancı sermaye gruplarına tanıdığı imtiyazları mutlaka duymuşsunuzdur. Ama ABD'nin başka ülkelere tanıdığı imtiyazları asla duymazsınız. Başkan Wilson şöyle diyordu: Bir ülke oraya yerleşen sermayenin kesin egemenliği altına girer.

* Kesik damarların kıtasıdır Latin Amerika. Keşfedildiği günden beri burada her şey, önce Avrupa daha sonra da Kuzey Amerika sermayesine dönüşmüş ve o uzaktaki iktidar merkezlerinde öylece birikmiştir. Her şey, bütün her şey: Toprak ve tüm ürünleri, zengin madenler ile dolu yeraltı, insanlar, insanlarımızın tüketim ve üretim güçleri, tüm doğal ve insani kaynaklar.

* Sistem, yabancı patronlar bakımından ve tabii ruhunu Faust'un yüzünü kızartacak kadar düşük bir fiyata şeytana satmış olan yerli komisyoncular tarafından son derece akla uygun bir yapıdır. Ama onlar dışında kalan herkes açısından öylesine akıldışıdır ki, geliştikçe tüm dengesizlikleri, gerilimleri ve çelişkileri de gelişip sivrilmektedir. Bağımlı ve gecikmeli olan düzeniyle, eşitsiz toplum yapısı içinde süregiden sanayileşme, işsizliğin çözümüne yardımcı olacağı yerde daha da yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Yoksulluk artmakta, zenginlik belli noktalara yoğunlaşmaktadır.

Damarlarımız kesiliyor



Sonuç: Kitapta Latin Amerika ülkelerinin bankacılık, petrol, tarım, madencilik gibi ana damarlarını, hatta içme suyu şebekelerini ele geçiren ailelere, şirketlere dair detaylı örnekler bulacak ve her okuduğunuz satırda "Türkiye'de de böyle oldu ve oluyor" diyeceksiniz.

Son söz: Yaşadığımız "vahşi kapitalizm-küreselleşme-AB'lileşme" süreci Türkiye'yi finansal döngü içinde, kısa vadede sıcak para girişi ile büyüyor gibi gösterse bile, detaya bakınca durum çok açık: Türkiye'nin de damarları kesiliyor. Yerine yeni damarlar bağlanıyor ama bazılarının da anlayamadığı gibi o damarlar bizim değil.

Not: Kaz Dağları'nda yürütülen maden çıkarma adı altında bölgenin doğasının bu ülkenin halkı hiçe sayılarak yok edilmesi aynen Latin Amerika’da yaşananlar ile birebir örtüşüyor. Bu teslimiyet sürecinin bir sonucu Kaz Dağları operasyonu.


Yiğit Bulut / Referans (http://www.referansgazetesi.com/haber.aspx?HBR_KOD=81351&YZR_KOD=97&ForArsiv=1)

eNigMa1
31-10-2007, 22:24
ArkadaşLar bir durun hele...

Hemen adamLarı vatan haini iLan Ettiniz...

Hiç oLayı başka TarafLardan YorumLamayı akıL edebiLdinizmi...

Bir zamanLar unuttunuzmu Bergama köyLüLeri vardı... eLLem ettiLer kuLLem ettiLer bergamada fabrika açıLmasını önLedirLer... Aradan biraz zaman geçtikten sonra ne oLdu...
ArkaLarından Propaganda AmaçLı aLmanLar Çıktı...

Biraz Gözümüzü açaLım ne oLur... Şimdide Aynı oyun oynanmakta... Kazdağında adım başı her yere sonda vuruLmuyor !
+
Siyanür Oranı Avrupa araştırmaLarında minimum %12 iken Türkiyede Bu %0,2 oranLarında...

BibirLeri Türkiyenin YeraLtı kaynakLArının Alalade ortaya çıkmasından rahatsız...

oLtaya yem oLmayaLım...

malina
01-11-2007, 10:10
Yazınızı sadece cümle başları büyük harf olacak biçimde düzeltmezseniz, sileceğim.

Düzelteceğinizi varsayarak soruyorum:

Birileri Türkiye'nin yeraltı kaynaklarının ortaya çıkmasından rahatsız...

Ortalıkta böyle kaka dedikodular dolaşıyor, ne diyorsunuz?

Bu madencilik işinden devletin ‘maddi çıkarı’ da sadece kâr miktarı üzerinden yüzde 2. Üstelik kâr da şirketin beyanına göre belirlenecek. Bu miktar, altının ‘zenginleştirme işleminin’ ülkemizde yapılması halinde yüzde 1’e düşürülecek. Buna karşılık, ‘Maden Kanunu’ ve teşvikler kapsamında bu tür işletmelere 5 yıl vergi muafiyeti, elektrikte yüzde 50 indirim, çalışanların sigorta primlerinin yüzde 50’sine muafiyet hakkı veriliyor. T.C.’ye kalması beklenen işletmenin kârından yüzde 1’lik paydan daha fazlası da maden şirketine, devletçe geri ödeniyor.

erdek
06-11-2007, 15:08
Kaz dağlarında maden şirketlerinin yapmış oldukları ağaç, doğa ve su katliamlarına dur diyelim

eskimo
07-11-2007, 13:13
KAZ DAĞLARI'NDA ALTIN MADENİ BULUNDU!..

Kaz Dağı eteklerindeki Kısacık köyü yakınlarında önemli bir altın rezervi tespit edildiği bildirildi.
08 Kasım 2006 Çarşamba 16:45



Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı Kaz Dağı eteklerindeki Kısacık köyü yakınlarında, MTA tarafından 8 yıldır yürütülen çalışmalar kapsamında önemli bir altın rezervi tespit edildiği bildirildi.
MTA Kuzeybatı Anadolu Bölge Müdürü Vekili Ramazan Konakbay, yaptığı açıklamada, Ayvacık'a bağlı iki bölgede 8 yıldır altın arama çalışmalarının yürütüldüğünü, bu çalışamlar kapsamında Kısacık köyü yakınlarında önemli bir rezerve rastladıklarını söyledi..........
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1799&page=3



Bir yıl önce bu haberi ağaçlar net'e taşımışım.
formun devamın da
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ), Balıkesir Üniversitesi, Çanakkale Belediyesi, TÜBİTAK ve ÇABİSAK tarafından 22-25 Nisan tarihlerinde düzenlenen, "Kaz Dağları 2. Ulusal Sempozyumu"nun sonuç bildirgesi açıklanmış.

Bir yıldır yöre halkı ve duyarlı kurumlar kendi başlarına yapayalnız mücadele ettiler.
Ulusal basında Cumhuriyet gazetesi ve özellikle Cumhuriyet yazarı
Hikmet Çetinkaya dışında bir tek haber,bir tek kelime okumadım.
Bu gün okuyup gördüklerimiz ise; iş işten geçince,Kaz Dağı delik deşik edilmeye başlanınca ''haber yapmamış olmak'' için görün benilikten başka bir şey değil.

Yukarıdaki habere göre
Devlet birimi MTA 8 yıldır o yörede altın bulmak için çalışma yapıyormuş.
Devlet altın avcıları adına yıllardır çalışıyormuş....
Yine hükümet sözcüleri,ilgilileri şirketleri babasının oğlu gibi koruyor,
Hükümet adına zeytincilikten kimse bahsetmiyor.
Basında kısa bir haber geçiyor,
sayın Unakıtan,zeytin ithalatı için yasa çıkarma hazırlığındaymış.
2005 yılında bu yasayı çıkarmak istediğinde Tariş şiddetle karşı çıkınca geri çekmek zorunda kalmış...
Kaz Dağları ve Türkiye zeytinleri gözden çıkarılmış-çıkartılmış...


Aşağıda Kaz Dağları'nın kıyılmak istenen ormanlarından bir kaç fertin fotoğrafı:

eskimo
07-11-2007, 13:37
Çevreciler Güçleniyor
Kaz Dağları ve Artvin Cerattepe yörelerinde yapılan altın arama çalışmalarına karşı bölge halkının gösterdiği mücadele ve tepkiye,Doğu Akdeniz'deki çevre dernekelrinden(DAÇE)
destek geldi.Marmara Çever Platformu'nun (MARÇEP) Çanekkale'de düzenlediği 28.bölge toplantısının sonuç bildirgesinde de ''artık sözün bittiği'' vurgulanarak Kaz Dağları'yla ilgili
eylem sürecinin başlayacağı bildirildi.
DAÇE Ortak Sekreteri Oktay Demirkan,''Tüm yerküreyi arsa,tüm ağaçları kereste,Kuzey Ege'nin oksijen ve su kayanağı güzelim Kaz Dağı'nı maden ocağı olarak gören çokuluslu altın şirketleri ve yerli işbirlikçilerini şiddetle kınıyoruz'' dedi.
Demirkan,Kaz Dağı'nda altın çıkarılırsa 1 trilyon ton toprağın işleneceğini ve 400 bin ton siyanürün kullanılacağını ,2 milyon 580 bin dönüm ormanla 10 milyon zeytin ağacının etkileneceğini,su kaynaklarının azalıp kirleneceğini,orman köylülerinin geçim kaynağı azalıp göçe zorlanacağını;20 bin zeytin üreticisi,80 bin zeytin işçisi ile 30 bin ailenin etkileneceğini ve ürünlerini satamayacağı gibi,bölgeye de turist gelmeyeceğini vurguladı......
Çok kısa bir zaman içinde Maden İşleri Genel Müdürlüğü'nden 560 altın madeni arama ruhsatı alındığını vurgulayan Demirkan bu alanların her birinin ortalama 100 km2 büyüklükte olduğunu söyledi. ''Çok basit bir hesapla 58 bin km2 toprağımız istimlak yetkisine sahip bir ruhsat çerçevesinde çok uluslu yabancı altın tekellerine bir anlamda terk edilmiş buluyor.Ülkemiz yüzölçümünün 780 bin km2 olduğu düşünülürse,en azı 10 yıllığına olmak üzere,rezerv devam ettikçe sınırsısz şekilde uzatmak üzere Türkiye topraklarının %7.5 lik bölümü bu şirketlerin insafına ter edilmiştir'' dedi........

6 Kasım 2007 Salı
Cumhuriyet Gazetesi

Oğuz Karsan
14-11-2007, 22:53
Merhaba,
Kazdağı 'nı kurtarabilirmiyiz bilemiyorum ama,hepinizi yardıma çağırıyorum.

Bu hafta oralardaydım,Altın aramak için sondaja başlayan firmalar heryeri delmiş ve işaretler koymuşlar.Aralık ta sondaja başlayacakları söyleniyor 36 yerde sondaj deliği açmışlar.Ben sadece Bayramiç,Hacıbekirler,Söğütgediği ve Muratlar bölgesindekileri gezebildim.Durum galiba ciddi.

Şimdilik Ba-çev adlı bir oluşum meydana getirdik.Bu hafta Çanakkalede de Marçev'in toplantıları olacak.Ama gördüklerim ve köylülerden duyduklarımdan sonra korkmaya başladım.Bu kadar çabuk harekete geçeceklerini ummuyordum.

Kirazlı bölgesinde iki adet hayvan sondaj çukurunda biriken suıyu içince ölmüşler deniliyor.Herkesin olumlu katkılarını bekliyoruz.Malum yine Bergamadaki Kanadalı firma yanında İngiliz yardımcıları da var..

Uzun ve zor bir savaş vermeye hazıtrlanıyoruz. Bayramiç den Çana giden yol üzerinde 20,Km de (Yanıklar Köyü girişi) ayrıca Orman İşletmesi bütün ağaçları kesiyor. kesilen ağaçlar 70-100 cm çapında büyük ağaçlar. Sorduğumda kesilme izninin Ankaradan verildiğini söylediler.

Sesimi bu sefer Tema da duyar ve Altınolukta yaşanan Zeytin katliamına benzer olaylar olmaz umarım.

Şimdilik acele bunları yazabildim.İstanbula döndüm ama haber aldıkça yazacağım.
Hepinize Selam ve Saygılar.

Mucip Gürbüz
18-11-2007, 12:44
Sevgili kardeşim,

Sesinizi, ben ve benim gibi yüreği yananlar duyuyor ama, imdat çığlıklarınızı TEMA'ya duyuramazsınız, çünkü onlar bu yasaları çıkartan politikacılara ve sistemden nemalananlara çırağan sarayında kokteyl vermekle meşguller. Onlar artık bu sistemin bir parçası, geçmiş olsun.

Bizi savaşlarla yıkamayanlar böyle yıkmaya çalışıyorlar ama yanılıyorlar bir ölüp bin dirileceğiz, pes etmek yok kimseden medet ummakta yok, büyük ATATÜRK; "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diyerek başka bir güç aramaya gerek olmadığını işaret etmiştir.


Sizleri kutluyorum, bu uğurda yolumuz zorlu ve uzun, sonuna kadar destekliyor hepinizi selamlıyorum.

hassoman
18-11-2007, 12:55
Evet Oğuz Bey, yöreden alacağınız haberleri merak ve endişeyle bekliyoruz...

Kazdağlarının ve çevre insanlarının yaşam huzurunun altın uğruna bırakın risk altına sokulması, rahatsız edilmeleri bile buradaki sondaj çalışmalarının durdurulması için tek başına yeterli bir neden olmalı.
Orada insan eliyle olup biten çevre felaketinin duyduklarımızın, gördüklerimizin çok ötesinde olduğu bir gerçek...
Kazdağlarında, körfez köylerinde (zeytin) kaç bin ağacın kesildiğini tam olarak bilen yok, ama binin üzerinde olduğu bir gerçek.. Kazdağları'nda sırf çıra çıkarmak için karnı deşilen çam ağaçlarına yanarken şimdi başımıza besbeteri çıktı..

Bu yaz İzmir'den gelirken Bergama Ayvalık kavşağına (yol ayırımına) geldiğimde karşıma koca bir kurşuni renginde tepe çıktı. Ortada insanı içini karartan bir şey vardı ama neydi? Önceleri anlayamadığımdan kendi kendime 'Ne iç karartıcı bir düzenleme yapmışlar' diye söylenmiştim. Meğer o devasa kurşuni tepe Bergama'nın altın ayırımından arta kalan topraklarıymış. Bergama'yı karış karış kazın o renkte toprağa rastlayamazsınız. Üzerinde tek bir ot bile yoktu. Bilseydim, yanaşır bir saksılık toprak alır, bir bitkinin yeşerip yeşermediğini test ederdim.

Yolunuz Balya'ya düştü mü bilmem. 80 yıl önce terk edilen siyanürlü kurşun madeni aradan geçen onca zamana karşın halen çevre ve canlı yaşamı üzerindeki olumsuz etkisini çıplak gözle görebilirsiniz. Kendinizi alacakaranlık kuşağındaymışcasına içiniz ürperir.... Hekimlerden ve ziraat mühendislerinden oluşan bir heyet 1925 yılında yaptıkları inceleme sonucunda, “bülbül ve kanaryanın bir günden fazla yaşayamayacağı yer”, diye nitelmişler Balya'yı. Denebilir ki o zaman teknoloji geriydi. İyi ya hadı bugün kü teknolijiyle eski haline koyun Balya'yı?.. İTÜ raporunda Onca yıl sonra bile Balya'da var olan atıkların çevre sulak alanları ve barajları olumsuz etkileyeceğini yazıyor...

Kazdağları bilime mi teslim edilecek, yoksa para gelsin de nasıl gelirse gelsin diyen kör bir siyasi anlayışa mı?
Doğrusu Kendi ülkelerinde (kanada'da, İngiltere'de) çalışmalarına izin verilmeyen altın şirketlerin kendi ülkemde altın aramaları kanıma dokunuyor. Bu yoksul halimle varolan mutluluğumu, bu yolla gelecek olan zenginliğe her zaman tercih ederim.

hassoman
19-11-2007, 10:47
'Zeytinliği sattık, ağacı da yaktık'

Bölgede 2 bin kadar asırlık zeytin ağacı altın madeni için kesilmiş. Üç kilometre sınırından kurtulmak da çok kolay olmuş: Zeytin arazilerini satın alıp ağaçları da köylüye kestirmek. Babasına ait dokuz dönümlük zeytinliği dönümü 7 bin YTL'den satan Metin Demir halinden memnun:
"Normalde o tepelerde zeytincilik çok zor. Satmaya kalksanız dönümüne 1000 YTL vermezler. İyi teklif olunca biz de sattık. Zeytinleri de kesip odun yaptık."
Havran Ziraat Odası Meclis Başkanı Edip Savaş da şu örneği veriyor:
"Evinize bir un çuvalı götürüyorsunuz, çocuklarınız aç olduğu halde çuvala dokundurmuyorsunuz, sadece bakıyorsunuz. Bizim durumumuz da budur. Burada altın var ve çıkarılmalı."
Küçükdere Köyü'nden 50'yi aşkın kişi madende çalışıyor. Küçükdere Köyü'nde bir nakliye şirketi ve bir de kooperatif kurulmuş. Nakliyeciler ton başna 10.5 YTL alıyor. Küçükdere ve Büyükderelilerin çalıştığı nakliyecilik işinde, günde üç sefer yapan 15 kamyon çalışıyor.
İda-Troya Platformu'nun kurucusu ve zeytinci Metin Nadir ise gelişmeleri endişeyle izliyor: "Edremit Körfezi'nde 20 milyon zeytin ağacı var. Dünyanın en kaliteli zeytinyağı burada üretiliyor. Halkın yüzde 70'i zeytincilik, geri kalanı diğer tarım ürünleri ve turizmden geçiniyor. Burada altın madenleri işletilirse zeytincilik biter."

Ayrıntı haber için bkz: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=237935

hassoman
20-11-2007, 11:20
Arkadaşlar,
Kazdağları'nda olup bitenler pek çok kişide olduğu gibi inanın benim de kanıma dokunuyor.
Bu konuda her gün konuyla ilgili ne varsa buraya taşımayı amaçladım.
Bu nasıl iştir?
Kazdağlarının altın uğruna altının oyulmasına ne kadar sanatçı, bilimadamı, sporcu, meslek odaları, hukukçu, genç, yaşlı insan varsa hepsi bu işe karşı olmasına rağmen denetimsiz, gözetimsiz olarak pervasızca içimizi oymayı sürdürüyorlar... Yahu yemin ederim, bu şirketler kendi ülkelerinde bu kadar arsız ve başıboş olamazlar. İ z i n v e r m e z l e r !...

Allahım, Yarabbim!.. Ya nedir bu hırs anlamıyorum... İnanın empati gücüm iflas etti... Kendimi bu şirketlerin, bu işe göz yuman, haklı çıkartmaya çalışan siyasetçinin, kerametleri kendinden menkul bir-iki bilimadamının yerine koymaya çalışıyorum; olmuyor, başaramıyorum...

İşte size bugünkü Radikal Gazetesi'nden bir haber daha sunuyorum; belki beni daha iyi anlarsınız:


Kaz Dağları madenciyi de isyan ettirdi

Kaz Dağları'nda incelemelerini tamamlayan Maden Mühendisleri Odası heyeti, 'Yıpranma çok yönlü. Milli park sınırı genişletilmeli' dedi

20/11/2007
MESUT HASAN BENLİ (Arşivi)

ANKARA - Kaz Dağları'nda altın arama çalışmalarıyla ilgili iddiaları yerinde incelemek üzere bölgeye bir heyet gönderen Maden Mühendisleri Odası raporunu tamamladı. 10 kişilik heyetin hazırladığı raporda Kaz Dağları'nda milli park alanının yeniden belirlenmesi istenilerek "Bu alanda sadece madencilik faaliyetine değil sanayi tesisleri, yapılaşma ve turizm tesisleri dahil hiçbir faaliyete izin verilmemelidir. Kaz Dağları'nın denize bakan kesimleri ve sahiller yıllardır turizm ve yapılaşma adına talan edilmiştir" denildi.

'Güvensizlik oluştu'

Heyet, "Madencilik sektöründe, çevre dostu teknoloji ve yöntemlerin kullanılması zorunluluktur. Bu konuda gelişmiş ülkelerdeki olumlu örnekler, ülkemizde de uygulanmalı" vurgusu yaptı.

Raporda madencilik sektöründe kamu denetiminin gevşetilmesi de eleştirildi ve yasalarda yer alan kısmi denetimlerin dahi yeterince yapılmadığı belirtilerek şöyle denildi:

"Önlemlerin alınıp alınmadığı denetlenmemekte, sonuç olarak genel anlamda güvensizlik ortamı oluşmaktadır. Meslek odaları da devre dışı bırakılarak kamusal denetimin göz ardı edilmesiyle piyasa mantığı gereği 'Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler' düşüncesi egemen olmakta. Stratejik madenlerimiz kamu eliyle işletilmeli, kamu denetimi mutlaka sağlanmalı. Yerel halkın onayını almamış hiçbir ekonomik girişimin ülkeye yarar getirmesi beklenemez. Madencilik sektörüne ilişkin kararlara ilgili yöre halkının da katılımı sağlanmalıdır."

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239367

hassoman
21-11-2007, 11:16
Evet arkadaşlar,
İnatla Kazdağları'nın altın uğruna altının oyulmasıyla ilgili bilgileri size iletmeye devam ediyorum.

Küçücük bir çocuğu bile, bir ağacın bir dalını kırarken gördüğünüzde tepkiniz ne olur?
Uyarırsınız değil mi?
Sizi dinlemese ne yaparsınız?..
Çevrede ailesi varsa onlara durumu anlatırsınız?
Peki Ailesi sizi dinlemez çocuğu kendi haline bırakırsa ne yaparsınız?
Park bekçisine, Zabıtaya sair kolluk güçlerine başvurursunuz.
Onlar da ilgilenmezse ne yaparsınız peki?...
Zor soru değil mi?

Oysa Kazdağları'nda, Havran'da çocuk değil koca koca adamlar, bir dalı kırmak değil başta zeytinağacı olmak üzere binlerce, binlerce ağacı kestiler, kesmeye devam ediyorlar!..

25157

Peki başka neler olacak? Buyrun, birlikte okuyalım.

NTVMSNBC 17 Ekim 2007 Yasemin Arpa

...................
Kaz Dağı’ndan altın çıkarılmasına izin verilmesi halinde neler olabileceğini uzmanlar şöyle sıralıyor:

KAZDAĞI’NDA ALTIN ÇIKARILIRSA NELER OLACAK?


Kaz Dağı’nda altın çıkarılırsa; 1 trilyon ton toprak işlenecek, 400 bin ton siyanür kullanılacak.
Kaz Dağı’nda altın çıkarılırsa; 2 milyon 580 bin dönüm orman, 10 milyon zeytin ağacı etkilenecek.
Kaz Dağı’nda altın çıkarılırsa; su kaynakları azalacak ve kirlenecek.
Kaz Dağı’nda altın çıkarılırsa; orman köylülerinin geçim kaynağı azalacak ve göçe zorlanacak, 20 bin zeytin üreticisi, 80 bin zeytin işçisi ile 30 bin aile etkilenecek. Ürünlerimize alıcı bulamayacağız. Bölgemize turist gelmeyecek.
Her yıl zeytinden, zeytinyağından ve diğer tarım ürünlerinden elde edilen 650 milyon dolar ve ayrıca turizm gelirleri kesilecek.
Bir altın madeninin ömrü 10 yıl… Kaz Dağı’nda altın çıkarılırsa; 10 yıl sonra siyanür çukurlarıyla üzerinde ot bitmeyen toprak dağları kalacak. 10 yılda verilen zarar yüzlerce yıl temizlenemeyecek. Siyanür ve ağır metallere maruz kalacak, zaman içinde ölümcül hastalıklara yakalanacağız.

malina
21-11-2007, 11:23
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi toplulukları ile birlikte 25.11.2007 pazar günü saat 13:00 te Çanakkale Cumhuriyet Meydanı'nda miting yapılacaktır.Bu mitingte bütün sivil toplum örgütlerini aramızda görmekten büyük bir kıvanç duyarız.

Mitingteki konuşmacılar :
Doc. Dr Talat KOÇ ,Yrd. Doc Dr Ferah Özkök Öğretim görevlisi Selahattin BOZKURT

İLETİŞİM:
Suat ATEŞ : 0545 733 81 81 Turizm Topluluğu Bşk. Yard.
Volkan BAŞELLİ : 0554 438 34 29 Turizm Topluluğu Bşk. Yard.

hassoman
22-11-2007, 14:08
Sevgili Malina'nın da bildirdiği gibi Çanakkale 18 Mart Üniversitesi toplulukları ile birlikte diğer sivil toplum örgütlerinin düzenlediği 25.11.2007 pazar günü saat 13:00 te Çanakkale Cumhuriyet Meydanı'nda yapılacak olan mitinge katılmaları için yöre Belediye ve dostlarıma haber saldım...

Altın için Kazdağlarının altının oyulmasına sağduyulu ve duyarlı ne kadar insan varsa hepsi karşı...

Çünkü:(http://www.ntvmsnbc.com/news/423169.asp)

Homeros İlyada’sında İda Dağı’dan (Kazdağı) ‘Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası’ diye sözeder.……….

Kazdağlarının bilinen tarihi MÖ 2000 yıllarında başlar. Bu tarihlerde Thebe şehri, Lyrnessos şehri, Khrysa şehri, Killa Şehri, Anderia şehri, Antandros şehri, Adramytteion şehri, Astrya şehri, Gargara şehri gibi şehirler kurulmuş bunlardan bir çoğuda Truva savaşları sırasında yok edilmişlerdir.

BOL PINARLI VAHŞİ HAYVANLAR ANASI
Kazdağı’nın her yerinden kaynaklar çıkmaktadır. 1500 mt rakımda dahi yaz kış suyu olan kaynaklar mevcuttur. Edremit, Akçay ve Altınoluk’un buz gibi soğuk ve bol içme ve kullanma suyu Kazdağı’nın eriyen kar sularıdır. Kazdağları’ndan gelen orman havası ile denizin iyotlu ve oksijen miktarı yüksek havası birleşince Altınoluk Şahinderesi boğazı civarı oksijen çadırı şeklinde ifade edilmektedir. Dünyanın oksijen bolluğu yönünden ilk üç yerinden biri olduğu tespit edilmiştir.

EFSANELER DAĞI
İda Dağı (Kazdağı), dünyada mitoloji ve efsaneler dağı olarak bilmektedir. Kazdağlarındaki üç efsaneden biri Yunan efsanesi (İlyada) diğerleri Sarıkız ve Hasan ile Emine’ nin aşk öyküleri olan iki Türk efsanesidir.Yunan Mitolojisinde Paris’in Altın Elmayı Afrodit’e vermesi sonucu, dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı yerdir. Bu güzellik yarışması getirdiği sonuçları itibarıyla, tarihte meşhur Troia savaşlarının çıkmasına neden olmuştur.

Kazdağı, Biga yarımadasının en yüksek kütlesidir. Kazdağı’nın üzerine yerleşmiş, kuzey-güney istikametine uzanan derin vadi ve kanyonları, flora ve fauna açısından zengin bir potansiyel arzetmekte, özellikle de bitki örtüsünün taşıdığı biyolojik çeşitlilik ana kaynak değerini oluşturmaktadır.

Hayvan Türleri:
Ayı, Karaca, Yaban Kedisi, Su Samuru, Sincap,Yarasa, Kirpi, Tavşan, Porsuk, sansar, Tilki, Yaban Domuzu, Kartal, Doğan, Atmaca,Şahin, Keklik, Tahtalı, Çulluk ve Balık cinsleri, Alabalık ve sazan türleri bulunmaktadır.

Bitki Örtüsü:
Üst tabakada 600-700 rakımlar arasında Kızılçam hakimdir. Üst rakımlarda Karaçam, Kayın, Göknar asli ağaç türleridir. Kestane Meşe, Kızılağaç, Çınar ağaçları bulunmaktadır. Alt tabakada Sistus(Laden), Erika, Karaçalı, Böğürtlen, Sarmaşık bitkileri ile Kekik, Adaçayı, Sumak gibi tıbbi bitkiler

”KAZDAĞI’NIN ÖZELLİKLERİ”
Dünyanın 2. oksijen cenneti.
3 milyon dönüm ormanı var.
43 endemik (yalnız bu yöreye ait) bitki türü var. Kazdağı göknarı ile dünyada meşhur.
Yeşil altın (zeytin) cenneti-12 milyon zeytin ağacı var.
Önemli bir turizm- ekoturizm bölgesi. Ayrıca kaplıcaları ile sağlık turizmi bölgesi
Antik dönem yerleşimlerinden pek çok antik kent var.Truva, Antandros, Gargara…
Önemli bir su kaynağı.
Değişik kültürlere ev sahipliği yapıyor: Türkmen, Yörük, Midilli göçmeni…

Foto:http://wowturkey.com/t.php?p=/tr31/Ahmet_ISSIN_selale_panaromik.jpg

malina
25-11-2007, 23:26
Tüm Çevre Dostları ve Sivil Toplum Örgütleri Davetlidir

Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) tarafından tüm Türkiye’de düzenlenen
“Maden Yasasına Karşı Yürüyüş”
27 Kasım 2007 Salı günü Ankara’da Çevre ve Orman Bakanlığı Önünde Yapılacak Basın Açıklamasıyla Son Bulacaktır

Buluşma Saati :
27 Kasım 2007 Salı Saat 09.00

Buluşma Yeri :
Ankara Söğütözü Varan Otobüsleri Terminali yanında ARMADA alış veriş merkezi oto parkı

Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP)
İletişim : Caner Gökbayrak Dönem Sekreteri
canergokbayrak@gmail.com
Tel : 533.8151654

bahçevan
26-11-2007, 00:43
Bugün Almanya dünya altın pazarının % 70 ini elinde tutuyor.bu oranın % 50 si TÜRKİYE .Böyle bir tepkiyi Türkiyeden neden veriyoruz.hiç düşündünüzmü.Almanya böyle bir pazarı kaybetmek istemediği için Tarihi ağaçları ön plana çıkarıyoruz.Genelde o dağlarda bahsedildiği gibi tarihi ağaçlar yok.Almanyanın bu oyununa gelmenizi düşünmek istemiyorum.saygılar

bahçevan
26-11-2007, 00:46
Benzer Oyun Neyazikki Bergamada Oynandi.artik At Gözlüklerimizi çikarmak Zamani Gelmedimi.bunuda Hemen Belirteyim 1 Gr.altinada Sahip Değilim

bahçevan
26-11-2007, 00:49
Tema Vakvi Koç Grubunun Yankuruluşu Sayabilirsiniz.çünkü Araçlarin Temini Sağliyorlar.kusura Bakmayin

malina
26-11-2007, 08:57
Almanya Ülkemizde Altın İşletilmesini Neden İstemesin?

Tahir Öngür, Jeoloji Yüksek Mühendisi

Son aylarda, Almanya’nın ülkemizde altın madeni işletilmesini istemediği için bu yöndeki girişimleri baltalamaya çalıştığı ve bunun için de ülkemizde etkinliklerini sürdüren bazı vakıfları kullanarak, altın işletmelerine karşı çıkanları beslediği ve yönlendirdiği savları aldı yürüdü. Bu savlarla, önce emperyalizmin ulusal devleti yıpratmaya, zayıf düşürmeye yönelik eylemlerine karşı duran, ya da hiç değilse bu savlarla öne çıkan bazı yazar ve örgütlenmeler tarafından, Almanya’nın Türkiye’yi zayıf düşürme, parçalama, Orta Doğu’da nüfuzunu güçlendirme çalışmalarının ülkemizdeki beşinci kolunun, bazı siyasal ve sosyal vakıflarının, çalışmaları eleştirildi. Bu vakıfların yasaların sağladığı olanakları zorlayan varlık ve çalışmaları; giderek ve özellikle etnik ayrım ve çatışmalara yönelik ilgi ve etkinlikleri bu eleştirilerin ağırlıklı konusu oldu. Hele Almanya’nın ülkemizdeki ayrılıkçı etnik ve dinsel gerici örgütlerin merkezi durumuna gelmiş olması da bu eleştirilere büyük ölçüde inandırıcılık kazandırdı.

Ancak, bu antiemperyalist eleştiri ve sergilemelere sahip çıkanların arasına, bundan kendi çıkarlarına pay çıkarmak isteyen bazı çevreler de karışınca iyi niyet/kötü niyet ayırt edilemez oldu. Alman vakıflarının ülklemizdeki çalışmalarının altında yatan niyete ilişkin eleştiriler nerede ise 2 yıldır değişik ortamlarda yayılırken hiç te medya desteği alamamıştı. Ancak, bu vakıflara, devlet desteği almayan ve yalnızca az gelişmiş ülke halklarının beslenme ve çevre sorunlarını savunma yönünde çaba gösteren bir dernek, FIAN’ın da adı karıştırılıp bu derneğin ülkemizdeki altın işletme girişimlerinin ilk yıllarında buna karşı çıkanlara vermiş olduğu destek Alman emperyalizminin ülkemizdeki çabalarının en önemli örneği olarak dillendirilir olunca medyada ilgi gördü. Artık, yazılı ve görsel iletişim ortamlarında buna sahip görünüp dillerine dolayan ve geçmişlerinde hiç bir antiemperyalist bir çaba olmayan bir çok kişi, PKK terörü ya da Kaplancıların Almanya tarafından nasıl kollandığını değil ama, ülkemizdeki altın zenginliklerinin işletilmesinin Almanya tarafından engellendiği varsayımını yayar oldu.

İlginç olanı, bu propaganda kampanyasının, ülkemizin altın rezervinin 6500 ton ve dünyada ikinci olduğu, işletilirse 400 milyar dolar kazanacağımız ve IMF'e el açmak için bir nedenimizin kalmayacağı yalanının güçlü bir kampanya ile kamuoyuna iletilmeye çalışıldığı, ancak beklendiği kadar başarılı olunamadığı dönemden 5-6 ay kadar sonra ortaya çıkması idi. Ülkemizin böyle bir zenginliğe sahip olmadığı, olsa idi bile söylenen sayıların hayali olduğu ve gerçek olsaydı bile bu işletmelerden ülkemize pek bir şey kalmayacak olduğu başka yazılarda açıkça ortaya kondu ve hiç değilse kamuoyuna ulaşılabildiği kadarı ile bu yanıltıcı kampanya boşa çıkarıldı. Ancak, bunun anılarından da yararlanarak kamuoyunu altın işletmelerine ısındırabilme yolunda şimdi de Alman emperyalizmine karşı yurtseverlik gösterisi ile altın işletmeciliği savunulur oldu.

Onlara göre, Almanya ülkemize yılda 2 milyar dolarlık altın satıyordu ve bu pazarı yitirmemek için Türkiye’de altın işletmelerini engelleyici çabalara girişmişti. Bunu da, vakıfları eli ile yapmakta idi. Ülkemizdeki altın işletmeciliğine karşı çıkışlar da yurtseverlikten yoksun ve Alman emperyalizminin dümen suyunda casusluk çalışmaları olarak algılanmalı idi. Çok kolay yayılabilecek, güncel sorunlarımızı dış düşmanlarla açıkladığı için çekici olacağı umulan ve emperyalizmi Almanya’ya indirgediği için küreselleşme ve yeni emperyalizmin önünde psikolojik bir engel bile çıkarmayacak bir propaganda idi bu.

Yurtseverliğini Almanya’ya karşı olmakla sınırlayanlar için yeni bir kanıt ve örnek bulmanın ne denli sevindirici olduğunu anlayışla karşılamak gerekli. Kısa bir süre önce, kamuoyunu altın işletmeciliğine karşı ve yargı kararları konusunda kuşkular doğuracak şekilde bir kampanya deneyip bunda umdukları kadar başarılı olamayan, altın işletmesi girişimcileri ve onların değirmenine su taşıyan ödüllülerin de, böyle bir bilinç bulandırma kampanyasına sahip çıkmalarını da anlayışla karşılamak yerinde olur. Ancak, dünyanın böylesine yalın olmadığının açıkça görüldüğü, emperyalizmin ne zamandan beri ulusal sınırların çok ötesine nasıl taştığını sayısız örneklerle yaşadığımız bu çağda kendilerine yöneltilen her saçmalığın, her yalanın, her propagandanın gönüllü ve safdil tüketicisi olan okumuş yazmış sayısız insanın böyle kaba bir propagandaya hemen kapılması karşısında, ülkemiz adına umutsuzluğa kapılmamak elde değil.

En küçük bir sorgulama, bilgi edinme çabası ya da bir mantık tartımı bile insanda bu propaganda konusunda nasıl olur da kuşku duyurmaz, anlaşılır gibi değil. Ülkemizde altın işletme girişiminde bulunan ve ısrar edenler yabancı şirketler değil mi?

Bunların başı çekeni bir Avustralya şirketi. Ülkemizdeki ilk günlerinde ortakları arasında bir Alman şirketi de vardı. Bergama Ovacık’taki girişimi yıllar boyu yürütüp bugüne getiren şirket olan Eurogold, Avustralya kökenli Normandy Poseidon ve Kanada Kökenli Metal Mining Corporation’a bağlı olarak 29 ağustos 1989 da kurulmuş ve ortaklıkları yıllara göre değişiklik göstermişti. 1989’dan 1994’e kadar şirketin paylarının %66.67’si AAC (Anglo American Corp) Avustralya kökenli Normandy-Poseidon Grup şirketlerinden Poseidon Gold Limited ve %33.33’ü de Alman ve Kanada kökenli Metallgeselschaft Grup Şirketlerinden Metal Mining Corporation (Mineral Geselschaf-Degussa-Dresdner Bank) tarafından paylaşılmakta idi. İşletmeyi şimdi, başlangıçtaki ortaklarından ayrılmış olan Normandy Ltd’in bütününe sahip olduğu ülkemizde kurulu Normandy AŞ yürütmek istiyor. Normandy Ltd Avustralya’nın en büyük, dünyanın da yedinci büyük altın üretici şirketi. Yine de, bugünlerde bütün hisselerini ya Güney Afrikalı dünyanın en büyük şirketi olan Anglogold; ya da ABD’nden dünyanın ikinci büyük Newmont şirketine satarak onlarla birleşecek. Tipik bir çokuluslu şirket; ve bir emperyalizmden söz edilecekse, onun küreselleşme görünümünde yeniden örgütlenen son aşamasının çok somut bir ögesi. Bir çok yatırımında da Alman bankalarının, en çok ta Dresdner Bank ve Commerz Bank’ın kredilerini kullanıyor.

Türkiye’de en hırsla ve yaygın altın işletme girişimi olan ikinci bir şirket, Eldorado ise Kanada’da kurulu küçükçe bir şirket. Uşak, İzmir, Eskişehir ve Havran’da altın işletmek istiyor. Finansını kısmen Toronto Borsası’ndan topladığı paralarla, kısmen banka kredileri ile ve kısmen de tefecilerden gelecekte üreteceği altına karşılık borçlanarak sağlıyor. Bu tefecilerden biri şirketin iplerini eline almış : Almanya’da çalışan Rotschild’ler. Sermayesi’nin de %26’sını Güney Afrikalı Anglogold almış. Onun pay sahipleri arasında yine Alman sermayesinin ağırlıklı olduğu biliniyor. Zaten, işletmek istediği Havran Küçükdere sahasını da, buradaki işlerini üzerinden yürüttüğü Tüprag şirketi ile birlikte Almanlardan almış. Tüprag yeni kurulduğunda Alman Preussag firmasının malı idi.

Ülkemizdeki ilk altın girişimi bu şirketin eli ile Almanlar tarafından yapıldı. Bölgede gelişen yaygın direniş ve ÇED Raporu’nu onaylatamamasının yanında, Avrupa Parlamentosu’nun yaratılacak çevre sorunlarına karşı bu girişimin desteklenmemesini isteyen kararı ve banka desteklerini de yitirmesi sonucunda Almanlar Türkiye’de doğrudan altın arama girişimini bırakmak zorunda kaldı.
Ülkemizde altın işletmeye ilgisini sürdüren bir başka şirket te yine Kanadalı, dünyanın en büyük çinko işleticisi Cominco. Onun da, birçok yatırımında Alman Bankalarının finansmanı var.

Bunlar ulusal şirketler mi? Ülkemizde kendi çıkarları, dünya finans kapitalinin çıkarları ve yönetimlerinde etkili oldukları gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarlarını değil de ülkemizin çıkarlarını korumak için mi dolaşıyorlar? Ürettiklerini olduğu gibi ya da olabildiğince bize bırakıp mı geri dönecekler? Kazandıkları ile ülkemizde başka yatırımlar mı yapacak, yatırımlarında bizim endüstrimizin ürünlerini mi kullanacaklar? Ellerinden geldiği kadar çok mu vergi verecekler? Yoksa, Dünya Ticaret Örgütü’nün, IMF’in ve Dünya Bankası’nın baskıları ile art arda çıkardığımız ve bu tür çokuluslu şirketlerin ülkemizde istediklerini yapmak ve kazandıklarını istedikleri gibi dışarı çıkarmak olanağını bulmalarını sağlayan yasaların tadını çıkarıp bize yalnızca çevre kirliliği ve insan sağlığı risklerini mi armağan bırakacaklar? Bunları düşünmeden emperyalizme de, Alman emperyalizmine de karşı olunabilir mi?

Bu soruları akıl edip biraz kuşkuya düşen birisinin ilk sorması gereken şey, gerçekten Almanya altın üretiyor; üretiyor da Türkiye’ye satıyor; ve bu pazarı yitirmemek için uğraşıyor mu?
Bakalım!

ABD İçişleri Bakanlığı’na bağlı USGS (ABD Jeoloji Surveyi) bütün dünya ülkelerinin maden üretim ve ticaretinin istatistiklerini, ciddi ve ayrıntılı bir veri demeti biçiminde yayınlıyor. Kaynakları, genellikle kamu kaynakları. Yıldan yıla da yenileniyor.

USGS’in “spatial data of mineral resources” verilerine göre, Almanya’da da 1995’te varlığı bilinen bazı altın yatakları var.

Bunlar şöyle sıralanabilir :
Friedensgrube’de Oberjrenken (kesikli ve küçük ölçekli üretim yapılıyormuş 90’ların başında)
Sachsen’te Freiberg (üretim yok)
Westervald (üretim yok)
Sachsen’de Sadisdorf (üretim yok)
Landeskrone’de Siegerland (kesikli ve küçük üretim yapılıyormuş 90’ların başında)
Westphalia’da Sieger (üretim yok)
Sachsen’de Michelis-Fundgrube (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)
Harzmountains’de Tilkerode (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)
Hessen’de Dachsberg (üretim yok)
Harzmountains’de Andreasberg (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)

Yine aynı kaynağa göre 1990’da Doğu Almanya’da 1750 kg altın üretilmiş. Batı’daki üretimin ise, 18 kg kadar olduğu tahmin ediliyor. 1991’de tahminen 10 kg altın üretilmiş.

İzleyen yıllarda ise altın üretimi hiç yok. Yani bilinmesi gereken ilk şey Almanya’nın bilinen altın yatakları olmasına karşın, altın madeni işletmediği; 1991’den önce Doğu Almanya’da yapılmakta olan üretimden ise daha sonra vaz geçildiği.

Ama, Almanya’nın altına karşı ilgisiz olduğunu söylemek güç. Dünya’da merkez bankasında en çok altın bulunduran ikinci ülke Almanya.
Dünyada Merkez Bankalarının yüksek altın stoklarında kalmaları yönünde bir baskı olduğu ve 1999 Eylül’ünde ABD’nde 7 büyük ülke merkez bankası yöneticilerinin yaptığı toplantı sonucu açıklanan “Washington Round Anlaşması” ile merkez bankalarının altın stoklarını korumaları ve satışlarının engellenmesi kararı alındığı bilinmektedir. Bu toplantının yapılmak zorunda kalışı, merkez bankalarının elinde büyük miktarlarda, değeri sürekli düşen bir malın, altının tutulmasından ötürü devletlerin önemli kayıplara uğradığının ortaya çıkması üzerine toplu satış eğilimlerinin başlamasıdır. Giderek, IMF ve İsviçre merkez bankasının elindeki altınların bir bölümü satılarak çok borçlu yoksul ülkelere yardım yapılmasında kullanılması için başarılı kampanyalar açılmış ve yandaş bulunmuştur.

Bu kampanyalar Clinton'’an da destek görünce sözü edilen toplantı yapılmış ve altın fiyatlarının daha da düşmesine neden olacak bu girişimler zor yolu ile önlenmiştir. Bu arada, daha önceden merkez bankalarını altından temizlemiş olan Türkiye gibi (ki aralarında Japonya, İngiltere, Tayvan, Çin, Hindistan, İsveç, Yunanistan, Avustralya, Danimarka, Brezilya, Kanada, Norveç, kore, vb gibi çok değişik ülkeler de var) ülkeler bundan kazançlı çıkmış, stoklarını artan değerlerde tutabilmiştir.

Dünyada resmi devlet kurumlarının elinde Ocak 2001’de toplam 28,824 ton altın bulunmakta ve bu, tutulan toplam değerlerin %12’sini oluşturmakta idi. Bunun yanında IMF ve ECB gibi uluslararası düzenleyici kuruluşlarda da 4,167 ton altın tutulmaktadır. ABD bu konuda başı çekmektedir ve merkez bankası depolarında, stoklarının %56.4’ünü oluşturan 8,137 ton altın tutmaktadır. Almanya ikincidir ve merkez bankası dönüştürülebilir stoklarının %35.2’sini oluşturan 3,469 ton altın tutmaktadır. Üstelik, birkaç yıl önce 2700 ton dolayında olan stoklarını önceki yıl 3469 ton’a çıkarmıştır. Altınını satmamış, tersine altın alarak merkez bankasında daha çok altın saklar olmuş.

Bu sayılar, kampanyada dile getirilen sayıların yanında ne denli küçük kalıyor. Gerçekten de, Hablemitoğlu bu konudaki savlarını derlediği kitabında, televizyonlarda bir Alman Yeşil Parlamenterinin ülkesinde 100 bin ton altın bulunduğunu söylediğini veri olarak kullanıyor; ama kendine istihbarat tarihçisi sıfatını yakıştırmasına karşın aslını araştırmak için kendini yormaksızın. Oysa, bu konuya ilgi duyacak olanlar ilk önce, dünyada insanlık tarihi boyunca yeraltından çıkarılan, altının 140 bin ton dolayında olduğunu; bunun kayıp 20 bin ton kadarı dışında halen 120 bin ton kadarının adresinin belli olduğunu; 30 bin tondan çoğunun merkez bankaları ve uluslararası finans örgütlerinin kasasında, 20 bin ton kadarının altın borsalarının düzenlediği yatırımcılık pazarında ve kalanının da başını (Almanya’daki değil) güney ve güneydoğu Asya ülkelerindeki kadınların kol ve boyunlarında asılı olduğunu öğrenecektir.

Açıkçası, Almanya altın üretmeyen, dünyadaki altın varlığından sözü edilemeyecek kadar azını ülkesinde bulunduran ve merkez bankasında sakladığı altın miktarını satarak azaltan değil satın alarak arttıran bir ülke. Ancak, dünyadaki altın sektörü içinde de güçlü bir yeri var. Alıp satıyor. 1996’da 90 ton altın satmış (çoğu İsviçre, İtalya ve İngiltere’ye) ve 95 ton kadar da (çoğu İngiltere, Kanada ve İsviçre’den olmak üzere) altın almış. Ayrıca 160 milyon dolar eşdeğerinde hurda altın ya da takıyı (İsveç, Habeşistan ve Norveç’ten) da satın almışlar. 1998’de sattığı hurda altın 4,4 milyon dolarcık (çoğu İsviçre (2,45 milyon dolar), Belçika-Lüksemburg (1,55 milyon dolar), ABD(306 bin dolar) ve Türkiye’ye(84 bin dolar) ve 569,2 milyon dolarlık metal altın (İsviçre’ye 143 milyon dolar, Tayland’a 51,5 milyon dolar, İngiltere’ye 48 milyon dolar, ABD’ne 4,5 milyon dolar). Aynı yıl 117 milyon dolarlık hurda ve 1,3657 milyar dolarlık ta metal altın satın almış Almanya, dışarıdan. İngiltere’den 540 milyon dolar, İsviçre’den 267 milyon dolar, Kırgızistan’dan 190 bin dolarlık, ABD’nden 42 milyon dolar ve İsveç’ten 19 milyon dolarlık alımları olmuş.

Neden alıp sattığı ise, bu sektörün zayıf bir yanında yatıyor. Altın madeni işlettiğinizde ürettiğiniz şey bildiğiniz altın değil. Dore dedikleri ve altın, gümüş ve biraz da başka metallerin (alaşımından değil) karışımından oluşan bir külçe. Bunun yeniden rafine edilmesi ve bu metallerin ayrılarak saflaştırılması gerekli. Bu rafinerilerin ise her yerde bulunmadığı ve her yerde kurulmasına da fırsat verilmediği görülüyor. Örneğin, ülkemizde yok. Ancak, Avrupa’da, özellikle İsviçre ve Almanya’da var. O yüzden üretilen dore, ham altın bir çok yerden Almanya’ya satın alınıyor ve arıtıldıktan sonra başka ülkelere satılıyor; en çok ta takı yapacak ülkelere.

Yukarıda sergilenen ve güvenilirliği tartışma götürmeyecek verilerden Almanya’nın altın sattığı ülkelerin içinde ülkemizin önemli bir yerinin olmadığı görülüyor.

Ayrıca, Türkiye’nin dünya altın sektörü içinde önemli ve dikkat çekici bir yeri var. Öncelikle, ülkemizin dünyanın en çok altın satın alan ülkelerinden biri olduğu bilinmektedir. Bu satın alım her yıl biraz daha artıyor. İstanbul Altın Borsası Başkanı Serdar Çıtak’a göre, 2000 yılında 204 ton altın dışalımı ile rekor kırılmış. Çıtak, İAB’nın, yabancılara yapılan yurtiçi satışlar ve yurtdışına yapılan dışsatımın da etkisi ile bu yıl 204 ton altın ithal ettiğini söylüyor. Bu dış alım 1999’a göre %100 artış göstermiş. Turizm sektöründeki olumlu gelişmelerin de bunda katkısı olduğu belirtiliyor. Çıtak’a göre, Türkiye’nin dünya altın ticaretindeki payı %10’a ulaşmıştır. Borsa’nın kuruluşundan bu yana işlem hacmi düzenli ve hızlı artmış, 1996’da 173; 1997’de 291; 1998’de 439; ve 1999’da 491 ton’a ulaşmıştır.

Kuşkusuz, Dünya Altın Konseyi’nin özendirme çalışmalarının da bu gelişmede önemli bir katkısı var. Konsey (WGC) Türkiye Genel Müdürü Murat Akman, dünyada altın takı ihracatına izin verilen her ülkeye ihracat yapıldığını; böylece 40 ülkeye takı satıldığını; dünya altın takı üretim ve ihracatının devi İtalya’ya bile bitmiş takı satılabildiğini belirtmektedir. Türkiye’de hem altın takı işleme için gereken teknolojinin gelişmiş ve hem de işgücünün ucuz olmasının bunda etkili olduğu düşünülmektedir. Akman, Türkiye’nin 1990’lardan önce 80 ton altın alıp bunun tamamını iç pazarda tüketir iken, şimdi çok daha fazla altın ithal edip tümünü takı olarak işlediği ve takı dışsatımında dünya önderliğine oynadığını belirtmektedir.

WGC Türkiye Müdürü Murat Akman, bunalım dönemlerinde kuyumcuların hurda altını işleyerek yurt dışına sattıklarını ve çok iyi bir döviz girdisi sağladığını söylüyor. Akman’a göre 2000 yılında yurtdışındaki alıcılara 58 ton, ülkeye gelen turistlere 39-40 ton ve Laleli’de de yaklaşık 15 ton satış yapılmıştır. 2001 yılı ilk yarısında dışalımın geçen yılın beşte biri, onda biri düzeyinde kalmasına karşın takı endüstrisinin tam gün çalışıyor olmasına dikkat çeken Akman, 2000 yılında 1 milyar 250 milyon dolarlık dışsatım geliri sağlandığını ve bu yıl dışsatım gelirinin, üçte ikisi hurda altının işlenmesinden gelen 2 milyar dolar ya da üzerinde gerçekleşmesinin beklendiğini belirtiyor. Kuyumculuk sektörünün beş yıl içinde istihdamını 250 binden 500 binlere çıkarabileceği ve 2-3 milyar dolar net döviz girdisi sağlanabilmesi umuluyor.

Ülkemizde altın yatırım aracı olarak ta önemini değilse de, varlığını sürdürüyor. Körfezbank Genel Müdürü Hüsnü Akhan’ın Londra Külçe Piyasası Birliği LBMA’nın İstanbul’da düzenlediği Değerli Metaller Konferansı’na verdiği bildiriye göre, Türkiye’de yüzlerce yılda biriktirilmiş 6 bin ton kadar altın stoku var.
Türkiye’nin altın dendiğinde oldukça akılcı bir konumda yer aldığını bu resim ortaya koymakta.

Bu açıdan bir başka akılcı konum da Merkez Bankası’nda altın stokunun azlığı ve toplam rezervler içindeki düşük oranı. TC Merkez Bankası’nın 1998 Yıllık Raporu’na göre, Merkez Bankası’nın stoklarında uluslararası standartta olan 116.59 ton ve olmayan 3.25 ton’dan toplam 119.84 ton altın tuttuğu anlaşılmaktadır. Yine Merkez Bankası verilerine göre 33 milyar dolar toplam uluslararası rezervin yalnızca 1 milyar dolarlık bölümü altın şeklinde saklanmaktadır : %3,06.
Almanya’nın altın işletmeciliği ile bağları yalnız ticaret ile sınırlı değil. Almanya kendi ülkesinde altın üretmekten kaçınsa da, dünyanın her yerindeki altın işletmelerini banka ve tefeci kredileri ile ve altın işletmelerinin yaygın bir borçlanma aracı olarak kullandıkları “Hedging” uygulamalarına finans sağlayarak destekliyor ve bundan önemli bir kazanç elde ediyor.

Yine dünyanın her yerindeki altın işletmelerinin kullandığı ve çevre sorunlarına yol açtığı ve zehirli atıklar ürettiği tartışılan kimyasalların dünyadaki en büyük üretici ve satıcısı da Almanya.

Yine yukarıda değinildiği gibi, dorenin arıtıldığı altın rafinerilerinden de para kazanıyor, Almanya. Kendi ülkesindeki tesislerle yetinmeyip yayıldığını, 1999 yılında İsviçre’deki bir rafinerinin önemli payını Dresdner Bank’ın satın aldığını bildiren USGS kayıtlarından anlıyoruz.

Uzatmaya gerek yok. Almanya, kendi topraklarını altın işletmeciliğinin atıkları ile kirletmekten uzak duruyor; ama, başka ülkeler umurunda değil. Daha doğrusu umurunda ve başka ülkelerde altın işletmelerinin çoğalmasında çıkarı var. Oralarda işletme girişimlerini finansal olarak destekliyor, gelecekteki üretimlerine karşılık borç veriyor, tefecileri bu işten para kazanıyor, kimyasal satıyor, ara ürünlerini alıp rafine ediyor, altın alıp altın satıyor. Dünyanın neresinde altın çıkarılırsa, bu bir yanı ile Almanya’ya yarıyor.

Ülkemizde altın çıkarılmasını da istememesi için bir neden yok. Nitekim, bunu ilk kez bir Alman şirketi denedi. Edremit Körfezi çevresinde yaşayan yöre halkı, yerel yönetimler ve Ege’nin aydın insanlarının tepkileri karşısında girişimini yarı bırakıp perde arkasına çekildi.

Dünyada emperyalizm varsa, Almanya’da bunun güçlü bir aktörü. Emperyalizmin değirmenine gizli açık su taşıyanlar varsa, bu yalanlar ve yanıltmalarla açığa çıkarılamaz. Bunu açığa çıkarmanın tek yolu, Türkiye’de altın çıkarılmasından kimin ne kazanıp, kimin ne yitireceğine bakmak.
Kimin tarlasının yukarısında zehirli atıklarla dolu bir atık barajı olacak; kimin arıları ölüyor; kimin büyükbaş hayvanları sakat doğurmaya başladı; kimin ülkesinde siyanürle maden işlenen bir tesisin yanındaki köydeki insanların yarısı 10 yıl içinde kanserden ölerek tükendi; kimin en seçkin turistik yöresinin ortasına bir maden çukuru yerleşecek; kim, evinde otururken birden bire patlayıcı atımlarının sarsıntılarıyla yerinden sıçrayacak; kim, iş buldum diye sevinirken 5-6 yıl sonra işsiz kalacak; kimin ülkesi üretilen değerin onda birine bile sahip olamazken, yarın öbür gün terkedilmiş zehirli atıkları temizlemek için milyonlarca dolar harcamak zorunda kalacak, buna bakmalı.

Ya da hangi ödüllü, yukarıda bazılarına değinilen yalanları raporlarda toplayıp önderlerini yanıltmaya ve Maden Yasası’nı değiştirmeye uğraşıyor; kim bu yalanlara dayanıp emperyalizmi Alman siyasetine hapsetmeye çalışıyor ve küreselleşmeyi ve Toronto, Melbourn, New York borsalarında toplanan paralarla vurgun vurmaya çalışan bir avuç çokuluslu şirket yöneticisini göz ardı ediyor; kim villasına havuz yaptırabilmeye ancak yetecek düzeyde bir gönenç umudu ile bilimsel gerçekleri yerlerde süründüren bilimsel raporlar yazıyor; kim, bu girişimcilerden iş kapabilmek için Üniversite koridorlarını kavga alanına dönüştürüyor, buna bakmalı.

Yurtseverliği, ulusal devleti küreselleşme urbasına bürünen yeni emperyalizme karşı savunmayı, insan sağlığını doğayı ve sürdürülebilir kalkınmayı giderilemeyecek kirlenmeye karşı koruma kararlılığını sınamak için, sınanacak olanın altın işletmeciliğine karşı tavrına bakmak yeter.

Kaynak (http://www.geocities.com/siyanurlealtin/almanya.html)

malina
26-11-2007, 09:00
Bugün Almanya dünya altın pazarının % 70 ini elinde tutuyor.bu oranın % 50 si TÜRKİYE .Böyle bir tepkiyi Türkiyeden neden veriyoruz.hiç düşündünüzmü.Almanya böyle bir pazarı kaybetmek istemediği için Tarihi ağaçları ön plana çıkarıyoruz.Genelde o dağlarda bahsedildiği gibi tarihi ağaçlar yok.Almanyanın bu oyununa gelmenizi düşünmek istemiyorum.saygılar

Tahir Öngür gibi siz de ayrıntılı bilgi verirseniz, Almanya'nın oyununa düşmemeye çalışırız.

hassoman
26-11-2007, 10:25
Tüm Çevre Dostları ve Sivil Toplum Örgütleri Davetlidir

Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP) tarafından tüm Türkiye’de düzenlenen
Maden Yasasına Karşı Yürüyüş
Buluşma Saati :
27 Kasım 2007 Salı Saat 09.00
Buluşma Yeri :
Ankara Söğütözü Varan Otobüsleri Terminali yanında ARMADA alış veriş merkezi oto parkı "


Ben kendi hesabıma yarın orada olacağım arkadaşlar...

Bakın durum ne kadar vahim!.. Başka nasıl anlatılırdı bilmem artık!..



"...Bir başka çevreci,
"Bu Maden Kanunu ile Anıtkabir'in altında bile maden arayabilirsiniz" deyince
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler'in
"Ben de sizinle aynı kanaatteyim" demesi dikkat çekti...


http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=237107

Foto:http://www.ntvmsnbc.com/news/424445.asp

malina
26-11-2007, 11:20
TÜRKİYE ÇEVRE PLATFORMU ETKİNLİĞİNE DAVETLİSİNİZ

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAŞAM İÇİN,
YAŞAM HAKKIMIZA SAHİP ÇIKMAK İÇİN
ÇEVRE DOSTU, DOĞAL DEĞERLERİ KORUYAN
BİR MADEN YASASI İÇİN YÜRÜYORUZ.

Güzergahlar;

DOKÇEP-Artvin, Rize, Trabzon, Ordu, Samsun, Ankara

BAKÇEP-Akçakoca, Ereğli, Zonguldak, Bartın, Ankara
2. hat; Gebze, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Ankara

MARÇEP-Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Eskişehir, Ankara
2. hat; Edirne, Havsa, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu, Silivri, İstanbul, Gebze

DAÇE - Antakya, İskenderun, Adana, Tarsus
2. hat; Silifke, Erdemli, Mersin, Tarsus, Pozantı, Ulukışla

İÇAÇEP- Konya, Ulukışla, Bor, Niğde, Nevşehir, Avanos, Hacıbektaş, Kırşehir, Ankara

olarak belirlenmiştir.

23 Kasım 2007 Cuma günü belirlenen başlama noktalarından başlayacak
yürüyüşler, güzergah boyunca yerleşim yerlerinde yerel halkla, çevre
dostları ile buluşarak;
27 Kasım 2007 Salı günü
saat 09.00'da
Ankara Söğütözü'ndeki
ARMADA alış veriş merkezi oto parkı
buluşulacak ve ÇEVRE VE ORMAN BAKANLIĞI' nda yapılacak
bir basın toplantısı ile somut taleplerimiz ve yasa önerilerimizi içeren dosya
Bakanlığa sunulacaktır.

TÜRÇEP Bileşeni sivil toplum kuruluşlarımızı, meslek odalarımızı ve
sendikalarımızı bu yürüyüşü en etkin biçimde organize etmek üzere
Bölge Platformları sekretaryaları ile hızla iletişime geçerek tüm güç
ve olanaklarını seferber etmeye,

Yürüyüş güzergahında bulunan tüm çevre dostlarını,
-Yaşanılabilir bir çevre ve yaşam hakkı için,
-Doğaya, topraklarımıza, ormanlarımıza, yaşamımıza sahip çıkmak için
yürüyecek çevre dostu, çevre gönüllüsü TÜRÇEP bileşenleri ile
buluşmaya, yürüyüşlere katılmaya, seyirci olmaya son vermeye
çağırıyoruz.

TÜRKİYE ÇEVRE PLATFORMU (TÜRÇEP)

Dönem Sekretaryası: Caner Gökbayrak
canergokbayrak@gmail.com
Tel:533 815 16 54
Koordinatör: Tanay Sıdkı Uyar
tanayuyar@gmail.com
Tel: 0533 395 58 39

hassoman
26-11-2007, 14:11
Biliyorsunuz Anadolu efsaneler yurdudur.
Sarıkız Efsanesi onlardan biridir. Her efsane gibi o da türlü çeşit anlatılır. İşte onlardan biri.

25538


Kaz dağlarında çok güzel bir kız yaşarmış ve adına da Sarıkız derlermiş. Sarıkız'ın isteyeni çokmuş ama o kimseye varmak istemezmiş. Bunun üzerine onu çekemeyenler, ' O kötü yola düştüğü için evlenmek istemiyor...' dedikodusuyla onun ortadan kaldırılması gerektiğini söylemeye başlamışlar. Babası ne yapsın?..

Öldürsün mü, yoksa başka diyarlara mı göndersin.. Öldürmeye kıyamamış babası. Sarıkız'ı elinden tutup gizlice Kaz dağlarının zirvesine bırakmış.
Sarıkız dağda kendi başına dolaşırken yanına bir kaz gelmiş ve ona birkaç yumurta vermiş. Sarıkız sıcacık koynunda saklamış yumurtaları... Aradan çok zaman geçmeden kaz yavruları yumurtalarından çıkıp büyümüşler.

Günler günleri aylar ayları kovalamış bir gün kar ve tipiden yolunu şaşıran iki yolcuyu donmak üzereyken Sarıkız onları yaşadığı oyuğa getirmiş. Yolcuların karnını doyurmuş, ayağa kalkmalarını sağlamış. Yolcular düze inince köylülere, "Kaz dağlarında çok güzel, ermiş bir kız yaşıyor" diye anlatmauya başlamışlar... Sonraki günlerde de Onun güzelliğini, iyiliğini anlata anlata bitirememişler. . Bu anlatılanlar kulaktan kulağa yayıla yayıla Sarıkız'ın köyüne kadar ulaşmış.

Bunları duyan anasıyla babası bağırlarına bastıkları kara taşı atarak özlemle Sarıkız'ın yanına koşmuşlar. Kızlarıyla Kaz Dağlarının zirvesinde hasretle kucaklaşmışlar. babası oturup az biraz soluklandıktan sonra kızından su istemiş, Sarıkız hemen şimdi diyerek avuçlarından akan suyu babasına içirmiş, Babası kana kana bu doyumsuz suyu içtikten sonra, 'kızım durduk yerde bu suyu nerden buldun?..' diye şaşkınlık içinde sormuş. Sarıkız da saf saf, " Senin için elimi uzattım da Güre çayından taze taze alıverdim baba.." demiş, Anne ve baba böylece kızlarının gerçekten ermiş olduklarını anlamışlar ve huzur ve gönenç içinde köylerine dönmüşler...

Nitekim Aşık Nesimi şöyle söyler:
“Bir cins koyun vardır, çıkar dağılır
Gökte gider, yeryüzünde yayılır
Yazın kuzular, güz mevsimi sağılır
Sarıkız isminde pîri bilin mi?”


Sarı kız deyince onların aklına altın geliyor, bizimse Kaz dağlarının kazçobanı Sarıkız...

Kazdağlarının Sarıkızı'nı Unutmayın, unutturmayın!..

27 Kasım 2007 Salı günü
saat 09.00'da
Ankara Söğütözü'ndeki
ARMADA alış veriş merkezi oto parkı

Oğuz Karsan
06-12-2007, 11:23
Merhaba,
Kazdağlarını korumak ve kurtarmak isteyen arkadaşlar.

Dört gündür Bayramiç teyim.Ba çev yani Bayramiç ve köyleri çevre platformu adlı oluşum un toplantılarına üye sıfatı ile katıldım.

Bu arada Teck Cominco adlı Kanadalı maden devi olan firmanın Etili köyünde bulunan şantiyesine gidip baktım.Pek bir faaliyet yok gibi.

Araçlar olduğu yerde duruyor.Köylülerden aldığım bilgiye göre Sögüt alan Köyünde uğraşıyor larmış.


Şantiyedeki metalurji mühendisi olan bir kaç kişiden konu ile ilgili bilgi almak istediğimi söyleyince,Sevindiler ve çok yakın davrandılar. Hatta kimsenin gelip kendilerine birşey sormadığını ve yargısız infaz yapıldığını protesto işinin altında yatan amacın esasında Kazdağlarını korumak olmadığını gerçeğin farklı olduğunu da anlattılar.

Altı Yedi yıldır bölgede olduklarını Ve hala araştırma safhasında olduklarını sadece sondaj yaptıklarını ve hiç bir yere zarar vermediklerini, iki yıldır ara vermiş olduklarını ve yeni yeni faaliyete geçtiklerini,ağaç kesmediklerini,yeraltı sularını da kirletmediklerini ama bu kirlenmeye sebep olan zaten yirmiye yakın taşocağının ve iki fayans hammadesi firmasının ve Türkiye Kömür İşletmeleri nin bölgede on yıldır faaliyette olduklarını ama kendilerinin bölgeye gelince harkesin ayaklandığını anlattılar.

Sağa solu gezip,biraz da araştırınca, söylediklerinden bazılarının doğru olduğunu anladım tabi her konuştukları ve her anlattıkları mevzuyu henüz araştıramadım.

Ama birkaç taşocağını gezince esas felaketin yıllar önce zaten başlatılmış olduğunu anladım.

Ayrıca Orman İşletme Müdürlüğü, Yanıklar Köyü girişinde en az 5.000 adet ağacı kesmiş durumda.Sağ sol heryer koca koca kutukler ile dolu ve kesmeye devam ediyorlar.

Yarın istanbul'a döneceğim. Geri kalan ayrıntıları eklerim.

Selamlar.

Oğuz Karsan
06-12-2007, 11:54
Benzer Oyun Neyazikki Bergamada Oynandi.artik At Gözlüklerimizi çikarmak Zamani Gelmedimi.bunuda Hemen Belirteyim 1 Gr.altinada Sahip Değilim

Hoşgeldiniz.
Sayın Bahçevan.

Ayrıca sahiden bu işin altında başka bir neden olabilir.
Ben konuyu yerinde,bizzat ocağa gidip gözümle görerek,köylüden ve firma yetkililerinden aldığım bilgileri değerlendirerek,Çok yönlü araştırıyorum.

İlk başta edindiğim izlem şu; sanki biraz abartılıyor eğer abartılmıyorsa, Ağaçlar ve çevre,bu yaygarayı kopartanların sahiden umurundaysa, bizzat kapısına kadar giderek gözlerimle gördüğüm, başka firmaların yıllar önceden başlatmış olduğu çevre ve ağaç katliamına neden bu güne kadar ses çıkarılmadı ? İlginç değil mi?

Daha neler gördüm ve duydum yakında belge ve fotoğraflarıyla anlatacağım.

Selamlar

eskimo
06-12-2007, 15:01
Kazdağları'nda arama yapan şirketler


* Çanakkale Madencilik: 2 adet arama sahası bulunan firma, yerli.

* Doğu Truva Madencilik: Kanadalı Teck Cominco'nun desteklediği Fronteer'e ait firmanın 1 adet arama sahası bulunuyor.

* Galata Madencilik: 1 adet sahası olan firma Ariana Madencilik'le çalışıyor. En büyük hissedarları İngiltere'den.

* Hüseyin Avni Akol: Yerli firmanın 1 adet arama sahası var.

* Koza Altın İşletmeleri: Ovacıt'ta altın çıkaran yerli firmanın 2 adet sahası bulunuyor.

* Kuzey Truva Madencilik: Kanadalı Teck Cominco'nun desteklediği Fronteer firmasına ait. 6 sahada arama yapıyor.

* Park Enerji: Yerli firmanın 4 sahası bulunuyor.

* Trakya Bakır İşletmeleri: Yabancı ortaklığı bilinmeyen firmanın 1 sahası var.

* Tüprag Madencilik: Kanadalı Eldorado Gold madencilik şirketinin Türkiye temsilcisinin 7 sahası bulunuyor.

* Yeni Anadolu Madencilik: Dünyanın en büyük madencilik şirketlerinden Rio Tinto'yla ilişkileri olduğu söyleniyor. Merkezi İngiltere'de ama Avustralya Borsası'nda işlem gören bir başka şirketleri daha var. 11 sahası var.

* Global Madencilik: Yerli firma 1 sahada arama yapıyor.

http://www.globalenerji.com.tr/hab-23000203-104,39@2300.html

eskimo
06-12-2007, 15:09
Siyanürlü altın ayrıştırılmasını yasaklayan ülkeler


* Alman Parlamentosu, 10 Ekim 2001'de Avrupa Birliği düzenlemelerini gerekçe göstererek açık havada altın çıkarılması sırasında siyanür kullanılmasına hiçbir hükümet biriminin izin veremeyeceğine karar verdi.

* Çek Cumhuriyeti Meclisi ve Parlamentosu, Ağustos 2001'de siyanürlü altın çıkarılmasını yasakladı.

* Yunanistan'da Yüksek Mahkeme Nisan 2002'de siyanürle altın çıkarmak isteyen bir firmanın ruhsatını iptal edip, yasaklanmasına karar verdi.

* Romanya'da Şubat 2000'de yaşanan "Çernobil sonrası bölgedeki en büyük çevre felaketi" olarak gösterilen bir siyanür sızıntısı sonrası Macaristan ve Yugoslavya'dan geçen Tuna Nehri kıyılarına binlerce ölü balık vurdu. Ülke, AB düzenlemelerini kabul ederek siyanürlü altın çıkarılmasını yasaklamaya hazırlanıyor.

* ABD'de ise Wisconsin ve Montana eyaletlerinin hepsinde, Kolarado'nun 5 ayrı bölgesinde siyanür kullanılarak altın çıkarılması yasaklandı.

http://www.globalenerji.com.tr/hab-23000203-105,39@2300.html

eskimo
06-12-2007, 15:31
Ayrıca Orman İşletme Müdürlüğü, Yanıklar Köyü girişinde en az 5.000 adet ağacı kesmiş durumda.Sağ sol heryer koca koca kutukler ile dolu ve kesmeye devam ediyorlar.
.
Sayın Oğuz Karsan,
artık bir Milli ağaçlandırma Seferberliğimiz var,
Orman Rehabilitasyon kapsamında! kesilmiştir o ağaçlar.:o


Doğa derneği üyelerinden birinin şu sözünü hiç unutmam;
''Bir adam öldürdüm ama beş çocuk yaptım''...

Oğuz Karsan
06-12-2007, 17:15
Sayın Eskimo,

Kesilen harika güzellikteki bir orman, Kesen Orman İşletme Müdürlüğü, Mantığı yok.

Ağaçlar yaklaşık 30 m boyunda 70 cm çapında.

Eğer gençleştirme veya her ne sebeple kesilmiş olurlarsa olsun, eski halini bilen biri olarak oradan her geçişimde üzüleceğim ve yeni fidanları dikecek binlerce dekar bozuk orman denilen türden arazimiz varken kesenler kim olursa olsun lanetliyeceğim.

Demek ki aynı mantıkla,Korucak,Köylü,Yaylacık sapağındaki ayrıca Bezirganlar,Söğütgediği,Cazgirler sapağındaki ve aşağı,yukarı şevik köylerine giden yol üzerinde hiç ağaç kalmayacak çok yazık.

Peki sizce bu uygulama doğru mu ?

Yani bir sürü boş alan varken, daha 100 yıl ömürleri olan ağaçları kesmek ne derece faydalı olabilir. ? Bu ne biçim bir politika
Ayrıca bir sürü adam öldürdük,yaptığımız çocuk da yok. Bence şu anki durum böyle. Eğer akılcı adımlar atıp uygulanabilirse ne ala, belki ileride olabilir.

Peki boş alanları kim ağaçlandıracak. Özel sektörü boşuna beklemesinler. Arazilerinde ağaç var diye o kadar çok kişinin canını yakmışlar ki. Bir daha kimse arazisini ağaçlandırmaz.

Artık kimsenin bir tane ağaç dikmeye isteği yok, Arazileri ellerinden gider endişesiyle, var olanlardan da kurtulmaya uğraşıyorlar.

Selamlar.

Oğuz Karsan
06-12-2007, 18:47
Yolunuz Balya'ya düştü mü bilmem. 80 yıl önce terk edilen siyanürlü kurşun madeni

Kazdağları bilime mi teslim edilecek, yoksa para gelsin de nasıl gelirse gelsin diyen kör bir siyasi anlayışa mı?

Sayın Hassoman,

Bu hafta Bayramiçteydim,Dün akşam kar yağmaya başladığı için Bu gün istanbul a döndüm.

Bölgede ilk yaptığım şey Teck Cominco denen firmanın Etili deki şantiyesine gitmek oldu. Amacım bir şey yapıp yapmadıklarını gözlemlemek ve araç gereçlerine bakmaktı. Ama firmanın iki mühendisinin anlattıklarını dinleyince bazı süphelerimde haklı çıktığımı gördüm.

Esasında kesilen ağaçlar, zehirlenen çevre kimsenin sahiden umurunda değil. Eğer öyle olmasaydı bölgede 10 yıldan fazladır işletilen maden ocaklarını ve seramik hammaddesi çıkarırken etrafın rengini bile değiştiren madenlere tepki gösterirlerdi ama böyle bir durum yok ortada herkes halinden memnun.

Aşağı yukarı otuzdan fazla maden işletmesi zaten çevreyi katletmiş ,zehirlemiş ve ağaçları kesmişken kimse ses çıkartmamış. Ayrıca Kanadalı firmanın sondaja yeni başlamamış olduğunu ve yaklaşık bölgede yedi senedir sondaj yaptıklarını da söylediler. Ama iki sene Dünyadaki fiyat istikrarsızlığından dolayı, işe ara vermişler.
Ayrıca sondaj halen devam ediyor dediler. Ama sadece Muratlar Köyü ve çevresinde sondaj çalışmaları engellenmişler.

Ayrıca çok gerçekçi olarak çevreyi hiç kirletmediklerini iddia etmediler sadece kirlenmemesi için azami özeni zaten gösteriyoruz dediler.

Biraz araştırınca söylediklerinin bir kısmının doğru olduğunu ve esas problemin siyanür olmadığını da anladım.Çünkü İstanbulda da zaten hergün tonlarca siyanür ve hatta ismi bu kadar medyatik olmayan nice zehirli kimyasal maddeler yıllardır birçok sektörde kullanılıyor.Atıklar gizlice Kanalizasyona karıştırılıyor ama kimse yine sesini çıkartmıyor.Kazdağına gelince zaten yıllardır buralardaki herkes ağaçları kesiyor kimse pankartı alıp protesto etmemiş.Her taraf maden ocağı. birkaçını gidip gördük

Ama amaç farklı,sanki birileri bir anda nasıl Hepimiz Hırantız diye bağırttıysa ona benzer bir güç bu sefer bizleri farklı bir eylem için harekete geçirdi

Ben bunun emperyalizm mi veya ne olduğunu araştırmıyorum . Ama uyanık olmamız gerektiğini biliyorum.

Geçen hafta İstanbul a dönerken, Bayramiç-Çan-Yenice-Balya-Balıkesir-Bursa yolunu kullandım. Yanımda bulunan İsmi Alican Güngör olan Matbaacı arkadaşım ile Balya Belediye Başkanı na gidip görüştük.

Eskiden yapılanları kendisi de onaylamıyor. bölgede Eczacıbaşı ve başka bir Türk Firmanın maden araştırmaları yaptığını.Ama her iki firmanın da çevreye son derece duyarlı davrandıklarını söyledi.

Son olarak da, Altımızda dünyanın zenginliği var ama üzerinde fakir oturuyoruz dedi. Başkanın Sözlerine Katılmamak elde değil.

Selamlar.

hassoman
06-12-2007, 22:44
.... firmanın iki mühendisinin anlattıklarını dinleyince bazı süphelerimde haklı çıktığımı gördüm."....." Esasında kesilen ağaçlar, zehirlenen çevre kimsenin sahiden umurunda değil. "........." herkes halinden memnun.

Aşağı yukarı otuzdan fazla maden işletmesi zaten çevreyi katletmiş ,zehirlemiş ve ağaçları kesmişken kimse ses çıkartmamış."........" çevreyi hiç kirletmediklerini iddia etmediler sadece kirlenmemesi için...özeni gösteriyoruz dediler.

Biraz araştırınca söylediklerinin bir kısmının doğru olduğunu ve esas problemin siyanür olmadığını da anladım."....." Kazdağına gelince zaten yıllardır buralardaki herkes ağaçları kesiyor kimse pankartı alıp protesto etmemiş.Her taraf maden ocağı. birkaçını gidip gördük

Ama amaç farklı,sanki birileri bir anda nasıl Hepimiz Hırantız diye bağırttıysa ona benzer bir güç bu sefer bizleri farklı bir eylem için harekete geçirdi

Balya Belediye Başkanı na gidip görüştük.".... " bölgede Eczacıbaşı ve başka bir Türk Firmanın maden araştırmaları yaptığını.Ama her iki firmanın da çevreye son derece duyarlı davrandıklarını söyledi.

Son olarak da, Altımızda dünyanın zenginliği var ama üzerinde fakir oturuyoruz dedi. Başkanın Sözlerine Katılmamak elde değil.



Sayın Karsan,
Bu defa sizi anlamakta güçlük çektim. Gerçekten sizdeki bu 'u' dönüşünü hay'ra yormak isterim. Altın uğruna Kazdağları'nın altını oyanlara karşı gösterilen tepkileri çelmek isteyenlerin -bilerek ya da bilmeyerek- amaçlarına meyletmiş olmanızı üzüntüyle karşıladım

Yazınız içeriğindeki çelişkileri tek tek çıkarıp belirtmeye gerek yok; çünkü, çelişkiler zaten kendini ele veriyor.

"Esasında kesilen ağaçlar, zehirlenen çevre kimsenin sahiden umurunda değil." demişsiniz. Bu cümle bile tek başına yeter bana. Demek kesilen ağaçların ve zehirlenen bir çevrenin varlığını kabul ediyorsunuz. "Kimsenin umurunda değil " gibisinden genel bir yargıyı hangi gözleme dayanarak söylediğinizi bilemem. Bırakın çevredeki 12 Belediye Başkanının tepki için bir araya gelmelerini, bırakın sayısız platformlar çeresinde toplanmış olanları, bırakın çeşitli derneklerin çatısı altında buluşanları, bırakın pek çok bireysel girişimleri, bırakın hepsini bir yana en azından benim umurumda!..
Orada değil binlerce ağacın, tek bir dalın kırılmış olmasından bile bu çağın insanları olarak biz sorumluyuz biz!... Ben bizzat kendim Havran ilçesine bağlı bir köyde en az 15 bin zeytin ağacının kesildiğini biliyorum.
Kazdağları'ndaki kesilen ağaçların yeri insan eliyle yeiden ağaçlandırıldı diyelim. Meydana gelecek olan artık bir orman olmayacaktır. Yeşil bir örtü olacaktır. Bu sitede bir Orman uzmanı kalksın da bize Orman ile yeşil örtü arasındaki farkı anlatsın… Kaldı ki o yörede bundan böyle değil bir ağaç, bir ot bile bitmeyecektir. (Balya'yı gördüğünüz için bu gerçeği kolay anlarsınız..)

Sondaj yapılan çevredeki köylülerin bir kısmı bu şirketlerden elbette memnun... Bir iki yerel belediye de memnun hayatından. Çünkü yollarına kilit taşlar döşendi, kasabaya giden yollar asfaltlandı!.. Çünkü köylülerden sondaj çevresindeki zeytiliği olanlar oldukca paraya sattılar, kiminin çoluk çocuğu orada çalışıyor, kimi bu şirketler sayesinde nakliyecilik yapıyor (Bergamadaki şantiyeye toprak taşıyorlar)... Neymiş, Mühendisler çevrenin “kirlenmemesi için azami özeni zaten gösteriyoruz” demişler!.. (Peki ne yapacaklardı?) Bu söz ne kadar ihtimam edilirse edilsin öyle ya da böyle eninde sonunda çevrenin kirleneceğinin itirafı değil mi? Bu tür işler çevreyi kirletmeden yapılmaz ki?


Ha bir de şöyle demişsiniz: “Ama amaç farklı,sanki birileri bir anda nasıl Hepimiz Hırantız diye bağırttıysa ona benzer bir güç bu sefer bizleri farklı bir eylem için harekete geçirdi…” Bu komplo teorinize diyecek yok doğrusu. Neymiş dünyadaki altın borsasına hakim olan ülkeler, ülkemizden altın çıkarılmasına karşılarmış. Kardeşim zaten o ülkenin şirketleri gelip benim ülkemin içine ediyorlar. Benim derdim bu. Gördüğüm kadarıyla araştırmayı, gözlem yapmayı seviyorsunuz. Peki bu şirketler kendi ülkelerinde altın için kazı izni alabiliyorlar mı alamıyorlar mı? Hele Kazdağları gibi benzer yörelerde bir çivi çakabilirler mi? Bİr dal koparabilirler mi?.. Siz bana bunları araştırın gelin:

Ha, bir de, "Biraz araştırınca söylediklerinin bir kısmının doğru olduğunu ve esas problemin siyanür olmadığını da anladım….." demişsiniz…

Evet doğru söylüyorsunuz. Asıl mesele siyanür değil, asıl mesele Kazdağlarının altın uğruna altının oyulmasıdır. Biz madenciliğin ve madencilik sektörünün karşısında değiliz. Siyasete, vahşi kapitallizmin kurallarına değil; bilimin ve doğanın gereklerine kulak verin, Kazdağlarından elinizi ayağınızı çekin diyoruz. O kadar…

Diyorsunuz ki "Aşağı yukarı otuzdan fazla maden işletmesi zaten çevreyi katletmiş ,zehirlemiş ve ağaçları kesmişken kimse ses çıkartmamış. .." Ne yani bugüne kadar ses çıkartılmadı diye (ki tamamen yanlış bir bilgi) bundan sonra da mı çıkartılmasın. Bırakalım da katliama, zehirlemeye devam mı etsinler?...

Belki ilgisiz görünebilir ama sayenizde aklıma Nazi Almanyası’nda Papaz Martin Niemoller’in yaşadığı o ünlü deneyim aklıma geldi:
Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim...
Sonra beni almaya geldiler. Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı…

Allah korusun sesimizi çıkarmaya çıkarmaya sonunda ses çıkaracak temiz çevre kalmayacak…

En can alıcı cümleyi sona saklamışsınız:
Son olarak da, Altımızda dünyanın zenginliği var ama üzerinde fakir oturuyoruz Evet o malum çevrenin dört elle sarıldığı veciz demogojik cümleyi bakıyorum da siz de benimsemişsiniz.

Peki sayın Karsan,
Bu şirketler altın ve elmas uğruna asırlardır Afrika'nın altını üstüne getirmediler mi?
Hangi Afrika ülkesi kendi topraklarından çıkarılan kıymetli madenler sayesinde zengin olmuş?.. Bir tek ülkeyi örnek gösterin bana!
Çıkan altının sadece -olursa- % 2'sinin ülkemizde kalacağını biliyor muydunuz?..
Bana kalırsa isterse % 100'ü kalsın hiç umurumda değil. Benim umurumda olan, tarih boyunca bereketli topraklar olarak anıla gelen Anadolu'nun hızla çölleştiği.. Bu bir kehanet değil, bilimsel bir gerçektir...

eskimo
07-12-2007, 14:29
.........
Bu arada Teck Cominco adlı Kanadalı maden devi olan firmanın Etili köyünde bulunan şantiyesine gidip baktım.Pek bir faaliyet yok gibi.
..............
Araçlar olduğu yerde duruyor.Köylülerden aldığım bilgiye göre Sögüt alan Köyünde uğraşıyor larmış.
............
Altı Yedi yıldır bölgede olduklarını Ve hala araştırma safhasında olduklarını sadece sondaj yaptıklarını ve hiç bir yere zarar vermediklerini, iki yıldır ara vermiş olduklarını ve yeni yeni faaliyete geçtiklerini,
............


Doğu Truva Madencilik: Kanadalı Teck Cominco'nun desteklediği Fronteer'e ait firmanın 1 adet arama sahası bulunuyor.

Bu firmanın 1 adet arama sahası varmış.
Eğer bir kaç yerde arama yapılıyorsa kanuna aykrı bir durum var demektir..


Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı Kazdağı eteklerindeki Kısacık köyü yakınlarında, MTA tarafından 8 yıldır yürütülen çalışmalar kapsamında önemli bir altın rezervi tespit edildiği bildirildi.
MTA Kuzeybatı Anadolu Bölge Müdürü Vekili Ramazan Konakbay, yaptığı açıklamada, Ayvacık'a bağlı iki bölgede 8 yıldır altın arama çalışmalarının yürütüldüğünü, bu çalışamlar kapsamında Kısacık köyü yakınlarında önemli bir rezerve rastladıklarını söyledi.


yukarıda ki habere göre Kazdağları'nda arama yapan firmalar değil MTA imiş.

Yücel Özlem
12-12-2007, 22:31
Merhaba, Arkadaşlar benim bir önerim var. Artik daha sert olmalıyız diye düsünüyorum.Biz basit protestolarla vakit geçirirken adamlar Kazdağlarını delik deşik ettiler.Bayramiç-Çan karayolunun 25.nci Km sinden sol tarafa bakanlar ne anlatmak istediğimi daha iyi anlayacaktır.Asağı yukarı 200 dekarlık bir alan dümdüz edilmiş durumda.Orman işletme müdürlüğü hiç bir şey yapmıyor.Köylü vatandaş yakacak ihtiyacı için agaç keserse hapse düsüyor ama yabancı firmalar gozumuz gibi koruduğumuz ormanlarımızda istediği alanı kesip istediğini yapabiliyor.Buna dur demenin zamanı gelmedi mi ? . . .

Yorumsuz.

Oğuz Karsan
14-12-2007, 20:31
Merhaba,

Sn. hassoman, Sn.Eskimo ve Sn.Yücel Özlem.

Ortada çelişkili bir durum olduğunun farkındayım. Ancak ben her 15 günde bir Bayramiç'e veya Altınoluğa gidip gelen biri olarak kalbimden geçenler ile gözlerimle gördüklerimin arasında bir yerdeyim.Çok samimi, Önyargısız ve tarafsız olmaya çalışsam da gönlüm çevre ve ağaçlardan yana. Bunda samimiyim lütfen inanınız.

Ama birkaç olaydan sonra işin öteki boyutunu da görebiliyorum. Mesela Marçep'in toplantılarına katılan kişilerin profili,farklı sayılar ve söylemler,Bayramiçde kurucularından olduğum Ba-çev toplantıları. Bana madalyonun arkasına da bakmam gerektiğini hatırlattı.

Arkadaşım Alican Güngör ile birlikte Etili deki Teck Cominco'nun şantiyesine gittik. İlk başta amacımız gözlemdi ama sonra iki saf karadenizli olarak şantiyeye girip bilgi istediğimizi söyledik. Görevli mühendisler sanki bizi bekliyorlarmış gibi ilgilendiler ve bize o ana kadar hiç sormayı düsünmediğimiz konularda aklımıza gelmeyen bir sürü bilgi verdiler.

Çevreyi kirletmeyeceğiz de demediler en azından olası kirlenmenin boyutlarını sergilediler. Kızmadılar, Bağırıp çağırmadılar ve Hiç slogan atmadılar.

Komplo teorileri hakkında birkaç bilgi verdiler. Bergamayı anlattılar. Kendilerinin bu bölgeye yeni gelmediklerini ve hala sondaj aşamasında olduklarını anlattılar.Kazdağlarında onlarca maden olduğunu ve 10 yıldan beri kesilen yıkılan ağaçlara kimsenin aldırmadığını, sondaj için büyük paralar harcandığını, her ay bölgedeki köylerin sularını kirletmediklerini ispat için örnek alıp tahlil yaptırdıklarını, her attıkları adımın şartnameye göre uygun olduğunu, Fakat sondajları bitmek üzereyken sanki birilerinin düğmeye bastığını sandıklarını söylediler.

İlk başta söylediklerini temkinli olarak dikkatlice araştırdık. Doğruydu.
Bu sefer araştırmayı bırakıp marçep'in broşürlerindeki sayıları inceledik. Abartılı idi. Başka araştırmalar yapınca bulmacanın birazı ortaya çıkmıştı. Bana göre, söylediklerinin en azından yarıdan fazlası doğruydu. Gerisini araştıramadan kar yağışı başladı. Diğer maden sahalarına gitmek imkansızlaşınca İstanbul'a geri döndük.

Sizin de araştırabilmeniz için verilen bilgileri aşağıya kopyalıyorum. Ayrıca,Ben henüz hiçbir tarafın fikrini benimsemiş değilim. Sadece endişelerim var. Yardımcı olun , Hepberaber araştıralım. Kazdağlarından ve ağaçlardan vazgeçmemiz mümkün değil. Ama yeraltı zenginliklerimizden nasıl faydalanacağız.?
Ayrıca, Hepimiz Ermeniyiz diye bağırmadan önce, Bu sefer biraz daha düşünelim.

Selamlar.

İstanbul'a geldikten iki gün sonra da aşağıdaki mektup geldi. Aynen aşağıya kopyalıyorum.

Merhaba Alican ve O&u;uz Bey,
Aþaðýda siyanürün kimyasal tepkimeyle ilgili denklemi de içeren, siyanürün altýn madenciliðinde kullanýmýný gösteren kýsa bir Tübitak makalesi var. Ayrýca size þirketimiz, çalýþmalarýmýz ve Altýn madenciliði konusunda detaylarý içeren dökümanalar da gönderiyorum. Umarým bunlar sizde kýsmende olsa oluþan sorulara cevap verebilir.

Sizinle tanýþmak ve sohbet etmek çok keyifli ve faydalý oldu, nezaketiniz için teþekkür ederim. Þantiyemize her zaman bekleriz, uygun bir zamanda buyrun gelin, size çalýþmalarýmýz hakkýnda daha kapsamlý bilgi verelim ve sohbet edelim.
Þirketimiz ile ilgili daha kapsamlý bilgiyi www.teckcominco.com adresinden ve Türkiyede altýn madenciliði ile ilgili bilgiyi de www.tuprag.com.tr veya www.kozaaltin.com adreslerinden elde edebilirsiniz. Size verdiðim yýllýk faaliyet raporunu dikkatle incelerseniz, madencilik ile ilgili ciddiyetimizi ve kapasitemizi kolaylýkla anlayabilirsiniz.

selam ve saygilar
yacute;larýmla

Bayram Artun
Y. Jeoloji Mühendisi
Proje Yöneticisi


Sodyum siyanür ile altýn üretiminin nasýl yapýldýðý hakkýnda bilgi arýyorum bana yardýmcý olursanýz çok makbule geçer fakat zararlarý ve faydalarýný aramýyorum kimyasal tepkimeleri. (Emin Balkan)

Açýk ocaktan alýnan altýn cevheri kýrýcýdan ve elekten geçirlidikten sonra mýcýr boyutuna getiriliyor. Mýcýr boyutundaki cevhere kireç ilavesi yapýlýyor. Bu ilavenin nedeni, ortamýn pH’ýný 10,5’in üzerinde tutma isteði. Bunun nedeniyse, siyanürün düþük pH ortamýnda (asidik ortamda) hidrojen siyanür gazýna dönüþüp havaya karýþmasýnýn önlenmek istenmesi. Bu nedenle ortama sürekli kireç ilavesi yapýlýyor. Daha sonra bu cevher, altýnýn serbestleþme tane boyutu olan 38 mikrona kadar öðütülüyor. Siyanür ilavesinin yapýlacaðý liç ünitesine alýnmadan önce öðütülmüþ cevher, % 45 katý, % 55 sývý olacak þekilde yoðunlaþtýrýlýyor. Siyanürün ayrýþtýrma sürecine dahil olmasýnýn nedeni, altýnýn siyanürle tepkimeye girerek çözünmesi ve sývý faza geçmesi. Siyanür, altýn ve gümüþle bileþik oluþturarak katý altýn ve gümüþün sývý bazda tutulmasýný saðlýyor. Çözeltinin cevher içermeyen kýsmý arýtma ünitelerine gönderilirken, cevher içeren kýsmýbaþka tanklara gönderiliyor. Burada akýþýn ters yönünde aktif karbon yüklemesi yapýlýyor. Karbonun göreviyse, altýn ve gümüþü çamurun içinden sýyýrmak. Altýn ve gümüþ karbonun yüzeyine tutunuyor ve çözelti elekten geçiriliyor. Çamur elekten geçerken, altýn ve gümüþlü karbon geçemiyor. Elekte kalan karbon, sýyýrma kolonunda su, asit ve siyanürle yýkanýyor. Burada, karbona yapýþmýþ olan altýn ve gümüþ karbonu terk ediyor. Altýn ve gümüþ yüklü olan sývý, elektrolit hücrelerinden geçiriliyor. Buradaki çinko gözeneklerine elektrik verildiðinde, yüklü altýn ve gümüþ tanecikleri bu gözeneklerde toplanýyor. Gözeneklerden çýkarýlýp temizlenen ürün, potada 1200ºC’de eritiliyor. Sonuçta, altýn ve gümüþ dore denilen nihai ürün külçelere dökülebiliyor.
Bu süreçte gözlenen

4Au + 8NaCN + O2 + 2H2O --> 4Na [Au(CN)2] + 4NaOH, 2Na [Au(CN)2] + Zn --> 2NaCN + Zn(CN)2 + Au (katý)

þeklindeki kimyasal tepkimelerle ilgili denklemleri Ýnternetten daha ayrýntýlý olarak bulabilmeniz mümkün. Ayrýca, arýtma iþlemlerini merak etmediðinizi belirttiðiniz için, geriye kalan siyanürlü çamura uygulanan iþlemlerden burada söz edilmedi. Altýn madencilðiyle ilgili geniþ bilgiyiyse, Bilim ve Teknik Dergisi, Mart 2002 sayýsýndan edinebilirsiniz.

Elif Yýlmaz


Türkiye’de
Siyanür Gerçeği
Ve
Ovacık Altın Madeni


Mart 2002 SORUN SİYANÜR MÜ?


BERGAMA’da yıllık sodyum siyanür tüketimi 120 ton
KÜTAHYA-GÜMÜŞKÖY’de yıllık sodyum siyanür tüketimi 1.100 ton
PETKİM Aliağa yıllık akrilonitril (vinil siyanür) üretimi 90.000 ton
TÜRKİYE’nin yıllık çeşitli siyanür bileşikleri ithalatı 177.000 ton

Üstelik

BERGAMA’da kullanılan sodyum siyanür KANSEROJEN DEĞİL
PETKİM Aliağa’da üretilen akrilonitril KANSEROJEN

Bu nedenle
8 saatlik işgünü boyunca kapalı ortamda maruziyet limiti

Sodyum siyanür 10 ppm
Akrilonitril 2 ppm

10 aylık deneme üretimi sonucunda
Ovacık Altın Madeni atık havuzunda siyanür seviyesi
0.2 ppm


TÜRKİYE’DE SİYANÜR GERÇEĞİ

EK 1) Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, sanayide kullanılmak üzere 2000 yılında 177600 ton çeşitli siyanür bileşikleri ithal edilmiştir. Bu ithalatın 175843 tonu akrilonitrildir. Maden sektörü de dahil olmak üzere çeşitli sanayi sektörlerinde kullanılan sodyum ve potasyum siyanür ithalatı ise 2000 yılında 1150 tondur. Ovacık Altın Madeni’nde bu miktarın % 10’u kullanılmaktadır.
EK 2) Akrilonitril, bir organik siyanür bileşiği olan vinil siyanürdür.
EK 3) Akrilonitril, tekstil, lastik ve plastik başta olmak üzere ülkemizdeki ana sanayi sektörlerinin çoğunda kullanılmaktadır.
EK 4) Akrilonitril, ithalatın dışında, İzmir yakınındaki Aliağa Petkim tesislerinde ACN KODUYLA imal edilmektedir.
EK 5) Petkim’in yıllık akrilonitril (ACN) üretim kapasitesi 90 bin tondur. Buna karşılık, Petkim verilerine göre, akrilonitril için 2005 yılında yurtiçi talep 220 bin ton ve 2010 yılında ise 256 bin ton olacaktır.
EK 6) Maden sanayinde kullanılan sodyum siyanür ile diğer sanayi sektörlerinde kullanılan akrilonitril arasında insan sağlığı açısından çok önemli bir fark vardır. Siyanojen grubunun uzun vadede kalıcı bir etkisi yok iken, Akrilonitril kanser yapıcıdır. Siyanür grubunun 8 saatlik işgünü boyunca kapalı ortamda sürekli maruziyet limiti 10 ppm iken akrilonitrilin 2 ppm dir.

eskimo
15-12-2007, 11:33
Maden Araştırmacılığı Tamamen Devlet Kontrolündedir
Artun basında çıkan haberlere cevap verdi...
............
Son zamanlarda basında yer alan haberlere de değinen Artun, haklarında çıkan yazıların gerçeklikten uzak, art niyetli ve hiç bir bilimsel veriye dayanmadığını söyledi. Artun ayrıca‘siyanürlü altın aramacılığı’ ibaresinin tamamen provokatif olduğunu ve yaptıkları çalışmalar dahilinde hiçbir kimyasal madde kullanılmadığının altını çizdi. “Sondaj çalışmalarının amacı yeraltındaki kaya birimlerinden örnek almaktır. Bu işlem esnasında çatlaklardan sondaj suyunun kaçmasını önlemek veya oluşan ısının düşürülmesi için tamamen doğal bir malzeme olan bentonit kullanılmaktadır. Kimyasal madde kullandığımızla ilgili haberler kesinlikle gerçek dışıdır. Bu bağlamda halka yanlış bilgi aktarılması da gazetecilik etiği ile bağdaşmamaktadır.’
http://www.gazetecan.com/?p=442


Bayram Altun'un basın açıklamalarından biri..
Bir de Hilmi Güler'in ''bir bardak genişliğinde alana sondaj yapıyorlar'' demesi ve bunun yanlış anlaşıldığını açıklamak üzere bir kaç açıklaması daha var...

Sonra açıklamalarında görüldüğü gibi doğaya hiç bir kimyasal zarar vermediklerini araştırma aşamasında olduklarını anlatıp durmuş ama daha sonrasında siyanürle altın arama çalışmaları konusunda basına pek bir bilgi verilmemiş size gönderilen bilgilerde ise bu konu hakkında bilgi verilmiş, siyanürün bahsedildiği gibi zaralı olamadığını bilimsel olarak açıklanmış...

Anlıyoruz ki! ''arama çalışmalarında çevreye zarar vermiyoruz'' diyen şirket(ler);
Altın çıkarma aşamasında da çevreye zarar vermediklerini iknaya çalışacak...

Bir çok bilim adamına göre,yargıya göre,köylüye göre,zeytinciye göre,bana göre zarar veriyorlar ve verecekler...
İster ön yargılı,ister ideolojik,ister bilgisiz deyin...

Ama artık pek umrumda değil
Balığın kokusu başından kuyruğuna indi.(hatta çürüdü)
Ben bıktım, sıkıldım.

Öleceğini bilerek yaşayıp,ölümlü torunlarına bir kaç kuruş daha bırakmak adına dünyayı da öldürmeye çalışan, bir canlı türü olarak dünyaya gelmekten hiç memnun değilim...

Hepimiz insanız

:(
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
:(

malina
15-12-2007, 11:58
Oğuz karsan,

Bu cümlenin konuyla ilgisi ne?
"Ayrıca, Hepimiz Ermeniyiz diye bağırmadan önce, Bu sefer biraz daha düşünelim."

"İstanbul'a geldikten iki gün sonra da aşağıdaki mektup geldi. Aynen aşağıya kopyalıyorum." demişsiniz...

Merhaba Alican ve O&u;uz Bey,
Aþaðýda siyanürün kimyasal tepkimeyle ilgili denklemi de içeren, siyanürün altýn madenciliðinde kullanýmýný gösteren kýsa bir Tübitak makalesi var. Ayrýca size þirketimiz, çalýþmalarýmýz ve Altýn madenciliði konusunda detaylarý içeren dökümanalar da gönderiyorum. Umarým bunlar sizde kýsmende olsa oluþan sorulara cevap verebilir.
...
Açýk ocaktan alýnan altýn cevheri kýrýcýdan ve elekten geçirlidikten sonra mýcýr boyutuna getiriliyor. Mýcýr boyutundaki cevhere kireç ilavesi yapýlýyor. Bu ilavenin nedeni, ortamýn pH’ýný 10,5’in üzerinde tutma isteði. Bunun nedeniyse, siyanürün düþük pH ortamýnda (asidik ortamda) hidrojen siyanür gazýna dönüþüp havaya karýþmasýnýn önlenmek istenmesi. Bu nedenle ortama sürekli kireç ilavesi yapýlýyor. Daha sonra bu cevher, altýnýn serbestleþme tane boyutu olan 38 mikrona kadar öðütülüyor. Siyanür ilavesinin yapýlacaðý liç ünitesine alýnmadan önce öðütülmüþ cevher, % 45 katý, % 55 sývý olacak þekilde yoðunlaþtýrýlýyor. Siyanürün ayrýþtýrma sürecine dahil olmasýnýn nedeni, altýnýn siyanürle tepkimeye girerek çözünmesi ve sývý faza geçmesi. Siyanür, altýn ve gümüþle bileþik oluþturarak katý altýn ve gümüþün sývý bazda tutulmasýný saðlýyor. Çözeltinin cevher içermeyen kýsmý arýtma ünitelerine gönderilirken, cevher içeren kýsmýbaþka tanklara gönderiliyor. Burada akýþýn ters yönünde aktif karbon yüklemesi yapýlýyor. Karbonun göreviyse, altýn ve gümüþü çamurun içinden sýyýrmak. Altýn ve gümüþ karbonun yüzeyine tutunuyor ve çözelti elekten geçiriliyor. Çamur elekten geçerken, altýn ve gümüþlü karbon geçemiyor. Elekte kalan karbon, sýyýrma kolonunda su, asit ve siyanürle yýkanýyor. Burada, karbona yapýþmýþ olan altýn ve gümüþ karbonu terk ediyor. Altýn ve gümüþ yüklü olan sývý, elektrolit hücrelerinden geçiriliyor. Buradaki çinko gözeneklerine elektrik verildiðinde, yüklü altýn ve gümüþ tanecikleri bu gözeneklerde toplanýyor. Gözeneklerden çýkarýlýp temizlenen ürün, potada 1200ºC’de eritiliyor. Sonuçta, altýn ve gümüþ dore denilen nihai ürün külçelere dökülebiliyor.
...



Durum kara mizah gibi :)
Ne diyelim. Hımmmm tamam şimdi anladık mı :)

Oğuz Karsan
15-12-2007, 14:24
Sn. Malina, Sn. Eskimo, Sn. hassoman

Kazdağları nın kirlenme ve Ağaçların kesilmesi olasılığı karşısında verdiğim ilk tepkimin, sizin şu anda hissettikleriniz gibi olduğu ortada.

Sanki Altını arayan firmanın adamıymışım gibi suçlamanız da çok yersin.Çünkü sanırım aynı taraftayız. Benim vurgulamak istediğim esas fikir, dikkatli ve uyanık olup, olayları her boyutuyla değerlendirmemiz ve birilerinin istediği için senaryoları gereği harekete geçmememizin lazım geldiğidir.

Yoksa ; vatan haini veya şerefsiz olmayan kimse, Eğer Ülkesinde çevre mahvolup, Ağaçlar katledilecekse kimse razı gelemez. Bundan başka Vatanımız yok herkes bunu da iyice anlamalı.

Ancak yine yanlış anlaşılmamak için bu konu ile ilgisi olmamasına rağmen çarpıcı ve neler olabildiğinin farkına varılabilmesi için tekrar örnek vereyim

Ben, Şişli Etfal Hastanesinde doğdum. Kurtuluş Caddesinde büyümeme ve birçok Ermeni ve Rum komşum olmasına rağmen, Agos Gazetesinin yerini yeni öğrendim.

Hrant Dink'in öldürülmesinin üzerinden beş saat geçmeden, Taksimde toplanan 5,000 kişiye yakın bir topluluk ellerinde ne ne zaman ve hangi matbaada bu kadar çabuk basıldığı belli olmayan pankartlar ile yürüyüp Hepimiz Ermeniyiz ve Hepimiz Hrantız diye sloganlar atarak. Hemen Osmanbey de bulunan Agos Gazetesinin önüne geldiler. Hepimiz aynı öfke ile öldürenleri lanetleyip insan olmanın gereği olarak teröre karşı yanlarında yer aldık.

Ama sonra bu olayın senaryo olduğu ortaya çıktı. Biraz düşünebilen herkes Hrant Dink'i gerçekten Ülkemizi zor duruma düşürmek isteyenlerin katlettiğini anlayabilir. Zaten Kurtlar Vadisi adlı dizide açık bir biçimde bu konu işlendi.

Eğer sahiden bu bir halk hareketi olsaydı.Öldürülen 10 ve daha sonra onların öcünü almak için sınır ötesi harekata hazırlanırken Dağlıca da katledilen diğer Mehmetçiklerimiz için de Mislisiyle benzer pankartlar ile Hepimiz Mehmetçiğiz diye sloganlar atarak İstanbul Ankara ve İzmir de de halk hareketleri olurdu ama olmadı. Birkaç yerel olay dışında hepimiz evde televizyon başında kahrolup, küfür etmekten başka bir eylem yapamadık.

İşte "Ayrıca, Hepimiz Ermeniyiz diye bağırmadan önce, Bu sefer biraz daha düşünelim." lafını bunun anlaşılabilmesi için yazdım.

Hemen her olayda ortalığa atlamadan biraz daha düşünelim. Bunda ne kötülük olabilir. Sadece düşünüp araştıralım diyorum.

Bu fikire bile tahammülünüz yok ise, O zaman belki siz başka birilerinin adına konuşuyorsunuz diye de düşünülebilinir .

Ayrıca, Hepinizi belirleyeceğiniz bir hafta sonu veya hafta içi, ne zaman isterseniz Bayramiçe ve Altınoluğa davet ediyorum. Temize çıkmam için bunun gerekli olduğuna inanıyorum.Hem Altınoluk, hem Bayramiçte evim olduğu için konaklama problemimiz de olmayacağından, rahat rahat, Gezip, Görüp, Araştırabiliriz.

Olayları yerinde görüp tesbit ederiz. Sonra isterseniz, Ağaçlar ve Çevre için ne yapmamız gerektiğine de karar verip, O zaman harekete geçeriz. Benim ilk izlenimime göre henüz birşeyi kaçırmış değiliz. İyice araştırıp öyle hareket edelim.

Hepinize, forumda okunaklı çıkmayan Teck Cominco'nun mektubunu elektronik posta ile iletmeye çalışacağım. Bu konuda lehte veya aleyhte bir fikrim şimdilik sahiden yok. Mustafa Kemal haricinde kimsenin adamı da değilim.


Herkese
Selam ve Saygılar

Yücel Özlem
15-12-2007, 17:35
Sn. Malina, Sn. Eskimo, Sn. hassoman

Sanki Altını arayan firmanın adamıymışım gibi suçlamanız da çok yersiz.Çünkü sanırım aynı taraftayız. Benim vurgulamak istediğim esas fikir, dikkatli ve uyanık olup, olayları her boyutuyla değerlendirmemiz ve birilerinin istediği için senaryoları gereği harekete geçmememizin lazım geldiğidir.
...
Ancak yine yanlış anlaşılmamak için bu konu ile ilgisi olmamasına rağmen çarpıcı ve neler olabildiğinin farkına varılabilmesi için tekrar örnek vereyim.
...
Hepinize, forumda okunaklı çıkmayan Teck Cominco'nun mektubunu elektronik posta ile iletmeye çalışacağım. Bu konuda lehte veya aleyhte bir fikrim şimdilik sahiden yok
...


Sayın Oğuz Karsan,

Buradaki yazıları tekrar inceledim.

Gördüğüm şu: sizin yazılarınız ve savunur göründüğünüz düşünceler arasında çelişkiler var. Ben de sizin yazınızı, yorumsuz vererek, bunu işaret etmeye çalışmışım.

"Lütfen, Hemen harekete geçmeden olayı iyice ve her boyutuyla araştıralım." son yazınıza başlık yaptığınız bu cümleyi baştan söyleseniz, yazılarınızda da birbiriyle çelişen biçimde kanaat belirtmek yerine, elinize geçen bulguları yorumsuz nakletseniz, sanırım sizin suçlanmanıza neden olabilecek, görüntü ortaya çıkmayacaktı.

Bu son yazınızda: "Bu konuda lehte veya aleyhte bir fikrim şimdilik sahiden yok." diyorsunuz. Ancak, yazılarınızda durum böyle gözükmüyor.

"Hepinize, forumda okunaklı çıkmayan Teck Cominco'nun mektubunu elektronik posta ile iletmeye çalışacağım." diyorsunuz. Yazıda ismen hitabettiğiniz kişileri kasdediyorsunuz sanıyorum.

Forum üyleri bu üç kişiden ibaret değil. Şimdilik üye sayısı 23,483. Ancak bu sayı her an artmakta ve bu sayının sanıyorum, on katından fazla kişi de üye olmadan izlemektedir.

Bence, bu mektubun doğrusu ne ise, yazınız içinde düzelterek, okunabilir hale getirmeniz, bu üç kişi dışındaki üyeler ve üye olmayan izleyiciler için, anlaşıabilir olmanızı sağlayacaktır.

Sizin hakkınızda bildiklerimiz, sizin yazdıklarınız ile sınırlıdır. Yazılanlara aksi sabit oluncaya kadar itibar etmek de ortak tavrımızdır. İşin gereği de bu olamalı. Kendinizi doğru ifade etmek konusunda, sanıyorum yazdıklarınıza daha çok dikkat etmeniz, gerekiyor.

Basında ve çeşitli internet kanallarında, kafalarımızın karışması için, zaten yeterinden fazla malzeme var. Burada mümkün olduğunca doğru bildiklerimizi doğru cümlelerle ifade ederek paylaşmaya çalışıyoruz.

Buduğumuz her bilgiyi, aklımızın süzgecinden geçirmaden, buraya taşımamızın doğru olmadığını düşünüyorum. Aktardığımız bilgilerin doğru olması yanında doğru ifade edilmesine de -anlaşılır olmak için- özen gösteriyoruz.

Bütün dikkatlerimize rağmen, yanlış anlaşılma ihtimalimiz hiç olamaz mı? Elbette olur. O zaman ben, önce yazdıklarımı ve diğer yazılanları tekrar okuyup sıkıntının nereden kaynaklandığını anlamaya; sonra da gerekli açıklamaları ve düzeltmeleri yaparak anlaşılır olmaya çalışıyorum.

Bunu yapmadığımız zaman, çoğu kere konu ifade ve uslup tatışmalarına kuban ediliyor. Umarım bu konu da bu şekilde bir kazaya uğramaz.

Sevgiler.

nevsune
15-12-2007, 20:32
Sn Oğuz Karsan

Olaylara bakış açınızı bir diziyle açıklamaya kalktığınızda, diğer yazdıklarınız da inandırıcılığını kaybediyor sanki. Şunu unutmamak gerekir ki, dizilerde olaylar kurgulamadır.

Bu tartışmada siyasi göndermelere gerek kalmadan da fikirler savunulabilir ve böylece de konunun ciddiyetinden uzaklaşılmamış olur.

malina
15-12-2007, 23:17
Eğer niyetiniz "Hemen her olayda ortalığa atlamadan biraz daha düşünelim. Bunda ne kötülük olabilir. Sadece düşünüp araştıralım" demekse, bunu bu kelimelerle söyleyin, merak etmeyin anlarız... Başka benzetmeler yapmanıza gerek yok.

Şimdi, bunu söyleyince böyle mi oluyoruz?

Bu fikire bile tahammülünüz yok ise, O zaman belki siz başka birilerinin adına konuşuyorsunuz diye de düşünülebilinir .

Kastınızı fena aşmaya başladınız. Dikkatli olmanızı öneririm.

hassoman
16-12-2007, 01:17
Aşağıdaki derleme, Mesut Mahmutoğulları'nın MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu'nun sitesinde yer alan yazısından özetlenerek alınmıştır.

KIBRIS: LEFKE
1974 yılına kadar Cyprus Mines Corp.(CMC) tarafından işletilen madende bugüne binlerce dönümlük ölü toprak ve çevresinde bulunan zehirli bir göl kalmıştır.
Madeni işleten şirket önce AMACO daha sonra AMAX'la birleşir.

ABD: SUMMITVILLE ALTIN MADENLERİ
Summitville ABD'de Colorado Eyaleti sınırları içinde San Juan dağları üzerinde bir bölgedir. 1986 yılında açılan madeni SCMCI ve ortağı Kanada'lı GALACTIC RESORCES adlı şirket işletir. İşletme tipi bu gün Bergama Ovacık'taki altın madeninin aynısıdır. Şirket, atık barajından "sıfır deşarj" olacağını, doğaya hiçbir zehirli atık bırakılmayacağını garanti etmişti. Fakat madenin işletilmesinden bir ay sonra, atık barajından zehirli atığın sızdığı tespit edilmiştir. Atık barajında sızıntının önlenmesi için oluşturulan, kil tabakası ve plastik örtü asitlerin etkisiyle parçalanmış, maden yakınında bulunan nehir ve yeraltı su kaynakları sızıntıyla kirlenmiştir. Sonuç tam bir yıkımdır. Bölgedeki Alamosa nehri 27 kilometre buyunca siyanür bileşikleri, asit ve ağır metaller içeren maden atıklarıyla zehirlenir. Nehir balıkları ve vahşi hayvanlar kitlesel ölümle karşı karşıya kalır. Yoğun su kullanımıyla, çevredeki çiftliklerin su ihtiyacı karşılanamaz ve topraklar ölmeye başlar.

ABD: MONTANA ZORTMAN LANDUSKY MADENLERİ
Kanadalı PEGASUS adlı şirket tarafından 1979 itibaren işletilen bu madenden doğal ortama akan siyanür ve ağır metal sızıntıları, asit kaçakları vahşi hayvan ölümlerine, tüm içme suyu kaynaklarının kirlenmesine, maden çevresinde yoğun toprak zehirlenmesine neden olur. Bölgede yaşayan yerlilerin yoğun mücadelesi sonucunda, şirket 1996 Federal Mahkemenin kararıyla Amerikan tarihinin en büyük tazminat ödeme cezasına çarptırılır.

ENDONEZYA: IRIAN JAYA MADENİ
RTZ'nin işlettiği maden, 3500 metre yüksekliğindeki dağların üzerindedir. 3.6 milyon hektar alana yayılır. Günde 125.000 ton zehirli atık, yakında bulunan Ajikwa nehrine bırakılmaktadır. Bölgede korkunç bir çevre kirliliği yaşanır. Sular, balıklar, bitkiler, insanlar, toprak zehirlenir. Halk ayaklanır. Bu ayaklanma devlet güçleri tarafından silahla ve gözaltında öldürmelerle bastırılır. Öldürülenlerin ve kaybolanların arasında kadın ve çocuklarda vardır sayıları yüzlerle ifade edilmektedir. Benzer öldürme olayları Yeni Gine'de de olmuştur.
Felaketin bir başka bilinen sonucu da, sulanamayan başta pirinç tarlalarından ürün alınamaması yüzünden yaşanan kıtlıktır. Bu kıtlık yüzlerce insanın 1997 yazında açlıktan ölümüne neden olmuştur.

ROMANYA: BAIA MARE ALTIN MADENİ
2000 yılı Şubat ayı başında BAİA MARE siyanürlü altın madeninde meydana gelen çevre felaketi sonucunda Tuna nehri siyanürle zehirlendi. Felaketten Romanya, Macaristan ve Yugoslavya etkilendi. Madenin sahibi ESMERALDA isimli Avustralyalı bir şirkettir. Ve artık çok iyi tanıdığımız NORMANDY POSEIDON bu şirketin sahibidir.
Yine bu şirket Türkiye'de altın çıkarmak isteyen başta EUROGOLD (NORMANDY), TUPRAG, COMINCO ve ANGLO TUR altın şirketlerinin de ana ortağıdır.

PAPUA YENİ GİNE: OK TEDİ ALTIN MADENİ
Papua Yeni Gine'de 2100 metre yüksekliğinde OK Tedi dağındaki madenin zehirli atıkları yoğun yağmurlarla yaşanan toprak kayması yüzünden çevreye yayılır. 1100 kilometre uzunluğundaki Fly River nehri tamamen kirlenir. Kirlenme öyle büyük boyuttadır ki, nehre 800 km uzaklıktaki su kaynaklarında ağır metal ve siyanür kirlenmesi tespit edilir.
Madenci şirketin ortakları; Amerikan petrol ve maden şirketi AMOCO, Avustralyalı BHP(AAC'nin uzantısı), Alman Metalgesellschaft (MG), DEGUSSA; Dresner Bank tır.

YENİ ZELLANDA: TUI ALTIN MADENİ
1973 yılında 2,5 milyon ton maden atığı bırakılarak terk edildi. Kurşun, cıva ve kadmiyum içeren bu atıklar bölgenin tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kirletmiştir. Özellikle Kadmiyum öldürücü bir zehir özelliğindedir. TUI madeninin bulunduğu bölgenin yerel meclisi, mevcut kirlenmenin önüne geçmek için yılda 600.000 - 1.000.000 dolarlık bir harcamanın gerekli olduğunu söylemektedir.

YENİ ZELLANDA: MARTHA HİLL ALTIN MADENİ
Martha Hill altın madeninde durum daha vahimdir. Atıkların oranı 30 milyon tondur ve atıklar yakınındaki Ohinemuri deresine bırakılmaktadır. Yoğun çevre kirliğine karşı yükselen muhalefet ve madende cevherin bitmiş olması öne sürülerek, madenci şirket bölgeden ayrılır. Fakat 1988'de yoğun tepkilere rağmen maden yeniden açılır. Şirketin ana ortağı AMAX'dır.
Eurogold şirketi Türkiye'den 17 gazeteciyi propaganda için bu madeni gezdirmeye götürmüştü. Gazeteciler geri döndüklerinde, Yeni Zelanda'daki altın madeninin güzelliğini, zehirli atık barajında yüzen ördekleri anlattılar. Ama çevre köylerden insanlarla konuşmuş olsalardı, yaşanan felaketleri öğrenebilirlerdi.

YENİ ZELLANDA: GOLDEN CROSS ALTIN MADENİ
Lefke'yi de kirleten CMC tarafından işletilen GOLDEN CROSS altın madeninde de aynı felaket yaşanmaktadır. Çevreye verdiği zararlar yüzünden Yeni Zelanda devleti mahkemelerince yargılanıp kapatılan maden bir süre sonra yeniden faaliyete geçti.

G. AMERİKA: OMAI ALTIN MADENİ
ABD Summitville'den kaçan GALACTIK RESOURCE adlı şirket, Golden Star ismi ile, G. Amerika'da Guyana'da altın madeni işletmek için kurulun çok ortaklı Omai Golden Mine adlı şirketi ile birlikte tekrar ortaya çıkar. Ortaklar yine tanıdığımız şirketler. Yani, yan kuruluşları ile ortak olan Alman MG, DEGUSSA, Kanadalı TECK (MG'nin ortağıdır) ve AAC şirketleridir. Bunlar tabi ki Türkiye'de altın çıkarmak isteyen şirketlerdir.
Aynı kaçınılmaz son burada da yaşandı. 19 Ağustos 1995 günü, Maden de bulunan atık barajı, yoğun yağmurlarla taşan Omai nehrinin azgın suları tarafından yıkılır. Zehirli atıklar beş gün içinde nehrin yan kolları ile 80 km kadar uzağa taşınır. 18 bin yerli yerlerinden olur. Ölümcül hastalıklar baş gösterir. Milyonlarca canlı zehirlenir ve ölür.

hassoman
16-12-2007, 02:03
Sn. hassoman, Sn.Eskimo ve Sn.Yücel Özlem.
Ortada çelişkili bir durum olduğunun farkındayım.........Çok samimi, Önyargısız ve tarafsız olmaya çalışsam da gönlüm çevre ve ağaçlardan yana...
.................Ama birkaç olaydan sonra işin öteki boyutunu da görebiliyorum. Mesela Marçep'in toplantılarına katılan kişilerin profili,
Oğuz Karsan


Bakın arkadaşlar,
Buraya kadar yazılanları okumak ve üstüne üstelik yazılanları anlamaya çalışmak için tam iki saatimi verdim. Ve kendi yazdıklarına kendi bile inanmayan birinin yazılarını boşu boşuna okuduğum için kendime sinirlendim. O yetmedi bana özelden e-maille gönderilen Altın arama şirketinin maaşlı elemanının, Oğuz Bey ile değerli arkadaşının kendilerini ziyaretlerinden duyduğu memnuniyetini yeniden davet ederek gösteren mektubunu da bir daha okumak zorunda kaldım. Ve anladım ki bizim yazdıklarımızın tek satırı bile okunmadan bize hitaben yazı yazılıyor...

Sözkonusu mektupda Türkiye bilmem kaç bin ton siyanür ithal etmiş, bunun sadece % 10’unu bunlar kullanıyorlarmış falan yazılı. Bu veriler üzerinde oynanan laf oyunlarını uzun uzadıya anlatmaya kalksam amaçlanan oyuna gelmiş olurum
Hem kaç ton siyanür kullanırsanız kullanın kardeşim…
Beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor…,
Beni Kazdağlarımın altın uğruna altının oyulması ilgilendiriyor..
Çekin şu veya bu şekilde kendi safınıza çektiğiniz işbirlikçilerinizle birlikte ellerinizi Kazdağlarımdan...

Hem bu kadar gayretkeşlik niye?..
Marçep ve Marçep'in toplantılarına katılan kişilerin profilinde ne varmış? Nasıl bir ifade böyle?.. Mesnetsiz ifadelerle sırf karşılar diye insanlara şaibe bulaştırmakla elinize ne geçecek? Bu kadarda mı gözünüz karardı? İşte size Marçep’in toplantılarına katılan kişilerin profillerinin resimlerini buraya ekliyorum. Bakar da belki biraz sıkılırsınız.

Altın arama şirketinin proje sorumlusu beyefendinin işi gücü yok galiba sağa sola laf yetiştirmekten arta kalan zamanlarında duygu yüklü davetiye mektupları yazıyor!.. Hem de özel kişilere özel davetiye!.. Sayın Arsan'ın kişisel davetine aldırmadan, agaclar net olarak biz de kendimizi şirkete davet ettirelim. Bakarsınız biz de nedamete erer, çarkederek ‘u’ dönüşü yaparız…

Binlerce üyesi olan yüzlerce sivil toplum örgütleri yanılıyor…
Çevre üniversitelerin yüzlerce bilim adamı yanılıyor
Yüzlerce tarafsız teknik eleman yanılıyor
onlarca meslek odaları yanılıyor
Yüzlerce sanatçı yanılıyor,
Yüzlerce köşe yazarı, gazeteci, yazar, çizer yanılıyor…
Onlarca yöre belediye başkanı yanılıyor…
Binlerce yöre kasabalıları yanılıyor
Şirketten nemalanmayan yüzlerce yöre köylüsü yanılıyor..
Yüzlerce yerel basın-yayın çalışanı yanılıyor…

Ve adı geçen Altın arama şirketinin maaşlı elemanı yanılmıyor iyi mi?…
Hani nerdeyse Kazdağlarındaki verimliliğini artırdıklarını, türleri daha da çoğalttıklarını, içlerini boşalttıkları yerlerin betinin bereketinin sayelerinde arttığını söyleyecek… Öyle ya, kıymetli maden uğruna yüz yıllardır delik deşik edilen ne kadar Afrika ülkesi varsa uluslar arası maden şirketleri sayesinde bolluğa erip, refaha ulaştılar da hepsi bu şirketlere yatıp kalkıp dua ediyor şimdi…


Kazdağlarımın altın uğruna altının oyulmasını sulandırma gayretleri boşa çıkacaktır.

Oğuz Karsan
17-12-2007, 13:08
Merhaba,

Sayın Malina,

Sadece o cümlemi alıp değerlendirirseniz. Orada yazılanlara, ben de karşı çıkarım. Ama önceki cümlemi de lütfen yazınız. O zaman ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.

" Eğer sahiden bu bir halk hareketi olsaydı.Öldürülen 10 ve daha sonra onların öcünü almak için sınır ötesi harekata hazırlanırken Dağlıca da katledilen diğer Mehmetçiklerimiz için de Mislisiyle benzer pankartlar ile Hepimiz Mehmetçiğiz diye sloganlar atarak İstanbul Ankara ve İzmir de de halk hareketleri olurdu ama olmadı. Birkaç yerel olay dışında hepimiz evde televizyon başında kahrolup, küfür etmekten başka bir eylem yapamadık.

İşte "Ayrıca, Hepimiz Ermeniyiz diye bağırmadan önce, Bu sefer biraz daha düşünelim." lafını bunun anlaşılabilmesi için yazdım.

Hemen her olayda ortalığa atlamadan biraz daha düşünelim. Bunda ne kötülük olabilir. Sadece düşünüp araştıralım diyorum.

Bu fikire bile tahammülünüz yok ise, O zaman belki siz başka birilerinin adına konuşuyorsunuz diye de düşünülebilinir . "

Özür dilerim ama ettiğim laf bu. Şimdi hepsini bir defa daha okuyun bakalım aynı tepkiyi verecek misiniz?.

Buna rağmen yine yanlış anlaşıldıysam. Tam olarak istediğim ifade edemememden kaynaklanmıştır. O taktirde yine özür dilerim.

Anlatmak istediğim ; Bilgisayarlarımızın başında değil, gidip yerinde görerek ve biraz daha araştırarak karar verelim.

Bu söylediğimden de. Madencilerin haklı olabileceği varsayımı çıkartılmamalıdır.

Saygılar.

hassoman
17-12-2007, 16:12
Arkadaşlar,
Sayın Oğuz Karsan'ın profiline baktım.
Mesleği öğretmen yazıyor..
Bu nedenle yazılarındaki dilbilgisi kurallarını kullanma biçimini, noktalama işaretlerini nasıl kulandığını, anlatım biçimindeki mantıksal kurguyu ve olaylara yaklaşımındaki tutarlılığı, kullandığı dili çok ama çok önemsiyorum... Başka bir meslekten biri olmuş olsaydı bu denli önemsemezdim.

Malina'ya hitaben demiş ki:

“Eğer sahiden bu bir halk hareketi olsaydı.Öldürülen 10 ve daha sonra onların öcünü almak için sınır ötesi harekata hazırlanırken Dağlıca da katledilen diğer Mehmetçiklerimiz için de Mislisiyle benzer pankartlar ile Hepimiz Mehmetçiğiz diye sloganlar atarak İstanbul Ankara ve İzmir de de halk hareketleri olurdu ama olmadı. Birkaç yerel olay dışında hepimiz evde televizyon başında kahrolup, küfür etmekten başka bir eylem yapamadık…” demiş.

Anlaşılan gösteriler sırasında kendisi evde oturmuş olduğu için herkesi öyle sanıyor. Örneğin ben Ankara Tandoğan’daki mitinge katıldım ve gösteri hiç de yerel ve bireysel değildi. Ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen bir çok dernek üyesi vardı. Ayrıca, yurdumuzun hemen hemen tüm il ve ilçelerindeki tepkiler kitlesel değil de neydi? Bu kitlesel tepkiler sayesinde yetkililer halkın baskısını çok iyi hissetmişlerdir. Bu gün terör olayında yol alınmışsa büyük oranda halkımızın duyarlılığı sayesinde olmuştur.

Ve (deyimi mi lütfen mazur görün) olaya damardan girmiş:

“İşte "Ayrıca, Hepimiz Ermeniyiz diye bağırmadan önce, Bu sefer biraz daha düşünelim." lafını bunun anlaşılabilmesi için yazdım...”demiş...

İşte buna ‘ne alâka’ denmez de ne denir. Bir öğretmene, böylesi bir söylemin içi boş bir hamaset sloganından öteye gidemeyen sığ bir düşüncenin ürünü olduğunu,‘Hepimiz Ermeniyiz’ sözünden ne anlaşılması gerektiğini anlatmak gerçekten zordur. Ülkemizdeki 17 Ağustos debremi sonrası Yunanistan’ın en çok satan gazetesi Ta Nea ‘Hepimiz Türküz’ başlığıyla çıktığında eminim Yunanistan’daki Oğuz Bey gibi düşünen öğretmenler de benzer tepkilerini dile getirmişlerdir.

Son olarak Oğuz Bey şöyle diyor:
“Anlatmak istediğim ; Bilgisayarlarımızın başında değil, gidip yerinde görerek ve biraz daha araştırarak karar verelim…”

Oraya kimin gidip gitmediğini nereden biliyor?
Şantiyeye baklava börek yemeğe giderseniz evet sıcak karşılanır, hâttâ tadı damağınızda kalır bir daha gitmek istersiniz. Ama kamerayı omzunuza yükleyip sondaj mahallerine vardığınızda; 'buradan ötesi güvenlik nedeniyle yasak hemşerim’ diyenlerle tanışırsınız.

Oğuz Karsan
18-12-2007, 12:37
Merhaba,

Sayın hassoman.

Ben de sizin profilinize baktım. Mesleği bölümüne emekli yazdığıniza göre, belki bilinmesini istememişsiniz. Zaten beni ilgilendirmez.

Benim anlatmak istediğim, toplumsal olaylarda insanımızın ya çok zor harekete geçtiği ya da basının da yardımıyla bazen dış servisler tarafından yönetilebildiğiydi. Hepimiz zaman zaman buna tanık olduk sanırım. Ama siz bu gerçeği alıp nerelere götürdünüz.

Ne olduğu tam anlaşılmadan, medya'nın da etkisı ile, Hemen tepki verilip yola çıkılan her toplumsal olayda durup düşünmeli ve süphelenmeliyiz. Tam anlamıyla araştırıp olayı kavradıktan sonra, eğer doğru yaptığımızdan emin olduğumuzda tabi ki yolumuza devam etmeliyiz.

Ayrıca toplumsal olaylar her zaman doğru neticeleri göstermeye yetmeyebilir. demokrasi yürüyüşlerinde sadece Çağlayandaki sayımızı da basın yaklaşık bir milyon dan fazla veriyordu ama seçimi kimin, hangi farkla kazandığı malum.

Ben her hafta veya onbeş günde bir Çanakkale, Bayramiç'e veya Balıkesir Altınoluğa gidiyorum. Ve her gidiş gelişimde de birşeyler görüp, araştırıyorum.Sizin gidip araştırıp araştırmadığınızı anlayamadım. Ama benim birşey görmeme gerek yok. Adamlar zaten bizi sondaj bölgelerine sokmaz diye düşünüyorsanız. Onu da sorar, öyle gideriz.

Herkese önerim araştırın, görün öyle karar verin. Sakın önyargılı olmayınız.

Bu ülkeye sevdiğini ve doğrusunu yaptığını zannederken ne çok zarar verenler oldu.

Yazılarımı çoğunlukla aklımı kullanarak değil, kalbimle yazarım.Dilbilgisi dersim de hep zayıftı. Ayrıca baklava, börek vermediler sadece kahve içtik.


Saygılar.

Yücel Özlem
18-12-2007, 22:23
Yoksa ; vatan haini veya şerefsiz olmayan kimse, Eğer Ülkesinde çevre mahvolup, Ağaçlar katledilecekse kimse razı gelemez. Bundan başka Vatanımız yok herkes bunu da iyice anlamalı.

Mustafa Kemal haricinde kimsenin adamı da değilim.

... Artik daha sert olmalıyız diye düsünüyorum. Biz basit protestolarla vakit geçirirken adamlar Kazdağlarını delik deşik ettiler.Bayramiç-Çan karayolunun 25.nci Km sinden sol tarafa bakanlar ne anlatmak istediğimi daha iyi anlayacaktır.Asağı yukarı 200 dekarlık bir alan dümdüz edilmiş durumda.Orman işletme müdürlüğü hiç bir şey yapmıyor.Köylü vatandaş yakacak ihtiyacı için agaç keserse hapse düsüyor ama yabancı firmalar gozumuz gibi koruduğumuz ormanlarımızda istediği alanı kesip istediğini yapabiliyor.Buna dur demenin zamanı gelmedi mi ? . . .

...
Benim anlatmak istediğim, toplumsal olaylarda insanımızın ya çok zor harekete geçtiği ya da basının da yardımıyla bazen dış servisler tarafından yönetilebildiğiydi.
....
Ne olduğu tam anlaşılmadan, medya'nın da etkisı ile, Hemen tepki verilip yola çıkılan her toplumsal olayda durup düşünmeli ve süphelenmeliyiz. Tam anlamıyla araştırıp olayı kavradıktan sonra, eğer doğru yaptığımızdan emin olduğumuzda tabi ki yolumuza devam etmeliyiz.
...


Yazılarımı çoğunlukla aklımı kullanarak değil, kalbimle yazarım.Dilbilgisi dersim de hep zayıftı.

Sayın Karsan, aşağıda yazdıklarımı, lütfen dikkatle okuyunuz.

Gizli sevislerin en kolay yönettiği kimseler, aklı yerine, duygularını ikame edip; gerçekler ile masalları karıştıranlardır. Gizli servisler, toplumları bu kıvama getirmek için toplumun önem verdiği kavram ve kişileri bol bol kullanırlar. Sanatlarını bu kavram ve kişilerin arkasına saklanarak icra ederken, bir yandan da bir sahte hedef (öteki) yaratmak zaruretleri vardır.

Bu arada, kelimeleri ve kavramları bilerek karıştırdıklarına da sıkça tanık olunur. Farkedilirse, bunu masum yanlışlıklar gibi, göstermeye çalışırlar.

Aslı olmayan, mahiyeti anlaşılmayan şeyleri, ya da ilgisiz bir şeyi anlaşılmaz hale getirerek, belge gibi sunmaları, da işlerinin bir parçasıdır.

Lütfen, -bir mani yoksa- şu aklınızı, kullanmakatan korkmayınız. Akıl kullanmakla aşınan bir nesne değildir.:)

Yanlışından dönmek bir erdemdir!

Sonra da taa başından, bu başlıkta yazılanları tekrar ve dikkatle okuyunuz. Lütfen...

malina
19-12-2007, 14:46
Ne olduğu tam anlaşılmadan, medya'nın da etkisı ile, Hemen tepki verilip yola çıkılan her toplumsal olayda durup düşünmeli ve süphelenmeliyiz.


Tabii ki öyle yapmalıyız...

Ama sizinki biraz farklı...

Çok kişi "bu adamın yoğurdu iyi değil " diye bağırırken, siz "ben gidip yoğurtçuya sordum, beni çok güzel karşıladı, yoğurdunda sorun olmadığını düşünüyorum" diyorsunuz.

Ne yani, yoğurdum ekşi mi diyecekti? Daha dışarıdan, daha tarafsız fikirlere ihtiyaç yok mu sizce?

hassoman
24-12-2007, 22:56
Sayın Karsan demiş ki:
Ben de sizin profilinize baktım. Mesleği bölümüne emekli yazdığıniza göre, belki bilinmesini istememişsiniz. Zaten beni ilgilendirmez."

Ben de diyorum ki:
Emekli bir adamın mesleğiyle ilgili bilinmemesi gereken nesi olabilir.:confused: Emekliyim işte. Ayrıntı istiyorsanız işte size ayrıntı.:p Devlete 28 küsür yıl hizmet ettikten sonra benden bu kadar deyip arkasına bile bakmadan çekip giden biriyim işte!.. :D Bu durumun nesinin bilinmesi istenmesin onu anlayamadım... Hoş görüle:D

Sayın Karsan demiş ki:
Ne olduğu tam anlaşılmadan, medya'nın da etkisı ile, Hemen tepki verilip yola çıkılan her toplumsal olayda durup düşünmeli ve süphelenmeliyiz.

Ben de diyorum ki:
Altın uğruna Kazdağlarımın altının oyulmasına karşı olarak basın-yayından önce o yöre insanları, yöre belediyeleri, sivil toplum örgütleri, bilimadamları ayağa kalktı. Basın-yayından ancak CnnTurk- NTV gibi haber kanalları konuyu yeteri kadar olmasa da ciddi biçimde ele aldı. Zaten bu kanalların da izlenme oranları sıfıra yakın. Yazılı basında ise bir-iki köşe yazarı olayın üzerinde duruyor. Geri kalan çoğunluğun umurunda bile değil. Ha bu arada ünlü altın şirketimiz Bergama'da şarkılı, türkülü yerel radyo yayını yapmakta iyi mi? Ve şarkı türkü aralarında da üzerlerine atılan yalan ve iftiralara karşı halkı bilinçlendirmekteler...

Sayın Karsan demiş ki:
Ayrıca toplumsal olaylar her zaman doğru neticeleri göstermeye yetmeyebilir. demokrasi yürüyüşlerinde sadece Çağlayandaki sayımızı da basın yaklaşık bir milyon dan fazla veriyordu ama seçimi kimin, hangi farkla kazandığı malum.

Ben de diyorum ki:
Haydaaa!.. Daha önce kimse sesini çıkarmıyor diyordu, şimdi de ne diyor sayın öğretmenimiz? (Neyse -Hepimiz Ermeniyiz- olayını pas geçmiş bu defa. Bu da bir aşamadır sonuçta...) Yani diyor ki sevgili öğretmenimiz demokrasi denilen şeyde azınlığın ve zayıf olanların dediği olmaz, çoğunluğun olur! Azınlıkta kalan ve güçsüz olan, çoğunluğun ve güçlünün tahakkümüne boyun eğmek zorundadır. Ya sesini kesecek ya da çekip gidecek!.. Çünkü çoğunlukta olup gücü elinde bulunduranlar daima haklıdır. Bu nedenle ne yaparlarsa yeridir... Bazıları bu çarpık durumun adına demokrasi diyebilir ama benden böyle bir anlayışa saygı duymamı kimse beklemesin.. Ancak, toplum bilimin babası olan İbn-i Haldun şöyle der: Tarih, toplumsal olayları meydana geldiği sırada değil, çok sonra değerlendirmesini yapar ve adını koyar... Yani diyeceğim bu seçim sonucunun hayır mı şer mi olduğunu tarih daha sonra belirleyecektir. Eh tarih sayfalarını karıştırdığımızda İbn-i Haldun'un pek de haksız olmadığı anlaşılıyor. işte sözün burasında ne ilgisi varsa Nazım Hikmet'in dizeleri aklıma geldi:

Çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
Duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile,
Kendi kendilerin redd ü inkâr edile
ve duyuldu kabuguna tık ettigi civcivin.
Duyuldu uykusundan uyandıgı zıncirinden
başka kaybedecek şeyi olmayan devin.


Sayın Karsan demiş ki:
Herkese önerim araştırın, görün öyle karar verin.

Ben de diyorum ki:
Tek araştırması şantiyede kendisine ikram edilen sade kahve (yoksa orta şekerli miydi?) içerken şirketin maaşlı elemanının sözlerini dinlemek olan ve elinde tutuşturulan şirket teksini buraya kopyalayıp yapıştırmakla kalan (o da okunaklı değildi) birinin böyle bir öneriyle karşımıza çıkması çok hoş doğrusu.
Çünkü daha önce yazılanların hiç birini okumadığı bir kez daha anlaşılıyor. Hadi beni bırakın, sayın malina'nın, Yücel Özlem'in, eskimo'nun yazılarıda mı araştırmalara ve araştırma sonuçlarına dayanmıyor? Bu nasıl mantıktır?.. Hayret ki hayret!..

Sayın Karsan demiş ki:
Bu ülkeye sevdiğini ve doğrusunu yaptığını zannederken ne çok zarar verenler oldu.

Ben de diyorum ki:
İşte tek doğru sözü bu sayın öğretmenimizin.
Altın uğruna Kazdağlarımın altını oyanların işlerini karasevdaya varan ülke aşkıyla yaptıklarından kuşkum yok. Ne yani, Ferhat değil miydi aşkı için dağları delen?
Öğretmenimiz "Daha önce kimse sesini çıkarmıyordu ama..." derken de haklı çıktı işte?
Ferhat Şirin'in aşkı için dağları delerken bu kadar sivil toplum örgütü, bu kadar bilimadamı nerelerdeydiler, uyuyorlar mıydı? Dün Ferhat dağları aşkla delerken gıkını çıkarmayan bu köylü şimdi kalkmış, aynı kara sevdayla dağları delen altın şirketlerine karşı çıkıyor iyi mi?... Var bunda bir bit yeniği?.. Bu işte uluslararası servislerin parmağı var diyenlere hak vermeyip de ne yapacaksınız şimdi?

SONUÇ
Sayın Karsan siz benim ve diğer arkadaşların yazılarındaki soruların hiç birine yanıt vermediğiniz için yazdıklarınız ne yazık afaki olmaktan daha çok fena halde kuşkulu duruyor.
Son defa söylüyorum, daha önce sorduğumuz sorularımızı yanıtlamanızı, tereddütlerimizi gidermenizi rica ediyorum. Aynı benim yöntemimle cevap vermenizi rica ediyorum. Yok, yine aynı şeyleri yazıp duracaksanız vaz geçin e mi?

Ha bir de son soru:
- Siz kaç yılında hangi öğretmen okulundan mezun oldunuz? Gerçekten merak ettim...

Kazdağlarımın altın uğruna altının oyulmasını sulandırma gayretleri boşa çıkacaktır.

Oğuz Karsan
25-12-2007, 13:24
Tabii ki öyle yapmalıyız...

Ama sizinki biraz farklı...

Çok kişi "bu adamın yoğurdu iyi değil " diye bağırırken, siz "ben gidip yoğurtçuya sordum, beni çok güzel karşıladı, yoğurdunda sorun olmadığını düşünüyorum" diyorsunuz.

Ne yani, yoğurdum ekşi mi diyecekti? Daha dışarıdan, daha tarafsız fikirlere ihtiyaç yok mu sizce?

Sn. Malina,

Tarafsız olmaya çalışırken galiba anlaşılamıyorum. Herkes yazdığımın altında başka birşeyler arıyor. Ama beni suçlayanlar ise hala bilgisayarının başında konuşuyor. Gidip görmek ve araştırmak istemiyoruz. Peşinen hüküm verilmiş sanki.

Ben kimsenin yoğurdunda sorun yok demiyorum. Sadece yoğurdu tatmadan karar vermememiz gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca sadece tatmakla da yetinmemeliyiz gidip imalathanesine de bir bakalım diyorum.

Malesef bazı arkadaşlara anlatamıyorum. Özellikle de, Sayın Hassoman'a.

Birçok kişi yoğurdu görmeden, tatmadan " Biz eminiz bu adamın yoğurdu kötüdür " diye bağırıyor,
Ben ise gidip tadalım, eğer yoğurdu ekşi ise zaten almamalıyız. Ama mahallede bir sürü yoğurtçu zaten yıllardan beri yoğurt satabiliyorsa, ayrıca daha önce başka yoğurtçuların, yoğurtçu diye bağırmaları bizi rahatsız etmemiş ise, bu yoğurtçudan neden rahatsız olacağız ? Bu yoğurtçunun nesi var ?.

Acaba yeni yoğurtçuyu diğer yoğurtçular istemiyor olamaz mı?. Bazı arkadaşlar her yoğurtçuya karşıysa tamam onu anlarım. Ama bir tek yoğurtçuyu hedef alacaksak, yoğurtçunun hem kendini hem de imalathanesini görmekte fayda olabilir. Yoksa her yoğurtçudan korkar dururuz.

Bence önemli olan yoğurtçuya karşı olmak değil, temiz ve sağlıklı yoğurt yaptırabilmek için sürekli denetleyebilmektir. Yoksa temiz ve sağlıklı yoğurt yiyemeyiz.

Ama biz zaten her yoğurda ve yoğurtçuya karşıyız diyecekseniz. O da tamam. Ama o zaman da hiç yoğurt yemememiz lazım.

Selamlar.

nevsune
25-12-2007, 16:33
Sn. Oğuz Karsan

Bu yazışmaları büyük bir sabırla okurken, sizden gelmesini umduğum bilimsel yaklaşımları bir türlü göremiyorum. Bu işin sonunda ülke için, yöre insanı için ve doğa için zararlı olmayacak sizin bildiğiniz ama bizim anlayamadığımız bilgi, bulgu, araştırma (her ne ise) onları ortaya koyabilseniz, belki de bu ikna isteğiniz gerçek amacına ulaşacak.

Yazışmalara katılan arkadaşlar mesleki ve bilimsel araştırmalardan yola çıkarak zararları belirtiyorlar, öyle ise; siz de, size doğru gelen kaynakları bize bilimsel olarak gösterin ki, anlayabilelim.

Doğruları görmeyi hepimiz çok istiyoruz ama gerçeklere dayanan bilgi ve belgelerle.

malina
26-12-2007, 11:25
DOĞAL, TARİHİ VE KÜLTÜREL VARLIKLAR YOK EDİLİYOR. KAZDAĞLARI BUNUN SADECE GÖRÜNEN KISMIDIR...

makale / TMMOB ve Oda Etkinlikleri
Tarih: 25 Aralık 2007

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, 25 Aralık 2007 tarihinde Kazdağları'nda altın arama faaliyetleri ile ilgili bir basın açıklaması yaptı.

DOĞAL, TARİHİ VE KÜLTÜREL VARLIKLAR YOK EDİLİYOR.
KAZDAĞLARI BUNUN SADECE GÖRÜNEN KISMIDIR...

AKP Hükümeti iktidara geldiği günden bugüne; yasa ve yönetmeliklerde yapılan değişikliklerde "madenciliğin önündeki engelleri kaldırma" ifadesiyle; tarihi ve kültürel mirası, ormanları, tarım alanlarını, kıyıları, sulak alanları, meraları yok etme yönünde "önemli" adımlar atmaktadır. Siyasi iktidarın bu yöndeki girişimlerinin sonucunda doğal, tarihi ve kültürel varlıklar yok edilmektedir. Bunun görünen yüzü şimdi de Balıkesir ve Çanakkale illerimiz içerisinde yer alan Biga Yarımadası ve özelde de Kazdağları'dır.

İçinde yaşadığımız dönemde kapitalist küreselleşmeye eklemlenme doğrultusunda Petrol, Doğalgaz, Enerji Piyasaları, Teknoloji Geliştirme Bölgeleri ve Serbest Bölgeler, Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasası, İhale, Maden, Kamu Yönetimi ve Yerel Yönetimler ile Personel Rejimi Yasası gibi birçok yeni yasa çıkarıldı ya da çıkarılıyor. Doğal zenginliklerimizle ilgili yetkilerin yerel yönetimlere devredilmesi, özelleştirme ve serbest piyasa yöntemleri ile elden çıkarılması, devletin planlama, yönlendirme ve denetleme işlevlerinden ve sosyal devletten uzaklaştırılmasını hedefleyen bu yasalar, halkın sağlığı, güvenliği ve refahını doğrudan ve olumsuz etkileyecek hükümler içermektedir.

Bu yeni yapılanmadan madencilik sektörü de etkilenmektedir. Madencilik; sanayi başta olmak üzere, ekonominin diğer sektörlerinin temel hammadde gereksinimlerini sağlayan bir sektördür. Ekonomik kalkınmanın sanayileşmeyle sağlandığı toplumlarda enerji ve hammadde kaynağının sağlayıcısıdır. Madencilik sektörünün ülke kalkınmasındaki kritik önemi, fazla miktarlarda üretilip yurt dışına satılarak döviz elde edilmesinde değil, ülke sanayisine düşük maliyette ve kaliteli girdi sağlamasındadır. Gerçekte, madencilik sektörünün planlanmasında ülke sanayi sektörleri ile entegrasyon ön planda tutulur.

Tüm bu bilinen gerçekliklere rağmen, 1978 yılında çıkarılan Devlet Eliyle İşletilecek Madenler Hakkındaki 2172 Sayılı Yasa gereği belirlenen demir, kömür sahalarının bir kısmının daha sonra 1983 ve 1984 yıllarında çıkarılan yeni yasalarla özel sektöre devredilmesinin yolu açılmıştır. 1985 yılında çıkarılan 3123 sayılı Maden Yasası ve daha sonra yapılan değişiklikle devletin madenlerin aranmasındaki işlevi ortadan kaldırılmıştır. Sümerbank'ın özelleştirilmesi ile başlayan süreçte; Etibank'ın, Etimaden'e dönüştürülerek küçültülmesi gerçekleştirilmiş; bakır, kurşun, çinko, krom, alüminyumda özelleştirmeler yaşanmıştır. Demir çelik sektörü özelleştirilmiştir.

Yaşadığımız bu süreçte demir ve kömür ithal edilirken, krom ihracatçısı olan ülkemizde ithal kroma dayalı tesisler geliştirilmektedir. Birçok maden türü de işlenmemiş ya da basit zenginleştirme işlemleri sonrası serbestleşmenin oluşturduğu piyasa koşullarında düşük fiyatlarla pazarlanmaktadır.

Bu süreçte, yabancı sermayenin ülkemiz madenciliğine yönelik ilgi alanının altın olması da bir rastlantı değildir. Bunun nedeni; rafinasyonun yurtdışında yapılıyor oluşu, kamunun bu alanda yatırım yapmaması ve altın fiyatlarında yükselme ile birlikte düşük tenörlü altın yataklarının ekonomik olarak işletilebilirlik değerlerine ulaşmasıdır.

Uluslararası sermayenin bu türden ülkemizi açık pazar olarak hızlıca kullanması, başka bir deyişle yapılan düzenlemelerle bu yağmanın önünün açılması, ülke gündeminde yoğun olarak altın madeni aranması ve üretilmesinin; ya işletme teknolojisi ve çevre ya da ekonomik boyutuyla gündeme gelmesine neden olmuştur. Altın arama ve üretilme işlemlerinin olduğu bölgelerde de insanımızın yoğun ve haklı direnişleri Türkiye mücadeleler tarihinde yerini almıştır. Öte yandan bu durum, bir bütünsellik içinde Türkiye madenciliğimizin temel tercihleri ve politikalarının neler olması gerektiği açısından yeterince değerlendirilmemiştir.

Ülkemizde resmi bilgilere göre ekonomik olarak işletilebilirliği belirlenmiş 600 ton altın vardır. Bu miktarda altının elde edilmesi için kabaca 400.000.000 m3 kazı yapılarak, kırma, öğütme, eleme, kimyasal işlem ve yıkama yapılması ve bozulan alanların düzenlenerek doğaya yeniden kazandırılması gerekir.

Ülkemizde 200 ton altının süs ve takı sektöründe işlendiği bilinmektedir. Ülkemizde işletilebilir altın rezervleri süs ve takı sektörünün üç yıllık ihtiyacı olan değerli metaldir. Bu açıdan da bakıldığında yarattığı toplumsal fayda nedeniyle altın işletmeciliğinin tekrar gözden geçirilmesi gerekir.

Ülkemizde altın işletmeciliğine başlanması ile gelişen süreçte yaşananlar, toplumda Devlet'e ve Devletin bazı organlarına olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur. Ulusal çıkarın gözetildiğine dair şüpheleri arttırmıştır. Bergama ve Eşme'de yargı kararlarına uyulmaması, arama ve işletme sürecinde çevre, ekonomi ve toplum arasında denge kurulmaması ve/veya bunun gereklerinin sağlanmaması bilinen nedenlerdir. Her şeyden önce Bergama'da ve Eşme'de altın işletmeciliği ile ilgili yargı kararları derhal uygulanmalıdır. Kazdağları'nda veya ülkenin herhangi bir yerinde ortaya çıkan toplumsal tepkiler işin çevre ve toplum boyutunun yok sayılmasının sonucudur.

Madenlerin aranması ve bulunmasına yönelik çalışmalar bilim ve tekniğin gerekleri yerine getirilerek, toprağın, suyun ve havanın kirlenmesine neden olmadan yapılmalıdır. Arama sürecinde doğal yapıyı bozmamaya özen gösterilmelidir. Orman alanlarında ağaç kesimine son verilmelidir. Bu çalışmalarda MTA ve Maden İşleri Genel Müdürlükleri gibi madencilik kurum kuruluşları ile Orman Genel Müdürlüğü sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Flora ve faunanın korunması için Çevre ve Orman Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı gereken duyarlılığı göstermeli, sorumluluklarını yerine getirmelidir.

DSİ Genel Müdürlüğü, altın işletmeciliği yapılan sahalardaki yeraltı suyu gözlem kuyuları verilerini, su seviyesi, su kalitesi değişimlerini periyodik olarak yayınlamalı, akredite olmuş laboratuarların örnekler üzerinde tahlil yapmalarına olanak sağlanmalıdır.

5177 sayılı yasa ile değişik 3213 sayılı Maden Yasası ve ilgili yasal mevzuat, ülke madenciliğinin yöre halkının istemlerini de gözetecek şekilde yürütülebilmesi yönünde yeniden düzenlenmelidir.

Madencilik faaliyetleri, teknolojik gelişmelere bağlı olarak açık işletme yöntemlerinin daha çok uygulandığı bir şekle dönüşmüştür. Bu süreçte açık işletme yöntemi ile doğanın görünen yüzü, topografik yapı büyük boyutlarda değişikliğe uğramaktadır. Bu değişimin olumsuz sonuçlarını ortadan kaldıracak önlemler bilinmektedir ve birçok ülkede uygulanmaktadır. Madencilikle bozulan arazilerin doğaya yeniden kazandırılması ekonomik ve ekolojik bir zorunluluktur. ÇED süreci ve bilimsel öngörülerin sağlanmasının yaratacağı caydırıcılık endişeleriyle eksik ve yetersiz yasa ve mevzuat düzenlemeleri ilerde oluşacak sorunların ana kaynağıdır.

Maden arama ruhsatlı alanlarda arama sürecinde ÇED zorunluluğu olmamasına karşın ÇED'in ölçütleri göz önünde bulundurularak çalışma yapılmalıdır. Kazı gerektiren işlerle sondajlı aramalarda bitki örtüsüne en az zarar verecek biçimde çalışılmalı, yeraltı suyunu kirletebilecek kimyasallar kullanılmamalıdır.

Orman alanlarında belirlenmiş çalışma kurallarına uyulması sağlanmalı, yapılan çalışmalar raporlarla belgelendirilmelidir. İşletme projelerine uygunluk ve yasaların gereklerinin yerine getirilmesi konusunda kamusal denetim işletilmelidir.

TMMOB, "Doğal kaynaklarımızın toplumsal faydaya dönüşümü içermeyen, salt parayı ön planda tutan her türlü faaliyet derhal durdurulmalıdır" diyor.

TMMOB, "Ülke sanayinin temel gereksinimi olan hammaddenin temini yerine madenciliği sadece kazı ve kırma işi olarak algılayan düzenlemeler derhal ortadan kaldırılmalıdır" diyor.

TMMOB, "Toprağı, suyu ve havayı temiz kullanmak insan hakkıdır. Tüm bunları temiz tutmak için mesleki bilgilerimizi kullanmakta kararlıyız. Ülkemizin kimyasallarla kirletilmesinin önüne geçilmelidir" diyor.

TMMOB, "Yargı kararlarına uymamak anayasal suçtur. Maden arama ve işletmeciliğinde yargı kararlarına derhal uyulmalıdır" diyor.

TMMOB, "Başta Kazdağları olmak üzere Türkiye'yi hafriyat alanına ve kimyasal çöplüğe dönüştürecek uygulamalardan vazgeçilmelidir. Doğal, tarihi ve kültürel varlıklarımız yok edilmemelidir" diyor.

TMMOB, "Yaşam alanlarımızın talanına DUR" diyor.

Siyasal karar vericiler ülkemizin aydınlık geleceği için bu uyarılarımızı dikkate almak ve gereğini yapmak zorundadır.


Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

tmmob.org.tr (http://www.tmmob.org.tr/modules.php?op=modload&name=News&file=article&sid=2887)

eskimo
26-12-2007, 15:51
Kazdağları'nda arama yapan şirketler


* Çanakkale Madencilik: 2 adet arama sahası bulunan firma, yerli.

* Doğu Truva Madencilik: Kanadalı Teck Cominco'nun desteklediği Fronteer'e ait firmanın 1 adet arama sahası bulunuyor.

* Galata Madencilik: 1 adet sahası olan firma Ariana Madencilik'le çalışıyor. En büyük hissedarları İngiltere'den.

* Hüseyin Avni Akol: Yerli firmanın 1 adet arama sahası var.

* Koza Altın İşletmeleri: Ovacıt'ta altın çıkaran yerli firmanın 2 adet sahası bulunuyor.

* Kuzey Truva Madencilik: Kanadalı Teck Cominco'nun desteklediği Fronteer firmasına ait. 6 sahada arama yapıyor.

* Park Enerji: Yerli firmanın 4 sahası bulunuyor.

* Trakya Bakır İşletmeleri: Yabancı ortaklığı bilinmeyen firmanın 1 sahası var.

* Tüprag Madencilik: Kanadalı Eldorado Gold madencilik şirketinin Türkiye temsilcisinin 7 sahası bulunuyor.

* Yeni Anadolu Madencilik: Dünyanın en büyük madencilik şirketlerinden Rio Tinto'yla ilişkileri olduğu söyleniyor. Merkezi İngiltere'de ama Avustralya Borsası'nda işlem gören bir başka şirketleri daha var. 11 sahası var.

* Global Madencilik: Yerli firma 1 sahada arama yapıyor.

http://www.globalenerji.com.tr/hab-23000203-104,39@2300.html

HANGİ ŞİRKETLER VAR?

- Teck Cominco: Kanadalı maden devi olan şirket Kaz Dağları"nda başta Balıkesir İvrindi, Havran, Balya ve Çanakkale Ezine olmak üzere 7 mevkide çalışma yürütüyor.

- Doğu Truva Madencilik: Teck Cominco"nun desteklediği Fronteer"e ait firmanın Çanakkale Bayramiç"te 1 arama sahası bulunuyor.

- Kuzey Truva Madencilik: Kanadalı Teck Comico"nun desteklediği Fronteer firmasına ait. 6 noktada arama yapıyor. Hepsinin işletme ruhsatı var.

- Çanakkale Madencilik: 3 adet arama sahası bulunan firma, yerli.

- Global Madencilik: Yerli, Çanakkale Kocayayla köyünde altın, molibden, bakır, gümüş, çinko ve kurşun araması yapıyor. İşletme ruhsatına sahip.

- Hüseyin Avni Akol: Yerli firmanın 1 adet işletme ruhsatı var.

- Galata Madencilik: Firma Ariana Madencilik"le çalışıyor. En büyük hissedarları İngiliz.

- Koza Madencilik: Ovacık"ta altın çıkaran yerli firma 7 adet sahası bulunuyor.

- Tüprag Madencilik: Kanadalı Eldorado Gold madencilik şirketinin Türkiye temsilcisinin 5 sahası bulunuyor.

- Pregold Madencilik: Yerli olan şirketin 4 sahası var. Mali, Gana"da aramalar yapan şirketin sahibi Goldaş.

http://www.haberte.com/news_detail.php?id=46795


Haberler karşılaştırıldığında arma izinlerinin ve firmaların arttığı görülüyor.

hfz
28-12-2007, 13:00
Katılımda bulunmak isteyen arkadaşlar için;



ÇANAKKALE ÇEVRE PLATFORMU TOPLANTIYA DAVET




SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKI İÇİN, KAZDAĞLARI’NA VE MADRA DAĞI’NA DOKUNULMAMASI VE GELECEK KUŞAKLARA MİRAS BIRAKILMASI İÇİN HEP BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM.

Kazdağları’ nda altın madeni/kimya işletmeciliğine karşı bir araya gelen belediyeler ve kitle örgütleri tarafından oluşturulan KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU tarafından imzaya açılan deklerasyon Çanakkale ve Balıkesir illerindeki belediyeler ve kitle örgütleri tarafından imzalanıyor.
05 Ocak 2008 günü kamuoyuna deklere edilecek.

05 Ocak Cumartesi günü Burhaniye’de yapılacak KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU toplantısına otobüslerle gidiyoruz, ve gitmek isteyen arkadaşlarımızın başvurularını bekliyoruz.

19 Ocak Cumartesi günü Balıkesir ve Çanakkale başta olmak üzere bulunduğumuz tüm illerde, ilçe ve beldelerde alanlardayız.


BİZ KARŞI ÇIKARSAK YAPAMAZLAR!

SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKI İÇİN, KAZDAĞLARI’NA VE MADRA DAĞI’NA DOKUNULMAMASI VE GELECEK KUŞAKLARA MİRAS BIRAKILMASI İÇİN HEP BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM.

Toplantı Zamanı : 05 Ocak 2008 Cumartesi Saat: 14:00
Toplantı Yeri : Burhaniye Belediyesi Çok Amaçlı Salonu

Bilgi Tel: 0 286 212 05 60
E posta: canakkalecep@gmail.com

Oğuz Karsan
29-12-2007, 12:37
Sn. Oğuz Karsan

Bu yazışmaları büyük bir sabırla okurken, sizden gelmesini umduğum bilimsel yaklaşımları bir türlü göremiyorum. Bu işin sonunda ülke için, yöre insanı için ve doğa için zararlı olmayacak sizin bildiğiniz ama bizim anlayamadığımız bilgi, bulgu, araştırma (her ne ise) onları ortaya koyabilseniz, belki de bu ikna isteğiniz gerçek amacına ulaşacak.

Yazışmalara katılan arkadaşlar mesleki ve bilimsel araştırmalardan yola çıkarak zararları belirtiyorlar, öyle ise; siz de, size doğru gelen kaynakları bize bilimsel olarak gösterin ki, anlayabilelim.

Doğruları görmeyi hepimiz çok istiyoruz ama gerçeklere dayanan bilgi ve belgelerle.


Merhaba,

Sn Nevsune,

Yazınızda " Bu yazışmaları büyük bir sabırla okurken, sizden gelmesini umduğum bilimsel yaklaşımları bir türlü göremiyorum. Bu işin sonunda ülke için, yöre insanı için ve doğa için zararlı olmayacak sizin bildiğiniz ama bizim anlayamadığımız bilgi, bulgu, araştırma (her ne ise) onları ortaya koyabilseniz, belki de bu ikna isteğiniz gerçek amacına ulaşacak." demişsiniz.

Ben bu konuda yazmaya başladığım ilk günden beri jeolog, maden mühendisi, metalurji mühendisi veya bu dalla uğraşan bilim adamı olmadığımı ve bu konuda fazla bir şey bilmediğimi söyledim. Yazı yazan arkadaşların birçoğunun benim gibi doğasever olmalarının dışında bu konuyla ilgili bilim adamı olmadığı da ortada.

Sadece olayların başlama noktasına en yakın kişi olduğumu zannediyorum.
Sondaj bölgelerine yakın bir yerde tarlam olduğundan, ayrıca bölgeye devamlı gidip geldiğimden, yaptığım gözlemlerimi anlatmaya çalıştım. Bu gözlemlerimde de, aslında durumun abartılı ve bölgede dağıtılan alelacele hazırlandığı belli olan broşür veya afişlerde anlatıldığı kadar vahim olmadığınını da gözlerimle gördüm.

Evet bazı bölgelerde ağaçlar sahiden katledilmişti ama bu yörede bunun normal sayılan işlerden olduğunu anladım. Bölgede yaşayan köylerin ve yerel yönetim daha önce yapılan çevre facialarının hiçbirisini bu kadar önemsememiş ve tepki göstermemişti. Esas anlaşılması zor olan hadise de buydu.
Hala bu konuda ilk başta gelen ve esas meselenin ağaç katliamı ve çevre konularının olduğuna emin olamıyorum. Beni suçlayan arkadaşların da şu konulara dikkat etmesini öneriyorum.
Firmanın yıllarca bölgede olmasına rağmen, bu konuda şimdiye kadar birkaç gerçek duyarlı vatandaş dışında hiç ses çıkarılmamış olması,
Bölgede bir sürü sondaj ve işlem yapan firma olmasına ve gördüğüm kadarıyla binlerce ağaç katledilmiş olmasına rağmen orman yönetimi başta olmak üzere bu güne kadar kimsenin duyarlılık göstermemiş olması.
Birden ayrı sayılar ile aynı sondaj makinası resminin değişik yörelerde dağıtılmış olması, daha önce kendilerinin sorumlu oldukları çevre ve ağaç katliamına göz yuman ve hatta rant sağlamış bazı kişilerin de birden bölgeye gelip icraatlarının tersi söylemler ile ortaya çıkmış olmaları hep aklımı kurcalayan sorular. Önyargısız bir biçimde bu sorulara cevap bulduğumda gerçekleri daha iyi kavrayacağım.

İlk başta altın arayan firma nın kestiğini sandığım ağaçları da aslında ilk görevleri ağaçları korumak olan orman idaresinin kestiğini gözlerimle gördüm, olay yerinde orman mühendisleriyle görüştüm. Bunu önceki yazılarımda belirtmiştim.

Ayrıca bilimsellik gözlem ve araştırmaya dayanmaz mı? Daha nasıl bir bilimsellik göstermemi bekliyorsunuz? Ağaçların kesilmesi karşısında gidip, kim, kaç ağacı kesmiş bakalım, usulsüz kesildiğini tespit ettiklerimizi ve eğer sahiden yeraltı suları kirletilmişse orman yönetimine ve cumhuriyet savcılığı na bildirelim. Araştırılması gereken konuları araştıralım demek bilimsel olmamak mı ?

Birilerinin yaptığı gibi gidip görmek ve araştırıp gerçekleri anlamak yerine internetten bolca yazı indirip, sunabilirim. Şimdi bu dediğimi de kesin başka tarafa çekerler. Bilimsel yazılara karşı değilim. Mesela Malina nın yazısına eklediği makalede çok güzel yönler var. Ben daha çok başkalarının yazılarını okurken, bir yandan da kendi gözümle görmek isterim. Başka türlü bir davranış objektif olmamı engeller.

Altın arayan firmalar doğaya zarar vermiyor demiyorum ki. Sadece araştırıp, görelim ve ne kadar zarar verdiklerini araştırıp biraz bilgi sahibi olalım derken, olayı farklı boyuta çekmek isteyen arkadaşlar, yazdıklarımdan farlı anlamlar çıkarmak için gayret gösteriyorlar.

Birkaçı eleştirirken bazıları beni firma temsilcisiymişim gibi algılamakta. Araştırıp yerinde görmeye de malesef karşılar.

Gördüklerimi naklettiğim ve ortaya dökülmek istenen olayı önyargısız anlamaya çalıştığımdan, bilgisayarı kullanabilme becerim ve ifade kabiliyetimin de eksikliğinden de olsa gerek, istediğimi tam anlatamıyor olabilirim.

Ama her yazımda gidip yerinde görelim ve araştırıp öyle karar verelim dememe rağmen, bazı arkadaşların hala ne dediğimi anlamamak istememeleri karşısında da bir önyargının bulunduğunu kabul etmem gerektiği sonucuna varıyorum.

Araştıralım, Bakalım, Gözümüzle Görelim, Siyasileri ve bu durumdan rant elde etmek isteyenleri değil, önyargısız olduğundan emin olduğumuz bilimadamlarını bölgeye davet edelim veya götürelim eğer sahiden kanunların izin verdiğinden farklı bir durum varsa,

1- Derhal devletin bu işlerle ilgili birimlerini harekete geçirelim.
2- Daha fazla kişiye bu bulguları güncel resimleri de eklenmiş broşürler vasıtasıyla bildirelim.
3-Eğer firma kanunların izin verdiğinden fazla ağaç kesmişse, orman idaresine bildirip, bu işi kontrol etmekle görevli kişilerin de hesap vermesini sağlayalım.
4-Eğer Bağımsızlığına güvenebileceğimiz medya kuruluşu varsa, davet edelim.
5-
6-

Kanun koyucular, ülkelerinin menfaatini gözetmek yerine eğer aksine yurtdışı firmaların ülkemiz zenginliklerini kolayca çıkarılıp yurtdışına götürülmelerine olanak sağlamasına ve sömürülmemizi kolaylaştıran kanunlar koymuş ise, Bu tip kanunların ilgili bölümlerinin iptali için uğraşmamız gerekir.

Ama ne olduğunu tam kavramadan, benim de ilk başta yapmış olduğum gibi hemen saldırmayalım.

Saygılar.

hassoman
29-12-2007, 13:45
ÇANAKKALE ÇEVRE PLATFORMU TOPLANTIYA DAVET

SAĞLIKLI BİR ÇEVREDE YAŞAMA HAKKI İÇİN, KAZDAĞLARI’NA VE MADRA DAĞI’NA DOKUNULMAMASI VE GELECEK KUŞAKLARA MİRAS BIRAKILMASI İÇİN HEP BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM.

05 Ocak Cumartesi günü Burhaniye’de yapılacak KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU toplantısına otobüslerle gidiyoruz, ve gitmek isteyen arkadaşlarımızın başvurularını bekliyoruz.
19 Ocak Cumartesi günü Balıkesir ve Çanakkale başta olmak üzere bulunduğumuz tüm illerde, ilçe ve beldelerde alanlardayız.

Toplantı Zamanı : 05 Ocak 2008 Cumartesi Saat: 14:00
Toplantı Yeri : Burhaniye Belediyesi Çok Amaçlı Salonu
Bilgi Tel: 0 286 212 05 60
E posta: canakkalecep@gmail.com

Sayın hfz
Orada olmaya çalışacağım. Orada olamasam bile gönlüm ve yüreğim sizlerle olacak... Sizler gibi sağduyulu, duyarlı ve sorumluluklarını kişisel çıkarı için kullanmayan insanların varlığı gelecek için karamsar olmamızın gerek olmadığını gösteriyor sağolun varolun:D

Kazdağlarımın altın uğruna altının oyulmasını sulandırma gayretleri boşa çıkacaktır

Yücel Özlem
30-12-2007, 13:11
Sayın Oğuz Karsan,

Önce, yazılarınızla ilgili genel düşüncemi söyleyeyim. Çok uzun yazılar yazıyorsunuz. Yazdığınız yazılarda birbiri ile çelişen ifadeler yer alıyor. Gerçekten sizi anlamakta zorluk çekiyorum. Çelişki farklı yazılar arasında olduğu gibi bazan aynı yazının cümleleri arasında da görülüyor.

Ben diğer başlıkta yazıştığımız örnek olay yüzünden (olayı önemli bulduğum ve gelişmeleri paylaşmanızın başkalarına da faydalı olacağını düşündüğüm için) sizinle diyaloğu koparmamaya gayret ediyorum.

Şimdi son yazınız hakkında bazı şeyler söylemek istiyorum. Nevsune Hanıma hitaben yazdığınız yazının başında zaten alıntıyı koyduğunuz halde tekrar tırnak içinde alıntı yapıyorsunuz. Oysa burada okuyup yazan insanlar, okuduklarını anlayabilecek düzeydedir. Bir kerede anlıyamıyanlar da anlamadığını fark ederse döner tekrar okur.

Hiç zaruret olmadığı halde, aynı cümlelerin tekrarlanması, okuyacak insanlara karşı bir tavır olarak algılanabilir.

İlk başta altın arayan firma nın kestiğini sandığım ağaçları da aslında ilk görevleri ağaçları korumak olan orman idaresinin kestiğini gözlerimle gördüm, olay yerinde orman mühendisleriyle görüştüm. Bunu önceki yazılarımda belirtmiştim.


Bazan ormanın korunması için de ağaç kesilebilir. Orman idaresinin her yaptığı elbette doğru değildir. Ancak bu başlıkta siz bunu yazarsanız konuyu ve hedefi saptırdığınız düşünülebilir. Orman idaresi işlerini nasıl yapıyor. Orada yapılan kesim zaruri, gerekli ya da doğru mu bu elbette tartışılabilir. Ama yeri burası değildir. Aksi ispatlnıncaya kadar bu idarenin kanunen verilen görevi yaptığı kabul edilir.

Ayrıca bilimsellik gözlem ve araştırmaya dayanmaz mı? Daha nasıl bir bilimsellik göstermemi bekliyorsunuz? Ağaçların kesilmesi karşısında gidip, kim, kaç ağacı kesmiş bakalım, usulsüz kesildiğini tespit ettiklerimizi ve eğer sahiden yeraltı suları kirletilmişse orman yönetimine ve cumhuriyet savcılığı na bildirelim. Araştırılması gereken konuları araştıralım demek bilimsel olmamak mı ?


Birilerinin yaptığı gibi gidip görmek ve araştırıp gerçekleri anlamak yerine internetten bolca yazı indirip, sunabilirim. Şimdi bu dediğimi de kesin başka tarafa çekerler. Bilimsel yazılara karşı değilim. Mesela Malina nın yazısına eklediği makalede çok güzel yönler var. Ben daha çok başkalarının yazılarını okurken, bir yandan da kendi gözümle görmek isterim. Başka türlü bir davranış objektif olmamı engeller.


Altın arayan firmalar doğaya zarar vermiyor demiyorum ki. Sadece araştırıp, görelim ve ne kadar zarar verdiklerini araştırıp biraz bilgi sahibi olalım derken, olayı farklı boyuta çekmek isteyen arkadaşlar, yazdıklarımdan farlı anlamlar çıkarmak için gayret gösteriyorlar.

Birkaçı eleştirirken bazıları beni firma temsilcisiymişim gibi algılamakta. Araştırıp yerinde görmeye de malesef karşılar.

Gördüklerimi naklettiğim ve ortaya dökülmek istenen olayı önyargısız anlamaya çalıştığımdan, bilgisayarı kullanabilme becerim ve ifade kabiliyetimin de eksikliğinden de olsa gerek, istediğimi tam anlatamıyor olabilirim.

Ama her yazımda gidip yerinde görelim ve araştırıp öyle karar verelim dememe rağmen, bazı arkadaşların hala ne dediğimi anlamamak istememeleri karşısında da bir önyargının bulunduğunu kabul etmem gerektiği sonucuna varıyorum.

Ben Everest'e çıkmadım. Amerika'ya da gitmedim. Avusturalya'ya ve hatta Suriye'ye de gitmedim. ancak buralar hakkında bir çok bilimsel bilgiye sahibim. Daha fazlasına da ulaşabilir ve öğrenebilirim. Bütün bunları da bilgisayrımın başında yapabilirim. Bu benim objektif olmamı engellemez.

Suriye'yi karış karış bilen bir dostum var bir tarihte Şam'da başına gelen bir sevimsiz olay yüzünden Suriye denilince dengesi bozulur. Bu yüzden makul ve objektif olamaz.

Siz, sanıyorum, size karşı ve düşman olan ötekiler bulup, yoksa da yaratıp, onlarla savaşmayı, alışkanlık haline getirmişsiniz. :)

Burada sizi yazdıklarınızla tanıyoruz. Kim, size neden, yazmadığınız şeyleri izafe etsin. Mesela ben sizi önceden tanıyor mu idim? Ya da başkaları tanıyor mu?

Yanlış anlaşıldığınızı söylediniz güzel. Doğrusunu da ifade etmeye çalışmışsınız bu da anlaşılabiliyor. Kendinizin doğru ifade etmemiş olabileceğinizi de kabul etme erdemini de gösteriyorsunuz. Halen, ötekilerle uğraşmak niye?

Gelin biz şu önemli işimize bakalım.

nevsune
30-12-2007, 15:20
Sn. Oğuz Karsan

Size bir haksızlık yapmış olmama adına, başından bu yana tüm yazıları tekrar tekrar taradım ve cansiperane bir mücadele verdiğinizi gördüm. Önce mücadeleniz Kaz dağlarındaki katliamı durdurmak üzerine kuruluyken, birdenbire karar değiştirdiğinizi gördüm. Buna dayanak olarak da yazdığınız hep aynı şey; bilgisayar başındaki bilgilere rağbet etmeyin, gidin yerinde görün.

Bilgiyi, bilgisayar başında edinmenin kötülüğünü anlayamadığım gibi zaten bu konuda sevgili Yücel Özlem'in düşüncelerine katılıyorum. Dünyanın tüm bilgileri ne iyi ki teknoloji sayesinde elimizin altında. Bu yaşta hala bir şeyler öğrenme fırsatı tanıdığı için ben kendi adıma bu teknolojiden çok memnunum. Diğer arkadaşların da bilgisayardan indirip bize sundukları bilgiler; meslek kuruluşları, ciddi sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları araştırma ve sonuçları ile ciddi haber değeri olan kaynaklar. Dizi film senaryolarını görüş olarak sunmuyorlar en azından. Siz de kendi görüşlerinizi aynı şekilde bir yerlerden indirme olanağına sahipsiniz, ama gerçekleri gösteren bilgi, belge şeklinde lütfen: ben yalnızca buna işaret etmiştim. Sevgili Yücel Özlem bu konuda, benim de fikirlerimin örtüştüğü şeyler yazdığı için fazla yer işgal etmeyeceğim. Peki ama cümlenizin ikinci yarısında bize anlatmak istediğiniz "oturduğun yerden ahkam kesme, git yerinde gör" ün yanıtı konusunda nasıl emin olabiliyorsunuz? Belki bu yazıları yazan kişilerin arasında o yörede yakınları veya evleri olanlar da vardır, belki o kişiler yerinde görmüşlerdir yanlışları. Sizin gördüklerinizle neden yetinsinler ki? Onlar da gördükleri vehameti anlatmak için cansiperane bir mücadele veriyor olabilirler.

Sn. Karsan burası bir forum. Elbette fikirlerimizi düzeyli bir şekilde çarpıştıracağız. Hepimiz aynı görüşte olsak zaten tartışmanın anlamı kalmazdı. Yalnız kötü olan şu ki, söylenecek söz tükendiğinde iş biraz laf kalabalığına dönüşmeye başlıyor. Konunun da ciddiyetinden uzaklaşılıyor.

Durum vahim, çok vahim, hiç öyle laf karmaşası ile örtülecek gibi değil.

Oğuz Karsan
01-01-2008, 20:41
Merhaba,

Sayın Yücel Özlem

Heyecanlanıp yine yazımı yanlış yere yazmışım.

Silmek için aradım ama bulamadım. Herhalde site yöneticisi tarafından silinmiştir.

Bu oturuma ayak uyduramayacağıma karar verdim. Bundan böyle yazı yazmayacağım.

Zaten yazdıklarım da farklı anlaşılıyor.

Yazıştığım veya bana cevap yazma nezaketinde bulunan tüm arkadaşlara teşekkür ederim.

Saygılar.

nevsune
01-01-2008, 21:13
Sn. Oğuz Karsan
Mesajınız silinmedi. Sizin de farkettiğiniz gibi yanlış bir yerde yer aldığını görünce arada kaynayıp gitmesin diye yeni başlıkta buraya (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=7034) taşımıştım.

hfz
04-01-2008, 12:43
03.01.2008
Egeçep Özel Haberleşme

Bugünkü Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu’nun 2007/12974 sayılı kararı ile Efemçukuru Altın Madeni sahası içinde yer alan toplam 35 parselin Tüprag Metal Madencilik A.Ş. (ELDORADO GOLD) yararına acele kamulaştırılma kararı verilmiştir.

Karar, Kamulaştırma Yasası’nın 27. maddesine dayandırılmaya çalışılmıştır. Oysa Kamulaştırma Yasası’nın 27.maddesi “3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde” acele kamulaştırmayı öngörmektedir. Diğer yandan, Maden Yasası’nın 46.maddesindeki olağan kamulaştırma dahi yeterli görülmemiştir.

• Efemçukuru yöresini yaşanmaz hale getirecek, İzmir’i susuz bırakacak, olan içme suyunu da kirletecek olan Eldorado Gold’un Efemçukuru Altın Madeni’nin işletmesi yurt savunması olarak mı görülüyor?
• TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın ortaya çıkardığı, Kışladağ Altın Madenini işleten Tüprag’ın ana şirketi Kanada kökenli Eldorado Gold’un Başkanı Paul N.Wright’ın Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’e 8 Kasım 2007 tarihli bir mektubunda istediği randevu gerçekleşti de orada mı bu karar alınmıştır?

Kısacası bu Hükümet, halkının ihtiyaçlarını mı yoksa çok uluslu şirketlerin çıkarlarına göre mi hareket ediyor?

Hükümetin Eldorado Kararı

Siyanürle altın çıkaran Eldorado Gold'a topraklarını satmayan İzmir Efemçukuru köylüleri şokta. İşte hükümetin aldığı karar:

İzmir Efemçukuru köylüleri, siyanürle altın çıkaran Eldorado Gold'a topraklarını satmaya yanaşmamıştı. Dün Bakanlar Kurulu "milli müdafaa ve yurt savunması" hallerinde kullanılan özel maddeyi işletip toprakları acele kamulaştırma kararı aldı. Parseller 7 gün içinde kamulaştırılacak.

Yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekmeye çalışan hükümet, son kıyağını Eldorado Gold Altın Madeni Şirketi'ne yaptı. İzmir Efemçukuru köyünde yaşayan yaklaşık 800 köylünün yabancı altın madenine satmadığı toprakları, kamulaştırma yasasının "Milli müdafaa ve yurt savunması" maddesine dayanılarak şirkete verilmek üzere kamulaştırdı. hükümetin bu kararı dünkü Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Böylece, Kanadalı Eldorado Gold Altın Madeni Şirketi'nin Türkiye ayağı olan TÜPRAG A.Ş, altın çıkartırken kuracağı tesisler için istediği ve alamadığı toprakları, Hükümet sayesinde köylülerin ellerinden alacak. Bakanlar Kurulu'nun kararı "acele kamulaştırma" kararı olduğu için, kamulaştırma işlemleri 7 gün içinde tamamlanacak.

Satmak istememişlerdi

İzmir'in 20 kilometre uzağında bulunan Efemçukuru yöresinde Kanadalı Eldorado Gold Altın Madeni Şirketi'nin Türkiye ayağı olan TÜPRAG A.Ş'nin bölgedeki altın madeni işletme ruhsatı, İzmir'in içme suyunu karşılayan Çamlı Barajı'nın su havzasında bulunması nedeniyle 2005 yılında iptal edildi. Mahkeme kararı nedeniyle şirketten Bakanlığın verdiği ruhsat ve iznin iadesi 18.02.2005 tarihinde istendi. Ancak şirket İR:5419 sayılı işletme ruhsatı ve iznini iade etmedi. Ardından şirket temyize başvurdu. Temyiz süreci devam ederken şirket, bu sırada maden için gereken tesisleri kurmak amacıyla bölgedeki arazileri almak istedi. Ancak söz konusu topraklar 200 haneli ve yaklaşık 800 kişinin yaşadığı Efemçukuru köylülerine aitti. Köylülerin topraklarını satmaya yanaşmadığı gibi, şirkete karşı protesto eylemlerine başlamasıyla durum şirket açısından kritik bir hal aldı.

Mahkeme kararıyla iptal edilen ve hukuken hiçbir geçerliliği bulunmayan izin ve ruhsatları iade etmeyen şirket ve ruhsatı veren Enerji Bakanlığı, iptal kararının yürütmesini durdurması için Danıştay 8. Dairesi'ne başvurdu. Ancak mahkeme, 26 Nisan 2005 tarihinde iptal kararının yürütmesini durdurmayı da reddetti.

Siyanür kullanıyor diye faaliyeti durdurulmuştu

Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi, yüzde 100 yabancı sermayeli bir şirket olarak Ankara'da kuruldu. Merkezi Kanada'da bulunan Eldorado Gold Corporation adlı madencilik şirketinin bir alt kuruluşu olarak Türkiye'de faaliyetlerini sürdüren şirketin, 2006 yılında açılan Uşak Kışladağ'daki altın madeni işletmesinin faaliyeti, üretimde "siyanür" kullanıldığı gerekçesiyle Danıştay 6. Daire tarafından geçen yıl Temmuz ayında durdurulmuştu.

Kaynak:http://w9.gazetevatan.com/haberdetay.asp?tarih=04.01.2008&Newsid=155061&Categoryid=2

Özcan2007
11-03-2008, 20:46
sevgili üyeler
Dün gece fox tv'de kaz dağlarında altın arama için sontaj yaparken katledilen 200-300 yıllık ağaçları gördüm ve dehşete düştüm .Çünkü ida dağının güzelliklerini biliyorum.Habere göre bunu yapan global isimli bir maden arama firmasıymış.Sizlerden rica ediyorum.Bu doğa düşmanlarına tepkilerimizi hep beraber gösterelim.Bunun devamında izin alırlarsa bergama da yapılanlar yapılacak ve siyanür ormanı kaplıyacak büyük ihtimallede kazdıkları topraklarıda ağaçların üstlerine atacaklar dolayısıyla ne ağaç kalacak nede bitki. tabii bu arada oluşacak diğer zararlar konusunda sizin katkılarınızı bekliyorum.:mad: :(

Kazdağları altın arama sondajında çalışan 12 işçi hayatını kaybetmiş 09.03.2008 tarihinde. Silyanür bu kadar zehirli olduğunu bilmiyordum. Silyanürün doğaya daha çok zararı vardır. Birde doğa katliamı var. İmza toplamayla sondaj çalışmaları durmuyor. Birşey yapmamız lazım.
ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ !

hassoman
12-03-2008, 01:57
Sevgili Özcan 2007,
Altın arama sırasında sadece siyanür kullanılmıyor. Bir çok kimyasal da işin içinde. Haklı olarak siyanür tartışılırken bu kimyasallar ihmal ediliyor.

Kullandıkları maddelerden biri Bentonit Kilidir.
Sondaj sırasında kullanılan suyun çatlaklardan sızmasını engellemek için kullanılıyor. Çevre ve orman Bakanlığı ve şirket yetkililerine göre bu kimyasal maddenin çevreye zararı yokmuş iyi mi?!..

Kullanılan diğer bir kimyasal madde ise Polimer.
Toprağın aşırı nemlenmesine yol açan bu kimyasalın kullanılmasındaki amaç kuyulardaki toprak parçalarının sondaj aletine zarar vermesini engellemek.. Madde toprakta jölemsi, yapışkan bir tabaka oluşturuyor. Artık o topraktan hayır beklemeyin, ama şirket yetkililerine göre bunun da çevreye hiç zararı yokmuş. ( Bu açıklamaları duyunca insanın bu kimyasalları ekmeğini sürüp sürüp yiyesi geliyor...) Çevre köylerde toprağın ölümüne neden olan, işte bu kimyasaldan başkası değil.

31970

Yetti mi?
Yetmedi!..
Kullanmak zorunda kaldıkları bir kimyasal daha var hazretlerin..

Sondaj sırasında ısınan makinelerin soğutulması için kullanlına soda kostik…
Şirket yetkilileri bu maddenin zehirli olduğunu kabul ediyor ama yer altı sularına karışmayacağını garanti ediyorlar…
Gel de bunu köylülere anlat.

Rastlantıya bakın ki sondaj çalışmaları sırasında köylerin suları bulanıklaşıverdi; tadı, kokusu değişiverdi… Ama Allah var, bu sudan içen ölmüyor; sadece mide bulantısı ve kusma yapıyor… Bakanlık ve şirket yetkililerine inanmayacağızda bu köylülere mi inanacağız? Suların bulanıklaşması da tadının bozulması da, köylülerin mide ve bağırsak sorunları da hepsi psikolojik… :p Bayramiç Belediye Başkanına göre köylü yüz yıllardır kullandığı kaynak suya yanaşmıyormuş artık, hazır su içmeye başlamış…

hassoman
16-03-2008, 19:16
KAZ DAĞLARI İÇİN DEV MİTİNG

5 Nisan 2008 Çanakkale Cumhuriyet Meydanı

34 belediyeden oluşan Belediyeler Birliği’nin, Çanakkale ile
Balıkesir Üniversitelerinin, bu iki ilin barolarının desteklediği ve 300’e yakın sivil toplum örgütünü kapsayan Çanakkale-Edremit Körfezi Çevre platformları temsilcilerinin oluşturduğu Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu’nun düzenlediği “KAZ DAĞLARI VE MADRA DAĞI’NIN ÜSTÜ ALTIN’DAN DEĞERLİDİR” Mitingi 5 Nisan’da
Çanakkale’de Cumhuriyet Meydanı’nda yapılacak… Bu güne kadar yapılmış en büyük çevre mitingi, olacağı belirtiliyor…




KAZ DAĞLARI ve MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU’nun
"KAZDAĞLARI VE MADRA DAĞINDA SİYANÜRLÜ ALTINA HAYIR" deklarasyonu


Bizler, Güzel yurdumuzun Çanakkale – Balıkesir illeri içinde yer alan ,’’Biga Yarımadası ve Edremit Körfezi’’ diye anılan eşsiz güzelliklere sahip bölgesinde yaşıyoruz.

Biga yarımadasının büyük kısmını kaplayan Kaz Dağları’nın güneyinde, Ege Denizinin kıyısında yer alan, kutsal zeytin ağaçları ile kaplı, dünyanın ikinci en bol oksijenini İnsanlığa sunan yeryüzü cenneti Edremit Körfezi yer alır. Körfezin doğusunda bulunan Madra Dağı yöre ekolojisini tamamlar.

Kaz Dağları’nın kuzeyinde yer alan, Bayramiç-Çan-Çanakkale ve çevre yerleşimleri meyve ve sebze yetiştiriciliğinde dünyaca ünlüdür. Biga – Gönen Türkiye’nin süt gereksiniminin %25’ini karşılar. Bin Pınarlı Kaz Dağları, efsanevi adı ile İDA Dağı;2002 dünya dağlar yılında “ Eko-Kültür Turizmi” için dünyanın en iyi 2 dağından biri seçilmiştir. 21450 hektarı Milli Park olan Kaz Dağlarında 78 i endemik olan 1000 civarında bitki çeşidi vardır. 32 endemik tür, dünyada sadece kaz dağlarında mevcuttur. Mitolojik ve arkeolojik bulgularıyla eşsiz güzellikteki bin pınarlı Kaz Dağları’mız, aynı zamanda Edremit Körfezi ve Çanakkale yöresinin ‘’içme suyu’’ kaynağıdır.

Eko – Kültür turizmi planlaması yapılarak, tümü ile koruma altına alınması gereken dünya mirası kaz dağlarımızda; “Siyanürlü Altın-Gümüş madenciliği” ve diğer Kimyasal Madencilik faaliyetleri tümü ile yasaklanmalıdır.

Kaz dağları ve Madra Dağında bu güne kadar verilen 100 civarında ruhsat iptal edilmeli ve yeni ruhsat başvuruları kabul edilmemelidir.

Edremit Körfezi’nin doğusunda yer alan, verimli ovaların arkasında Kozak Yaylasına uzanan Madra Dağı eşsiz su kaynaklarına ve bitki çeşitliliğine sahip olup, ekolojik dengenin tamamlayıcısıdır. Ayrıca doğanın armağanı “Atatürk Kayaları” nı Gömeç’te insanlığa sunan Madra Dağı’nda madencilik faaliyetlerine derhal son verilmelidir.

Yaşadığımız yörenin yer üstü zenginlikleri ve “sürdürülebilir-doğayı gözeten ekonomik faaliyetlerimiz” madenlerin getirdiğinden çok fazlasını ülkemize kazandırmaktadır. Edremit körfezinde, dünyanın en iyi zeytinyağını üretiyoruz. Bayramiç’in elması – kirazı ve yörenin tümünde ürettiğimiz diğer meyve, sebze ve süt ürünleri üst düzeydedir. Çanakkale ve Edremit körfezi turizmde ülkemizin geleceğidir. Deniz Turizminin yanı sıra, Eko-Kültür Turizmi, Termal Turizm ve Sağlık Turizmi olanakları ile “Dünya Kültür Mirası” olan yöremizin; madencilik faaliyetleri ile özelliklerini yitirmesine izin vermeyeceğiz.

Siyanürlü altın-gümüş madenciliğinde aşırı su tüketilmektedir. Küresel ısınma ile kuraklık ve çölleşme tehlikesi yaşayan dünyamızda en önemli değer artık “su”dur. Sularımızın madencilik faaliyetlerine feda edilmesine izin vermeyeceğiz.
Yüz milyonlarca ton toprak ve kayaların un ufak edilmesiyle oluşacak toz bulutlarının, başta zeytinlikler, tüm meyve ağaçlarımıza ve diğer tarım alanlarına – bitki örtümüze zarar vermesini kabul etmiyoruz.

Madencilik faaliyetleri ile açılacak olan 1 km çapında, 400 m derinlikte dev” cehennem çukurları” yerin altını üstüne getirecek, arsenik başta olmak üzere ağır metaller harekete geçerek tehlike oluşturacaktır. Milyonlarca ton cevhere siyanür püskürtülerek ayrıştırma yapılacak, siyanürlü çamurlar dev atık havuzlarında depolanacaktır. Siyanür en tehlikeli zehirdir ve buharlaşma yolu ile havaya karışıp, yağmurlar ile bitki-hayvan zincirine ve insana ulaşacaktır. Yöremiz 1. Derece Deprem Bölgesi olup, siyanürlü atık havuzlarının deprem nedeni ile çökmesi önemli ve korkutucu bir risktir. Yeraltı ve yer üstü su kaynaklarımıza; siyanür bulaşması ve toz etkisiyle büyük tehlike altında kalacaktır. Cehennem çukurları ve siyanürlü atık havuzlarına, maden çöplüklerine izin vermeyeceğiz.

Yüz binlerce ağacın kesilmesiyle , “Ekolojik Denge” onarılmaz şekilde bozulacak, çevrenin olumsuz etkilenmesiyle “astım ve kalp hastaları” için doğal tedavi merkezi olan yöremiz bu özelliğini yitirecektir. Dünyanın en güzel havasının madencilik faaliyetleriyle bozulmasını kabul etmiyoruz.

Başta Kaz Dağları, tüm yöremizi böylesine tehdit eden altın madenciliğinden devletimize, net karın sadece %2 si kalacak – çok uluslu tekeller yeraltı zenginliklerimizi götürecektir. Bizlere ise yok edilmiş doğa ve maden çöplükleri kalacaktır. Yer altı zenginliklerimizin acımasızca sömürülmesine, peşkeş çekilmesine asla izin vermeyeceğiz.

Tüm bu olumsuzlukları yaşamamızın nedeni; 5 Haziran (dünya çevre günü) 2004’te çıkarılan 5177 sayılı maden yasasıdır. Madencilik lobilerinin doymak bilmez hırsı için; ülkemizin yer üstü zenginliklerini ve tüm değerlerini yok sayarak, madencilik faaliyetlerinin önünü sınırsız açan bu yasa hemen değiştirilmelidir. Yerine , “ülkemiz çıkarlarına uygun, yer üstü- yeraltı dengesini gözeten, çevreyi ve doğal zenginliklerimizi koruyacak bir madenciliğe izin veren, çağdaş ve ulusal bir maden yasası” yapılmalıdır. Yaşadığımız yüz yıl; çevrenin mutlak korunmasını, su kaynaklarının çok önemsenmesini gerektiren bir süreçtir.

Yaşayabileceğimiz başka bir dünya yoktur.

Kaz dağlarında – Madra Dağında, Biga yarımadası ve Edremit Körfezi’yle birlikte tüm güzel yurdumuzda ; “Hayat-Altın’dan Daha Değerlidir”. Hayatımızın karartılmasına izin vermeyeceğiz.

Bizler;”Vatan toprağı kutsaldır kaderine terk edilemez” diyen büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün yol göstericiliğinde, toprağımıza sahip çıkma bilinciyle çabalayan yurttaşlar olarak; insanların-hayvanların-bitkilerin, tüm doğamızın yaşamını son derece olumsuz etkileyecek, siyanürlü altın-gümüş madenciliğine karşı “örgütlü olarak” sonuna kadar mücadele etmeye kararlı olduğumuzu, ülkemiz ve dünya kamu oyuna duyuruyoruz.

Bu doğrultuda örgütlülüğümüzü; tüm yöremizi kapsayacak şekilde, ‘’KAZ DAĞLARI ve MADRA DAĞI ÇEVRE PLATFORMU’’ adı ile ve tüm Belediyeleri, Üniversitelerimizi, Barolarımızı, Sivil Toplum Örgütü ve Meslek Kuruluşlarını içine alacak, Muhtarlarımıza, Siyasi Partilerimize, Köylüsü-Kentlisi ile tüm yurttaşlarımıza ulaşacak anlayışta yaşama geçirdik.

Yaşam alanlarımızı hep birlikte savunacağız.

Yaşam alanlarımız Vatanımızdır, Vatanımızı savunacağız.

Unutmayalım ki yaşam hakkımıza, haksız saldırıya karşı koymak, ‘’anayasal ve evrensel’’ bir haktır.

KARARLIYIZ. HAKLIYIZ. KORKMUYORUZ. KAZANACAĞIZ.

BU CENNET TOPRAKLARIN GÜNLERİ SAYILI DEĞİLDİR…

BİZ İSTEMİYORSAK OLMAZ…

KAZ DAĞLARI ve MADRA DAĞI’NDA SİYANÜRLÜ ALTIN’a HAYIR!..

KAZDAĞLARI ve MADRA DAĞI
ÇEVRE PLATFORMU

nevsune
17-03-2008, 15:27
Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.

1854 yılında bir kızıldere kabile reisinin, topraklarına el koymaya çalışan beyazlara yazdığı bu mektuptaki sözler; kehanet miydi, yoksa zorbaların insanoğluna neler yapabileceğini gören ve gösteren bilgelik miydi?

O günden buyana dünyanın ne hale geldiği ortada. Orada Amazon ormanlarının katliamını yapanlar, uzantılarıyla da ülkemizi maden sömürgeciliği yoluyla talan etmekteler. Kaz dağları'nda olduğu gibi, Marmaris'te olduğu gibi 1216 maden arama çalışmaları yapılan yerde olduğu gibi.

Yazının bütününü merak edenler alttaki sayfayı okusunlar lütfen.

http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?p=215512#post215512

hassoman
18-03-2008, 19:27
Sevgili nevsune'nin duyarlı yorumunu okuyunca anımsadım.
Çanakkale’nin Ayvacık İlçesinde Behramkale yakınlarında Assos’u bilen bilir. Küçük, ama etkileyici doğal güzelliğiyle tarihsel dokusunu 2700 yıldır korumuş olan saklı antik bir şehirdir. Burada tuvalet bekçiliği yapan yaşlı bilge bir adamdan dinledim. Eğer yolunuz düşerse ve bu bilge yaşlı hala orada ise size de anlatsın…. Çocukluğumda, dedi. Yaşlı kadınların çevresine topladığı genç kızlara anlatırlarken duymuştum. Gün gelecek insanlar yüzünden sular kuruyacakmış. Bir gün Kazdağları’nın tepelerinde bir parıltı göreceklermiş. Su diye testisini, kabını kapan o yana koşacakmış. Varıp bakacaklarmış, altın yığılı. O zaman insanlar dertlenerek, ne yapalım biz altını, bize su lazım diyerek acı içinde geri döneceklermiş…

malina
19-03-2008, 21:46
Danıştay altın madenine 'dur' dedi


Danıştay 6'ncı Dairesi, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği'nde değişiklik yaptığı, ÇED Yönetmeliği'ni by-pass ederek, süreci tamamlamayan işletmelere izin veren 'Geçici 6'ncı Madde'yi iptal etti.

İzmir'in Bergama İlçesi'ne bağlı Ovacık Köyü'nde bulunan altın madenine karşı mücadele veren avukatlar Noyan Özkan, Ömer Erlat ve Arif Ali Cangı tarafından Çevre ve Orman Bakanlığı'nın 2004 yılında ÇED Yönetmeliği'nde yaptığı değişiklik aleyhine açılan dava sonuçlandı. Davaya bakan Danıştay 6'ncı Dairesi, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, 2004 yılında ÇED Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak, bu yönetmelik hükümlerine tabii olarak çalışması gerektiği halde, gerekli işlemleri tamamlamadan faaliyete geçen işletmelere, yer seçiminin uygun olması halinde 'ÇED olumlu' raporu vererek yasal hale gelmesini sağlayan 'Geçici 6'ncı Madde'sini iptal etti.

İKİ MADDEYE DAVA AÇILDI

Çevreci avukatlar, ÇED Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak, 7 Şubat 1993 tarihinden önce tüm gerekli süreci tamamlayarak faaliyete başladığını belgeleyen işletmelere ÇED Yönetmeliği'nin hükümlerinin uygulanmasını mümkün kılan 'Geçici 3'üncü Madde' ile ÇED Yönetmeliği'ne tabii olduğu halde süreci tamamlamayan ancak uygun yer seçimini yapmış olan işletmelerin Bakanlık'a rapor vererek yasal hale getirilmesine olanak sağlayan 'Geçici 6'ncı Maddesi'ne karşı iptal davası açtı.

Davaya bakan Danıştay 6'ncı Dairesi, Geçici 3'üncü Madde'de düzenlenen hükümeleri kazanılmış hak olarak değerlendirdi ve bu maddeyle ilgili iptal istemini reddetti. Ancak Geçici 6'ncı madde için ÇED sürecinin sadece yer seçiminden ibaret olmadığı ifade edilen kararda, "Gerçekleştirilmesi halinde çevre sorunlarına yol açma ihtimali olan bir yatırımın, belirlenen usul ve esaslar izlenilmeden planlama aşamasını geçmemesi ve henüz faaliyette bulunmaması gerekirken, mevzuatta öngörülene rağmen faaliyete geçilmesi durumunun idarece kabul edilmesi suretiyle Çevresel Durum Değerlendirme Raporu hazırlanmasıyla yetinilmesi amacı ve önemi vurgulanan süreçten muafiyet sonucuna yol açmaktadır. Bu itibarla Yönetmeliğin dava konusu geçici 6'ncı maddesinde Çevre Kanunu'nun ve anılan yönetmeliğin amacına uyarlık görülmemiştir" denildi.

HUKUKİ DAYANAK KALMADI

Danıştay'ın verdiği kararın Ovacık Altın Madeni'nin çalışmasına esas temel eden hukuki dayanağı ortadan kaldırdığını öne süren Avukat Arif Ali Cangı, "Bergama Ovacık Altın Madeni için verilen 27 Ağustos 2004 tarihli ruhsatın dayanağı ÇED Yönetmeliği'nin Geçici 6'ncı maddesidir. İzmir 3'üncü İdare Mahkemesi, bizim bu tarihli ruhsatın iptali için açtığımız davayı reddetmişti. Danıştay 6'ncı Dairesi'nin ÇED Yönetmeliği'nin 6'ncı Maddesi için verdiği kararın ardından başka bir incelemeye gerek kalmadan, yürütmenin durdurulmasına, yerel mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir" dedi.

BİZİ ENGELLEMEZ

Öte yandan Koza Altın İşletmeleri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt, Danıştay 6'ncı Dairesi'nin aldığı kararın şirketin faaliyetlerini hiçbir şekilde etkilemeyeceğini, avukatlar tarafından yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığını ileri sürdü.

Öğüt, "Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'nin söz konusu hususlarla ilgisi olmadığı gibi, Danıştay 6'ncı Dairesi'nde görülen davada da hiçbir şekilde taraf değiliz. Bu davanın sonucunda verilen veya verilecek herhangi bir karar şirketimizin faaliyetlerini hiçbir şekilde etkilemeyecektir. Belirtilen karar, ÇED Yönetmeliği'nin geçici 6'ncı maddesinin iptaline ilişkin bir karar olup, Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'nin sahibi olduğu herhangi bir izin, ruhsat veya başkaca bir idari işlemin iptali sonucunu doğurmamaktadır. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. tarafından Ovacık Altın Madeni'nin Mart 2005 tarihinde devralınmasından sonra, madenin faaliyetlerine ilişkin tüm izinler ve ruhsatların tamamı ilgili mevzuat çerçevesinde yenilenmiştir. Şu anda Ovacık Altın Madeni'nin çalışmasına engel hiçbir yargı kararı mevcut değildir" dedi.

(DHA)
Hürriyet (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8498705.asp?gid=229&sz=47921)

hassoman
20-03-2008, 11:25
"Danıştay altın madenine 'dur' dedi"


Danıştay 6'ncı Dairesi, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, 2004 yılında ÇED Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak, bu yönetmelik hükümlerine tabii olarak çalışması gerektiği halde, gerekli işlemleri tamamlamadan faaliyete geçen işletmelere, yer seçiminin uygun olması halinde 'ÇED olumlu' raporu vererek yasal hale gelmesini sağlayan 'Geçici 6'ncı Madde'sini iptal etti.

(………)

Danıştay'ın verdiği kararın Ovacık Altın Madeni'nin çalışmasına esas temel eden hukuki dayanağı ortadan kaldırdığını öne süren Avukat Arif Ali Cangı, "Bergama Ovacık Altın Madeni için verilen 27 Ağustos 2004 tarihli ruhsatın dayanağı ÇED Yönetmeliği'nin Geçici 6'ncı maddesidir. İzmir 3'üncü İdare Mahkemesi, bizim bu tarihli ruhsatın iptali için açtığımız davayı reddetmişti. Danıştay 6'ncı Dairesi'nin ÇED Yönetmeliği'nin 6'ncı Maddesi için verdiği kararın ardından başka bir incelemeye gerek kalmadan, yürütmenin durdurulmasına, yerel mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir" dedi.

(…….)

Öte yandan Koza Altın İşletmeleri A.Ş. Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt, (…..) "Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'nin söz konusu hususlarla ilgisi olmadığı gibi, Danıştay 6'ncı Dairesi'nde görülen davada da hiçbir şekilde taraf değiliz. Bu davanın sonucunda verilen veya verilecek herhangi bir karar şirketimizin faaliyetlerini hiçbir şekilde etkilemeyecektir. Belirtilen karar, ÇED Yönetmeliği'nin geçici 6'ncı maddesinin iptaline ilişkin bir karar olup, Koza Altın İşletmeleri A.Ş.'nin sahibi olduğu herhangi bir izin, ruhsat veya başkaca bir idari işlemin iptali sonucunu doğurmamaktadır. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. tarafından Ovacık Altın Madeni'nin Mart 2005 tarihinde devralınmasından sonra, madenin faaliyetlerine ilişkin tüm izinler ve ruhsatların tamamı ilgili mevzuat çerçevesinde yenilenmiştir. Şu anda Ovacık Altın Madeni'nin çalışmasına engel hiçbir yargı kararı mevcut değildir" dedi…
Anlaşıldı, adamlar kafaya koymuşlar bir kere… Bu kararı da kendi işlerine geldiği gibi yorumladıklarına göre, kendilerini uyanık sanıp kanuna karşı hileye başvurduklarına göre ve bu hep böyle sürüp gideceğine göre insan söyleyecek söz bulamıyor…

İlle o altınları çıkarıp, arkalarında kirletilmiş kaynak sular; perişan olmuş, bir daha iflah olmaz bir doğayla yöre halkını baş başa bırakıp çekip gidecekler…
Artık altın namına hiç bir şey almıyorum, almayacağım… Düğünlerde altın takmak koşul değil ya...

eskimo
27-03-2008, 10:30
Kaz Dağları için 100 bin imza Meclis'te

26 Mart, 2008

Dilekçe Güldal Mumcu'ya iletildi


Kaz Dağları ile Madra Dağı'nda yürütülen altın madeni arama çalışmalarının durdurulması için sivil toplum kuruluşlarınca toplanan 100 bin imza, TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu'ya sunuldu.

Güney Marmara Doğal ve Kültürel Çevreyi Koruma Derneği (GÜMÇED) Edremit Körfezi Şubesi Başkanı Mehmet Akif Öznal ve beraberindeki heyet, Mumcu'yu makamında ziyaret etti.

Öznal, Kaz Dağları ile Madra Dağı'ndaki başta altın olmak üzere maden arama faaliyetlerinin durdurulması amacıyla topladıkları imzaları, TBMM Başkanlığı'na ulaştırılması için Güldal Mumcu'ya sundu.

Öznal, burada yaptığı konuşmada, maden arama çalışmaları dolayısıyla bölgenin tehdit altında olduğunu savunarak, "Hayatımızı ve vatanımızı savunma mücadelesi yapıyoruz" dedi.

"Dilekçeleri dikkate alın"

Öznal, bölge halkının görüşlerini yansıtan dilekçelerin dikkate alınmasını istedi. TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu da dilekçeleri TBMM Başkanlığı'na ileteceğini belirtti.

İnsan olmazsa, yapılan işlerin hiçbir şeye yaramayacağını ifade eden Mumcu, bu nedenle yapılan işlerin insanın hayatını sağlıklı şekilde devam ettirmesine olanak sağlaması gerektiğini söyledi.

Kaz Dağları'nda altın madeni arandığına işaret eden Mumcu, "Ama en önemli şey insanın altın olduğunun unutulmaması. Çevreyi kirleterek hiçbir sonuca ulaşamayacağız" dedi.

Mumcu, Kaz Dağları'nın bölge için oksijen deposu olduğuna işaret ederek, "Nefes almamızı zorlaştıracak, gelişmemizi ve sağlığımızı etkileyecek, çevreye zarar verecek bir çalışmanın önlenmesi gerekir" diye konuştu.

Bakanlık önünde eylem

Bu arada Kaz Dağları ve Madra Dağı'nda yürütülen altın arama çalışmalarının durdurulmasını isteyen çevre sakinleri ve çevrecilerin oluşturduğu "Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu", Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı önünde eylem yaptı.

Otobüslerle Bakanlık önüne gelen Platform üyeleri, burada "Ölüler altın takamaz", "Kaz Dağları ağlar, Bakan Güler", "Ferman sizinse dağlar bizimdir", "Susma, sustukça dağlar elden gidecek", "Kaz Dağı yolları, madenciye kapalı", "Maden yasası değiştirilsin" sloganları attı.

Yöresel kıyafetli kadınların da yer aldığı eylemde grup üyeleri,ellerinde "Ölüler altın takmaz", "Altınsız yaşanır, oksijensiz yaşanmaz", "Kaz Dağı'nın altını zeytindir" yazılı dövizler ve Kaz Dağları'nın fotoğraflarını taşıdı.

Bu arada, Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu'nca Çanakkale'de 5 Nisan Cumartesi günü "Kaz Dağları ve Madra Dağı'nda Altına Hayır" mitingi yapılacak.

http://www.cnnturk.com/TURKIYE/haber_detay.asp?PID=318&haberID=441735

ilahi morluk
01-04-2008, 10:31
Danıştay'dan siyanüre vize yok

Danıştay 8. Dairesi, Kaz dağlarının altın için kazılamayacağına karar verdi.

Danıştay, Balıkesir’in Havran ilçesi Küçükdere köyü sınırları içerisinde bulunan bölgede siyanürlü altın aranmasına izin veren Bursa 3. İdare Mahkemesi’nin kararının bozulmasına hükmetti. Danıştay, İdare Mahkemesi’nin kararının eksik incelemeye dayandığını belirtti.

ANKA

http://www.gercekgundem.com/?p=123477

hassoman
01-04-2008, 12:37
Çünkü yorumu kendi içinde

33719

hassoman
01-04-2008, 19:45
33794

Kazdağlarımın altın uğruna altının oyulmasını sulandırma gayretleri boşa çıkacaktır

malina
30-04-2008, 14:41
Medya anayoldan madeni görüyor, arka tarafta kazın

Çevre bürokratı, madenciye ‘medyaya yakalanmama’ yolunu gösterdi. Madenciye yönelik davaları düşürecek yönetmelik hazırladıklarını anlattı. Maden bürokratı, yeterince denetlemeden 2007’de 12 bin ruhsat verdiklerini belirtti

Maden Türkiye 2008 Fuarı kapsamında düzenlenen ‘Madencilik Sektörü Orman İlişkileri’ paneli, bürokratların ilginç konuşmalarına sahne oldu.

Çevre Bakanlığı Orman Genel Müdür Yardımcısı Kemal Kara, medyadan yakınarak, “Medya anayolda devam ederken hemen fotoğrafı çekiyor, fırsat bu diyor. Medyayı tepenin arkasına götürseniz gitmez” dedi. Kara, imkân varsa madenciliği ‘o taraflarda’ yapmayı önerdi.

Mevcut düzenlemede bazı yasadışı madencilik faaliyetleri için hapis cezası öngörülmesinden rahatsız olduklarını belirten Kara, “Arkadaşımıza hep diyoruz ki, yeni düzenleme olacak, sakın yasal işlem yapmayın” şeklinde konuştu.

Kara yeni düzenlemeyle ilgili olarak ise “Şöyle bir şeye karar verdik. Şu davalar biraz devam etsin de topluca hepsini karşılayacak bir yönetmelik değişikliği yapalım” dedi.

‘Medyayı boğalım’

Madencilere beraber hareket edelim diyen Kara, salondan yükselen ‘Medyayı boğalım’ sesleri üzerine, “Boğalım da, bu biraz da imkân meselesidir” dedi.
Maden İşleri Genel Müdürlüğü Koordinasyon Daire Başkanı Mehmet Tombul da eleman sıkıntısını dile getirdikten sonra, “2007’de 12 bin arama ruhsatı düzenlenmiş. Bu kadar ruhsat veren bir kurumun 250 tane teknik elemanla Türkiye çapında denetleme imkânsızlığını takdir edersiniz. Sahalar yeterince denetlenemeden ruhsatlar verildi” dedi.

Kemerburgaz’da maden işletmesi olan Milten Madencilik Yönetim Kurulu Başkanı Cemil Ökten de medyanın fotoğrafları gökyüzünden çektiğine işaret ederek, “Eskiden top atış sahasıydı, uçuş yasaktı, rahattık” dedi. Ökten’in bu sözleri salondakiler tarafından alkışlandı.

Arkadaşlara ‘Düzenleme olacak, sakın işlem yapmayın’ diyoruz

Çevre Bakanlığı Orman Genel Müdür Yardımcısı Kemal Kara:
“Bize şu söyleniyor: ‘Genel Müdürlük ormanları korumakla görevli değil midir?’ Evet. (...) Birinci görevimiz korumak. Ama biz aynı zamanda şuna inanırız. Cenab–ı Allah insanoğlunu yarattığı zaman onu merkeze koymuştur ve bütün diğer yaratıkları onun emrine vermiştir. Ve insanoğlu da akıllı bir şekilde koruma kullanma dengesine mutlaka dikkat ederek bu kaynaklardan istifade edecektir.

(...) Altın aranıyor. Medya gidiyor orada kesilen 3-5 tane ağaca zoom yapıyor. (...) Dolayısıyla bizim de sıkıntımız var. Kendimizi anlatma konusunda işbirliği yapmalıyız. (Salondan sesler: ‘Veya medyayı boğalım’) Boğalım da bu biraz da imkân meselesidir.

‘Dernek çalıştırmıyor’

(...) Bu ülkede çevre bilincinin arttığını kabul edeceksiniz. Artmalı da. Bugün aldığınız izinlerin bir çoğunu 1-2 sene sonra alamayacaksınız. İzin verdiğimiz yerler de var. İzin veriyoruz orada çevre derneği şu bu sizi orada çalıştırmıyor.

(...) Bir rehabilitasyon projesi meselesi çıkarttık. İstanbul’da maden sektörü tıkanmıştı. Sayın bakanımız izin vermiyor. Onda da bir hassasiyet var. Baskılar var. İstanbul’u iyi tanıyor. İstanbul’a havadan bakanlar bazı ormanların tahrip edilmiş olduğunu göreceklerdir. Sadece siz mi hatalısınız. Hayır biz de hatalıyız.

(...) Hapis cezası konusunda tabi biz de rahatsızız. (...) Bir taraftan meslektaşlarımız zabıt tutsalar madenci hapse girecek. Zabıt tutmasalar görevi ihmal suçuyla karşı karşıyalar. Büyük sıkıntıdayız. Arkadaşımıza hep diyoruz ki, yeni düzenleme olacak, sakın yasal işlem yapmayın.

Yönetmelik değişikliği

(...) Açılan davalar konusunda yönetmelik değişikliği hazırladık. Şöyle bir şeye karar verdik. Şu davalar biraz devam etsin de topluca, hepsini karşılayacak bir yönetmelik değişikliği yapalım.

(...) Şehirlerin, kasabaların arka görünümlerinde bu işi yapmak varken.. İmkân varsa gelin bunu önde yapmayalım, o taraflarda yapalım, insanlar rahatsız olmasın diye düzenleme yapılması daha mâkul olmaz mıydı? İnsanların sinir ucu bu işte. Medyaya düşen de bu işte. Medya gidiyor, anayolda devam ederken hemen fotoğrafı çekiyor, fırsat bu diyor. Medyayı bir tepenin arkasına götürmek isteseniz gitmez.

Antalya’da yangın oldu, 5 meslektaşımız yandı, incelemesine gittik, basın mensupları 500 metre dereye inmediler, geldiler çelenk fotoğrafı çektiler. Şöyle bir manşet attılar: Yangının içersine iplerle insanları attılar. Fırsat vermeyelim.”

‘Ruhsatlar, denetlenemeden verildi’

Maden İşleri Genel Müdürlüğü Koordinasyon ve Dış İlişkiler Daire Başkanı Mehmet Tombul:
“(...) 2007’de, yaklaşık 12 bin arama ruhsatı düzenlenmiş. Yasa gereği her boş olan yere ruhsat düzenliyorsunuz.

(...) Bu kadar ruhsat veren bir kurumun 300 tane hatta 250 tane teknik elemanla Türkiye çapında denetleme imkansızlığını da sizler herhalde takdir edersiniz. Bu kapsamda bu sahalar yeterince denetlenemeden ruhsatlar verildi. Bunların faturası da madenciliğe mal edildi.

(...) Ankara’dan 81 ildeki maden ocaklarını denetlememiz mümkün değil. Yerel yönetimler bu tür kaçak sevkiyatları önlemek zorundalar.”

Tuğba Tekerek
Milliyet (http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=ekonomi&ArticleID=520016&Date=23.04.2008)

eskimo
09-07-2008, 14:59
Kazdağları altın avcılarından haber yok!

Yoksa Kazdağı'nı talan ettirmemek için yapılan
mitingler incellemeye mi alındı?
:confused:

eskimo
20-08-2008, 15:56
Cominco'dan Köylerde Kadın Sağlığı Eğitimi
Teck Cominco Arama ve Madencilik A.Ş. ve Etili Sağlık Ocağı

İş birliği ile köylerde yaşayan bayanları kadın sağlığı konusunda bilgilendirmek amacı ile “Kadın Sağlığı Eğitimleri” projesi
başlatıldı.

10.06.2008 tarihinde Çan / Halilağa köyünde başlatılan eğitim programında Halilağa,
Söğütalan ve Etili köyleri olmak üzere şu ana kadar toplam 200 bayana kadın sağlığı eğitimi
verildi.
http://www.gazetecan.com/?p=994

Siyanürle altın çıkarmanın zararlarından bahsedildi mi?
Merak ettim!

Arzu Kasapoğlu
05-09-2008, 00:26
ALTINCILAR DÜNYAYI NASIL SOYUYORLAR!

İleti İzmir Kimya mühendisleri odası bölge başkanı
sevgili Ertuğrul Barka'ya ait. Konu hakkında bilgi sahibi olmak isteyen bir vatandaşa yazmış. İbretle okuyalım ve dosyayı açalım. Neler var neler.

Ertuğrul Barka'nın vatandaşa mektubu :

Sayın Halit Yaşar BÜKÜLMEZ;

Size etraflıca yazdım.
Ancak yazdıklarımı okumuyorsunuz herhalde.
Altın madenciliği yapılan ve altın çıkartılan ülkeler ile
o altınlara sahip olan ülkelerin ayrı ayrı ülkeler olduğunu belirttim.
( Hollanda'da altın çıkartmayı bırakın düşünemezsiniz bile; ancak,
altın çıkartılan ülkeler de içinde, toplam 158 ülkenin elindeki altına
sahiptir.)

Kaynağı da belli olan bu bilgiden sonra,
*"sayın barka,o takdirde dünya devletlerinin oynadığı kurallarla oynamak
gerekiyor, yani oyundan maksat ütmek, ütülmek istemiyorsak ütmemiz gerekir
yanılıyor muyum. Herhalde hak verirsiniz.*
*istatistiklerle çalıştığınıza göre Türkiyenin yeraltı servetleride
Türkiyenin oyundan galip ayrılacağını gösterir, herhalde bana hak verirsiniz.*
*saygılar.h.yaşar "* diye soruyorsunuz.

Hayır, size asla hak vermiyorum. Başkaca bir kastınız yoksa, çok yanlış
düşünüyorsunuz.
Size ekte, tekrar bazı kaynaklardan bilgiler yolluyorum.

Yeraltı servetleri bulundukları ülkelere değil, o yeraltı servetlerine
elkoyanların gönençlerini sağlamaktadır.

Yedi milyon nüfusu olan Ruanda'da altı milyon Hutti ile bir milyon Tutsi 'yi
biribirilerine düşürerek, üç ay gibi kısa sürede bir milyon insanın
ölümüne neden olan Fransa'nın o günkü devlet başkanı,
"...orası Afrika olur böyle şeyler..." diyebilmiştir.
bugünkü Başkan da, gayet pişkince, " ...Ruanda politikamız yanlıştı..."
diyebilmektedir.

Bu size birşey anlatmıyor mu? İçinizi sızlatmıyor mu?
İnternetten girin ve elleri, ayakları palalarla kesilmiş sakat ruandalılar'ı
görün. İnsan olan ağlar!
Ayrıca Türkiye'ye yansıtın bakalım: 70 milyon kişi biribirini boğazlıyor ve
üç ayda on milyon insan ölüyor. Oranlarsak öyle...
Faciayı düşünebiliyor musunuz?
Nedendi bunlar? Ruanda'nın elmasları içindi. Elmaslar Ruanda'daydı.
Ama kim sahip oldu?

Aynı şeyler Irak'ta yaşanmıyor mu? Petrol hangi ülkede, kim sahip oluyor?

Sanayici bir arkadaşım, Çin Halk cumhuriyeti ve Nijerya'dan susuam dışalımı
yapıyor.

Nijerya, dünyada beşinci sırada petrol üretilen ülke. Akaryakıt yok!
karaborsada bir kaç litre akaryakıt bulabiliyorsanız ne mutlu size.
Irak'a da benzin ve mazotu biz satıyoruz.

Size gönderdiğim ekleri lütfen önyargısız okuyun.

Madencilik yapılan ülkeler yoksullaşır. Çünkü yaşam alanlarına zarar verilir, madenleri yağmalanırken, doğaları da talan edilir.
Atıklar bırakılır gidilir, zehirler kalır.

Prof.Dr. İsmail DUMAN 'ın Cumhuriyet Gazetesi'nden
yaptığım alıntıyı da dikketlice okuyun.

Çanakkale On sekiz Mart Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı ile görüşün.
Size, Kazdağları'ndaki altın madenciliğinin toplam getirisinin kat ve kat
üstünde olan hayvansal ve bitkisel üretim gelirinin bir yıllığının ne kadar
olduğunu söylesin. Evet sadece bir yıllık gelirini...

İşte ülkeler böyle soyuluyor ve insanları yoksullaşıyor. Birleşmiş Milletler
kaynaklarına göre de iç savaşlar bu zavallı üçüncü dünya ülkelerinde, diğer
ülkelere göre tam kırk kat daha fazladır.

Daha yazacak ve söyleyecek çok şey olduğunu biliyorum.
Size önyargısız ve Prokrustes olmadan yazdım.
Umarım siz de konuyu önyargısız inceler ve halkınızın yanında altıncılara
karşı yerinizi alırsınız.

Sorularınız istihbarat amaçlı bile olsa yanıtlamaktan çekinmeyeceğimi de
bilmenizi isterim.
Ben ülkemi ve halkımı seçtim, onlardan yanayım.

Saygılarımla.
Ertuğrul BARKA

delidumrul
16-09-2008, 13:03
bu dolandırıcı soyguncu talancı altın tacirlerini ülkemizden kovmak için neler yapabiliriz?
kanun yoluyla bu işin sonuçlandırılamayacağı belli oldu

Arzu Kasapoğlu
16-09-2008, 18:40
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9910787.asp?gid=229&sz=38542

Mehmet Can
17-09-2008, 01:20
Kozak yaylasının sadece fıstık ihracatı geliri 40milyon dolar.

malina
17-09-2008, 12:29
Kozak yaylasının sadece fıstık ihracatı geliri 40milyon dolar.

Konuyla ilgisi ne bu cümlenin?

Arzu Kasapoğlu
24-09-2008, 23:21
Marmaris'te maden aramaya durdurma 24 Eylül 2008


Mustafa SARIİPEK/MARMARİS (Muğla), (DHA)



AYDIN Bölge İdare Mahkemesi, Marmaris İlçesi'ne bağlı Osmaniye Köyü'nde manganez madeni aranmasına vize vermedi. Karar, çevreciler arasında sevinç yarattı.

Mahkeme Marmaris'te doğa katliamına dur dedi

Neslişah Madencilik firması, 2007'nin Ocak ayından itibaren İçmeler Beldesi ile Osmaniye Köyü'ndeki 600 hektarlık orman vasfındaki arazide manganez madeni aramak ve rezerv araştırması yapmak için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'ndan gerekli izni aldı. Madene yol açmak için ilk etapta 900 ağaç kesildi.

Marmarisli köylüler ile çevreciler eylem yaparak, Türkiye'de çam balının en önemli alanlarının yok olacağını ve çevresel açıdan köyün çok büyük zarar göreceğini belirterek çalışmanın durdurulmasını istedi. Turunç Dereözü Mahallesi, Osmaniye Köyü Muhtarlığı, İçmeler Belediye Başkanlığı ve Muğla Arı Yetiştiricileri Birliği madenin çalışmasının durdurulması için Muğla 1. İdare Mahkemesi'ne, yürütmenin durdurulması ile işletme ve maden arama ruhsatının iptalini isteyerek dava açtı. Mahkeme ‘maden çalışmalarının doğada telafisi güç zararlar doğuracağı’ gerekçesiyle 27 Mart'ta yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu karar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na ulaştırıldı.

Bakanlık da arama ruhsatının tamamını iptal etti. Muğla 1'inci İdare Mahkemesi davalı bakanlığın savunmasını istedi. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı 12 sayfalık bir savunma gönderdi. Bu savunmayı yeterli gören Muğla 1'inci İdare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararını iptal etti, madenin önündeki engeli kaldırdı.

Davacılar vekili avukat Necmettin Yankol, bu kez bir üst mahkeme olan Aydın Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurarak yürütmeyi durdurma kararının iptaline itiraz etti. Aydın Bölge İdare Mahkemesi başvuruyu haklı bularak, Muğla 1'inci İdare Mahkemesi'nin verdiği son kararı iptal edip, maden arama çalışmasının durdurulması yolunda karar verdi. Mahkemenin bu kararı, çevreciler arasında büyük sevinç yarattı.

KAYNAK: HÜRRİYET (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9978308.asp?gid=229&sz=83640)

ilker_eroglu
24-11-2008, 20:07
Merhabalar,

Üye oldugum mail grubundan gelen maili sizlerle paylaşmak istiyorum ben bir kısmını okudum ve dehşete kapıldım.

Kıbrıslı dostlarımız bu konularda bilgi sahibiyseler lütfen bizi bilgilendirsinler ve yazının sahibinden kaynakçalarında istedim yazım bu şekilde uyguzsuz görünüyorsa silinmesini rica ederim.


Yazıyı hazırlayan NACİ KAPTAN

KAYNAKCALAR

* 1 * http://www.kazdaglari.org/kazdaglari/?m=200712
* 2 * http://cevreplatformu.blogspot.com/2008/08/kazdalari-iin-so-kampanyasi.html
* 3 * http://www.kibris.net/kktc/kurumlar/lefkectd/bakir.htm
* 4 * http://www.kibris.net/kktc/kurumlar/lefkectd/cmc3.htm
* 5 * http://www.kibris.net/kktc/kurumlar/lefkectd/raporcmc.htm
* 6 * http://www.kibris.net/kktc/kurumlar/lefkectd/cmc.htm
* 7 * http://www.geocities.com/ebildir/sarsici_bir_doga_gezisi.htm
* 8 * http://www.porttakal.com/haber-tekeller-madenleri-alip-geride-olum-birakiyor-21512.html










LEFKE'DEN KAZ VE MADRA DAGLARINA
ALTIN MADENLERI VE ÖLÜM



TURKIYE'NIN CENNETI OLAN KAZ VE MADRA DAGLARININ GELECEGI NASIL OLACAK


Bu yazi , Kaz ve Madra daglarinin Altin madeni aramasina acilmasi ve
bu yoreyi bekleyen tehlikelerin nitelik ve niceligini tanimlayabilmek icin,
Kibris / Lefke maden ocaklarinin icinden gectigi sureci ve bu terk edilmis
maden ocaklarinin icinde bulundugu durumu , cevreye olan olumsuz etkisini
ornekleme olmasi icin irdelemek amaciyla derlenmis ve yazilmistir.

Bilindigi gibi ALTIN MADENCILERI ,yani uluslararasi kuresel sermayenin
ana sahipleri gozlerini Turkiye'ye diktiler.

Bu buyuk sirketler icin onemi olan tek meta , altin ve getirisi olan paradir.
Kendileri ve ulkeleri zenginlesirken , zengin yer alti kaynaklari olan
ve yandas kilinabilecek yoneticilere sahip olan ulkelere giderek ,
onlari somurup fakirlestirirler ..
Topraklarini yuzlerce metre capli derin cukurlar acarlar..
On binlerce agac keserler...

Bu ulkelerin yer alti zenginliklerini üc kurus , pes paraya alirlar.
Gittikleri ulkelerin maden zenginliklerini ve yer alti sularini bitirip.
Dogasini , börtü böcegini , kurdunu , kusunu oldurerek ,
cekip giderler ...

Maden ocaklarindan saglanan 10 birim altinin ,
8 birimini onlar alir
2 birimini Turkiye'ye verirler !

Madenciler , madenleri tuketerek gittiklerinde ,
ardlarinda kalan tek sey vardir.

TUKENMISLIK ve ÖLÜM...

Sira , onlara kolaylik saglayacak olan ,
liberal ve kuresel sermayeye taraf
yoneticilerin oldugu baska bir bir ulkeye gelmistir.

Simdilerde Kaz ve Madra daglari bu surecin icindedir.
Kuresel sermaye agalari , bu cennet daglarin ,
altinini, canini , yesilini, yasamini , suyunu alacak,
ardlarinda onulmaz olan ölümü birakacaklardir.

Asagida paylasilan yazinin icerigi , sadece Kaz ve Madra daglari ile
Kibris'in sorunu degildir.,
Yaratmakta oldugu cok buyuk ve kontrol edilemez cevresel kirletme ile
tehlikeli boyutta kirlenmekte olan tum dogu Akdeniz'in sorunudur.

Kaz ve Madra daglarinin basina neler gelecegini simdiden gormek icin sizlerle
Kibris , Lefke'ye gitmemiz gerek ...


Naci Kaptan 23.11.2008



Ama once Kaz daglari ve ekonomik zenginliklerini tekrar animsamak faydali olacaktir.

Türkiye'de 80'li yıllardan bu yana izlenen neoliberal politikalar ile sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, çevre ve tarım alanları en büyük tahribatı görmüş, özelleştirme uygulamaları ile de bu ulusun dişinden tırnağından artırarak oluşturduğu kamu işletmeleri yok pahasına bir çoğu da amacı ve kaynağı belli olmayan yabancılara, küresel sermaye gruplarına hizmet eden yerli işbirlikçilerine satılmak suretiyle elden çıkarılmıştır. Şimdi sırada sularımız, ormanlarımız, ovalarımız, dağlarımız ve madenlerimiz vardır.

2004 yılında Dünya Çevre gününde yürürlüğe giren 5177 sayılı yasa ile değişik 3213 sayılı maden yasası ile 100 bin Km² si Batı Anadolu da olmak üzere 159 bin Km² lik bir alanda çoğunluğu yabancılar ve onların işbirlikçilerine maden arama ruhsatı verilmiştir. Bu saha yeni müracaatlarla birlikte 450 bin Km² yi bulmaktadır.Yani ülke yüzölçümünün yaklaşık yarısı, çoğunluğu yabancı olan maden şirketlerinin denetimine verilmiştir. Karşılığında alınan 1.750 milyon dolar onur kırıcı bir bedeldir.

Son günlerde Kazdağlarında altın aramaları ile ilgili olarak önce Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü onurlu mücadeleyi "ajanlık " olarak nitelemiş, arkasından da yanına aldığı 22 madenci (altıncı) bilim adamı ile birlikte Bakanın üslubu ile bu mücadeleyi bilgisizlikle suçlamıştır. Bu arada da Kazdağlarında çok ciddi maden rezervi bulunduğunu ilan etmişlerdir. Bu ilanın zamanlaması bakanın deyimi ile manidardır.

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanının maden deyince, aklına altın gelmekte ve altını en kirli şekilde (siyanür liçi ) çıkarmaya çalışan işbirlikçilerin hamiliğine soyunmaktadır.

Kazdağlarında ciddi maden rezervinin olduğunu söyleyenler bilmelidirler ki; Kazdağları, çevresinde yaşayan 1.5 milyon insanın temiz, güvenilir su kaynağıdır. Dünyanın ikinci önemli oksijen merkezidir. Bünyesinde barındırdığı önemli sayıda endemik bitki ve hayvan varlığı ile önemli bir gen merkezidir.Tarih, kültür alanı ve mitoloji kaynağıdır. Başta İlyada olmak üzere Homeros destanları bu toprakların kültürünü, uygarlığını anlatır. Bu destanlar Avrupa'da ilköğretimden başlayarak okullarda okutulur, bizim ülkemizde de okullarda okutulmalıdır. Dünyanın en kaliteli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bir mekan, önemli bir süt ve et üretim merkezidir. Ülkemizin en önemli orman alanlarından biridir. Eteklerinde yetişen zeytini ve üretilen yağı sarı altındır. Bu değerlerin tamamı Kazdağlarının üzerindedir. Kazdağları böyle de kalacaktır. Yer altındaki maden rezervleri yer üstü zenginliğinin yanında bir hiçtir.

Kazdağları yer yüzü cennetidir. Bu cennette dağların içinin oyularak siyanürlü yöntemle altın üretilmesi başta suları, havayı, tarım topraklarını kirletecek, ormanları yok edecek, tarihi değerleri ve kültürel yapıyı bozacak, tüm tarımsal üretimi hem nicel hem de nitel olarak düşürecek, bölgenin organik nitelikteki üretim özelliğini bozacak, yörede yetişen ürünlerin pazar payını düşürecektir.

Et ve süt üretiminde, siyanür ve onun çözündürdüğü arsenik, molibden, civa gibi ağır metallerin varlığı önemli beslenme sorunları yaratacak başta bölge insanı olmak üzere geniş bir kesimin gıda güvenliği tehlikeye düşecektir. Yörede tarımda çalışan yüzde 50 den fazla nüfus işsiz ve aç kalacak yurt bildikleri toprakları terk edeceklerdir.

Zaten kıt olan su kaynakları, kirlenmenin ötesinde tükenecektir. Altın çıkarmada 1 ton kayaç için 3 ton su kullanılacak, 1 trilyon tondan fazla kayacın işleneceği düşünüldüğünde 3 trilyon tondan fazla suyun kullanılacağı açıktır.Tüm dünyada suyun stratejik öneminin arttığı bu konuda önemli pazarların oluştuğu ülkemizin de güvenlik sorunu haline geldiğini düşündüğümüzde böyle bir lüksümüzün olmaması gerekmektedir.

Maden ocakları 1.derece deprem bölgesindedir. Bölgede halen diri olan ve büyük ölçekte deprem üretmesi muhtemel olan faylar mevcuttur. Maden işletilip, alan atık barajları ile terk edildiğinde hem deprem riski sürecek hem de yörede tüm canlılar için ölümcül hastalıklar yüzlerce yıl etkisini sürdürecektir.

Tüm bu olumsuzluklara karşın madenciler tarafından ödenecek devlet hakkı yine madencilerin beyanları esas alınarak ocak başı satış fiyatının yüzde 2 sidir. Yani 100 gr altının 2 gramı devlete ödenecek 98 gramı çok uluslu şirketlerin kasasına gidecektir.

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ile madencilerin Kazdağlarının kuzeyi ile güneyini birbirinden ayırma, güneyinde maden işlemekten vazgeçip, kuzeyi maden işletme alanı olarak belirlemek gibi bir niyetinin olduğu dikkatlerimizden kaçmamaktadır. Kazdağları bir bütündür. Kuzeyi yani dorukları yani su kaynakları kirletildiğinde güneyinin bu kirlilikten payını alacağı bilinmektedir.

Güneydeki duyarlı kamu oyu ve sivil toplum örgütleri bu durumun farkındadır. Bu amaçla bölgede oluşan olumlu hava "böl yönet" mantığı ile bozulmaya çalışılmaktadır.

Çanakkale halkı ile Körfezin duyarlı insanları bu konuda tek yumruktur. Bölünmek şöyle dursun Türkiye'nin altın çıkarılan tüm bölgeleri ile birleşme kararlılığındadır.

Gerek Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanının gerekse onunla beraber hareket eden ve aynı üslubu kullanan 22 adet bilim adamının bu durumu ve Kazdağlarının yer üstü zenginliklerini bilmemesi bilgisizlikten kaynaklanmıyor ise; gözlerini dünyanın en kirli ve en kanlı madeni altının bürümesindendir.

Altın madeni işletilmesinin çevreye, insan sağlığına etkileri değerlendirilmeden, toplumsal maliyetleri hesaplanmadan, yöre insanının izni ve onayı alınmadan ruhsatlandırılmasında hiçbir toplumsal yarar olmadığı için başta Danıştay olmak üzere mahkemelerce iptal kararı verilmektedir.

3213 sayılı maden yasasının bazı maddelerinin iptali için anayasa mahkemesinde açılan dava 3 yıldan fazla süredir sonuçlanmamıştır. Söz konusu davanın biran önce sonuçlanmasını diliyoruz. Sonrada yerine ulusal çıkarlarımızı gözeten yeni bir yasa konmalıdır. Bu yasa nedeni ile genelde ülkemiz üzerine özelde de Kazdağları üzerine konan ipotek kaldırılıncaya kadar işbirlikçilere, ajanlara inat bu onurlu mücadelemiz sürecektir.
Hicri NALBANT - Çanakkale Çevre Platformu - *1*


***

KAZDAĞLARI BİR AVUÇ ALTIN İÇİN KURBAN EDİLİYOR.
KAZDAĞLARI DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİNDE OLMALIDIR.


Dünya İnsanları; Asyalılar, Afrikalılar, Amerikalılar, Avrupalılar,

Dünyanın rengi solmasın, suyu bulanmasın, oksijeni yok olmasın, diyorsanız; çağrımız sizedir;
İDA' yı çöle çevirmek isteyenlere siz de "Hayır"deyin,
İDA Dünya Kültür Mirası Listesine Alınsın. Çağrımıza siz de destek verin.

Kazdağları insanlığın geçmişidir, bugünüdür, geleceğidir, dünyadır, dünyanındır,
dünyanın kültür mirasıdır. Gözlerini kar hırsı bürümüş uluslar arası altın tekelleri, insanlık için son derece önemli bir coğrafya parçasını bir avuç altın için batırıyorlar. Tıpkı korsanların bir avuç altın için bir gemiyi batırdığı gibi. Bunlar da günümüzün korsanlarıdır. Dört yıldır geceli gündüzlü sondaj faaliyeti sürdürdüler, bugün üretim aşamasındalar, İDA DAĞI'nı yağmalıyorlar, İDA DAĞI'na dokunulmamalı. İDA DAĞI maden ocağı olmasın.
İşte bunun için S.O.S diyoruz.

Kazdağları Tanrıların yurdudur. Kazdağları oksijen kaynağıdır.
Kazdağları hayatın ta kendisidir, yaşam kaynağımızdır, ekmeğimizdir, suyumuzdur.
Kazdağları mitolojidir, yedi bin yıllık tarihtir, kültür coğrafyasıdır. Kazdağları açık müzedir.
İda Arkeolojidir. Antik Troas Bölgesinde yaklaşık 200 antik kent bulunmaktadır.
Kazdağları ekolojidir, endemik türlerin yaşam alanıdır, yabani yaşam barınağıdır.
Kazdağları "Yağmur Ormanlarıdır". O Bin Pınarlı İda Dağıdır. Kazdağları sudur,
topraktır, oksijendir, ekmektir, berekettir, güzelliktir, kültürdür, tarihtir ve hayattır.

Ve Kazdağları işgal altındadır. Yamyamlar, günümüzün barbarları, yağmacılar siyanürleriyle, zehirleriyle, makineleriyle, dolarlarıyla, yasalarıyla, yalanlarıyla KAZDAĞLARINI/İDA ANA'yı bir avuç altın için yok etmek istiyorlar. İDA ANA ve bütün çocukları tehlikede. Suyumuz, bereketli topraklarımız, siyanürle, ağır metallerle zehirlenecek, İDA DAĞI'nın eteklerinde yaşayan tüm canlılar ve insanlar sağlığını yitirecek, oksijen kaynağını yitirecek, endemik türler yok olacak, kültürel miras kaybolacak.
İşte bunun için S.O.S diyoruz.

Kazdağları, Çanakkale'dir, Türkiye'dir, Asya'dır, Avrupa'dır, Latin Amerika'dır, Amerika'dır, Afrika'dır. Kazdağları Bütün Dünyadır,

Kazdağları kültür coğrafyasıdır. Kazdağları Homeros'dur, İlyada'dır, Odysseia'dir, Kazdağları Helen'dir, Paris'tir, Ahilleus'dur, Hektor' dur, Zeus'dur.
Kazdağları İda'dır, Olimpos'dur, Troya'dır.
Onun için S.O.S diyoruz.
Onun için İDA Dünya Kültür Mirası Listesinde Olmalıdır. * 2 *



Yukarida ,Kaz daglari hakkinda bilgilendirici yazilardan sonra sira ,
Kibris Lefke'de bulunan CMC maden tesislerine geldi .

Kıbrıs'ta bakır ocaklarının yeniden keşfi 1913 yılında daha sonra adı CMC olaracak ( Kıbrıs Maden Şirketi ) şirketin öncülerinin Foucassu tepesinde bakır cevherlerini bulmasıyla başlar.

1913-1916 yılları arasında araştırmalarını tamamlayan CMC 1916 yılında altyapısını oluşturup maden çıkarmaya başlar.

1921'de Lefke-Karadağ'da maden cevherlerini bulan CMC aynı yıl çıkardığı bakır madenini ihraç etmeye başlar.

CMC'nin bölge gelişmesi , ilk etapta tüm yerleşik yapıyı altüst eder.
Binlerce köylü maden ocaklarında çalışabilmek için Lefke'ye akın eder.
1937'de işci sayısı 6000'e yaklaşır.

Kasabanın zaten varlığı belirsiz altyapısı tümüyle çöker . Evlerin bodrumlarına , barakalarına yığılan işçilerin sağlıksız yaşam koşulları salgın hastalıklara yol açar. CMC salgın hastalıklarla baş edebilmek için bir hastahane ve işçi lojmanları kurmaya başlar. Ancak bu önlemler sorunun boyutları karşısında çok yetersizdir.

1920'li 30'lu yıllarda Lefke ve yöresi halkı , menenjit , sıtma gibi salgın hastalıklardan kırılır. Lefke'ye işçi akını sadece bölgenin sosyal yapısını etkilemekle kalmaz ekonomik yapıyı da darmadağın eder.

CMC bölgedeki tüm ekonomik etkinliği kendi uzun vadeli çıkarlarına göre düzenler. CMC için Lefke'nin tümü maden arazisidir. Bu arziyi mümkün olan en ucuz fiata elde edebilmek için her yola baş vurur. Zengin ve sulak tarım arazilerine sahip Lefke'de üretim hızla geriler , civar köylerin ekonomileri değişir.

Örneğin bağcılıkla uğraşan Bağlıköy'de nerdeyse tüm erkekler maden işcisi olunca köyde bir tek bağ kalmaz . Bağlıköy'lüler maden işcisi olabilmenin bedelini bugün bile rekor sayıdaki kanser vakaları ile ödemeye devam etmektedir.

CMC'nin 1921'de bakır ihraç ettiği liman , Gemikonağı Yeşilyurt arasındaki eski bir limandır. 1924'de kendi maden yükleme iskelesini kuran CMC bu limanı terk eder Yüzyılın başında narenciye ihracı için kullanılan bu küçük liman zamanla kullanılmaz ve yok olur. Bu limanın yok oluşu üretimdeki gerilemenin hangi boyutlara vardığının kanıtıdır.

Üretimin gerilemesine ikinci darbe de Gemikonağı'nda deniz kenarında kurulan artık havuzlarda biriken milyonlarca ton toz halindeki madenden gelir. Rüzgarın etkisi ile çevreye yayılan toz ağaçlara büyük zarar verir.

1960'lı yıllarda CMC açık maden işletmeciliğine başlayınca maden tozunun etkisi daha da artar. Özellikle , Foucassa -Ablıç - Gemikonağı üçgeninin ortasında kalan Lefke tam bir felaket yaşar. 1967'de dönemin Türk yönetimine (Genel Komite) Lefkeli üreticilerden oluşan heyetin verdiği bilgilere göre ;

1962'de Lefke'nin portakal ürünü 20 Milyon Kıbrıs Lirası olarak gerçekleşmiş ,
bu rakam 1963'de 6 Milyon KL'ye ,
1964'de ise 4 Milyon KL'ye düşer.

1967 Temmuz'undaki bu toplantıda Lefke'li üreticiler uğradıkları felaketin boyutlarını daha da artacağı endişesi ile , CMC'nin Ablıç madeninden çıkaracağı artıkları ,bügünkü Gemikonağı Göleti'nin doğusuna dökülmesinin engellenmesini isterler. Yönetimin bu yöndeki kararına rağmen CMC'yi engellemek mümkün olmaz.

Günümüzde su kaynaklarımızın önemli bölümünü kirlilikten 2.000.000 ton'dan fazla artık bu bölgeye dökülür. Şubat 1970'de Lefke'de dağıtılan Kıbrıs Türk Talebe Cemiyeti ve Kıbrıs Türk Ulusal Öğrenci Federasyonu ortak imzalı bir bildiride (6) "Son 4 yıldan beri hurma ağaçlarımızdan meyve alınamamakta , diğer meyvelerin ise verimi % 80 azalmakta , arazi çoklaşmakta ve tozlu ot yiyen hayvanlar ölmektedir."denilmektedir.

Bu bildirileri dağıtan öğrenciler dönemin yöntemi tarafından şiddetle "cezalandırılmışlar." Aynı yıl kurulan bir komisyon bilimsel olarak bitki örtüsünün gördüğü zararı kanıtlar.
1976'da zarar gören üreticilere bir miktar tazminat ödenir.

Ama hiç kimse bitki örtüsüne bunca zarar veren tozu soluyan insanların başına gelecekleri sorgulamaz. Haziran 1999'da Ege Üniversitesinden gelen bir gurup uzman, hazırladıkları raporda artık havuzlardan çok yüksek oranda tesbit ettikleri ağır metalleri , bakır ,demir , mangan , kükürt , çinko , kadminyum , kobat , kurşun , krom ve mobilden olarak sıralanmaktadırlar.

Tümü de belli limitlerin üzerinde alındığında insan sağlığını tehlikeye sokabilen bu ağır metalleri tesbit ettikten sonra araştırmacılar Lefke bölgesi için "ölüm vadisi" terimini kullanmışlar.



1970'den sonra çevreci hareketlerinin etkinliklerinin yükselişi savaşı CMC için bulunmaz bir nimet haline getirdi. Gemikonağı'nda , deniz kenarındaki atık miktarı bazı belgelerde 10.000.000 ton olarak geçmektedir. Fakat gerçekte bu bölgedeki artığın miktarı kaba taslak hesaplamalarla bile 10.000.000 tonun çok üzerindedir.

Yine deniz kenarında yağmur suları ile çevreye saçılmaya devam eden siyanür içermesi olası 30.000 ton artık mevcuttur. Uzmanların hesaplarına göre sorunu gerçek boyutlara tesbit edebilecek araştırmaların yapılabilmesi için en az 100.000.000 dolarlık masraf gerekmektedir.

Buna karşılık araştırmacıların CMC tesislerine girişini yasaklayan devlet görevlileri yıllarca CMC'nin taşınır mallarını satmaktan başka birşey yapmadılar. Lefke Çevre Derneği'nin çevre dostu araştırmacılarla birlikte tüm imkanlarını zorlayarak yaptığı/ yaptırdığı çalışmalar , son yüzyıldan beridir başımıza gelenleri gölgede bırakacak çok daha ürkütücü bir gerçeği gözler önüne sermiştir.

ASIL SORUN ŞİMDİ BAŞLIYOR! Kıbrıs , bakır macerasının birinci perdesinde yemyeşil ormanını kaybetti. Şimdi oyunun ikinci perdesi başlıyor ve bu sefer de masmavi denizimizi kaybetmek üzereyiz.

Denizden yaklaşık 100-150 metre uzaklıkta 20-22 metre yüksekliğinde sıkıştırılmış kilden havuzlar içerisinde muhafaza edilen artıkların 5-10 metre kadar yanından biri doğusundan ( Lefke deresi) diğeri de batısından (Gemikonağı deresi) iki dere yatağı geçmekte ve denize ulaşmaktadır.

Yağmur suları ile karıştığında asit denebilecek bir sıvı üretebilen maden artıkları geçen yıllar boyunca setlerin koruyucu duvarlarını eritip dışarıya sızmaya başladılar. Geçen yıl tümüyle patlayan havuzlardan biri Lefke deresine boşalmaya ve oradan da denize akmaya başladı.

Bu güne kadar havuzdaki yaklaşık 400.000 ton atığın 50.000 ton'undan fazlası deredeki ve deniz kenarındaki çakıl taşlarını eriterek denize ulaştı. Öte yandan Gemikonağı deresi yakınlarındaki bir başka havuz da son birkaç ayda patlayıp artık sızdırmaya başladı. Bu havuzdaki artık miktarı ise yaklaşık olarak 3.000.000 ton . Geri kalan havuzların da çok fazla dayanabileceğini ummak saflık olur. Havuzların tümünde aşınma göze rahatça görülebilecek düzeydedir.

Ege Üniversitesinden gelen araştırmacılar haklı olarak raporlarına " Sorun sadece Lefke **** Kıbrıs adasını değil .... Tüm Doğu Akdeniz ülkeleri ile , Orta Akdeniz ülkelerini tehlike altına almaktadır" diye yazmışlar. Denizlerimizde doğal hayatı büyük oranda yok edilebilecek ağır metal kirliliği için geriye sayım çoktan başladı bile.

CMC 1974'deki savaşın sonuçlarını bahane ederek milyonlarca doarlık taşınır/ taşınmaz mal varlığını ortada bırakarak adayı terk etti. Bu kaçışın asıl nedeni geride kalan binlerce dönüm arazi üzerindeki milyonlarca tonluk artıktır. * 3 *


***

ilker_eroglu
24-11-2008, 20:16
...VE CMC

Gelirlerinden de hemen anlaşılacağı gibi, Lefke belediyesi, CMC'den de herhangi bir kantar vergisi alamamış. Çıkardığı madenin büyük kısmını deniz kenarında inşa ettiği havuzlarda depolayan CMC, 1924 yılı boyunca 30 gemilik maden ihracatı yapar (Lavender, s187).
Bu rakam ilerleyen yıllarda gittikçe artar. 1927 de CMC toplam 1.257.132 ton maden üretimi yapar ve bu miktarın 225.000 tonu gemilere yüklenip ihraç edilir (Lavender, s 231).

CMC'nin üretimi ile ilgili rakamları daha sonra ele alacağız ancak 1930 öncesinde CMC'nin yatırımlarının toplamının 2.000.000 Sterlin civarında olduğunu ve buna karşılık Lefke Belediyesinin yıllık bütçesini 300 KL'i zor bulduğunu düşünecek olursak, uluslar arası dev tekellerin ülke ekonomisine katılarından bahsetmenin saçmalığı da ortaya çıkar. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri de Lefke Belediyesi ile CMC arasındaki ilişkilerdir.

CMC'nin yarattığı istihdam ile çok kötü durumdaki Kıbrıs ekonomisine önemli katkılar sağladığını söylemek hiç de doğru değildir. Alternatif üretim alanlarının gelişiminin engellenmesi bir yana, var olan üretimin de sistemli bir şekilde yok edildiği bu dönemde, CMC'nin çalışma bölgesi içerisindeki yerleşim alanlarına, maden çıkarma faaliyetlerini düzenlemeyi amaçlayan yatırımlar dışında herhangi bir katkısının bulunduğunu söyleyemeyiz.

1916 da 350 işçisi bulunan şirket, özellikle 1926 dan sonra hızla büyüyerek işçi sayısını 1930 öncesinde 1800'e çıkarırken, ayni zamanda Lefke'nin nüfusunu da yaklaşık olarak ikiye katlamış oluyordu. Oysa elimizdeki 1923-1930 yıllarını kapsayan Lefke Belediyesine ait gelir ve giderlerini gösteren dökümanlar söylediklerimizde ne kadar haklı olduğumuzun somut delileridir.

Belediye kayıtlarına göre, gelirler toplamı, 1923 de 284 liradır.
Bu rakam 1924 ve 1926 da 258, 1927 de 268, 1928 de 285 ve 1929 da 302 lira olarak gerçekleşmiş.

Ancak hemen belirtelim 1928 ve 1929 daki gelir artışının nedeni belediyenin içine düştüğü kötü durumdan kurtulabilmek için koyduğu yeni vergiler sayesindedir. 1926-27 yılları bütçesine koydukları esnaf vergisi ile gelirin % 10 kadar artışını sağlayıp durumu kurtarmaya çalışmışlar. Bütün bunların yanında, gelirleri hızla düşen belediye birçok masrafını kısmasına rağmen yine de bütçesini denkleştiremez ve borçlanmak zorunda kalır. Belediye'nin, 1926 yılına kadar 7 lira civarında olan düzenli borç taksitleri, bu tarihten sonra 28 liraya çıkar.

Lefke Belediyesi ile CMC arasındaki çatışmanın en belirgin olduğu konulardan biri de akaryakıt vergisidir. Devletin, belediyelere verdiği en önemli gelir kaynaklarından biri olan bu vergiyi toplayabilmek için, belediye önce satışı kontrol altına almak zorunda idi. Bu amaçla, 3 Nisan 1900 de resmen faaliyete başlayan Belediye Meclisi, evrakları için kasa alacak para bulamayacak kadar kötü durumda olmasına rağmen 22 Mayıs 1900 de, akaryakıt ambarı ve salhane inşaası için harekete geçer. Yine belediye kayıtlarından öğrendiğimize göre, belediyelere bu hak 5 Mayıs 1900 de çıkarılan özel bir kanunla verilmiş (712 numaralı gaz yağı ambarı nizam-ı mahsusu ).

Bu yasaya göre hiç kimse 30 okkadan daha fazla gazyağını belediye deposu haricinde bulunduramazdı. Belediyenin gelirlerinin yaklaşık %90'a yakın bir miktarını oluşturan dört büyük kalemden biri olan bu gelirden zaman zaman gaz yağı ve kibrit ambariyesi olarak da bahsedilmektedir. Gelirin büyüklüğü, belediyenin bu konuda itina göstermesine sebep olur ve 1920 de yeni bir akaryakıt ambarı yapılır (26 Eylül 1920 de bu iş için Kıbrıs Hükümetinden 23 Lira 12 şilin 6 kuruş borç alınmış).

1924 den sonra Karadağ'da maden aramaya başlayınca, CMC'nin, Karadağ'da bulundurduğu akaryakıt için vergi vermesi gündeme gelir. 15 Ocak 1927'de Lefke Belediyesi, CMC müdürüne bir mektup göndererek, Karadağ'da kullanılan akaryakıtın miktarının kendilerine bildirilmesini ve vergisinin ödenmesini talep eder. Ancak CMC'den para koparmak hiç de kolay değildi ve iş avukatlık olur. 16 Şubat 1927 de Belediye Meclisi, CMC nin avukatı ile akaryakıt konusunu görüşmek üzere Lefkoşa'dan bir avukat tutma kararı alır. Bununla da yetinmeyen belediye, durumu açıklığa kavuşturmak ve kararlılığını göstermek için ayni gün akaryakıt vergilerini düzenleyen bir dizi karar alır. Bu kararlara göre Lefke Belediyesi sınırları içine petrol getiren herkes getirdiği petrol'un her tenekesi için iki kuruş on para vergi verecek ve 30 okkadan fazla petrol'u belediye ambarında bulunduracaktı.

Yine ayni kararlara göre, Lefke Belediyesi sınırlarına izinsiz petrol sokulursa, belediye bu petrol'a el koyacaktı. Sanırım belediyenin bu kararları alma nedeni son cümlede gizlidir. Çünkü alınan kararların hemen hepsi zaten yüzyılın başından beridir uygulanmakta olan kanun hükümleriydi. Yani aslında Lefke belediyesi, CMC'yi, vergisini vermezse petroluna el koymakla tehdit ediyordu.

1927 yılına kadar belediyeye hiç vergi vermeyen CMC gibi bir mali devin, küçük bir taşra belediyesinin kurusıkı tehditlerinden yılacağı düşünülemezdi ve öyle de oldu. 30 Nisan 1927 de Lefke Belediye başkanının CMC müdürüne gönderdiği mektuptan, CMC'nin o güne kadar hiçbir yazıya cevap bile vermeye tenezül etmediğini anlıyoruz.

Nihayet 18 Mayıs 1927 de CMC kendisinden talep edilen miktarın ne kadar olduğunu sorar ve 21 Mayıs 1927 de borcu olarak hesaplanan 3 lira 12 şilin 3 kuruşluk çeki belediyeye gönderir. Araya hangi hatırlı kişilerin girip CMC yi ikna ettiklerini bilmiyoruz, ama sorunun bu kadarla çözüldüğünü düşünenler yanılmışlar. 18 Ekim 1927 tarihinde, Belediye, CMC den 1 Mayıs 1927 tarihinden itibaren Kradağa gönderdiği petrolun miktarını sorar. Yani CMC inadına bildirim yapmamaya devam etmektedir. 2 Kasım 1927 de ise Belediye başkanı gönderdiği bir başka mektupla henüz cevap almadılarından sitem etmektedir. Ve 3 Kasım 1927 de Lefke Belediyesi, CMC yi Lefkoşa Komiserliğine şikayet eder.

Belediyenin CMC yi devlete şikayet mektubunu aynen aktarıyoruz.

"Lefkoşa Komiserliği canibi alisine,

Efendim,

Skuriyotissa Amerikan Maden Kumpanyasının Belediyemiz hudutları dahilinde bulunan Kara Dağa celb ve istihlak ettiği (getirip kullandığı) petroller için mevkii mezbure (adı geçen yere) ayrıca Kumpanya bir ambar inşa ederek Belediyemizin Gaz ambarını nazarı itibare almayarak celbettiği (getirdiği) petrolleri oraya iddihar (biriktirme) ediyor. Bu hususta Lefke Belediyesi mütezarrir oluyor (zarar görüyor). 15 Ocak 1913 tarihli Ceridei Resmiyenin 33. sayfasında münderiç (kapsamlı) Lefke Belediyesinin Gaz hakkındaki Nizamımızın 21, 22, 23.ncü maddelerine mugayir (uygunsuz) bulunduğunu. Nizamımızın Kumpanyayı müstesna kılmadığını arz eder ve bu hususta bendenizi lütfen tenvir buyurmanızı (onaylamanızı - iştirak etmek) istirham eylerim efendim" * 4 *




***

derdimi nasıl anlatsam?

şiir mi yazsam
düz yazıyla mı
dizsem kelimeleri
ard arda?

Bugün altın bir piramit gördüm.
Batan güneşin gölgelerinden sıyrılmış,
dimdik duruyordu karşımda,
onu kimin yaptığını biliyordum.
İçinde ölü olmadığını bildiğim gibi.

gördüğüm şeyin bir hayal ya da rüya gibi birşey olmasını istedim
çok istedim çok istedim.
baktım, baktım, baktım. gözlerimi kapadım, açtım.
gitmiyordu.
karşımda dikilmiş öylece güneşin son ışıklarını yansıtıyordu yüzüme
ve etrafını saran her şeye.
akdenizin kıyısında ay gibi parlayarak gizleyemiyordu yaydığı ölümü.
güçlüydü. meydan okuyordu.
bu altın piramitin içinde mezar yoktu.
mezar, etrafındaydı. mezarın içindeydim.
kükürt kokan havasını soluyordum.
piramit gerçekti. piramit gerçek.
gerçek bir altın piramit gördüm bugün ben.
hâlâ bıraktığım yerde duruyor. sarı...
şeytan çamuruna bulanmış saf altın.
onca ağırlığıyla gecenin içine gömülmüş mezarını dolduruyor.
ve ben mezarın içindeyim. uzun uzun baktım, baktım...
altın piramit gerçek, orada duruyor. meydan okuyor.
gerçek olmaması için elimden geleni yaptım.
engel olamıyorum. gölgede olmayan bir tek o var.
bir tek o parlıyor güneşten başka, güneşle birlikte.
güneş batarken düşünüyorum: altın piramit orada olacak...
orada ve gerçek.
altın piramiti kimin yaptığını biliyorum.

Aylin Ersin
20.08.02 / Lefke

ilker_eroglu
24-11-2008, 20:17
CMC tesislerinde bulunan atıl durumdaki variller, yaydıkları korkunç koku yüzünden her zaman dikkatimizi çekiyordu ama ne oldukları konusunda bir türlü yeterli bilgi sahibi olamıyorduk. İlk kez 1997 yılında CMC tesislerinde inceleme yapan Ege Üniversitesi Çevre Merkezi öncülüğündeki araştırma ekibi uyardı.

Varilleri görür görmez çılgına dönmüşlerdi. Gördüklerine inanamıyorlardı. Bir kısmı su içerisinde yüzer vaziyette, birçoğu da patlak ve içerilerindeki sarı renkli madde etrafa yayılmış halde yüzlerce varil etrafa saçılmış.

Kesin bir dille uyarıldık; Bunlara yaklaşmayacak hiç bir şekilde temas etmeyecektik.
Bizim gibi tesislerdeki sorumlulara da bu kimyasal maddelerin tehlikeleri anlatıldı ve kaldırılıp insan ve hayvan temasının engelleneceği, kuru ve temiz bir yerde gözetim altına alınmaları istendi. Bir süre sonra araştırmaya katılan hocalarımız raporlarını tamamlayıp gönderdiler.

Rapor kamuoyunda geniş yankılar uyandırmıştı. CMC tesisleri ve atık bölgelerindeki durum çok açık bir şekilde dile getirilmiş ve sadece bilimsel tanımlamalarla sınırlı kalınmamış herkesin anlayabileceği bir dille CMC gerçeği gözler önüne serilmişti.

Raporun altında Prof. Dr. Ümit ERDEM, Prof. Dr. Hans Günter BARTH, Prof. Dr. Ünal ALTINBAŞ, Prof. Dr. Emür HENDEN, Prof. Dr. Şevki FİLİZ, Prof. Dr. İsmail DUMAN ve Bergama köylülerinin avkatları Av. Senih ÖZAY ile Av. Erkan AVŞAR'ın imzaları vardı. Bir çalışmada bu kadronun yan yana gelebilmesi bile başlı başına bir olaydı.

CMC atıkları konusu bir daha hiç çıkmamak üzere kamuoyunun gündemine girmişti.
Raporda CMC arazisindeki kimyasallar da konu edilmiş ve bunların kanserojen maddeler içerdikleri yazılmıştı.

Kıbrıs Türk kamuoyu CMC arazisindeki kimyasallarla işte böyle tanışır.

Doğal olarak herkes tedirgin olmuştu, en başta da tesislerde çalışan işçiler. Yıllarca bu varillerin etrafında dolaşmışlar ve kendilerini uyaran olmamıştı.

Lefke Çevre Derneği ile Ege Üniversitesi Çevre Merkezi arasındaki işbirliği bundan sonra da artarak devam eder ve yaklaşık iki yıl sonra üniversiteden yeni bir araştırma ekibi Lefke'ye gelir. Bu kez ekipte Prof. Dr. Ümit ERDEM, Prof. Dr. Fethi DOĞAN, Prof. Dr. Ünal ALTINBAŞ ve Prof. Dr. Emür HENDEN vardı.

Geçen iki yılda pek bir şey değişmemişti. Her şey yerli yerinde duruyordu. Değişen tek şey CMC atıklarından sorumlu bürokratların bize karşı tutumuydu. İsteyenin elini kolunu sallayarak girebildiği tesislere bilim insanları ve Lefke Çevre Derneği üyeleri giremezdi. Ümit hoca başkanlığındaki ekip her biri kendi alanında otorite sayılan uzmanlardan oluşuyordu.

Emür hoca kimya, Fethi hoca halk sağlığı, Ünal hoca ise toprak su uzmanı idiler. Ekip tesislere giremese de çevreden taşıyabilecekleri kadar toprak, su ve bitki örneği alarak üniversiteye dönerler ve bugün sahip olduğumuz en değerli verileri bizlere sağlarlar.

Kısa süre sonra bu kez Fethi hoca raporunu gönderir. Bizi çok konuşuyoruz diye cezalandırıp tesislere sokmayanlar da korkmuştu.

Tesislerde çalışan tüm işçiler "sıkı bir sağlık kontrolünden" geçirilirler, kan örneklerine kadar alınıp tahlil edilir. Sonunda işçiler tek tek çağrılıp hiç bir rahatsızlıklarının söz konusu olmadığı kendilerine açıklanır. Ama tuhaf bir şekilde iki bekçinin dışında tüm işçilerin tesislerdeki görevlerine son verilir ve çeşitli devlet dairelerine dağıtılırlar. Kimisi odacı olur kimisi postacı. İşçilerden birinin atıklardan kaynaklandığı düşünülen sağlık problemi raporlarda konu edilmiş olmasına rağmen bugüne kadar bu işçi ile ilgilenen olmaz.

Artık basında CMC tesislerindeki kimyasal maddeler sürekli konu olmaya başlamış, Lefke Çevre Derneği her fırsatı değerlendirip konuyu gündeme taşımaya başlamıştı. Ve nihayet konu Bakanlar Kurulu'nun gündemine getirilir. 15 Eylül 1999 da toplanan Bakanlar Kurulu ilginç bir karar üretir. Karar aynen şöyle:

KARAR NUMARASI : E-1715-99
LEFKE'DEKİ C.M.C TESİSLERİNDE BULUNAN KSANTAT (KİMYASAL MADDE) DOLU VARİLLERİN ÜCRETSİZ VERİLMESİ:
(Önerge No: 1695/99)

Bakanlar Kurulu, Gemikonağı-Lefke adresinde olup C.M.C Tesislerinde bulunan 250 varil Potasyum Amil Ksantatın bulunduğu yerde tehlike arz ettiği, süratle oradan uzaklaştırılması gerektiği, Sağlık ve Çevre Bakanlığı yetkililerinin de ayni yönde görüş ve talepleri olduğu, bahse konu Ksantatların satışının da mümkün olmamasını dikkate alarak, uygun bir firmanın çıkıp talep etmesi halinde, ücretsiz olarak verilmesi için, Ekonomi ve Maliye Bakanlığı'nın yetkilendirilmesini onayladı. (15/9/1999)"



İsteyene bedava kanserojen madde

Bakanlar kurulu kararından bir gün sonra Çevre Bakanı gazetelere verdiği demecinde "Çevre konusunda ciddiyiz ancak devletin gücü CMC'yi temizlemeye yetmez" diyordu (16 Eylül 1999/ Kıbrıs). Bakanın açık sözlülüğüne diyecek yok ama ortada niyetin de olmadığı artık ispatlanmış bir gerçek. Ne yazık ki devletin gücü birkaçyüz vareli bile temizlemeye yetmiyor.

ve koruma altındakiler!

Bakanlar Kurulu kararından üç yıl sonra durum eskisiyle kıyaslanamayacak kadar kötü bir hale gelmiş, kısmen kapalı ortamda bulunan 200 den fazla varilin içerisinde bulundukları binaların demiri çeliği sökülerek satılmış, variller, yağmur, güneş ve rüzgar altında açık arazide çürümeye terk edilmiş, duvarları yıkılıp yağmur suları ile havuz haline gelen laboratuarlardaki kimyasal variller suda yüzer hale gelmiş. Tüm engellemelere rağmen fotoğraflarını çekebildiğimiz sayıları yüzü geçen varil ortadan kaybolmuş, onlarca varil dozerlerle sürüklenip parçalanmış içerikleri etrafa dağılmış, tesislerin güneyinde bugüne kadar varlığından haberdar olmadığımız tonlarca kimyasal madde korundukları bina sökülünce açığa çıkmış. Bu kimyasallardan kurtulmak için ateşe vermişler ama sadece ambalajları yanıp içerisindekiler etrafa saçılmış.
Bu liste daha uzar gider.

Bakanlar Kurulu kararı birçok kez gazetelerde imalı esprilere neden olmuştu. "Zehirli variller bedava" türünden manşetler gazetelerimizde sıkça kullanıldı. Ama ne ciddi eleştirilere hedef olmak ne de espri konusu olmak kimseyi rahatsız etmedi. Kıbrıs Türk basını birçok kez suç duyurusunda bulunurmuşçasına "Bakanlar Kurulu kararına uyulmadı" başlıkları ile yayın yaptı ama kimse oralı bile olmadı.

CMC arazisindeki kimyasallar birçok bilimsel rapora da konu oldu. Bu raporların sonuncusu kamuoyu tarafından UNOPS raporu olarak bilinen rapordur. 2001 Ocak ayında araştırmaları başlanan ve Haziran ayında hazırlanan rapor, bir kopyası da Lefke Çevre Derneğine verilmek üzere CD halinde Çevre Dairesine verilir. Ama tüm ısrarlı taleplerimize rağmen rapor bize verilmez. Yaklaşık bir yıl boyunca bu raporun peşinde koşarız. Sonunda Kıbrıs'taki bilim çevreleri bu raporu elde eder ve bir öğretim görevlisi kopyalayıp bir kopyasını da bize gönderir. Raporu okuyunca ona ulaşmanın neden bu kadar zor olduğunu da anlarız!

Yakarak yok etmeye çalışmışlar...
CMC Tesislerindeki Kimyasal Maddelerin Miktarı

KKTC Bakanlar Kurulu'na miktarı "250 varil potasyum Amil santat" olarak bildirilen kimyasal maddelerin tam miktarı bilinmemektedir. Bu konuda Bakanlar Kuruluna verilen bilginin de eksik olduğu Çevre Dairesi Müdürü'nün açıklaması ve UNOPS'un sayımları ile belgelenmiş oldu.

UNOPS raporu için yaptığı sayımda, Cohen'in bulguları şöyledir:

"Bakır Flotasyon Ünitesi'nin kuzey doğusu (açık alanda), Yaklaşık 150 varil Ksantat (Amyl Xanthate), binanın güneybatısında 50 - 75 varil Flocculant (N-200 ), ayrıca içeriği yağ olan 10 dan fazla varil binanın kuzeydoğusunda açık alanda ve birçoğu patlak ve içerikleri toprağa karışmış olarak bulunmaktadır. Flotasyon Ünitesinin içerisinde ise , içeriği Ksantat, Flocculant ve Pine oil olan 50 den fazla varil atıl vaziyette bulunmaktadır. Yol üzerinde 20 varel Flocculant. Kimya Deposunda ise, yaklaşık 50 varil ve çoğu Flocculant içeren kimyasal madde bulunmaktadır."

Öte yandan Çevre Dairesi Müdürü Ertan Öztek'in UNOPS a verdiği bilgide ise CMC tesislerindeki kimyasal maddeler ve miktarları şöyledir: " 14 varel Pine Oil, 100 varil Na Nitrite, 100 varil Floucculant ve 15 tanesi kısmen boşalmış 130 varil ksantat ( Xanthates).

Yani Çevre dairesi toplam varil sayısını 344 olarak verirken, Cohen yanlarına çok fazla yaklaşamadığı varilleri 330 ile 355 arasında bir rakam olarak bulgulamıştır.

Bu sayımın üzerinden bugüne kadar yaklaşık bir yıllık bir zaman geçmiştir. Bir ay kadar önce bizim yaptığımız sayımda ise varillerin miktarı yaklaşık olarak 272 civarında çıkmıştır. Bizim sayımımıza göre şu an tesislerde bulunan variller ve yerleri şöyledir:

Yıkılan foltasyon ünitesinin dışında iki farklı yığından birinde 32 diğerinde ise 90-100 civarında, yine ayni yerde ezilip parçalanıp dozerle sürüklenerek bir araya toplanmış yaklaşık 25 adet varil. Ayni binanın doğu kısmında molozlar altında 3 adet ve orta bölümünde 13 adet, binanın batısında ise 59 adet. Flotasyon havuzları yanındaki yıkılan binada, daha önce hiç bir sayıma girmemiş su içerisinde yüzer vaziyette 40 adet. Kesin sayım yapmak koruyucu elbiseler olmadan mümkün olmamakla beraber yine de 50 civarında varilin eksik olduğu ortadadır. Bunu eskiden çektiğimiz fotoğraflardan da görebilmekteyiz. Yıllardan beridir yağmur ve güneş altında bulunan ve paslanan yüzlerce varilin bir kısmı patlamış, erimiş halde de olsa bu kimyasallarla dolu idi ve ve bu varillerin ne boş olanları ne de dolu/kısmen dolu olanları ortada yoktur.

UNOPS raporuna göre Tesislerde kullanılan ve bir kısmı bugün tesislerde bulunan ve bazılarının da bulunma ihtimali olan kimyasal maddeler şunlardır:

1- Sodium Cyanide -NaCN
2- Sulfuric Acid - H2SO4
3- Sodium Sulfide - Na2S.9H2O
4- Potassium Ethyl Xanthane
5- Sodium Ethyl Xanthane
6- Carbon Disulfade
7- Pine Oil
8- Superfloc HX-300
9- Trichloroethylene
10- Arocholor 1254 (PCB)

UNOPS raporuna göre bugün tesislerde bulunmayan ama tesislerde kullandığı
bilinen kimyasallar ise:

1- Sodium Isopropyl Xanthate ; 1974 Öncesi CMC tarafından Bakır Flotasyon Ünitesi'nde kullanıldı.

2- Potassium Amyl Xanthane ; 1974 Öncesi CMC ve 1980 sonrasında Komtex tarafından
Bakır Flotasyon Ünitesi'nde kullanıldı.

Öte yandan, CMC'nin müdürlerinden Robert J. Hendricks 1956 yılında yazdığı bir raporda flotasyonda kulandıkları kimyasalları şöyle sıralar.

1- Sapinol
2- Amyl Xanthate
3- Lime

CMC'nin Kullandığı ve 1975 de bölgeyi terk ederken birkısmını tesisler içerisinde atıl durumda bıraktığı kimyasallardan başka bir de 1985 yılından sonra Komtex isimli şirketin bıraktığı kimyasal maddeler de vardır. 1980 sonrası bir süre CMC tesislerinde sorumlu olarak çalışan Nükleer Mühendis Mehmet Özerkman, 24/02/1999 tarihinde Kıbrıs gazetesine verdiği demeçte, 1980 sonrasında Kometex firmasının tesislere 300 varil potasyum email ve hidroklorit asit getirildiğini bunların birkısmının kullanıldığını, kalanların çok tehlikeli olduklarını ve yanlarına bir metreden daha fazla yaklaşmamak gerektiğini bildiriyordu.

Carbon Disulfat. ( C-S2 )

Soyum Ksantat, kendisi de insan sağlığı açısından tehlikeli maddeler sınıfına girse de bu maddenin su ile temas etmesi durumunda çok daha tehlikeli bir gaz olan karbon disülfat açığa çıkar. Bu yüzden CMC atıkları konusunda UNOPS ve UNDP için rapor hazırlarken, Dr. Harvey A.Cohen, karbon disülfatı da CMC tesislerindeki tehlikeli maddeler listesine dahil etmiştir.

Karbon disülfat'ın solunması durumunda, kendini kaybetme derecesinde titreme, nefes darlığı, kasların çalışmaması ve ölüme kadar gidebilen sağlık sorunları ortaya çıkar. Buharı gözler için yakıcı olan karbon disülfatın, deri üzerinde de ciddi yakıcı etkisi vardır ve deriye teması halinde şişmeler olabilir. Devamlı olarak karbon disülfat buharına maaruz kalan insanlarda merkezi sinir sistemi bozukluğu, ayaklardaki kaslarda zayıflama, yorgunluk, kaşınma, uykusuzluk gibi anormallikler görülür.

Karbon disüfat'ın çevresinde çalışan insanlarda kalp rahatsızlıkları, görme ve işitme sorunları ortaya çıktığı bilinmektedir. Yine karbon disülfat ile temas halindeki kişilerde üreme organlarında sorunlar olduğu ve cinsel isteksizlik başladığı, erkeklerde sperm sayısında azalma, kadınlarda ise adet düzensizliğine yol açtığı gözlemlenmiştir.

Sodyum etil ksantat.

(Sodium Ethyl Xanthane)-(Sodium xanthogenate, Sodium ethyl dithiocarbonate)
Sodyum Etil Ksantat, göze temas etmesi halinde hafif ve orta derece yanmaya neden olur. Deri üzerinde de orta derecede yakıcı etkisi vardır.

Sodyum Etil Ksantat'a uzun süre maaruz kalan insanlar ve hayvanlar üzerinde hiç bir araştırma yapılmamıştır. Diğer ksantat ürünleri ile hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde bu maddelerin merkezi sinir sistemi bozuklukları, ciğer ve böbreklerde ciddi rahatsızlıklara yol açtığı saptanmıştır.

Bu maddelerin kapalı, iyi havalandırılmış, soğuk ve kuru yerlerde muhafaza edilmesi, ateşten uzak tutulması ve ambalajlarının elektriklenmeye karşı topraklanması ve taşınırken veya ellenirken toz çıkarmamaya dikkat edilmesi gerekmektedir.
(UNOPS raporundan çeviren Tamer Dayıoğlu)

Sodyum Siyanür. ( Sodium Cyanide -NaCN )
CMC, Sodyum Siyanürü altın madeni çıkardığı dönem olan 1932-1942 yılları arasında kullanmış ve siyanürlü atıkları yoğun olarak denize bırakmıştır. Bu atıkların yaklaşık 30,000 ton civarında bir bölümü Gemikonağı Tesislerinde bulunmakta, 150 varellik (yaklaşık 30 ton) siyanür stokunun akibeti ise tam olarak bilinmemektedir. Siyanürün asitle temasında zehirli gaz ürettiği bilinmektedir.
Siyanürün Sağlık Üzerindeki Etkileri.
Yüksek miktarda siyanür, insan sağlığına çok zararlıdır.Yüksek seviyede siyanür içeren havayla kısa süreli temas; beyinde, kalbte hasara neden olur ve komayla ölüm meydana gelebilir. Düşük seviyede Asiyanürle uzun süreli temas sonucunda; soluma güçlüğü, kalb ağrısı, kusma ,kanda değişiklikler, başağrısı ve tiroid bezinde genişleme meydana gelebilir. Fazla miktarda siyanür alan kişilerde, derin ve kısa soluma, konvulsiyonlar (nobetler), bilinç kaybı gibi semptomlar ortaya çıkabilir ve ölümle sonuçlanabilir. Yüksek kan siyanür düzeyi olan kişilerde, el ve ayak parmaklarında güçsüzlük, yürüme zorluğu, şaşılık, sağırlık ve tiroid bezi fonksiyonlarında azalma gibi tehlikeli etkiler görülmektedir. (Dr. Armağan Karal'ın yayınlanmamış çalışmasından.)

Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.
CMC maden atıklarının rehabilitasyonu konusuna sivil toplum örgütleri geniş bir dayanışma örneği yaratarak müdahale etmediği sürece bürokratlar bizlerle alay etmeye devam edecekler. Küçük bir arşiv çalışması bile bu iddianın hiç de temelsiz olmadığını kanıtlamaya yeter. İşte son üç yılda CMC atıklarının temizlenmesi için başlatılan çalışmalar konusunda basına yapılan açıklamalardan seçmeler:

"Sağlık ve Çevre Bakanı, CMC tesislerinin de büyük bir çevre sorunu olarak karşılarında durmakta olduğunu belirtti. CMC ile ilgili birtakım adımlar atmalarına karşın olayın boyutlarının çok büyük olduğunu anımsatan Bozkurt, bilinçli hareket ve adımlarla zaman içerisinde sorunu çözüp Lefke bölgesinin bu çevre kirliliğinden kurtarılacağına olan inancını dile getirdi..."(6 Haziran 2000 Kıbrıs)

"...CMC atıkları gibi çevre sorunlarına işaret eden Bozkurt, bunları süreç içinde çözmek için çalışmalar başlattıklarını..."(7 Haziran 2000-Kıbrıs )

"...bu tesis şimdilerde bölge için büyük tehlike arz ediyor. Lefke Tanıtma Derneği de bunu devamlı gündemde tutuyor. Zaman zaman fazla abartılıyor, ancak onların da haklı olduğu yanlar var. Daire olarak biz de geçtiğimiz günlerde CMC'ye yönelik uzmanlar bazında bir çalışma başlattık. Çalışmalarımız uzun süreli ve CMC'nin ortadan kaldırılmasına yönelik olacak..."(Çevre Dairesi Müdürü'nün açıklaması, 21 Ağustos 2001-Kıbrıs)

"...CMC ile ilgili çalışmalar aralıksız sürüyor: Çevre Koruma Dairesi Müdürü, değişik alanlardaki proje ve çalışmaların sürdürüldüğünü ve sürdürülmeye devam edeceğini ifade ederken CMC konusuna da değinerek bununla ilgili çalışmaların UNOPS'un da katkılarıyla aralıksız sürdüğünü bildirdi. Öztek, "Birinci aşaması tamamlanan projemizin ikinci aşaması olan kısa vadeli tedbirlerin hayata geçirilmesi ve analiz planının uygulanması için yapılan çalışmalar son aşamasına gelmiş ve yaz ayları içerisinde de uygulamaya geçilecektir" dedi..."( 6 Haziran 2002 -Kıbrıs)

"...Atıkların çevreye yayılmasını durduracağız..."( Çevre Dairesi Müdürü, 8 Haziran 2002 Kıbrıs)

Projeler ve vaatler uzar gider, Gazetelerde sık sık "Nihayet, CMC temizleniyor, CMC ye ilk kepçe, Çalışmalar sürüyor diye başlıklar atılır ama her seferinde kendimizi başladığımız yerde buluruz.


SON REHABİLİTASYON ÇALIŞMALARI

CMC atık havuzlarının patladığı, Bakanlar Kurulu kararına rağmen kimyasal maddelerle ilgili hiç bir önlem alınmadığı haberleri Haziran ayı boyunca gazetelerde çoğu kez manşetten işlenmeye başlayınca hemen önlem almak için girişimler de başladı. Aslında patlayan 17 numaralı atık havuzu ile ilgili ilk haberler Ocak 2000 tarihinden beridir gazetelerde yayınlanıyordu. Bu havuzun yüzey alanı 70.000 metrekaredir ve patlağı 3 yıl önce kamuoyuna haber veren Lefke Çevre Derneği yaptığı ölçümlerle bu sürede havuzda ortalama 1.5 metreye yakın çökme olduğunu tespit etti. Bunun anlamı 150-200 bin ton atığın Lefke deresi yolu ile denize ulaştığıdır.

Aradan geçen 3 yıllık zaman süresince önlem almayı aklından bile geçirmeyenler, kamuoyu baskısı karşısında hemen harekete geçerler. Rehabilitasyon için 3.900.000.000 TL kaynak ayrılır ve çalışmalar başlar. Gemikonağı CMC tesisleri 725.000 metrekare tesisler bölgesi ve 841.000 metrekare atık havuzları bölgesi olmak üzere 1.5 milyon metrekareden büyük bir alandır ( 156.6 hektar). Atık havuzları bölgesinde toplam 12 atık havuzu içerisinde 10 milyon ton civarında maden atığı vardır. Bugünün şartlarında 100 metrekarelik bir konutun sıradan tamiratı için bile 4 milyar TL komik bir rakamdır. Yani sonucun nereye varılacağı işin başından belli idi.

Öte yandan felaketin boyutlarını tanımlamaya yönelik ciddi hiç bir girişim de sökonusu değildir. Bugüne kadar CMC atıkları ile ilgili araştırmalardan elde edilen verilerin büyük kısmı Lefke Çevre Derneği'nin son derece kıt imkanları ile yaptığı ve yapılmasına öncülük ettiği çalışmalardan elde edilmiştir. Devlet birimlerinin içme ve sulama sularına ilişkin birçoğu tartışmalı analiz raporları dışında göze çarpan tek çalışma K.K.T.C Çevre Koruma Dairesi Müdürlüğü tarafından 28/10/1999 Tarihinde K.K:T.C. D. Lab. Yaptırılan 89/99-2440 Numaralı Bitki Analiz Raporudur.

Bu rapordaki veriler de çok çelişkili olduklarından raporun altına Radyasyon ve Çevre Analizleri Şube Amiri Halil Çağnan imzası ile şu not düşülmüş; "Bir analiz sonucu ile genel bir yargıya varılamaz... Numuneler alınırken homejen bir karışımdan alınmadığı için, iki numuneye bitkinin değişik organları değişik oranlarda alınmıştır. Bunun neticesinde bazı metal sonuçları birbirinden farklı çıkmıştır." Ama hiç kimse araştırmayı tekrarlama görevini üstlenmez.

Bugün bu konuda elimizdeki sağlıklı veriler Lefke Çevre Derneği'nin daveti ile ülkemize gelen Ege Üniversitesi Çevre Merkezi araştırmacılarının yaptıkları analizlerden elde edilmiştir. Devlet tarafından yaptırılan bir diğer araştırma ise Lefke Bölgesindeki toprakların iz element tablosudur. Bu çalışmanın da Lefke Bölgesine özel yapılmadığını, tüm ülkede yapılan genel bir çalışmanın parçası olduğunu biliyoruz. Eğer ortada başka birşey varsa onlar da kamuoyundan saklananlardır.

İşte bu düzeydeki "bilgi birikimi" ile başlayan rehabilitasyon çalışmaları, kamuoyunun bilgisine getirilen heyecanlı açıklamaların arkasında tam bir rezalete dönüşerek devam eder.

Çalışmalar iki koldan ilerliyordu. İhaleyi alan As-Con firması, 17 numaralı havuzu iki farklı kanalla diğer havuzlara bağlarken, Su İşleri Dairesinin dozeri de ne işe yaradığı belli olmayan bir kanal açmakla meşguldü. Kamuoyuna bu kanalla CMC arazisine su girişinin engelleneceği açıklanmıştı. Oysa CMC arazisi zaten su girişi engellenecek şekilde yapılmıştı. Araziye su sadece iki yerden giriyordu. Bunladan biri güneyden gelen toprak yoldu. Yaklaşık 500 metre kanal kazılır ama bu yol hariç. Son haftalarda yağan yağmur suları buradan yine atıklara ulaşabildi. Sunun girdiği diğer yer ise, arazisini su basmasın diye bir üreticinin yıktığı ve buradan suyu atıklara yönlendirdiği 17 numaralı havuzun güneyidir.

Buraya da 4-5 kepçe toprak koyup sorunu giderdiler. As-Con ise her biri 20-30 metrelik iki küçük kanal kazıp işini bitiriverdi. As-Con'un bir diğer görevi de varellerin konacağı pirit havuzunu temizlemekti. Daha iş bitmeden ödenek bitiverdi. Ödenek yetersizliğinden adım atamaz hale gelen şirketin bazı işleri kendi imkanları ile yapma çabası (Havuzlardaki suyun boşaltılması gibi) faydasız girişimlerdi. Zaten sonuç başından belli idi.

Yıllardan beridir bu konuda yaşanan ciddiyetsizliklerin bilincinde olarak durumu değerlendiren Lefke Çevre Derneği, devlet birimlerinin bu kez de gelenekselleşmiş politikalarını terk etmeyecekleri, yani sorunu uyutup unutturmaya yönelik bir dizi göstermelik işin dışında birşey yapmaya niyetleri olmadığı kararına varmıştı. Zaman bizi yanıltmadı. Kamuoyuna verilen umut bizim en azından bir süre susup izelemizi gerektiriyordu. Bölgede ciddi çalışmalar olduğuna herkesi inandırmışlardı. Bir de ne yalan söyleyeyim bu kez en azından 300 civarındaki kimyasal madde dolu varel sorununu hallederler diye düşünmüştük. En azından bu olsun yanımıza kar kalırdı. Biz de yanıldık.

Varelleri CMC pirit yüzdürme havuzlarından birinin içine gömme kararı almışlardı. Beton havuzun içini boşaltmaya başladıklarında itiraz ettik. Bu işler böyle olmaz, atık gömmenin de bir standardı var diye. Gerekli testleri yapmadan gömme işlemine geçmeyecekleri sözünü verdiler. Sözlerinde de durdular. Basından öğrendiğimize göre testlerin sonucu olumsuz çıktı. Ve 18 Ekim tarihli Kıbrıs Gazetesinde İçişleri Köyişleri ve İskan Bakanı'nın açıklamasına göre temizliği yapılan havuz bu iş için uygun bulunmadı ve yeni alternatifler aranmaya başlandı.

Rehabilitasyon için çalışmalar 15 Ağustos 2002 tarihinde başlamıştı, İki ay sonra 18 Ekim tarihinde hiç de süpriz olmayan açıklama geldi, "yeni alternatifler aranacak". Bugün 19 Kasım ve hala alternatif aranıyor. Öyle görünüyor ki biz sesimizi çıkarmadığımız sürece aramaya devam edecekler.

ilker_eroglu
24-11-2008, 20:18
UNOPS NE YAPIYOR?

UNOPS ile birlikte çalışmalar yapıldığını/yapılacağını gazetelerde sık sık okuyoruz. Bu yazı dizisinin önceki bölümlerinde de UNOPS'un hazırlattığı rapordan bahsettik, bu araştırmadan alıntılar yaptık. UNOPS'un görevlendirdiği Dr. Cohen çalışmaya Ocak, 2002 de başlar ve çalışmasını Haziran ayında bitirir.

Özellikle burada bizi ilgilendiren CMC arazisindeki kimyasal maddeler olduğu için raporun bu konu ile ilgili bölümlerinden alıntılar yaptık. Anlatılanlar kelimenin tam anlamı ile korkunç şeylerdir. Peki tüm bunlar bu kadar açık bir şekilde bilinmesine rağmen onlar ne yapıyor?

UNOPS'un CMC atıklarıyla fiili ilgilenmesi nerdeyse bir yılı buluyor. Yani bir yıldan beridir resmen bu işin içindedirler ve bu konu hakkında detaylı bilgiye sahiptirler. UNOPS'un önündeki bürokratik-siyasal engeller onları belli dengeler üzerinde iş yapmaya zorlayabilir, bunlar hepimizin bildiği sorunlardır, ama öyle anlaşılıyor ki Kıbrıs sorunudan kaynaklanan engeller çoğu zaman olduğu gibi burada da işten kaçışın iyi bir bahanesi olmuş durumda.

UNOPS'un bugüne kadar yaptığı tek şey kapsamlı bir rapor hazırlatmak olmuştur, üstelik onu bile muhataplarına ulaştırmada acze düşmüşler. Peki rapor hazırlatmaktan başka yapabilecekleri hiç bir şey yok mu? Biz, ilgili devlet birimlerini 300 vareli bile kontrol altında tutmaktan acizdirler diye suçlarken, bu eleştirilerden sorundan haberdar uluslararası kurum ve kuruluşların da payına birşeyler düşmüyor mu?

Üstelik bu sorunla ilgili tek uluslararası kurum da UNOPS değildir. Avrupa Birliği Kıbrıs Büyükelçisi birçok kez bölgeyi gezip sorunla ilgilenmiş, Şubat, 2001 de Lefke'de yapılan ve ana konusunu CMC maden atıklarının oluşturduğu "Avrupa Birliği Çevre Politikaları ve Kıbrıs'ta Madencilik" isimli konferansın açılış konuşmasını yapmış, Kıbrıs Avrupa Enstütüsü'nün müdürü bu konferansa bildiri sunmuş, AB parlamentosundan milletvekilleri Lefke'ye gelip incelemelerde bulunmuşlar gözlemlerini raporlarına yazmışlar... Herşeye rağmen değişen hiç bir şey olmuyor...

NE YAPMALI?
Elbette ki sorunlarımızın çözümsüzlüğünün önemli bölümünün nedeni bizleriz.

Kıbrıslı Türkler cemaatten halka doğru evrimleşirken, yani siyasallaşmış toplum haline dönüşürken, bugün kendilerini arama süreçlerinin aşamalarından birini yaşıyorlar. Kimliğimiz üzerine yürütülen yoğun çalışmalar, kimlik tasarımları, bu konudaki belirsizlik ve çeşitlilik, toplumsal adımızın bile ne olacağı, nasıl yazılacağına yönelik tartışma, öneri ve girişimler bu dönüşümün hızı ve yönünü işaretliyor ve karşıt süreçlere tepkiyi ifade ediyor. Kıbrıslı Türkler siyasal bir topluluk olarak tarih sahnesine çıkabilmenin sancısını yaşıyorlar. Bu ne kadar mümkündür veya tarihsellik ne kadarına izin verecek onlar ayrı konu, ama modern bir topluluk olabilme çabası bir gerçeklik.

Eski toplumun bağrından ne kadar çıkabildiğimizin biricik ölçütü ise toplumsal sorunlarımızın bütünü karşısındaki tutumumuzla ölçülebilir. Sorunlar karşısındaki duyarsızlık ile her biri belirli alanlardaki sorunları çözmeye yönelmiş sivil toplum örgütlerinin gücü, yani örgütlü toplum olama düzeyimiz, toplumumuzdaki ilericilikle gericilik arasındaki dengeyi, dönüşümü gösteriyor.

Bizler eğer ilericiler olma iddiasında isek, bunun ülkemiz özelindeki pratiğini yaratmak zorundayız.

Yurdunu sevmek, yurtsever olmak, siyasal sorunlar karşısındaki duyarlılıkla sınırlanabilecek bir duygusallıkla ifade edilemez. Siyasal sorunlar da dahil olmak üzere, yurt olarak benimsenen topraklardaki her türlü toplumsal sorunla eş düzeyde ilgili olmak, yurdun doğasına, ayrım gözetmeksizin insanına aşık olmak ve bu sevgiyi evrensel bir dünya görüşü ile harmanlayabilmekten geçer. Bunun da ön koşulu toplumsal sorunları, önemleri hangi düzeyde olursa olsun hiyerarşik sıraya sokmamaktır.

CMC'deki Kimyasallar başlığı altında bu konulara daha fazla giremeyiz. Ama var olduğuna inandığım potansiyelimize rağmen, sivil toplum örgütlerimizde yaşanan çaresizlik büyük oranda yukarıda çok az açabildiğim teorik çözümlemeleri ülkemiz özelinde yapmamış (ya da çok az yapmış) olmamızdır.

300 varile teslim olmuş bir toplum olmak, en basit sorunları bile çözme kapasitesinden yoksun bürokratlar tarafından yönetilmek ile toplumun sivil gücü arasında kopmaz bir ilişki vardır. Eğer saygın bir toplumsal kimlik istiyorsak, bu ancak sorunlarımızı çözme konusundaki kararlılığımızla mümkün olabilecektir. * 5 *

***

CMC RAPORU

Bu metin Lefke Çevre Derneği'nin girişimleri ile, Ege Üniversitesi Çevre Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ümit Erdem başkanlığında, Prof. Dr. Hans Günter Barth, Prof. Dr. Ünal Altınbaş, Prof. Dr. Eymür Henden, Prof. Dr. Şevki Filiz ve Prof. Dr. İsmail Duman tarafından hazırlanan raporun özetidir.


Bu metin Lefke Çevre Derneği'nin girişimleri ile, Ege Üniversitesi Çevre Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ümit Erdem başkanlığında, Prof. Dr. Hans Günter Barth, Prof. Dr. Ünal Altınbaş, Prof. Dr. Eymür Henden, Prof. Dr. Şevki Filiz ve Prof. Dr. İsmail Duman tarafından hazırlanan raporun özetidir.

İLK İZLENİMLER VE GENEL GÖRÜŞLER
Dünyanın en büyük çevre sorunu olarak kabul edilmesi gereken Gemikonağı CMC atıkları her şeyden önce hukuksal bir sorundur. Konu mutlaka uluslar arası düzeyde hukuk kurullarına taşınmak durumundadır. Her ne kadar Kıbrıs yayın organları tarafından başlatılan bu çalışmalar Lefke'ye özgün çalışmalar olsa da, konu uluslararasıdır. Konu, Türkiye, İsrail, Mısır, Lübnan, Yunanistan ve İtalya gibi Doğu Akdeniz ülkeleriyle, Orta Akdeniz ülkelerini tehlike altına almaktadır.

Burada önemli bir konu, insanı ilgilendiren bir olaya siyasal, politik **** şekilci yaklaşmamak sorumluluğudur. Çünkü sorun, Lefke **** Kıbrıs Adası'nın değil, Amerika'dan başlayarak çok uluslu şirketlerin sorunudur. Türk Araştırmacılar grubundan önce yapılan çalışmalarla saptanmıştır ki; arsenik baryum gibi ağır metal birikimi Doğu Akdeniz'de önemli bir sorunu oluşturmaktadır. Alanda riziko analizi yapılmadan, orada tarım yapılmamalıdır, su kullanılmamalıdır, hayvan otlatılmamalıdır ve en önemlisi de dolaşılmamalıdır.

Yapılan incelemeler göstermiştir ki, ayrıca kirlilik alanı, belirtilen miktarın çok üzerindedir. 2000 dönüm olarak yaklaşık olarak belirlenen bu alan kirlilik bölgeleri dikkate alındığında 2000 dönümün çok üzerinde olarak saptanmıştır. Çünkü burada önemli bir konu da uzun süreli zehirlenmedir, aslında ölüm vadisi olarak nitelenebilecek alan içinde çalışma için için sürmekte, yani kimyasal reaksiyon devam etmektedir...

Burada yalınızca Lefke **** Kıbrıs'ta değil bütün Akdeniz'de önemli bir insanlık ayıbı yaşanmaktadır. Doğu Akdeniz bölgesinde arsenik, baryum, kadmiyum gibi önemli ağır metal kirliliği bir gerçektir, bölge bu yüzden hemen rehabilite edilmelidir. Maden şirketinin etkilediği alan yaklaşık 500 kilometre kare olarak görülmelidir. Yapılan ilk gözlemlerde bu alanda 8 milyon ton tehlikeli atık bulunmaktadır. Tekrar edilmek gerekirse bu yüzden sorun tüm Akdeniz ülkelerinin sorunudur.
TARİHSEL GELİŞME VE ÇEVRE OLGUSU
Yöredeki kükürt mineralizasyonu, okyanus diplerindeki ısı yüklü akışkanlar (hidrotermal)'in becerisi ile oluşmuştur. Karadağ yöresindeki Lefke açık ve Karadağ kapalı rezerv işletmelerindeki ham cevherler ile Gemikonağı Limanı'ndaki kimyasal atıklar, hurda birikintileri, siyanürlü altın üretimi atıkları, bakır flotasyon işletmesinin yan atıkları, %25-%30 kükürt içeren piritli atık havuzları, yörede toprak taban suyu ve deniz kirliliği yanında, yazın aşırı ısınma sonucu, kükürt gazları ve maden tanecikleri ile hava kirliliği de oluşturmaktadır.

Maden Deresi üzerinde toprak dolgu barajı olarak yapılan Gemikonağı Göleti'nde tarafımızdan yapılan incelemelerde demir ve bakırlı kükürt ile "paslar"yüzeysel sularla taşınarak içme suyu ve sulama suyu için ağır metal yoğunlaşmasına koşut olarak asit ortam oluşturabilecekleridir.
Bugünkü görüntü, çevresel bozulmanın ve ekolojik dengeye indirilen darbenin çok tipik bir örneğidir. O nedenle bu alan aslında tüm çevreciler ve yaşamının geleceğini düşünenler için ayrıca çevre kirliliğine örnek bir açık laboratuar olarak da değerlendirilmelidir.

Maden işletmeciliği sonrası şekillenen yerel kirlilik boyutları ele alınırsa yapılan gözlemlere, yerinde incelemelere göre denizden, dağlık alanlara doğru dört düzeyli bir belirleme yapılabilir. Bu düzeyler;

1.Gemikonağı girişinde bulunan ve siyanür içerme olasılığı bulunan altın atıkları.

2.Gemikonağı girişindeki işletme tesislerinin bulunduğu alandaki bakır flotasyon atıkları.

3.Yükselerek altı ayrımlı atık havuzu oluşturan ve içerisinde %30 civarında kükürt bulunduran, pirit mineralinin yoğunlaştığı atık havuzları.

4.Karadağ Bölgesi'nde madencilik becerileri sürecinde çıkarılmış olan düşük tenörlü bakır birikintileri ile kimi dere yataklarındaki pasa atıkları olarak belirlenebilir.
Burada, bir önemli nokta ise, madenin çıkarıldığı yöreler ile, cevher üretimi durdurulmuş açık işletme sahaları yanında yağmur sularına ve bu bağlamda Arazi eğimine koşut olarak yüzey akışlarının devinimidir. Bir başka önemli nokta ise, yüzeyde bulunan ve kükürtlü bir mineral olan pirit (FeS2) ve kalkopirit (CuFeS2), yağmur suları ve serbest oksijen ile tepkimeye girerek arazi yüzeyindeki atıklar yanında sulardaki asiditeyi de yoğunlaştırarak, yörenin yüzey sularını, çevresel toprakları deniz kıyısı ve deniz suyu ile yeraltı sularında kirlilik parametreleri oluşturmaktadır.

Bu arada yaklaşık 5 km. Genişliğinde ve 800 metreyi aşan bir boyutta. Akdeniz ortamında deniz suyunun kırmızıya döndüğü ve bu rengin yağışlardan sonra daha da yoğunlaşarak arttığı gözlenmiştir. Ayrıca asitliğin yoğunlaşmasının daha da ilerleyerek arttığı gözlenmiştir. Asitliğin yoğunlaşması metalik iyonlardan Fe, Cu, Pb'nun artışına neden olmaktadır. Kükürdün oluşturacağı iyon ve kompleksleri ileH` iyonu yoğunluğu toprak ve suda kirlilik oluşturarak onun doğal özelliğini olumsuzluğa doğru yönlendirmektedir.

Benzer şekilde yapılan gözlemler göstermiştir ki Gemikonağı Göletinin yukarı bölümünde ve Maden deresinin doğrudan göletle birleştiği noktada doğrudan bakırdan kaynaklanmaktadır. Çünkü suyun drenaj alanında bulunan pas ve madan cevheri birikimleri, eğim ve yüzey sularına bağımlı olarak gölete doğru bir akış özelliği göstermektedir. Ayrıca bir önemli nokta ise denizden yukarı bölümlere doğru, cevher atıkları, kimyasal madde atıkları işletmenin kapatılmasıyla çevredeki hurdalıklar bir başka önemli çevre sorunudur.

Atık havuzlardaki tepkimenin (PH) çok yoğun asit oluşu kimyasal ayrışmayı yoğunlaştırır ve sonuçta mikro element ve ağır metallerin serbest kalmasına ve bunların da taban suyu yanında, yüzeysel sularla denize ve çevre arazilerine taşınmasına ve kirlilik yükünün her geçen gün yoğunlaşarak artışına neden olur. Bu arada böyle düşük asitli koşullarında ayrışma ortamında sekonder oluşumlu kaolinit kil minerali yanında gibsit-Al(OH)3, hidrargillit-Al(OH) ve gootit-FeOOII oluşumları da yoğunlaşır.

Maden atıklarında çevresel topraklarda ve çözeltilerdeki Al-3 yoğunlaşması havuzlardaki kimyasal asitb ayrışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Deniz kıyısından itibaren 50-100m içerdeki kuşak şeklindeki oluşumda demir yoğunluğu oldukça fazla ve sonuçta atık yüzeyi kırmızı ve sarı rengiyle çok belirgin demir niceliği %14,7719 ile en başat sınırda dağılım göstermektedir. En yukarı bölümde örnekleme sürecinde, civardan akan suyun çok yoğun kükürt kokusu içerdiği belirlenirken atık örneklemelerinde kimi yüzeylerin kükürt elementi kabuğu bağladığı gözlenmiştir.

Pirit ve kalkopirit minerallerinden element ayırma işleminde, ayrışma ortamında sülfüroz ve sülfirik asit yoğunlaşması sonucu atık tepkimesi (PH) son derece asit olduğundan örnekleme sürecinde temasta bulunan cildimizin oldukça ileri düzeyde etkilendiği, burada ayrıca belirtmek uygun olacaktır. Bu arada çevresel rüzgarlarla %70-%80 sınırlarında dağılma gösteren kil+mil inorganik taneleri, yöreye toz bulutu şeklinde dağılarak ağır elementler ve kükürtçe artan çevresel kirliliğe neden olmaktadır.

Lefke ve Gemikonağı dolaylarının hidrojeolojik görünümüne bakacak olursak, Teodos Ofiyolit kompleksinden beslenen ve kuzeye doğru akış gösteren dereler ve beslenim alanlarında yer alan Cu-Fe-Sülfür maden sahaları terkedilmiş bir vaziyette çevresini ve yaşamın her türlü öğesini tehlikeye sokmaktadır.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
İnceleme alanı olan Lefke ve Gemikonağı mevkii, deniz kıyısından başlamak üzere içerilere doğru devam eden 2000 dönümün üzerindeki bir alanı kapsamaktadır. Alan gözle görülebilir beş duyu organıyla hissedilebilir biçimde, önemli bir çevre sorunu yumağı ortamı durumundadır. Bu şekliyle alan Risk Bölgesi şekliyle tanımlanabilir. Tehlikeli Bir Çevre örneği olarak Açık Laboratuardır denebilir. Bu belirtilenler aşağıdaki bulgularla oldukça açık bir biçimde görülebilmektedir.

BULGULAR VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
1. Bölgede doğru bir envanter çalışması bulunmamaktadır.Bu nedenle araştırmalar ivedilikle derinleştirilmeli, kirlilik durumunun taban verileri saptanmalı, böylece Risk Analizi sonuçlarına ulaşılmalıdır.Ekolojik kapsamda yaşamsal bir Riziko Analizi bu nedenle oldukça önemli olarak görülmektedir. Konuyla ilgili tarafımızdan yapılan su analizleri ( Çizelge 2 ) durumu, ön araştırma çalışmasında bile açıklamaktadır.

2. Envanter çalışmalarının ve Riziko Analizi çalışmalarının sonucunda Alan Kullanım Karalarına gidilmesi zorunludur.Böylece doğru kullanımlarla risk sorunu en aza indirgenecektir. Çünkü alan 1974 tarihinden itibaren 25 yılı aşkın bir süredir terk edilmiş bir alan durumundadır.

3. Açık seçik ortada olan çevresel zararlanma yalnızca Lefke'yi ya da Kıbrıs'ı değil Doğu Akdeniz'e kıyısı olan ülkeleri, giderek Yunanistan, İtalya gibi turizim yörelerini de doğrudan etkileyecek durumdadır.

4. KKTC Devlet Laboratuarı Müdürlüğü tarafından 18.03.1999 sulama suyu raporları da göstermektedir ki önemli toksik maddeler adı geçen alanda standartların üzerinde bulunmaktadır.

5. Kısa vadede özellikle yaşamsal risk taşıyan önlemler ivedilikle ele alınmalı,böylece hemen tehlikeli olabilecek maddeler ortadan kaldırılmalıdır.

6. Alan depolama bölümünde verilen ksantatlar önemli bir tehlikedir. Bu kimyasalların beş yıllık ömrü olduğu bilinmektedir. Ancak şu anda nasıl bir tehlike içerdikleri ivedilikle araştırılmak durumundadır. Kansorejen olan bu maddelerin araştırma esnasında maskeler gibi ilgili araç gereç kullanılmalı ve daha sonrada bu maddeler yine ivedilikle enterne edilmelidir.

7. Her ne kadar gözle de görülebiliyor ve Çizelge 1-2'de belirlenebilmekte ise de, yine de alanda 50-60 noktada dikey araştırmalar yapılmalı.İzotop izleme yöntemi de kullanılarak hidrojeolojik akışlar belirlenebilmektedir.

8. Lefke Maden deresinde ki Gemikonağı göletine, drenaj havzası içinde yer alan pasa ve maden birikintilerinden olan atık girişlerinin önlenmesi. Göletin ve bunun kaynak verdiği kuyu sularının periyodik olarak kontrol edilmesi ve bunların sulama ve içme suyu olarak kullanılmasının engellenmesi,

9. Gemikonağında ki maden birikintileri, kimyasal madde atıkları, işletme sonrası geride bırakılan hurda atıkları, yörede gerek topraklarda, gerek bitkilerde ve gerekse sularda çevresel sorunlar yanında, görsel bağlamda da kirlilik oluşturmakta ve sonuçta kimyasal işlevin sağlıklı bir şekilde ortaya çıkarılması için yöredeki kirlilik kaynaklarının sürekli izlenmesi ve bu amaçla da 0-1m.,1-2,5m.,2,5-4m.,4-5,5m.,5,5-7m.,7-8,5m. derinliklerden periyodik olarak örnek alınıp analizlenmesi,

10. Maden işletme çevresinin tel veya yörenin ekolojik koşullarına uygun yeşil çitle çevrilerek buraya insan ve hayvan girişinin engellenmesi, bilhassa yeşil çit oluşturarak rüzgar tutucu özelliğiyle, çevresel kirliliğin en az düzeye indirilmesinin sağlanması.

11. Atık alanın güney yöresinde yağmur sularının atık alanına girişlerinin engellenmesi ve sonuçta son derece asit tepkime yanında sularda çözünen ağır metallerin denize olan deşarjlarını önlemek için, havzanın yukarı bölümlerinde çevirme kanallarının yapımı mutlaka gerekmektedir.

12. Bir başka ilginç bulgu da adı geçen alanda, Acacia cyanophylla (Kıbrıs akasyası- Top akasya) bitkisinin yoğun oluşudur. Bitki türü adından da anlaşılacağı gibi Siyan seven akasya demektir. Bu durum da ayrıca düşündürücüdür. * 6 *

***
CMC GERÇEĞİ-2

Geçen sayıda Lefke içme suyuna ilişkin şüphelerimizi ve bir dizi çelişkili tahlili ve raporu gündeme getirmiştik. Lefke içme suyunu risk altına sokan, su kuyularının bulunduğu yerdir. İçerisindeki su, maden atıklarıyla kirlenen ve kesinlikle içilmemesi gerektiği raporlarla kanıtlanan Gemikonağı Göleti ayni zamanda içme suyu kuyularını da tehlike altına sokmuştur.

Geçen sayıda yayınlanan tahlil sonuçlarından da görüldüğü gibi bu durum en azından zaman zaman tehlike olmaktan öteye geçmiş ve bazı dönemlerde Lefke'liler limitlerin üzerinde ağır metaller içeren suyu bilmeden içmişlerdir. Bugün içme suyu tahlilleri her ay düzenli olarak yapılmaktadır. Ancak , geçmişte halkı uyarması gereken kurumların tavrını gördükçe haklı olarak kuşkulanmamak elde değil. Ayrıca, geçmiş yıllarda Lefke Çevre Derneğine bir kopyası gönderilen analiz sonuçları yaklaşık olarak bir yıldan beridir gönderilmiyor.


SULAMA SUYU (GEMİKONAĞI GÖLETİ)

Gemikonağın Göletinin projesi aslında oldukça eski bir projedir. Dere yatağının altından denize doğru oldukça güçlü bir su kaynağının yıl boyunca kesintisiz akmakta olduğu anlaşılınca, bu bölgeye su kaynağının önünü derinden kesmeyi amaçlayan bir gölet projesi ilk kez Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde hazırlanır. Bu proje yaklaşık on yıl kadar önce uygulamaya konulur, ancak 'inanılmaz' bir hata ile! Orijinal projenin uygulanacağı yer göletin yapıldığı yerden yaklaşık 600-700 metre kadar daha güneydedir.Aslında o bölgede en uygun yer de orası idi. Göleti biraz daha kuzeye inşa ederek maliyetini oldukça artırmışlar. Bu duruma birçok kurum karşı çıkmış ama onları dinleyen olmamış. Göleti şimdiki yerine inşa ederek sadece maliyetini yükseltmekle kalmayıp ayni zamanda onu milyonlarca ton maden atığının tam ortasına inşa ettiler.

Eğer trilyonlarca liraya mal olan böyle bir projeyi rezil edebilmek için özel çaba harcansaydı ancak bu kadarı başarılabilirdi. Göletin inşa edildiği alanla ilgili yazmaya gelecek sayıda da devam edeceğim, bu sayıda bizi ilgilendiren gölet suyunun neyi içerdiğidir. Tarım ve Orman Bakanlığı yetkililerine göre göletin suyundan kaynaklanan hiç bir sorun yoktur. Yeter ki içme suyu amaçlı kullanılmasın. Sulama suyu olarak Kıbrıs'ın en kaliteli suyu imiş. 27 Temmuz 1999 gecesi, Tarım ve Orman Bakanlığı müsteşarı Mehmet Şanlıdağ ve Ziraat Yüksek Mühendisi Mehmet Altan, Lefke'ye gelerek bir toplantı düzenlediler ve gölet suyunun sulama suyu olara kullanılmasında hiç bir sakınca bulunmadığını halka anlatmaya çalıştılar.

Özellikle, Mehmet Altan, gölet suyunun bitkiler için ne kadar faydalı olduğunu Lefke'lilere uzun uzun anlatır. Mehmet Altan'nın devletin bu konu ile ilgili birimlerini de ikna etme çabası içinde olduğunu biliyoruz. Ancak, ayni toplantıda, bu su ile sulanan alanlarda yaprağı yenen bitki ekilmemesi gerektiğini söylemekten de geri kalmıyordu. Oysa o sırada dönümlerce tarlada bu tür bitkiler gölet suyu ile sulanmaktaydı ve bu durum bugün de devam ediyor. Bunun sorumluluğu Tarım Bakanlığında değilse kimdedir ?

Gölet suyunda bazı ağır metallerin limitlerin kat kat üzerinde oluşunu Tarım Bakanlığı uzmanları hiç önemsemiyor. Ne gariptir, 'bizim yetkililerin' dışında, araştırma yapan herkes başka şeyler söylüyor. Yandaki sütunda, Türkiye Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı, Çevre Kirliliğini Önleme ve Kontrol Müdürlüğü uzmanları tarafından hazırlanan rapordan bazı bölümleri aktarıyorum. Bakalım 'bizimkiler'şimdi ne diyecek?

RAPOR

*Gemikonağı Göleti'nin sulama amacıyla devreye girmesinden sonra, maden atıklarından kaynaklanan ağır metallerin sulama suyunda kirlilik olşturduğu yapılan analiz sonuçlarından anlaşılmaktadır.

*Su kirliliğine neden olan unsurlardan birisi de toksik maddelerdir. Bu maddeler arasında en önemli gurubu ağır metaller oluşturur. Zehir etkisi gösteren bu maddeler düşük konsantrasyonlarda bulunmaları durumunda bile çevre ve insan sağlığı açısından tehlike oluştururlar.

*Su kütlesinde zararsız gibi görülebilen derişimler o suda yaşayan ve ekonomik değer taşıyan ürünlerin bünyesinde ve sulama suları ile bitki bünyesinde benzer şekilde toksik değere ulaşabilirler.

*Göletin suyla dolu rezerv alanından sadece 8-10 metre gibi bir uzaklıktan alınan su numunesinin 408 ppm demir,50.90 ppm bakır içermesinin yanısıra pH değeri de 2,42 dir. Bu değerleri taşıyan su örneği içme suyu olarak kullanılamayacağı gibi tarımsal amaçlı kullanılması da sakıncalıdır.

*KKTC Devlet Laoratuvarının bu yıl içinde yaptığı analiz sonuçlarından da gölette ağır metal kirliliğinin ve dip savak seviyesinde asidik bir su tabakasının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

Gemikonağı Göleti'ndeki kirliliğin önlenmesi ve giderilmesi için, öncelikle gölete olan asit drenajın durdurulması gerekmektedir. Bu amaçla gerekli önlemler alınarak gölette tutulan su tahliye edilmeli, gölet dibinde biriken ve kirletici unsurların yoğun olarak bulunduğu dip çamuru sıyrılmalı, rezervuar içinde bulunan binalar yıkılmalı,asit drenajına neden olan havza içi kirlilik alanlar kil veya benzer bir maddeyle kaplanarak etkisiz hale getirilmelidir.Bu önlemlerin alınmasının ardından gölette su tutma işlemine yeniden geçilmeli,gölet suyunda uzun süreli ölçümler yapılarak kirlilik düzeyi belirlenmelidir. Bu önlemlerle su kalitesi sulama suyu kalitesine çıkarıldıktan sonra tarımsal amaçlı kullanılabilir... * 7 *

Kemal KURUSAKIZ / Çevre Uzmanı Hüseyin UĞUR / Ziraat Mühendisi

***

Sarsıcı bir doğa gezisi: Lefke Maden Tesisleri

Hayatımın en kötü gezisiydi. En acı verici olanı, en sarsıcısı. Bir doğa aşığı olan ben için Lefke Gemikonağı ve Karadağ bölgesindeki CMC maden tesislerinden arta kalan hastalıklı toprakları görmek, o topraklar üzerinde yürümek, sıcak ve rüzgârlı havanın etkisiyle iyice keskinleşen kokuyu duymak oldukça sarsıcıydı. İlk göze çarpan göz alabildiğine uzanan gri/mor/kahverengi tarlaların göze hiç de tanıdık gelmeyen, irkiltici görünümüydü. Toprak, toprak olma niteliğini kaybetmiş, fokurdayıp taşmış asitli bir karışımdan geriye kalan atıklar gibi duruyor.

Bir bakıma da öyle zaten. Toprağın altından sızan ve yağmur suyuyla akıp giderek dere yataklarından sulama sularına, bölgede bulunan su kuyularına ve Gemikonağı göletine karışan asit ve diğer mineraller ağır metal kirliliği yaratmakta. Bunu ben söylemiyorum gezide bize eşlik eden Lefke Çevre Derneğinden arkadaşların elimize tutuşturduğu bilimsel raporlar söylüyor.

Aslında çevreyi biraz dolaşıp, çukur yerlerde biriken kara suları görmek, toprağın aldığı görünüm ve bu tür maden şirketlerinin tarihleri boyunca altın ve maden çıkarma işlerinde siyanür kullandıklarını ve bütün önlemler alınsa bile geriye mutlaka mahvedilmiş bir çevre bıraktıklarını bilince insanın içinin rahat etmesi artık mümkün olmuyor. Bunlara bir de ikibin yılı boyunca Lefke bölgesindeki ölümlerin yüzde kırkaltısının kanserden olduğu ve bu rakamın çok da ayrıntılı ve kapsamlı bir çalışma sonucunda değil, ulaşılabilen vakalardan elde edildiğini eklerseniz durumun hafifsenecek bir tarafı olmadığını itiraf etmeniz zor olmaz sanırım.

Tamda maden atıklarının bulunduğu ve çevre kirliliğinin en yoğun olarak gözlemlendiği bir alana gölet yapmak ise bizim ne kadar insan merkezli(!) bir devlete sahip olduğumuzu göstermesi açısından iyi bir örnek olsa gerek. Göletin çevresi maden atıklarıyla dolu. Ayrıca gölet alanı içerisinde önceleri Lefke'nin içme suyunu karşılamakta kullanılan iki adet de kuyu bulunmakta. Ancak daha sonra asit drenajı nedeniyle gölette meydana gelen kirlenmenin kuyuları da etkileyeceği düşünülerek tarımsal amaçlar için kullanılmaya başlanmış. Aslında suya geçen ağır metallerin yarattığı kirlilik tarımsal ürünlerin insanlar tarafından tüketilmesinde ya da hayvanların beslenmesinde kullanıldığında sonuç dolaylı yoldan da olsa insan sağlığını halâ tehdit eder niteliktedir. (Biz oralarda dolaşırken bu sularla yetiştirilmiş karpuzlar kamyonlara yükleniyordu meselâ.)

KTMMOB'nin 1995 yılında yaptığı çalışmaların sonucu da bunları göstermektedir. Gemikonağı Göletinden alınan su örneklerinde içme suyu olarak kullanımı kesinlikle imkânsız kılan, tarımsal amaçlı kullanımın ise sakıncalı olarak nitelenmesini gerektiren sonuçlar ortaya çıkmış.

Bütün bunları okudukça içim karardı. Lefkede olan biteni, CMC'nin yarattığı kirliliği basından falan okumak tamam ama görmek, solumak başka. Göz alabildiğine uzanan o tuhaf renkli, tuhaf görünümlü tarlalarda tek bir tane bitki yok, tek bir dal yeşillik yok. Kızgın güneşin altında adeta "yer demir, gök bakır". Alabildiğine doğallıktan uzak bir doğa söz konusu oralarda. Bir an kendinizi atom savaşı sonrası, kimyasal kirlilikten yenik düşmüş, insanıyla, hayvanıyla, bitkisiyle ölmüş bir dünyada gibi hissediyorsunuz. Ama ordasınız ve olan olduktan sonra geride kalanlar halâ hayatta kalanlar için bir tehdit unsuru olmaya devam ediyor. Tıpkı maden ocakları çalıştığı sürece denize akıtılan, dere yataklarına akıtılan siyanürlü atıkların yok ettikleri bir yana geriye kalan atıkların da halâ yok etmeye devam etmesi gibi.

Milyonlarca ton atık oralarda büyük bir tehdit olarak sinsi sinsi bekliyor. Bunlardan denize sızanlar zaman zaman masmavi denizin kahverengi ya da mor bir renge bürünmesine yol açıyor. Terkedilmiş maden ocaklarının yarattığı kirliliğin boyutları sadece Lefke bölgesi ya da Kıbrıs değil tüm Akdeniz kıyısını tehdit eder nitelikte.

Bu yargı da bana ya da benim naçizane gözlemlerimin sonucuna dayanmıyor gene bilimsel raporlar bunu söylüyor. Ama gözle görünen de bunu destekler nitelikte. Bölgeyi gezdiğiniz zaman "Canım bütün bu tehlikeyi yaratanlar bunlar mıymış?" demiyorsunuz, diyemiyorsunuz.

Sadece "Aman Tanrım, aman Tanrım." Cümleciği dökülüyor ağzınızdan. (Ateist bile olsanız.) Hele bu konuda çeşitli kurumların, birçok biliminsanı ve uzmanın görüşlerini içeren raporları da okuyup gördüklerinizle birleştirince bu konuyu halâ savsaklayan ve saçmalayan yetkililere bayağı öfke duyuyorsunuz. Bir de "Canım o atıklar ve terk edilmiş tesisler yıllardır orada duruyor, değişen bir şey yok." Görüşü var. Aslında hiç de öyle değil. Oralardaki kimyasal atıklar durduğu yerde durmuyor. Birleşiyor, ayrışıyor, toprağa, havaya, suya karışıyor ve hep sinsi bir faaliyet içinde

nariçi
25-11-2008, 21:51
Son günlerde insanlar bindiğidalı kesmeyi çok seviyor **** farkında olmuyorlar.
Yalnız kazdağları değil 'Dünya'yı, onun yorganı atmosferi tüketiyorlar, dünya hırsı öyle gözlerini kör etmişki, Hakikaten devletler milli yeraltı ve üstü servetlerini planlayarak mı arayıp işletiyor yoksa tahmini ne bulurlarsa hemen tüketmeye mi çalışıyorlar, ormanda amenajman planları yapılır ama (yetkilileri dirayetsiz). madenler konusu nasıl?

hfz
26-11-2008, 01:38
Sevgili Arkadaşlar,

Biliyorum çok gecikmeli bir çağrı olacak ama ancak girebildim foruma. Umarım geri dönen arkadaşlar da olur...

Koza Altın İşletmeciliği A.Ş. nin işletmeciliğini yaptığı Bergama Ovacık Altın Madeninde ikinci bir havuz açılmak isteniyor. Bu konuda 28 Kasım 2008 Cuma günü saat 11.00'de halkın katılımı ile Ovacık'ta bir Çed toplantısı yapılacak.

Madende 2. bir havuz açılmak istenmesi Kozak Yaylası ve Kazdağları için gerçek bir SOS alarmı.... Yani bizler ne kadar savaş verirsek verelim, yapacakları işten emin! kuruluşların işlerine biz halka rağmen devam ettiklerine bir gösterge. Yine de halkın katılımının yoğunluğu ve itirazlarının çok ama çok etkili olduğu da, bu tarz gelişmeleri yavaşlattığı da örnekleri ile ortada..

Bergama Altın Madeninde ikinci bir atık havuzunun yapılmasına ''HAYIR'' demek için İzmir ve çevresinden katılmak isteyen arkadaşlarımıza çağrı yapmak istiyorum...

Ulaşım ücretsiz olacaktır. Katılmak isteyen arkadaşlarımızın (Uygun araç kiralanması için) 27 Kasım Perşembe günü saat 15.00'e kadar adı-soyadı ve telefon numarasını özel mesajdan bildirmelerini rica ediyorum. Bu bilgiler Cuma sabahı hareket yeri ve saati için önemlidir...

Bu arada yukarıda adı geçen sevgili Ertuğrul Barka bizlerle olacaktır.. Büyük ihtimalle Naci Kaptanımız da...

Ayrıca Bergama'da ikamet ettiğini tahmin ettiğim Enigma_6643 rümuzlu arkadaşımız ile de tanışmayı, yüz yüze görüşmeyi çok istediğimi belirtmek isterim. Eğer orada olursa beni bulmasını (kendilerini rümuz ile bulma imkanım olmadığından) çok rica ediyorum...

İçten sevgi ve saygılarımla...

Hafize Mert

cagdas1270
10-03-2009, 22:50
Kaz Dağları, çokuluslu şirketlerin altın madeni arama çalışmalarına sivil örgütlerin desteğiyle direnmeye çalışıyor. Çevre Bakanlığı da şirketler de bu doğa kaybının farkında değil. Çanakkale Çevre Platformu konuyla ilgili bir basın açıklaması yaptı: “Mücadelemiz sürecek!”
:(LÜTFEN KAZ DAĞLARINI KORUYALIM:)

cagdas1270
10-03-2009, 22:56
ARKADAŞLAR HEPİNİZİN DEDİĞİ DOGRU NE OLACAK BU TÜRKİYENİN HALİ HEM Dünyanın 2. oksijen cenneti.
3 milyon dönüm ormanı var.
43 endemik (yalnız bu yöreye ait) bitki türü var. Kazdağı göknarı ile dünyada meşhur.
Yeşil altın (zeytin) cenneti-12 milyon zeytin ağacı var.
Önemli bir turizm- ekoturizm bölgesi. Ayrıca kaplıcaları ile sağlık turizmi bölgesi
Antik dönem yerleşimlerinden pek çok antik kent var.Truva, Antandros, Gargara…
Önemli bir su kaynağı.
Değişik kültürlere ev sahipliği yapıyor: Türkmen, Yörük, Midilli göçmeni

cello
13-05-2009, 09:47
İstanbul'da yaşayan ama bölgeyi, dağı, kurdu kuşunu iyi bilen bir Çanakkaleli olarak okuduklarıma çok üzüldüm. Yaklaşım "KAZ DAĞI, ÇIKAR ALTINI" diyip kazmayı vurmak, ağaçları kesip, canlıları evsiz yurtsuz bırakmak ve siyanürle toprağı zehirlemek olmamalı. :(

alideryacengel
03-08-2009, 12:44
arkadaşlar destekleriniz için bu yörede oturan herkes adına hepinize teşekkür ediyorum.köstekleri içinde arkadaşlarımı bazı konularda uyarmak istiyorum.burası bayramiçin köylerinin bulunduğu bir ova.kazdağlarının iç kısmındayız.burada aranacak/bulunacak altınlar bu ovada yetiştirilen sebze meyvelerden daha değerli değil.ayrıca altın çıkarılır ve gün gelir biter.ama altın çıkartılırken kullanılan siyanür buradaki sularla tarım alanlarına kadar ulaşır.sevgili köstek olan arkadaşlar yediğiniz meyve ve sebzelerin büyük bir kısmı iyi sulanan verimli tarım alanı olan bu ovadan geliyor.bir kısmı yurt dışına gönderiliyor.bir kısmı meyve suyu fabrikalarına bir kısmı da iç piyasaya (yani sizlere) satılıyor.eğer yurtdışına satılanların içinde siyanür kalıntısı çıkarsa adamlar ülkelerine sokmadan imha eder verdikleri siparişleri de iptal ederler.üretimin tümü iç piyasaya yani sizlere gönderilir.eşimin dayısı istanbul bayrampaşa sebze ve meyve halinde dükkan işletiyor.çok iyi biliyorum ki büyükşehirlerdeki sebze ve meyve hallerinde hiç bir kalıntı kontrolü yapılmadan sebze ve meyveler sizin sofranıza kadar ulaşıyor.teknik bilgim yok ama bildiğim gerçekleri açık bir şekilde size yazdım.hükümetteki üst düzey bürokratlardan bazıları yüklü miktarda para alacak diye bu ovaya , burada yaşayanların geçim kaynakları olan tarımsal alanlarına ve KENDİNİZE kıymayın.buraları koruma çabalarına köstek değil destek olun.bu yazıları okuyunca evimin bahçesine çıkıp 5 dakika önce bir resim çektim.kırmızı daire içindeki yer bir maden ocağı.etrafım çepe çevre meyve bahçeleri ve çam ormanlarıyla kaplı.sadece bu leke var karşımda ve yavaş yavaş da olsa büyüyor.o resimde gördüklerinizle daire içindeki rezaleti içinize sindirebiliyorsanız bana diyecek bir şey kalmaz.okuduğunuz için teşekkür ederim.

alideryacengel
03-08-2009, 12:57
çagdaş1270 arkadaş.buradaki zeytin ağaçları 12.000.006 tane oldu.bu yıl 6 tane de ben diktim bahçeme.onları bir kilometre uzaktaki çeşmeden taşıdığım suyla her gün azar azar suluyorum.gövdeleri henüz işaret parmağım kalınlığında ama tane yaptı benim çocuklarım.

Katsuz
21-08-2009, 19:18
ArkadaşLar bir durun hele...

Hemen adamLarı vatan haini iLan Ettiniz...

Hiç oLayı başka TarafLardan YorumLamayı akıL edebiLdinizmi...

Bir zamanLar unuttunuzmu Bergama köyLüLeri vardı... eLLem ettiLer kuLLem ettiLer bergamada fabrika açıLmasını önLedirLer... Aradan biraz zaman geçtikten sonra ne oLdu...
ArkaLarından Propaganda AmaçLı aLmanLar Çıktı...

Biraz Gözümüzü açaLım ne oLur... Şimdide Aynı oyun oynanmakta... Kazdağında adım başı her yere sonda vuruLmuyor !
+
Siyanür Oranı Avrupa araştırmaLarında minimum %12 iken Türkiyede Bu %0,2 oranLarında...

BibirLeri Türkiyenin YeraLtı kaynakLArının Alalade ortaya çıkmasından rahatsız...

oLtaya yem oLmayaLım...


Ormanlar Altından Daha Değerlidir...!!!
Helede o Ormanları ülkemiz sınırı içerisinde düşünürsek çok daha değerlidir.

Oğuz Karsan
03-10-2009, 18:42
Merhaba.

Kazdağı veya bir başka yer, önemli olan Vatanımıza, toprağımıza, yeraltı ve yerüstü zenginliğimize, Ağacımıza, Ormanımıza sahip çıkabilmek.

Bir sürü oyun oynanıyor ve aklımızı karıştırıyorlar. çevreci oluyorlar, insancıl görünüyorlar, aksi söylenemeyecek doğa dostu mesajlar veriyorlar ve malı götürüyorlar.

Kazdağının kuzeyini, güneyini, batısını ve doğusunu karış karış gezdim. Heryer talan ediliyor. Ama talan eden çok uluslu firmalar, tröstler değil. Kendi insanımız yapıyor. Mesela en fazla rant nerede var? Bodrum, Marmaris, Göcek, Kuşadası, Foça, Antalya, Trabzon ve Rize yaylaları. Bu saydıklarıma daha binlerce yer ekleyebilirsiniz.

Rant getireceği tahmin edilen yerin belediye başkanları yabancı mı? Hayır. Peki bu Altıncıları hedef alanlar madem Ağacı, Ormanı çok seviyorlar neden kendi beldelerinde Ağaçların kesilip Villaya dönüşmesine izin veriyorlar? biri bana bunun cevabını verebilir mi? Bodrumu Marmarisi ve diğer yerleri Altıncılar veya madenciler mi Ağaçları kesip villa doldurdu?

Madem Ağaçlar ve Ormanları çok seviyorlar, diğer faliyetler ile Ağaç ve Orman katliamına neden sessizler? Çünkü kampanya hazırlanırken diğer ihtimaller hesaplanmamıştır.

Ben de ilk tepki gösteren ve dernekleşenlerdenim. Bir süre sonrs köylümüze altın kullanmamaları yönünde çağırı yapmamızı teklif edince birkaç saniye içinde diğer üyelerden tepki aldım. Çünkü kuyumcuları darıltmamak lazımdı. Halbuki talep olmayan şeyin değeri düşmezmiydi? Talep olmayınca çıkarılan altın ne işe yarardı? Çıkarma maliyetini kurtarmazdı.

Ama öyle olmadı. Altın satılmasına karışmayalım ki Almanya bize daha çok altın satabilsin. Amacın dışına çıkılmamalıydı. Biz slogan ararken bir gece içinde nereden geldiği belli olmayan pankartlar Bayramiç dahil, Çanakkalenin her yerini doldurdu. Gizli bir elden tekrar komut alınca da birden durdu.

Birşeyler döndüğünü ilk toplantıya katılan insanların profilinden çıkardım. Kendi beldelerinde çok kıymetli Zeytin Ağaçlarını kesip villa yapanlara acımasızca inşaat ruhsatı veren birkaç kişiyi orada görünce bir gariplik olduğunu, Ağacın ve çevrenin bu insanlar tarafından savunulmasının mümkün olmadığını anlamıştım.

Altınolukta ilk 4 katlı villayı yapanlar da oradaydı. Zeytinliklerin kesilmesine neden olacak imara açma olayının da kahramanları oradaydı. Körfeze gidenler mutlaka Akçay'ın, Güre'nin, Ayvalı'ğın, Altınolu'ğun ne biçim bir imar felaketine uğradığını görmüşlerdir.

Şimdi tekrar soruyorum Ağaçlar hala umurlarında mı? Eğer umurlarında ise neden hala Zeytinlikleri imara açıyorlar. İsteyen Altınolukta hangi villaların yerinde ne kadar Ağaç vardı araştırsınlar. Sadece Altınolukta değil, Yeşilyurt(Çetmi)köyünün üstlerinde villalar dolmadan, oteller yapılmadan önce neler varmış?

Şimdi ise Ağaçları keserek otel inşa edenlerin hepsi çevreci olmuşlar. Nerede hangi villa sahibine giderseniz çevreci olmuş. Bütün inşaat ruhsatlarını verip Ağaçları kestiren Belediye başkanları da.

Ağaç, Altın bahane, Talan şahane. . .

Saygılar

eskimo
01-08-2019, 17:11
13 yıldır Kazdağları madencilere açık.
Onca yıldır yüzbinlerce ağaç gitti.
Ne oldu da şimdi birden gündeme geldi.
Ben bu işin içinde iş olduğunu sanıyorum.
Biz tam 2007 yılından beri Ağaçlar net olarak
konuyu tartışıyoruz.
Bugün neden gündemde acaba?

TiberSeptim
10-10-2019, 03:47
"Bu dünyaya ve Yaradan'ın Yaradılış eseri olan kutsal doğaya düşman olanlara en güzel örnek Nuh peygamberdir.Aşağılanan yaratıklar için bir gemi yaptı!

İnsan ırkı, Allah'ın yeryüzündeki sureti olduğu iddiasını bırakıp, Allah'ın yeryüzündeki bir kulu olarak, kendinden aşağı canlılara hizmet etmedikçe doğru yolu bulamaz.

Sekülerizm insana hizmet der.Çünkü insanı Allah'ın yeryüzündeki sureti olarak görür.

Semavi dinlerin büyük babası Nuh ise, yeryüzüne Allah'ın bir kulu olarak hizmet eder."

Yeryüzü sadece bizim değil, her canlınındır.EN ÖNEMLİSİ YÜCE TANRININDIR.

Kaktüsbahçesi
27-11-2019, 21:40
Konferans

Zelenika71
28-09-2020, 01:25
https://ekolojibirligi.org/yasam-savunuculari-degil-ruhsatsiz-ve-isgalci-alamos-gold-tahliye-edilsin/
Bir yılı aşkın süredir Kazdağı’ndaki altın madeni talanına karşı Kirazlı Balaban mevkiinde su ve vicdan nöbeti tutan yaşam savunucuları, bu sabah jandarma zoruyla nöbet alanından çıkarıldı. Nöbet alanını kuşatan jandarma alanda çadırlarda bulunan dört kişiyi gözaltına alıp pandemi yasaklarını gerekçe göstererek nöbet alanını tahliye etti. Yapılan müdahale, ekoloji örgütleri tarafından ortak bir açıklama ile tepki göstererek kınandı: “Yaşam savunucuları değil, ruhsatsız ve işgalci Alamos Gold tahliye edilsin!”