View Full Version : Ağaçlar, meyveleri ve çiçekleriyle oynanan oyunlar
Dün akşam çam türleri konusunda Darkyes'in yorumuna yanıt yazarken aklıma geldi. Çocukluğumuzda ağaçlarla içiçeydik. Daha doğrusu doğa bizim arkadaşımızdı. Şimdiki çocuklar gibi bilgisayarlarımız yoktu, televizyon yoktu, teyp bile yoktu. Hele mp3 playerler hiç yoktu. Pikaplar, radyolar vardı ve onlar çocuklar için değildi. Elimizi bile süremezdik, dinlemek serbestti sadece.
Biz çocuklar da hayal gücümüzü zorlar kendimize oyunlar üretirdik. Bahçedeki ağaçların yaprakları oyuncağımız olurdu.
Açılışı ben yapayım:
- Çam yapraklarından zincirler yapardık. Onları boynumuza asardık. Bazen de en uzun zincir yapma yarışları yapardık, ilk sıkılan oyundan çıkardı. Metrelerce zincir yapmak sabır ister doğal olarak. :)
- Papatyadan taç yapmayan var mıdır acaba? Ben yaptım mesela. Kolyeler, küpeler, yüzükler daha neler neler. Ha bir de papatya falını unutmamak gerek. Seviyor, sevmiyor... Eğer sevmiyor çıkarsa başka çiçekle devam edebilirsiniz bu fala, sonunda seviyor çıkana kadar. Nasılsa her yer papatya tarlasıydı.
Eğer üşenmeyip işlem basamaklarını fotoğraflarıyla anlatırsak daha kalıcı olmasını da sağlayabiliriz. Dün gece yatakta uyumaya çalışırken kararlıydım ama gün ışıyınca üşenmeye başladım bile. Hele şimdi sıcaktan kolumu kaldıracak güç bulamıyorum kendimde.
Bir fikir olsun diye yazıyorum belki aramızda ayrıntılarıyla anlatacaklar çıkar. Günümüz çocuklarına sıkılmadan oynayacakları oyunlar öğretiriz.
20-25 cm uzunluğunda bir sopanın iki ucuna portakal saplayıp bu çubuğu da daha uzun bir sopaya bağlıdıktan sonra tek dingilli bir araba(?) elde edip onlarla yarış yapardık.
Burada bu oyuncak arabanın hiç önemi yok hızlı koşabilen yarışı kazanırdı zaten
Bahçemizdeki kara üzümden aldığımız salkımlarla bahçe duvarına oturduk.
Ekşi mayhoş tadı olduğundan iç kısmını yiyemezdik
ama kabukla iç kısım arasında kalan şerbetine bayılırdık.
Onun için önce içini pırtlatırdık önümüzdeki yola.
En uzağa pırtlatan kazanırdı bu oyunda.
Sonra içini attığımız kabuğun iç kısmındaki şerbeti içerdik..
Bahçede üzüm yaprakların arasında bulduğumuz yeşil tırtılları iplerin üzerine yerleştirir yarışmalarını izlerdik. Onlar hiç durmadan tırmanırlardı. Neden, nereye hala bilmem.
Tüpgaz hortummunu keser iki ucuna çitlenbik meyvelerini yerleştirirdik. Sonra hortum genişliği kadar inceltilmiş bir çubukla hortumun bir ucundan bastırırdık Arada sıkışan hava hortumun diğer ucundaki meyveyi fırlatırdı.
Takımlar oluşturup yaptığımız oyuncakları da silah olarak kullanarak çocuk aklımızca savaşırdık
Papatyalara geri döneyim. Ben papatyadan çelenkler yapmak yerine onları incelemeyi daha çok severdim. Taç yapraklarını koparıp diplerine bakardım. Sonra tohumlarını incelemeye başlardım. Kolay değil, saatlerimi alırdı her çiçeği incelemek. Sonradan öğrendim ki tohum zannettiğim şey her biri ayrı ayrı çiçekmiş meğer.
Her çiçeğin yapraklarını tek tek yolup çiçeğe nasıl takıldıklarını merak ederdim. Yani papatyayla sınırlı kalmadım hiç bir zaman. Çiçek tozlarına bulanırdım. Sonra da her yerime bulaşan çiçek tozlarını incelerdim. :)
Hele karıncaları incelemek ayrı bir zevkti benim için. Onları saatlerce sıkılmadan izler dururdum. Yiyecekler koyardım yollarına. Şimdiki karınca nesline yardımım dokunmuştur mutlaka, yiyecek sıkıntısı çekmezlerdi sayemde.
İnceleme deyince bitkilerin nasıl büyüdüğünü merak ederdim. O yıllarda tv olmadığı için belgesellerden öğrenemezdik merak ettiklerimizi. Hele öğretmenlerimize hiç soramazdık. Büyükler zaten bizimle hiç ilgilenmezlerdi. Sürekli garip sorular soran küçücük bir kızla kim uğraşır ki. Aslında sorular garip değildi bana göre. Kafamdaki soruların yanıtlarını kimseden alamayınca iş başa düşerdi tabii ki. Her gün bitkilerin görünümlerini kafama kazırdım. Ertesi gün neler olmuş diye koşardım başlarına. Bir sonraki gün neler olacak diye kendimce tahminlerde bile bulunurdum. Bunun için ilkbaharı çok severim. Doğa uyanır uykusundan. Öylesine büyük bir hızla gelişir ki başı döner insanın.
Erguvan Muhibbi
05-08-2005, 08:53
Yılmaz 'ın genç olduğu belli. Patlangaçı hortumla yaparlarmış.
Biz patlangaçı Aylandız (kokar ağaç) dallarından yapardık...
Kirazdan da küpe yapardık...:)
Sabahtan akşama kadar dut ağacından inmezdik. Zorunlu molalar dışında tabii ki. :) Neler yapardık diye düşünüyorum da, elim sende oynardık kocaman ağacın dallarında. Yorulunca yatağımız olurdu dalları. Uzanır dinlenirdik. Patlayıncaya kadar dut yerdik. Sonrası malum midelerimiz bozulurdu. Dut ağacı en eğlenceli oyun bahçemiz olurdu.
Şimdi ise ağacından dut yemeye hasret kaldık.
Palamut ağacının meyvesini parmaklarımıza geçirirdik. Hani dikiş yüksüğüne benzeyen kısmını. Sonra da şıkır şıkır oynardık. Dansözlerin zilleri var da bizim yok mu? Bizim ziller lastikle tutturulmadığı için parmaklarımızdan düşmemesi için özel çaba sarfetmemiz gerekirdi. Hem oynayacaksın hem de düşürmeyeceksin. Epey maharetliymişiz canım. :)
Cevizin sert kabuğunun dışındaki yeşil kısmı taşla döver parmaklarımıza kına yakardık.
Şeftali ağaçlarında oluşan zamkları toplar, sulandırır, gül yapraklarıyla karıştırıp güzel kokulu ojeler elde ederdik. Bu ojeyi yapmak günlerimizi alırdı. İşin en eğlenceli kısmı da istediğimiz rengi elde etmek için uğraşmamız olurdu.
Dev Sekoya
08-08-2005, 08:45
ağaç insanın paleoantropolojik açıdan ilk eviydi..
Komşunun yakmak için aldığı tahta parçaları oyuncaklarımız olurdu. Sanırım marangoz atelyesinden artan tahta parçaları idi, ancak öyle güzel şekilleri vardı ki, hayal dünyamızı kışkırtırdı. Masa, karyola, koltuklar v.b. kısaca oyuncak evimizin tüm eşyaları sayelerinde tamamlanırdı. Ayrıca kelebek, tabanca, kuşlar ve şu anda aklıma gelemeyen bir yığın şekillere benzetirdik onları. Komşudan izin ister alırdık tahtaları. Uzun bir süre oynardık tüm mahalle çocuklarıyla birlikte.
Bizi oyalayan bir ayrıntı ise bugün koltuk olan parça bir başka gün dolap olabilirdi. O andaki hayal gücümüz eşyaları belirlerdi.
Evet, bunu biz de yapardık :)
Bizim hayal gücümüz vardı. Şimdiki çocuklara legolar alıyoruz, hayal etmeye gerek bile yok. Yapmaları gerekenler fotoğraflarla görüntülenmiş. Neyi nasıl yapacakları örneklenmiş.
Ben kendi çocukluğumu şimdikilere tercih ederim. Hiç canımız sıkılmazdı. Herşey oyuncağımızdı. Oyalanacak öyle çok şey vardı ki...
Bahçelerimiz vardı, meyve ağaçlarımız vardı, meyve ve sebzelerin büyümelerini izlemek bile başlı başına bir oyundu. Hele dalından domates yemenin zevki bambaşkaydı. Elimizle ikiye bölerdik, buzlu buzlu görüntüsü olurdu. Ağzım sulandı, en iyisi susayım. :)
Burada yazılanları toparlayıp, Çocuk bölümüne eklesek mi?
Güzel oyunlar var..belki ilham kaynağı olur bıdıklara...
Konuyu oluştururken yer konusunda epey tereddüt etmiştim, çocuklar bölümü ile burası arasında. İstersen ilginç oyunları, istersen konuyu olduğu gibi taşıyabilirsiniz. Hangisi daha uygun gelirse. "Administrator" olan sensin Aybalacıkım.
Kısacası hangisi uygulanırsa uygulansın bana uyar.
Sevelim, foruma yazmakla, site eklemek arasında yazım üslubu açısından biraz fark var. Sitede daha başı sonu belli bir yapıda olması gerekiyor.
Senin için sakıncası yoksa, bu bölümün tümünü sen toparlar mısın?
Yazı hazır olunca aybalaya gönderisin...
Neyi nasıl toparlayacağım? Burada yazılanları makale şekline getirmekten mi bahsediyorsunuz, ya da onun gibi bişey. Hem oynanan oyunlar bitmedi ki. Çocukluğumdan kalan daha bir yığın oyun var. Hatırladıkça yazıyorum. Gittiğim her yerde eskileri açıyorum "neler yapardık yaa, hey gidi günler hey" diyorum ve hatırlayamadıklarımı başkalarının hatırlamasını sağlıyorum. :))
Biz doğayla içiçeydik. O yıllarda apartmanda oturanlara özenirdik, şimdi ise bahçeli evlerde oturmayı özlüyoruz. Anlatılacaklar henüz bitmedi yani.
Asıl önemli konu ise ben bir yazar değilim. Nasıl yaparım bilemiyorum, bahaneler uydurup duruyorum anlayacağınız. :)
Bence, bu yazdıklarını Adile Teyze gibi çoçuklara anlatır bir dille yazıp, öyküye dönüştürebilirsin
ya da, madem o kadar çok "Doğada Oyun" gibi bir bölüm açılıp oraya ayrı ayrı ekleyebiliriz.
Yazar değilmiş ba ba ba,
valla çok ayıp ettin şimdi,
burada hepimizin Pulitzeri var..hiç olmadı hiçç :)
Sardunya yapraklarından takma tırnak yapardık. Sardunya olduğundan pek emin değilim ama tırnak şeklinde taç yaprakları olan bir çiçek olduğunu biliyorum. Rengarenk, ojeli ve uzun tırnaklarımız olurdu; en fazla yarım saatliğine. Yarım saat bile kalacak olsa, onca uğraşa değerdi bizim için.
Gül yapraklarını avuçlarımızda (baş ve işaret parmaklarımızı birleştirip aradaki boşlukta) patlatırdık. Kim daha fazla ses çıkartarak patlatırsa oyunu kazanırdı.
Yeşil yapraklarıyla değil, taç yapraklarıyla oynanırdı bu oyun.
Erik çekirdeğini kırar içinde beyaz, yumuşak, içi su dolu bir çekirdek daha olurdu. Karşıdakine sorardık; horoz mu tavuk mu diye. Her iki taraf da bir dilek tutardı. O yumuşak şeyi parmaklarımızla pırtlatırdık. Karşıya sıçrarsa horoz olurdu, fazla uzağa gitmezse tavuk olurdu. Kimin dediği olursa dileği gerçekleşirdi. (Çocuk aklı işte, dileğimizin gerçekleşmesiyle ne alakası varsa).
backyard
12-10-2005, 10:12
bu bölüm ihmal edilmiş
toparlamaya, gereken düzenlemenin yapılmasına yardımcı olurum, eğer ilk eli atarsan sevelim :)
Şimdiye kadar toparladıklarımı sana göndereyim bari. Yoksa tamamlanamayacak.
backyard
12-10-2005, 10:29
tamam mailini bekliyorum
tembelleşmeyinnnnn
hımbıl aybala gibi olmayınnn
e hani hımbıl olmayan arkadaşlar
her şey var var
ne duruyorsun
bi helva yapacaksınız
(canım nasıl çektiiiiii :( )
akasya yapraklarından tırnak yapardık,akasyanın mayhoş çiçeğini yerdik,
çoban ekmeği diye bir ot vardı onun etli kısmını yerdik,acı kavunları patlatırdık,
gelincik şurubu yapardık,
kokar ağacın ince dalının yapraklarını soyup kamçı yapardık,
nar çiçeğinden kolye yapardık,(sonrada bu nar ağacı neden meyva vermiyor diye üzülürdük:)
kitap arasında kuruttuğum yapraklardan tablom var.
asma yapraklarına salça sarıp dolma yapardık,
asmanın yeni sürgünlerini koparır soyar yerdik.
asma yapraklarına salça sarıp dolma yapardık,
bu bir yemek mi?
:)
eskiden salçalar evlerin damlarında tepsiler içinde güneşte kurutulurdu.
bizde kuzenlerimle bu salçalardan aşırıp yapraklara sarardık.oyun yani..
gitmiş güzelim salçalar :)
Bu bir oyun değil
bir yemek hiç değil
:)
yazacak yer bulamadım
topik açmaya da şimdilik değmez...
mandalina yiyordum da
kabuklarını kaloriferin üzerine koyunca
oda mis gibi koktu
oda kokusuna gerek kalmadı
şiddetle önerilir
:)
Cihangir
09-11-2005, 23:57
Bu bölüme girmemiştim hiç.. :(
Çocukluğum geldi aklıma.. Zerdali ağaçları, erik ağaçları..
Rahmetli dedemin yaptığı kızak.. Sanırım hala köydeki evimizde duruyordur..
Gündöndü ( ayçiçeği ) saplarından at yapar oynardık..
Göl kenarında "pıta" dediğimiz bir bitki vardı.. Onlardan şapka örerdik..
Zerdali çağla'larının çekirdekleriyle oynardık "tavuk mu horoz mu" oyununu !!
Akasya yapraklarını koparıp "seviyor sevmiyor" oynardık !!
:)
backyard
18-11-2005, 09:27
burada yazılanları kopyaladım, düzenlemeye başlayacağım, itirazı olan varsa yapsın yoksa sonsuza dek sussun :)
backyard
18-11-2005, 10:01
http://www.agaclar.net/index.php?id=2985 buyurun bakalım :)
sevelim yapacaktı ya
yapmıyorsa
meşe ağacı mahkemesi kurulsun hemen
:mad:
Eline sağlık, çok güzel olmuş.
Eklemeler yapıldığında o yazı da değişecek mi?
Size söylemiştim kafamı toparlayamıyorum diye.
Aklıma gelinciklerden yaptığımız gelinler geldi yazıyı okurken.
Gelincik tomurcuğunun içini açar, buruşuk yapraklarını dışarıya çıkarırdık. Yeşil kısmını koparmaz pelerini olurdu gelinin. Daha önceden açmış gelincigin ortasından da kafa yapardık üstüne. Siyah püskülleri de saçları olurdu gelinimizin.
Hey gidi günler hey! Şimdiki çocuklar biliyorlar mıdır bu oyunları acaba?
backyard
18-11-2005, 10:27
toparladım işte ben, yazılar yine sizin yazılarınız, bundan sonraya bakalım aaaaa
yeni oyunlar yazıldıkça, oraya ekleyeceğiz
backyard eline ve pc ne sağlık,
kaynağı genişletmek için anneme soracağım,
doğa ile oyunlarda onlar bizden şanslıydı çünü.
backyard
18-11-2005, 12:43
ben birsey yapmadim, yazan sizlersiniz, yine yazin yine yapariz :)
spooky_spook
19-11-2005, 21:27
sevelim yapacaktı ya
yapmıyorsa
meşe ağacı mahkemesi kurulsun hemen
:mad:
aybalam sen de fena kaptırdın bu meşe ağacında sallandırma fikrina yaahuuu.. :)
yazı çok güzel olmuş.. ben de bu oyunlara yetişebildim.. şimdiki çocuklar ufak yetişkinleri oynuyor malesef.. çocukluk kavramı da kaybolma tehlikesiyle karşıkarşıya.. :( göstermelik iki salıncak bir kaykaydan oluşan, apartmanların arasına sıkıştırılmış, güneş almayan, ağaçsız, çiçeksiz parklar... çocuklara fazla bir seçenek de kalmıyor ki :(
Mehmet Saygın'dan rica etmiştim, arkadaşı Ilgaz Özveren de bir tane çizmiş. Sonuçta çocuk oyunlarınızın ikisi resimlenmiş oldu :)
Boyamalarını ben yaptım, bu konuda sorun varsa suçlusu benim :)
http://www.agaclar.net/index.php?id=2985
Çok teşekkürler. Umarım birlikte çalışmalarımız devam eder...
Çok güzel olmuş her iki resim yazıyı tamamlamış. Devamı da gelir inşallah. :)
http://www.mehmetsaygin.com/
Belki teşekkür etmek isteyen olur:)
Tekrar istemeye yüzümüz olsun:)
Cumhur Tonba
04-01-2009, 19:26
Portakal çiçeklerinden çok güzel kolyeler yapardık.
berduray
04-01-2009, 20:02
Haşhaş kapsülleri olgunlaşınca üst kapağını açar, içine karadut ve böğürtlen doldurup, bir güzel karıştırır yerdim.
Ebegümecinin iri çiçeklerini toplardım, yaprağını koparıp, itinayla biraz ucundan ikiye ayırırdım, yanaklarıma, çeneme yapıştırırdım.(Yapışır o ikiye ayrılan kısım.)
Şimdiki venedik maskları gibi dolanırdım ortalıkta, bazen de kızılderilicilik, kovboyculuk oyunlarında kabilemin işareti olurdu yapraklar.
Annemin ahşap dikiş makaralarını hala, amca oğullarıyla tele geçirir, araba süsü vermeye çalışırdık.
Hatırladıkça yazarım yine.
berduray
04-01-2009, 20:11
Boş gazoz şişesine su, toz şeker ve gülyaprakları koyardım, elimde bir sopayla eze, karıştıra gül şerbeti yapardım, bana da çok tatlı gelirdi.
Adı çobantası olan bitkinin uçlarındaki kalp şeklinde olan yan dalcıkları kopmayacak kadar aşağı doğru sıyırır, doğal bir çıngırak yapardım.
berduray
05-01-2009, 21:56
Kozalak topaçları da hatırladım.
Yazdıklarınızı okurken, çocukluğumun büyük kısmının geçtiği toros yaylalarına daha da çok özlem duydum..
Gerçi henüz gencim ama yine de çocukluğumu doğayla başbaşa, köy kadar küçük bir ilçede, her istediğimizi bulamayacağımız kadar sınırlı imkanları olan bir ilçede geçirdiğim için şanslıyım..
Ormanlık tepelerde gezer, kalın çam ağacı kabukları getirirdik evin bahçesine. Sonra onları tırtıklı bir zemine sürte sürte dışlarındaki kaba kısmı rendeler, içlerindeki kıpkızıl kısmı açığa çıkarırdık. Bu kısmın şekil alması kolay olurdu, yine tırtıklı yere sürterek dikdörtgen, silindir, yuvarlak şekiller yapar, bunları hayal gücümüze göre toplu iğnelerle birleştirir, oyuncak yapardık. Bebekler, arabalar, yatak ve yastıklar...
Adını bilmediğim bir bitki vardı, renk renk minicik çiçekleri olurdu. Bir dalın üzerinde birçoğu sıralanırdı. Bunları dalından koparınca ortaları delik kalırdı, bu çiçekcikleri sırayla saman ya da ince dallara geçirir, sonra da bunları renkleri bozulmadan kurutma yolları arardık..(annemizin saç spreyini sıkardık üzerlerine ama işe yaramazdı;)) Gece mavisi renginden daha bol bulunurdu, arada pembe ve beyaz da bulurduk..
Yerfıstıklarını ise değişik bir metodla birbirlerine birleştirip "fıstık adamlar" yapardı kimi çocuklar, ben hiç yapamadım, çok özenirdim :(
Çam iğnelerinden zincir yapardık biz de :)
Tırnaklarımıza yapıştırdığımız çiçek yaprakları ise "cosmos" yapraklarıydı, birçok rengi olurdu bahçede, taç yapraklarını koparır, yalar, tırnaklarımıza yapıştırırdık ;)
Biçilmiş buğday tarlalarında kalan saplardan biraz toplar, içleri boş bu sapcıkları boy boy keser ve uzundan kısaya doğru yerleştirip hepsini yanyana tepelerinden dikerdim ve kapılara asardım ;)
Yine buğdaylar henüz yeşilken saplarını koparırdık, belli bir kısmı olurdu, o kısmı alıp üflerdik, düdük sesi çıkardı..
Bir kez bir piknikte, bir amca, çam ağacından küçük bir dal kesmişti ve büyük bir beceriyle ortasını boşaltmıştı, ağız kısmına özel şekil verip gövdesine delikler açmıştı ve müthiş bir flüt yapmıştı bana.. Hala unutamam.. Tabii dal kuruyunca ses çıkmaz olmuştu ;)
Şimdilik hatırlayabildiklerim bunlar.. Keşke şimdi de hayatım o kadar tasasız olsa da, tüm vaktimi doğada gezip, köy çocuklarıyla koşturarak harcayabilsem..
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.