malina
02-05-2011, 10:41
Agaclar.net'e geliş maceranız nasıl oldu?
Babadan kalma araziyi ıslah çalışmalarına başladığımda araştırma yaparken talihin bahtıma güzel bir iltifatı olarak karşıma çıktı. Orman ve tabiat tahribiyle yok olmaya yüz tutan türlerin çoğaltımı ve bölge iklimine uyum sağlayabilecek ama bilinmeyen yeni meyvelerin keşfine çalıştığım bir sırada Agaclar.net’e rastladım. Tabir caizse; birbirimizi bir gördük, pir gördük. Sitede ilk dikkatimi çeken ana sayfada yer alan insan nüfusu, doğal yaşam alanı ve kişi başına düşen doğal yaşam alanı rakamlarıydı. Ürperdiğimi hatırlıyorum.
Burada neler öğrendiniz?
Belki de fıkralarımızdaki gibi bu soruya başka bir soruyla cevap vermem gerekecek: Neler öğrenmedim ki? Hepsini sayıp dökmek imkânsız ama şükran duygumun iadesi olarak birkaç örnek zikredeyim:
İlk olarak ağaçlar ve bitkiler hakkında ne kadar câhil olduğumu öğrendim. Mesleğim ve dünya görüşüm itibariyle hep görmek istediğim bilginin paylaşıldıkça çoğaldığını yaşayarak öğrendim. Ülkemde hâlâ gönlü tabiat ana misali engin, yüreği toprak ana misali cömert insanların olduğunu öğrendim. Bitkilerin ilgi ve sevgiyi hissettiğini ve karşılıksız bırakmadığımı öğrendim. Bir fidan ya da tohumun sabırla köklenip büyüyüşünün, çiçek açışının insana evlat sahibi olma mutluluğuna yakın hazlar bahşettiğini öğrendim. Öğrenmem gereken daha çok şey olduğunu ve benim azmim ve buradaki yüce gönüllü insanların desteğiyle öğrenebileceğimi öğrendim. Çok mu? Bunlar sadece basit örnekledi…
Diğer üyeler sizden neler öğrendi?
İşte yüzüm kızarmadan cevaplayamayacağım bir soru. Sınıfta hoca, burada talebeyim. Diğer üyelerin benden bir şeyler öğrenebildiklerini sanmıyorum, ama genç arkadaşlardan, en azından birinin azmi, sabrı ve vazgeçememeyi öğrenmesini dilerdim. Böyle bir şeyi başarabilmişsem mutlu olurum.
Sizi tanıyalım.
Bu soru çalışmadığım yerden çıktı. Ama bu mülakatı klasik sınava benzeterek kâğıt boş bulunmasın diye bir şeyler yazayım. Kafa kâğıdımdaki doğum tarihim itibaridir. 12 Aralık tarihinde ve “Amcam askerden izne geldiği sene” doğmuşum. Muhtemelen 1973 ya da 74. Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı, adını orman güllerinden alan, Gülyurdu Köyü’nde, dört kardeşin üçüncüsü ve alenin tek erkek çocuğu ve herkesin “yaşamaz” gözüyle baktığı 900 gramlık bir bebek olarak dünyaya gelmişim. Annem ve babam malzemeden hayli tasarruf etmiş olmalı. Altı yaşımda köy ilkokuluna başladım. Üç hafta sonra okula Siirtli bir öğretmen geldi ve kendimi ikinci sınıfta buldum. İlkokul dört yılda bitti. Hem başarı hem de haylazlıkta okulda bir fenomen haline geldim. Öğretmenimin bugün bile en zor anlarımda kulaklarımda yankılanan, benim de hem öğrencilerime hem de çocuklarıma sıkça tekrarladığım “Başarabilirsin!” sözü o yılların yadigârı.
Sonrası Ebu Gureyb mi dersiniz, Guantanamo mu bilmem ama altı yıllık berbat bir “Parasız” yatılı okul macerası. Bana tek kazandırdığı farklı memleketlerden gelen arkadaşlarımın getirdiği değişik çiçek ve meyve tohumlarıyla köyde kurduğum mini bahçe, bazen dozunu kaçırdığım empati yeteneği, her fikre, her inanca saygı prensibi ve Giresun’un son güzelliklerini yerinde görmüş olmanın ayrıcalığı.
Sonra üniversite ve Erzurum yılları. Önce lisans, sonra yüksek lisans ve yarım kalan doktora dönemi. Palandöken eteklerinde, nefeslerin bile buz tuttuğu şehirde geçen üç bin küsur yılın muhasebesini yapmaktan acizim. Bazı sözler mahşerde söylenmeli, belki orada da söylenmemeli. Trabzon’a dönüş, son yılları, teşbihte hata olmasın, cehennem azabına benzer ıstıraplarla geçen ama iki dünya tatlısı çocukla biten on yıllık bir evlilik. Buhranlar arasında geçen haftalar, aylar ve yıllara sığdırılan iki başarısız intihar teşebbüsü ve cehennemden geçerken yeniden bitkiler ve ağaçların bana kucak açışı. Hızla düzelen ruh sağlığım, maneviyatım, eskisinden çok daha gür yeşeren yaşama ve yaşatma şevkimin. Yaşama sebebim ve sevincim, fidanlarım; yani çocuklarım, öğrencilerim, meyvelerim ve dostlarım. Yetmez mi? Fazlasıyla… Çok mu arabesk oldu. Hoş görün.
Hâsılı şu an K. T. Ü Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisiyim. İyi seviyede Osmanlı Türkçesi; orta seviyede İngilizce, Farsça ve Almanca ve başlangıç seviyesinde de Japonca bildiğim rivayet edilmektedir. Derslerim ve doktora çalışmalarım dışında il çapında etkili iletişim seminerlerine konuşmacı, ekoloji konulu panel ve konferanslara dinleyici olarak katılıyorum.
Zamanınızın ne kadarını bitkilere ayırıyorsunuz?
Günde yaklaşık üç saat. Sabah uyanır uyanmaz ilk işim evimdeki fidan ve fidelerime bakmak olur. Belki pek çok kişiye saçma gelecek, ama fidanlarım ve çiçeklerimle konuşurum; onlara bazen şiir okur, bazen şarkı söylerim. Aynı seremoni okula geldiğimde odamdaki bitiklerle tekrarlanır. O yüzden meslektaşlarım arasında akıl sağlığımdan ciddi ciddi endişe duyan, hatta kendisini tehlikede hissedenler bile var. Farklılığın bedeli dışlanma ve yalnızlık ama umurumda değil.
Agaclar.net'te "şu da olsaydı" ya da "olmasaydı iyi olurdu" diyebileceğiniz neler var?
Bir acemi askerden bir orduyu denetleyip değerlendirmesini istemek gibi oldu bu soru. “Olmasaydı” diyebileceğim bir şey akıma gelmiyor, ama fikrî ve ilmî katılımın daha fazla olmasını, bütün yükün belli başlı bilgili idealist insanların üzerine yıkılamamasını isterdim. Şehirler ve bölgelere göre periyodik buluşmaların dost sohbetlerinde fikir ve bilgi paylaşımının olmasını, burada paylaşılan bilginin hayata daha çok aktarılmasını isterdim.
Diğer üyelere ne tür önerileriniz olabilir?
Dilerim ukalalık olarak algılanmaz: Vazgeçmesinler, azimlerini sabırla desteklesinler. Bilgi almakla yetinmeyip buraya yeni bilgilerin girişi için de gayret sarf etsinler. Kendilerini, bu ülkeyi ve birbirlerini çok sevsinler, öğretici, hoş görülü ve affedici olsunlar… Hayatla ölümü, akılla cinneti ayıran çizgide çokça dolaşmış biri olarak söyleyeceğim şey: Çizginin bu tarafı daha güzel. Hayata asılmak gerek…
Bitkilerle ilgilenmek sizi nasıl etkiliyor? En çok ilgilendiğiniz türler hangileri?
Sorunuzun ilk kısmı için diyebileceğim tek kelime var: Muhteşem. Onlar benim huzurum, dinginliğim, mutluluğum, yarınlara göndermek için yazdığım umut dolu mektuplarım, yaşama sevgim ve sevincim. Kelimesiz şiirlerim, boyasız resimlerim, her şeyim.
En çok ilgilendiğim türler, yukarıda arz ettiğim gibi, egzotik ve çok yıllık meyveler. Bahçemde bu yıl yapmayı planladığım değişiklikleri gerçekleştirebilirsem bilinen ve farklı sebze türlerine ve tek yıllık bitkilere ve çiçeklere de yöneleceğim. Bir de Japon bahçelerinden ilham alarak oluşturmaya çalıştığım bir dinlenme bahçesi var. Dolayısıyla tek yıllık ve çok yıllık süs bitkileriyle de ilgilenmem gerekecek. Bir de evimde ve Fakültedeki odamdaki çiçekler var. Kapımı açık unutup bir yerlere gittiğim zaman sayılarında azalma oluyor, bazıları ortadan kaybolup bazı meslektaşlarımın odalarında ortaya çıkıyor ama çok şükür hala birkaç Afrika Menekşesi, Birkaç Japon Gülü kaldı elimde.
Bitkilerle ilgilenirken yaşadığınız en ilgi çekici, trajik ya da komik olay hangisi?
Bundan birkaç yıl önceJapon arkadaşım Hirotaka’nın hediye ettiği Kousa chinensis fidanını büyük hevesle götürüp arazimde yeni oluşturmaya başladığım bahçeye diktim. Kısa sürede uyum sağladı ve büyümeye başladı. Keyfime diyecek yoktu doğrusu. Günlerden bir gün telefonum çaldı. Arayan arazi komşum; “Benim dana senin kızılcık fidanını yedi.” diyordu. Sayısız kızılcıktan birini kaybetmek bir şey değil ama garip bir önsezi komşumun benzerlikleri yüzünden canım Kousa’yı kızılcık sanmış olacağını söyledi. Benzetmek gibi olmasın, bir yakınının kazaya uğradığını öğrenen kişilerin heyecanıyla yola koyuldum. Saatte 206 KM hızla radara yakalanmak ve ceza yemek bile beni yavaşlatmadı. Gittim ve korktuğumun başıma geldiğini gördüm. Komşumsa gayet pişkin; “Hoca kızılcık işte ne olacak. Dana yüklü. Doğurunca sana süt, kaymak veririm.” diyordu.
Komşumun altı ineği bir de tosunu vardı. Hepsi bir arada otlarken fidanımın katili dana tek başına dolanıyor; Arada bir de diğer ineklere bakarak; “Kızım ben aş eriyorum, Japonya’dan besleniyorum, sizinle muhatap olmam.” dercesine sosyete çalımı satıyordu. Ne komşuma fidanın kızılcık olmadığını anlatmanın imkânı vardı ne de olanı değiştirmek. Gitmişken kana kana buz gibi dağ suyundan içip geri döndüm. Kaderin garip bir cilvesi kökleri sağlam kalan fidanım kendini toparlayıp iki yılda bir buçuk metre boya ulaştı. Komşum da arazimle kendi arazisi arasındaki sınıra tel gerdi. Aklıma gelen en komik olay bu.
Bir de dal çeliğinden çoğaltıp insanlara bilaücret dağıttığım fidanların sağa sola atıldığı gördükten sonra aynı kişilerin bahçemdeki boylu fidanları çalmasına şahit olmak fena halde canımı yakıyor. Bazı meyve fidanlarım ansızın ortadan kaybolup sonra bazı akrabalarımın arazilerinde ortaya çıkıyor. Bitkiler de hareket edebiliyormuş meğer…
Foruma katıldıktan sonra ileriye dönük planlarınızda değişiklikler oldu mu?
En belirgin değişiklik içimde her geçen gün büyüyen güney sahillerine ya da Karadeniz’in mikro klima özelliği gösteren bölgelerinden birine yerleşme arzusu oldu. Doğu Karadeniz’de yaşamaktan bir şikâyetim yok, ama hoşuma giden ve yetiştirmek istediğim meyve ve bitkilerin USDA Hardy Zone değerlerine bakınca hep Güney Ege ya da Akdeniz’de olmam gerektiğini düşünüyorum.
Köylüleri bilgilendirmek onlara alternatif meyveler, bitkiler yetiştirmeyi, mevcut meyvelerinin verimini artırma çabalarım oldu. Geçen yıla kadar ramazan geceleri köy kahvesinde onları bilgilendirmek için sohbetler düzenliyor, köklendirdiğim çelikleri onlara dağıtıyordum. Günün birinde çoğunun benden aldıkları tüplü fidanları giderken yol kenarlarına attıklarını görünce yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam. Sadece iki kişi farklı çıktı. Biri köyde sera kurdu. Dört mevsim sebze ve meyve yediği için bana dua ediyor. Diğeri benim de yardımımla harika bir bahçe kurdu elinde tüfekle bekliyor.
Agaclar.net toplantılarına katılıyor musunuz? Gözlemlerinizi yazar mısınız?
Agaclar.net vasıtasıyla tanıştığım bazı dostlarla buluşmalar dışında herhangi bir toplantıya katılmak ne yazık ki bugüne kadar kısmet olmadı. İnşallah bundan sonra. Tanıştığım insanlarla, gezdiğim mekânlar ve tabiat alanlarıyla ilgili gözlem ve intibalarımı günlüğüme yazdığım için mahrem kalırlar.
Bitkilerle ilgili yararlandığınız ve önereceğiniz kitaplar hangileri?
Cahilliğimi saklayamayacağım bir soru daha. Necati Güvenç Mamıkoğlu’nun Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları adlı çalışması dışında baştan sona okuduğum bir kitap yok. Bu kitabı herkese öneririm. Onun dışında bir kısmını çeviri programına aldığım oldukça fazla İngilizce makale var. Yaklaşık 30 kadar Türkçe lisansüstü tezi de okudum.
Doğa ve çevre ile ilişkisini örnek aldığınız ya da örnek diye gösterebileceğiniz insanlar var mı?
İlk olarak orman mühendisi dayım. Çocukluk yıllarımda çiçek, bitki, ağaç ve tabiat sevgisini bana aşılayan insan oldu. Meyvelere düşkünlüğü ve herhangi bir eğitim almadığı halde aşı yapmaktaki ustalığıyla herkesi kendine hayran bırakan rahmetli amcamı sayabilirim.
Üniversite yıllarında tanıştığım, Türkçe’nin 38 lehçesinin yanı sıra, on kadar yabancı dil bilen, bilgisayar kullanmadan bilgisayar programı yazan dahi hocam Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz’ın ekolojik hassasiyetleri de beni çok etkilemiştir. Çevresindeki insanların, hatta aile efradının muhalefetine rağmen hoca naylon ve plastik ambalajlar kullanmaz, evindeki kâğıt torbalarla alışverişe giderdi.
Bir de son yıllarda tanıştığım tabiat aşığı emekli gardiyan İsmail Güner Bey var.
Üye olduğunuz diğer forumlar hangileri? Agaclar.net'i onlardan ayıran özellikler ne?
Türkçe olarak tropikmeyveci.com var. Egzotik ve tropik meyveler üzerine odaklanmış bir forum. Çok değerli bilgiler içeriyor. Agaclar.net’in konu portföyü daha geniş ve üye sayısı daha fazla. Birkaç İngilizce ve Almanca foruma da üyeyim.
Bitkilerle ilgili mesleki bir eğitim aldınız mı? Almak ister misiniz?
Sorunun ilk kısmına “maalesef” diyeceğim. İkinci kısmı ise çakala; “Tavuk yer misin?” diye sormak gibi geldi bana. Elbette isterim. Ziraat meslek yüksek okulu okumayı düşünüyordum ama yaşadığım şehirde yok. Belki dışarıdan ziraat lisesi okurum.
Zamanınızın ne kadarını agaclar.net'e ayırıyorsunuz?
Değişik; bazen 20-30 dakika, bazen 4-6 saat. Net olarak diyebileceğim tek şey; her gün mutlaka uğruyorum. Çeviri programına aldığım makaleleri peyderpey yayınlayarak katkıda bulunmayı planlıyorum.
Bitkilerden başka ilgilendiğiniz neler var?
Mesleğim itibariyle edebiyat, güzel sanatlar, geleneksel ve kırsal mimari, sinema, enstrümantal müzik, klasik Türk ve Batı müziği ve son yıllarda bir iptila haline gelen fotoğrafçılık.
Bitki, tohum, çelik paylaşımlarına katıldınız mı? Neler düşünüyorsunuz?
Çok gerekli ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar hep alan taraf oldum. Geçen yıldan beri Bilberry ve Fındık fidanı dağıtmayı planlıyorum ama her defasında hava muhalefetine takıldım. İnşallah bu yıl gerçekleştirebilirim.
Forumdaki hangi üyeler sizi olumlu yönde etkiliyor, neden?
O kadar çok insandan o kadar şey öğrendim ki kimin adını zikretsem diğerine haksızlık olacak ama diğerlerinin affına ve hoşgörüsüne sığınarak birkaç isme özellikle minnettarlığımı bildirmek isterim: Bari, Kuyucu, Yücel Canpolat, Satı Uğurtan, Bıcırık, Cemo, Güler Hanım, Oceanheart ve daha niceleri… Bu liste bitmez… Yüreği güzel insanlar, hepinize minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Gönüllüsü olduğunuz Sivil Toplum Örgütleri var mı? Hangileri?
Sanırım en büyük eksikliğim insanlar üzerinde bıraktığım izlenimin aksine asosyal bir kişiliğe sahip oluşum. Sivil toplum örgütlerini inceleme fırsatım ne yazık ki hiç olmadı. Bazılarının sivil, bazılarının da toplum örgütü olduğundan emin değilim. Hepsini mahkum etmek istemem ama bu alanda da politik entegrasyon gözlemliyorum ve bu da herhangi bir sivil toplum örgütüne katılma isteğimi kaçırıyor.
Doğa ve çevre konularında yapılan protestolara aktif olarak katılır mısınız, katılmak gerekir mi?
Bu protestoları samimiyetle düzleyen ve katılanlara minnettarım. İki cepheli düşünüyorum: Birinci tarafta olan bitene ve yapılması gerekenlere dikkat çeken insanlar diğer tarafta da sessiz sedasız bir şeyler yapmaya çalışanlar. Sanırım karakterim itibariyle ben ikinci taraftayım. Bireysel çabalar neyi değiştirebilir? Belki denizyıldızı toplayan adamın hikâyesinde olduğu gibi bir hayatı, belki de dünyayı, kim bilir?
TV ve radyoda bu konuları işleyen programları yeterli buluyor musunuz, nasıl olmalı?
Yeterli olduklarını düşünmek için ya çok iyimser ya da bu konulara tamamen duyarsız olmak gerekir. TV ve radyolar magazine olmuş bir tüketim kültürünü değer yargıları, beğenileri, hassasiyetleri felç olmuş edilgen kitlelerin beynine enjekte etmekle vazifeli zihin iğfal şebekeleri. Her şey günübirlik tüketilmiş olmuş. Reklamlar her şeyin tüketilebilir olduğunu ve tüketilmesi gerektiği fikrini empoze ediyor. Slogan yıllardır aynı. “We want it all (Hepsini istiyorum!)” ve “We want it now (Hemen İstiyorum!)” İstediklerimizin neye mal olduğunun muhasebesini vicdanında yapan kaç kişi ve kuruluş var. Böyle bir dünyada tabiatın yeri herhangi bir tüketim nesnesinden fazla değil. Hayvanı kürk olarak, ağacı döşeme ya da tuvalet kâğıdı olarak, suyu HES olarak, güzelim tabiat parçalarını toplu konut ya da alışveriş merkezi yeri olarak görenlerin dünyasında bu programları ara ki bulasın. “Dostlar alışverişte görsün!” kabilinden yayınlananlar da kimsenin izlemeyeceği saatlerde.
Çevre biliminden önce çevre bilinciyle işe başlamamız gerek. Bütün formel ve informel eğitim kurumları seferberlik ilan edecek. Öğretmenle imam, polisle gazeteci el ele verecek. Sahip olduğumuz ve kaybetmekte olduğumuz serveti tanıtacak, sevdirecek evlatlarımıza. Bu dünyanın atadan miras değil, torunlardan emanet olduğunu anlatacak insanımıza. Eğitim sistemimizin iki eksiği var: 1. Eğitim, 2. Sistem. Bütün yük fedakâr ve idealist insanların omuzlarında. Fedakârlığınsa ödülü yok, bedeli var. İnsanları bilgilendirmeyi yeterli görüp bilinçlendirmeyen bir sistemden hayır gelir mi?
Hobi bahçeleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
İnsanın tabiat ananın cömertliğine küçük bir teşekkürü belki. Belki geldiğimiz toprağı unutmadığımızı gösteren bir vefa örneği. Benim için “olmazsa olmaz” bir şey.
Hepsinden sadece birer tane yazın:
En sevdiğiniz;
Ağaç: Ihlamur
Çiçek: Beyaz Gül
Kitap: Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov)
Şarkı: Kemanî Tatyos Efendi’den “Gamzedeyim Deva Bulmam”.
Müzik grubu/müzik sanatçısı: Barış Manço
Ressam: Katsushika Hokusai
Şair: Ahmet Haşim
Film: Akira Kurosawa’dan Yume (Düşler).
Web sitesi: Agaclar.net
Babadan kalma araziyi ıslah çalışmalarına başladığımda araştırma yaparken talihin bahtıma güzel bir iltifatı olarak karşıma çıktı. Orman ve tabiat tahribiyle yok olmaya yüz tutan türlerin çoğaltımı ve bölge iklimine uyum sağlayabilecek ama bilinmeyen yeni meyvelerin keşfine çalıştığım bir sırada Agaclar.net’e rastladım. Tabir caizse; birbirimizi bir gördük, pir gördük. Sitede ilk dikkatimi çeken ana sayfada yer alan insan nüfusu, doğal yaşam alanı ve kişi başına düşen doğal yaşam alanı rakamlarıydı. Ürperdiğimi hatırlıyorum.
Burada neler öğrendiniz?
Belki de fıkralarımızdaki gibi bu soruya başka bir soruyla cevap vermem gerekecek: Neler öğrenmedim ki? Hepsini sayıp dökmek imkânsız ama şükran duygumun iadesi olarak birkaç örnek zikredeyim:
İlk olarak ağaçlar ve bitkiler hakkında ne kadar câhil olduğumu öğrendim. Mesleğim ve dünya görüşüm itibariyle hep görmek istediğim bilginin paylaşıldıkça çoğaldığını yaşayarak öğrendim. Ülkemde hâlâ gönlü tabiat ana misali engin, yüreği toprak ana misali cömert insanların olduğunu öğrendim. Bitkilerin ilgi ve sevgiyi hissettiğini ve karşılıksız bırakmadığımı öğrendim. Bir fidan ya da tohumun sabırla köklenip büyüyüşünün, çiçek açışının insana evlat sahibi olma mutluluğuna yakın hazlar bahşettiğini öğrendim. Öğrenmem gereken daha çok şey olduğunu ve benim azmim ve buradaki yüce gönüllü insanların desteğiyle öğrenebileceğimi öğrendim. Çok mu? Bunlar sadece basit örnekledi…
Diğer üyeler sizden neler öğrendi?
İşte yüzüm kızarmadan cevaplayamayacağım bir soru. Sınıfta hoca, burada talebeyim. Diğer üyelerin benden bir şeyler öğrenebildiklerini sanmıyorum, ama genç arkadaşlardan, en azından birinin azmi, sabrı ve vazgeçememeyi öğrenmesini dilerdim. Böyle bir şeyi başarabilmişsem mutlu olurum.
Sizi tanıyalım.
Bu soru çalışmadığım yerden çıktı. Ama bu mülakatı klasik sınava benzeterek kâğıt boş bulunmasın diye bir şeyler yazayım. Kafa kâğıdımdaki doğum tarihim itibaridir. 12 Aralık tarihinde ve “Amcam askerden izne geldiği sene” doğmuşum. Muhtemelen 1973 ya da 74. Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı, adını orman güllerinden alan, Gülyurdu Köyü’nde, dört kardeşin üçüncüsü ve alenin tek erkek çocuğu ve herkesin “yaşamaz” gözüyle baktığı 900 gramlık bir bebek olarak dünyaya gelmişim. Annem ve babam malzemeden hayli tasarruf etmiş olmalı. Altı yaşımda köy ilkokuluna başladım. Üç hafta sonra okula Siirtli bir öğretmen geldi ve kendimi ikinci sınıfta buldum. İlkokul dört yılda bitti. Hem başarı hem de haylazlıkta okulda bir fenomen haline geldim. Öğretmenimin bugün bile en zor anlarımda kulaklarımda yankılanan, benim de hem öğrencilerime hem de çocuklarıma sıkça tekrarladığım “Başarabilirsin!” sözü o yılların yadigârı.
Sonrası Ebu Gureyb mi dersiniz, Guantanamo mu bilmem ama altı yıllık berbat bir “Parasız” yatılı okul macerası. Bana tek kazandırdığı farklı memleketlerden gelen arkadaşlarımın getirdiği değişik çiçek ve meyve tohumlarıyla köyde kurduğum mini bahçe, bazen dozunu kaçırdığım empati yeteneği, her fikre, her inanca saygı prensibi ve Giresun’un son güzelliklerini yerinde görmüş olmanın ayrıcalığı.
Sonra üniversite ve Erzurum yılları. Önce lisans, sonra yüksek lisans ve yarım kalan doktora dönemi. Palandöken eteklerinde, nefeslerin bile buz tuttuğu şehirde geçen üç bin küsur yılın muhasebesini yapmaktan acizim. Bazı sözler mahşerde söylenmeli, belki orada da söylenmemeli. Trabzon’a dönüş, son yılları, teşbihte hata olmasın, cehennem azabına benzer ıstıraplarla geçen ama iki dünya tatlısı çocukla biten on yıllık bir evlilik. Buhranlar arasında geçen haftalar, aylar ve yıllara sığdırılan iki başarısız intihar teşebbüsü ve cehennemden geçerken yeniden bitkiler ve ağaçların bana kucak açışı. Hızla düzelen ruh sağlığım, maneviyatım, eskisinden çok daha gür yeşeren yaşama ve yaşatma şevkimin. Yaşama sebebim ve sevincim, fidanlarım; yani çocuklarım, öğrencilerim, meyvelerim ve dostlarım. Yetmez mi? Fazlasıyla… Çok mu arabesk oldu. Hoş görün.
Hâsılı şu an K. T. Ü Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisiyim. İyi seviyede Osmanlı Türkçesi; orta seviyede İngilizce, Farsça ve Almanca ve başlangıç seviyesinde de Japonca bildiğim rivayet edilmektedir. Derslerim ve doktora çalışmalarım dışında il çapında etkili iletişim seminerlerine konuşmacı, ekoloji konulu panel ve konferanslara dinleyici olarak katılıyorum.
Zamanınızın ne kadarını bitkilere ayırıyorsunuz?
Günde yaklaşık üç saat. Sabah uyanır uyanmaz ilk işim evimdeki fidan ve fidelerime bakmak olur. Belki pek çok kişiye saçma gelecek, ama fidanlarım ve çiçeklerimle konuşurum; onlara bazen şiir okur, bazen şarkı söylerim. Aynı seremoni okula geldiğimde odamdaki bitiklerle tekrarlanır. O yüzden meslektaşlarım arasında akıl sağlığımdan ciddi ciddi endişe duyan, hatta kendisini tehlikede hissedenler bile var. Farklılığın bedeli dışlanma ve yalnızlık ama umurumda değil.
Agaclar.net'te "şu da olsaydı" ya da "olmasaydı iyi olurdu" diyebileceğiniz neler var?
Bir acemi askerden bir orduyu denetleyip değerlendirmesini istemek gibi oldu bu soru. “Olmasaydı” diyebileceğim bir şey akıma gelmiyor, ama fikrî ve ilmî katılımın daha fazla olmasını, bütün yükün belli başlı bilgili idealist insanların üzerine yıkılamamasını isterdim. Şehirler ve bölgelere göre periyodik buluşmaların dost sohbetlerinde fikir ve bilgi paylaşımının olmasını, burada paylaşılan bilginin hayata daha çok aktarılmasını isterdim.
Diğer üyelere ne tür önerileriniz olabilir?
Dilerim ukalalık olarak algılanmaz: Vazgeçmesinler, azimlerini sabırla desteklesinler. Bilgi almakla yetinmeyip buraya yeni bilgilerin girişi için de gayret sarf etsinler. Kendilerini, bu ülkeyi ve birbirlerini çok sevsinler, öğretici, hoş görülü ve affedici olsunlar… Hayatla ölümü, akılla cinneti ayıran çizgide çokça dolaşmış biri olarak söyleyeceğim şey: Çizginin bu tarafı daha güzel. Hayata asılmak gerek…
Bitkilerle ilgilenmek sizi nasıl etkiliyor? En çok ilgilendiğiniz türler hangileri?
Sorunuzun ilk kısmı için diyebileceğim tek kelime var: Muhteşem. Onlar benim huzurum, dinginliğim, mutluluğum, yarınlara göndermek için yazdığım umut dolu mektuplarım, yaşama sevgim ve sevincim. Kelimesiz şiirlerim, boyasız resimlerim, her şeyim.
En çok ilgilendiğim türler, yukarıda arz ettiğim gibi, egzotik ve çok yıllık meyveler. Bahçemde bu yıl yapmayı planladığım değişiklikleri gerçekleştirebilirsem bilinen ve farklı sebze türlerine ve tek yıllık bitkilere ve çiçeklere de yöneleceğim. Bir de Japon bahçelerinden ilham alarak oluşturmaya çalıştığım bir dinlenme bahçesi var. Dolayısıyla tek yıllık ve çok yıllık süs bitkileriyle de ilgilenmem gerekecek. Bir de evimde ve Fakültedeki odamdaki çiçekler var. Kapımı açık unutup bir yerlere gittiğim zaman sayılarında azalma oluyor, bazıları ortadan kaybolup bazı meslektaşlarımın odalarında ortaya çıkıyor ama çok şükür hala birkaç Afrika Menekşesi, Birkaç Japon Gülü kaldı elimde.
Bitkilerle ilgilenirken yaşadığınız en ilgi çekici, trajik ya da komik olay hangisi?
Bundan birkaç yıl önceJapon arkadaşım Hirotaka’nın hediye ettiği Kousa chinensis fidanını büyük hevesle götürüp arazimde yeni oluşturmaya başladığım bahçeye diktim. Kısa sürede uyum sağladı ve büyümeye başladı. Keyfime diyecek yoktu doğrusu. Günlerden bir gün telefonum çaldı. Arayan arazi komşum; “Benim dana senin kızılcık fidanını yedi.” diyordu. Sayısız kızılcıktan birini kaybetmek bir şey değil ama garip bir önsezi komşumun benzerlikleri yüzünden canım Kousa’yı kızılcık sanmış olacağını söyledi. Benzetmek gibi olmasın, bir yakınının kazaya uğradığını öğrenen kişilerin heyecanıyla yola koyuldum. Saatte 206 KM hızla radara yakalanmak ve ceza yemek bile beni yavaşlatmadı. Gittim ve korktuğumun başıma geldiğini gördüm. Komşumsa gayet pişkin; “Hoca kızılcık işte ne olacak. Dana yüklü. Doğurunca sana süt, kaymak veririm.” diyordu.
Komşumun altı ineği bir de tosunu vardı. Hepsi bir arada otlarken fidanımın katili dana tek başına dolanıyor; Arada bir de diğer ineklere bakarak; “Kızım ben aş eriyorum, Japonya’dan besleniyorum, sizinle muhatap olmam.” dercesine sosyete çalımı satıyordu. Ne komşuma fidanın kızılcık olmadığını anlatmanın imkânı vardı ne de olanı değiştirmek. Gitmişken kana kana buz gibi dağ suyundan içip geri döndüm. Kaderin garip bir cilvesi kökleri sağlam kalan fidanım kendini toparlayıp iki yılda bir buçuk metre boya ulaştı. Komşum da arazimle kendi arazisi arasındaki sınıra tel gerdi. Aklıma gelen en komik olay bu.
Bir de dal çeliğinden çoğaltıp insanlara bilaücret dağıttığım fidanların sağa sola atıldığı gördükten sonra aynı kişilerin bahçemdeki boylu fidanları çalmasına şahit olmak fena halde canımı yakıyor. Bazı meyve fidanlarım ansızın ortadan kaybolup sonra bazı akrabalarımın arazilerinde ortaya çıkıyor. Bitkiler de hareket edebiliyormuş meğer…
Foruma katıldıktan sonra ileriye dönük planlarınızda değişiklikler oldu mu?
En belirgin değişiklik içimde her geçen gün büyüyen güney sahillerine ya da Karadeniz’in mikro klima özelliği gösteren bölgelerinden birine yerleşme arzusu oldu. Doğu Karadeniz’de yaşamaktan bir şikâyetim yok, ama hoşuma giden ve yetiştirmek istediğim meyve ve bitkilerin USDA Hardy Zone değerlerine bakınca hep Güney Ege ya da Akdeniz’de olmam gerektiğini düşünüyorum.
Köylüleri bilgilendirmek onlara alternatif meyveler, bitkiler yetiştirmeyi, mevcut meyvelerinin verimini artırma çabalarım oldu. Geçen yıla kadar ramazan geceleri köy kahvesinde onları bilgilendirmek için sohbetler düzenliyor, köklendirdiğim çelikleri onlara dağıtıyordum. Günün birinde çoğunun benden aldıkları tüplü fidanları giderken yol kenarlarına attıklarını görünce yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam. Sadece iki kişi farklı çıktı. Biri köyde sera kurdu. Dört mevsim sebze ve meyve yediği için bana dua ediyor. Diğeri benim de yardımımla harika bir bahçe kurdu elinde tüfekle bekliyor.
Agaclar.net toplantılarına katılıyor musunuz? Gözlemlerinizi yazar mısınız?
Agaclar.net vasıtasıyla tanıştığım bazı dostlarla buluşmalar dışında herhangi bir toplantıya katılmak ne yazık ki bugüne kadar kısmet olmadı. İnşallah bundan sonra. Tanıştığım insanlarla, gezdiğim mekânlar ve tabiat alanlarıyla ilgili gözlem ve intibalarımı günlüğüme yazdığım için mahrem kalırlar.
Bitkilerle ilgili yararlandığınız ve önereceğiniz kitaplar hangileri?
Cahilliğimi saklayamayacağım bir soru daha. Necati Güvenç Mamıkoğlu’nun Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları adlı çalışması dışında baştan sona okuduğum bir kitap yok. Bu kitabı herkese öneririm. Onun dışında bir kısmını çeviri programına aldığım oldukça fazla İngilizce makale var. Yaklaşık 30 kadar Türkçe lisansüstü tezi de okudum.
Doğa ve çevre ile ilişkisini örnek aldığınız ya da örnek diye gösterebileceğiniz insanlar var mı?
İlk olarak orman mühendisi dayım. Çocukluk yıllarımda çiçek, bitki, ağaç ve tabiat sevgisini bana aşılayan insan oldu. Meyvelere düşkünlüğü ve herhangi bir eğitim almadığı halde aşı yapmaktaki ustalığıyla herkesi kendine hayran bırakan rahmetli amcamı sayabilirim.
Üniversite yıllarında tanıştığım, Türkçe’nin 38 lehçesinin yanı sıra, on kadar yabancı dil bilen, bilgisayar kullanmadan bilgisayar programı yazan dahi hocam Prof. Dr. Efrasiyap Gemalmaz’ın ekolojik hassasiyetleri de beni çok etkilemiştir. Çevresindeki insanların, hatta aile efradının muhalefetine rağmen hoca naylon ve plastik ambalajlar kullanmaz, evindeki kâğıt torbalarla alışverişe giderdi.
Bir de son yıllarda tanıştığım tabiat aşığı emekli gardiyan İsmail Güner Bey var.
Üye olduğunuz diğer forumlar hangileri? Agaclar.net'i onlardan ayıran özellikler ne?
Türkçe olarak tropikmeyveci.com var. Egzotik ve tropik meyveler üzerine odaklanmış bir forum. Çok değerli bilgiler içeriyor. Agaclar.net’in konu portföyü daha geniş ve üye sayısı daha fazla. Birkaç İngilizce ve Almanca foruma da üyeyim.
Bitkilerle ilgili mesleki bir eğitim aldınız mı? Almak ister misiniz?
Sorunun ilk kısmına “maalesef” diyeceğim. İkinci kısmı ise çakala; “Tavuk yer misin?” diye sormak gibi geldi bana. Elbette isterim. Ziraat meslek yüksek okulu okumayı düşünüyordum ama yaşadığım şehirde yok. Belki dışarıdan ziraat lisesi okurum.
Zamanınızın ne kadarını agaclar.net'e ayırıyorsunuz?
Değişik; bazen 20-30 dakika, bazen 4-6 saat. Net olarak diyebileceğim tek şey; her gün mutlaka uğruyorum. Çeviri programına aldığım makaleleri peyderpey yayınlayarak katkıda bulunmayı planlıyorum.
Bitkilerden başka ilgilendiğiniz neler var?
Mesleğim itibariyle edebiyat, güzel sanatlar, geleneksel ve kırsal mimari, sinema, enstrümantal müzik, klasik Türk ve Batı müziği ve son yıllarda bir iptila haline gelen fotoğrafçılık.
Bitki, tohum, çelik paylaşımlarına katıldınız mı? Neler düşünüyorsunuz?
Çok gerekli ve faydalı olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar hep alan taraf oldum. Geçen yıldan beri Bilberry ve Fındık fidanı dağıtmayı planlıyorum ama her defasında hava muhalefetine takıldım. İnşallah bu yıl gerçekleştirebilirim.
Forumdaki hangi üyeler sizi olumlu yönde etkiliyor, neden?
O kadar çok insandan o kadar şey öğrendim ki kimin adını zikretsem diğerine haksızlık olacak ama diğerlerinin affına ve hoşgörüsüne sığınarak birkaç isme özellikle minnettarlığımı bildirmek isterim: Bari, Kuyucu, Yücel Canpolat, Satı Uğurtan, Bıcırık, Cemo, Güler Hanım, Oceanheart ve daha niceleri… Bu liste bitmez… Yüreği güzel insanlar, hepinize minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Gönüllüsü olduğunuz Sivil Toplum Örgütleri var mı? Hangileri?
Sanırım en büyük eksikliğim insanlar üzerinde bıraktığım izlenimin aksine asosyal bir kişiliğe sahip oluşum. Sivil toplum örgütlerini inceleme fırsatım ne yazık ki hiç olmadı. Bazılarının sivil, bazılarının da toplum örgütü olduğundan emin değilim. Hepsini mahkum etmek istemem ama bu alanda da politik entegrasyon gözlemliyorum ve bu da herhangi bir sivil toplum örgütüne katılma isteğimi kaçırıyor.
Doğa ve çevre konularında yapılan protestolara aktif olarak katılır mısınız, katılmak gerekir mi?
Bu protestoları samimiyetle düzleyen ve katılanlara minnettarım. İki cepheli düşünüyorum: Birinci tarafta olan bitene ve yapılması gerekenlere dikkat çeken insanlar diğer tarafta da sessiz sedasız bir şeyler yapmaya çalışanlar. Sanırım karakterim itibariyle ben ikinci taraftayım. Bireysel çabalar neyi değiştirebilir? Belki denizyıldızı toplayan adamın hikâyesinde olduğu gibi bir hayatı, belki de dünyayı, kim bilir?
TV ve radyoda bu konuları işleyen programları yeterli buluyor musunuz, nasıl olmalı?
Yeterli olduklarını düşünmek için ya çok iyimser ya da bu konulara tamamen duyarsız olmak gerekir. TV ve radyolar magazine olmuş bir tüketim kültürünü değer yargıları, beğenileri, hassasiyetleri felç olmuş edilgen kitlelerin beynine enjekte etmekle vazifeli zihin iğfal şebekeleri. Her şey günübirlik tüketilmiş olmuş. Reklamlar her şeyin tüketilebilir olduğunu ve tüketilmesi gerektiği fikrini empoze ediyor. Slogan yıllardır aynı. “We want it all (Hepsini istiyorum!)” ve “We want it now (Hemen İstiyorum!)” İstediklerimizin neye mal olduğunun muhasebesini vicdanında yapan kaç kişi ve kuruluş var. Böyle bir dünyada tabiatın yeri herhangi bir tüketim nesnesinden fazla değil. Hayvanı kürk olarak, ağacı döşeme ya da tuvalet kâğıdı olarak, suyu HES olarak, güzelim tabiat parçalarını toplu konut ya da alışveriş merkezi yeri olarak görenlerin dünyasında bu programları ara ki bulasın. “Dostlar alışverişte görsün!” kabilinden yayınlananlar da kimsenin izlemeyeceği saatlerde.
Çevre biliminden önce çevre bilinciyle işe başlamamız gerek. Bütün formel ve informel eğitim kurumları seferberlik ilan edecek. Öğretmenle imam, polisle gazeteci el ele verecek. Sahip olduğumuz ve kaybetmekte olduğumuz serveti tanıtacak, sevdirecek evlatlarımıza. Bu dünyanın atadan miras değil, torunlardan emanet olduğunu anlatacak insanımıza. Eğitim sistemimizin iki eksiği var: 1. Eğitim, 2. Sistem. Bütün yük fedakâr ve idealist insanların omuzlarında. Fedakârlığınsa ödülü yok, bedeli var. İnsanları bilgilendirmeyi yeterli görüp bilinçlendirmeyen bir sistemden hayır gelir mi?
Hobi bahçeleri hakkında neler düşünüyorsunuz?
İnsanın tabiat ananın cömertliğine küçük bir teşekkürü belki. Belki geldiğimiz toprağı unutmadığımızı gösteren bir vefa örneği. Benim için “olmazsa olmaz” bir şey.
Hepsinden sadece birer tane yazın:
En sevdiğiniz;
Ağaç: Ihlamur
Çiçek: Beyaz Gül
Kitap: Gün Olur Asra Bedel (Cengiz Aytmatov)
Şarkı: Kemanî Tatyos Efendi’den “Gamzedeyim Deva Bulmam”.
Müzik grubu/müzik sanatçısı: Barış Manço
Ressam: Katsushika Hokusai
Şair: Ahmet Haşim
Film: Akira Kurosawa’dan Yume (Düşler).
Web sitesi: Agaclar.net