View Full Version : Doğal olmayan her şeye hayır.
Kendimizin ve çocuklarımızın sağlığı için doğal olmayan, hormon v.b ile takviye edilerek yetiştirilen sebze ve yiyeceklerden uzak duralım. Her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeye çalışalım.
Duyarlı olup çevremizi bu konuda uyaralım.
Lösevin çok güzel bir duyurusu var. Sizinle paylaşmak istedim.
Linke tıklamanız yeterli.
http://www.losev.org.tr/duyurular/uyari.htm
Her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeye çalışalım
Ya da bunları mevsiminde toplayıp/satın alıp uygun yöntemle saklayalım.
LÖSEV UYARIYOR
SEVGİLİ ANNELER VE ANNE ADAYLARI;
SAYGIDEĞER 65 YAŞ ÜZERİNDEKİ GENÇLER VE
DEĞERLİ ÇOCUKLAR
5425
Lütfen 10 Kasım 2006 ile 1 Nisan 2007 tarihleri arasında salatalık, domates, patlıcan, biber, şeftali, karpuz, erik, muz gibi yaz SEBZE ve MEYVELERİNİ yemeyiniz. Çünkü bu tarihler arasında satın alacağınız bu gıdaların hiçbiri doğal ortamlarda, tarlalarda, güneş ışığında ve doğal gübrelerle yetiştirilmiyorlar.
Ya nasıl yetiştiriliyorlar?
-Naylon örtü ve benzeri kaplamaların altındaki seralarda
-Sıcak ortam sağlamak için yakılan sobalarla
-Büyümesi için aşırı miktarda kullanılan hormonlarla
-Böceklerden korunmak için aşırı miktarda kullanılan tarım ilaçlarıyla
yetiştiriliyorlar.
Çabuk bozulmasın, raftaki ömrü uzun olsun diye de erkenden toplanıp sandıklanıyor ve size sunuluyor. Vitamin ve mineralleri de eksilebiliyor.
Tüm bu doğal olmayan koşullarda yetişen sebze ve meyveler kanser riskini %70 artırmaktadır. İşin en acı tarafı hamile bir anne doğal olmayan, sera ürünü bu meyve ve sebzeleri mevsiminde yemediği zaman aldığı bu hormonlar ve tarım ilaçları doğrudan anne karnındaki bebeğine de geçmektedir. Yine emziren annelerden, anne sütü ile bu tarım ilaçlarının bebeğine geçtiği bir çok bilimsel araştırmalarda gösterilmiştir.
Hem kansorejen hem de pahalı olan bu meyve ve sebzeler yerine kışın yetişen ve vitamin, minerallerden zengin olan ıspanak, pırasa, karnabahar, yerelması, elma, portakal, mandalina gibi kış sebze ve meyveleri tercih ediniz. Bu şekilde hem sağlıklı olursunuz hem de kanserden korunursunuz.
Biz ciddi, güvenilir bir sivil toplum örgütü olarak sizleri kanserden korumak istiyoruz. Tek amacımız budur.
LÖSEV ISPANAK
-Naylon örtü ve benzeri kaplamaların altındaki seralarda
-Sıcak ortam sağlamak için yakılan sobalarla
-Büyümesi için aşırı miktarda kullanılan hormonlarla
-Böceklerden korunmak için aşırı miktarda kullanılan tarım ilaçlarıyla
Bu yazıda yanlış yönlendirmeler var gibi geldi.
Mavi renkle belirttiğim maddeler bir sakınca değil, kırmızı olanlar ise, belirtilen tarihler dışındaki ürünler için de bir sakınca...
Doğru bilgilendirilme yapılmadığı zaman, inandırıcılığı azalıyor diye düşünüyorum.
Haklısın, o ilk iki madde benim de dikkatimi çekti.
İnternet sayfalarına baktım, Lösev bu konuda bazı çalışmalar (http://www.losev.org.tr/ebultens/ispanak/sayi27.htm)yapmış.
Bir bildikleri vardır diye düşünüp ekledim.
Eğer yanlış ya da inandırıcı olmayan bilgiler varsa üzerinde konuşalım...
Aslında bilgi yanlış değil ama ifadede sorun var. Aristo mantığı kullanılmış gibi :)
Ben yazıyı özellikle eklememiştim.
Çünkü bu ve buna benzer o kadar çok mail geliyor ki doğru ile yanlışı ayırmak gerekiyor.
Bu yüzden önce LÖSEV in sitesini ziyaret ettim. Konu ile ilgili çalışmalara baktım, sonrada linki ekledim. Herkes gidip ziyaret etsin, diğer çalışmaları da görsün diye.
Yine de işaret ettiğiniz gibi bazı soru işeretli kısımlar var. Sevgili malina bu kısımları mercek altına almış bile.
Bunun en güzel konuşma yeri herhalde burası.
Çünkü çok şükür her meslekten üyeye sahibiz:) Gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri vb arkadaşların da yorum ve katkıları ile herhalde daha da netleşecektir.
Eğer yanlışlık varsa, gerekirse Löseve de deneyim ve bilgilerimizi aktarabiliriz.
Veya alternatif tüketim yöntemleri eklenebilir.
Sitede dolaşırken balkonda sebze yetiştirme metodları vb gibi konulara rastladım.
Bunlarda alternatif çözüm olabilir belki.
Kendi sebzeni kendin yetiştir.
Dalından bunlar taze taze.
Görün o zaman üretici nasıl bilinçli oluyor. Malı elinde kalıyor:)
Tabi bu bir latife.
Bu yazıda yanlış yönlendirmeler var gibi geldi.
Mavi renkle belirttiğim maddeler bir sakınca değil, kırmızı olanlar ise, belirtilen tarihler dışındaki ürünler için de bir sakınca...
Doğru bilgilendirilme yapılmadığı zaman, inandırıcılığı azalıyor diye düşünüyorum.
Yazıda bazı üreticilerin bilinçsizce ve ticari kaygılarla kullandığı kimyasal maddelere dikkat çekilmek istenmiş ama serada yetişen herşey zararlıdır gibi bir anlam oluşmuş.
Aynı riskler yazın tarlada yetiştirilen sebzeler içinde geçerli. Yazın yediğimiz domateslerde hibrit tohum kullanıldığı için çoğu zaman tadından ve aromasından yoksun. Yazın tarlada yetişmesi demek üstünde pestisit kalıntısı yok demek değil, doğal gübrelerle yetişiyor demek değil, ilaç atılmıyor demek değil.
Aynı riskler süt ve et ürünleri içinde geçerli. İneğiniz hastalanır, antibiyotiği basarsınız. Eğer ilacın üzerinde 21 gün sütü tüketilmemelidir yazıyorsa hiç bir üretici o sütü 21 gün dökmez. Dökemez. Aynı şekilde satmaya devam eder.
Mahmut Leventoğlu
22-11-2006, 08:57
Size sütçülükle ilgili basit bir bilgi vereyim. Lodos havalarda açık süt almayın. **** Lodos havalarda kendi hayvanlarınızdan süt elde ediyorsanız o sütü hemen kestirip lor olarak kullanın.
Lodos havada hayvanın memesinden süt kesik çıkar. Sütçülerde o süte damarı kırık süt derler.Süt toplayıcıları o sütü ayırırlar ve içine ÇAMAŞIR SODASI koyarak çevirirler. Bakınca normal süt olarak görülür.Toplayıcılar onu farklı şekilde kaynatıp soğutup piyasaya sürerler **** ana toplama merkezlerinde farklı şekillerde kullanılır.
Yazıda bazı üreticilerin bilinçsizce ve ticari kaygılarla kullandığı yazın tarlada yetiştirilen sebzeler içinde geçerli. Yazın yediğimiz domateslerde hibrit tohum kullanıldığı için çoğu zaman tadından ve aromasından yoksun.
Todor merhaba.
Siz mesleki tecrübeniz gereği daha iyi biliyorsunuzdur. Bu yüzden de benim kafam karıştı. Bu konuyla ilgili sadece okuduğum kadarını biliyorum.
Ben hibrit (melez) tohumu, özel olarak seçilmiş ana ve babaların melezlenmesi sonucunda elde edilen, ana ve babadan üstün, standart, doğa ile barışık bir ürün olarak biliyordum. Hibrit çeşitlerin verim ve kalite yönünden her ikisinden de üstün olduğunu, genetik bir mekanizma olan melez azmanlığı sayesinde yüksek verim ve kaliteye ulaşıldığını duymuştum.
Yanlız ekilen üründen elde edilen tohumlar ekildiğnde aynı verim alınamıyor diye biliyorum.
Hatta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı hibrit tohum üretiminde ülke içi üretimin artırılması için 2004 yılında Türkiye F1 Hibrit Sebze Çeşitlerini ve Tohumu Geliştirme Projesi’ni hayata geçirdiklerini okumuştum.
Eğer bu şekilde üretilen sebze meyvelerdede lezzet ve tat yoksa vede genetikleriyle oynandığı için zararlıysa bu çalışmalar niye yapılıyor.
Yoksa burdada birilerinin çıkarları mı gözetiliyor.
Üretici tarlasından, serasından alacağı ürünün miktarını ve pazarlanabilirliğini düşünür. Lezzet çok daha sonra gelir. Hibrit sebze tohumları zaten verim ve dayanıklılık yönünden geliştirilmiştir.
Bazen duyuyorum, küp şeklinde karpuz üretilmiş, çekirdeksiz karpuz üretilmiş diye. Ama hiç çok tatlı bir karpuz üretilmiş diye duymuyorum. Bizim eski beyaz Tekirdağ karpuzu yok oldu gitti. Diyarbekir karpuzunu üreten kaldı mı bilmiyorum. Karpuz aldığım zaman sesi tamam, rengi tamam hatta bıçağı vurunca kütürdeyerek yarılması tamam ama lezzet yok.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığına zararı var mı yok mu bilemiyorum. Bildiğim GDO'ların bir ticari meta olduğu ve genetik araştırmalarının çok yüksek maliyetler gerektirdiği. Malumunuz ki çok para harcayıp az para kazanmak doğru bir ticaret stratejisi değil.
GDO'ların ve hibrit tohumların uzun vadede ülke ekonomisine çok büyük zararlar getireceğine inanıyorum. Eğer ektiğiniz mısır tohum olarak kısırsa veya düşük verimliyse ve seneye tekrar tohumluk mısır almak zorundaysak, bundan 10 sene sonra mısır yiyemediğimiz zaman çok şaşırmamalı. Unutmayalım ki ilk kullanımda eroin her zaman bedava sunulur insana.
Kim kimin çıkarını gözetiyor bilemiyorum ama kör kör parmağım gözünde.
Konudan biraz koptum galiba:)
Mahmut Leventoğlu
22-11-2006, 13:50
Hayır kopmadın doğrusun bence Todor.Sevgili Şükran birilerinin çıkarları gözetilmezse neden yapılsın? Mısır konusunda geçen yıl ülke çalkalandı kanakıtan ve ailesinin yaptıkları konusunda. Kim etkilendi 1_Üretici 2-Tavukçuluk sektörü 3-Yağ ve endüstrisi sektörü 4-Sıradan vatandaş
Ben böyle düşünüyorum.
Hatırlarmısınız bir tarihte TMO nun bütün siloları Yeşil Mercimek dolu idi ve tüketilebilmesi için Prof.Ayşe hanımın Mercimekli Yemekler le ilgili birçok reklkamı vardı. Eee şimdi ne oldu ortada Yeşil Mercimek üreten az insan kaldı ve piyasada menşei bile bilinmeyen tonlarca Mercimek varithal
Aynı şekilde Pirinç te öyle,Ayçiçeğide öyle ,bakliyatların çoğunluğu öyle,Buğday tam bir gayya kuyusu. Ülkemizin geleneksel tohumları onyüzbin yıldır üretilen bitkileri ve tohumları ne oldu? Çok zoruma gidiyor çok.
O beyaz saçlı haçlı hanımın et yemeyin mercimek yiyin demesi hala gözümün önünde.
Mine Pakkaner
23-11-2006, 00:20
Eğer bu şekilde üretilen sebze meyvelerdede lezzet ve tat yoksa vede genetikleriyle oynandığı için zararlıysa bu
Şükran yalnız bir küçük noktada müdahale edeceğim, hibrit tohum genetiği ile oynanmış tohum değildir. melezleme çalışmaları ile elde edilmiş tohumdur. Burada istenilen özellikte ürün elde etmek için en özellikli anne ve babadan elde edilen bireyler pazarlanır. Bunlar zararlı ürünler değildir.
Sevgili Mine hanım uyarınız için teşekkürler.
Bazı makalelerde hibrit tohumla GDO teknolojisi ile üretilen ürünler biribirine geçmiş. Farkı anlamak zor oluyor. Bizler konuya sizler kadar yakın olmadığımız içinde (meslek gereği) yanlış algılamalar oluyor.
Benim anlamadığım nokta,
Markete gidiyorum. Tezgahın üzerinde hepsi aynı boyda, aynı renkte, bizim meslekte buna tornadan çıkmış gibi derler sebze ve meyveler. Görünüşleri çok güzel. Ama yediğin meyvenin ne tadı ne kokusu var.
Şimdi bunlar hibrit tohum ile üretilmiş ise hani daha üstün nitelikli idi. Amaç sadece üretim miktarınımı yükseltmek mi?
Gerçi Sevgili Todor bunu üretici açısından açıkladı. Ama uzun vadede bu yeterli olacak mı? Bir müddet sonra tüketici bu ürünleri kullanmayı bırakırsa ne olacak.
Birde bu GDO'lu ürünlerin tüketici tarafındanda bilinmesi açısından bir şekilde tanımlanması gerekmiyor mu. Bunun bir tüketici hakkı olduğunu düşünüyorum.
lerdemir
23-11-2006, 11:58
Annem ve babam yazları Anamur'a bağlı Bozyazı Beldesi'nin Tekmen Köyü'nde geçirirler.
Şehirlerarası anayoldan 2,5 km denize doğru içeride, kıyıda, bakir bir yerdir; ya da ''yer idi'' desem daha doğru olabilri aslında. Civarda tarım yapılır, hem sera hem de tarla. Mevsiminde herşeyin en tazesi en lezzetlisi yenir orada.
Annem de benim gibi meraklı ya; birgün tanıdık olduğu köylülerden birinin serasına gidiyor, her taraf kırmızı kırmızı domateslerle dolu; yalnız seranın en köşesinde küçük bir bölüm ayrılmış, oradakiler henüz kzarmaya yüz tutmuşlar...
Annem soruyor; "o köşede ayrı olanlar ne öyle?" diye; köylü cevaplıyor;"Seradakiler satış için, köşedeki küçük kısım kendi yememiz için. Köşedekilere ilaç vurmuyoruz" diyor. Annem "pes" duygusu içinde şaşkın.
Yaşanmış ve ilk ağızdan nakledilmiş bir örnektir.
Saygılar
Levent
Mine Pakkaner
23-11-2006, 13:37
Şükran bu konuda http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1851 başlığını mutlaka okuyunuz. Orada GDO lu ürün nedir, nelerde GDO var bunlar hep yazılı, hatta devletten bunu nasıl sorgulayacağımız bile anlatılıyor ancak nedense bu hayati konu üyelerimizin (sizi tenzih ederim) ilgisini hiç çekmedi.
Bir de mevsiminde üretilmiş sebze meyveyi yemek çok önemli.Ya da mevsimsiz yiyorsak hani bunun iyi tarım uygulaması belgesi, hani bunun organik belgesi,hani bunun arı kullanılmış etiketi diyebiliyor muyuz.Talep üretimi de şekillendirir. Toplum olarak eğer bu talebi yaratmasak üretimi de sınırlarız.
Meyvelerin tornadan çıkmış gibi olması o çeşidin özelliğindendir. Islah çalışmaları ile hastalıklara daha dayanıklı (böylece az ilaç kullanımı söz konusu), nakliyeye ve temasa daha dayanıklı ( malum pazarda az ezik olsa satın almayız. Bir de üstüne üstlük mıncıklar yoklar, sebze meyve cildini bozarız), daha güzel renk yapan, daha fazla verimli vs. özellikler öne çıkar. Böyle özelliklere sahip bireyler birbirleriyle döllenir ve istenilen özellikte ürün elde edilene kadar çalışma sürer. yani üstün nitelik sadece koku ve lezzet demek değildir. Sadece koku ve lezzetin hakim olduğu ürünleri üretmek de çok pahalı bunların bedelini de toplum olarak ödemiyoruz. Kaçımız evine giren tüm sebze meyveyi, unu,tahılı, baklagili tamamen organik olanlardan alabilir?
Şimdi hangi özelliğin pazar tarafından talep edildiğine bakılır. Her tarafı birden mükemmel ürün henüz eşlenemedi. Herkesin aklında o eski minicik kokulu çilekler, ama hastalıklara dayanımı yok, yola dayanımı yok, çiftçi bunu üretirse ekonomik değil, adam da üretmiyor, zaten pazarda sebze meyve öyle çok iyi fiyata da satılmıyor.
Çiftçi ne yapsın, Lerdemir'in ailesinin şahit olduğu gibi bütün serayı ilaçlamasa alacağı ürün sağlıklı ama çok az olacak. Bu da fiyatının yüksek olması demek. O zaman da ürününü satamayacak. "Ben buna ilaç atmadım, bu yüzden az ürünüm var.Gübre de vermedim, bundan dolayı verim de düşük. Ürünüm az ama temiz, masrafımı karımı koydum bu para kilosu" dese kaç kişi alacak? Ama adam elbette bir köşede çürüklü çarıklı, bötlü böcekli olmasına göz yumduğu ürün de yetiştiriyor, bunu da ayıklayıp ailesine götürüyor.
Kısaca biz toplum olarak çok bilinçli, akıllı olmalıyız. Ama özenli de olmalıyız. Bakın buradan ben geçen sene bir eğitim duyurusu yaptım, Köy tohumu toplama ve muhafazası ile ilgili. Kimse ilgilenmedi. İki gün üniversitede hocalar bozulmamış , değişmemiş, hatta melezlenmemiş tohumları nasıl toplarız, nasıl kullanırız ne yaparız diye uygulamalı eğitim verdi. Bu GDO' ya Hayır Platformu, ZMO, ve E.Ü.Ziraat Fakültesi Tohumculuk Teknolojisi nin ortak çalışmasıydı. Eğitime toplumun herkesiminden kişiler katıldı, çiftçiler, mühendisler, çevreciler ... Bu eğitime katılamadığım için hep çok üzülürüm. (Ancak o sırada başka bir eğitim alıyordum. )Tekrarı olursa yine duyuracağım.
Mahmut Leventoğlu
23-11-2006, 15:57
Sevgili Mine Şükrana anlattığın konunun sonlarına doğru gerçek tohumlarımızla ilgili söylemlerin var. Şimdi işte benim hırsım isteğim düşüncelerim burada başlıyor.Ne olur bu konuyu kendi aramızda bile olsa başlatalım ciddi anlam da ve bilimsel anlamda sen önayak ol.
İnternette neler var bakayım dedim:
Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği'ni buldum... 77 üyesi var. Bu rakam az değil mi?
Haberlere baktım. Sanki okunmasın diye yazmışlar :) Kimsenin paragraf yapmaktan haberi yok gibi :)
TÜRKİYE TOHUMCULUK ENDÜSTRİSİ DERNEĞİ'NDEN AÇIKLAMA 27.09.2006 TBMM'de Görüşülmek Üzere Bekleyen Tohumculuk Kanun Taslağı İle İlgili Çeşitli Çevreler Tarafından Yapılan Eleştirilere Yönelik TÜRKTED Görüşleri 1963 tarihli Tohumlukların Tescil, Kontrol ve Sertifikasyonu Hakındaki 308 sayılı Kanunun günün ihtiyaçlarına cevap vermediği için değiştirilerek, ülkemizde tohumculuk sanayinin geliştirileceğine ve tohumculuğun ileri olduğu batının gelişmiş ülkelerindeki yapıya benzer yapılanmaların oluşturulmasına olanak sağlamak üzere yeni bir Kanun Taslağı hazırlanmıştır. Tohumculuk Kanun Taslağının hazırlanması için 1999 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca bir Komisyon kurulmuş ve bu komisyonda Bakanlık, Üniversite, Özel Sektör ve çiftçi kuruluşları temsilcileri uzun süren çalışmalar yapmıştır. Mevcut 308 sayılı Kanunun hazırlandığı tarihlerin gereği olarak tohumculuğu Devlet işlevi olarak ele almakta tescil, sertifikasyon, üretim, dağıtım ve kontrol gibi işlemelerin ağırlıklı olarak kamunun yapmasını öngörmektedir. Yeni Taslak ile sektörün yeniden yapılandırılarak tohumculuk sanayinin geliştirilmesi ve özel sektör ağırlıklı bir yapı oluşturulması hedeflenmiş bulunmaktadır. Bu hedeflere ulaşabilmek için AB’nin tohumculukta en çok gelişmiş iki ülkesi olan Hollanda ve Fransa’daki tohumculuk sektörünün işleyişi Bakanlık ve TÜRKTED (Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği) tarafından incelenmiş ve yeniden yapılandırmada Fransa’da Tohum ve Fide Birliği (GNİS) ve Hollanda’da Tohum Denetim Vakfı (NAK) modellerinden esinlenerek Türkiye Tohumcular Birliği oluşturulması kararlaştırılmıştır. Bu Birlik, ıslahçı, tohum, fidan ve fide üreticisi, nüveci çiftçiler, tohum bayileri, süs bitkileri üreticileri gibi tohumculuk sektörünün ilgili kesimlerini önce alt birlikler halinde bir araya getiren bunların bağlı olduğu kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak Taslak’ta yer almaktadır. Başlangıç aşamasında Tarım Bakanlığınca verilecek yetkiye dayalı olarak bu Birlik genişleyip alt yapısını geliştirdikçe yine Bakanlık’tan alacağı yetkilerle denetim işlevini de yapabilecek hale getirilecektir. AB ülkelerinden Hollanda ve Fransa’da sertifikasyon işlevleri üreticilerin üye olduğu özerk kuruluşlar vasıtasıyla yürütülmektedir. AB uyumu süresi içinde Batı’da Devletin kontrolü altındaki bu kuruluşlar çok etkili görevler yapmaktadır. Bu nedenle bu kuruluşlar yeniden yapılandırmada model olarak alınmışlardır. Bazı kesimlerce Taslakla ilgili olarak belirtilen olumsuzluklar: 1) Bu kanun taslağında GDO’ların yaygın olarak kullanılmasına imkan sağlayacak hususlar yer aldığı ifade edilmekte ve hatta bazı çevrelerce bu hususu ulusal felaket olarak tanımlamaktadırlar. Halbuki Kanun Taslağında Genetik Olarak Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) kullanılabileceğine ve serbest bırakıldığına ilişkin bir hüküm bulunmadığı gibi GDO’ lar sadece Tanımlar bölümünde biyoteknoloji ifadesinin kullanılmış olması nedeniyle dolaylı olarak kanun kapsamına girmektedir. İlgili maddede yer alan çeşit tanımı AB terminolojisi içinden alınmış bir ifade olup sadece bir kelime olarak yer almaktadır. Özetle GDO’lar konusunda üretim, ithalat ve ihracat izinleri bugünkü gibi Tarım Bakanlığınca olup GDO’ların serbestleştirileceği görüşü doğru değildir. Öte yandan GDO’lar üretimi ve satışı ilgili özel bir yasa taslağı olan “Biyogüvenlik Kanun Taslağı” içinde yer almaktadır. 2) Kanun Taslağının eleştirilen maddelerinden birisi de 15. maddede yer alan yetki devridir. Bu maddedeki hükme göre Bakanlık üretim, sertifikasyon, ticaret ve devletin yetkilerinin bir kısmını veya tamamını Türkiye Tohumcular Birliğine veya Üniversitelere devredebilmektedir. Böylece ilk aşamada sertifikasyon ve daha sonra gelişmelere bağlı olarak denetim işleri Türkiye Tohumcular Birliğine (TTB) verebilecektir. Bu madde ile devlet tarafından yapılan bazı işlemlerin üreticileri bir araya getiren ve her türlü teknik bilgi ve alt yapı ile donatılacak olan TTB’ye devredecek olması ileri AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde çağdaş tohumculuk sanayisinin gelişmesine yardım edecektir. 3) Yine iddialar arasında göre Kanun Taslağı tohumculuk sektörünün çokuluslu şirketlerin eline geçmesine neden olacağı görüşü yer almaktadır. Aslında Tohumculuk Kanun Taslağı ile mevcut 308 sayılı Kanuna ilave olarak getirilmiş ve tohumculuğun yabancıların eline geçmesine neden olacak bazı kesimlere avantaj sağlayacak hiçbir hüküm yoktur. Öte yandan TTB kamu niteliğinde meslek kuruluşu olarak üyelerinin %80-90’ı yerli şirketlerden oluşması ve seçimlerin İlçe Seçim Kurulunun denetiminde yapılacak olması bu iddiaların da yersiz oluşunun kanıtıdır. 4) Hakem Kurullarının çiftçi-şirket anlaşmazlıklarında şirket lehine karar vereceği iddiası. Hakem Kurulları ulusal ve uluslararası ticarette şirketler arasındaki anlaşmazlıkların , hızla uzlaşma yoluyla çözülebilmesi için kurulan tarafsız Kurul’lar olup, çiftçilerle hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca cezai yaptırımları olmayan bu Kurul’lar Uluslar arası Tohum Federasyonu (ISF) üyeleri arasında da hakemlik yapacaklardır. Uzlaşma ve hakem kurulu raporlarından memnun olmayan tarafların elbette ki mahkemeye gitme hakları saklıdır. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde mahkemelerin üzerinde hiçbir karar organı olamaz. 5) Tarımda dışa bağımlılığın artması iddiası Tohumculuğun genel yapısı ve gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında özellikle hibrit çeşitlerdeki dışa bağımlılığın kırılması ancak yeni Ar-Ge yatırımları ile yerli tohum sanayinin desteklenmesi ve çağdaş yapılanmalarla mümkün olabilir. Bunu sağlamak için mevcut yapıyı ve durumu korumak yerine yeni atılımlara ihtiyaç vardır. Bu taslak yeniden yapılanmanın ilk adımını oluşturacaktır. Dr. Mete Kömeağaç TÜRKTED Yönetim Kurulu Adına Yönetim Kurulu Başkanı
http://www.turkted.org.tr/haber.php
Dün yine marketteydim. Sebze meyve alacaktım.
Forumlardaki GDO'lu ürünlere ait makale ve yazıları okuduktan sonra daha bir seçiçi olmaya başladım. Birde insanın küçük çocuğu varsa dahada dikkatli olması gerekiyor.
Domates alacaktım. Önceleri sadece rengine şekline bakardım. Hatta şöyle bir de koklardım. Fiyatı da biraz pahalıysa hıı bu hormonsuz diye düşünürdüm ve alırdım.
Şimdi sorgulamam gereken başka şeylerin de olduğunu farkettim.
Üretici firmayı soruyorum. Tarım bakanlığından alınan sertifikalarının kopyasını görmek istiyorum. İnternetten firmanın sitesine girip üretim tekniklerine bakıyorum. Bazı satıcılar buna sinirleniyor. Özellikle daha küçük boyutlu marketler. Ama bunun benim en doğal hakkım olduğunu kendilerine hatırlatıyorum.
Hormonlu yiyecek deyince akılıma sadece domates gelirdi. Oysa bunun diğer sebze ve meyveler içinde geçerli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeye gayret ediyorum.
Çevremide bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyorum.
Markete gittiğim zaman alışveriş sırasın da içimden geçen bu duygu ve düşünceleri sizinle paylaşmak istedim.
Selahattin Yılmaz
11-01-2007, 10:24
Son bir kaç yıldır topraksız kültürde ve arılı sistemle üretim (bombus arıları) yapılıyor. Topraksız kültür de ise bitkiler özel solüsyonlarla sıvı gübrelerle besleniyor ve kışın üretilmesine rağmen hastalıklar dolayısıylada ilaç kullanımı olmuyor. Hatta ve hatta sevgili ŞÜKRAN'ın da dediği gibi sebzeyi üreten firmanın sitesinden üretim ortamını ve seraları denetleyebiliyorsunuz. Üretim ortamları son yıllarda ısı problemlerinden dolayı termal ısı kaynaklarının olduğu illerde gerçekleşiyor ve bu tarz seralar da hızla artıyor. Ancak bu durumda fiyat yüksek oluyor tabi. Bu üretim tarzı hormonsuz sebze taleplerinin alternatifi olarak hızla gelişiyor ama yine de sıvı gübre ile üretildiğinden ne kadar sağlıklıdır her zaman söylenecek söz olacağından tartışmaya açık bir konu ki ben bu tartışmaya hiç girmeyeceğim. Yine de her zaman yaptığım tavsiyeyeyi yapacağım yazın kış sebzesi, kışında yaz sebzesi tercih etmeyin.
Mehmet Ali Aşık
08-03-2007, 04:34
dosyanin basligini sevdim! Klimanjaroya katiliyorum mevsiminde olmayan mevya sebzeyi yemek hormonsuz olsa bile pek tercih edilmemeli.cunki yaz urunleri vucudu yaza gore kis urunleri vucudu kisa gore hazirliyor. Mevsimi olmayan meyva sebze için geleneksel yapilan kurutma,recel,tursu,salça gibi urunler tercih edilmeli.
Bitkiler ve tarim ile ilgilenmeye basladigim zaman %100 organik olan insanlara biraz tuaf gozle bakiyordum ama bu konularda bilgim arttigi zaman bende o insanlardan biri oluverdim.Kimyasala ve zehirlere hiç gerek yok aslinda.Birde Turkiyede en zehirli tarim ilaçlarina "ilaç"denilmesi dogru degil bence .ilaç yerine hangi kelimeyi kullanabiliriz? Çiftcileri sirtinda kimbilir hangi zehirlele dolu kaplarda hiç bir koruma kullanmadan "ilaç sIkarken" gormek beni uzuyor çiplak elini daldirip bu zehirleri karistiran bile var.ikaz ettigindede bir sey olamaz diyorlar!
Sevgili Mehmet bey,
Anlattıklarınızda o kadar haklısınız ki?
Hatırlıyorum da çocukluğumuzda mevsimi olmayan sebze ve meyveleri nasıl da özlerdik. Kışın kış, yazın da yaz sebze ve meyvesi yerdik.
İlk çıktığında pahalı olurdu, almak için biraz ucuzlamasını bekledik.
Herşey daha farklı ve güzeldi.
Sabah sabah biraz nostalji yapayım dedim:)
Konuya yazılan bütün görüşleri okudum.
Şuur böyle uyanıyor.
Ben çok basit ve kısa bir görüşümü sunayım.
Her şeyi yaratan Allah, vücudumuz için ne, ne zaman lazımsa, onu da o zaman yaratıyor.
Bu, bitkiyse eğer, onun yetişme şartlarını, bizim ihtiyacımıza göre düzenlemiş.
Kışın portakal, yazın sıcağında karpuz, ve benzer örnekler.
Biz bunu zorladığımız zaman , işte bir süre sonra ortaya bunlar çıkıyor.
Aramızda var mıdır bilmiyorum ama bazıları da bu tarz düşünceye gericilik diyor.:p
Çocukluğumda Küçüksu'da bostan vardı, orada her türlü sebze, tam anlamıyla doğal olarak yetiştirilirdi.
Rahmetli babam, daha önceleri, Anadoluhisarı çevresinden her gün 5-6 motor, hale sebze taşırdı, demişti.
Şimdi o bostanlarda binalar var(Biri hariç, orada da fidanlık var).
Bu binalarda oturan insanlar için mecburen Adana'dan veya filan yerden sebze meyve getiriliyor.
Bu durumda da Sn Pakkaner'in belirttiği, pazara ulaşım, dayanıklılık vs konuları gündeme geliyor.
Oysa daha önce böyle bir sıkıntı yoktu.
Ben çocukken, Küçüksu'daki bostandan (tadını unutamadığım ve artık bulamadığım) domates, hıyar, patlıcan vs alır, Hisar'da kalenin dibinde satardım.
Bir yandan da hıyarları yerdim.:dilli:
İşte böyle böyle bir şeyler.
Şartlar değiştikçe ihtiyaçlar da değişiyor.
Önceleri sun'i gübreleri hararetle tavsiye edenler, şimdi fazla kullanımı, toprağı verimsizleştiriyor, diyorlar.
(Bu bilgim yanlışsa, ustalar düzeltsin lutfen)
İşin özü, her şeyi mevsiminde yemektir.
Selam ve sevgiler.
Mahmut Leventoğlu
12-03-2007, 08:39
Günaydın :) İstanbulda her semtin sebze kendine yetecek kadar sebzesi vardı zaten .Bir de sebzeleri meşhur olan semtler ,köyler vardı. Alibeyköyün süt mısırı,Yedikulenin marulu, Langa nın hıyar ı, v.s.
kaynak:http://www.tar-gel.com/modules.php?name=News&file=article&sid=39
Bu yazıyı okudum tüylerim diken diken oldu .. Neler oluyor bize :(
"Türkiye’de 11 bin bitki türü var. Bunların 3 bin 700’ü sadece ülkemizde yetişiyor. GDO ekimleri, bu türlerin yok olmasını beraberinde getirecek."
" Antalya’da 11 cm olarak kamyona yüklenen salatalık, Ankara’ya gelene kadar 13 santim oluyor."
:mad: :mad: :(
Dün televizyonda bir habere rast geldim. Haberin konusu kısaca, havalar sıcak gittiği için soğan ve patatesin verdiği fire sebebiyle fiyatlarının 2 kat artması idi.
Pazarda yapılan bir söyleşi sırasında satıcının önündeki domatesler için kullandığı cümleleri aynen aktarıyorum.
- Abla, bunlar yarı açık seradan geliyor, cam sera değil, naylon sera. Doğal sayılır yani.
Naylon sera olunca doğal oluyor, cam serada doğal olmuyor. İnsanlar bu masallarla uyutuluyor.
Organik Tarım konusu bugün ortaya çıkan bir konu değil, 1950 yılında ABD tarafından ortaya atılan bir tarım yöntemidir. Ancak Organik Tarım deyince aklımıza kimyasalsız, pestisitsiz, tamamen doğal ürünler gelmemelidir. Zira bu tarım yönteminde bakırlı bileşikler ve kükürt kullanımı yasaklanmamıştır. Bakırlı bileşikler ve kükürt de pestisitlerin ilham kaynağıdır.
Bir üretici olarak tarlaya vurduğunuz her çapa, doğal dengeyi bozan faktörlerden birisidir. Bir tarlanın sürülmesiyle başlarsak orada doğal olarak yetişen bitkileri yok edip, yerine insanlar tarafından pekçok ıslah yöntemi ile değiştirilmiş, yabanı formuna hiçte benzemeyen bitkiler koyulması en başta doğal dengenin bozulmasıdır. Zaten zincirin birinci halkası kopunca diğerleri de sırayla gelmektedir.
Doğal ortamda yaşayan canlılar arasındaki denge, bizim monokültür tarım anlayışımız ile zararlılar lehine kaymaktadır; hazır ve bol besin kaynağını bir tarlada bulan zararlı organizmalar doğal ortamda rekabete girmektense tarım yapılan alanları tercih etmektedirler. Tabi zararlı nüfusunu azaltalım, yararlı organizmalar bırakalım ortama diyenler de başarıyı malesef yakalayamamaktadır. Zira doğal ortamda muhteşem çalışan denge bir türlü tarlada çalışmamaktadır.
İki yol ayrımı görünüyor; Ya doğal ortamımıza döneceğiz, yani dağlarda yaşayacağız, mevsiminde sebze meyve yiyeceğiz, mevsiminde süt içeceğiz; gerçi hayvanları evcilleştirmesek, ahırlara sokmasak sadece yavru verdikleri zaman süt içebilecektik, **** kuşlar sadece belli mevsimlerde yumurta yaptıkları için senenin belirli aylarında yumurta yiyecektik, doğal ortamlarında böyle oluyor çünkü...
**** İyi Tarım tekniklerini kullanacağız. Bazı kuruluşlar (yukarıda adı geçiyor, ben doğrudan hedef göstermek istemiyorum) çevreci sloganlarla insanları yanlış bilgilendiriyorlar. Organik Tarımı %100 doğal olarak gösteriyorlar, diğer bütün üretim yöntemlerini de bilgisizce reddediyorlar.
Organik tarım çok iyi bir üretim yöntemidir, ancak geleneksel tarıma henüz alternatif olamamıştır. Bugün herkes doğal ürün yemek istiyoruz diye sokağa dökülse, üreticiler buna zorlansa, yasalar çıksa, yarın bir bakmışsınız domatesin kilosu 1-2 YTL iken 5-10 YTL olmuş. İki kilo domatesle eve giderken yarın 250 gr alıp gideriz. Tabi kalite konusunda da çok şey değişiyor. Elmayı bir ısırıyorsunuz içinden yarım kurt çıkıyor, diğer yarısı malum.
O yüzden organik tarım tam olarak yerleşinceye kadar geleneksel tarımı iyi tarım teknikleri ile donatılıp, insanlara ve doğaya en az zarar verecek şekilde yapılması gerekiyor. Bunu yapması gereken bazı çevreci geçinen kuruluşların, tarım konusundaki kıt bilgileri ile insanları yanlış yönlendirdiklerine inanıyorum.
Organik ürün dışında bişey yemeyin, herşeyi mevsiminde yeyin, şu aylarda hıyar yemeyin, örtü altı ürün yemeyin, hıyar Antalya'da 10 cm imiş Ankara'ya gelmiş 12 cm olmuş.. vb.
Organik ürün dışında bişey yemezsek dünyanın nüfusu 6 milyardan 3 milyara düşer o yüzden gerçekçi olmak gerekiyor, dolduruşa gelmemek gerekiyor.
Ancak organik tarım yöntemi gelişirken geleneksel tarıma da gereken özen gösterilmeli, iyi tarım teknikleri gündeme gelmeli;
İyi Tarım teknikleri;
* Her türlü hastalık, zararlı, kuraklık ve soğuk stresi, gün uzunluğu vb gibi pekçok faktöre karşı ıslah materyali kullanmak, ıslah edilmiş tohumlar kullanmak (F1 melezler)
* Hastalık ve zararlılardan arındırılmış sertifikalı tohum kullanmak
* Damlama sulama kullanmak
* En uygun dozda gübreyi damlama ile vermek
* Ürün münavebesi yapmak
* Pestisitleri mümkün olduğu kadar az kullanmak, kullanırken uygun pestisiti, zamanında ve uygun dozda kullanmak, kullanım ile hasat arasındaki geçmesi gereken süreye riayet etmek
* Tarımda mücadelenin amacı zararlı organizmayı tamamen yok etmek değildir; sadece ekonomik anlamda zarar vermesini engellemektir. O yüzden ilaçlama yapılacaksa Ekonomik Zarar Eşiği'ni mutlaka göz önünde bulundurmak
* Özellikle insektisit olarak böcek büyüme düzenleyicileri tercih etmek
* Yapışkan tuzaklar, feromon tuzakları kullanmak, vb kullanmak
* Araziyi eğime paralel değil, eğime dik yönde sürmek; mümkün olduğu kadar az sürüm yapmak
* Bitki büyüme düzenleyicileri mutlaka dozunda kullanmak; veya bunun yerine tozlayıcı arı kolonisi kullanmak
* Hasat sonrası mutlaka pestisit analizi yapmak
Bu iyi tarım tekniklerinin geleneksel tarım içine eklenmesi ile organik tarım sistemi yerleşinceye kadar sağlıklı beslenmek mümkün olacaktır. Aksi takdirde, sadece organik ürün kullanın, her ürünü mevsiminde tüketin, vb sloganlar insanları yanlış yönlendirecektir.
Dogasever
24-04-2007, 19:04
... Tabi zararlı nüfusunu azaltalım, yararlı organizmalar bırakalım ortama diyenler de başarıyı malesef yakalayamamaktadır. Zira doğal ortamda muhteşem çalışan denge bir türlü tarlada çalışmamaktadır...
Organik tarım çok iyi bir üretim yöntemidir, ancak geleneksel tarıma henüz alternatif olamamıştır. Bugün herkes doğal ürün yemek istiyoruz diye sokağa dökülse, üreticiler buna zorlansa, yasalar çıksa, yarın bir bakmışsınız domatesin kilosu 1-2 YTL iken 5-10 YTL olmuş. İki kilo domatesle eve giderken yarın 250 gr alıp gideriz. Tabi kalite konusunda da çok şey değişiyor. Elmayı bir ısırıyorsunuz içinden yarım kurt çıkıyor, diğer yarısı malum.
Sayın fmt79,
Kyusei Nature Farming (Uzakdoğu'daki Doğal Çiftçilik Felsefesi) hiçbir kimyasal madde kullanmadan binlerce yıldır doğal tarım yapmaktadır. Pestisitleri ve kimyasal maddeleri kullanmayı ilk çıktığından beri reddetmişlerdir. EM keşfedilir keşfedilmez de EM'yi bağrına basmıştır. EM bulunmadan önce en büyük sorunları verimin düşük olmasıydı. Şimdi ise, hem kaliteli hem de bol ürünler elde ediyorlar. Herhangi bir arama motoruna "Kyusei Nature Farming" yazarak, bu konuda bilgi alabilirsiniz. Yararlı Mikroorganizmalar tarla da da çalışmaktadır!
Kurtlu elmaya gelince, kanser olmaktansa, elmamdan yarım kurt çıkmasını tercih ederim.
Bir de iyi tarım uygulamaları diye bahsettiğiniz maddelerin içinde SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK'den bahsetmemenize çok şaşırdım. Tüm insan etkinliklerinin en önemli özelliğinin sürdürülebilir olması gerekmez mi?
Sayın fmt79,
Bir de iyi tarım uygulamaları diye bahsettiğiniz maddelerin içinde SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK'den bahsetmemenize çok şaşırdım. Tüm insan etkinliklerinin en önemli özelliğinin sürdürülebilir olması gerekmez mi?
Bitkiyi koruyan doğayı ve insanı korur, buna kuşkunuz olmasın. Sürdürülebilir kelimesini atlamış olabilirim ama sürdürülebilirlik hayat felsefemdir. Bir bitki patoloğu olarak bitkiyi korumanın insanı ve doğayı korumak olduğunu iyi biliyorum. Hiçbir zaman çevre bilincini kaybetmedim. Ama tarımdan zerre kadar anlamayan pekçok kişi ve kurumun tarım sorunları hakkında ahkam kesmesine dayanamıyorum. O yüzden yanlışların altını çizmeye gayret ediyorum. Çevre bilincini hiçbir zaman yitirmeyeceğime emin olabilirsiniz...
Doğru tarım ilacı, doğru dozda ve doğru zamanda kullanılırsa kesinlikle kanser olmazsınız, merak etmeyin. Bitki büyüme düzenleyiciler (halk arasında hormon) de dahil hiçbir tarım ilacı doğru şekilde kullanılırsa insan sağlığına zararı yoktur. Çevre konusuna gelince, tarım ilaçlarının çevre üzerinde çok büyük zararları vardır bunu ben dahil hiç kimse inkar edemez. Ancak zararı hiç olmayan **** çok az olan pestisitler de mevcuttur. Biyo-insektisitler de, böcek büyüme düzenleyiciler de tarım ilacıdır unutmayalım.
Bir adet vektör böcekle bahçede yayılan bir virüs hastalığının, kocaman bir turunçgil bahçesini nasıl birkaç yılda yok edebileceğini, zararlı mücadelesi ile vektör mücadelesinin birbirinden farklı olduğunu bilen, mesleğin içinden birisiyim. O yüzden işlerin dışardan görüldüğü kadar basit ve yüzeysel olmadığını da biliyorum.
Dogasever
24-04-2007, 23:06
Çevre bilincini hiçbir zaman yitirmeyeceğime emin olabilirsiniz...
Doğru tarım ilacı, doğru dozda ve doğru zamanda kullanılırsa kesinlikle kanser olmazsınız, merak etmeyin. .
Fatih Bey merhaba
Adınızın Fatih Tok olduğunu ve araştırmacı olduğunuzu da yayınlarınızdan öğrenmiş oldum ve sürdürülebilirlik adına yaptığınız ve yapmakta olduğunuz çalışmalardan ötürü çok sevindim.
Çevre bilincini hiçbir zaman yitirmeyecek olmanız da çok sevindirici. Yalnız yukarıdaki son cümlenizi ben daha önce de "DDT" için duymuştum. Yanlış anlamayın lütfen size karşı herhangi bir eleştiri de bulunmuyorum. Ancak, bilim çevreleri DDT için de çok iyi ve kesinlikle zararsız diyorlardı. Şimdi uzun yıllar önce kullanımı durdurulmuş olmasına rağmen Kuzey Kutbu'nda buzların içinde hala DDT bulunmakta. Bu zararlı kimyasallar kolay kolay doğada yok olmuyorlar. Ama merak edecek fazla bir şey yok! EM onları da parçalıyor. Prof Higa'nın şu sözünü hiç unutmuyorum. "Kayhan, bir gün kuzey kutbunda DDT yerine EM mikroorganizmaları bulunduğunda rahat uyuyabileceğim!" demişti.
Dogasever
25-04-2007, 00:34
Bitki büyüme düzenleyiciler (halk arasında hormon) de dahil hiçbir tarım ilacı doğru şekilde kullanılırsa insan sağlığına zararı yoktur. Çevre konusuna gelince, tarım ilaçlarının çevre üzerinde çok büyük zararları vardır bunu ben dahil hiç kimse inkar edemez.
Doğru tarım ilacı, Doğru dozda, Doğru zamanda ve Doğru şekilde uygulanırsa en iyi sonuç elde edilir.
Fatih Bey tekarar merhaba,
Yukarıda yazdıklarınızı tekrar okuyunca size bu mesajı atma gereği duydum. İnsan ve Çevre bir bütündür biliyorsunuz. Bizler çevremizle birlikte varız! Çevremiz olmasa biz de olmayız. Öyleyse, çevreye çok büyük zarar veren bir şey nasıl oluyor da, insan sağlığı için zararsız olabiliyor. Pek anlayabilmiş değilim. Örneğin, bugün çevrenin kirlenmesi, insan sağlığını olumsuz yönde etkilemiyor mu? Çevresiyle insanı birbirinden ayırabilir miyiz? Diyelim ki toprak kirlendi, su kirlendi veya hava kirlendi. İnsan sağlığı bundan olumsuz etkilenmeyecek mi? O toprakta yetişen ürünleri tüketen, o suyu kullanan veya içen ve o havayı soluyan insan bundan zarar görmeyecek mi demek istiyorsunuz?
****** hayır, sadece diyorum ki, bazı durumlarda kimyasal mücadeleye alternatif bir yöntem yoktur. Mutlak kimyasal mücadele şarttır. Size birkaç örnek vereyim;
Bir turunçgil bahçesinde Citrus Tristesa Virus **** bir erik bahçesinde Plum Pox Virus için mücadele ederken, bahçede bir adet vektör böcek gördüğünüz anda ilaçlama yapmak zorundasınız.
Tabi pekçok insan bilmez ama gümrüklerde tarımsal ürünlerin giriş çıkışlarında karantina tedbirleri vardır. Tüm dünyada Methyl bromide gibi çok zehirli bir madde yasaktır, ancak bir yerde kullanımı serbesttir, o da karantinalar. Buralarda yediğimiz buğdayların pekçoğu methyl bromide **** alüminyum phosphide ile muamele edilir. Buğdayın içinde bulunan ve karantinaya tabi zararlılar öldürülür.
Bu örneklere yüzlercesi eklenebilir. Burada önemli olan söylemek istediğimin altını çizebilmem;
Kimyasal kullanmak zorunda isek; çevre ve insan sağlığı için zararsız, **** mümkün olduğu kadar az zararlı olanları tercih etmeliyiz. Pekçok kimyasal, eğer doğru kullanılırsa, çevre ve insan sağlığına zararları minimumdur.
Kimyasalların çevre ve insan üzerindeki olumsuzluklarının en başta nedeni yanlış kullanımdan kaynaklanır. O yüzden imza kısmında Doğru tarım ilacını doğru dozda ve doğru şekilde kullanılmalıdır yazmıştım. Ruhsat veren kurum (KKGM Ankara) en sağlıklı kullanım şartlarını prospektüse yazar, ama insanlarımızın yanlış kullanımı nedeniyle suç kimyasala atılır. Unutmayalım ki bir pestisit, en az 10 yılda geliştirilip piyasaya sürülür.
DDT konusna gelince, kendimi bildim bileli bu konuyu düşünüp üzülmüşümdür. Atom bombasından sonra insan oğlunun alnındaki ikinci kara lekedir. Ama hatalar tecrübe kaynağıdır. Ben küçükken bana yapılan kuduz aşılarının hatalı üretildiğini ve o aşıyı olanların %3'ünün beyin hücrelerinde büyük hasarlar yaptığını yıllar sonra öğrenmiştim. Şimdi o günleri hatırladıkça şükrediyorum.
Dogasever
25-04-2007, 10:18
[Bitki büyüme düzenleyiciler (halk arasında hormon) de dahil hiçbir tarım ilacı doğru şekilde kullanılırsa insan sağlığına zararı yoktur]
derken, son mesajinizda
[Pekçok kimyasal, eğer doğru kullanılırsa, çevre ve insan sağlığına zararları minimumdur.]
demeniz beni son derece mutlu etti.
Konu ilginç olmasına ilginç, sorun da tüm çıplaklığı ile ortada, peki aranızda gelecek açısından; çocuklarımızın, torunlarımızın, bizim bugün şikayet ettiğimiz durumdan daha iyi şartlarda besinleri tüketecekleri yönünde, en azından umudu olan var mı?
Temenni demiyorum, halis muhlis, mis gibi UMUT diyorum arkadaşlar, UMUT...
Benim yok. Neden mi? Açık değil mi, herkes ne diyor, "ah o eski günler ah..."
"Kokusu mahalleyi sarıp, öte mahalleleri fethetme telaşındaki, akbaşaktan mamül, odun ateşinde pişen ekmekler", "beyaz Tekirdağ karpuzları" v.s. hep geçmişte kaldı. Merak etmeyin birkaç on yıla kalmaz ne döl veren tohum ne de o eski lezzetleri arayan bireyler kalacak.
Ben '80'lerden sonra doğup da ekmek koklayabilmiş, hatta ekmekte koku arayan kişi tanımadım desem yeridir. E, tüketici de istemedikten sonra üretir mi elin holdingi, sağlıklı gıda ürünü, meyve sebze (yerli üretim mi, gelecekte mi, dalga mı geçiyorsunuz!).
Aslında böyle de olması gerekiyor gibi. Çünkü yerli, yabancı herkes değerin değil, fiyat 'ın peşinde koştukça başka bir sonuç beklemek gerçekçi olmadığı gibi doğru da değil.
Mine Pakkaner'in konunun 18 no'lu yazısı bence olayı tüm yönleri ile özetliyor. Ve gerçekten çok çok iyi özetliyor. Hatta lerdemir'in aktardığı "kırmızı domates" olayı da abartıya kaçacak kadar doğal ve olması gerektiği gibi bence (ideal anlamında değil kozaliter olarak en doğalı bu ne yazık ki!).
Tarım üreticisi zaten ülkenin en zor şartlarda yaşam mücadelesi vereni, belki de bu mücadeleyi zaten çoktan kaybetmiş olanı iken, kim, hangi hakla, hiçbir şekilde bedelinin en küçük kesrini ödemeye yanaşmadığı, sağlıklı ve güzel besinlerden yemeyi hak etmiştir, söyler misiniz?
Ya da, "Tekirdağ'ın beyaz karpuzu", kimse satın almadan nasıl piyasada hala bulunabilsin. Tekirdağ'lı gerçek bir karpuzsever olan ben yazları, güzelim karpuzlardan bir dilim bile yemediği halde (kesmek zor-muş, içinde çekirdek bile var-mış, ellerini yıkamak zorunda kalırlar-mış), en eğitimli ve aklı başında görünenler, böcek tozuyla renklendirilmiş kola'ları (inanmayan "cochineal"ı aratsın!, bulduğu uzun metinleri sonuna kadar okusun! çizim ve fotoğraflara uzun uzun baksın, düşünsün, dü-şün-sün!) kendi ve çoluk çocuklarının midelerine indiriyorlardı!
Aynen "Her toplum layık olduğu şekilde yönetildiği" gibi sadece layık olduğu besinleri tüketir. Bu günkü gıdalar layık olunanın bile çok üstünde kalite ile sunuluyor, değer bilmez, fiyat bilir tüketici çoğunluğa!
Azınlık mı? Onlar ne yapacaklarını biliyorlar, tıpkı benim her yaz, her şeye rağmen, zevkle, ince kabuklu, kütür kütür Tekirdağ karpuzu yemeye devam ettiğim gibi...
Saygılar.
gece...
Sanırım karamsar oldu, ama, Mine hm.'ın yazısında belirttiği gibi "gerçek tohumlara, fikren bile ilgi o denli az olduktan" sonra, neden hakkımızdan fazlasına kavuşabilelim ki!
ahmetbey
04-06-2007, 15:35
Giy gelinliğini gel yanıma göster güzelligini
Sür kokularını sarsın tüm insanlıgı
Islat göz yaşınla tüm aşıkları
Yak ateşinle seni sevenleri
Bu benim doga denince aklıma gelen küçük bir mısra neden bu güzellikerli yaşamk varken onlar zara veriyoruz. Onları böyle kulanmak varken üzerine bir hiç gibi basıyoruz. Ben tarımcıyım doğa aşıgyım bitkiler zarar vern herkeze beni bulur karşısnıda Hadi el eleverip yaşatalım Dünyayı Benim gibi
Size bir alaç adı sorcam arkadaşalr bilgisi olan arkdaşların yazılaırnı beklyiorum chrysamed tarım haşere ilacı hakında bilgisi olan arkdaşlar yazılarını bekliyorum. Yararı nedir zararı nedir ? Nasıl Kulanılır? cevaplarını bekliyorum. Eger idael ialçsa nerden alabilrim yardımlarınızı beklyiorum
Klavyeniz bozuk mu? Bazı harfleri basmamış...
Merhabalar!
Sayfayı şöyle bir dolaştım bütün arkadaşlar çok güzel bilgiler aktarmışlar. Müsadenizle bir iki şeyde ben ilave itmek istiyorum.
Bana göre en kestirme yol. Bizim köyde dengesiz bir şey isteyene söylenen bir deyimde. "Zemheri ayında HIYAR isteme" derler. Zamanında tüketime bana göre geçmişimizden kalan çok güzel örnek. Hoş bütün güzel örneklerimizi yok etmek için elimizden geleni yapan bir toplumuz ya neyse.
Saygıyla kalın.
ilker_eroglu
12-11-2007, 03:57
Merhaba;
Çok yaralı bilgiler edindik tesekkür ederiz. Acaba küçük bir kılavuz hazırlanabilirmi alışverişlerimizi daha bilinçli yapmak için.
Bilinçli tüketiciler olursa insanları daha dogru yönlendirir ve daha saglıklı yasarız.
İlker
ekip2004
20-11-2007, 22:06
Yazılanları baştan itibaren okudum; anlıyorum ki haklı olarak herkes doğal olmayan herşeyden korkuyor.
İnsanoğlu yeryüzünde malesef doğal birşey bırakmadı, yeryüzündeki populasyonu da diğer canlılara göre hızla arttı, yaşamak için malesef çevreye müdahaleleri arttı , müdahalelerinin ortaya çıkardığı zararları gördükçe birçok yanlıştan dönmeye başladı, hepimizin bildiği gibi tarımda kullandığımız birçok kimyasal ürün; çevreye daha az zararlı olduğu sanılanlar keşfedildikçe yasaklanıyor, bu yasaklar gelişmiş ülkelerde biraz daha hızlı , diğer ülkelerde biraz daha yavaş ilerliyor.
Açlık sorunu çeken yoksul ülkeler malesef kimyasalların kronik etkilerini görmezden gelmek zorundalar ; çünkü bu ülkelerde insan ömrü 30 yıl kadar. Ülkemiz kimyasallar konusunda geçmişe göre çok daha duyarlı ama , unutmayalım ki bizde de beslenme için kazancının yarısına yakınını harcayan büyük bir kitle var.
Fatih bey bu konuyu zaten iyi yorumlamış, katılıyorum. Doğasever rumuzlu arkadaşın dileklerine katılmamak imkansız, ümit ederim EM konusunda yapılan çalışmalar ülkemizde çok daha hızlı ve rantabl kullanılmayaya başlanır. İleriki günlerde özellikle tarım kimyasallarını önerilen şekilde, olabildiğince titiz kullanarak zararı azaltabiliriz.
Kışlık yapay ortamda yetiştirilen ürünlerdeki kalıntıları da minimuma indirerek kışın yaz sebzelerinden de mahrum kalmayalım. Unutmayalım ki birçok kimyasalın bilinen kronik etkileri , uzun zaman uluslararası sağlık kurumlarının belirlediği limitlerin üzerindeki dozların alınması durumunda, zararlı oldukları belirtilmekte... ''Çevreyi korumanın en iyi yolu olabildiğince çevreye az müdahale,çevreyi kendi haline bırakmaktır.''
Oğuz Karsan
02-12-2007, 00:02
Merhaba,
Haydi hemen başlayalım bu doğal olmayan hiç bir gıdayı tüketmeyelim kampanyasına, Ama oyuna gelmeden.
Gerçek Vatansever çiftçilerimizle elele vererek, gdo kullanmadan. Bundan başka, kendi laboratuarlarımızda üretilmemiş, denemesi yapılmamış hatta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı nın bu iş ile ilgili yüksek teknoloji ile donatılmış laboratuarlarınca sıkı bir denetlemeye tabi tutulmayan hiç bir tohumun henüz bozulmamış saf toprağımızda kullanmayalım.
Bakın işte gördünüz mü? çözümü bulmak kolay ama bu saydıklarımızın uygulama olanağı var mı? Bir bakalım.
Bu önlem ve tedbirleri ancak bütün dünyayı sömürebilmeyi başarıp, sömürdükleri başta teknolojileri olmak üzere herşeyi halkının geleceğini planlamada kullanabilen ülkeler alabilirler. Öyle de olmuştur.
Sömürmeyi planladıkları ülkelerin, sömürülmelerini engelleyici aynı veya benzer tedbirleri almalarını önlemek için ise globalleşme ve küreselleşme, Dünya kardeşliği gibi kimsenin karşı çıkamayacağı laflar ile önce gözler boyanır.
Sonra kendi çiftçisinin destekleri çoğaltılırken daha önce planlı şekilde ekonomileri başta olmak üzere tarımı da, bozulmuş ülkelere kendi çiftçileri ile rekabet etmemeniz için tam tersini yapmaları ve çiftçilerini asla desteklememeleri önerilir.
Diğer taraftan bu ülkelerin ürettiği tarım ürünlerini düşük fiyata kapabilmek için türlü hileler kullanılır. Mesela önce zararlarını henüz sizin bilemeyeceğiniz tarım ilaçlarını satar,sonra da bu ürünlerde kalıntı var dedikten sonra size iyi ve bol ürün vereceğine inandırdıkları gerçek GDO'lu tohumları satarlar çiftçinizin kullanmasını garantiye almak için de önce bedavaya dağıtırlar, sonra ürettiklerinizi almamak için bu ürünler ekolojik veya organik değil bahanesini uydururlar.
Bu oyunu bir kaç kere oynayıp tabir yerindeyse bir koyundan 5-6 post çıkartırlar.
Bir taraftan sizin insanınızı hasta edecek ürünleri size yeni tekniklerle pazarlarken, kendi vatandaşlarına yedirecekleri organik olması gereken ürünleri istedikleri şekil ve usuller ile ürettiğinizden emin olabilmek için ikili hatta üçlü beşli kontroller yapılır.Gerekirse sizi eğitim bile verirler.
Sattıkları ürünlerin reklamını da yine ele geçirdikleri medyanız aracılığı ile yaparlar.Siz sağlıklı besleneceğinizi zannedip fahiş fiyata gdo lu ürünleri satın alırken,elinizdeki gerçek organik gıdaları almayı ihmal etmezler.
Sattığı tohumlardan beslenip kanser hastası olan vatandaşınıza, ilacı da yine onlar satar.
Zaten o ilaçların tehlikeli ve kendi ülkelerinde yasak olan denemelerini de önce sizin ülkenizde, sizin insanınızda deneyerek gerçekleştirirler.
Nasıl, acaba bu yöntemleri bir yerden hatırladınız mı?
İşte Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bahsettiği "Muassır Medeniyet Seviyesine ulaşmak" lafının önemi de burada ortaya çıkar. Eğer ileri Medeniyet seviyesine ulaşamazsan, birileri seni sömürecektir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün o yoklukta dış kredi alarak Türk Tarımına örnek ve önder olması amacı ile kurduğu, ama bizim şimdi yok etmeye uğraştığımız Atatürk Orman Çiftliği ni kurma sebebi de budur.
Tarım ülkesi olduğumuz gerçeğini daha o yıllarda görebilen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, bu günlerin geleceğini de tahmin edebilmiştir.
Diğer bütün liderlerin Fikir,söylev ve heykelleri yıkılırken, liderlik vasıflarının da gitgide küçüldüğü Milenyumda Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün Önderlik vasfının daha da büyüyebilmesinin sebeplerinden birisi de işte bu gerçektir.
Selamlar
Gelişmiş ülkeler bu sorunun üstesiinden gelir . Tarımı ekonomik gücü olan şirketlerin yapması gerekli . köylümüzün parçalanmış arazilerde imkansızlıkar içinde üretime katılmasının sonuçlarıdır bunlar . Bu asırda tarımla uğraşmak , labratuvarları , uçakları makineleri olan büyük şirketlerin işidir . Devletçe denetimleri de kolaydır . Şirketlerin ve devletin bu gün arazi sahibi köylüye iş imkanıda sağlıyacağı aşıkardır . Ormanları ve hazine arazilerini koruyacağız derken asırlarca teçrübelerle tarıma ayrılmış arazilerin iskana açılması da aynı yanlış politikaların sonuçlarıdır . Semtlerin meşhur meyvelerini sebzelerini bulamayışımız da ekime müsait arazilere bina yapılmasına müsade edilmesindendir . Benim amacım köylümüzün canpare çalışmalarını hiçe saymak diğil . Aksine onların Don kişot gibi üretimde ve ziraai mücaledeki savaşlarını alkışlıamaktır.
denizakvaryumu
18-03-2008, 14:16
Sağlığımız tehlikede! Avrupa'nın 'kanserojen' dediği tarım ilaçlarıyla sebzelerimiz yetiştirildi
ANKARA -AA- Ege Üniversitesi (EÜ) Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nafiz Delen, Türkiye'de 2006 yılında en fazla kullanılan tarım ilaçlarından 3'ünün Avrupa Birliği ülkelerinde piyasadan çekildiğini, 3 tanesinin zehirli olduğunu, 4 tanesinin kanser yapma riski taşıdığı, 5 tanesinin ise iç salgı bezlerini etkilediğini söyledi.
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) tarafından düzenlenen "Güvenli Gıda Gündemi" toplantısında konuşan Prof. Dr. Delen, tarım ilaçlarının, bilinçli ve kontrollü kullanıldığında yüksek etki gösterdiğini, daha hızlı sonuç vererek bitki gelişiminin isteğe uygun biçimde yönetilebilmesini sağladığını, bilinçsiz ve kontrolsüz kullanımın ise çevre kirliliğine, sağlık sorunlarına ve tarım ürünü ihracatı na olumsuz katkıda bulunduğunu anlattı.
Türkiye'de 1979 yılında tarım ilacı tüketiminin 8 bin 396 ton olduğunu, bu rakamın 2006 yılında 18 bin 258 tona yükseldiğini, 27 yılda yüzde 117'lik bir artışın yaşandığını bildiren Prof. Dr. Delen, hektar başına düşen etkili madde oranının ise 1 kiloya yaklaştığını ifade etti. Bu rakamın AB üyesi ülkelerdekine göre çok az olduğuna değinen Prof. Dr. Delen, en az tarım ilacı kullanan Belçika ve Finlandiya'da hektar başına 2,2 kilo tarım ilacının kullanıldığı bilgisini verdi.
Prof. Dr. Delen, ülkede tarım ilaçlarının bilinçsiz ve kontrolsüz kullanıldığını öne sürerek, şunları kaydetti:
"Gıda güvenliğimiz açısından sorun yaratabilme olasılığı bulunan tarım ilaçları, ülkemizde yoğun biçimde tüketilmektedir. En zehirli tarım ilaçlarının etkili madde olarak tüketimi 2002'de 1730 ton iken, 2006 yılında 1910 tona yükselmiştir. Bu ilaçların yüzde 16'sı yer altı sularını, yüzde 35'lik bölümü ise soluduğumuz havayı kirletebilecek özelliktedir. Türkiye'de 2006 yılında en fazla kullanılan tarım ilaçlarından 3'ü AB'de piyasadan çekilmiş, 3 tanesi zehirli, 4 tanesi kanser yapma riski taşıyor, 5 tanesi de iç salgı bezlerini etkileyebilmektedir.
Türkiye'de yıldan yıla daha çok zehirli tarım ilaçları kullanımı artmakta, zehirsiz ilaçların tüketimi azalmaktadır. Ülkemiz insanı tükettiği gıdaların ne kadar güvenliği olduğunu bilememektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde yiyeceklerin güvenliği, tarım ilacı kalıntılarıyla bulaşıklılık durumları sürekli analizlerle saptanmakta, gerekli önlemler alınmakta ve tüm sonuçlar yayın yoluyla topluma duyurulmaktadır."
Kullanılan tarım ilacının yüksekliği nedeniyle Türkiye'den AB'ye ihraç edilen ürünlerdeki kalıntı miktarlarının yıldan yıla artış gösterdiğini, özellikle 2003 yılından sonra AB tarafından uygun bulunmayan ürün sayısında büyük artış yaşandığını belirten Prof. Dr. Nafiz Delen, "Tarım ilacı ruhsatlandırma biçimi" ve "Tarım ilacı bayilik sistemi"nin ciddi olarak gözden geçirilmesi, bitkisel üretimde anlaşmalı ve kontrollü tarıma geçilmesi gerektiğini bildirdi. Prof. Dr. Delen, özellikle bebeklerin ve çocukların tüketeceği gıdalarda sürekli ve periyodik analizlerin yapılarak, sonuçlarının kamuoyuna duyurulmasını istedi.
EBSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Nedim Kalpaklıoğlu ise Türkiye'nin gıda güvenliği konusunda yeterli önlem alan bir ülke olmadığını, bu konuya dikkat çekmek istediklerini ifade etti
Merhaba Arkadaşlar;
Öncelikle yazıların genelini okuduğumu söylemek istiyorum ve eksik olduğumuz bu tip konularda bilgi paylaşımı yapmak çok güzel.
Arkadaşlar GDO'nun yararları veya zararları ****** tartışılabilir ancak benim bildiğim kadarıyla Türkiyede GDO ürünler yetiştirmek zaten yasaktır.
nazlınaz
24-08-2008, 13:52
Bir süredir organik yaşam ile haşır neşirim. Yurtdışında uzun yıllar kocamın işi gereği kaldığımdan örneğin Londra'lıların ve Newyork'luların yediklerinin yanında gündelik hayatlarında kullandıkları kozmetiklerinin de sentetik ve zararlı kimyasallar içermemesi gerektiğini kavramış bilinçli tüketiciler olduklarını gözlemledim.
Genellikle http://http://www.safecosmetics.org/about/reports.cfm , http://http://www.cosmeticdatabase.com/research/whythismatters.php gibi siteler ile tüketiciler birbirlerini zararlı ürünler üreten firmalar hakkında uyarıyorlar.
Sonuç olarak şampuandan güneş kremine, parfümden dudak parlatıcıya kadar birçok kozmetik ürünü sürekli her gün kullanarak kendimizi tehlikeye attığımızı anlamışlar.
Bence hormon, DDT, genetik modifiyeli tohumlar vb. yanında kozmetiklerde zararlı kimyasallar barındırmayan, organik bazlı şampuanlar, kremler, bakım ürünleri kullanmak en doğrusu.
Sanırım marketler, parfümeriler yerine eczanelerde satılan, eczacıların da onayladığı ve kullandığı organik bakım ürünlerini tercih etmek daha iyi..
denizakvaryumu
24-08-2008, 20:10
http://www.devsepet.com/tawas-crystal-tiger-kr%C4%B0stal-deodorant-p-79445.html
http://www.feraheczanesi.com/ilac/diger_markalar/organicum_bitkisel_%C5%9Fampuan_1579.html
Katılıyorum.Linkini verdiğim ürünleri denemenizi öneriyorum.
Çok önemli bir başlık olmuş ,ben de hazır satılan süt ve bazı süt ürünlerine (polimer denen sentetik madde ve aroma ile süt yapımı),gıda katkılarında bahsedilme zorunluluğu olmayan bir katkı maddesi =plazmaya,artık nanoteknoloji ile üretilen(hatta yakın gelecekte pikoteknoloji ile ) katkı maddelerine dikkat çekmek istiyorum. Artık herkesin öngörebileceği şekilde ,sebep oldukları çeşitli hastalık grupları romatizmal,immun sistem hastalıkları,cilt reaksiyonları,allerjiler,mikro kimyamızı etkileyerek depresif ,anksiyeteli,panikli ruh halleri,üreme sistemi yetersizlikleri,sıkıntıları ve insanda olusturabildiği transgenik etki ile mutasyonlar ve tabii tümoral hastalıklar gibi çok geniş bir portföy sunuyor bize..Gelecek neslin kısırlık oranları ,mutasyon oranları şu anda 25 yaş üzeri insanlara göre nasıl olacak? Ve bizim dikkat ederek yetiştirdiğimiz çocuklarımız öyle bir atmosferde nasıl bir hayat yaşayacaklar,ben endişeliyim...
ben üreticiyim ve serada salatalık yetiştiriyorum aksine şunu belirteyim ısı ortamını sagladıktan sonra okadarda salatalık için kimyasala gerek yok organik gübraler herşeyi haleder ve hormon salatalıkta kulanılmaz hiç kimyasal kulanmadan yetişirse dahada güzel sonuç alınıyor oturdunuz yerden yargılamak yetiştiricilik tecrübeniz 8yıl oncede kalmış
yakında serama 24sat canlı izlene bilir kamera takcam vadandaş daha iyi bilgilensin
Remzi Sarıoğlu
17-04-2009, 13:54
Benim için en önemli belge bir sertifikasyon firmasından alınmış organik sertifikasıdır. Kimyasal gübre düzgün kullanılırsa zararsızmış o zaman ornak sertifikası alsında görelim. Seranin bir köşesine ilaç atmıyormuş. Bulaşmadı mı ? zannediyor. Bir sürü organik koruyucu var. Bunlar araştırılarak bulunabilir. Mesela ben zeytin ağaçlarımda hem zararlı böceklerden hem de zararlı güneş ışıklarından koruyan organik bir ürün kullanıyorum. Organik sertifikası olan tüm ürünleri gönül rahatlığı tüketirim. İstanbul'da cumartesi günleri Feriköy'de organik pazar açılıyor. Organik belgesi olmayan hiç bir ürünü o pazara sokmuyorlar. Herkeze sağlıklı bir hayat diliyorum
Arkadaşlar kendi sağlığımız açısından olaylara baktığımızı zannederek bitkilerimizi kimyasallardan uzak, doğal olan bitki beslemelerler içeren çözüm içeren tutumlar sergilemeye çalıştığınızın farkındayım.
Kendinizi bitkinin yerine koyarak olayların oluşumları bitki karekterine tıpa tıp uyum sağlamadığını göreceksiniz ne kadar ölçülü kimyasal bitki besleme yapsanızda, tamamemen organik gübreleri tercih etsenizde,temelde üretim, üretim dedikçe amacınız düşünceden öteye geçemez.
Seracılık'ta bu iş bitkinin özüne ters, zannediyormusunuz ki seralada biz doğalı bire bir oluşturup kontrol altında bitkinin istediği şartları oluşturuyoruz; Seradaki toprağınız bir kere doğallığı bulamamış, adete bir fabrikanın vardiyalı çalışan işçilerinden daha çok çalışıyor.
Fabrika işçilerinin bile senelik izinleri var, bu çalışma ile o toprağa diyebilirmisiniz ki her ihtiyacını karşıladım bana doğal olan ürünü ver, bu istek bence aymazlıktan başka birşey değil.
Şehir çöplükleri sizin seralarda ürettiğiniz bitki atıklarıyla dağlar oluşturduğunuz üretimin kalitesini açıklıyor, bu bitki atıklarını tekrar toprağa kazandırmak için toplamak ayrı bir iş bunları kompostlamak ayrı bir işlem ve bunları yapmassanda çevreyi kirletmek sorunuyla karşı karşı kalınıyor; Bitkilerle oynamayalım derim.
Sayın; beryun geçekten doğal olmıyan gıdaların insan fizyolojisinde yaptığı yıkımları sizlerin uzmanlık güzüyle bakarsak içler acısı durumların farkına ancak varabiliriz .
senkyaku
27-09-2009, 23:34
Neden Organik Pamuk?
Pamuk üretimi dünyadaki tarım üretiminin %3 ünü temsil eder, ancak üretim esnasında büyük miktarda kimyasal pestisid ( böcek ilacı) kullanılmaktadır. Bu açıdan pamuk, birim alan başına diğer bütün ekinlere kıyasla üretiminde en fazla kimyasal ilaç kullanılandır ve dünya böcek ilacı üretiminin %16' sı pamuk üretimi için kullanılmaktadır. [1]
Pamuk üretiminde kullanılan kimyasasalların pek çoğu sinir sistemimize zarar veren kansorejen maddelerdir. Pestisidler, pamuğun liflerine yerleşir, yıkama ile kaybolmaz ve cildimiz tarafından kolayca emilime uğrar. Bütün bunlara rağmen, pamuk kumaş üretiminde en çok tercih edilen ham maddedir.
Organik Pamuk genetik olarak modifiye edilmemiş bitkilerden böcek ilacı, kimyasal gübre gibi toksik maddeler kullanılmadan üretilen pamuktur.
Organik tarım ürünleri, uzun vadede astım ve kanser gibi rahatsızlıklara neden olan ve toprağı, havayı, suyu ve besinlerimizi kirleten sentetik böcek ilaçlarına maruz kalmamıza engel olarak bizi ve ekosistemizi korur.
Organik pamuk kullanmayı tercih etmek, kendinizin, çocuğunuzun sağlığının ve üzerinde yaşadığımız gezegenin geleceği hakkında düşünmek demektir. Yıllardır süregelen zirai uygulamalar, tehlikeli böcek ilaçları ve gübrelerin kullanılması, genetiği değiştirilmiş mahsullerin yetiştirilmesi organik tarım yöntemlerinin uygulanması ile geri çevrilebilinir. Organik üretim mantığını benimsemiş üreticiler ile iş yaparak, doğaya karşı gelmek yerine, doğa ile iş birliği yapıyoruz. Organik ürünler yiyeceklerimizin, tekstil ürünlerinin ve kozmetiklerin içinde gereksiz katkı maddelerinin kullanılmaması anlamına gelir.
Organik üretim, dünyamız için, çocuklarımız ve bizim için daha sağlıklı bir hayat demektir !
cukurovalı
29-09-2009, 14:03
Acaba olabilirmi, evimizden tüm zararlıları temizliyebilirmiyiz.
Bu gün bir haber sitesinde okudum. Aşağıya aktarıyorum.
Bu maddeleri kullanarak tahta kaşıklarınızı, bebeğinizin biberonlarını gönül rahatlığıyla yıkayabileceğiniz doğal deterjanları evde üretebilirsiniz. Bulaşıklarınızı daha temiz ve parlak yapacak doğal bir temizleyici için gerekli malzemeler şunlar: Bir bardak boraks (aktarlarda, eczanelerde, kimyasal madde satıcılarında, zirai ürünler satan dükkânlarda kolayca bulabilirsiniz) maddesi... Bir bardak yemek sodası... Aynı bardağın dörtte biri kadar tuz... Dörtte biri kadar limon tuzu, yani citric asit (iri kristalli değil, rondoda toz hâline getirilmişi). Bulaşıklarınızın portakal, limon, mandalina vb. kokması için de bu ürünlerin yağlarından küçük bir miktar.
Yapılışına gelince... Plastik bir kapta önce tuz ve 30 damla yağ iyice karıştırılıyor. Ardından diğer malzemeler de ekleniyor. Kabın içindeki malzemeler iyice harmanlandıktan sonra kapalı bir yerde muhafaza ediliyor. Her yıkama için bu karışımdan 1-1,5 çorba kaşığı kullanılıyor. Bulaşıklarınızın ışıl ışıl olması için de makinenizin parlatıcı bölümünü elma sirkesiyle doldurmanız şart. Kullanılan suyun kireç oranına göre karışıma eklenen yemek sodası ve limon tuzu oranları artırılabilir. Malzemelerin miktarı ne kadar artarsa artsın sağlığa zararlı değil, çünkü tamamen doğal.
Bu karışım bulaşık makinesinde kullanıldığında araç-gereçler hem temizlenecek hem de parlayacak. Üstelik makineden portakal veya limon kokuları gelecek. Yıkama sonrasında bazı cam ürünlerinde hafif su lekeleri kalabilir. Hemen üzülmeyin. Bu görüntüyü ortadan kaldırmak veya daha aza indirmek için kurutma programı biter bitmez makinenin kapağını açarak bulaşıkları havalandırmanız kâfi.
Peki, elde yıkanacak bulaşıklar için neler yapmak lazım? Bunun için de önerimiz şöyle: Bir kalıp doğal sabun rendeleniyor ve üzerini örtecek şekilde içi suyla dolu bir kabın içine konuluyor. Hafif ateşte sabun tozu eritiliyor. İçine yarım tatlı kaşığı boraks ve yarım tatlı kaşığı da çamaşır sodası ekleniyor. Ardından iyice karıştırılıyor. Her yıkamada bu karışımdan bir tatlı kaşığı alıp kullanılıyor. Eğer bu yöntem "Beni çok uğraştıracak" derseniz, bulaşık makinesi için hazırladığınız karışımın aynısını, meyve yağı koymadan yapabilirsiniz. Bundan sıcak suya iki yemek kaşığı ekleyip bir yemek kaşığı da arap sabunu ya da bir çay kaşığı bulaşık deterjanı ilave edebilirsiniz. Bu karışım çok az köpürüyor ama bulaşıkları harika temizliyor ve büyük oranda da su lekesi bırakmıyor.
Mutfaklarda ocak ve fırınları temizlerken kullanılan krem temizleyiciler için de alternatifler var. Mesela temizleyeceğiniz yüzeye biraz karbonat, biraz tuz ve birkaç damla sirke damlatarak hafifçe ovuşturmanız yeterli. Aynı sonucu alacağınızdan emin olabilirsiniz.
Peki, ya yüzey temizleyicileri? Piyasada 'yüzey temizleyici' diye satılan ürünlerin hepsinde insana ve çevreye zararlı kimyasallar bulunuyor. Bunu anlamak için içerik kısmına yazılmış 'anyonik aktif, noniyonik aktif' ifadelerine dikkat etmeniz yeterli. Kimyager Ayşe Kuralay, zararlı kimyasalların ekstra temizleme gücünün olmadığını söylüyor. Ayşe Hanım'ın önerdiği alternatiflere gelince: "Ahşap temizliği için bir yemek kaşığı limon suyu ile iki yemek kaşığı zeytinyağını karıştırın. Karışımın küçük bir miktarını temiz toz bezine dökün ve ahşap yüzeyi dairesel hareketlerle ovun. Karışımı sprey şişesine koyup yüzeye püskürterek de uygulayabilirsiniz."
Okumayan arkadaşlar için aşağıdaki yazı çok güzel.
20/09/2009
“Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı istiyorum” deyin
SUNAY DEMİRCAN (Arşivi)
Markete gittiniz. Yeşil sapları, şık karton kutuları, minik yeşil etiketleri, tek renk, tek ses, tek yürek halleri, yüksek fiyatlarıyla tezgahların yıldızı, kan kırmızı domatesler. Yemediniz mi daha? Yiyeceksiniz! Zira onlar, modern dünyanın gurur kaynakları. “Tatmin olma” duygusu köreltilmiş, “yeter” sözünü defterinden çoktan silmiş insan evladının zeka ürünleri onlar. Onlara şimdi domates diyorlar. Devasa seralarda, tümüyle bilgisayar kontrolünde, topraksız koşullarda (su kültürü) yetişiyorlar. Her birinin köküne birer serum hortumu bağlı, damla damla dökülüyor azotlar, fosforlar, kalsiyumlar... Hava mı lazım? Pompalar var, suyun içine gerektiği kadar hava basıyor. Güneş mi lazım? Cıvalı ampuller var, fotosentezi artıran yüksek basınçlı ışık basıyor. Kuş mu lazım? Aşkolsun! Zamanı gelince, salınıyor bambus arıları içeri, dölleniversinler, kurda kuşa muhtaç olmadan. Çünkü onlar doğanın güvensiz derbederliğine terk edilemeyecek kadar değerliler. Onlar, öbür dünyaya giderken yanımızda götüreceğimiz yatlar, katlar, plazmalar, plazalar...
Hâlâ markettesiniz. Süt içip kemikleri geliştirmek gibi bir inancın peşinde, dolaşıyorsunuz raflarda. O, beyaz sıvının içinde protein, vitamin, bir sürü bakteri, mineral filan olduğunu düşünüyorsunuz. Nasıl söylemeli, bilmem ki? Aramızda kalsın ama, onun içinde artık bir şey yok! İyisi mi bunu size, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Ahmet Aydın söylesin: “Süt sağlıklı bir içecekken, raf ömrünü uzatmak için pastörizasyon, yüksek ısı uygulaması (UHT) ve homojenizasyonla çok zararlı bir ürün haline getiriliyor. Bu işlemlerle sütün içindeki tüm bakterileri öldürülüyor. Pastörizasyon, sütün vitamin ve mineralle zenginleşmesini engelliyor, sindirim enzimlerini tahrip ediyor, tahrip olan ve sindirilmeyen protein parçacıkları, bağırsaktan kanımıza geçiyor, vücut da bunları düşman olarak algılıyor ve bağışıklık sistemini tahrip ediyor. İnsan vücudu tahrip oluyor ve alerjik hastalıklara, bağışıklık sistemi hastalıklarına, romatizmal hastalıklara neden oluyor. Çocuklarda görülen kronik orta kulak iltihabının altında da süt kullanımı vardır.”
Hadi bunları geçtik bir kalem. Siz o sütü veren ineğin başına gelenlerden haberdar mısınız? İnek inek olmaktan çıkalı çok oldu. Ağaç talaşı, mermer tozu dahil önüne konan her şeyi yiyen, bol hormon ve antibiyotikle ayakta durabilen, deri kaplı et parçaları onlar. Günde 100 kilo süt veren inek yaptılar! Ne demek biliyor musunuz bu?
Alışverişe devam
Market arabasını sürmeye devam. Üzümleri gördünüz mü? Sanki bağdan yeni gelmişler. Dipdiri, ipiriler. Nereden geliyor bunlar? Şili’den. Şili mi? Evet! Kaç gündür buradalar? Üç-beş gün oldu. Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda buralara geliyor.
Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de üç-beş gün daha, bana mısın demiyor mübarek. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela: Dane büyüklüğünü artırır, dane ağırlığını artırır, dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, tam olgunlaşmada bile daneye parlak sarı yeşil rengini verir, güçlü üzüm çöpüne rağmen dane sıkıca sapa bağlı kalır, bu yüzden yükleme taşıma esnasında danelenme nedeniyle olabilecek kayıplar azalır, dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir, yüksek kalite ve standart sağlar, raf ömrü uzar.
“Oyy! İçime fenalık geldi, çıkart beni buradan” diye feryatlar eden okura biraz sabır.
Kayseri’ye gittiniz, eh dönüşte adettir memlekete biraz mantı götürülür. En ünlü mantıcının önünde durdunuz. Yol uzun ama mantılar vakumlu paketlerde, hiçbir şey olmaz bunlara. “Taaa Amerika’ya gönderiyoruz biz, hiç merak etmeyin” diyor satıcı. Aldınız birkaç paket, doğru evdeki derin dondurucuya. Günün birinde canınız çekti, attınız mantıları kaynar suya. Ama bu nasıl tat? Kıyması mı farklı, ne? Cahillik içinde yüzen okura bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazının zamanla gıdayı zehirlemesinden kaynaklanan tat. Şimdilerde adlarına “gıda gazı” diyorlar.
Besinlerin raf ömürlerini uzatmak için içlerini gazla dolduruyorlar. Azot gazı da oksijen istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye, görün neler yediğinizi raf ömrü uğruna.
Daha durun! Petunya ve karnıbahar geni konmuş mısırlardan yapılan cipsleri de yiyeceksiniz. Geceleri de bahçenizi denizanası geniyle donatılmış buğdaylarla aydınlatacaksınız. Diyebilirsiniz ki, “hep olumsuz tarafından bakma, bu gelişmeler olmasa açlığın önüne geçilemez”. İyi ama açlığın nedeni gıda üretimindeki yetersizlik değil ki! Tam tersine, bugün dünyada gıda üretiminde fazlalık var. Öyle ki, tüm üretilen besinleri toplayıp dünyadaki insan sayısına bölseniz, kişi başına günlük 2720 kilokalori gıda düşüyor. Bu hepimizi besler de, yusyuvarlak bile yapar. Sorun gıda üretiminin yetersizliği değil, aç olanların gıda alacak paralarının olmaması.
Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. Neye ağlayıp neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi de. İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz. Tanışmadığımız insanlarla klavyelerle kavga ediyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz. Adına “bilgi” dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz. Bir an önce çıkmak lazım bu marketten, hadi durmayın, acele edin. Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.(Alıntı:Radikal 2)
discovery35
20-03-2011, 10:20
Bu konuyu paylaştığın için teşekkür ederim..
Oğuz Karsan
24-03-2011, 13:12
Merhaba.
Ama, daha da vahimi, biz de o süt, domates, üzüm gibi oluyoruz. Neye ağlayıp neye güleceğimizi birileri bize anlatıyor. Kimi sevip kimden nefret edeceğimizi de. İnsan ilişkilerini artık klavye ve monitor üzerinden kuruyoruz. Tanışmadığımız insanlarla klavyelerle kavga ediyoruz. Gün geliyor, öldürüyoruz. Adına “bilgi” dedikleri rafine verilerle zihnimizi doldurup enselerinde barkod yapıştırılmış mamül ürünler oluyoruz. Bir an önce çıkmak lazım bu marketten, hadi durmayın, acele edin. Çıkın dışarı, “Ben sütçümü, yoğurtçumu istiyorum” deyin. “Eciş bücüş mısırları, yamuk yumuk pembe domatesleri de istiyorum” deyin. “Adını, sanını, derdini tasasını bildiğim manavımı da istiyorum” deyin. Hele bir başlayın istemeye, arkası gelir mutlaka. Benden söylemesi, yoksa yapıştıracaklar barkodu ensenize.
Sn. imgelem,
Alıntı yazınız çok anlamlı. Barkodu ensemize yapıştırmalarına az kaldı. Daha vahimi önce hastalığı bulaştırıp sonra aşısını satmaya çalışanların kurnazlığına ve acımasızlığına benziyor.
Önce, bozuk tohumlar ile zehirleyip topraklarımızı verimsizleştirdiler. Sonra toprağımızı iyileştireceğini iddia ettikleri toprak düzenleyicileri ve katkıları pazarladılar. Daha sonra organik tohumdan üretildiğini iddia ettikleri besinleri on katına sattılar. Daha daha sonra da organik gıdalar yememiz gerektiğine inandırarak pis tohumlarını pazarladılar.
Şimdi bazı firmalar türedi. Çevreci malzemeler pazarlamak için artık akrabalarınızı veya arkadaşlarınızı kullanmaya başladı. Çünkü siz onlara güveniyorsunuz.
Bir etrafınıza bakın, birşey pazarlamayan yakınınız kaldı mı?
İnsaf bir koyundan bir post çıkar. Bunlar bakalım daha kaç post çıkaracaklar?.
Saygılar
mavikartal5
24-03-2011, 15:15
sayın forumdaşlar,
organik üretim diyoruz ama illa ki organik tohum arıyoruz. niye? zira organik tohumlar, yerel/köylü tohumlarına göre daha fazla verimli oluyorlar. yani, organik tohumlarda bir gen oynaması veya takviyesi var. ayrıca organik tohumu beslemek ve büyükmek için de bir takım kimyasallara gereksinim var. bu kadar basit. organik üretimlerden, eski tadları alabiliyor muyuz? kocaman bir HAYIR.
bizler organikten vaz geçelim, doğal üretime yönelelim. bu benim şahsi görüşümdür.
saygılar
RedScaLL103
20-05-2012, 22:34
****** hayır, sadece diyorum ki, bazı durumlarda kimyasal mücadeleye alternatif bir yöntem yoktur. Mutlak kimyasal mücadele şarttır. Size birkaç örnek vereyim;
Bir turunçgil bahçesinde Citrus Tristesa Virus **** bir erik bahçesinde Plum Pox Virus için mücadele ederken, bahçede bir adet vektör böcek gördüğünüz anda ilaçlama yapmak zorundasınız.
Tabi pekçok insan bilmez ama gümrüklerde tarımsal ürünlerin giriş çıkışlarında karantina tedbirleri vardır. Tüm dünyada Methyl bromide gibi çok zehirli bir madde yasaktır, ancak bir yerde kullanımı serbesttir, o da karantinalar. Buralarda yediğimiz buğdayların pekçoğu methyl bromide **** alüminyum phosphide ile muamele edilir. Buğdayın içinde bulunan ve karantinaya tabi zararlılar öldürülür.
Bu örneklere yüzlercesi eklenebilir. Burada önemli olan söylemek istediğimin altını çizebilmem;
Kimyasal kullanmak zorunda isek; çevre ve insan sağlığı için zararsız, **** mümkün olduğu kadar az zararlı olanları tercih etmeliyiz. Pekçok kimyasal, eğer doğru kullanılırsa, çevre ve insan sağlığına zararları minimumdur.
Kimyasalların çevre ve insan üzerindeki olumsuzluklarının en başta nedeni yanlış kullanımdan kaynaklanır. O yüzden imza kısmında Doğru tarım ilacını doğru dozda ve doğru şekilde kullanılmalıdır yazmıştım. Ruhsat veren kurum (KKGM Ankara) en sağlıklı kullanım şartlarını prospektüse yazar, ama insanlarımızın yanlış kullanımı nedeniyle suç kimyasala atılır. Unutmayalım ki bir pestisit, en az 10 yılda geliştirilip piyasaya sürülür.
DDT konusna gelince, kendimi bildim bileli bu konuyu düşünüp üzülmüşümdür. Atom bombasından sonra insan oğlunun alnındaki ikinci kara lekedir. Ama hatalar tecrübe kaynağıdır. Ben küçükken bana yapılan kuduz aşılarının hatalı üretildiğini ve o aşıyı olanların %3'ünün beyin hücrelerinde büyük hasarlar yaptığını yıllar sonra öğrenmiştim. Şimdi o günleri hatırladıkça şükrediyorum.
turunçgil tristeza virüsü afitler ile non persistent taşınan bir virüstür ve kimyasal mücadelesi mümkün değildir.(non persisten taşındığı için)
ayrıca plum pox da non persistent taşınır bunun da kimyasal mücadelesi imkansızdır
bir ziraat mühendisi olarak özellikle bitki korumacı olarak şunu söyleyebilirim bizim işimiz kimyasal kullanmadan **** en az kimyasal kullanarak hastalık ve zararlılarla mücadele etmektir.
Merhaba
Konu iyi düşünülmüş, yazılan fikirlerde güzel, çünkü insan yaşamının ve diğer canlıların temel kaynağı olan beslenme asla ihmale gelmeyen ve ihmal edildiği zamanda tedavisi zaman alan hatta bazen imkansız olan hastalıklarla savaşmaktayız. Katılımcıların yazılarının bir kısmını okuyabildim. Elbette üretici üretimini yapacak, tüketici de bunu bir şekilde hayatını idame ettirmek için tüketecektir. Sorun bu üretim-tüketim zincirindeki sistemin desteklenmemesi, denetimsizliği, bir şekilde bir otokontrolün sağlanamaması sonucunda zincirin halkaları birbirine uygun düşmemektedir. Gelişmekte olduğumuz bir toplum olduğumuz için insanların ekonomik koşullarını, fabrikaların ticari kaygılarını ve diğer bilimsel sektörleri de işin içine katınca aslında sadece bir sorun gözükmemektedir.
1- gelişmekte olan ülkeyiz (gelişimimizi tamamlayamadığımız için bazı şeyleri kontrol altına almak çok zor.)
2- toplumun eğitimsizliği
3- eşit olmayan gelir dağılımı (zengin çok zengin, fakir çok fakir)
4- sanayi toplumu yargımızın öncül olup üretimden daha çok tüketim toplumu olmamız
5- empati kurmayan bir toplumuz (bu ürünü ben pazarda alıp tüketirsem ne olur diyen yok)
6- ekonomik koşullar yetersiz (tarım desteği için)
7- ticari kaygılar (fabrikaların ticari kaygı, insanların geçim derdi)
8- bilimin, tarım-hayvancılık vb. müdahalesi sonucunda yaşanan olumsuzluklara karşı
9- bilimin tedavide yetersiz kalması
10- işin birde teknolojik boyutu var (ulaşmak istediğiniz her şey elinizin altında amma yanlış amma doğru, kontrolsüz bilgi)
11- tarım ve hayvancılığın çok basite alınması (herkes bir arabayı yapamaz ama tarımı yapabilir mantığı, çünkü tarıma sektör olarak bakmıyor günübirlik tüketim ürünü yetiştirdiği için günü kurtarmaya çalışıyor)
12- yeterli üretim yapamadığımız için dışa ve hileye bağımlı olmamız
Aslında bir sürü olumsuz durum sağlıksız beslenmemizi tetikliyor. Liste daha da uzayabilir. Bunlar benim aklıma gelenler. Sadece bir noktayla sorun çözülmüyor diye düşünüyorum. Ama eğer ki sorunların çözümüne bir nebze katkı sağlamak ve doğal olmayan herşeye hayır demek istiyorsak imkanlarınız varsa, lütfen kendi ürününüzü kendiniz yetiştirmeye gayret edin. Yoksa sürekli onu mu yesek bunumu yesek derken yine aynı ürünleri tüketmiş olacağız…
engin_engineer
30-05-2012, 12:21
%100 doğal kefir bilgileri için lütfen tıklayınız.. Danem (http://www.kefirdanem.com)
YÜZDE YÜZ 100 DOĞAL KEFİR 12 04 2012 - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=zW0_h_W8TAs)
Fatih Şengül
30-05-2012, 15:13
soru ve sorunlarımız insan kaynaklı olduğu için bence ''doğal olmayan insanlara hayır''...
Bu konu beni ziyadesiyle sevindirdi. elimizden geldiğince satıcıları bu konuda teşviklendirmek adına bazı şeyler yapmalı her birey çünkü şuan gelinen nokta hiçte hoş deyil ki durumda insanların bunun farkına yeni yeni vardığını gösteriyor.
Kimyasallardan vazgeçmek mümkün değil ama en aza indirgenmeli diye düşünüyorum. Umarım insanlar doğanın verdiği nimetleri daha fazla hor kullanmaz.
emrahkucuk2010
05-06-2012, 15:13
doğal ürünler için Bahçemizden Evinize | bahçemizden evinize (http://bahcemizdenevinize.com/)
hasanbilir
17-09-2013, 12:12
doğal kefir yapımı için bu adrese (http://kefirci.com) bakabilirsiniz.
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.