PDA

View Full Version : Neden ve Nasıl?




Dogasever
29-09-2010, 20:09
Hepimizin zaman zaman aklını kurcalayan bazı sorular vardır? Hele hele konu tarım, toprak ve çevre olunca bu sorular büyüdükçe büyür ve genişledikçe genişler. Gerçi Temel Konular başlığı altında birçok konu anlatılmaktadır.

Ancak bu başlık altında, diğer başlıklarda soramadığımız soruları soralım. Bu sorular çok basit olabileceği gibi (mesela toprakta hangi bileşenler vardır? veya organomineral nedir? Mikroskopta nasıl görünür?) çok zor da olabilir (Örneğin, muz neden sararır veya kararır? gibi, bazıları için bu sorunun yanıtı çok kolay olabilir. Burada daha çok doğal oluşumlar veya doğal olaylarla yani doğanın işleyişiyle ilgili merak ettiğimiz soruları tartışalım. Bu konular herhangi bir başlık için çok spesifik veya ilgisiz olabilir. O yüzden ayrı bir sorular başlığı açmayı düşündüm. Burada yanıtları bilen veya küçük de olsa fikri olan herkes yanıt verebilir. Bir başka deyişle, bu başlık bir yerde hem soru sorma hem de fikir yürütme başlığı olsun. Her şey soru sormakla başlar. Ne dersiniz?

Bu başlığın kuralı:
Soru sorulduktan sonra 10 gün içinde yanıt veren olmazsa ya da doğru yanıt veren olmazsa, sorunun yanıtını soruyu sorandan bekleyeceğiz. (Tabii biliyorsa, bilmiyorsa soru açık olarak devam eder ta ki biri yanıtlayana kadar!)




bahtiyar02
29-09-2010, 21:29
Gerçektende çok güzel bir başlık olur.Özellikle biz meraklı dostlar için soru soracağımız bir başlık.Çok teşekkür ederim.İlk soru benden
Beyaz sineklerin oluşumunu sağlayan etkenler nelerdir?neden özellikle patlıcan bitkisinin üzerinde daha çok bulunurlar?
Saygılar

Dogasever
29-09-2010, 21:36
Soru için çok teşekkürler sn Bahtiyar

Fikri olan varsa lütfen çekinmeden belirtsin. Doğru olması şart değil. Fikir yürüterek doğrusunu bulmaya çalışıyoruz. Ben açıkça söyleyeyim şu anda yanıtını bilmiyorum. Ama bulmaya çalışacağım. İlk soru için tekrar teşekküler.

gece
29-09-2010, 21:46
Bence çok renkli bir başlık açıp, yazının sonunda ilk soru olan "ne dersiniz?" diye de sormuşsunuz.

Harika olur diyor, hazır fırsatını bulmuşken bilen, bilmeyen herkese soruyorum;

Renkler ve canlılık/canlılar arasındaki bağlantının köklerini soruyorum.
Neden, kış başı ve sonunda açan çiçekler beyaz (örneğin Lonicera fragrantissima (http://www.agaclar.org/n_agac.asp?id=1094)), erken ilkbahar çiçekleri mor ve yakın renkler (leylak, sümbül, mor salkım, ...), sıcaklık arttıkça renkler de ısınıp, sıcak renklere kayarak, yaz sonu kırmızı ve turuncu renkler, sonbaharda sararıyor, nasıl ve neden?

Tamam, sıcaklık gibi enerjinin daha yoğun olduğu ortamların, daha enerjik dalga boyunda yani kırmızıya kaçan renklere yol açtığı kesin gibi ama tüm olay bundan ibaret olmasa gerek, nasıl ve neden?


gece
bitkiler ve renkleri temel bir konu değil midir? Diyen forum kişisi

Dogasever
29-09-2010, 23:05
Karanlıktan renkli ve güzel bir soru geldi. Bitkilerin yeryüzünde hayvanlar ve insanlardan çok daha eski olduklarını biliyoruz. Çevre koşullarının canlıların genlerini etkilediğini biliyoruz. Acaba mlyonlarca yıl süren kışın soğuk, yazın sıcak ortam bitkilerin renklerini belirlemede etkili oldu mu? Olabilir. Mesela insanlara bakalım. Bu benzetme yanlış olabilir belkıi ama bu başlık nasıl olsa serbest kürsü ve fikir yürütüyoruz. Acaba neden Afrikadaki siyahlarla, Avustralyadaki aborijinler oldukça koyu renkli, halbuki soğuk Avrupadakiler beyaz derili, Ortadoğulular genelde esmer? Canlıların renkleriyle milyonlarca yıl yaşadıkları ortamın sıcaklığı arasında bir ilişki var gibi. Teşekkürler Gece güzel soru.

Dogasever
30-09-2010, 00:24
Sn Bahtiyar

Beyaz sineğin bitkinin phloem'inden beslendiğini biliyoruz. Acaba patlıcan bitkisi diğer bitkilerden daha yumuşak olabilir mi? Dolayısıyla beyaz sinek çok az bir zahmetle patlıcanın phloem tabakasına, dolayısıyla besine ulaşıyor olabilir mi? Canlıların kolay ulaştıkları besinleri diğer besinlere tercih edeceğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu besinleri taşıyan bitkileri tercih edeceklerdir. Örneğin, insanlar önce alt dallardaki meyveleri toplarlar sonra ağacın üstündeki meyvelerin peşine düşerler. Ya da aç bir insana içinde aynı yiyecek olan biriaçılması kolay diğeri çok daha zor olan iki paket verilse, aç insan önce kolay paketi açarak içindekini yiyecektir. Benim ki bir düşünce...

Dogasever
03-10-2010, 18:51
Uzunca bir zamandır sürekli düşündüğüm, kendime göre yanıtlamaya çalıştığım bir konu var. Bunu siz ağaçseverlere de sormak istiyorum. Fikirlerimizi paylaşalım:

Yüryüzünde ilk karasal bitki neden ve nasıl ortaya çıktı?

copur 09
03-10-2010, 19:26
Bence, deniz ile karanın bitiştiği bölgede yaşıyor du. Bir şekilde bağlantı kopunca karaya uyum sağlayabileni hayatta kaldı.

Dogasever
04-10-2010, 14:02
SAyin Copur

Ben de sizin gibi düşünüyorum. İlk canlılar okyanuslardaki mikroorganizmalardı (algler). Dünyamız soğurken, atmosferde soğuma sırasında çıkan toksik gazlar (metan, hidrojen gibi) ve su buharı birikmişti. Yeryüzünün ince bir kabuğu katılaşıp, yeryüzü sıcaklığı 100 C derecenin altına indikten sonra, yağmurlar yağmaya başladı (bu tabii ki daha hızlı bir soğumayı da beraberinde getirdi).

Denizler oluştuktan sonra, su içinde ilk canlılar olan mikroorganizmalar ortaya çıktı (algler). Bunlar kendi besinlerini güneş ışınlarından kendileri üretiyorlardı. Atmosferdeki zehirli gazları da tüketiyorlardı. Oksijen veriyorlardı. Oksijen artısı beraberinde ozon artışını da getirdi. Böylece, ozon sayesinde güneşin zararlı UV ışınları da filtre edilmeye başlanınca, yeryüzü diğer bitkilerin de yaşayabileceği uygun bir ortam haline geldi.

Böylece ilk bitkiler olduğu düşünülen likenler de aynen sizin söylediğiniz gibi kıyılara yakın yerlerde veya su birikintilerinin kenarlarında ortaya çıktı. Likenler çok az nemli yerlerde dahi yetişebilen bitkilerdir. Fazla kök yapısına da ihtiyaçları yoktur. Çünkü yeryüzünün ilk zamanalrında fazla bir toprak da yoktu genelde kayaçlar vardı. Likenler kayaçların yüzeyine kolaylıkla tutunabildiler. Teşekkürler.

acemi_caylak
04-10-2010, 15:14
Sevgili Meymun, bu soruya cevap olabilecek 2 tane güzel öykü yazmış.

Bitkisel Yaşam (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=22258)

Pek Kültürlü Bitkiler (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=22255)

selim_50
04-10-2010, 15:38
kuşlar özellikle tavuk, dinazorların evrimleşmiş hali midir?

Dogasever
04-10-2010, 17:00
Sayin Selim

Öncelikle soru sorduğunuz için çok teşekkürler. Gerçekten sorunun ne olduğu o kadar önemli değil. Önemli olan sormak. Biz de millet olarak bir soru sorma eksikliği olduğunu düşünüyorum. Buna daha doğrusu merak etme eksikliği demek lazım. Bakınız biz de bir tek Piri Reis vardır. Halbuki yabancılarda öyle mi? Hep her şeyi onlar merak edip araştırıyorlar. Coğrafi keşifleri hep onlar yaptılar. Birçok şey (elektrik, pompa, bilgisayar, ...) hep merak edildiğinden ve bir sorunu çözmek amacıyla bulunmuştur. Öğretim üyeliği yaptığım dönemde de hiç sevmediğim şey gidip sınıfta monolog yapmaktı. Derste arkadaşlar sorusu olan var mı deyince herkes sus pus oluyordu. Halbuki her şey soru sormakla başlar. Tekrar teşekkürler.
Sorunuzla ilgili daha sonra birkaç şey söyleyebilirim.

malina
04-10-2010, 18:14
Bu lafı çok severim:

Soru sormak, cevap vermekten zordur...

Dogasever
04-10-2010, 18:26
Çok haklısınız Sn Malina. Hepimiz durup kendi kendimize şu soruyu sormalıyız. Ben neyi merak ediyorum? Eğer hiçbir şeyi merak etmiyorsanız, bir yerde bir sorun var demektir. İnsan kendini merak etmeye zorlamalıdır. Bu siteye üye ve siteyi ziyaret eden herkesin burada en az bir soru sormasını bekliyorum. Soruların yanıtlarına da elden geldiğince hepimiz yardımcı olmaya çalışalım. Belki şu soru sormama hastalığını birlikte yenebiliriz.

copur 09
04-10-2010, 18:31
Benim bildiğim kadarı ile tavuk vahşi hayvandır. Bir insanın üstüne biraz kan bulaştırıp tavukları da yanına bırakın canlı canlı yerler.

Dogasever
04-10-2010, 19:00
Haklisiniz. Birbirlerini de yerler! Yalniz dinazorlarla iliskileri var mi bilmiyorum. Biraz arastirmak lazim.

bahtiyar02
04-10-2010, 19:44
Tavukların akbaba türünden geldiğini duymuştum.Her türlü şeyi yerler.Buna leşte dahil.İnternette ise arayınca farklı tanımlarla karşılaşıyorsunuz.İşte onlardan birisi.
saygılar.
kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/Tavuk

Dogasever
04-10-2010, 20:28
2008'de USA Today Gazetesinin Internet sitesinde Tavukların T-Rex adlı dinazordan geldiklerine dair bir habere rastladım. Gerçekten de tavukların Dinazorlardan geldiği düşünülüyor. Bu benim için de sürpriz oldu. Gerçi iskeletleri benziyor ama arada biraz (?) boyut farkı var.

http://www.usatoday.com/tech/science/2008-04-24-trex-chicken-dna_N.htm

Haberı yazan: Randolph E. Schmid, Associated Press
WASHINGTON — Tavuklara biraz daha saygı gösterilmesi gerekiyor.
Bilim adamkları, bugün masanıza gelen kızarmış tavuğun Müthiş T-rex dinazorundan geldiğine dair kanıtları ortaya koydular.

Ve, mastodonlarla filler arasındaki yakın ilişkiyi teyit etmeleri de hiç sürpriz değil.

İSkeletlerine bakıldığında, fosil çalışmaları uzun zamandan beri modern kuşların T. REx'ten geldiğini önermekteydi.

Jurnal Sicence dergisinin Cuma günkü baskısında yer alan bir habere göre, şimdi T-rex'in eklem dokularından alınan küçük protein parçacıkları, tavuklar ve devekuşları dahil kuşlarla T. Rex arasında ilişki olduğunu göstermiştir.


Harvard'dan makalenin eşyazarı John M. Asara ekibinin geçen yıl T.Rex'ten almayı başardıkları kolajen ekstraktının tavukların kolajenine benzediğini bildirmiştir.
173762

Güler
04-10-2010, 21:31
Bu lafı çok severim:

Soru sormak, cevap vermekten zordur...


Hımmm, bu durumda ben biraz daha soru sormadan bekleyip, soranları okumaya devam edeyim. ;)

Dogasever
04-10-2010, 21:48
Öyle kaçmak yok, herkes soru soracak. :D

meymun
04-10-2010, 22:04
Burada fikir yürüterek doğruyu bulma gibi bir cümle okudum. İnsan fikir yürüterek doğruları bulabilmiş olsaydı, 2500 sene önce eski Yunan'lılar çok şeyin doğru yanıtlarını bulurdu. Ama öyle olmadı.

Ayrıca ilk canlılar olarak algler yani yosunlar yazılmış. Bunun için hangi bölüme koyacağıma karar veremediğim 6 ay önce hazırlamaya başladığım bir yazıyı da eklemek gerekecek. 6 aydır internetten uzağım, ve bu yazıyı unutmuştum. Kontrol edip ekleyecektim.

Bu konunun adı da neden nasıl buraya da uyar mı kestirmedim.

meymun
04-10-2010, 22:09
Kuşların dinazorlarla ilişkisi hakkındaki varsayımları, uzakdoğuda birkaç yıl önce bulunan, telek tüyleri korunmuş geçiş canlılarının fosilleri de desteklemekte.

meymun
04-10-2010, 22:20
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?p=701673&posted=1#post701673

İlk kara bitkisi, vs gibi soruların şu an doğru sanılan yanıtlarını bu linke ekledim.
Okuyan olur, yanlışlarımı düzeltirse sevinirim. Kontrol etmeden yazdım.

gece
04-10-2010, 23:39
Burada fikir yürüterek doğruyu bulma gibi bir cümle okudum. İnsan fikir yürüterek doğruları bulabilmiş olsaydı, 2500 sene önce eski Yunan'lılar çok şeyin doğru yanıtlarını bulurdu. Ama öyle olmadı. ...

Fikir yürüterek doğruyu (hakikati) bulmak, hiç olmamış/olmayacak bir şey de değildir ama.

Bilgi, başka bilgiden de doğabilir. Yani bilginin kaynakları arasında bizatihi (başka) bilgiler de vardır. Dikkat edin, doğar ya da doğmaz değil, doğabilir de safsataya dönüşebilir de.

Var olan, yürütülen bilgilerden bir çok sonucu ulaşılan bir çok doğru olduğunu düşünüyorum.

Eski Yunanlılar her şeyin doğru yanıtını bulmadılar ama çok şey bulduklarını da kabul etmek gerekmez mi?


gece
fikirleri yürütmek ile bekletmek ve uçurmayı ayrı gören forum kişisi

Dogasever
05-10-2010, 09:53
Alıntı:
Burada fikir yürüterek doğruyu bulma gibi bir cümle okudum. İnsan fikir yürüterek doğruları bulabilmiş olsaydı, 2500 sene önce eski Yunan'lılar çok şeyin doğru yanıtlarını bulurdu. Ama öyle olmadı.

Bence burada yanıt veren arkadaşların %100 doğruyu bulmaları diye bir iddiamız olamaz ve olmamalıdır. Önemli olan verilen yanıtın doğru olmayan yanının bir başka arkadaş tarafından doğru olmadığının belirtilmesidir. İnsanlık pek çok şeyi deneyerek ve fikir yürüterek öğrenmiştir. Fikir yürütürseniz, iki sonucu vardır: Doğru veya yanlış. Ama fikir yürütmezseniz, sonuç tektir: Hiç!
Eski Yunanlılara da eski Mısırlılara da yürüttükleri tüm fikirlerden ötürü çok şey borçluyuz. Size güzel bir örnek kontak lensin icadıdır:

Kontak lens için ilk fikir yürüten 16. yy'da Leonardo da Vinci'dir. Lensin ilk defa diyagramlarını çizmiş ve çeşitli olasılıkların açıklamalarını yapmıştır. Bundan yaklaşık 100 yıl sonra Rene Descardes, görme kusurlarını düzeltmek için gözlerde lensin kullanılabileceği düşüncesini geliştirmiştir. Ve Descartes'ten 170 yıl sonra Thomas Young ilk lensi geliştirmiştir. Daha sonra ise, bir Alman Cam Ustası 1887'de göze takılmaya uygun ilk kontak lensi ortaya çıkarmıştır. Ancak, bundan sonra tüm dünya bu konuya kafa yormuş ve çok daha gelişmiş kontak lenslerin üretilmesi mümkün olmuştur. Şimdi kontak lensin düşünce babası olan Leonardo Da Vinci'ye müteşekkir değil miyiz?

Ayrıca, teleskobun mucidi sayılan Alman Hans Lipperhey'in de kendisinden önce İtalya'da cam yapım tekniklerindeki gelişmelerden etkilenmediğini söyleyebilir miyiz? Bence her şey birbirine bağlıdır ve bilimde gelişmeler ve icatlar bir bayrak yarışı gibidir. Biri bırakır diğeri devam eder. Ancak en önemli konu bir fikrin öne sürülmüş olmasıdır. Fikir olarak da doğru olan ileri sürülür diye bir kural yoktur. Birçok fikir öne sürülür ve bu fikilrlerin çarpışması neticesinde, bazı fikirler öne çıkar. Bazen yanlış (veya doğru) fikirler bizi doğru olan başka fikirlere de götürebilir.

Örneğin, sanayi devriminde İngiltere'de ilk buharlı makinenin ortaya çıkışı: Hiç kimse, neden biz buharlı bir makine yapmıyoruz diyerek yola çıkmadı tabii ki. Çünkü böyle bir makinenin olabileceğini o zaman kimse bilmiyordu. Kömür ocaklarında ellle ulaşılabilen kömürleri tükettikten sonra, kömür için daha derinlere kazmak gerekiyordu. O zaman da madencilerin karşısına bir sorun çıktı: Su. Tünelleri su bastığı için belirli bir derinlikten öteye gidemiyorlardı. Bu sorunu çözmek için, fikirler öne sürüldü ve sonucunda pompa icat edildi. Sorun Çözüldü. Ama pompa çok önemli bir buluşa daha fikir babalığı yaptı: Buharlı makine. Birileri çıktı ve dedi ki, madem biz hareket üretebiliyoruz o zaman bu hareketi kullanarak kendi kendine giden arabalar yapabiliriz. (o zaman arabalar sadece atlara koşuluyordu!). Böylece ilk tren ortaya çıktı. Arkasından da biliyorsunuz, her şey birbirine izledi ve bugüne geldik.

Anlatmak istediğim her şeyin başlangıç noktası fikirlerdir. Fikirler de soru sorarak ve merak ederek ya da bir sorunu çözmeye çalışırken ortaya çıkar.
Alıntı:
Bu konunun adı da neden nasıl buraya da uyar mı kestirmedim.

Buraya her şey ve her türlü fikir uyar.

Dogasever
05-10-2010, 17:57
Pekala bugün soru soran yok. Öyleyse ben sorayım:

Neden otları (çimenleri) biçtiğimizde yeniden büyür de; domates, biber patlıcan gibi bitkileri biçsek yeniden büyümez?

Not: Yanıtı önceden biliyorsanız hemen yanıt vermeyin de biraz tartışılsın lütfen.

Halil Önen
05-10-2010, 20:59
Pekala bugün soru soran yok. Öyleyse ben sorayım:

Neden otları (çimenleri) biçtiğimizde yeniden büyür de; domates, biber patlıcan gibi bitkileri biçsek yeniden büyümez?

Not: Yanıtı önceden biliyorsanız hemen yanıt vermeyin de biraz tartışılsın lütfen.

Otlar çok yıllıktır da ondan. Yoksa otlar saçak köklü, diğerleri kazık köklü olduğundan mı?


Peki domates, patlıcanı ve biberi belirli bir seviyeden biçersem,( ve bunu hep yaparsam) toprak ve hava ısısını isteğine göre verirsem, otlardan farkı kalır mı?

Tamam ben bunu serada _küçük bir yerde_ deneyeyim.

Bu biraz şuna benziyor mu? Tavuklara gece de ışık veriyorsun.Bir günde iki yumurta alıyorsun.:confused:

(kızmayın burası serbest kürsü, ona göre...):p

Dogasever
05-10-2010, 21:18
Bu doğru işte burası serbest kürsü. Dileyen dilediği fikri öne sürebilir. Teşekkürler Halil Bey.

üzüm
05-10-2010, 21:38
Patlıcanı denemedim ama domates ve biber biçildikten sonra büyür ve meyvede alırsınız. Yaz sıcaklarına dayanamayan domateslerden bazılarını 15 cm. cıvarında kesmiştim. Kızarmaya vakitleri olmadı ama turşuluk domatesim olmuştu. Yedi kardeş denilen saksı biberlerini kışın içeriye alıp sulamasını sürdürürüm. Baharda 10-15 cm. budadıktan sonra dışarıya alırım; erkenci acı biberim hazır olur.

Uygun koşullarda yetişen patlıcan, domates, biber iki yıllık bitkilerdir diye biliyorum.

copur 09
05-10-2010, 22:20
Kertenkelenin kuyruğu misali, büyüme hücreleri gibi bir şey olmalı. Bizim buralarda özellikle narenciye fidanları biraz susuz kaldı mı dip taraflarından yeni filizler fışkırır. Geçen bahar maydonozların arasında çıkan erik fidanı maydanozlarla aynı boydayken;eşim tarafından biçilince bir müddet çöp halinde kaldı sonra da kurudu.

Dogasever
05-10-2010, 23:49
Patlıcanı denemedim ama domates ve biber biçildikten sonra büyür ve meyvede alırsınız. Yaz sıcaklarına dayanamayan domateslerden bazılarını 15 cm. cıvarında kesmiştim. Kızarmaya vakitleri olmadı ama turşuluk domatesim olmuştu. Yedi kardeş denilen saksı biberlerini kışın içeriye alıp sulamasını sürdürürüm. Baharda 10-15 cm. budadıktan sonra dışarıya alırım; erkenci acı biberim hazır olur.

Uygun koşullarda yetişen patlıcan, domates, biber iki yıllık bitkilerdir diye biliyorum.

Çimenleri biçtiğimiz gibi dibe çok yakın bir noktadan kesmekten bahsediliyor soruda.

selim_50
06-10-2010, 07:30
arkadaşlar biz yeni bir uygulama başlattık, diktiğimiz aşılı fidanları boyu ne olursa olsun, aşının bir karış üstünden kesiyoruz, aynı yıl içerisinde tekrar büyüyen fidan'ın boyu hiç kesilmemiş fidanların boyunu geçtiği gibi, daha sonra istediğiniz şekili verebiliyorsunuz,
kendi sormuş olduğum sorudaki, tavuk ve dinazor akrabalığına bence en güzel kanıt tavukların ayaklarını incelemenizdir, tavuğun ayağını incelerken belki başınızı kaldırdığınızda (filmdeki o muhteşem sahne) belki dinazorla göz göze gelebilirsiniz.

meymun
06-10-2010, 09:12
Bir konu hakkında gözlemlerimiz sonucu sağduyumuzla bir sonuç çıkarırız, bir varsayım ortaya atarız. Bu varsayım doğru da olabilir yanlış ta. Eksikleri, düzeltilmesi gereken yanları da vardır. Varsayımı kanıtlamak için testlerden geçirmek gerekir. Her ortamda, farklı koşullar altında mutlaka denenmelidir. Bu denemeler sonucu kesinlikle eksikleri olduğunu görürüz tamamlamalıyız. Yanlış yanları olduğu görüldüğünde düzeltilmelidir. Ya da denemelerde tamamen yanlış olduğu da ortaya çıkarsa, tamamen terk edilip yeni bir varsayım ortaya atılmalıdır.

Denemeden fikir yürüterek varsayımı geliştiremeyiz. Beynimiz ilk düşüncenin doğrultusunda kilitlenmiştir çünkü. Zaten kafalarımız hiç sorgulanmamış yanlış yanıtlarla doludur. Sadece yanıtlanmamış sorularımıza yanıt aramanın dışında, sorgulama gereği duymadığımız bu yanlışları doğrultmak önceliklidir. Denemeler sırasında ortaya yeni sorular da çıkar. Herhangi bir sorunu bulunmayan tüm testlere uyan varsayım başkalarına duyurulmalı ilgilenenlerce de farklı koşullarda sınamalardan geçmelidir.
İnsanların sadece fikir yürüterek doğrulara ulaşacak kadar zekası yoktur. Daha önceki koşullanmalarımız da doğrulara ulaşmamızı engeller.
Ben konuyla ilgisi olmayanların ya da kafası yanlış bilgilerle dolu olanların fikir yürüterek sorulara doğru yanıt veremeyeceğini söylemek istemiştim. Elbette ki konu hakkında bilgisi olanlar bize doğruya yakın bilgiler vereceklerdir.
Ben ağaçları üzerilerinde meyveleri varsa türünü söyleyebilecek bilgiye sahip biriyim. Bu nedenle birçok soru benim yanıtlayabileceğim fikir yürütebileceğim konu değil.

Bu arada size bir soru:
Neden ağaçların (çok çok büyük oranda) gövdelerinde 1-3 metreden yüksekte yaprakları var? Aşağı bölgeler genellikle niçin yapraksız?
Bu soruya fikir yürüterek vereceğimiz yanıtları denemek için çok uzun yıllara gerek var.

Dogasever
06-10-2010, 10:16
Tabii ki söylediklerinize katılıyorum. Siz benden daha iyi ifade ettiniz. Varsayım olmadan olmaz.

Bir noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. Buradaki amacımız bir varsayım ortaya atıp kanıtlayarak buluş yapıp Nobel ödülünü kazanmak değil. Bir nebze olsun, kafalardaki yanlış düşünceleri de ayıklamaktır. Benim burada fikir yürütmek deyiminden kastım, yanlış da olsa, belirtilmesidir ki doğruya en yakın düşünceyi tespit edelim ve yanlış olan düşünceleri ayıklayalım. Bu arada, her olay birbiriyle etkilidir. O yüzden, bir düşünce bizi başka düşüncelere de sevkedebilir.

Gözlemlere dayalı varsayım oluşturmak ve bu varsayımları sınamak tabii ki herkesin görevi olmalıdır ancak bu asıl olarak üniversitelerin işidir. Ellerinde yeterli, donanım ekipman olanların, test kurma yeteneği olanların işidir. Ben bu başlıkta, yeni bir buluş veya yeni bir düşünce akımının öncülüğünü beklemiyorum. Yıllardır, uygulanan eğitim politikaları nedeniyle, bilgiye hasret ve verilen ile yetinen, soru sormayan bir toplum haline geldik. Ben bunlara tablet bilgi diyorum. İlk, orta ve lise hep ezbere dayalı. Öğretmen gelir tahataya formülü yazar başlar problem çözmeye. Kimse kalkıp da hocam bu formül nereden çıktı diye sormaz. Soramaz zaten. Sorarsa haşlanır! Kimse sormayınca, hoca da öğrenmez. Halbuki o formülün nereden çıktığını arkasındaki düşünceyi öğrense, belki de problem çözmeye bile gerek kalmayacaktır. Soru sormak, her şeyin başlangıç noktasıdır. Bir şeyi gözlemlediğinizde, varsayımı oluşturmadan önce kendi kendinize "Neden" sorusunu sormak zorundasınız. Neyse buradaki amacımızı aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

- Soru sormak
- Yanıt vermek

Ben diyorum ki herkes bu iki işi yapabilir. Bu insanın doğasında vardır. Ama bizler yıllar boyunca anababamıza sorsak "sen sus! karışma" diye; öğretmene sorsak "şimdi sırası değil!" diye o kadar susturulduk ki, artık sormamaya başladık! Tabii ki herkes doğruyu bilecek diye bir kural yok. Yanlış bilenler sussun derseniz, o kişi bildiğinin yanlış olduğunu nereden bilecek? O yüzden herkes susar. Bence bu başlığın en önemli yanı "Serbest Kürsü" olmasıdır. En güzel yanı bu arada bir şeyler öğreniyor olmamız. (Örneğin, ben tavuklların dinazorlardan geldiğine dair elde kanıt olduğunu bilmiyordum. Bu sayede öğrenmiş oldum.) Bu arada bazı sorulara yanıt da veremeyebiliriz. Ama bu o sorunun sorulmamasını gerektirmez. Sevgiler.

epsody
06-10-2010, 10:49
Bir bitkinin köklerinden topraktaki besin maddelerini nasıl özümseme yaptığı açıklanabilir, ve somut bir şekilde gözlemlenebilir mi.?

Dogasever
06-10-2010, 11:04
Sayın Epsody
Neden ve Nasıl başlığına hoş geldiniz. sizden bu başlıkta epey yararlanacağımızı düşünüyorum. Sevgiler.

Şu anda açıkta 3 soru mevcut:

1- Çimenler kesilince yeniden büyüdüğü halde (kesildikleri yerin tepesinden başlayarak!), diğer bitkiler (patlıcan, biber, vb. ) neden büyümez? (kenarlardan patlayarak dal verip büyümeleri kastedilmiyor! Kesildikleri ana gövde neden tekrar uzamaz!)
2- Neden ağaçların (çok çok büyük oranda) gövdelerinde 1-3 metreden yüksekte yaprakları var? Aşağı bölgeler genellikle niçin yapraksız?
3- Bir bitkinin köklerinden topraktaki besin maddelerini nasıl özümseme yaptığı açıklanabilir ve somut bir şekilde gözlemlenebilir mi?

Bu arada daha önce sorulmuş sorulara da farklı/ilave yanıtlar verilebileceği gibi, yeni sorular da ilave edilebilir tabiiki.

üzüm
06-10-2010, 15:21
Sayın Doğasever,
...
Neden otları (çimenleri) biçtiğimizde yeniden büyür de; domates, biber patlıcan gibi bitkileri biçsek yeniden büyümez?
Cevabı : Büyürler.:D

...
1- Çimenler kesilince yeniden büyüdüğü halde (kesildikleri yerin tepesinden başlayarak!), diğer bitkiler (patlıcan, biber, vb. ) neden büyümez? (kenarlardan patlayarak dal verip büyümeleri kastedilmiyor! Kesildikleri ana gövde neden tekrar uzamaz!)
...
Cevabı: Büyüme noktaları farklı Biri dipten, diğeri uçtan uzar.

(Doğru cevabı merak ediyorum; hiç düşünmediğim bir konuydu.)

Dogasever
06-10-2010, 15:24
Çok haklısınız Sayın Üzüm. Bence de öyle. Biri dipten diğeri uçtan büyür. Çok teşekkürler selamlar. Peki bu bir soru değil ama sadece üzerinde düşünelim diye söylenmiş bir söz. Neden acaba böyle diye düşündünüz mü? Otlar dipten kesilince tekrar uzuyor ama diğer bitkilerde bu olmuyor. Ben düşündüm ama siz de düşünün lütfen belki benimkinden farklı bir neden bulursunuz.

Dogasever
06-10-2010, 15:32
Sayın Üzüm

"(Doğru cevabı merak ediyorum; hiç düşünmediğim bir konuydu.)"

Bu sözünüzü çok sevdim. Zaten amacımızda buydu. Sevgiler saygılar

Emre Albayrak
06-10-2010, 16:24
Meristem doku konusunu buraya kopyala yapıştır şekilinde eklemek istemem ancak bitkilerin neden nersi büyür neden bazı kesim büyümez ve/veya büyüme organları nelerdir neresindedir gibi sorularınızın tamamı meristem doku konusu içerisinde bulunmaktadır efendim. Bitkilerin kökleri ile su emilimi yapmalarını ise "absorbsiyon" konusu içerisinde bulabilirsiniz. İstek halinde bunu da buraya kopyalayıp yapıştırabilirim. Besib madddeleri ve minarelleri ise suda çözülüp o şekilde yapraklara kadar ulaşır.. Bu yol içinde osmotik ve turgor basıncı konularını okumanızı tavsiye ederim..

Konu başlıklarını vermemin sebebi burayı onlarca sayfa bilgiye doldurmamak, internette bu adlarla arattığınızda kaynağa erişmiş oalcaksınız..

üzüm
06-10-2010, 16:32
'Bazı bitkiler uçtan büyürken diğer bitkilerin dipten büyüme nedenini bir bilen arkadaş anlatsa hiç fena olmayacak.' diye yazarken sizin mesajınız geldi. Teşekkür ederim.

Dogasever
06-10-2010, 16:54
Meristem doku konusunu buraya kopyala yapıştır şekilinde eklemek istemem ancak bitkilerin neden nersi büyür neden bazı kesim büyümez ve/veya büyüme organları nelerdir neresindedir gibi sorularınızın tamamı meristem doku konusu içerisinde bulunmaktadır efendim. Bitkilerin kökleri ile su emilimi yapmalarını ise "absorbsiyon" konusu içerisinde bulabilirsiniz. İstek halinde bunu da buraya kopyalayıp yapıştırabilirim. Besib madddeleri ve minarelleri ise suda çözülüp o şekilde yapraklara kadar ulaşır.. Bu yol içinde osmotik ve turgor basıncı konularını okumanızı tavsiye ederim..

Konu başlıklarını vermemin sebebi burayı onlarca sayfa bilgiye doldurmamak, internette bu adlarla arattığınızda kaynağa erişmiş oalcaksınız..

SAyın Emre
Katkınız için teşekkürler. Kopyalayıp yapıştırmamakla çok iyi yaptınız. Burada amacımız sohbet ederken temel birkaç şey de öğrenebilmek. Herkesin anlayabileceği bir dille özetleyerek anlatırsanız o zaman hiç sorun yok tabii ki. Ama üniversitede ders verir gibi anlatımlar bence bu başlıkta doğru olmaz. Anlayabileceğimiz şekilde özetlerseniz, çok seviniriz tabii ki. Sayın Üzüm'ün vermiş olduğu yanıta eklemek istediğiniz veya düzeltmek istediğiniz birşey varsa, lütfen belirtiniz. Teşekkürler.

Emre Albayrak
06-10-2010, 17:11
Şöyle basit bir şekilde anlatırsak farklı özelliklerdeki dokular bitkinin farklı şekilde ve farklı yerlere doğru büyümesini, kalınlaşmasını ve yenilenebilme özelliklerini belirlerler.. Yeni çimlenmiş bir bitkinin zamanla odunsu dokusuna kavuşması gibi şekillerini ve işlevlerini yitirir ve değişirler. Veya hiç değişmeyip ömürlerinni sonuna kadar aynı şekilde işlervlerini yerine getirebilirler.. Kısacası bitkinin değişik organlarında bulunan değişik doku çeşitleri ve bitkinin karakteristik özellikleri (aslında bu sistemlerin gövde üzerinde bulunduğu yerler) dipten büyümeyi veya uçtan büyümeyi bize anlatır.. Örnek vermek gerekirse insanlar neden ene oranla boya doğru bir büyüme gerçekleştirirler? Neden saçımız kesilip yeniden uzarken ayağımız kesilince yeniden uzamaz. Gibi. Tabş bu boyuna uzama belli yaşı geçince insanlarda enine büyümenin çok gerisinde kalıyor maalesef. (Bkz: Göbek)

Şimdi bitkinin besin almasını şöyle bir örnekle açıklayalım bitkiler yapraklarından terlerler yani yaprak içinden bir materyal çıkışı sağlanır peki bu durumda ne olur yaprak içerisinden eksilen malzeme basınç yardımıyla yaprağa bağlı olan iletim sistemiyle gövdeden çekilir. ( Su ve mineral) Gövde bunu nerden alır üst kısmında azalan malzemenin yerine bi yerden materyal çekmesi gerekir ki basınç dengelensin. O da kökten bunu alır.. Kökte düşen basınç sayesidne ise dışarıdan emici organlarla içeriye kök hüçrelerinin içerisine sıvı dolması sağlanır.. Yani pipetle bir bardaktan su çekmeniz gibi bir şeydir bu.. Pipetin ucundaki havayı çekersiniz ve yerine dipten su gelir. Basit olarak bunu da böyle anlatabilirim sanırım..

Emre Albayrak
06-10-2010, 17:12
Yanlış benzetmelerde bulunduysam ustalarımdan özrü bir borç bilirim. Ama iş yerinden aklıma bu kadarı geliyor açıkçası..

Dogasever
06-10-2010, 18:17
Güzel açıklamalarınız için teşekkürler. Ben de biraz yanlamasına büyüme gösterenlerdenim. (Fazla değil!). Farklı yerlerde farklı büyüme hücreleri olduğunu ve besinlerin yaprakların terlemesi sonucu basınç düşüşünden ötürü kökler aracılıyla gövdeye ve oradan da yapraklara kadar uzandığını bunun basıncın dengelenmesi adına yapıldığını gayet güzel açıkladınız. (Özür dilenecek bir durum yok kesinlikle, katkınız için çok teşekkürler)

Benim merak ettiğim şey bu büyüme hücrelerinin otlarda/çimenlerde neden dipte olduğu idi. Yani tepesinden koparıldığı halde yine aynı ot büyümeye devam ediyor. Bunun da bir nedeni olmalı ve aklıma söyle basit bir olay geliyor: Belki güleceksiniz ama "İnekler yesin diye". Evet, eğer otlardaki büyüme hücreleri dipte değil de tepelerde olup uçtan büyüseydi. İnek yer yemez otun işi bitmişti. Bir daha büyüyemezdi. Bununla bir ilgisi var mı bilmiyorum. Ne dersiniz?

nariçi
06-10-2010, 20:16
Ağaçlar neden dikine, gökyüzüne doğru büyür!
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=10453

Dogasever
06-10-2010, 20:56
Sn Nariçi

Açıkçası sizden böyle bir soru bekliyorum. Sanırım üzerinde epey düşünmek gerekecek. Sanki bana bunun çok nedeni var gibi geliyor. Bakalım arkadaşlar neler söyleyecekler. Bu güzel sorunuz için çok teşekkürler.

gece
06-10-2010, 21:33
Her ne kadar konu "büyüme" yönünde ilerliyor olsa da olaya 'tamamlanma' yönünden bakmak da olası.

Görünen o ki; dışarıdan müdahale edilen bitkiler (canlılar demek daha doğru belki de) bu müdahaleden fazlasını ortaya koyup, tamamlanmaya çalışıyor gibiler. Yani olayın sınırları büyümekten öte gibi geliyor bana.

'Fazlası' derken de; üstten kestiğiniz bitkinin, daha gür olarak bu etkiye tepki vererek, kaybını yerine koyduğu gibi, olgunlaşabilmesi için ek bir çaba da sarfetmesini kastediyorum. Biçilen otlar daha gür olar gelir, ürünü sürekli toplarsanız, sürekli ürün alırsınız, yumurtaları düzenli olarak toplarsanız, yeni yumurtalarınız olur, gülünüzü budamazsanız, yeni ve güzel çiçeklenmez, ...

Kimi "ot"lar müdahalenin yönünde, önceki kayba rağmen sakınca görmeden daha büyük risk alıp devam ederken, belki biraz daha zekî diyebileceğimiz diğerleri bu riske girmeyip, diğer yönleri deneyip, yaşam şansını artırıyor olabilirler.

Dallanma ve yaprakların olası en iyi ışık alacak şekilde yönlenmeleri de bu yaklaşım ile değerlendirilebilir.

Belki böylece; kök yüzeyine yakın gövdede yapraklanma olmadığı halde ışık görme olasılığı yüksek olan, yükseklerde yapraklanmanın mümkün oluşu sorusu da yanıtlanmış olur.

Madem önceki sorulara yanıtımız 'tamamlanma, kendini bütünleme, olgunlaşma' şeklindeydi o halde bu yönde başka bir soru ile bitirelim; Neden tüm canlılarda, en özelleşmiş hücreler bile olsa, tüm DNA kodunun tamamı bulunur?


gece
GDO'ların DNA'sı tam mıdır, yarım mı, her zaman iki yarım bir tam eder mi? Diye de soran forum kişisi!

meymun
06-10-2010, 23:34
Domates biber gibi bitkiler tek yıllık olmalarına rağmen oluşturdukları sap gövdeleriyle uzmanlaşmış hücrelere sahip olabilir. Bu bölge artık bitkinin belli bir görevi olan bir organıdır. Uzama yerine ancak genişleyebilir. Boyuna uzayan hücre yapısına sahip olmayan bu bölgeleri artık sürgün vermez.
Bu durum çoğu ağaç için de geçerli olmasına rağmen neredeyse toprak düzeyinde kesilmiş 100 yıllık zeytin genç filizler verip yeniden koca bir ağaç oluşur. Bu da onun sorunu:p ya da yaşamda kalmak için bazı bitkilerde oluşmuş bir özellik. Hatta bazı ağaçlar bırakın kesilmiş gövdelerinden yeni sürgünler vermeyi köklerinden dahi toprak üzerine yeni piçler gönderir. Örneğin nar.

Domatesin ömrü bunu becerecek kadar uzun değil. Onlarınkellesini kesip büyüme çağının koşullarını hep sabit tutsak onlar da yeni sürgün verir mi denemek gerek.

Bu yazdıklarım da benim bildiğim konu değil sakın inanmayın haa. Umarım bu ilginç soruyu bilen çıkar da hepimiz öğreniriz. Sır sürgen dokuda gibi geliyor bana.

Güler
07-10-2010, 01:01
Benim merak ettiğim şey bu büyüme hücrelerinin otlarda/çimenlerde neden dipte olduğu idi. Yani tepesinden koparıldığı halde yine aynı ot büyümeye devam ediyor. Bunun da bir nedeni olmalı ve aklıma söyle basit bir olay geliyor: Belki güleceksiniz ama "İnekler yesin diye". Evet, eğer otlardaki büyüme hücreleri dipte değil de tepelerde olup uçtan büyüseydi. İnek yer yemez otun işi bitmişti. Bir daha büyüyemezdi. Bununla bir ilgisi var mı bilmiyorum. Ne dersiniz?

Çok hoşuma gitti, bence de haklısınız.

memet
07-10-2010, 07:38
"Domates biber gibi bitkiler tek yıllık olmalarına rağmen " Bunlar çok, yıllık biz ticari nedenlerle tek yıllık üretiyoruz.

nariçi
07-10-2010, 08:15
Aslında bitkiler de kendi özellikleri ve biyolojik yetenekleri ile koşullara ve ortama göre evrim geçirerek bu duruma gelmişlerdir. Onlar da dış etkilere karşı savunma formları ve özellikleri (Diken, sert kabuk gibi) kazanmışlardır.

epsody
07-10-2010, 08:47
Bir bitkinin köklerinden topraktaki besin maddelerini nasıl özümseme yaptığı açıklanabilir, ve somut bir şekilde gözlemlenebilir mi.?

Tekrar soruyorum.

Dogasever
07-10-2010, 09:57
Her ne kadar konu "büyüme" yönünde ilerliyor olsa da olaya 'tamamlanma' yönünden bakmak da olası.

Görünen o ki; dışarıdan müdahale edilen bitkiler (canlılar demek daha doğru belki de) bu müdahaleden fazlasını ortaya koyup, tamamlanmaya çalışıyor gibiler. Yani olayın sınırları büyümekten öte gibi geliyor bana.

'Fazlası' derken de; üstten kestiğiniz bitkinin, daha gür olarak bu etkiye tepki vererek, kaybını yerine koyduğu gibi, olgunlaşabilmesi için ek bir çaba da sarfetmesini kastediyorum. Biçilen otlar daha gür olar gelir, ürünü sürekli toplarsanız, sürekli ürün alırsınız, yumurtaları düzenli olarak toplarsanız, yeni yumurtalarınız olur, gülünüzü budamazsanız, yeni ve güzel çiçeklenmez, ...

Kimi "ot"lar müdahalenin yönünde, önceki kayba rağmen sakınca görmeden daha büyük risk alıp devam ederken, belki biraz daha zekî diyebileceğimiz diğerleri bu riske girmeyip, diğer yönleri deneyip, yaşam şansını artırıyor olabilirler.

Dallanma ve yaprakların olası en iyi ışık alacak şekilde yönlenmeleri de bu yaklaşım ile değerlendirilebilir.

Belki böylece; kök yüzeyine yakın gövdede yapraklanma olmadığı halde ışık görme olasılığı yüksek olan, yükseklerde yapraklanmanın mümkün oluşu sorusu da yanıtlanmış olur.

Madem önceki sorulara yanıtımız 'tamamlanma, kendini bütünleme, olgunlaşma' şeklindeydi o halde bu yönde başka bir soru ile bitirelim; Neden tüm canlılarda, en özelleşmiş hücreler bile olsa, tüm DNA kodunun tamamı bulunur?


gece
GDO'ların DNA'sı tam mıdır, yarım mı, her zaman iki yarım bir tam eder mi? Diye de soran forum kişisi!

Gece'nin söylediklerine katlıyorum. Doğada bir çeşit kendini tamamlama çabası var. Büyüme de aslında kendini tamamlama çabasının içinde gibi. Ve ilginç olan şu ki bu kendini tamamlama çabası kurulu bir saat gibi işliyor. Bitkinin büyüme azmi ve kararlılığının asfalt yolu patlattığına ya da kayaların içine kök verdiğine hemen hemen herkes şahit olmuştur. Bu müthiş gücün, kendine göre bazı kuralları da var tabii ki. (Büyüme hücrelerinin bitkide nerede bulunduğu gibi) ama doğadaki çevre koşulları tüm bunları etkiliyor. Topraktaki tohum yukarda ışığı, aşağıda suyu arıyor. Tepesi koptuğunda yan dallardan biri kimi zaman tepenin işlevini üstlenip bitkinin kendini tamamlama misyonunu devam ettiriyor. Bence burada koşullar çok önemli. Eğer koşullar uygun değilse, yan dalın bunu başarma potansiyeli olduğu halde, bunu yapamıyor. Eğer koşullar uygunsa bunu maksimum düzeyde gerçekleştiriyor. Zaten bizim amacımız da, bitki yetiştirirken koşulları bitki için en iyi duruma getirmek değil mi?

Her ne kadar Gece'nin sorusunun yanıtını tam olarak bilmesem de, tüm hücrelerde DNA kodunun tamamının bulunmasının, yine bu müthiş kendini tamamlama misyonuyla ilişkili olabileceğini düşünüyorum. Neslini devam ettirmek de kendinizi tamamlamanın bir parçasıdır. Bunu yapmak amacıyla, ileriye yönelik tedbirler de alırsınız. Buna bir örnek olarak bir ordunun savaşa gidişini gösterebiliriz, savaşta hem orduya bir bütün olarak lojistik destek (silah, mermi, yiyecek, su) verirsiniz hem de tek tek askerlerinize onları ordunun topyekün kaynaklarına ulaşamayacakları duruma hazırlamak için yiyecek, su, silah ve mermi ile donatırsınız. Ayrıca, ordunun top yekün misyonunu, tek tek askerlere de yüklerseniz (buna iyi beyin yıkama da denebilir) savaşı kazanabilirsiniz. (Burada savaşın kazanılmasından kastım bitkinin kendini tamamlama görevini yerine getirmesidir.) Yani tek tek askerleri ordunun küçük bir modeli yapmaktan bahsediyorum. (Bu örnek DNA'nın işlevini tam olarak yansıtmasa da, biraz benzerlik var gibi.) Yanılıyor da olabilirim.

Dogasever
07-10-2010, 10:04
Bir bitkinin köklerinden topraktaki besin maddelerini nasıl özümseme yaptığı açıklanabilir, ve somut bir şekilde gözlemlenebilir mi.?

Sn Epsody
Bence soruyu biraz daha açık biçimde sormanızda fayda var. Bitkinin besin maddelerini köklerinden nasıl bünyesine aldığını yukarda Sayın Emre bir yere kadar açıklamıştı. (Ozmotik basınç vb.). Somut şekilde gözlemlemekten kastınız nedir? Toprağı açıp köküne bakarak mı? Yoksa kökü mikroskop altında inceleyerek mi? Soruyu lütfen tam spesifik olarak sorunuz? Şu anda bence soru çok geniş. Biraz daraltabilir misiniz?

epsody
07-10-2010, 10:18
Sayın doğasever somuttan maksadım, bitki kökleri ile toprak içindeki besin maddelerinin arasındaki kimyasal ilişkinin bitkinin yaşam sürecideki olayları açıklamak içindi.

Bu ilişki içinde bitki köklerinin besin maddelerine karşı ilişkileri nasıl açıklanabilir sorusu idi, ilgilenen arkadaşlarıma şükranlarımı sunarım, sevgilerimle.

Dogasever
07-10-2010, 10:32
Sayın doğasever somuttan maksadım, bitki kökleri ile toprak içindeki besin maddelerinin arasındaki kimyasal ilişkinin bitkinin yaşam sürecideki olayları açıklamak içindi.

Bu ilişki içinde bitki köklerinin besin maddelerine karşı ilişkileri nasıl açıklanabilir sorusu idi, ilgilenen arkadaşlarıma şükranlarımı sunarım, sevgilerimle.

"Toprağın sıvısındaki besin maddeleri kökler aracılığıyla bitkinin gövdesine nasıl geçer?" desek sorunuzu tam yansıtmış olur muyuz?

Yoksa "Toprak sıvısı içinde çözünmüş olan besin elementleri durup dururken neden bitki kökleri tarafından emilerek bitkinin bünyesine dahil edilir? mi desek acaba?

meymun
07-10-2010, 10:50
Sn Epsody
Bence soruyu biraz daha açık biçimde sormanızda fayda var. Bitkinin besin maddelerini köklerinden nasıl bünyesine aldığını yukarda Sayın Emre bir yere kadar açıklamıştı. (Ozmotik basınç vb.). Somut şekilde gözlemlemekten kastınız nedir? Toprağı açıp köküne bakarak mı? Yoksa kökü mikroskop altında inceleyerek mi? Soruyu lütfen tam spesifik olarak sorunuz? Şu anda bence soru çok geniş. Biraz daraltabilir misiniz?

Köklerdeki ozmoz olayını ilk keşfedenin adı verilen Turgor olayını; henüz odunlaşmamış gövdesi olan bir bitkinin gövdesini demir tel gibi esnemeyen bir cisimle sıktığınızda gövdede şişme gözlenir. Şişen bölge toprak yönünde değil üst kısımda oluşur. Açıklaması ise köklerden yukarı basılan suyun gövdenin merkezinden gidip, yüzeye yakın yani kabuğa yakın bölgeden aşağı dolaşım sistemlerinin olması.
Geri dönemeyen suyun basıncı ile sıkılan bölgenin üst tarafı şişer.
Ben bunu 11-12 yaşımda öğrenmiştim. Bilgi şimdi değişmiş ya da yeni teknolojiler ile ölçümler yapılıp daha gelişmiş olabilir.

Köklerdeki ozmotik basınç olayı ise; bir membran ile ayrılmış yoğunluğu farklı sıvılarda yoğun sıvıdan daha az yoğun sıvıya membran moleküler boşluklarından sıvı geçişidir. Membrandan geçebilen maddelerin molekül büyüklükleri membranın moleküler boşluklarına bağlıdır.
Bizim derimiz de bir membrandır yani zar. Kanımız ve lenf sıvılarımızın yoğunluğu deniz suyundan dahi fazladır. ellerimiz suda uzun süre kaldığında buruşur. Nedeni sıvı kaybı ve dolaşım sistemimizin kılcal damarlar bulunan bu bölgelere kayıp hızında pompalama yapamaması. Derimiz de esnek olduğundan hacmi küçülülerek atmosfer basıncı ile buruşur. Bunun adı da çamaşırcı kadın eli.

Topraktaki suda mineraller eriyik durumunda ve dolayısı ile kök sıvısından yoğundur. Selüloz içeren hücreleri nedeniyle kök memranı bizim parmaklarımız kadar esnek değildir. Topraktan köklere geçen sıvı köklerin içerisinde basıncın yükselmesine neden olur. Köklerin (parmaklarımızın tersine) hacım büyümesi sert yapıları nedeniyle gerçekleşmediğinden aynı hacımda daha fazla madde basıncın artmasını sağlar. Ve bu eriyikler belli bir düzeye kadar yükseklir. Bırakın sekoyanın tepesine ulaşması kayısı ağacının yapraklarına ulaşabilecek basıç oluşmaz aslında. Turgor olayı yüksek bitkilerin dolaşım sisteminde yardımcı sistemdir. 20 metrelik bir ağacın tepesine kök basıncı ile suyun yükselmesi için 2 bar kök basıncı gerekli. Reverse osmos su arıtma sistemleri 60-70 bar basınç farkı ile çalışır fakat bu insana ait bir teknoloji ve gerekli enerji de yine insanın ürettiği elektrik ile sağlanır.

Bitki sıvısının yukarılara, tepelere çıkmasını sağlayan sistem sadece turgor olayı değildir.

Ağaçlarda dolaşım sistemi nasıl çalışır?

epsody
07-10-2010, 12:35
"Toprağın sıvısındaki besin maddeleri kökler aracılığıyla bitkinin gövdesine nasıl geçer?" desek sorunuzu tam yansıtmış olur muyuz?

Yoksa "Toprak sıvısı içinde çözünmüş olan besin elementleri durup dururken neden bitki kökleri tarafından emilerek bitkinin bünyesine dahil edilir? mi desek acaba?

Sayın doğasever benim sorumu iyi anladığınızı görüyorum, hatta daha objektif olarak bu soruyu cevaplanacak bir açılım göstermişsiniz teşekkür ederim, her iki şıkta cevaplanacak olursa daha net sonuçlara olaşabiliriz.

Sayın meymun soruyu yanıtlamaktaki yaklaşımlarıda çok güzeldi, soruyu cevaplarken sorduğu bu soru" Ağaçlarda dolaşım sistemi nasıl çalışır?" benim sorduğum soruya yeni boyutlar kazandırarak yeni yanıtlara kapı aralamış oldu, bu yaklaşımından dolayı kendisine teşekkür ederim, sevgiyle kalın.

Dogasever
07-10-2010, 13:00
Açıktaki soruları hatırlatırsak;

1) Neden tüm canlılarda, en özelleşmiş hücreler bile olsa, tüm DNA kodunun tamamı bulunur?

2) GDO'ların DNA'sı tam mıdır, yarım mı, her zaman iki yarım bir tam eder mi?

3) Ağaçlarda dolaşım sistemi nasıl çalışır?

Tabii önceki sorular hakkında da her zaman yorum yapılabilir ancak yanıt verirken, hangi soru olduğunu lütfen yanıtın/yorumun başında belirtiniz ki karışıklık olmasın ve herkes kolaylıkla takip edebilsin.

Ayrıca tüm arkadaşların bu başlığa göstermiş oldukları ilgi için de sonsuz teşekkürler. Hem eğlenelim hem öğrenelim. Bildiklerimizi paylaşalım...

gece
15-10-2010, 23:05
Henüz yanıtlanmayan sorular var ama, son soru ile bağlantılı olduğu için sorma gereği duydum.

Özellikle büyük hacimli bitkilerde, toprak, bitki büyüdükçe bitki tarafından çözünüp, bitkinin dokusunu oluşturuyor gibi görünüyor, peki aradaki (bazen büyük de olan) taşlar ne oluyor?

Hani ağaç dikerken, sert toprakta uzun süre uğraşıp, kan ter içinde küçük bir delik açıyoruz ve el kadar çukurdan bile irili ufaklı bir çok taş çıkarıyoruz. oysa ağacımız yıllar içinde büyüdükçe ve çapı bizim açtığımız çukurdan daha da geniş olduğunda ya da doğada, kendi çimlenen bir tohum taşları ayıklayamadığına göre, büyüme alanındaki taşlara ne oluyor.

Çevreye doğru itiliyorlar denebilir ama, ağaçların çevresini kazdığımızda görüyoruz ki toprak ağaç tarafından itilip de sıkıştırılmış gibi, ya da itilen bir çok taş birikmiş gibi görünmüyor ve ağacın içinde de asla taş olmuyor, yani taşları sindirmeden içine almıyor. Öyle olsa bazen de olsa ağaçların içinden taş çıkardı.

Nereye gidiyor bu taşlar?


gece
bitkiler ve taşların gizemi sorusunu soran forum kişisi

Cumhur Tonba
15-10-2010, 23:53
Kışın ağaçlar neden yaprağını döker?

Halil Önen
16-10-2010, 00:12
Kışın ağaçlar neden yaprağını döker?

Kış uykusuna yatmak için.:)

Cumhur Tonba
16-10-2010, 00:20
Tabii ki Halil Bey. Kışa bir nevi hazırlık. Fakat neden? Yaprak dökümünün ana sebebi nedir?

gece
16-10-2010, 01:04
Hep soru soracak değilim ya, Cumhur Tonba'ya bildiğimi sandığım ve aklımın erdiğince yanıt vereyim.

Bildiğim ve düşündüğüm kadarıyla durum şu;Kışın yaprağını döken türlerde, yaprakların dökülmesi, çoğunlukla yaprakta yer alan vee zaman içerisinde ömrünü tamamlayan klorofil ile diğer organik yapıların artıklarının, bitkilerde, hayvanlardaki gibi boşaltım sistemi olmayışı, onun yerine bu ölü hücre ve doku parçalarını yapraklarda depolamaları sonucu yaprakların rengi yaz sonu, sonbahar aylarında birikim nedeniyle sarıya dönüyor ve yaprak üretim yapamaz hale gelince dökülüyor.

Yaprağın çoğunluğu bu şekilde, ışıma ve havadan CO₂ şeklinde alınan karbon ile köklerden gelen diğer bir kısım mineral ve bileşikler ile üretim yapamaz olunca bitki yapraktan bir çeşit vazgeçiyor ve yaprak toprağa, kimyasal çözünme için bırakılıyor.

Ayrıca ağacın diğer bölgelerine göre önemli oranda su bulunan yaprakların gitmesi, kışın hayatta kalmayı kolaylaştıran kuruma sürecinin bir parçası olarak da bitkinin yaşama imkanını artırıyor.

Yaprakların toplamda geniş bir yüzey oluşturarak, kışın artan rüzgâr ve yağacak ve yapraklarda birikecek olan kar yükünün, ağacın yaşamı için tehdit oluşunu önlemek de yaprak dökmenin nedenleri arasında olsa gerek.

Sonuç olarak, kış öncesi bitki yapraklarını dökerek;
a) hareketsiz bir canlı olarak atıklarından kurtulmuş,
b) soğuk ve don tehlikesine karşı daha dayanıklı hale gelmiş,
c) daha sonra yenilenme fırsatı ile yenilenme öncesi, zaten ışık yoğunluğunun az olduğu kış aylarında metabolizma hızını düşürerek dinlenmiş de oluyor.

Sorunun kısa yanıtı ise; yaşamda kalabilmek için, yani her canlının ortak derdi olan, bildiğimiz geçim derdi.


gece
yapraklar dökülerek ve toprakta çözünüp toprağa dönerek, sürdürülebilirlik için geri dönüşüm konusunda insanlara örnek de olurlar diyen forum kişisi

Halil Önen
16-10-2010, 01:22
.....
..... peki aradaki (bazen büyük de olan) taşlar ne oluyor?

... irili ufaklı bir çok taş......, büyüme alanındaki taşlara ne oluyor.

...... taş birikmiş gibi görünmüyor ....Öyle olsa bazen de olsa ağaçların içinden taş çıkardı.

Nereye gidiyor bu taşlar?


gece
bitkiler ve taşların gizemi sorusunu soran forum kişisi

Ağaç büyürken kök bölgesindeki taşların altına girer kılcal damarlarıyla yakalar ve neminden yararlanır.

Zamanla _eğer taş yüzeye yakınsa_ onu toprağın üstüne iter. Böylece güçlü rüzgarlara karşı onu ağırlığından da yaralanır. Onu daha içerideki taşlar gibi _bir çeşit salgı salgılayarak_ yok etmeyi istemez. Taşın altındaki habitattan yararlanır. Termodinamiğinden de...

Peki bu taşlar nereye gidiyor? ( Ben bilimselliktek uzağa gidiyorum, kızmak yoktu hatırlatırım.):)

Bence bundan sonrası doğa ile ilgili değil...
Küçükse sorun yok. O da toprağın üzerine itilmiştir.
Ancak meyvesiz ağacı da taşlarlar.:)

Biraz büyükse koyu gölgesi için uzaklaştırılır. Çobanın sürüsüne yataklık eder. Ağıl ya da avlu duvarı için kullanılır. Belki onlardan evler yapılır.:)

Eğer yerinden edilemiyecek kadarsa; bir avcının, derin gölgesinde sırtını dayayıp soluklandığı kaya gibi dostudur.:)

Peki ağaç bunu farkında mıdır? Ağaçlar dibine bakar mı?

Dogasever
16-10-2010, 09:33
Gece yine yaptı yapacağını: Bir forum kişisi bir çukura taş atmış 100 forum kişisi çıkartamamış.

Halil Bey'in yukarı ittirme düşüncesi gayet mantıklı gibi geliyor.

Atmosfere açık olduğunda taşın kendi kendine ufalanarak yok olmasının milyonlarca yıl alacağını biliyoruz. Kimyasal aşınmayla bu süre kısalıyor. Acaba ağaçların köklerinden salgılanan özel bir enzimin taşların yok edilmesinde rolü olabilir mi?

Üzerinde düşünülmesi gereken güzel bir soru...

Halil Önen
16-10-2010, 11:25
Gece yine yaptı yapacağını: Bir forum kişisi bir çukura taş atmış 100 forum kişisi çıkartamamış.

.....
Üzerinde düşünülmesi gereken güzel bir soru...

Yok yok biz o kuyuya atılan taşı çıkarırız. Kuyuların taşla doldurulmasına karşıyız.:)

Neydi soru?

Ağaçların dibindeki taşlar nereye gidiyor?

Toprağın altındakiler kök tarafından parçalanıyor, toprağa dönüşüyor.

Yüzeye yakın olanlar gövde ve kökler tarafından toprağın yüzeyine öteleniyor.

Ağaç bunların da üzerini döktüğü yapraklarıyla kapatıyor. Zamanla yaprağın asidik yapısı taşların yapısını çözüyor onu da toprağa dönüştürüyor.

Topraktan gelen toprağa gidiyor.:)

Cumhur Tonba
16-10-2010, 21:56
Sayın Halil Önen ve Sayın gece ana hatlarını çizmişler olayın. Metabolizmayı yavaşlatmak, Terlemeyi durdurmak ve en önemlisi ise yapraklarda bulunan tüm mineral maddeleri bünyesine çekip sıvı yoğunluğunu arttırarak bir çeşit antifriz hazırlamaktır. Teşekürler Halil Önen, teşekkürler gece.

Dogasever
17-10-2010, 17:16
Sevgili dostlar,

Bu haftanın en son sorusu da benden gelsin? Yalnız bitkileri ve toprağı bir tarafa bırakalım bu defa biraz da çevremizden soralım. İçinde organik madde biriken (mesela gittikçe daha fazla kirlenen bir dereyi düşünün) bir su kitlesi bir süre sonra neden çok kötü kokmaya başlar?

Doğasever,
kokuyu yok eden şey, neden olan şey ile aynı diyen forum kişisi...

Dogasever
17-10-2010, 18:05
Bununla ilişkili olarak soracağım bir soru daha vardı ama şimdiden onu da sorayım: Bu kokunun yok edilmesi için ne yapmak lazım? Neden?

Geceleri koku yüzünden uyuyamamış bir forum kişisi.

gece
18-10-2010, 00:09
... İçinde organik madde biriken (mesela gittikçe daha fazla kirlenen bir dereyi düşünün) bir su kitlesi bir süre sonra neden çok kötü kokmaya başlar?

Doğasever,
kokuyu yok eden şey, neden olan şey ile aynı diyen forum kişisi...

Önceki bilgilere göre yanıtlayacak olursak; Koku için;
a) koku alabilen bir burun,
b) kokusu alınacak, çözünebilir bir madde.
c) maddeyi çözen bir çözücü (su) gerekir.

İçinde organik madde biriken bir dere, b ve c şıklarını fazlasıyla (fazlalık durumu biriken (maddenin eksilmeyip, artması) ve dere(neredeyse suyun çoğulu)) karşılamakta olup, a şıkkı olan burun da bizde var.

İşin buraya kadarki bölümü kokmak ve çok kokmak ile ilgili ortamın çok uygun olduğunu gösteriyor.

'Kötü kokmak', kokunun kötü olması ise göreceli bir durum, bizim için kötü olan koku, EM için hoş olabilir. EM'in burnu olup olmadı konusuna girmeksizin, kötü kokmayı da burnumuzda çözülmüş örneği, burundan gelen veri ile alıp, analiz eden beynimizin bir tepkisi olarak kötü duygusunu tetiklediğini ve ortamdaki koku miktarı ve potansiyel zarar öngörüsüne göre de çok kötü olarak değerlendirdiğini düşünüyorum.


"Kokuyu yok eden ile neden olan şey aynı" olup olmadığı konusunda ise bir şeyin aşırısının zıddına dönüşme olduğu genel kuralı ile uyumlu bir bilgi oluşunu düşünüyorum.


Koku konusunun önemi ise memelilerin tümünün koku duyularının diğer duyulara göre gelişmiş olması ve taklit edilemeyişi ile de iyice ortada zaten. Görüntü ve sesi cep telefonları ile bile aktarabiliyor, dokunma ve hareketi çok farklı şekillerde yapay olarak üretiyoruz ama kokunun çakması ya da benzetiminin adı bile pek duyulmuyor.

Ve parfüm endüstrisinin iyi bildiği üzere duygulara giden en kısa yol, ne kulaktan ne gözden geçiyor, burnunuzu kullanmak yeterli.


gece
biri, 'seviyor, sevmiyor'un 'kokuyor, kokmuyor'unu bulsa da papatyalar yolunmaktan kurtulsa diyen forum kişisi

gece
18-10-2010, 00:27
Bununla ilişkili olarak soracağım bir soru daha vardı ama şimdiden onu da sorayım: Bu kokunun yok edilmesi için ne yapmak lazım? Neden?

...

Yukarıdaki yaklaşıma göre en az üç ayrı yoldan bu sonuca varabiliriz;

a) Cerrahi operasyon ile burnumuzu koku almaz hale getiririz. Bir el ile burnu kapatmak, çok kötü kokuda pek işe yaramayacaktır. Ameliyat ve sonrasında bir sürü acı, masraf olacağı gibi, güzel kokuları da kaybetmek zorunlu sonucu ile tamamen koku gitmeyip, koklayanın gitmesi gibi kötü ve son derece kişisel bir yaklaşım olacağından kimseye de hayrı olmayacak bir çözüm. Asla önermiyorum.

b) Biriken maddeyi ortadan kaldırırız. Bu da yeni madde biriktirmemek ve öncekini de bir şekilde (şekli kişiden kişiye değişir) ortadan kaldırmayı gerektirir. Denenebilir, denemeye değer de.

c) Dereyi ortadan kaldırırız. Duymamış olayım. :(


Görüldüğü üzere, en iyi çözüm biriken maddeyi ortadan kaldırmak. İyi de nasıl? Biriktirmeyerek ve harcayarak/tüketerek/dönüştürerek. Bu maddeleri dereye salmazsak, birikmeyecek, önceden birikmişleri de ortadan kaldırırsak, sonuçta kokacak şey olmayınca kötü kokudan bahsetmek de mümkün olmayacaktır.
Söylemesi kolay ama yapması bir o kadar zor. En azından dereyi ortadan kaldırmaktan daha kolay.


gece
kötü kokuların geldiği yerde kötü şeyler var demektir diyen hoş kokular koklamak isteyen forum kişisi.

Dogasever
18-10-2010, 09:46
Sevgili Gece,
Sabah kalkınca yazılarını okumak benim için büyük bir zevk.
Yazı tarzın çok güzel. Tam senden beklediğim yanıtı vermişsin. Son derece mantıklı. Ancak burun ile uğraşmaktan çok daha mikro düzeye inmemiz gerekiyor. Bozunma/Parçalanma olayını atomik düzeyde incelediğimizde parçalanmada kaybedilen bilinen en küçük yüklü parçacıkların hangi yoldan nereye gittikleri ve başka hangi maddeleri oluşturdukları önemli. Kokup kokmama ise yeni oluşan maddelerin neler olduğuna bağlı...

Kokuya giden ve gitmeyen yol yüklü parçacıklardan geçer diyen forum kişisi
Ayrıca, sudaki oksijen tükenene kadar kokuya gitmeyen yolda yüklü parçacıkları taşır ve onlar sayesinde aslına (Su) döner diyen forum kişisi. (Çevre mühendisleri de bazıları bilerek bazıları bilmeyerek, atıksu arıtma tesislerinde diffüzörlerle atıksuyun içinde oksijen bitmesin diye hava basarlar)

ensar
18-10-2010, 12:05
Eh konu madem koku bende sorayım,

Haliç yaz aylarında kokuyor, İzmir körfezi ve Manda çayı yaz aylarında kokuyor da Ekim
kasım aylarında niye kokmuyor.


kötü kokuların geldiği yerde kötü şeyler var demektir diyen hoş kokular koklamak isteyen forum kişisine KATILIYORUM

Sevgiyle kalın

meymun
18-10-2010, 13:57
Kışın ağaçlar neden yaprağını döker?

Önce; ağaçlar sadece kış aylarında yaprak dökmezler sürekli dökerler. Ekvatoral ortamda yaşayanlar da yapraklarını sürekli döker. Fakat önemli değişim göstermeyen iklim koşulları nedeniyle oluşan yeni yapraklarla sürekli yeşildirler.

Yaprak bitkilerde belli bir ömrü olan uzmanlaşmış bir organ olmasına rağmen bitkiler hayvanlarda olduğu sayıda uzmanlaşmış organlara sahip değillerdir. Subtropikal ve daha çok dönenceler dışı bölgelerde soğuyan iklimle birlikte normal ömürleri bazen tükenmeden yaprakların sonu gelmeye başlar. Yapraklar köklerin topraktan aldığı suyu fotosentez sırasında oksijen ile birlikte kaybederler. Önemli su depolarıdır ve susuz kaldıklarında hemen solmaya başlarlar.
Toprağın soğumaya başlamasıyla köklerin toprakla ilintisi kesilmeye başlar. Toprakta su bol olsa da osmos durmaya başlar. Suyun bitki içerisindeki dolaşımı durur. Yapraklara da artık ölmek düşer.

Bitkilerin evriminde sonbaharın keşfi çok önemli buluştur. Kozalaklılar bunun yerine uzun kışlar ve buzul çağlarında kütilin, alkol ile korunma özelliklerini geliştirdiler.

Dogasever
18-10-2010, 14:17
Eh konu madem koku bende sorayım,

Haliç yaz aylarında kokuyor, İzmir körfezi ve Manda çayı yaz aylarında kokuyor da Ekim
kasım aylarında niye kokmuyor.


kötü kokuların geldiği yerde kötü şeyler var demektir diyen hoş kokular koklamak isteyen forum kişisine KATILIYORUM

Sevgiyle kalın

Bence bu koku olayını biraz daha açalım:
Bir su havzasında başlıca kirlilik aşırı organik madde birikiminden kaynaklanmaktadır. Derelerdeki mikroorganizmalar normalde organik atıklarla başedebilir ancak atıkların miktarı artınca sorun çıkmaktadır!

Başlıca Organik Yük

• Karbonhidratlar ve
• Proteinlerden oluşmaktadır

Oksidasyonla Parçalanma/Çürüme sonucu organik madde ortamdaki oksijeni kullanarak aşağıda okla gösterilen yönde parçalanır:

Karbonhidratlar (ok) Karbondioksit + Su

Proteinler (ok) Amino asitler (ok) Amonyak (ok) Nitrit (ok) Nitrat

Yukarıdaki her aşamada oksijen gerekmektedir. Deredeki organik madde yükü çok yüksek olunca erimiş oksijen biter ve yukarıdaki reaksiyonlar tamamlanamaz! Bu reaksiyonların devam edebilmesi için ortamda, açığa çıkan elektronu alacak erimiş oksijen olmalıdır (Erimiş oksijen elektronu alır ve aşağıdaki reaksiyonda su yapmak için kullanır bölyece oksijen aslına dönmüş olur!)

O2 + 4H+ + 4e- (ok) 2H2O

Su havzasında oksijen çok azaldığında ya da tükendiğinde, pütrifikasyon (kokuşma) başlar. Organik maddenin parçalanmasıyla açığa çıkan elektronu alacak oksijen kalmamıştır. Bu yüzden, organik maddeden gelen elektron hidrojen sülfit ve amonyak gibi zararlı ve kötü kokuya neden olan bileşiklerin üretilmesinde kullanılır. (Böylece organik madde paçralanmaya devam ederken bu gazlar açığa çıkar!) Bu bileşiklerin oluşumunda zararlı mikroorganizmalar rol oynarlar.
Zararlı mikroorganizmalar mevcut organik maddeyi kullanarak koku yapan uçucu bileşiklere indirgeyebilirler! (Kükürtlü ve Azotlu bileşiklerin hidrojen sülfit ve amonyağa redüksiyonu). Bu duruma kokuşarak parçalanma diyoruz. EM ilavesi bu olayın önüne geçer ve organik maddenin fermantasyon yoluyla antioksidan maddeler, doğal vitaminler, doğal antibiyotikler, doğal hormon ve biyolojik aktif maddeler gibi canlılar için son derece faydalı yararlı bileşikler oluşturarak parçalanmasına neden olur. Bir başka deyişle, bu kez organik madde parçalanırken açığa çıkan elektron, bu yararlı bileşiklerin oluşumunda kullanılır ve böylece zararlı ve kötü kokan gazların oluşumu önlenmiş olur.

Sıcaklık dolaylı olarak kokuya neden olan zararlı mikroorganizmaların etkinliğini ne kadar etkiliyorsa, yararlı mikroorganizmaların etkinliğini de o kadar etkiler.
Yukarda sn Ensarın bahsettiği tüm bölgelerde ve hatta Türkiye'nin her yerinde Eylül ayı sıcaklık ortalaması 25 derecenin üzerinde, ekim ayı sıckalık ortalaması ise, Türkiye'nin Batısında 20 C derecenin üzerindedir ve mikroorganizma faaliyetleri için uygundur. Ekim ayından itibaren kötü kokular azalmaya başlar

Saygılar.

meymun
18-10-2010, 16:16
Aslında bu tür yanıtları konu hakkında doğru bilgileri olanlar verirse bence daha iyi olacak. Bu konunun başlarında fikir yürüterek doğrulara ulaşmamız zor dediğimde bunu söylemek istemiştim. Aerobik ve anaerobik prokaryotların yaşam biçimlerini, bakterilerin hücre dışı dönüştürdüğü maddeleri, clostridium ve metan oluşturucuların oksijensiz ortam süreçlerinde sıcaklık faktörünü, oksijenli ve oksijensiz azot sabitlemenin farklarını bilmeden, düşünerek vereceğimiz yanıtlar bizi böyle yanlış yollara sevk edebilir. Konuları bilmeyenlerce mantıklı görünen düşünceler doğru olarak kabul görebilir.

İnsanlık tarihi, bu tür yanıtlara binlerce yıl inanç ile geçmiştir. Sonra da bilim çağı başladığında hala eski yanlışlarla bilim çatışır oldu. Beyinlerimiz eski çağ insan beyinlerinin ürünleri ile nasırlaştırılır. Ve önce annelerimiz olmak üzere çevremizin 6 yaşımıza kadar kafamıza soktuklarının doğrultusunda olanları kabul edip, bilimi ret eden 2010 yılının insanları, hastalandıklarında inançlarına ters olduğu için ret ettikleri bilgi sonucu oluşturulmuş teknolojiye başvurup MR çektirir, lazerle tedavi olur. Dua dediğimiz isteklerimizle birlikte. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara sözünü unutarak dilenir dururuz.
Ve hala yanlışlarımızı sürdürüp muska da yazdırırız. Beynimizdeki null hypotesis nasırların, dar gelen ayakkabının ayak nasırlarını acıttığından bize daha fazla zarar verdiğini göremeyerek.

Saygılar

gece
18-10-2010, 17:26
Aslında bu tür yanıtları konu hakkında doğru bilgileri olanlar verirse bence daha iyi olacak. Bu konunun başlarında fikir yürüterek doğrulara ulaşmamız zor dediğimde bunu söylemek istemiştim. Aerobik ve anaerobik prokaryotların yaşam biçimlerini, bakterilerin hücre dışı dönüştürdüğü maddeleri, clostridium ve metan oluşturucuların oksijensiz ortam süreçlerinde sıcaklık faktörünü, oksijenli ve oksijensiz azot sabitlemenin farklarını bilmeden, düşünerek vereceğimiz yanıtlar bizi böyle yanlış yollara sevk edebilir. Konuları bilmeyenlerce mantıklı görünen düşünceler doğru olarak kabul görebilir.

İnsanlık tarihi, bu tür yanıtlara binlerce yıl inanç ile geçmiştir. Sonra da bilim çağı başladığında hala eski yanlışlarla bilim çatışır oldu. Beyinlerimiz eski çağ insan beyinlerinin ürünleri ile nasırlaştırılır. Ve önce annelerimiz olmak üzere çevremizin 6 yaşımıza kadar kafamıza soktuklarının doğrultusunda olanları kabul edip, bilimi ret eden 2010 yılının insanları, hastalandıklarında inançlarına ters olduğu için ret ettikleri bilgi sonucu oluşturulmuş teknolojiye başvurup MR çektirir, lazerle tedavi olur. Dua dediğimiz isteklerimizle birlikte. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara sözünü unutarak dilenir dururuz.
Ve hala yanlışlarımızı sürdürüp muska da yazdırırız. Beynimizdeki null hypotesis nasırların, dar gelen ayakkabının ayak nasırlarını acıttığından bize daha fazla zarar verdiğini göremeyerek.

Saygılar

İlk cümleye hiç kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Ancak sonraki cümleler Dogasever'in konuyu bilimsellikten hurafeye taşıdığına yönelik iddia gibi geldi bana ve ben buna katılamayacağım.

Tamam, yazılarının dışında Dogasever'i tanımam, konunun da uzmanı değilim ama o zaman her konuştuğumuz konuda, muhatabımız kişiden diploma istememiz gibi anlamsız ve çözüm de olamayacak (diploması olan herkes o konuda her şeyin en doğrusunu biliyor demek değildir ki!) bir şekilcilikte takılır kalmaz mıyız?

Tamam, fikir yürütmek bizi yanlış yollara ve sonuçlara götürebilir ama susup oturmak ve hiçbir kişi ve bilgiye güvenmemekle mi idare edeceğiz! Biz anlamayız deyip, fikirlerimizi kilit altına alacak, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, ünvan sahiplerinin fikirlerini mi sessizce dinleyip, inanacağız.

Hem bilenleri, bilgisi olanların ellerini kollarını bağlamıyor, yasaklamıyoruz ki, başımızın üzerinde yerleri olduğunu, ikide birde söylemeye gerek var mı?

Sonuçta ellerimizi bağlayıp, doğru bildiklerini varsaydıklarımızı sessizce beklemek yerine, fikir yürüterek, yazıp çizerek, beynimizi, herkes için yeterli olamasa da, çalıştırmaya gayret ediyorsak, bunun neresi kötü ve acaba beynimizi hangi tutumla nasırlaşmadan kurtarabiliriz?


gece
diploma, kelli felli ünvan aramadan, yazan herkesi dinlemekte kendince sakınca görmeyen, çoğunluğun cahil kabul ettiği kişilerden dahi çok şey öğrendiğini, nice bilenin de bilgisini saklayışına tanık olduğunu düşünen forum kişisi

Sarp99
18-10-2010, 18:24
Tamam, fikir yürütmek bizi yanlış yollara ve sonuçlara götürebilir ama susup oturmak ve hiçbir kişi ve bilgiye güvenmemekle mi idare edeceğiz! Biz anlamayız deyip, fikirlerimizi kilit altına alacak, bir dudağı yerde bir dudağı gökte, ünvan sahiplerinin fikirlerini mi sessizce dinleyip, inanacağız.

Oksijeni bitmiş suya EM katmak nasıl oksijen sağlıyor onu bir anlayabilsem ben de "Haaa, tamam diyeceğim." de hala anlayamadım. Toprağa X'i atarsan kurşunu etkisiz hale getirip yok eder(Her halde mikroorganizmalar kurşunu altına dönüştürüyor, bir tür simya???), suya Y'yi katarsan oksijeni trilyon kat arttırır tarzı argümanlar, okuyucuyu heyecanlandırıyor olsa da, olayın kimyasının ortaya konmadan argümanın ortaya konması kuyuya taş atmaya benziyor.

Kuşkucuyum diyen forum kişisi. ;)

Dogasever
18-10-2010, 18:47
SAyin Sarp
Sanırım ben konuyu daha açık anlatmalıyım.

EM ilavesi oksijeni bitmiş suya oksijen vermiyor. Ben böyle bir iddiada bulunmadım. Dikkatle okursanız böyle bir iddiada bulunmadığımı anlayabilirsiniz. Organik madde parçalanırken elektron açığa çıkıyor. Bu elektron suyun içindeki oksijen tarafından kullanılıyor (suda oksijen varsa) ve sonuçta yine su üretiliyor. Bir süre sonra sudaki oksijen bitince (atıkların miktarının artmasıyla bu durum gündeme gelebilir), organik maddenin parçalanması durmuyor, devam ediyor ama bu defa par.alanma sonucunda ortaya çıkan elektron zararlı mikroorganizmaların da etkisiyle hidrojen sülfür, amonyak, merkaptanlar gibi kötü koku yapan gazların üretilmesinde kullanılıyor (organik parçalanma devam ederken). EM ilavesiyle suya tekrar oksijen verilmiş olmuyor; sadece organik maddenin parçalanmasından gelen elektron, yararlı mikroorganizmaların da etkisiyle oluşan antioksidan maddeler, yararlı doğal hormonlar, antibiyotikler, biyolojik aktif maddeler gibi yararlı bileşiklerin üretilmesinde kullanılıyor. (Yani EM yokken oluşan kötü kokulu gazların yerine EM varken yararlı bileşikler üretiliyor!). Her iki olayda da elektronun kullaınlması söz konusu. Konu özet olarak bundan ibarettir.

Dogasever
18-10-2010, 19:33
Aslında bu tür yanıtları konu hakkında doğru bilgileri olanlar verirse bence daha iyi olacak. Bu konunun başlarında fikir yürüterek doğrulara ulaşmamız zor dediğimde bunu söylemek istemiştim. Aerobik ve anaerobik prokaryotların yaşam biçimlerini, bakterilerin hücre dışı dönüştürdüğü maddeleri, clostridium ve metan oluşturucuların oksijensiz ortam süreçlerinde sıcaklık faktörünü, oksijenli ve oksijensiz azot sabitlemenin farklarını bilmeden, düşünerek vereceğimiz yanıtlar bizi böyle yanlış yollara sevk edebilir. Konuları bilmeyenlerce mantıklı görünen düşünceler doğru olarak kabul görebilir

Sn Meymun yukarda anlatmak istediğiniz tam olarak açık seçik belli olmuyor. Biraz açar mısınız?
"Bizi böyle yanlış yollara sevk edebilir" derken, sizden bir önceki mesajda benim açıklamamı mı kastediyorsunuz ya da benim açıklamamın yanlış olduğunu mu kastediyorsunuz anlayamadım? Saygılar.

Cumhur Tonba
19-10-2010, 00:47
Aslında bu tür yanıtları konu hakkında doğru bilgileri olanlar verirse bence daha iyi olacak. Saygılar

Sayın meymun,
Bu konuda haklı sayılabilirsiniz. fakat doğru bildiğimiz bilgilerin doğruluğunu nasıl doğrulayacağız? Benim hissettiğim, sorulan sorular karşısında, kişilerin o konuda ne bildikleri ya da ne bildiğini zannettiğidir. Cevap versin ki, eğer bildiği şey yanlış ya da eksikse bilen kişilerin de bunu tamamlama şansı olur.

Bu yazacağım sözü lütfen yanlış anlamayın. Birçoğumuz şu hisse kapılabiliriz.
Söz bilirsen söz söyle, sözünden hisse alsınlar. Söz bilmezsen sükût eyle seni...

sayın Emre Albayrak arkadaşımızın dediği gibi, istenirse milyonlarca sorunun karşılığını internette rahatlıkla bulabiliriz. Ya da ciddi sitelerden kes yapıştır yaparak sorulara cevap da verilebilinir.

Saygılar, sevgiler.

ensar
19-10-2010, 22:50
Sayın Doğasever,

77 numaralaı mesajınızdaki reaksiyonların hangileri çevreye enerji vererek ya da cevreden enerji alarak oluşuyor.

Oksijen miktarının sizin de belirttiğiniz gibi kokusmanın engellenmesini engelleyen en önemli unsur olduğuna bende katılıyorum. Suyu oksijen açısından zenginleştirmenin bu konudaki en uygun, en ekonomik çözüm olduğunu düşünüyorum.

Sevgiyle kalın

epsody
20-10-2010, 05:46
Sayın doğasever topraktaki organik karbonun nasıl bir süreç içinde mikro organizmalar tarafından kullanılarak korbon dioksite indirgenir ve bitkilerce alınabilir forma geçer, tabi soruma diğer arkadaşlar da cevap verirlerse teşekkür ederim.