View Full Version : GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.
Mine Pakkaner
06-09-2006, 13:17
Dün Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nin, İzmir Enternasyonel Fuarı Organik Tarım bölümündeki standından aldığım bir mini dergi broşürü size özetliyorum.
GDO lar hakkında şimdiye kadar okuduğum en yalın dille yazılmış, etkileyici, vatandaşı aydınlatıcı bu bilgileri sizinle paylaşmak istedim.
İzmir Fuarı süresince 2 nolu holdeki Organik Tarım Bölümünde Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi standından bu broşürü temin edebilirsiniz. Ayrıca "Tavukta Hormon Var mı?", "Sebze ve Meyvelerde Hormon Var mı?", "Zirai Mücadele İlaçları Zehir Saçıyor mu?" broşürlerini de size sonra aktaracağım.
Şube yönetim kurulundan sevgili arkadaşlarıma sitemizden bahsedince onların da çok ilgisini çektik. GDO ve Küresel Isınma konularında katkıda bulunmak için forumumuza katılacaklar.
3654
GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.
Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı veriliyor.
Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeeşit kesme,yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen önce bulunduğucanlının DNA sından kesilerek çıkarılıyor.Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor.
Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen GDO'lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates,balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.
İnsanlık bugün doğal çeşitliliğe zarar vererek tür zenginliğinin yok olmasına yol açan GDO ların çeşitli yollardan yayılarak yeni Frankeştaynlar yaratma tehlikesiyle karşı karşıya.
Neden GDO ya Hayır.
Canlılar üzerinde yapılan bu değişiklikler; canlı sağlığı,biyolojik çeşitlilik,ekolojik dengenin bozulması,ekonomik bağımlılık,canıların yaşam hakkının elinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşımaktadır.
Yaşam bütündür ve canlı organizmalar (maikroorganizmalar,bitkiler,hayvanlar ve insanlar), milyonlarca yıl boyunca değişerek bu güne geldiler.
İnsanlığın da yaşamsal ihtiyaçlarının kaynağı olan bu zenginlik, dengeli bir alış-veriş ve ekolojik bütünün her bir unsuru (tüm canlılar, toprak,su,güneş,ay,hava vs.) ile etkileşimiçinde gelişerek çeşitlendi.
Bu değişim, doğal olmayan yollarla ,sadece belli noktalarda hızlandırılsa ne olur?
GDOların Tehdit ve Riskleri
1. Biyolojik Çeşitlilik, Tarımsal Biyoçeşitlilik ve Doğal Dengeye Etkileri
Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler.
Sonuçta insan, hayvan,bitki,mikroorganizmalarda yapılan herbir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğine etkileyecektir.
Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir.
Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azlmış durumdadır.Asya'da mevcut 140 bin çeşitten sadece 6 sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO ların aktarılmış genleri çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böceklerve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO lu polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. "GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 senede yok olmaktadır.
Birkez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş
ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez hale gelmektedir.
Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir ) karakterli genler o böcekleri yiyen yaralı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.
(Toksin karakterli BT(Bacillus thuringiensis)geni aktarılmış bir bitkiyi yiyen bir böcekle beslenen Uğur böceği (gelin böceği) gibi yararlı böceklerin ölüm oranının arttığı ve gelişmelerinin geciktiği saptandı-Hagedorn 1998)
Bir risk ise toksinin etkin olduğu böcek türleri bu toksine zamanla dayanıklılık kazanıyor olması.(ABD de bt genli pamuk ekili alanlarının bir kısmında, pamuk koza kurdunun etkili olarak kontrol edilemediği gözlendi-Alam 1999)
Yabacı otlara dayanıklı genlerin aktarıldığı bitkilerin diğer canlılar ( uğur böceği) üzerinde öldürücü etki yaptığı gözlendi ( Steinbrecher,1996)
Böceklere ve yabancı otlara dayanıklılık geni aktarılmış bitkiler, zamanla o böcekler ve yabancı otlarda dayanımı arttırdığı için çok daha fazla tarım ilacı kullanılmasına yol açabiliyor. Yabani otlara karşı dayanıklılık geni aktarılmış bir bitkinin değiştirilmiş genleri rüzgar, kuş, böcek,arı vs. gibi etkenlerle başka bitkilere bulaşıyor ve bu geni almış yabancı otlar savaşılması güç bir şekilde çoğalıyorlar.
Ayrıca yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO lu ürünü yeni ürün için yabancı ottur. Ancak eski GDO lu yabani otlara dayanıklı olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla mücadele etmek imkansızlaşıyor.
(Yabancı otlara doğru gen kaçışı nın kolza ve pancarda belirginleşmesi Fransa Tarımsal Araştırmalar Ulusal Enstitüsü'nün (INRA) yabani otlara dayanıklı tüm kolza varyetelerini stoktan çıkarmasına neden oldu.)
İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ
GDO lu bitkiler yüksek allerji riski taşıyor. Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske atabiliyor.
(11 Aralık 2003'te Rusya'da bir gurup bilim adamı son üç yıl içerisinde allerji belirtisi gösteren hastaların sayısında 3 kat artış olduğunu ve bunun altında yatan nedenin Genetiği Değişmiş Ürünler'in (GDÜ) tüketimi olabileceğini açıkladılar.-Traavik ve Smith, 2004)
Toksik (zehirleyici ) Etkiler
Araştırmalar GDO lu patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozukluklar,viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya koyuyor.
(1980 lerin sonunda bir Japon firması triptofan adlı bir aminoasidi bir bakteriye ürettirerek bbesin takviyesi olarak ABD de satışa sundu.Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde sinir sistemini etkileyen, kas ağrıları ve kandaki bazı hücrelerin sayısında artış ile seyreden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıktı. Bu sorunları yaşayan 155 kişşide kalıcı hasar meydana geldi,37 hasta yaşamını yitirdi.Mayeno ve Gleich,1994 . Yapılan incelemne sonucu genetiği değiştirilmiş bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve sendromun toksik madde nedeniyle ortaya çıktığı anlaşıldı.)
Antibiyotiğe Karşı Dayanıklılık Oluşturması
GDÜ lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığı ile yayılması.
Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı biliniyor.Antibiyotik direnç genlerinin hastalık yapan mikroorganizmalar geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasımı güçleştiriyor. Bu tür ürünleri tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin, o ürünün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması mümkün.
Bt nin ( Bacillus thuringiensis) etkileri
Tarımda uzun zamandır böcek öldürücü olarak kullanılan Bt spreyi toprakta parçalanıyor. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabiliyor. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değil. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra da sürdürüyor.
Bt geni aktarılmış ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı Bt spreyindekinin 10-100 katı.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler Bt toksininin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, bağırsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor.
( Filipinlerdeki bir Bt mısır ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden hastalığın, mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edildi. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptandı-Travik ,2004)
Sağlıksız Hayvanlar ve Hayvansal Ürünler
Örneğin süt verimini arttırmak için ineklere GDÜ lü ürünler veriliyor. Bu hayvanların sağlıkları bozuluyor.Meme enfeksiyonları, rahim, sindirim sistemi bozuklukları, yumurtalık kistleri görülüyor. Gebelik oranı düşüyor.Antibiyotik kullanma sıklığı artıyor.
Bilim insanları ayrıca iki tür potansiyel tehlikeye dikkati çekiyor; durgun virüsleri yeniden harekete geçmesi ve virüsler arasında yeni bulaşıcı diziler oluşturabilecek kombinasyonlar!...
Sağlıksız Beslenme ve Yol Açtığı Sorunlar
Sadece verimli ve dayanıklı birkaç ürün yetştirilmesine yol açan GDO ların yarattığı en büüyk tehlikelerden biri de gen çeşitliliğinin yok olmasıyla birlikte insanlarıtek tip gıda almak zorunda bırakıyor olması.
Tek tip gıdalar insanların sağlıklı ve dengeli beslenmesini engelleyecek. Bu durumda tek tip beslenmeye mecbur kalacak olan yoksullar sağlığını yitriyor, maddi imkanı iyi olanların da gıda takviyeleri, tedavi yöntem ve ilaçlarına büyük miktarda para harcaması gerekiyor.
Ekonomiye ve Üretime Katkısı
Yaşam patentlenemez ! GDO lar ekonomik bağımlılık ve canlıların yaşam hakkının ellerinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşıyor.
GDÜ lerin ekonomik olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması.Bu çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar.Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan tohumları heryıl yeniden almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor.
Dünyanın önde gelen GDO üreticisi firmalardan tohum alan çiftçilerin ürünlerinin verdiği yeni tohumları tarlalarına ekme hakları yok. Üretici firmalar bu tohumların korsanlığını yapanların önüne geçmek için komşu ispiyonu gibi en basit yollardan dedektif tutmaya kadar her yola başvuruyorlar. Bu güne kadar 100 çiftçi mahkeme sürecinden kurtulmak için ürünlerini yaktı, üretici firmaya tazminat ödedi ve banka hesapları incelemeye alındı.
-----------------------------------
Not: Devamı bir sonraki mesajda
Mine Pakkaner
06-09-2006, 13:57
(Bir üst mesajdan devam )
3655
HANGİ ÜRÜNLER GDO LU OLABİLİR?
Pek çok GDO lu ürün var;
Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.
Bunların dışında çalışmala,rın devam ettiği ürünler var;
Muz, ahududu, çilke, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.
Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,
Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarında bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO lu olma riski var.
*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta,glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin,;
Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler,pudingler, bitkisel yağlar,bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler,hazır çorbalar,mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.
* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700'ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900'ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO'lu olma riski bulunuyor.
Türkiye'de Denetim Yok!
GDO lu tohum yasaklanmış olsa da bu tip ürünlerin ithalatının kontrolü yok ve girişler sadece beyana dayalı...
Gen aktarılmış ürün yetştiriciliği yasak, Bakanlık kontrollü olarak bazı sahalarda GDO lu bitki yetiştiriciliği yapıyor.
GDO içeren ürünlerin Türkiye'ye ithali serbest.
Türkiye'de GDO içeren ürünleri satılma riski çok yüksek. Çünkü bu konuda yasal düzenleme yok. Riski en yüksek olan ürünler içeriğinde mısır ve soyadan elde edilen yan ürünleri içerenler. Çünkü Türkiye mısır ve soya ithalatının büyük bölümünü, en büyük GDO lu mısır ve soya üreticileri olan ABD ve Arjantin'den alıyor.
GIDA SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT ETMELİ?
Ürünleri dış görünüşünden anlamaya imkan yok.Bu nedenle riski azaltmak gerek.
Yukarıdaki "Hangi ürün GDO lu olabilir ?" bölümünü iyi okuyun. Böylecerisk gruplarını tespit edersiniz.
Organik ürünler yemeye dikkat edin.Bu ürünlerin üretiminde ekolojik sertifikalı tohumluk kullanılır. Her organik veya ekolojik denen üğrüne itibar etmeyin.Mutlaka sertifikasını görmek isteyin. Alışveriş yaptığınız marketlerde organik ürün talep edin.
Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal olmayan zorlama yöntemler kullanılmaktadır. Doğal yöntemlerin kullanılmadığı seralarda çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın.
Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin.ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDo üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilee ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıdabulunun. Ayrıca dünyanın farklı bölgelerinden gelen ürünlerin ulaştırılması için harcanan yakıtın yarattığı kirliliği unutmayın.Gıdanızın Kontrolü İçin Ne Yapabilirisiniz?
1. Bilgi edinme hakkınızı kullanın.Günlük olarak en çok tükettiğiniz gıdaların, şüphe duyduğunuz tohum ve yemlerin listesini çıkararak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri kanalıyla bu gıdaların GDO lu olup olmadığını sorabilirisniz.
Bilgi Edinme Yasası'na göre yetkililer size 15 gün içerisinde konuyla ilgili bilgi vermek zorundalar. Başvuruyu yapan şahıslar www.adalet.gov.tr/gercek.doc (http://www.adalet.gov.tr/gercek.doc) , tüzel kişiliklerse www.adalet.gov.te/tuzel.doc (http://www.adalet.gov.te/tuzel.doc) adresindeki başvuru formunu kullanabilir.
2. Alışverişlerde mağazaların dilek şikayet kutularına malların üzerine GDO lu olup olmadığını belirten uyarılar konmasını talep edin.Gıda firma tüketici servisinden de bunu talep edin. Bütün bunlar kamuoyu yaratmanıza sebep olur. Israrlı talebiniz gündem ve arz yaratır.
3. Şüphe duyduğunuz ürünlerde bizzat Ankara İl Kontrol Laboratuvarı ( 0 312 315 00 89 ) ya da Bursa Gıda Merkez Araştırma Enstitüsü' ne ( 0 224 246 47 21)analiz ettirebilirsiniz. Ancak analizler ücret mukabili yapılıyor.
4. GDO ya Hayır Platformu'nun (http://www.gdoyahayir.org/gdo/default.htm)"YAŞAM PATENTLENEMEZ" başlıklı kampanyasına imzalarınızla destek verebilir, kampanyada gönüllü olarak yer alabilirsiniz.
Bilgiler için teşekkürler. Ben de Ziraat Mühendisiyim ama öğrenci iken öğrendiğim GDO'lar gerçekten yararlı mı yoksa zararlı mı hala karar verebilmiş değilim.
Bana göre (sizin de yazdığınız gibi) en önemli tehlike;
Gen Kaçması'dır. Bu da genetik çeşitliliği tehlikeye sokuyor. Ama bu sadece bir teori. Bir düşünün, tozlaşma ile sadece tek tip canlılar mı ortaya çıkar? Öyle olsaydı ne olurdu? bir örnek vereyim; Golden ve Starking elma çeşitlerini bilmeyen yoktur herhalde. Peki neden Golden çeşidi poleni ile döllenen Starking'lerin hepsi Golden'e dönüşmüyor? Neden Bütün elma çeşitleri tek tip olmuyor? Bu olabilir mi? GDO'lar da diğer bitkiler ile tozlaşınca hepsi GDO olmayacaktır ******. Ama zamanla belli bir popülasyona sahip, ve hatta Crossing Over sayesinde daha farklı tiplerle dolu bir genetik havuz oluşacaktır.
Bunun yanısıra eğer gen kaçışı gösteren bitkide Terminatör Gen var ise bu kez GDO olmadığı halde terminatör gen taşıyan GDO polenleri ile döllenen ürünler ya hiç tohum bağlamayacak **** tohumlar çimlenmeyecektir. Yani Terminatör Gen tohumun ölmesini sağlayacaktır. Bu da GDO kullanmayan üreticilerin gelecek yıl için kendi tohumlarını üretmelerini engelleyecektir. üreticinin bu hakkı engellenmiş olacaktır. Günümüzde GDO ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu bu problemleri çözmeye yönelmiştir. Birçok araştırıcı gen kaçmasının bir şekilde engellemesi için çalışıyor.
Ancak sadece Tarım açısından bakmıyorum GDO'lara. Düşünün, çocuğunuzu yanınıza alıp sağlık ocağına gidiyorsunuz. Hemşire size bir elma veriyor. Çocuğunuza uzatıyorsuzun. Afiyetle yiyor, ve diyor ki hemşire "geçmiş olsun, kızamık aşınız tamam". Elma yiyerek kızamık aşısı oluyorsunuz.
Veya, vitamin eksikliğiniz var. Öyle teşhis koyuldu. Gidiyorsunuz eczaneye, o da ne eczacı size bir havuç verdi. Bir havuç yiyorsunuz A vitamini eksikliğiniz gidiyor.
**** bir adet portakal yiyerek grip aşısı oluyorsunuz.
Yani demek istiyorum ki, GDO'lar sadece tarımda değil sağlık alanında da kullanılabilir. Bunu düşününce ya ne güzel şeymiş bu GDO diyorum. Ama temkinli olmak gerek. İleride ne gibi sorunlar çıkaracağını önceden kestirmek çok zor.
denizakvaryumu
21-09-2006, 08:13
http://www.haber10.com/haber/43801/
GDO lar tehlikeli mi?
Prof. Dr. Şeminur Topal hocayı televizyonlardan gördüğüm kadarıyla tanıyorum. Sıkı bir GDO karşıtıdır. Ancak bir o kadar da GDO taraftarı araştırıcı var dünyada ve ülkemizde. Siyasetten bahsetmek istemiyorum bu forumda. Ne de olsa doğa ve bitkilerin ele alındığı bir forum burası. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki, genel anlamda GDO karşıtları ile taraftarları siyasi olarak birbirine zıt kutuplarda yer alıyorlar.
Bazıları GDO'ya karşı çıkarken emperyalizmden ve sosyalizmden bahsedebiliyor. Bu ürünlerin yetiştirilmesinin emperyalizmi körüklediğini söylüyor. Karşı gurup ise kapitalizmden bahsediyor. Malesef siyasi düşünceler de bilimi gölgeliyor.
Nacizane bir düşüncem daha var, bitki kökenli GDO konusunu tarım kökenli bir biyoteknoloji uzmanına sormayı iyi eylerim. Zira ülkemizde bu konuda çalışan Ziraat Fakültelerinin ilgili bölümlerinde birçok araştırıcı mevcut.
Mehmet Ali Aşık
28-09-2006, 04:57
kesinlikle tehilkeli ulkemize sokulmamali.ciftciler bu urunleri yetistirmemeli.yedigimize ictigimize cok dikkat etmeliyiz.tarimda ugulanan yanlis politikalar sonucu kanser Turkiyede patlama yapti.bir zamanlar kendi kendine yetebilen yedi ulkeden biriyiz derken tarimi oldurduk .disa bagimli olduk.bu vefakar ve comert Anodolu topragini daha fazla zehirlemeye ve doganin dengesini bozmaya hakkimiz yok.
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz (BASIN BİLDİRİSİ)
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ABD -AB arasındaki tarımsal biyoteknoloji ile ilgili yasal kriz yıllar sonra ABD tarafı lehine noktalandı.
Eylülün son haftasında Kanada ve Arjantin’le birlikte ABD’nin AB’yi tarımsal biyoteknoloji konusunda DTÖ’ye şikâyet etmişti. AB’nin GDO’lu ürün ithalatını yasaklaması karşısında başlatılan davanın ABD tarafı lehine sonuçlanmasının ana nedeni, Avrupa’da GDO’lu ürünlere yönelik görüşlerin, herhangi olumsuz bir bilimsel rapora dayandırılamamasıdır. Alınan bu kararın ne gibi ekonomik sonuçlar getireceği henüz bilinmemektedir. 1996 yılından beri hızla artış gösteren bu tarımsal teknolojiyi halen beşi AB ülkesi olmak üzere 21 ülke kullanmaktadır. Biyoteknoloji dünya gıda üretimine katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda üretim masraflarını düşürüyor, ikinci ürün olanakları ile üretim alanlarının genişlemesine olanak veriyor, tarımsal ilaç kullanımını azaltarak çevreye katkı sağlıyor ve hatta tarımsal ilaç kullanımı esnasındaki iş kazalarının sayısını azaltarak insan sağlığına olumlu etkide bulunuyor.
Kararın çıkmasında 3200 üyeli Fransız Bilim Akademisi ile Londra Kraliyet Akademisi ve Üçünü Dünya Bilimsel Akademilerinin konu ile ilgili olumlu görüşleri etkili olmuştur.
http://www.wto.org/english/news_e/news06_e/291r_e.htm.
http://www.agbiyotek.ege.edu.tr
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz
Ege Üniversitesi
nazimi.acikgoz@ege.edu.tr
Ne diyelim, GDO karşıtları da var, isteyenler de var. Olumsuz fikir çok, ancak olumsuz kanıt yok. Sadece varsayımlar, beyin fırtınaları. Kimisi karanlık tablolar çiziyor tarım elden gitti, Anadolu toprağını mahfediyoruz vs diye, kimi insanlık için GDO büyük bir devrimdir diyor. Ben de bir tarımcı olarak GDO'yu savunuyorum. Ama şu anda, şu bilimsel düzeyde değil. Daha büyük araştırmalar yapıp, daha uzun vadede etkilerini gördükten sonra üretime geçmesini istiyorum. Şu ortamda GD mısır istemiyorum. Ama deneme amaçlı yetiştirilip deney hayvanlarına yedirilmesini şiddetle destekliyorum.
Belki de ileride insanlığı kurtaracak şeylerden bisini GDO olacaktır. Belki de ileride insanlara gıda kaynakları yetmez olunca GD buğdayları dört mevsim yetiştirebileceğiz, fotoperyotizm, ürün peryotizmi, dormansi, bitki stresi (su, ışık, ısı, vs stresi), hastalık, zararlı, yabancı ot gibi kavramlar ortadan kalkacak belki de. Belki de bu ürünler sayesinde birbirimizi yemeyeceğiz...
Mine Pakkaner
05-10-2006, 13:33
Ne diyelim, GDO karşıtları da var, isteyenler de var. Olumsuz fikir çok, ancak olumsuz kanıt yok. Sadece varsayımlar, beyin fırtınaları. Kimisi karanlık tablolar çiziyor tarım elden gitti, Anadolu toprağını mahfediyoruz vs diye, kimi insanlık için GDO büyük bir devrimdir diyor. Ben de bir tarımcı olarak GDO'yu savunuyorum. Ama şu anda, şu bilimsel düzeyde değil. Daha büyük araştırmalar yapıp, daha uzun vadede etkilerini gördükten sonra üretime geçmesini istiyorum. Şu ortamda GD mısır istemiyorum. Ama deneme amaçlı yetiştirilip deney hayvanlarına yedirilmesini şiddetle destekliyorum.
Belki de ileride insanlığı kurtaracak şeylerden bisini GDO olacaktır. Belki de ileride insanlara gıda kaynakları yetmez olunca GD buğdayları dört mevsim yetiştirebileceğiz, fotoperyotizm, ürün peryotizmi, dormansi, bitki stresi (su, ışık, ısı, vs stresi), hastalık, zararlı, yabancı ot gibi kavramlar ortadan kalkacak belki de. Belki de bu ürünler sayesinde birbirimizi yemeyeceğiz...
Bunun bedelini 50 yıl sonra çok ağır ödemeyeceğimizi garanti edemeyiz ama değil mi? Deneylerin sonuçları kısa vadede bize ulaşıyır ve kısa vadede önümüzü görüyoruz. oysa canlılık bir hayat yayılıyor...
Sonra patent konusuna ne diyeceksiniz?
Sadce deneylere devam edilebilir belki ama bu iş ticarete dökülünce ortada etik metik kalmıyor...
Mehmet Ali Aşık
05-10-2006, 17:17
Dunyanin kontrolunu elinde tutan emperyalist-kapitalist gucler ucuncu dunya ulkelerine yardim eder gibi gorunsede amac onlari somurmek ve kolonize etmekdir.IMF ,dunya bankasi,ab,abd kredi acip akil fikir verip sunu ekin bunu ekmeyin bu yasayi gecirin diyor.Hesapta bize yardim edecekler ama bizi onlara muhtac bagilimli hale getiriyorlar.Turkiye tarihini iyi incelememiz lazim .Bugdayi bile ithal eder olduk ,findigimizi pazarlayamiyoruz,petrolumuz var ama cikaramiyoruz madenlerimiz topragimiz kimlere nasil peskes cekiliyor? Acaba Turkiye tarimini yok etmek kontrol altina almakmi istiyorlar?
GDO nun insanligi kurtacak bir sey olduguna inanmiyorum.Dunyada yiyecek kitligi varsa bunun en buyuk sebebi paraya tapan,adalet ve esitlik yoksunu kapitalist sistemdir.Toprak ana cok comert ondan dogru bir sekilde istedigimizde bize her seyi verecektir.Bakin kimysal gubre ve ilaclarla baslayan modern tarim devriminin insanlik icin zararli oldugu artik ortaya cikiyor.her yedigimiz seyin vucutta bir etkisi var. bir urun nasil yetistirlmis icinde ne var ne yok yararlimi zararlimi bunu bilmeliyiz.
Prof. Dr. Şeminur Topal hocayı televizyonlardan gördüğüm kadarıyla tanıyorum. Sıkı bir GDO karşıtıdır. Ancak bir o kadar da GDO taraftarı araştırıcı var dünyada ve ülkemizde. Siyasetten bahsetmek istemiyorum bu forumda. Ne de olsa doğa ve bitkilerin ele alındığı bir forum burası. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki, genel anlamda GDO karşıtları ile taraftarları siyasi olarak birbirine zıt kutuplarda yer alıyorlar.
Bazıları GDO'ya karşı çıkarken emperyalizmden ve sosyalizmden bahsedebiliyor. Bu ürünlerin yetiştirilmesinin emperyalizmi körüklediğini söylüyor. Karşı gurup ise kapitalizmden bahsediyor. Malesef siyasi düşünceler de bilimi gölgeliyor.
Biraz yukarıya bakarsanız bunu yazmıştım. Altına tekrar imzamı atarım. GDO konusu olunca bazıları kapitalizmden, emperyalizmden, sosyalizmden bahsediyorlar. :D
Arca Atay
10-10-2006, 14:30
Değerli arkadaşlar,
GDO'lu tarımsal üretimlerin diğer ifadeyle biyoteknolojik tarımın ,diğer tarım şekilleri (konvansiyonel ve organik tarım) üzerinde baskı kuran totaliter bir tarım sistemi olduğunu ,co-existance denen birlikte ekilebilirliğin kabul edilemez olduğunu, tarımsal biyoteknolojinin tüm ekolojik dengeler için potansiyel bir tehlike olduğunu iddia ediyorum.Yani GDOla karşı çıkışım önemli bir nedeni tarım ve ekoloji için bir tehdit, biyoçeşitlik üzerine bir tehdit oluşturduğu içindir.Bunun yanısıra forumun konusu olan GDOların sağlık riskleri konusunda da, eğer hepsini okumaya fırsat bulabilirseniz ,anlayacasınız ki GDO lar aynı zamanda sağlık üzerinde de bir çok potansiyel riskler taşımaktadırlar.
GDO'ya Hayir Platformu Sağlık ve Bilim komitesindeki konularının uzmanı olan biliminsanları 2004 yılında bu konuyla ilgili bir rapor hazırladılar.Aşağıda bu metni sunuyorum.Ayrıca not olarak: Bu çalışmanın hazırlanmasında emeği geçen ve GDO karşıtlığı nedeniyle çalıştığı üniversitede görev yeri acilen değiştirilip bilahare emekliliği istetilen değerli hocamız Prof.Dr.Şeminur Topal'a da sükranlarımı sunarım. (A.Atay)
GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri
Bitkilerde Uygulanan Genetik Mühendisliği Yöntemlerinin Sorunları:
1- Bitkilerde uygulanan genetik mühendisliği yöntemlerinin en önemli sorunlarından biri, konak genomuna eklenecek yabancı genin bitki DNA’sının tam olarak neresine yerleştirileceğinin belirlenememesidir. Bu güne kadar gen transferi için hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, transfer edilen yabancı genin bitki DNA’sında tam olarak hangi bölgeye yerleştirildiği bilinmemektedir. Genin bitki DNA’sında yerleşeceği bölge tamamen rastlantısaldır. Bu rastlantısallık bitki hücresine ait yapısal ya da düzenleyici genlerin etkinliklerini değiştirerek bitkide metabolik farklılaşmalara yol açabilir. Yani sonuç, yabancı gen aracılığıyla bitki hücresinde üretilmesi istenen proteinin üretimi ve bitkiye kazandırılmak istenen özelliğin aktarılması ile sınırlı kalmayabilir.
Roundup Ready soyalarındaki verim gerilemesinin nedeni olasılıkla bu tür beklenmeyen metabolik değişikliklerdir. Bir diğer örnek, soyaya glifosat dayanıklılık geninin aktarılması sonucu RR soyalarda ortaya çıkan ısıya duyarlılık özelliğidir. Toprak sıcaklığı belli bir derecenin üzerine çıktığında soya gövdesinin neredeyse %100 oranında çatladığı görülmüştür. Bu sorunun altında yatan nedenin, yabancı gen transfer edilen RR soyalarda aşırı lignin üretimi olabileceği düşünülmektedir. Bu durumda RR soyaların sıcak iklimlerde yetiştirilmesi mümkün olmayacaktır.
2- Gen teknolojisinin ikinci büyük sorunu aktarılan nükleotid dizisinin kararsızlığı, değişebilirliği ve yeniden düzenlemelere açık olmasıdır. Bu tür değişiklikler allerjik reaksiyonlara neden olan proteinlerin ve toksik maddelerin üretimine yol açabilir.
13 Mayıs 2000 tarihinde Monsanto firması, RR Soya genomunda, işlemin ABD’de onay aldığı 1992 yılından beri soyaya ekledikleri tek gen olduğu iddia edilen CP4EPSPS geni dışında nereden köken aldığı bilinmeyen iki DNA parçacığı daha saptadıklarını açıklamıştır. Söz konusu DNA parçacıkları Monsanto’nun bugüne kadar dağıtımını yaptığı bütün RR soya soylarında bulunmaktadır. Ancak Monsanto firmasına göre “hiçbir zararlı yan etkisi bildirilmemiştir.”
3- Doğada normal koşullarda gerçekleşmeyen prokaryot ve ökaryot genleri arasındaki rekombinasyon da teknolojiye ilişkin belirsizliklerden biridir. Prokaryotlarla ökaryot organizmaların genetik kod translasyonu (protein sentezi sırasında kullanılan mekanizma) bazı açılardan farklılık gösterir. Buna bağlı olarak, sentezlenen proteindeki bazı aminoasitler orijinal organizmadaki DNA dizisine göre beklenen proteinin aminoasit dizisinden farklı olabilir. Bu durum E. coli bakterisine ürettirilen insan insülin benzeri büyüme faktöründe saptanmıştır. İnsan proteinindeki arginin aminoasidi yerine E. coli bakterisinde sentezlenen proteinde lizin aminoasidine rastlanmıştır (R. Seetharam ve ark., BBRC., vol. 155, p 518, 1988).
4- GDO teknolojisinin bir diğer sorunu gen transferinde kullanılan plazmidin içerdiği antibiyotik direnç genidir. Teknik açıdan antibiyotik direnç geninin varlığı E. coli’deki yabancı genin çoğaltılması ve rekombinan bitki hücrelerinin gen aktarımı başarılı olmamış hücrelerden ayrılarak seçilmesi için gereklidir. Gen transferi sonrası ortama söz konusu antibiyotik eklendiğinde, aktarılması istenen yabancı genle birlikte transfer edilen antibiyotik direnç geni, transferin başarılı olduğu bitki hücrelerinin hayatta kalmasını sağlamaktadır. Buna karşılık gen transferi başarılı olmadığı için aktarılmak istenen yabancı geni ve antibiyotik direnç genini almamış hücreler duyarlı oldukları için antibiyotiğe maruz kaldıklarında ölürler. Yani antibiyotik direnç geni, gen aktarımının başarılı olduğu hücrelerin laboratuvar koşullarında kolaylıkla ayırt edilmesini sağlayan bir tür belirleyicidir. Böylece işlemin verimliliği artırılır. Ancak aslında antibiyotik direnç geninin aktarılması genetik modifiye bitki için gereksiz, ürünü tüketen canlıların sağlığı açısından da tehlikelidir.
Allerjik Reaksiyonlar:
ABD’de her dört kişiden biri bazı besinlere karşı allerjik tepki verdiğini ifade etmektedir (Sloan ve Powers, 1986). Çalışmalar, erişkinlerin %2’sinde, çocuklarınsa %8’inde IgE aracılı besin allerjisi olduğunu ortaya koymuştur (Bock, 1987; Sampson ve ark., 1992). IgE aracılı allerjilerde allerjene karşı kaşıntıdan ölümcül anafilaktik şoka varan farklı tablolar ortaya çıkabilir. Alerjik reaksiyonlardan en sık sorumlu besin maddeleri fındık, fıstık ve kabuklu deniz ürünleridir.
İngiltere’de ise geçen yıllar içinde %50 oranında artan soya allerjisi vakalarından ithal edilen GD soyanın sorumlu olabileceği düşünülmektedir.
11 Aralık 2003’te Rusya’da yapılan bir basın toplantısında bir grup bilim adamı son üç yıl içinde allerji semptomları gösteren hastaların sayısında üç kat artış olduğunu ve altta yatan nedenin GDÜ’lerin tüketimi olabileceğini açıklamışlardır. Benzer şekilde GDÜ’lerin düzenli olarak tüketildiği ABD’de de allerji vakalarının sayısı artmaktadır.
Mart 1996’da ABD’deki Nebraska Üniversitesi’nden araştırmacılar Brezilya fındığında bulunan bir allerjenin soyaya aktarılmış olduğunu doğruladılar. Pioneer Hi-Bred International tohum firması, hayvan yemi olarak kullanılan soyanın protein içeriğini artırmak için Brezilya fındığında bir tohum proteinini kodlayan geni soya bitkisine aktarmışlardı. In vitro testlerde ve deri testlerinde, GD soya türünün Brezilya fındığına allerjisi olan kişilerde bulunan IgE ile reaksiyon verdiği belirlenmiştir (Nordlee ve ark., 1996).
New York Üniversitesi Beslenme Bölümü başkanı Marion Nestle’ın da ifade ettiği gibi bu olayda transgenik soyalara aktarılan gen kaynağının allerjenik olduğu biliniyordu; allerjik bireylerden alınan serum örnekleri testlerde kullanılabilmişti ve sonuçta ürün pazardan geri çekilmişti (Nestle, N Eng J Med 1996; 726). Ancak GDÜ’lerde yalnızca bilinen, sık rastlanan fındık, fıstık, kabuklu deniz hayvanları ve süt ürünleri gibi allerjen kaynakları değil, bütün bitki türleri, bakteriler ve virüsler gen kaynağı olarak kullanılabilir. Kaldı ki ürünün tüketiciye sunulmasından önce belirli bir proteinin allerjen olup olmadığını belirleyebilecek yeterlilikte bir test yoktur. Bu durumun en tipik örneği, yapılan hayvan deneylerinin Brezilya fındığı tohumundaki depo proteininin bir allerjen olmadığını düşündürmüş olmasıdır (Nordlee ve ark., 1996). Hayvan deneylerinin sonuçlarına güvenilmiş olsaydı ve soyanın satışı onaylansaydı altından kalkılması zor bir sorunla karşılaşılabilirdi.
Biyoteknoloji firmalarının çoğu gen vericisi olarak bitkiler yerine giderek daha fazla oranda mikroorganizmaları kullanmaktadırlar. Bu genlerin ürünü olan proteinlerin allerjenik potansiyeli ise günümüz teknolojisiyle tahmin edilemez ve sınanamaz. Marion Nestle, transgenik soya olayına atıfta bulunarak, bir sonraki vakada işleyişin bu kadar ideal ve toplumun bu kadar şanslı olmayabileceğini ifade etmektedir. Transgenik ürünler için pazarlama öncesi bilgilendirme ve etiketlendirme de dahil olmak üzere düzenleyici politikaların geliştirilmesi herkesin yararına olacaktır (Nestle, 1996; 727).
Çocuklarda Besin Allerjisine Bağlı Anafilaktik Şok ve Ölüm:
Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin allerjik olduklarını bildikleri için tüketmekten kaçındıkları besinlerden, güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere aktarılabilir. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği GDÜ’yü tüketerek bilmeden kendini riske atacaktır. Tüketici sağlığını bilinmeyen ya da sık rastlanmayan allerjenlerin etkilerine karşı korumanın tek yolu GDÜ’lerin etiketlendirilmesidir. Aksi takdirde allerjenlere duyarlı bireylerin ürünler arasında seçim yapma hakkı yok sayılacaktır. Allerjik reaksiyonların sık olmasa bile anafilaktik şoka bağlı ölüm riski taşıdığı ve besin allerjisinden en fazla etkilenen grubun çocuklar olduğu göz önüne alınırsa durumun ne denli acil olduğu daha da iyi anlaşılabilir.
Sampson ve ark.nın çalışmasında çocuklarda ve adolesanlarda (2-17 yaş) besine karşı gelişen ölümcül ya da ölümcüle yakın 13 anafilaktik reaksiyon vakası bildirilmiştir (N Eng J Med 1992;327:380-4). Söz konusu vakalarda allerjen kaynağı besinlerin fıstık, fındık, yumurta ve süt olduğu belirlenmiştir. Çalışmacılar ticari besinlerdeki protein katkılarının giderek artan oranlarda kullanılmasına paralel olarak besine bağlı anafilaktik reaksiyonlarda artış beklenebileceği konusunda uyarmaktadırlar. Araştırmacıların dikkat çektikleri bir diğer nokta da çalışmada söz edilen hastaların anafilaktik reaksiyonlarda yaşam kurtarıcı ilaç olarak kullanılan adrenaline beklenen düzeyde yanıt vermemiş olmasıdır.
Toksik Etkiler ve Triptofan Felaketi:
1980’lerin sonlarında Japonya’daki Showa Denko firması transgenik bir bakteriye ürettirilen triptofanı ABD’de satışa sunmuştur. Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde nörolojik sorunlarla birlikte giden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıkmıştır. Bu sorunları yaşayan 1500 kişide kalıcı hasar gelişmiş, 37 hasta kaybedilmiştir (Mayeno ve Gleich, 1994). Eozinofili-miyalji sendromlu hastalarla karşılaşan hekimler, bu tıbbi sorunun Showa Denko firması tarafından üretilen triptofanla bağlantılı olduğunu fark etmişlerdir. Ancak ürün pazardan çekilene kadar aylar geçmiştir. Ürünün genetik mühendisliği yoluyla üretildiğine ilişkin bir etiket taşıması sorunun çok daha çabuk aydınlanmasını sağlayabilirdi. Showa Denko firması ise ABD hükümetinin sorunun nedenini araştırmaya yönelik girişimlerinde işbirliği yapmayı reddetmiştir. Ancak yapılan incelemeler sonucunda, transgenik bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve besin takviyesi olarak sunulan ürünün bu toksik madde ile kontamine olduğu anlaşılmıştır (Mayeno ve Gleich, 1994).
Dr. Arpad Pustzai, İskoçya’da Rowett Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken yaptığı bir çalışmada sıçanlara GD patates yedirmiş, hayvanlarda beyin ve diğer organların gelişiminin yetersiz olduğunu, bağışıklık sisteminin çöktüğünü gözlemlemiştir. Dr. Pustzai çalışmasının sonuçlarını yayınladıktan sonra görevinden azledilmiştir.
GDÜ’lerin ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri bir yana, en fazla endişe verici yanlarından biri ön görülemeyen mekanizmalarla insan sağlığını tehdit etmesidir. Bilinmeyenlerin bilinenlerden çok olduğu bu denklemde doğal mekanizmaların işleyişi göz önüne alınmadığında, yol açacağı sonuçlar kolayca kontrolden çıkabilir.
Glifosat ve Kanser:
Herbiside direnç geni aktarılan soya gibi GDÜ’ler ile glifosatın birlikte kullanılması ve tozlaşma yoluyla direnç geninin yabani bitkilere geçişi sonucunda glifosata dirençli süper yabani otların ortaya çıkabileceği konusundaki uyarılar giderek artmaktadır.
İddia edilenin tersine, herbiside direnç geni aktarılan soyaların zaman içined herbisid kullanımında artışa yol açtığı bildirilmiştir (Benbrook).
İsveç’ten Dr. L. Hardel ve Dr. L. Eriksson yaptığı çalışma ise glifosat ile ilgili endişelerdeki haklılık payını ortaya koymaktadır. Hodgkin dışı lenfomalarla pestisid kullanımı arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmada sorumlu pestisidler arasında glifosatın da adı geçmektedir (Cancer, vol 85, p 1353, March 1999).
Antibiyotik Direnci Genlerinin Yol Açabileceği Sorunlar:
GDÜ’lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığıyla yayılmasıdır. Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı bilinmektedir. Antibiyotik direnç genlerinin patojen mikroorganizmalara geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştirecektir. Bakteriler uygun ortamda çıplak DNA’yı yapısı içine alabilmektedir. Bir başka deyişle GDÜ’yü tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin GDÜ’nün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması kuramsal olarak mümkündür.
Alman bir entomolog olan Prof. H. H. Kaatz herbiside direçli kanola poleni ile beslenen bal arılarının sindirim sisteminde herbiside dirençli enterobakteriler ve mayalar bulunduğunu göstermiştir. Yani insan ve besi hayvanlarının sindirim sisteminde doğal olarak bulunan enterobakteriler GDÜ’lerin tüketilmesi sonucu antibiyotiğe direnç özelliği kazanabilirler.
Novartis’in ürettiği bir Bt mısırı ampisiline direnç geni taşımaktadır. Ampisilin insanlarda ve hayvanlardaki enfeksiyonların bir çoğunda kullanılan değerli bir antibiyotiktir. İngiltere de dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, ampisiline direnç geninin mısırdan besin zincirindeki bakterilere geçiş yapabileceği ve ampisilinin bakteriyel enfeksiyonlara karşı kullanımını tehlikeye sokabileceği endişesiyle Novartis Bt mısırının yetiştirilmesini yasaklamışlardır. Söz konusu mısırda ampisiline direnç geni ile bağlantılı olarak kullanılan promoter gen tehlikeyi daha da ürkütücü kılmaktadır. Promoter genler, işlevsel genin çalışmasını kontrol eden bir açma kapama sistemi olarak düşünülebilir. Novartis Bt mısırında kullanılan promoter gen ise bitkiye değil bakteriye aittir. Bu durumda genin bir bakteriye geçişi halinde eksprese olarak antibiyotik direnci ile ilgili protein üretimine yol açması olasılığı daha da artmaktadır.
Union of Concerned Scientists (UCS) antibiyotik direnç geni içeren besinlerin enfeksiyon hastalıklarında kullanılan antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği konusunda uyarmaktadır. British Royal Society ise Eylül 1998’de GDÜ’lerde antibiyotik direnç genlerinin kullanılmasına son verilmesi çağrısında bulunan bir rapor yayınlamıştır.
Bt’nin Sağlık Üzerindeki Olası Etkileri:
Böceğe dirençli ürünler bir toprak bakterisi olan Bacillus thuringiensis’ten elde edilen değiştirilmiş bir gen içermektedir. Bu gen bitkinin yapraklar ve meyve de dahil olmak üzere bütün bölümlerinde bir endotoksinin aktif biçiminin üretilmesini sağlamaktadır. Bakterinin kendisi uzun zamandan beri özellikle organik tarım yapanlar tarafından göreceli zararsız doğal bir insektisid olarak kullanılmaktadır. ABD ve Avrupa’da konvansiyonel tarım yöntemlerinin bir parçası olarak toksik kimyasal kullanımını azaltmak amacıyla da tercih edilmektedir. Ancak günümüzde Bt spreylerinin yerini giderek transgenik Bt mısır, pamuk, patates, domates ve pirinç almaya başlamıştır ki en yaygın yetiştirilen ürün Bt pamuktur (James, 1997).
Bt ürünler ilk bakışta ekolojik açıdan kimyasal pestisid kullanımını azalttıkları için avantajlı gibi görünseler de ciddi sakıncalar taşımaktadır. Sürekli Bt endotoksini üreten ürünler tarım zararlılarında Bt endotoksinine karşı direnç gelişmesini hızlandırabilir. Araştırmacılar Bt ürünlerin yaygın ekimini takip eden birkaç yıl içinde Bt’nin göreceli faydasız hale geleceğini tahmin etmektedir (Gould, 1988, 1991). Bt’ye direncin yaygınlaşması organik tarımla uğraşanları zor durumda bırakacaktır. Zira Bt spreyi ile önceden kontrol edilebilen tarım zararlılarına karşı ellerinde pek az seçenek kalacaktır. Buna karşılık konvansiyonel yöntemleri kullanan çiftçiler ise daha toksik pestisidlere geçiş yapmak zorunda kalacaktır. İllinois Üniversitesi’nde yakın zamanda geliştirilen bir Bt mısır bilgisayar modelinde ABD’deki bütün çiftçilerin Bt mısır yetiştirmesi halinde yalnızca bir yıl içinde direnç gelişeceği ön görülmüştür (Burghart, 1998). Kuzey Carolina Üniversitesi’nden araştırmacılar mısırla beslenen bir vahşi güve türü popülasyonunda Bt direnç geni saptamışlardır (Gould ve ark., 1997).
Bt içeren ürünlerin ekolojik denge üzerindeki olumsuz etkilerine ilişkin endişe uzun süreden beri ifade edilmektedir. Ancak Bt’nin sağlık üzerindeki etkileri ile araştırmalar daha yakın tarihlidir. Sprey pestisid olarak kullanılan Bt toprakta parçalanmaktadır. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabilmektedir. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değildir. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra dahi sürdürmektedir. Bt içeren gıda tüketiminin uzun vadeli etkileri ise bilinmemektedir.
1999 yılında yayınlanan bir çalışmada, Bt spreyine maruz kalan çiftçilerde allerjik yanıtın parçası olarak değerlendirilebilecek cilt duyarlılığı ve kanda IgE ve IgG antikorları saptanmıştır. Allerji sinyali veren bir diğer özellik de daha fazla Bt spreyine maruz kalan kişilerde reaksiyonun daha şiddetli olmasıydı. İncelenen bireylerde solunum sistemi ile ilgili semptom saptanmamasının nedeni, spreye maruz kalma süresinin göreceli kısa ve spreyden alınan Bt toksini miktarının az olmasından kaynaklanabilir. Öte yandan Bt ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı bunun 10-100 katıdır. Bu Bt ürünlerin tohumlarındaysa çok daha fazla miktarda toksin bulunabilmektedir.
Filipinler’de bir Bt mısır (Dekalb 818 YG) ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden tablonun mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edilmiştir. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptanmıştır.
Norveç’teki Gen Ekolojisi Enstitüsü’nün yaptığı çalışmada Bt toksininin (Cry1AB) aynı bitki üzerindeki farklı mısır tanelerinde dahi değişik düzeylerde olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç, gen aktarımı yapılan bitkilerde gen ürününün ne miktarda sentezleneceğinin önceden tahmin edilemeyeceğine ve bitkiden bitkiye değişkenlik gösterdiğine işaret etmektedir.
GD pamuk ve mısırda bulunan Bt toksinine benzer olan Cry1Ac’nin farelerin kan ve müköz zarlarında antikor yanıtı gelişmesine neden olduğu gösterilmiştir. Bu konuyla ilgili yapılan üç hayvan çalışmasından birinde Cry1Ac’nin diğer antijenlere karşı gelişen bağışıklık sistemi yanıtını, kolera toksini kadar güçlü uyardığı belirlenmiştir. Bu çalışma Bt’nin bir adjuvan gibi rol oynayabileceğine işaret etmektedir. Adjuvan, bireyin diğer allerjen ve immünojenlere karşı duyarlılığını artıran bir toplumda yalnızca o etkene bağlı olanlar değil, adjuvanın eşlik ettiği allerjik reaksiyonların hepsi artabilir. Son yıllarda özellikle İngiltere’de ve ABD’de arttığı bildirilen allerjik reaksiyonların altında yatan mekanizma bu olabilir.
Natural Toxins dergisinde yayınlanan bir çalışmada, farelere doğal Bt-proteini içeren yem yedirilmiştir. İnce barsakların son bölümü olan ileumdan alınan doku kesitleri üzerinde elektron mikroskopisiyle yapılan incelemelerde anlamlı yapısal bozukluklar saptanmıştır. Yapılan hayvan çalışmaları Bt’nin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, barsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini düşündürmektedir.
Bt’nin farelerde oluşturduğu reaksiyonlarla ilgili kanıtlara karşın ABD Çevre Koruma Dairesi (EPA) gibi yetkili kuruluşlar Bt toksininin ince barsaklara ulaşacak kadar uzun ömürlü olamayacağını öne sürmektedirler. İddia edilen görüş Bt toksininin midede sindirildiğidir. Ancak bu iddia biyoteknoloji şirketlerinin deney tüplerinde yaptığı in vitro testlere dayanmaktadır. Deney tüpüne Bt proteini ile birlikte hidroklorik asit ve protein sindirimini sağlayan pepsin karışımı içeren uyarılmış mide özsuyu konarak midedeki sindirimi taklit eden bir ortam oluşturulmaktadır. Proteinin parçalanmadan kaldığı süre uzadıkça allerji ile ilişkili antikor yanıtı oluşturma şansının da arttığı kabul edilmektedir.
FAO/WHO da protein kararlılığını değerlendirmek için benzer bir test önermektedir. Monsanto’nun Bt mısır proteini (Cry1Ab) değerlendirmesine göre proteinin %90’ından fazlası iki dakika içinde parçalanmaktadır. Ancak araştırmacılar bu testlerin en yanıltıcı tarafının, test sonucunun kullanılan asidin gücü, enzim miktarı ve bekleme süresine göre değişmesi olduğunu vurgulamaktadır. Monsanto’nun kullandığı yöntemdeki parametrelerin gerçekçi olmadığı ve proteini özellikle parçalamak üzere tasarlanmış olduğu belirtilmektedir. Örneğin; Monsanto’nun deney yönteminde kullanılan asit pH’ı 1.2 iken FAO/WHO daha hafif asit özellik gösteren pH 2 değerinin kullanılmasını önermektedir. Ayrıca Monsanto testlerinde esas alınan pepsin/protein oranı FAO/WHO standardının 1.25 katıdır. Yani göreceli fazla miktarda enzim ve daha güçlü asit kullanılmaktadır. Bu durumda proteinin gerçek mide içi ortamdan daha fazla ve hızlı sindirilmesi zaten beklenen bir sonuçtur. Aynı protein farklı bir çözelti kullanılarak denendiğinde toksinin %10’unun iki dakika değil, 1-2 saat parçalanmadan dayandığı saptanmıştır.
Bir başka çalışmada, Bt toksininin FAO/WHO tarafından belirlenen maksimum parça boyutlarına ya da daha büyük parçalara kadar sindirilebildiği, dolayısıyla potansiyel allerjenik etki gösterebilecek büyüklükte parçaların oluştuğu gösterilmiştir.
Sonuç olarak, GDÜ’lerin yapısında bulunan Bt toksini gibi maddelerin sağlık üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesinde deney tüpü ortamında yapılan testlerin sonuçları güvenilir değildir ve organizmanın sindirim sistemindeki gerçek ortamda olup bitenleri yansıtmamaktadır. Kaldı ki Bt proteininin sindirim sisteminde bütünüyle parçalanmadan korunduğu hayvan modellerinde gösterilmiştir.
FAO/WHO tarafından allerjenik etkinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılan ikinci yöntem yabancı protein ile bilinen allerjenlerin yapılarının karşılaştırılmasıdır. GD proteinin bir bölümündeki aminoasit dizisinin bilinen allerjenle benzerlik göstermesi halinde GDÜ’nün allerjik reaksiyona yol açma olasılığı artacaktır. FDA’den bir araştırmacının yaptığı çalışmada Bt toksini Cry1Ab ile yumurta sarısında bulunan bir allerjen arasında yapısal benzerlik saptanmıştır.
Rekombinan Sığır Büyüme Hormonu (RSBH):
Diğer GD ürünlerin yanı sıra süt verimi artırmak için kullanılan RSBH uygulanan sığırlardan elde edilen sütün uzun vadedeki etkileri de bilinmemektedir. Yapılan çalışmalar RSBH uygulanan ineklerden elde edilen sütün düşük kaliteli ve protein içeriğinin doğal süte oranla az olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu sütler daha fazla bakteri içerdiği için daha çabuk bozulmaktadır. FDA ise doğal süt ile RSBH uygulanan ineklerin sütü arasında önemli bir fark olmadığını iddia etmektedir.
Hormon enjeksiyonu yapılan ineklerde ciddi sorunlar oluştuğu bilinmektedir. RSBH uygulanan ineklerde meme enfeksiyonları, yumurtalıklarda kist gelişimi, rahim ve sindirim sistemi ile ilgili bozukluklar daha sık görülmektedir. Bununla bağlantılı olarak hayvanlarda gebelik oranı düşmekte, buna karşılık antibiyotik kullanma sıklığı artmaktadır. Araştırmacılar besi hayvanlarında antibiyotik kullanımının insanlarda antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği yönünde uyarmaktadır.
Avrupa Komisyonu Monsanto’nun biyoteknoloji ürünü olan RSBH enjekte edilen ineklerin sütünde aşırı miktarda insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) bulunduğunu açıklamıştır. Yayınlanan raporda aşırı miktarda IGF-1’in özellikle meme ve prostat kanseri açısından risk faktörü oluşturduğu belirtilmektedir. Amerika’da süt tüketenlerin kanındaki IGF-1 düzeylerinin süt içmeyenlere göre %10 oranında yüksek olduğu saptanmıştır (Journal of the American Dietetic Association, 10/99,p.1231). RSBH’nin kullanımı için onay veren FDA 1990 yılında hormonun insan sağlığına zarar vermediğini açıklamıştır. Doksan gün süren hayvan çalışmalarında beslenen sıçanlarda toksikolojik açıdan anlamlı değişiklik görülmemesi nedeniyle bu sonuca varılmıştır. Bu verilere dayanarak insanlardaki toksikolojik testlere gerek görülmemiştir.
Buna karşılık 1998 yılında Health Canada, FDA’nın bulgularıyla çelişen sonuçlar yayınlamıştır. Kanadalı araştırmacılar sıçanlarda RSBH’nin emilime uğradığını, deneyde kullanılan hayvanların %20-30’unda bağışıklık sistemi ile ilgili reaksiyonların ortaya çıktığını bildirmişlerdir. Bazı erkek sıçanların tiroid bezlerinde kist oluşumu ve prostat ile ilgili anormallikler gözlenmiştir.
Mayıs 1999’da Avrupa Birliği’ne sunulan çalışmaların ön sonuçlarında östradiyol hormonunun kansere yol açıcı etkileri bildirilmiştir. Avrupa Birliği tarafından hazırlanan basın duyurusunda ette az miktarda dahi bulunsa östradiyol kalıntısının kanser gelişiminde uyarıcı etki yapabileceği ve mevcut vakaların durumunu kötüleştirebileceği bildirilmiştir. Nicel bir risk tahmini için yeterli kanıt bulunmamakla birlikte kullanılan diğer beş hormonun da karsinojenik etkileri olabileceği ifade edilmiştir. Basın duyurusunda kadınlar ve çocuklarda bağışıklık sistemi, endokrin sistem ile ilgili bozukluklar ve nörobiyolojik bozukluklara da değinilmektedir.
Tıp Birliklerinin Yorumları:
İngiliz Tıp Birliği GDÜ’lerle doğal ürünlerin kesinlikle birbirinden ayrılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu da ancak güvenlik kontrolünden geçen ürünlerin tüketiciye etiketlenmiş olarak sunulması ve tüketicinin bu konuda bilgilendirilmesi ile mümkündür. İngiliz Tıp Birliği, bu ayrımın yapılmasının, GDÜ’lerin tüketimine bağlı ileride ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının izlenmesi açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır. İngiliz Tıp Birliği GDÜ’lerin sağlık açısından tehlikeli olduğunu iddia etmemekle birlikte, bu ürünlerin güvenirliği ve uzun vadedeki etkileri konusunda yeterli bilgi ve kanıt olmadığı için temkinli yaklaşımı ve yakın takibi önermektedir.
İngiliz Tıp Birliği’nin bu duyurusundan sonra Amerikan Tıp Birliği (AMA) de konuyu yeniden gündemine almıştır. Amerikan Tıp Birliği’nin, biyoteknolojinin topluma yararlı olduğunu savunan 10 yıllık politikası, GDÜ’lerin ticari tüketime sunulmasından öncesine dayanmaktadır. AMA’nın GDÜ’lerin tamamen güvenli olduğunu öne süren deklarasyonu tıp dünyasında hakim olmaya başlayan görüşe karşıttır. AMA’nın “bu tür ürünlerin özel etiketlemeye tabi tutulması için yeterli bilimsel kanıt bulunmadığı” açıklaması bazı bilimsel verileri göz ardı etmektedir. Araştırmacılar GDÜ’lerle ilgili güvenlik testlerinin yeterliliğini sorgularken, AMA ile FDA durumu bütünüyle görmezden gelmektedir. AMA deklarasyonundaki şaşırtıcı noktalardan biri de antibiyotik direnç genlerinin “eğer mümkünse kullanılmaması”nın önerilmiş olmasıdır. İngiliz Tıp Birliği ise bu belirteç genlerin hastalığa neden olan bakterilerin yapısına katılması ve onları antibiyotiklere karşı dirençli kılması olasılığına dikkati çekmektedir.
Ekolojik Etkiler:
Genetik modifiye bitkilerin ekolojik açıdan olumsuz etkilerini gösteren çalışmalar yayınlanmıştır. ABD’deki Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, genetik mühendisliği yoluyla böcek öldürücü gen aktarılmış Bt mısırı poleninin Kuzey Amerika’da yaygın bulunan Monarch kelebeğinin larvaları üzerinde öldürücü etkileri saptanmıştır (Nature vol. 399, p. 124, 20 May 2000). Monarch kelebekleri mısır bitkisi üzerinde beslenmediği halde, Bt mısırı polenlerinin kelebeğin temel besin kaynağı olan ipekotu üzerine ulaşması öldürücü sonuç doğurmaktadır. Bu olumsuz etkinin, bu tür ürünlerin dünyada yaygın olarak yetiştirildiği göz önüne alındığında, gelecekte biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açması beklenmektedir.
USDA’nın GDÜrünlerin ekonomik ve ekolojik etkilerini irdeleyen çalışmasındaki sonuçlar çelişkilidir. Herbiside dayanıklı pamuk için verim ve kar oranında anlamlı artış olduğu, buna karşılık herbisid kullanımında anlamlı bir artış gözlenmediği belirtilirken, herbiside dayanıklı soya kullanımının verim ve karda küçük bir artışa yol açtığı, buna karşılık herbisid kullanımında anlamlı bir azalma sağladığı ifade edilmektedir.
Biyoteknoloji Endüstri Organizasyonu (BIO), 1998 yılında ABD’deki bütün mısır ekim alanları için Bt mısırın insektisid kullanımını yalnızca %2.5 oranında azalttığını bildirmiştir.
Dr. Charles Benbrook tarafından Temmuz 1992’da yayınlanan makale, ABD’de 8 eyalette 40’ın üzerinde bölgede, dünyadaki en büyük GDO şirketi olan Monsanto tarafından geliştirilmiş herbiside dirençli soyaya ilişkin verim performansı testlerinin sonuçlarını özetlemektedir. Sekiz eyalet üniversitesinden araştırmacılar çok sayıda Roundup Ready soya soyu ile çeşitli jeolojik koşullarda yetişen genetik olarak değiştirilmemiş soyların verimini karşılaştırmışlardır. Alınan sonuçlar beklenenin aksine ve şaşırtıcıdır. Bütün RR soylarında verimin GD olmayan soylara göre %6 oranında düşük olduğu saptanmıştır. Bir başka deyişle toprak bakterilerinden izole edilerek soya genomuna aktarılan herbiside direçli gen çiftçilerin ve tüketicilerin zararına sonuç vermiştir. Çiftçiler daha pahalı GD tohumları ve beraberinde pazarlanan herbisidi satın almak zorunda oldukları için bu durumdan tek kar sağlayan Monsanto firmasının kendisidir. 1999’da ABD’de ekilen soya tohumlarının %60’ının RR soya ve kullanılan herbisidlerin %54’ünün Monsanto firmasının pazarladığı herbisidin aktif bileşeni glifosat olduğu bilinmektedir. Monsanto’nın pazar payı GM ürünlerin pazarlanmaya başladığı 1996 yılında yükselişe geçmiştir.
ABD hükümetinin ve Monsanto’nun politik baskısı sonucu soyadaki glifosat kalıntılarının üst sınırı Japonya’da 6 ppm’den 20 ppm’ye çıkarılmıştır. Yabancı ülkelerdeki düzenleyici standart değerler yükseltilmediği sürece ABD’nin GD soyayı ihraç etme şansı yoktur.
Dr. Benbrook’un raporu Monsanto ve GDO’yu destekleyen bilim insanlarının iddialarının tersine, RR soya üretiminin arttığı ABD’de tarım kimyasallarının kullanımının da arttığına dikkat çekmektedir. Roundup gibi bir herbisidin tek başına kullanılması dirençli yabani otların ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır. Bu durumda çiftçilerin yabani otlarla mücadelesi giderek zorlaşacaktır. Bu olasılık Dr. Joy Bergelson’un GD ürünlerden yabani otlara tozlaşma yoluyla gerçekleşen gen akışını ele alan makalesinde ifade edilmektedir (Nature, Sep 3,1998).
Arizona Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada böceklerin Bt pamuğa karşı beklenenden daha çabuk direnç geliştirebileceğini göstermiştir. Bt’ye dirençli böceklerin (pink bollworm) üreme döngüsünün, duyarlı böceklerle eşzamanlı olmadığı belirlenmiştir. Bu durumda Bt’ye dirençli böceklerin yalnızca kendi aralarında üreyebileceği ve sonuç olarak Bt’ye dirençli böcek sayısının hızla artacağı beklenebilir (Nature Sep 1999).
RR soya ve böcek öldürücü gen taşıyan Bt mısırın veriminin daha fazla olduğunu gösteren kanıt yoktur. Bu durum GD ürünlerin çevre ve tarım açısından önemli bir tehdit oluşturabileceğini, GD ürünleri hızla artan dünya nüfusunu beslemek amacıyla destekleyen görüşün hiç de doğru olmadığını göstermektedir.
Transgenik Kirlenme ya da Genetik Sürüklenme:
Tarımsal ürünlerin genetik mühendisliği yöntemleriyle değiştirilmesi biyolojik türler arasındaki duvarların aşılması sonucu evrimin işleyiş mekanizmalarına müdahale etmektedir. Doğa farklı türler, cinsler ya da ailelere ait genlerin karışmasına izin vermez. Ancak genetik mühendisliğinde bu genler kolaylıkla bir araya getirilmektedir (rekombinasyon). Roundup Ready geni ve Bt geni toprak bakterilerinden izole edilerek soya ve mısır bitkilerine aktarılmıştır. Bu ürünlerden gen kaçışı yabani otların ve doğada bulunan benzer cinsteki bitkilerin genetik bileşimini değiştirebilir.
Transgenik kirlenme, genetiği değiştirilmiş ürünlerin polenlerinin organik çiftlikler de dahil olmak üzere diğer alanlara yayılması sonucu gelişmektedir. GD ürünlerle doğal ürünler arasındaki bu çapraz tozlaşma yeni bitki türlerinin oluşumuna yol açabilir. Herbiside dayanıklı GD ürünlerin polenleriyle tozlaşan doğal bitkiler herbiside dayanıklı süper yabani otlara dönüşebilirler. Aynı durum insektiside dirençli tarım zararlılarının ortaya çıkmasında da rol oynayabilir.
Danimarka’da 1996 yılında kanola üzerinde yapılan bir çalışma tarım ürünlerine aktarılan genlerin doğadaki yabani bitkilere kolaylıkla yayılabildiğini göstermiştir. Genetiği değiştirilmiş patates ile yapılan ekim çalışmalarında GD bitkilerle doğal bitkiler arasında yüksek oranda gen akışı saptanmıştır. GD patateslerin 1.1 km uzağına ekilen doğal patateslerin tohumlarının %35-72’sinde transgen varlığı saptanmıştır.
Dr. Joy Bergelson’un çalışmasında (Nature, Sep 3 1998) bitkilerdeki genetik çalışmalarda sık kullanılan Arabidopsis thaliana’nın iki mutant biçimi elde edilmiştir. Bunlardan birinde klorsülforon adlı herbiside dirençli, asetolaktat sentaz (Csr1-1) enzimi geni kimyasal yolla mutasyona uğratılmıştır. Daha sonra mutant gen izole edilerek normal bitkiye aktarılmıştır. Gen transferi yapılan bitkilerden, orijinal mutant bitki gibi herbiside dirençli iki ayrı soy elde edilmiştir. Herbiside dayanıklı soylar, herbiside duyarlı normal bitkilerle bir arada ekilmiştir. Çapraz tozlaşma sonucunda normal bitkilerde oluşan herbiside dayanıklı tohumlar analiz edilerek mutant ve transgenik bitkilerin polenleri tarafından tozlaştırılan tohumlar karşılaştırılmıştır. Tohumlarda bulunan erkek (polen) genlerin kimyasal yolla mutasyona uğratılmış bitkilerin (%0.3) ve transgenik bitkilerin (%5.98) polenlerinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Arabidopsis thaliana bitkisi normalde genellikle kendi kendine tozlaşır. Yani bir çiçek üzerinde üretilen polen (erkek üreme hücresi) aynı bitki üzerindeki yumurta hücresini dölleyerek tohumun oluşmasını sağlar. A. thaliana’da çapraz tozlaşma (bir bitkideki polenin başka bir bitkideki yumurta hücresini döllemesi) nadirdir. Ancak yapılan deney açıkça göstermektedir ki transgenik bitkilerde, kimyasal yolla mutasyona uğrayan bitkilerden 20 kat fazla çapraz döllenme gerçekleşmiştir. Bu sonuç, genetik mühendisliğindeki mekanizmaların doğal mutasyon veya doğal gen alışverişinden (homolog rekombinasyon) farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca transgenik ürünlerden yabani otlara olan gen akışı tarımda kullanılan kimyasallara duyarlılığın kaybolması tehlikesini de beraberinde getirmektedir.
GDO’ya Hayır Platformu
Bilim Sağlık Komitesi © 2004
Mehmet Ali Aşık
11-10-2006, 06:14
http://globalresearch.ca/index.php?context=viewArticle&code=CHO20010910&articleId=366
yukardaki linkte GDO tohumlarin Etopyada nasil basladigi ve yol actigi zararlardan soz ediyor.
Bu link ise ny times ta yayinlanmis bir haber hindistanda onyedibin kusur ciftcinin iflas ettigi icin intihar edisini anlatiyor Monsanto firmasi yine sahnede.http://www.mail-archive.com/ugandanet@kym.net/msg23388.html
Makaleler ingilizce vaktim olmadigi icin cevirme yapamiyorum.Ama ozetleyecek olursam buyuk GDO sirketleri girdigi ulkelerde sektoru ele gecirmeye calisiyor ve geri donusu olmayan tahriplere sebeb oluyor.Hikayeler Turkiye de olup bitenlere ne kadarda benziyor . Ucuncu dunyanin gobekli politikacilari batili ulkelerle anlasma yapiyor sanki cok iyi bir sey yapmis gibi gorunuyor ama tarimini buyuk Global firmalara teslim ediyor.Elbetteki bu isten belli bir kesim yolunu buluyor.Pahali olan GDO tohumlari almak icin kredi cekmek zorunda kalan cifti isler yolunda gitmedi zaman batiyor.Ustelik GDO urunlerini tohuma birakarak kendi tohumunu uretemiyor her sene almak zorunda.Yeni tohum yasasina ve GDO HAYIR diyelim!:mad:
Mine Pakkaner
25-10-2006, 00:04
GD Agaçların Tehdidi Anlaşıldı
18-Ekim-2006 Çarsamba- Ayşen Eren
Biyolojik Çeşitlilik Kongresi, Curitiba Brezilya’da 31 Mart 2006’de resmi bir bildiri onaylattı. Bu bildiride Genetiği Değiştirilmiş (GD) ağaçlarının arz ettiği tehdite kaşı bütün ülkelere teknolojiye tedbirli yaklaşılması için ısrar ediliyor.
Bu önemli bildiri Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO) desteğiyle GD ağaçların güvenliğini değerlendiren uluslararası bir çerçeve için çağrıda bulundu. Pekçok grup, Birleşmiş Milletler katılımının en sonunda GD ağaçların küresel orman çeşitliliğiyle yerel ve yerli toplumlara çevresel ve sosyo-ekonomik etkileri hakkında yol göstereceğini umuyor.
Gıda ve Tarım Organizasyonu’nda orman genetiği uzmanı olan Pierre Sigaud, ulusal ve uluslararası biogüvenlik protokolleriyle uyumun çevresel risk değerlendirilmesi için acele edilmesi gerektiği konusunda uyardı. “Polen akışı ve tohumların dağılması ulusal sınırları ve kütüğün küresel bir mal olduğunu kesaba katmadığından dolayı, bu konu ülke düzeyinin ötesinde” dedi. Siguad ayrıca “yerli çeşidin GD agaçları tarafından kirlenmesini önlemek için araştırma ve uygulamayı yöneten güçlü bir çerçeve esastır” diye ekledi.
Moratoryum gelişmekte olan ülkeler tarafından destekleniyor. Orman sektörünün artan biyoteknoloji kullanımı GD agaç dikiminin en az otuz beş ülkede yayılmasına yol açtı. Gıda ve Tarım Organizasyonu’na göre çoğu araştırma, laboaratuvarlarda hapsediliyor ama milyonlarca GD ağaç çoktan Çin, Kuzey Amerika, Avustralya, Avrupa, Hindistan ve Afrika’da alan denemelerine bırakıldı.
Dokuz gelişmekte olan ülke, İran ve Gana hükümet temsilcileri tarafından önerilen GD ağaçları moratoryum çağrılarını destekledi. Bu ülkeler arasındaki Ekvator, Mısır, Filipinler, Rovanda, Senegal, Madagascar ve Malavi, dünyanın en zengin biyoçeşitliğe sahip ormanları olan ülkeler. Bu harekete, sadece hükümetlerinin biyoteknolojiyle menfaate dayalı ilgisi olan Kanada ve Avustralya karşı çıkmakta. Ama onlar da GD ağaçların etkilerinin detaylı soruşturulması gerektiğini kabul ettiler.
GD polenlerin rüzgarla sürüklenip bulaşması
En yeni kanıtlar polenlerin Kuzey Amerika’da 1,200 km’ye kadar gezebildiklerini göstermektedir. GD polen ve tohumların rüzgarla sürüklenerek bulaşması, bunun yerel ve yerli toplumlara etkileri hakkındaki endişeler dünya çevresindeki pekçok orman uzmanı ve Dünya Yağmur Ormanları Hareketi, Ekoormancılık Birliği, Global Adil Ekoloji Projesi, Via Campesina, Bağımsız Bilim Paneli (SIS’in “Ormanları Koruyalım” serisine bakınız) ve Biyoçeşitlilikte Uluslararası Forum gibi sivil toplum örgütleri tarafından paylaşılıyor
Bu organizasyonların temsilcileri, 2002 Dünya Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi’yle aynı çizgide olan, 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kayıp hızını önemli ölçüde azaltan bir yol haritasına daha geniş kapsamlı taahhütün bir parçası olan en son CBD bildirisine yol açmak için uluslararası toplantılarda güçlü lobi yapmışlardır.
Kadınlar GD tohumlarını imha ediyor.
Gelişmekte olan ülkelerde duygular yükseliyor.
8 Mart 2006’da 2000 Brezilya’lı kadın dünyanın en büyük kağıt hamur üreticisi Aracruz Cellulose’a ait ekim alanları ve seralar için ayrılan tahmini sekiz milyon düşük lignin okaliptus tohumunu imha etti. Bir diğer şikret ArborGen çok büyük GD okaliptus ekim alanları geliştirmek için Brezilya’yı önemli bir yer olarak hedeflemiştir. Uluslararsı Kağıt’ın Brezilya’da 200,000 hektar arazisi vardır.
Yeşil Çöle Karşı Brezilya Network’ü ve onların ortağı Monokültür Ağaç Çifliklerina Karşı Latin Amerika Network’ü, monokültür ekim alanları tarafından istismar edilen, yok edilen ve yerlerinden edilen tarımsal toplulukların desteklemek için 2004 yılından beri 21 Eylül’ü Ulusal Ağaç Günü olarak belirlemiştir.
Şili’de yaklaşık 100 yerli Mapuche Kızılderilisi ormancılık şirketlerinin ekim alanlarına karşı hareketlerinden dolayı yargılanma ve hapis cezası ile karşı karşıyadır.
Çok Az, Çok Geç?
BM müdahaleleri çok geç kalmış olabilir ama geç olması hiç olmamasından daha iyidir.
Çin 2002 yılında GD ağaçları ticari olarak serbest bırakan ilk ülke oldu (SIS 25, “GD Ağaçlar Çin Ormanlarında Kayboldu)<5>. Çin Devlet Orman Bürosu, bugüne kadar dikilmiş 1.4 milyon GD kavak ağacının (Populus nigra) izini bulamamaktadır.
BT toksin ile (Bacillus thuringeiensis toprak bakterisinden) zararlı böceklere dayanıklı olacak şekilde geliştirilen Kavak-12 ve Kavak-741’le dokuz yerde daha küçük alan denemeleri başlatılmıştır. Yaratılan mikropsuz ortamın GD malzemenin yayılışını durduramadığı ve BT toksin’in insanlarda ve hedef olmayan diğer zararlı böceklerde allerjik reaksiyonlara neden olduğunu kanıtlayan yeterli delil vardır<7>.
Çin’de GD ağaç ekim alanlarını artırma planları düşünülmektedir<8>. Çin delegasyonu Brezilya’daki CBD toplantısında dikkat çekmemeye çalışmıştır.
Havai’nin büyük adasında organik papaya ırkının GD papayalarca kirlenme oranı şimdiden yüzde ellidir <9>. Organik ürünlerin sertifikalı genetiği değiştirilmemiş tohumlarla yeniden üretilmesi gerekmektedir.
GD ağaçlara kim öncülük ediyor?
Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanlığı kavak ağacının tüm kalıtımsal özelliklerini ilk sıralayandı. Diğer üç GD ağaç cinsi orman biyoteknoloji araştırmalarına egemen oldu; çam, okaliptus ve ladin (picea). Bunlar da açık denemelerde yaygın olarak dikildi. ABD’de GD ağaçların test saha uygulamaları onbeş yılda yüzde 70’in üstüne yükselmiştir.
ArborGen GD ağaç araştırma ve geliştirmelerinde öncüdür. Şirket internet sitesinde başlıca amaçlarının “sürdürülebilirliğe adanmışlık” olduğu açıklanmaktadır. Üç şirketten; International Paper, MeadWestvaco ve Rubicon ödenek almaktadır. Bu “sürdürülebilirlik” bakış açısı açıkcası Şili ve Brezilya’daki yerli toplulukları mutlu edecek birşey değildir.
8 Mayıs 2006’da International Paper’in merkez binasının dışında GD ağaçların (“Bir sessiz orman” serisine bakınız) tehlikelerine dikkat çeken ve araştırma geliştirme programlarını gelecek yıl ki 2007 hissedarlar toplantısından önce zamanında dağıtmak için bir protesto günü düzenlenecek.
Nanoteknoloji ile geliştirilen GD ağaçlar
Kağıt Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nün ABD Oak Ridge Devlet Enerji Laboratuvarı işbirliği ile en son genetik mühendisliği projelerinde sentetik DNA bitki hücrelerine enjekte etmek için karbon nanofiberleri kullanılıyor<12>. Karbon nanofiberler ve nanotubeler moleküler boyutlu parçacıklar. 1 nanometre 1 metrenin 1 milyarda biri ve bir kum taneciği 1 milyon nanometre uzunluğunda.
Bu teknik, DNA liflerinin bağlandığı silikon yongalara yapışık olarak büyüyen milyonlarca karbon nanofiberi kullanır. Yaşayan hücreler daha sonra onlara doğru fırlatılır, fiberlerce delinip geçilir ve hücrelerin içine DNA enjekte edilir. Bu işlemi takiben oluşan sentetik DNA, yeni proteinler ve özellikler gösterebilir.
Karbon nanotubelerin 1991’de icadından beri ticarileştirme telaşı vardı, fakat yakın geçmişte farelerin akciğerlerinde iltihap yapan yüksek derecede toksik olduğu laboratuvar deneylerinde bulunduğu zaman pek az güvenlik önlemi alındı<13>. (“Nanotubes yüksek derecede toksik”, SIS 22; “Nanotoksity yeni bir bilim dalı”, SIS 28<14>).
Mühendislik Kraliyet Akademisiyle bağlantılı olan Kraliyet Kurum Raporu Temmuz 2004’de çok ince üretilen nanoparçacıklar eğer salınırlarsa insan sağlığı ve çevreye olası etkileri konusunda belirsizlikler olduğunu belirtti. Raporu üreten çalışma grubunu yöneten Profesör Ann Dowling, nanoparçacıkların “hem olumlu hem olumsuz etkileri olabileceğine karar vermek hayati önem taşımaktadır” dedi.
Nanofiberlerin asbestos benzeri etkileri
2004 yılı AB Nanoform raporu nanofiberlerin şeklini asbestos fiberlerine benzetmekte ve etkilerinin asbestosun insan sağlığa iğrenç etkilerine benzediğini ima etmektedir<16>.
Bir NASA çalışması <17> bu akciğer iltihabının silica tozunun teneffüs edilmesi nedeniyle oluşan bir solunum yolları hastalığı olan silikozdan daha ciddi olduğunu bildirmektedir.
ISP toksikoloji uzmanı Dr. Vyvyan Howard’ın yardım ettiği Bir Avrupa Komisyon raporu nanoteknoloji tehlikelerini detaylı olarak kaydetmektedir <18> (“Nanotox”a bakınız, SIS 21<19>). Nano riskleri adresleyerek, nanoteknoloji kullanarak yapılan genetik değişikliklerin “yayılmanın engellenebildiği” mikroorganizmalarla sınırlandırılmasını açıkca önermektedir.
Nobel ödülü sahibi ve Carbon Nanotechnology Inc yönetim kurulu başkanı Dr. Richard Smalley bu erken uyarıları yok saymıştır ve tekniğinin sağlığa hiçbir tehdit oluşturmadığı konusunda inat etmektedir. “Biz hiçbir sağlık riski olmadığının kanıtlanacağına eminiz, ama bu (toksikoloji) çalışma devam edecek” demiştir.
Mikroçoğalma klon üretir
Hindistan’da araştırmacılar çok küçük doku parçalarından bitki klonlamak için “mikroçoğalma”yı kullanmaktadır<3>. Mikroçoğalma seksuel üremeyi es geçen tüpte bitkisel çoğalma metodudur ve seçilen bireylerin çok büyük sayıda tam olarak kopyalarının yapılmasını mümkün kılar. Genetik mühendislikle üretilen milyonlarca özdeş bitki 64 ülkede ormancılıkta deneysel biyoteknoloji çalışmalarının en büyük alanını (yüzde 34) oluşturmaktadır.
Bu araştırmanın nihai amacı GD ağaç ürünlerinin global dağıtımını çabuk ve kolay yapacak şekilde “örnek türlerin” klonlarından patenli tohumlar üretmektir.
Bu klon ağaçlar genetik olarak özdeştirler ve geçmiş deneyimlerin açıkca gösterdiği gibi bir hastalık veya zararlı böcek durumunda tümüyle silinip yok olacaklardır.
GD ağaçlar için gelecek yok
FAO orman biyoteknolojisine karışan 65 ülkede anket yapmıştır ve cevapları GD ağaçların geleceği ve algılanan yararları konusuna verilen önemin uygunsuz olduğunu göstermektedir.
Gönderilen dörtyüzden fazla soru kitapçığının sadece kırkbeş tanesi cevaplanmış ve bunların sadece yirmiüçü GD ağaçlar üzerinde araştırma yapmıştır.
GD ağaçların yararları, daha kolay kağıt hamuru sağlamak, kereste endüstrisinde kullanılan kimyasalları azaltmak, zararlı böcek ve hastalıklara dayanıklılık, topraktaki civa kirliliğinin ağaç kökleriyle emilerek yokedilmesi, eczacılık için ikinci bileşikler ve kuraklıkla sıcak gibi çok uç çevresel durumlara dayanıklılık olasılığı olarak algılanmaktadır.
Bütün bu algılanan yararlar sorunsuz değildir ve ticarileştirmenin doğruluğu kanıtlanmadan önce dikkatli biyolojik ve çevresel değerlendirmenin yapılması uzun yıllar gerektirmektedir. İnsan sağlığına yararları en düşük skoru kaydetmektedir.
Niçin GD ağaçlar değil?
• Biyogüvenlik hakkındaki Cartegena Protokolünü bozmak- Yaşayan Değiştirilmiş Organizmaların ulusal sınırlar içerisinde taşınmasının kontrolü için ilk uluslararası yasa. Brezilya 2006 UNEP/CBD/COP8/WG.1/L3 Orman Biyolojik Çeşitlilik Kararı altında.
• Ekosistemleri bozmak ve GD ürünler gibi fakat daha büyük boyutlu olarak çevresel, sağlık ve ekonomik riskler içermek.
• İklim dengesini sağlamak ve yağmur miktarını düzenlemek için çok önemli olan doğal biyoçeşitli ormanların yerini almak ve tehdit etmek.
• Atmosfere karbondioksit dönüşünü hızlandıran ve çok daha fazla su tüketen hızlı gelişen ağaçları üretmek.
• “”phytoremediation” kullanıldığı zaman, güneyde kirlenmiş bölgelerde topraktaki civanın yer değiştirmesi ve kuzeye bırakılması. Çıkarılan civanın toprağa ilk haliyle toksik madde olarak bırakılması.
• Sentetik genler ve toksinlerle oynayarak tohum ve çiceklenme üretimine müdahale edip doğal biyoçeşitliliğe olduğu gibi insan ve hayvan sağlığına tehdit oluşturmak.
• Tek tür tarım yapılan alanlarda kereste ve kağıt hamuru üretiminin artmasıyla doğal yaşam ortamları yerel ormanları yiyecek ve çok yönlü farklı kullanan yerli toplumları yok edilmekte.
• Ağaçların daha lifli içeriği (lignin) gücü, zararlı böcek ve hastalıklara dayanıklılığı azaltmaktadır. Artan lignin toprakta özümsenmemiş bitkisel madde birikimine yol açmaktadır.
Kaynak: Ormanlarımızı Koruyalım serisi, Science in Society 2005, 26, p 14-24
FAO’nun önerdiği çerçeve GD ağaçların güvenliğini değerlendirmektedir. Bu nedenle var olan ormanların devasa çeşitliliğini ve çeşitliliği koruyan ormanların çok yönlü kullanım yararlarını kabul eden bir yaklaşımı tanımalıdır (“Ormanların çok yönlü kullanımı”, SIS 24)<21>.
GD ağaçlara tedbirli yaklaşılmasını açıklayan UN CBD bildirisi, önerilen GD ağaçları moratoryumuna doğru yararlı bir adımdır.
“USDA GD erik agaçlarının onayı askıda iken Prof. Joe Cummings’in yorumları.”
Tam metin için: www.isis.org (http://www.isis.org/)
Çeviri: Ayşen Eren / GDOHP Ugil
Kaynak:http://www.tarimmerkezi.com/yazar_kose.php?hid=475
Mehmet Ali Aşık
30-01-2007, 03:39
GDO Pirince dikkat!
http://www.organicconsumers.org/articles/article_3179.cfm
Amerikan mali GDO pirinç AB de yasal olmamasina ragmen yasadisi yollardan girmis durumda.Çin mali GDO pirinçede Avrupda rastlanmis.
Amerikan pirincinin çok buyuk bir orani Terminator tohumlardan uretiliyor **** polen kacisi sonucunda kirlenmis durumda Kaliforniyadiki organik pirinç çifliklerinde bile GDO genleri tesbit edilmis durumda.
Yerli pirinç ureticimizin yok edilmeye çalisildigi bu donemde Amerikan mali pirinç Turkiye pazarinda(mehsur BIM marketlerinde gormustum)Bu pirincin GDO olmasi çok yuksek.Bu konuda ilgili tum arkadaslardan yardim bekliyorum.Bu pirinçin canavar tohumlardan olup olmadigini nasil ogrenecegiz sunuda belirteyim Amerikan mali GDO urunlerine sahte "GDO degildir" belgesi verildigi organiconsumer.com da yazilmisti.En guvenilir yol
bu pirinci labaratuarda tahlil etmektir.
Daha hangi gidalarda DNA larimizi degistirmeye yonelik seytani bir plan var bilemiyorum ama bizdeki yabanci marka hayranligi onlarin isini kolaylastiriyor.
Mine Pakkaner
13-05-2007, 00:40
Ziraat Mühendisleri Odası Haber Grubu'ndan gelen mesajı bilgilerinize sunarım.
GDO'lu gemiler Bandirma Limani'na dayandi!
Turkiye'ye 110 bin ton genetigi degistirilmis misir getiren gemiler, limanlarimiza dayanmaya basladi. Amerikali - Avrupali beyaz adamlarca uretilen bu misirlar, "yerliler" tarafindan kapisiliyor. Boylece ureticinin emegi, tuketicinin sagligi "ticarete" konu ediliyor.
Sozlerimizi acmak icin, genetigi degistirilmis urunu tanimlayalim.
Biyoteknolojik yontemlerle kendi turu disindaki bir turden gen aktarilarak belirli ozellikleri degistirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "transgenik" ya da "genetigi degistirilmis organizma" (GDO) denilmektedir. Bu kapsamda, ornegin baliga ait bir gen domatese, bakteri veya viruse ait bir gen misira aktarilabilmektedir.
Oyku, "yapisal uyarlama" altindaki ulkelere, paten hakkini ongoren "cagdas yasalarin" transfer edilmesi ile baslar. Ardindan cok uluslu sirketler, binlerce yildir dogaya ait olan tohumlara bir ya da birkac gen aktarimi yaparak bu tohumlarin uzerinde mulkiyet "hakkı" tesis ederler. Artik o tohum, sirketin mali olmustur.
Terminator teknolojisi kullanilarak, GDO'lu tohumdan ureme yetenegi alinmistir. Yani tohum sadece bir kere ekmeye yara ve alacaginiz urunu tekrar ekemezsiniz. Ayrica bu tip tohumlarda kullanilabilecek tarim ilaclari da yine ayni sirket tarafindan uretilmeye baslanmistir. Baska bir deyisle, her yil ayni tohumu ve ayni ilaci, cevre ulkelerin yoksul koyluleri, ayni sirketten satin almak zorunda birakilmislardir.
GDO'lu tohumlar, rekabet ustunlugune sahiptirler. Kontrolsuz kosullarda dogaya salindiklarinda, biyocesitliligi tahrip eder ve hizla baskinlik kurarlar. Ayni zamanda gen kacislari ile dogal urunleri bozarlar.
Bunun icin ulkeler, GDO'lu urunlerin ekimine tarlalarini acmak istemezler. Beyaz adam, Meksika orneginde oldugu gibi, once kacak ekim yaparak bulasiklik yaratir. Boylece "ekimin yasallasmasi" onunde bir engel kalmaz. Ardindan bagimlilik pekisir, her yil cevre ulkelerin katma degeri sirketlere akmaya baslar.
Uretilen urunler, dunyaya pompalanir. Biyoguvenlik yasalarinin cikmasinin engellendigi ulkelerde, GDO'lu urunler ithal edilir, hayvan yemi rasyonlarinda ve isleme sureclerinde kullanilir, tuketici sofrasina ulastirilir.
GDO'lu urunler halk sagligi uzerinde buyuk risk olusturur. Alerjik reaksiyonlar, antibiyotikler karsi gelisen dayaniklilik bunlardan en bilinenleridir. Ancak GDO'lu maddelerin ucuncul biyokimyasal urunlerinin nesiller boyunca insan vucudu icinde yol acabilecegi degisikliklerin olasi sonuclarini dusunmek bile korkunc.
Iste bu cerceve icinde Turkiye, 1996 yilindan bu yana GDO'lu misir, soya, pamuk ve kolza ithal ediyor. Biyoguvenlik Yasasi Meclis-Bakanlik arasinda dort yildir tenis topu muamelesi gorurken, hicbir denetim ve sinirlamaya tabi olmaksizin gemiler Anadolu limanlarina yanasiyor, GDO bosaltiyor.
Bunlar buyuk ve kucukbas hayvanlarin beslenmesinde, kolali iceceklerde, hazir corbalarda, yaglarda, bebek mamalarinda kullaniliyor. 800 cesidin uzerindeki urun yelpazesinde sofralardaki yerini aliyor. Tuketici bilmeden bunlari kullaniyor.
"Muktesebatina uyum zorunlulugu" bulunan Avrupa, iceriginde %0.9'un uzerinde GDO'lu hammadde bulunan urunlerin etiketlenmesi zorunlulugunu getireli yillar oldu. "Muz Cumhuriyetleri" icin bu alanda yapisal uyarlama, cok ivedi bir ozellik tasimiyor anlasilan...
Kazananlar coniler ve ortaklari, yani bir avuc. Kaybedenler ise milyonlar.
"Zipla, zipla, ziplamayan coni'dir" denildi, "kuresellesme" diye tanimlanan emperyalizmin ipligi pazara cikarildi.
Simdi, ziplamaktan daha fazla seyler yapma zamani...
Gokhan Günaydın
Ziraat Mühendisleri Odası Genel başkanı
9 Mayis 2007
Arca Atay
21-07-2007, 14:25
BASINA VE KAMUOYUNA
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 26 Haziran 2007 tarihinde GDO ve GDO'lu ürünlerin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususların "YASAL DÜZENLEMELERİN BELİRLENMESİNE KADAR" düzenlenmesine ihtiyaç duyulduğu gerekçesi ile GDO ve GDO'LU BİLEŞEN İÇEREN GIDA ve YEM MADDELERİNİN İTHALATI, İŞLENMESİ ve KONTROLÜNE İLİŞKİN HUSUSLAR HAKKINDA TALİMAT" hazırlanmıştır. GDO'lu gıda ve yemlerin ithalatı, işlenmesi ve yurt içinde kontrolü aşamalarındaki işlemlerin söz konusu talimat hükümleri doğrultusunda uygulanması için durum tüm Valiliklere ve Bakanlık birimlerine bildirilmiş, 1 Ağustos 2007 tarihinden sonra talimat doğrultusunda işlem yapılacağı belirtilmiştir.
TALİMATIN YASAL DAYANAĞI YOK
Türkiye’nin taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Cartagena Biyogüvenlik Protokolü TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Protokole göre, GDO’lu ürünlerin iç piyasada üretimi, dağıtımı ve çevreye salımı konusunda bir takım zorunluluklar getirilmiştir. Buna göre sözleşmeye taraf devletler, ihtiyatilik ilkesi çerçevesinde bu ürünlerin risk değerlendirmesini yapacak sistemi kurmak, çevreye ve diğer gıdalara bulaşmasını engelleyecek tedbirleri almak ve ülkeye girişinden çıkışına kadar sıkı bir denetim mekanizması oluşturmak, bunu da bir iç hukuk düzenlemesi olan kanun ile yapmak zorundadır. Buna karşın Bakanlık tarafından çıkartılan talimatın bu açıdan yasal bir dayanağı, her hangi bir kanun bulunmamaktadır. Talimata dayanak olarak gösterilen kanunlar ise biraz önce belirttiğimiz yükümlülükleri karşılayan bir düzenleme içermemektedir.
Bununla birlikte Bakanlık yaklaşık beş yıldır yürüttüğü “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmaları sonucu ortaya çıkardığı metinde, GDO’lu ürünlerin ithalatı, ihracatı, tüketimi, etiketlenmesi ve çevreye serbest salınımı ile ilgili yükümlülükler getirilmekte, GDO’lu ürünlerin kullanılmasından doğan zarar ve bu zarardan kaynaklanan sorumluluk, taslak metnin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tasarı taslağı ile GDO’lu ürünlerin üretimi, kullanılması ve tüketiminin serbest hale getirilecek olması, bu konuda duyarlılık gösteren başta GDO’ya Hayır Platformu ve diğer demokratik kitle örgütlerinin çabası ile parlemento tarafından Bakanlığa iade edilmişti.
Oysa bugün Bakanlığın yürürlüğe koyacağı söz konusu talimat ile “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmalarının bile çok gerisinde düzenlemeler getirilmeye çalışılmaktadır. Hukuki temelden yoksun, adeta yok hükmünde olan talimat, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü doğrultusunda GDO’lu ürünlerden zarara uğrayacak çiftçi ve tüketicilerin zararları ile bu zararların kaynağı ile ilgili ispat külfeti konusunda hiçbir özel düzenleme getirmemektedir. Böylece çiftçiler ve tüketicilerin GDO’lu ürünlerden etkilendiklerini ispat etmek zorunda kalması, yargılama masrafları ve bunun için gerekli yüksek meblağlı harcamaların çiftçi ve tüketicilerce yapılacak olması, hak arama özgürlüğünü engelleyecektir. Oysa ki protokolün getirdiği ihtiyatilik prensibine göre, ispat külfeti GDO’lu ürünleri üreten ve ithal edenlerin üzerinde olmalıdır. Oysa talimat bu durumun tam aksine hiç bir düzenleme getirmeyerek hem GDO’lu ürünlere serbestlik yolu açmakta hem de bu ürünlerden doğacak zarar toplumun ve çevrenin sırtına yüklemektedir.
KİMLERE ÇIKAR SAĞLANIYOR
Türkiye’ye hukuk dışı yollarla bugüne kadar milyarlarca dolarlık GDO’lu ürün girmiş, halen de girmeye devam etmektedir. Bunun en önemli kanıtı da Toprak Mahsülleri Ofisi Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu’nun Mayıs ayında Bandırma’ya yaptığı ziyaret sırasında ithal edilen ve Bandırma limanına indirilen mısırlarla ilgili olarak çeşitli açıklamaları ile sabittir. GDO’lu mısırların Bandırma Limanı’na girdiği günlerde sessiz kalmayı tercih eden Tarım Bakanlığı, şimdi de çıkardığı talimat ile sadece AB’den gelen ürünlerde GDO’larla ilgili düzenlemeye gitmekte, geri kalan ülkeler ile ilgili bir düzenleme getirmemektedir. Bandırma örneğinde de olduğu gibi Türkiye’ye çoğunlukla ABD ve ARJANTİN menşeili GDO’lu ürünler girmektedir.
Cartagena Biyogüvenlik Protokolü açık şekilde GDO’yu insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığı, genetik kaynaklar için riskli ürün olarak değerlendirmekte ve ülkelere bu ürünlerin ithalatı esnasında her türlü tedbir alma hak ve yükümlülüğünü yüklemektedir. Ancak Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne Amerika, Arjantin, Brezilya gibi pek çok GDO’lu ürün üreticisi ülke taraf bil değildir. Oysa Bakanlıkça hazırlanan talimat sadece AB ülkelerinden ithal edilen ürünlerle sınırlandırılarak büyük miktarda ithalatın yapıldığı ülkelerden gelen GDO’lu ürünleri denetim dışında bırakmaktadır.
Kamuoyunu yanıltıcı bu girişimlerle hangi sermaye gruplarının kollandığının açıklanması gerekmektedir. GDO’lu ürünleri ucuza getirip, çiftçimizin ve tüketicimizin geleceğini, biyolojik çeşitliliğin varlığını tehdit edenlerin kimler olduğu yetkililerce bir an önce açıklanmalıdır. Herhalde bunlar çiftçilerimiz değil, Cargill’in mısırlarından şeker üretenler ve diğerleridir…
KAMUOYUNUN HAKLI TEPKİSİ HİÇE SAYILIYOR
Türkiye’de yaklaşık on yıldır genetiği değiştirilmiş organizmaların riskleri, insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki yıkıcı etkileri, tarım ve çevre üzerine olumsuz sonuçları demokratik kitle örgütleri tarafından her platformda dile getirilmiştir. Canavar Balon Kampanyası ile de GDO’ya Hayır Platformu bu konudaki duyarlılığı kamuoyuna malederek topladığı yüz bin imzayı TBMM Dilekçe Komisyonuna iletmiştir. Dilekçe Komisyonu da gerekli mercileri konu hakkında bilgilendirmiş ve konunun tarafları ile birçok toplantı düzenlenmiştir. Ancak hükümet bu seslere beş yıldır kulaklarını tıkamış, bu da yetmiyormuş gibi 5553 sayılı Tohumculuk Yasası başta olmak üzere tarımın ve çiftçinin belini kıracak girişimlerini hızlandırmıştır. En son Nisan ayında Önce Ziraat Mühendisleri Odası ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, Türkiye’ye GDO’lu ürün girdiği yönünde bir basın açıklaması yapmış, ardından da Ekoloji Kolektifi ve Tüketici Hakları Derneği gümrüklerden aldığı mısırlar üzerinde yaptırdığı analizlerde GDO bulunduğunu tespit ederek kamuoyunu uyarmıştır. Buna karşın hükümet bu seslere kulaklarını tıkadığı yetmiyormuş gibi şimdi de hukuka aykırı bir talimat çıkararak GDO’lu ürün ithalatını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
HALKIMIZI BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ..
GDO'ya Hayır Platformu olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) karşı 2002 yılından beri yürüttüğümüz haklı mücadelemizde yeni bir döneme giriyoruz. Hükümetin giderayak çıkarttığı GDO ve GDO'lu bileşen içeren gıda ve yem maddelerinin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususlar hakkındaki talimatı ile GDO'ların ithalatı ve işlenmesinin meşrulaştırılmaya çalışılarak riskin sorumluluğundan kaçılıyor; tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketici sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri göz ardı edilerek ülkemiz adeta genetik yıkıma sürüklenmektedir.
Yıllarca yoksul Afrika halkına GDO yardımı yaparak onları açlığa ve sefalete mahkum edenler, Irak’ın işgali ile yürürlüğe koydukları ilk uygulama olan 81 No’lu karar ile işgali sürekli kılanlar, Türkiye’de Tohumculuk Yasası’nın çıkarılmasını sağlayarak Anadolu’nun genetik mirasını sermayeye tescilleyenler şimdi de riskli GDO’lu ürünlerin ithalatını talimata bağlayarak genetik kıyım için düğmeye basmışlardır. GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri olarak hukuki dayanaktan yoksun Bakanlık talimatına karşı tüm meşru ve hukuki mücadele araçlarını kullanacağımızı; ekoloji, tüketici ve tarım örgütleri olarak bu mücadeleyi soruna kadar sürdüreceğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz.
GDO’ya Hayır Platformu Hukuk Komitesi hazırlıklarını tamamladıktan sonra kamuoyu bilgilendirerek hukuki sürecimiz başlatılacaktır. Toprağı, suyu, havası için mücadele eden tüm demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarımıza destek olmasını istiyoruz.
Bu ülkeyi, bu toprakları sattırmayacağız. Bu toprakların kirletilmesini ve yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Tüketicilerin sağlığının risk sokulmasına izin vermeyeceğiz.
Yaşam Bizimdir. YAŞAM PATENTLENEMEZ.
GDO’YA HAYIR PLATFORMU ANKARA BİLEŞENLERİ
Arca Atay
21-07-2007, 14:32
TÜRK HALKI KOBAY OLARAK KULLANILIYOR
http://www.showtvnet.com/haber/yasam/20072007/gdo.shtml
Genetiği Değiştirilmiş Organizma'ya (GDO) Hayır Platformu temsilcileri, GDO'lu ürün ithalatını kolaylaştıran bakanlık talimatını protesto etti.
Platform sözcüsü ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Gökhan Günaydın, protesto amacıyla platforma üye kuruluşların temsilcileri ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, "İnsan sağlığı ile oynamaya kimsenin hakkı yok. Bakalım bu gıdaları Bakan Eker çoluğuna çocuğuna yedirecek mi yoksa imha mı edecek" dedi.
Günaydın, GDO'lu ürün kullandığı halde beyan etmeyen firmaları yakında ilan etmeye başlayacaklarını bildirirken, Tüketici Hakları Derneği (THD) Başkanı Turhan Çakar, GDO'lu ürünler konusunda 'Türk halkının kobay olarak kullanıldığını' öne sürdü.
Platform adına düzenlenen basın toplantısında konuşan ZMO Başkanı Günaydın, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 26 Haziran'da yayımlanan ve 1 Ağustos'tan itibaren uygulanacak "GDO ve GDO'lu bileşen içeren gıda, yem ve yem maddelerinin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususlar hakkında talimatın, Türkiye'de tarımsal üretim ile tüketici sağlığını tehlikeye atan düzenlemeler içerdiğini söyledi.
Türkiye'nin de taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile GDO'lu ürünlerin iç piyasada üretimi, dağıtımı ve çevreye salınımı konusunda bazı zorunluluklar getirildiğini hatırlatan Günaydın, bu konuda düzenleme yapmak üzere Bakanlık tarafından hazırlanan ve 'GDO'lu ürünlerin üretimi, kullanımı ve tüketimini serbest hale getirecek" olan "Biyogüvenlik Kanunu Taslağı"nın çıkarılmasının, platformun gayretleri sonucunda çıkarılmasının önlendiğini anlattı.
Diğer taraftan bakanlığın yayımladığı son talimat ile çıkarılmak istenen 'Biyogüvenlik Kanunu'ndan daha ileri hükümler getirilerek, GDO'lu ürünlerden zarara uğrayacak üretici ve tüketicilerin zararları ve bu zararların kaynağı ile ilgili ispat külfeti konusunda hiç bir düzenleme getirilmediğini kaydeden Günaydın, böylece hem GDO'lu ürünlere serbestlik yolu açıldığını, hem de ürünlerden doğacak zararın toplumun ve çevrenin sırtına yüklendiğini belirtti.
Türkiye'ye 1989'dan beri başta mısır ve soya olmak üzere milyonlarca dolarlık GDO'lu ürün ithal edildiğini, AB düzenlemelerine göre, GDO kalıntısı oranını binde 9'u aşması halinde bunun ürün üzerinde beyan edilmesi gerektiğini anlatan Günaydın, ancak Türkiye'de firmaların böyle bir uygulama yapmadığına dikkati çekti.
Son dönemde ithal edilen 250 bin ton mısır 100 bin tonunun Arjantin'den getirildiğini ve bunun GDO oranını bilinmediğini kaydeden Günaydın, ABD, Arjantin, Brezilya gibi birçok GDO'lu ürün üreten ülkelerin Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne taraf olmadığını hatırlattı.
Bakanlıkça hazırlanan talimatın sadece AB'den yapılan ithalatı düzenlediğini, GDO'lu ürünlerin büyük bölümünün ithal edildiği ülkeleri kapsam dışında bıraktığını belirten Günaydın, "Kamuoyunu yanıltıcı bu girişimle hangi sermaye grupları kollanmaktadır? GDO'lu ürünü ucuza getirip çiftçimizin ve tüketicimizin geleceğini, biyolojik çeşitliliğin varlığını tehdit edenlerin kimler olduğunun açıklanması gerekir" dedi.
GDO'ya Hayır Platformu'nun, GDO'lu ürünler taşıdığı riskler konusunda defalarca kamuoyunu ve yöneticileri uyardığını, halkın tepkisini göstermek amacıyla hazırlanan 100 bin imzalı dilekçenin TBMM'ye sunulduğunu hatırlatan Gökhan Günaydın, "bu seslere kulağını tıkayan hükümetin, giderayak hukuka aykırı talimat çıkararak GDO'lu ürün ithalatını meşrulaştırmaya çalıştığını" ifade etti.
GDO'ların tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketci sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri gözardı edilerek Türkiye'nin adeta genetik bir yıkıma sürüklendiğini öne süren ZMO Başkanı Günaydın, GDO'ya Hayır Platformu olarak, hukuki dayanaktan yoksun bakanlık talimatına karşı tüm hukuki ve meşru yollara başvuracaklarını söyledi.
"MUZ CUMHURİYETİ MUAMELESİ..."
Günaydın, GDO'lu ürün içeren mayonez, nişasta, cips, kraker, kahvaltılık gevreklerin bulunduğu gıdaları Bakan Eker'e göndermek üzere kutuya koyarken, binde 9'dan fazla GDO kalıntısı içeren ürünlerde, bunun etiket üzerinde beyan edilmesi gerektiğini hatırlattı.
Firmaların ürünlerinde GDO'lu ürün kullanılmadığını beyan etmesini isteyen Günaydın, aksi takdirde GDO'lu ürün kullanan firmaları, yakında ilan etmeye başlayacaklarını belirterek, "GDO'lu ürün içeren 800'den fazla işlenmiş gıda tüketicinin sofrasına giriyor. Kimse Türkiye'ye Muz Cumhuriyeti muamelesi yapamaz. Kimsenin insan sağlığı ile oynamaya hakkı yok" diye tepki gösterdi.
Günaydın, doğru tarım politikaları ile, Türkiye'nin ihtiyacı olan mısır ve soyayı yurt içinde üretebileceğini de vurguladı.
THD Başkanı Turhan Çakar da 2004 yılında piyasadan topladıkları birçok gıda ürünü ve yemde yaptırdıkları analizlerde yüksek miktarlarda GDO'lu ürün tespit edildiğini hatırlatarak, Türk halkının GDO'lu ürünler konusunda kobay olarak kullanıldığını öne sürdü.
Çakar, üretim, ithalat ve tüketimde yasaklama beklerken bakanlığın bir talimatla GDO'lu ürünleri serbest bıraktığını belirtirken, bunu kabul etmelerinin mümkün olmadığını, yeni hükümetten acilen bu konuda önlem alınmasını istediklerini söyledi.
Çakar, GDO'lu ürün içeren gıdaların Bakan Eker'e gönderilmek üzere kutuya konulması sırasında da, "Bakan Eker bunları çocuklarına yedirebilecek mi, takip edin" dedi.
20.07.2007
************************************************** ****
TÜRKİYE GENETİK YIKIMA SÜRÜKLENİYOR - EVRENSEL
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) Hayır Platformu Ankara Bileşenleri, Tarım Bakanlığı‘nın GDO‘lu ürün ithalatının önünü açan talimatına tepki göstererek, "Türkiye genetik yıkıma sürükleniyor" uyarısında bulundu.
Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Lokali‘nde düzenlenen basın toplantısında konuşan ZMO Başkanı Gökhan Günaydın, Tarım Bakanlığı‘nın hazırladığı "GDO ve GDO‘lu Bileşen İçeren Gıda ve Yem Maddelerinin İthalatı, İşlenmesi ve Kontrolüne İlişkin Hususlar Hakkında Talimat"ın 1 Ağustos‘ta yürürlüğe gireceğini kaydetti. Türkiye‘nin de taraf olduğu Biyoçeşitlilik Sözleşmesi ve Cartagena Biyogüvenlik Protokolü‘nün GDO‘lu ürünlere ilişkin bir dizi zorunluluk getirdiğini belirten Günaydın, GDO talimatının bu zorunluluklara uymadığını belirtti. Türkiye‘ye hukuk dışı yollarla bugüne kadar milyarlarca dolarlık GDO‘lu ürün girdiğini kaydeden Günaydın, GDO‘lu ürünlerin özellikle ABD ve Latin Amerika menşeli olduğunu söyledi.
Talimat ile GDO‘lu ürünlerden doğan zararı ispat külfetinin çiftçilere ve tüketicilere yıkıldığını kaydeden Günaydın, bu düzenlemenin Cartagena Biyogüvenlik Protokolü‘ne aykırı olduğunu söyledi. Günaydın, "Talimat hem GDO‘lu ürünlere serbestlik yolu açmakta, hem de bu ürünlerden doğacak zararı toplum ve çevrenin sırtına yüklemektedir. AKP Hükümeti giderayak çıkardığı talimat ile GDO‘ların ithalatı ve işlenmesini meşrulaştırmaya çalışarak riskin sorumluğundan kaçmaktadır. GDO‘ların tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketici sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri göz ardı edilerek, ülkemiz adeta genetik yıkıma sürüklenmektedir" diye konuştu.
Tüketiciler kobay değil!
Talimatın iptali için yargıya başvuracaklarını ve GDO‘lu ürünlere karşı mücadele etmeye devam edeceklerini belirten Günaydın, "Bu ülkeyi, bu toprakları sattırmayacağız. Bu toprakların kirletilmesine ve yok edilmesine, tüketicilerin sağlığının riske sokulmasına izin vermeyeceğiz" dedi. GDO‘lu ürün satan firmalara "GDO‘lu ürün sattığınızı açıklayın" diye seslenen Günaydın, aksi takdirde kendilerinin bu firmaları açıklayacağını bildirdi. Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar ise hayvan yeminden sıvı yağa, hatta bebek mamasına kadar birçok üründe GDO bulunduğunu kaydederek, özellikle mısır ve soyadan imal edilen ürünlerde GDO olduğunu söyledi. Ankara ve İsviçre‘de yaptırdıkları analizlerde birçok üründe GDO çıktığını kaydeden Çakar, "Tüketiciler kobay olarak kullanıldı" dedi.
Açıklamanın ardından GDO‘ya Hayır Platformu Bileşenleri, Tarım Bakanı Mehdi Eker‘e GDO‘lu olma potansiyeli yüksek olan ürünlerden oluşan bir koli gönderdiler.
(Ankara/EVRENSEL)
Altınoluk
25-07-2007, 21:15
C.B.Ü Tarımsal laboratuar mezunuyum. GDO' lu bitkiler kullanmamamız gerktiğini hocalarımız uyarmıştı. Özellikle içinde mısır ve soya olan çorba, puding, cips, yağ, gofret vs. mamullere dikkat etmemiz gerektiğini öğrendim.
Ayrıca bir tarım dergisinde "TRANSGENİK BİTKİLER" bir araştırma okudum. Türkiye'de yasak deniyor. Ama bu konuda bir tehdit söz konusu mu? Bence korkunç birşey..
Mehmet Ali Aşık
24-12-2007, 06:09
Tum Agaçseverlerin Kurban bayram kutlu olsun.
Kurban bayramin son gununde aklima gelen bir soruyu sizlerle paylasmak istedim.Bildiginiz gibi AB,IMF,ABD,Dunya Bankasi vs surekli Turkiyeye kalkinmak icin tarimdan ,hayvanciliktan vazgec nasihati veriyor. Bizim siyasiler ise kendi koltuk sevdalarinin bu "emirleri" yerine getirmeden geçmeyeceklerini bildikleri için her seye " hay hay efendim diyorlar". Turkiyede buyuyen nufus ,azalan ve zorlasan tarim bununla beraber artan tarim urunleri ihracatini beraberinde getirmistir.
Hayvancilikta kullanilan hayvan yemlerinin ithal edildiginide duymustum eger bu yemler GDO tohumlardan ise bu tohumlarla beslenen hayvanlarda bir nevi GDO ete sahip olmuyorlarmi?
ithal yemler ne kadar yaygin ,gdo mu ,nerden geliyor ? bu sorularin cevabini bilmiyorum bu konuda gorusleriniz nedir ?
GDO bir tür jenleri dizayn edilmiş organizma demek. İlk başlardaki hedefi örneğin bazı hastalıklara dirençli bol meyve veren bitikler üretmekdi. Sonraları Bazı insanlarda etki yapabilen mesela antidiabetik gibi ilaçları methabolizmaya meyveler yolu ile sokulmaları denendi gözlemlendi. Bunun yanı sıra antipsikotik ilaçları da veya proteinleri de meyve yolu ile sokulabilirliğini de yazarsam bu GDO'lu tohumların ciddi bir biyolojik silaha dönüldürülmüş olduğunu umarım toplum olarak farketmiş oluruz. Bu her GDO lu için geçerli değildir elbet ancak geçen hafta yurda sokulmıya çalışılan hibrit diye kısaca geçiştirilen domates tohumlarının durumunun ciddiyeti de umarım anlaşılır vede kafalarda soru işaretleri oluşturur.
denizakvaryumu
17-02-2008, 21:28
Ürünün görünümü yerine, lezzetine önem veren Antalyalı çiftçi, daha fazla talep gören ve tat değeri normalinin 4 katı olan aromalı domates yetiştirmeye başladı. Şimdi süpermarketlerin siparişlerine yetişmekte güçlük çekiyor.
Yenilikçi üretici Doğan'ın aromalı domatesle tanışması 2005 yılında İtalya'nın Sicilya kentinde düzenlenen 'Dünya Domates Konferansı' ile başlamış. "Tüketici taleplerini araştırırken sıklıkla domatesin eski tadında olmadığı yönünde şikayetlerle karşılaştık." diyen Doğan, Sicilya'da gördüğü katma değeri yüksek ve normaline göre daha tatlı olan aromalı domatesi Türkiye'de yetiştirmeye karar vermiş.
Ürettiği minik domateslerin marketlerde büyük ilgi gördüğünü ifade eden Doğan, "İlk başladığımızda 20 ton sattık. Sonra birden patladı. 2006'da 750, geçen yıl da 1.500 tona çıktık." diye konuştu. Doğan, halen sözleşmeli çiftçilerle birlikte 700 dekar alan üzerinde aromalı domates yetiştiriyor.
Aromalı domatesin tohumu gramla değil taneyle satılıyor. Sadece bir tane tohumun fiyatı 1,2 Euro. Normal domatesin tat değeri 3 briks (konsantrasyon oranı) iken aromalı domateste bu oran 7'den başlıyor. Şu anda briks oranı 11 olan ürün yetiştirdiğini aktaran Doğan, şeker oranı 14 olan ürünlerin de deneme çalışmalarını yaptığını ifade etti. Domates, üzüm gibi salkım salık yetişiyor.
http://www.patronlardunyasi.com/news_detail.php?id=40721
Acaba haberdeki domates bir GDO mu dur?
Biliyorsunuz son yıllarda ülkemizde şeker pancarı üretimi devlet eliyle kısıtlanıyor, şeker fabrikalarımız bir bir özelleştiriliyor veya kapatılıyor ve bizler ' mısır nişastasından' elde edilen şeker tüketmeye zorlanıyoruz. Batıda mısırdan üretilen şeker oranı %2 ile sınırlanırken ülkemizde şimdide % ların üzerine çıkmıştır. Şimdi dikkat- bu şekerler Amerikadan ithal edilen genetiği oynanmış mısırlardan elde edilmektedir ve kansere davetiye çıkartmaktadır. Lütfen duyarlı olalım
denizakvaryumu
19-02-2008, 08:24
Son zamanlarda büyük alışveriş merkezlerinde ve merkezi caddelerde arabalarda satılan ve Malezyadan geldiği belirtilen bardak mısırlar acaba GDO mısır mıdır?
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) karşı uzun yıllardir etkin biçimde mücadele veren GDO'ya Hayır Platformu, Ulusal Biyogüvenlik Yasası'nin bir an önce çıkartılması için, "Biyogüvenlik Hemen Şimdi, Gıda Tohum Haktır" sloganıyla bir kampanya başlattı. ( http://birtohumbiny asam.blogspot. com/ )
GDO'lu urunlerin tarim topraklari, gida guvenligi, tuketici sagligi ve cevreye yonelik geri donulmez etkileri ortadayken, Biyoguvenlik Yasasi'nin daha fazla suruncemede birakilmamasini isteyen GDO'ya Hayir Platformu, bir Eylem Takvimi hazirladi. Buna gore, yerel tohumlarimizi ve biyocesitligimizi koruyarak, esit ve adil paylasimli guvenli gidaya ulasmamizi saglayacak bir yasanin hazirlanmasi icin, Nisan ve Mayis aylarinda cesitli toplantilar duzenlenecek. Ayrica Ankara, Istanbul,Izmir ve Bursa illerinde gezdirilecek Misir Balonu ile ulkemize son yillarda giren genetigi degistirilmis organizmalara dikkat cekilecek.
"Biyoguvenlik Hemen Simdi" Kampanyasi ile ilgili olarak 30 Mart 2008 Pazar gunu saat 11.00'de TMMOB Ziraat Muhendisleri Odasi'nda tum yazili ve gorsel basin uyelerinin davetli oldugu basin toplantisi duzenlendi.Basin aciklamasinda soyle denildi:
Canlı yaşamında gereksinim duyulan birincil madde gıda, gıda için gereksinim duyulan birincil üretim alanı tarım, tarım için gereksinim duyulan öğeler ise toprak, su ve tohumdur. Toprak, su ve tohumdan bir tanesi eksik ise gıda olmaz, gıda olmaz ise canlılar da olmaz. Bunun için "tohum yaşamdır", bunun için "toprak yaşamdır" ve bunun için "su yaşamdır". Gıda yoksa yaşam da yoktur, gıda egemenliği yoksa bize dayatılan özürlü gıdalar ile beslenmeye devam edeceğiz demektir.
Son yıllarda yürütülen gıda ve tarım politikaları yüzünden kendini besleyebilen tarım potansiyeline sahip bir ülke iken, her şeyini dışarıdan alan, ne verirlerse ne dayatırlarsa onu alan, yiyen ve kabullenen bir ülke durumuna düştük. Gıda ve Tarımın birbirinden ayrılamayacak ilişkisi, yurttaşların aleyhine işliyor. Geleneksel tarım ve tarımsal üretim köstekleniyor ama ithalat alabildiğine destekleniyor, Kırsal nüfusun gıda ürünleri yetiştirme olanakları yok ediliyor, bu nüfus kent varoşlarına göç ettiriliyor, tohum, çiftçiden ve kamudan tamamen alınıyor şirketlere devrediliyor. Çokuluslu biyoteknoloji şirketleri ve tohum tekelleri ülke topraklarına ve sofralarımıza el koymak için sırada bekliyor.
Bu ülkenin tarımı ve gıda egemenliğine büyük bir darbe indirecek olan Tohumculuk Yasası'nın açtığı yaraları bir nebze olsun kapatabilmek için, yerel tohumlarımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi koruyabilmek için, eşit ve adil paylaşımlı güvenli gıdaya ulaşabilmek için, gıda egemenliğimizi korumak için Ulusal Biyogüvenlik Yasası'na ihtiyacımız vardır.
"Biyogüvenlik Yasası, Hemen Şimdi !" diyerek, tüm yurttaşları, tüketicileri ve tüm çiftçileri yani halkımızın tümünü, Biyogüvenlik Yasası'nın çıkarılmasına taraf olmaya çağıran bir kampanyayı biz yaşam savunucuları bugün başlatıyoruz.
Türkiye'de 1998 yılından 2008 yılına kadar, yani tam 10 sene Ulusal Biyogüvenlik Komitesi toplantıları yapılmıştır. Bu zaman zarfında GDO'ların serbest dolaşımını düzenleyecek Biyogüvenlik Yasası'nın çıkartılması sürüncemede bırakıldığı gibi; yasa, toplumun mağdur olacak kesimlerini muhatap alınarak da hazırlanmamıştır. Hükümetlerimiz Avrupa Birliği ve Amerika arasında süren GDO savaşının arasında kalmıştır. Amerika'nın GDO dayatmalarına ve Avrupa'nın mahçup politikasızlığına kulak kabartan hükümetlerimiz artık halkın, bilimin ve ekolojik gerçeklerin sesine kulak vermelidir. Tüm tüketiciler, çiftçiler ve ekolojiden yana bir Biyogüvenlik Yasası için "Hemen Şimdi" diyoruz. Biz onlarca demokratik kitle örgütü ve bilim insanının oluşturduğu GDO'ya Hayır Platformu ve diğer kitle örgütleri ile Biyogüvenlik Yasa Tasarısında, geleceğimizi koruyacak düzenlemelere emek harcamaya hazırız. Bu nedenle 12 ve 19 Nisan 2008 tarihlerinde Ankara'da Biyogüvenlik Çalıştayı düzenlenecektir.
Çalıştay sonucunda halktan, tarımdan, çiftçiden ve ekolojiden yana bir içerikle Biyogüvenlik Yasası hazırlanacak ve Meclise sunulacaktır.
10-11 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleştireceğ imiz Gıda Egemenliği ve Biyogüvenlik Forumu ile de tohumun ve gıdanın hakça paylaşılması, gıdanın demokratikleş tirilmesinin ve halkın gıda üzerinde egemenlik hakkını nasıl kurabileceğini tartışacağız. Uluslararası bir katılımla gerçekleşecek çalışmanın ikinci gününde de tohum hakkı, halk sağlığı, gıda egemenliği ve biyogüvenlik konularında atölye çalışmaları yapılacaktır.
Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa illerinde gezdirilecek Mısır Balonu ile de ülkemize son yıllarda giren genetiği değiştirilmiş organizmalara ve Bursa'da tarım arazisi üzerine kurulan Cargill işletmesinin hukuka aykırılığına dikkat çekilecektir. Ekolojik geleceğine ve ülke tarımına sahip çıkan tüm kurum ve kuruluşları kampanya sürecinde birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.
Selahattin Yılmaz
01-04-2008, 12:03
Sevgili lale altıntaş, bu yazı size ait değilse aldığınız kaynağı belirtirmisiniz?
Çok özür dilerim.Meslek odamızın duyurularından(Gıda Mühendisleri Odası)Biraz geç oldu.Görmemişim uyarınızı...
akinal33
08-05-2008, 00:46
arkadaşlar organik tarımı boşu boşuna hayal etmeyin eğer paranız çoksa zaten şu anda organik tarım yapan bir çok işletme var ama size şunu söylüyorum eğer komple organiğe dönersek bu ülkede 70 milyon insan var onları nasıl doyuracaz bunlarıda düşünmek gerekir GDO ya gelince bence zararlı bir uygulamadır ama sonucta keşke biz ülkemizde de yapabilsek ıslah çalışmalarımız bile çok dandik
Biyogüvenlik Hemen Şimdi, Mısır Balonu Türkiye Turunda
Mısır balon turu, Türkiye’nin tarım potansiyeli yüksek olan Bursa’da ve özellikle de GDO’ları tamamıyla red eden organik tarım sistemi ile üretim yapan üreticilerin buluştuğu Bursa Nilüfer Organik Ürün Pazarı’ndan başladı. Balon 9-11 Mayıs tarihlerinde Ankara’da, 24-25 Mayıs tarihlerinde Bursa’da, 7-8 Haziran’da Dikili’de, 14-15 Haziran’da İzmir’de olacak.
Mısır Balon Turu’na ilişkin GDO’ya Hayır Platformu’ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Türkiye tarımı üzerine baskılar ve tarımı yok etme girişimleri hızla sürüyor. Kamu, tarımdan çekilmekte, küçük çiftçi tarımdan koparılmakta ve tohumundan suyuna, toprağından tarımsal ürünlerine kadar her şey özel sektöre, uluslararası sermayeye, ulusal ve uluslararası tohum, tarım ve gıda tekellerine terk edilmekte, hatta pazarlanıyor.
Geçtiğimiz yıl büyük bir hız ve emrivaki ile çıkarılan Tohumculuk Yasası bu ülkenin tarımı ve gıda egemenliğine büyük bir darbe indirmiştir. İçinde uluslar arası tohum devlerinin de bulunduğu tohum endüstrisi tarafından hazırlanan, tohum ve diğer bitki materyallerinin üretiminden pazarlanmasına kadar ki tüm aşamalarını birlikler aracılığı ile şirketlerin sevk ve idaresine sunan bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur.
Yerel tohumlarımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi koruyabilmek, eşit ve adil paylaşımlı güvenli gıdaya ulaşabilmek, gıda egemenliğimizi koruyabilmek için Ulusal Biyogüvenlik Yasası’na ihtiyacımız vardır.
Böyle bir yasa taslağı, çeşitli hükümetler döneminde hazırlanmış, 1998 yılından 2008 yılına kadar, yani tam 10 sene Ulusal Biyogüvenlik Komitesi toplantıları yapılmıştır. Bu zaman zarfında GDO’ların serbest dolaşımını düzenleyecek Biyogüvenlik Yasası’nın çıkartılması sürüncemede bırakıldığı gibi; yasa taslağı, toplumun mağdur olacak kesimlerini muhatap alınarak da hazırlanmamıştır.
Hükümetlerimiz Avrupa Birliği ve Amerika arasında süren GDO savaşının arasında kalmıştır. Amerika’nın GDO dayatmalarıyla ve AB’nin muhalif **** çekimser politikaları arasında bocalayan hükümetlerimiz artık halkın, bilimin ve ekolojik gerçeklerin sesine kulak vermelidir. Tüm çiftçiler, tüketiciler, çevre ve ekolojiden yana hazırlanacak bir Biyogüvenlik Yasası için “Hemen Şimdi” diyoruz.”
Türkiye’nin çeşitli kent ve kasabalarında dolaşacak olan Mısır Balonu ile GDO’ya Hayır Platformu tüm yurttaşları, tüketicileri ve tüm çiftçileri yani halkımızın tümünü, Biyogüvenlik Yasası’nın çıkarılmasına taraf olmaya çağırıyor.
Platormun kampanyada, kamuoyunun dikkatini çekmek ve hükümeti uyarmak istediği ana konu; GDO’lu ürünleri bu ülke topraklarında ve gıda olarak sofralarımızda istemediğimizi vurgulamak, GDO’lu ürünlerin ülkemize serbest giriş ve serbest dolaşımlarının, çıkarılacak Ulusal Biyogüvenlik Yasası ile kontrol edilmesini sağlamak.
kaynak (http://www.bugday.org/article.php?ID=2484)
GDO Konusunda çok taraflı ve yanıltıcı mesajlar görüyorum...bu konuda biraz bilgim var ama tartışmaya girmek istemiyorum çünkü bu tartışmaların gizli öznesi biyoteknoloji değil malesef politikadır...
Sadece bu konuyu merak edenlerin farklı bakış açılarını da değerlendirmesini tavsiye ederim.
mesela dünyadaki açlık ve kuraklıkla mücadele etmek için teknolojiden nasıl yararlanılması gerektiği gibi...
ya da globalleşen dünyada gıda ve tarım ithalatının UCUZ gıda için ne kadar hayati olduğu gibi...
Biz kapıları tüm dünyaya kapatalım kı dünyadaki en pahalı şekeri yediğimiz gibi en pahalı ekmeği de biz mi yiyelim.
Biyogüvenlik yasasından önce o kadar çok şey var kı sırada.....
Her ülke rekabetçi olabileceği alanda yatırım ve üretim yapmalı...Tüm halkların iyiliği çağımızda ancak bu şekilde sağlanabilir...Kendi kendine yeten ülke olmanın süksesinden başka bir avantajı kalmamıştır artık...
h_berder
08-05-2008, 13:22
Bilim elbette yön göstericimimiz olmalı... Ama, ne kadar biliyoruz acaba? Tarım konusunda, tıpta en bilgin kişiler gerçekte ne kadar bilmekte? Tüm insanlığa yol gösterecek kadar bilgin bir kişi ya da kişiler var mı? Ya da bildiklerinin acaba ne kadarı doğru? Örneğin biz senelerce asbestli tavalarda ekmek kızarttık. 15-20 yıl içinde yapılan araştırmalarda kansere neden olduğu belirlendi. Yıllarca öncelikle modern ve zararsız olduğu söylenen aluminyum tencerelerde pişirdik yemeklerimizi. 20-25 yıl sonra geri zekalılığa yol açtığının "bilimsel çalışmalar sonucunda" ortaya çıktığı söylendi. Şimdi de teflon hakkında aynı şeyler söylenmekte ama kolaylık nedeni ile yeni bir "buluş"a kadar kullanacağız. Başka milyarlarca insanı ilgilendiren birçok buluş var tabii. Bu kadar geniş kitleleri ilgilendiren konularda bir "bilgin" karar vermemeli doğanın geleceğine. Ama hangimiz bırakabiliriz bugün getirildiğimiz noktada arabalarımızı, elektriğimizi, bilgisayarlarımızı, poşetlerimizi,cep telefonlarımızı ki?
Arca Atay
09-05-2008, 21:57
Biyoteknoloji şirketleri,transgenik tohum üreticileri ve genelde bunları destekleyen kişi ve kurumların temcit pilavi gibi ortaya sürdükleri konu; dünyadaki açlığın ancak GDOlu ürün üretimiyle yok edileceğidir.
Dünya açlığının, üretimin azlığından değil gıdanın eşit ve adil olmayan dağılımından kaynaklandığını hala bilmeyen varmıdır?
"Açlık" ile "GDO" ilişkisini basit bir örnekle irdeleyelim;
1996 da 1,7 milyon hektar olan biyoteknolojik ürün alanı 2006 da 102 milyon hektara çıkmıştır.Yani transgenik tohumlar ticarileştirildikten sonra geçen 10 yıl zarfında üretim alanları yaklaşık 100.000.000 hektar artmıştır.
1996 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
2006 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
hani GDOlar açlığa çare idiler?
Ayrıca, biyoteknoloji şirketleri önümüzdeki bir kaç sene içinde gdo'lu ürün alanlarını 150 milyon hektara çıkarmayı hedeflemektedirler.
Sizce bu hedefe ulaştıklarında açlık yok olacakmıdır?
[QUOTE=Arca Atay;234337]
1996 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
2006 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
[QUOTE]
Bu şekilde değerlendirme yapmak ne kadar doğru? Açlık her zaman olacak...
Ama zaten tartışma biyolojik değil Politik o yüzden bu platformda anlaşmak imkansız...
YorkerJenny
18-05-2008, 22:01
GMO- GDO biyolojik silah olarak da kullanilabilir. Yillar once bir makale okumustum. Diyordu ki cok gizli calismalar var, oyle bri bomba uretmek istiyorlar ki, ornegin bir kente atacaklar, sanirim duman yayacak cevreye, diyelim ki tum fransiz geni tasiyan insanlar olecek. Ya mavi teknoloji harikasi kup seklindeki bezelyeler uretip de super diye satilirsa ve onlar aslinda ornegin turk kani tasiyan insanlar tarafinda tuketildiginde kisirlastirirsa ne olacak? Her ulkenin GMO tohumlarinin hangi ozelliklerinin tam degistirildigini analiz edecek lab ve deneyimli elemani var mi?
Hangisi daha onemli, dunyanin obur ucundaki insanlarin sagligi mi yoksa yilda birkac 10 milyar dolar daha kar mi? Para icin her gercek saklanir, her turlu rapor degistirilir. Birkac devletden buyuk dev tohum sirketi insanliga yardim ediyormus, acliga cozum ariyorlarmis? Oyleyse neden GMO sadece burada kullanilmiyor da, balkan ulkeleri gibi bazi ulkelerde kanun boslugundan istifa veya yasak olsa bile kacak olarak uretiliyor. Burada paketlenmis yiyecek cok ucuzdur. Neden soya, misir, canola, pirinc gibi urunlerin cogu GMO tohumlu. Soya sosu ve yagi almam kendimi korurum diyorsaniz, basit bir ornek, cikolatada soya lesitini kullanilir. Seker yerine misir surubu kullanilir. Kanun cikarip yasaklamak ilk adim ama yeterli degil. birkac ciftciyi kandirip da gizlice uretiyrolar. ya da para icin herseyi yapan insanlardan ciftcileri bulup da urettiriyorlar.
Burada buyuk kampanyalar var, GMO tamamen kinayan ve sadece heirloom (tarihi tohum) satan sirketler var. Bir yerde okudum eger dogru ise bri alet ile tohumun analizi yapilip tesbit edilebiliyormus, ama detayli arastirmadim konuyu.
Eger imkaniniz varsa az da olsa kendi sebzenizi ve meyvanizi kendiniz yetistirmeye calisin ve tohumlarin kaynagini iyi inceleyin.
Avrupa’nın genetik boşluğu
Avrupa Birliği’nin genetiği değiştirilmiş ürünlere yaklaşımının özeti: “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.”
27/05/08 - 18:14
Nıvart Taşçı
nivartt@gmail.com
Avrupalıların genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) gösterdiği direnç, üreticiler ve araştırmacılar üzerinde etkisini göstermeye başladı. Almanya’nın Baden-Württemberg bölgesinde bulunan Nürtingen-Geislingen Üniversitesi’nde sürdürülen GD mısır çalışmaları, ürünlerin ekili olduğu alanların aktivistlerce işgali ve halktan gelen yoğun baskı üzerine durduruldu. Yerli halkın eylemcilere yemek ve battaniye götürmesi, “Monsanto Üniversitesi” olarak adlandırılan Nürtingen-Geislingen’in rektörünü söz konusu kararı almaya mecbur etti. Çalışmaları durduran diğer üniversite ise Max Planck Bitki Üretim Araştırma Enstitüsü. Enstitüde görevli araştırmacılardan Heinz Saendler’a göre “Almanya’da sürdürülen GD tohum araştırmalarının geleceği karanlık.”
Avrupa’daki GD tarım ürünlerine ilişkin denemelerin üçte biri Almanya’da gerçekleştiriliyor. Ülkede, GD karşıtlarının çabaları etkili olsa da genel durum çok umut verici değil. Çünkü gıda devlerinin baskısı, GDO karşıtı mevcut yasaların hayata geçmesini zorlaştırıyor. Yasalar, yeni uygulamalarla deliniyor. Üreticilerin yasalar tarafından kollandığı bir sistemde sivil itaatsizliğin çok daha sıkı biçimde örgütlenmesi, ısrarcı ve uyanık olması gerekiyor.
Avrupa, GDO’yu kabulleniyor
Avrupa’nın en büyük mısır üreticisi Fransa, geçici bir süreliğine GD tohum ekimini durdurdu. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin girişimiyle çevre sorunları üzerine, 2007 Ekim’inde düzenlenen “Grenelle de L’environnement” toplantısının sonunda alınan bu şaşırtıcı kararın yanı sıra, biyoteknoloji araştırmalarına 45 milyon avro ayrılacağı açıklandı. GD karşıtı gözüken benzer durdurma talepleri İtalya, Avusturya ve Almanya’dan da geldi. Söz gelimi Avusturya hükümeti, Monsanto’nun ürettiği MON 810 GD mısırın ve Bayer’in ürettiği T25 GD mısırın ekimini yasakladı.
Aslında Avrupa, tüm dünyadaki GD ürün ekiminin çok küçük bir yüzdesini gerçekleştiriyor. ISAAA (International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology Applications) verilerine göre tarımsal ticari GD üretiminin yüzde 96’sı ABD (yüzde 59), Arjantin (yüzde 20), Kanada (yüzde 7), Brezilya (yüzde 6) ve Çin (yüzde 4) olmak üzere beş ülkede sürdürülüyor.Avrupa’daki GDO üretimi ise İspanya, Romanya, Almanya ve Fransa arasında paylaşılıyor.
Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa Besin Güvenliği Ajansı’nın (EFSA) kullandığı değerlendirme yöntemlerinin gözden geçirilmesi ve revize edilmesini talep ediyor. Araştırma enstitülerinde de benzer eğilimler var; birinci nesil GD tarım ürünler giderek rafa kaldırılıyor. Nitekim, Ulusal Fransız Tarım Araştırma Enstitüsü (INRA), ırk ve genetik çeşitliliğin korunması için, yeni nesil tohumların üretiminde kullanılan “ebeveyn tohumların işaretlenmesi” yönteminin (marker-assisted selection) uygulanacağını açıkladı. Bu örneklere bakıldığında, Avrupa Komisyonu’nun GDO’lara karşı sivil eylemleri ve tepkileri dikkate aldığı düşünülülebilir. Fakat tablonun geneline bakıldığında, durumun çok daha farklı olduğu görülüyor.
Kamuoyu araştırmaları, Avrupa’daki tüketicilerin yüzde 40’ının GD ürünlere karşı olduğunu ortaya koyuyor. Oysa dört yıl öncesinde bu oran, yüzde 70’ler civarında seyrediyordu. Görünen o ki, muhalif seslerdeki artışa rağmen Avrupalı tüketici GD ürünlerini mutfağında görmekten her geçen gün daha az rahatsız oluyor.
Peki, bu ürünlere kısıtlama getirilmesine rağmen tüketim nasıl oluyor da artıyor? Politikacılar, gerçekten de toplumsal muhalafete kulak veriyor mu?
Ekim yasak, satış serbest
Avrupa Komisyonu’nun genel temayülü birinci nesil GD ürün ekiminin engellenmesi, fakat satışının serbest bırakılması yönünde. Nitekim komisyon, Avusturya’nın GD ürünlerin ekimini durdurma kararına karşı gelmedi. Fakat aynı hükümetin satışları durdurma kararını engelledi. Benzer şekilde Avrupa Çevre Komisyonu’ndan Stavros Dimas, komisyona sunduğu son öneride dünyanın en büyük on üreticisi içinde yer alan Syngenta ve Dupont şirketlerinin ürettiği GD mısırların ekilmemesini talep etti. Fakat o da, söz konusu tohumların satışının engellenmesini istemedi.
Monsanto ve muadili gıda tekellerinin “agresif” uygulamalarından ve yarattığı mecburiyetlerden kaçınan Avrupa Komisyonu aslında, yeni nesil GD tohumlara yatırım yapan Avrupalı tohum şirketlerine yer açmaya çalışıyor. Zombi tohumlar (filizlenmeyi durduran ve belirli koşullarda harekete geçiren bir gene sahip tohumlar) veya Exorcist teknolojisiyle (tohumun çiçeklenme aşamasından evvel eklenen gen geri çıkarılabiliyor, böylece besin haline gelen tohum ‘GD değildir’ şeklinde etiketlenebiliyor) üretilen tohumların çevreyle uyumlu olduğu ve doğal tohumlarla birlikte ekilebileceği ileri sürülüyor.
“Tüketici, ne yediğini bilmese de olur”
İthalatına izin verilen GD ürünlerin başında hayvan yemi olarak kullanılan tohumlar (nasıl olsa tohumu yiyen hayvanın tüketicisine bundan bahsetmek gerekmiyor) ve endüstriyel amaçlara (biyoyakıt gibi) hizmet eden tohumlar geliyor.
Tüketicinin reddettiği ürün yelpazesinin neyle dolduralacağı meselesine gelince… Gen ekleme-çıkarma yöntemlerinin dışında kalan, aslında DNA’ya müdahale anlamına gelen, fakat “geleneksel bitki üretim yöntemleri” kategorisinden her ne hikmetse çıkartılmamış olan birçok yeni biyotenoloji yöntemi mevcut. (Mutagenez ve füzyon, bu yöntemlerden sadece ikisi.) Denetim zorunluluğu, ticaret, ekim ve etiketlemede özel şartlar gerektirmeyen bu yöntemler, GDO’lara ilişkin tanımlamalardan sıyırdığı için GDO’dan kaçınan tüketicinin midesine rahatlıkla indirilebiliyor.
Uluslararası şirketler, tüketicinin mutfağına, yerel üretici için sağlanan haklardan faydalanarak giriyor. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz, tohumların genleriyle oynanmasına imkan veren tekniklerle yetiştirilen tarım ürünleri, PBR (Bitki Üreticileri Hakları) yasasına göre geleneksel üretimle aynı keyfeye konuyor.
Gelgelelim, PBR mevzuatına dahil olmak, büyük üreticilerin çok önemli bir eşiği daha aşmasına olanak veriyor. Mevcut patent yasası, tüketicinin, bitkinin üretiminde kullanılan yöntemden haberdar edilmesini zorunlu kılıyor. Oysa PBR kapsamında üretim yapan yerel üreticiler, bu zorunluluktan muaf tutuluyor. Uluslararası şirketlerin PBR’ye dahil olması, onları, tüketiciye açıklama yapma zorunluluğundan da kurtarıyor. Üretim yöntemi veya kullanılan varyetenin nereden geldiği gibi bilgileri vermek durumunda kalmıyor.
Şirketlerin niyeti başka
Avrupa kamuoyunun GD ürünlere karşı gösterdiği muhalefet, işin sanayi boyutunu da yansıtmıyor. Dünyanın en büyük altı tohum firmasından dördü Avrupa menşeili. İsviçreli Syngenta ve Alman kökenli Bayer CropSciences’ın GD sanayindeki varlığı, GD tohum piyasasına hükmeden ABD’li Monsanto ve DuPont kadar eskiye dayanıyor. Amerika’nın yeni rakipleri olarak ortaya çıkan ve GD piyasasının genişlemesi için lobi faaliyetlerini aralıksız sürdüren bu şirketlere çok yakında Fransız Vilmorin ve Alman KWS de eklenecek. Birinci nesil GD tohumların rafa kaldırılmasını fırsat bilerek GD piyasasına yeni ürün ve teknolojilerle girmeye hazırlanan bu şirketlerden Vilmorin, Türkiye’yi özellikle ilgilendiriyor.
Gıda devi Limagrain Group tarafından kontrol edilen Vilmorin, GD araştırmalarını, maliyetin daha düşük, düzenlemelerin daha gevşek ve muhalefetin daha az olduğu Kuzey Amerika ve İsrail’de gerçekleştiriyor. İsrail’de Sanayi Bakanlığı tarafından desteklenen GD araştırma projelerinde Vilmorin’e aracılık eden kuruluş, ortaklık kurduğu Hazera Genetics adında bir biyoteknoloji firması.
Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bölüme gelince:
Hazera’nın Türkiye temsilcisi Hazera Tohumculuk bu günlerde Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile ortaklaşa bir proje düzenliyor. Hazera Trophy başlığını taşıyan projede, Türkiye’deki tüm ziraat fakültesi öğrencilerine ellerindeki yerel tohumları, her türlü bilgiyi içeren bir rapor eşliğinde kendileriyle paylaşmaları çağrısı yapılıyor.
Karşılığında verilecek bilgisayarlardan, beş yıldızlı otel tatillerinden bahsedilmiş fakat bu tohumların ne amaçla, sebze tohumunda 345 milyon avro satış ciroyla dünya ikincisi Vilmorin’e teslim edildiği belirtilmiş değil. Oysa tahmin etmek de çok güç değil…
www.medyakronik.com (http://www.medyakronik.com/haber/704/)
Emine Aktaş
27-06-2008, 11:52
Genetiği değiştirilmiş ürünler ,gerçekten tüyler ürpertici bir konu.Doğal algıladığımız ürünlerin içine bile sızabilen korkunç bir sorun.Bu konu hakkında birikimlerini paylaşmak isteyenleri dikkatle takip edeceğiz.
Buyrun GDO...
Bu yolla çok kolay antipsikotik etkiler yaratacaklar ürünler yapıldı bile.
Şeker hastaları için araştırmalar vardı. Çoğu bu anlamda bilgilinderilmedi. Hybrid domates denip korkunun kaynağı da bu.
Alzheimer'a karşı büyük umut
Alzheimer'a karşı büyük umut
Bilim adamları, domatesi Alzheimer hastalığına karşı aşı olarak kullanmayı planlıyor.
İngiliz Daily Mail gazetesinin internet sitesindeki habere göre, hastalığı önlemek için bağışıklık sistemini güçlendirecek "yenebilen" bir aşı üretilmek üzere domates genetik değişikliğe uğratıldı.
Aşı, beyin hücreleri arasındaki hayati bağlantıları tahrip eden zehirli "beta amiloid" proteininin hedef alınmasını sağlıyor. Bu proteinin güçlenmesini engellemenin, hastalığı önleyebileceği veya geciktirebileceği belirtiliyor.
Bilim adamları, aşıyı geliştirmek için "beta amiloid" proteinin ardındaki geni domatesin genetik koduyla birleştirdi. Böylece ortaya çıkan domates üç hafta boyunca haftada bir kez olmak üzere farelere yedirildi.
Farelerden alınan kan örneklerine bakıldığında, domatesin bağışıklık sistemini, hastalıkla savaşacak antikorları açığa çıkaracak şekilde harekete geçirdiği görüldü.
Kore Biyobilim ve Biyolteknoloji Araştırma Enstitüsünden bilim adamları, bu çalışmanın ardından, bağışıklık sisteminin verdiği cevabı daha fazla güçlendirmek için aşının etkisini artırmaya çalışacak.
Domatesin bir aşı olarak hayli kullanışlı olduğunu, çünkü sevilen bir sebze olduğunu belirten bilim adamları, bununla birlikte domates pişirilirse aşı etkisinin ortadan kalkacağını belirtti.
Alzheimer Derneğinden Prof. Clive Ballard, bu araştırmanın bitkilerden aşı elde etmenin mümkün olduğunu gösterdiğini söyledi.
Mevcut ilaçlar hastalığı tamamıyla iyileştiremiyor, sadece ilerlemesini yavaşlatıyor.
Kaynak (http://www.hurriyet.com.tr/saglik/9405068.asp?gid=229&sz=33021)
Değerli abilerim ,ablalarım ve arkadaşlarım GDO hakkındaki yorumların çoğunu okudum bu yorumlardan anladığım şu ki bir çok olumlu olumsuz bilgi mevcut ama şu varki transgenik organizmalara kesin bir ön yargıya varmak bana göre yanlıştır.Açık konuşmak gerekirse biyoteknoloji dersini almadan ve bu konu üzerinde birçok araştırma yapmadan önce bende şiddetle karşıydım.Transgenik organizmalar kafamı çok kurcalamıştı hatta bir çok derste arkadaşlarla bu konu hakkında değerli hocamız Kamil HALİLOĞLU'yla tartışmaya girerdik.Bende kendi çapımda GDO'lar üzerinde bi araştırma yaparak bir makale yazmaya karar verdim ,makaleye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.Saygılarımla;
http://www.genbilim.com/content/view/4158/32/
Emine Aktaş
14-09-2008, 23:03
Sayın yavuzzz, çok güzel bir makale hazırlamışsınız. Benim de endişem, tıp için tedavi maksatlı veya ticaret için çevreye uyumlu olarak üretilen GDO lu ürünlerin, ilerleyen zamanda önüne geçilemez bir tehlike olasılığının olabilmesi. Yenilikler güzeldir. Fakat, avantaj ve dezavantajlarının tam olarak bilinmesi zaman içindeki gözlem ve sonuçlara göre değerlendirilebilir.
Teşekkür ederim.Emine hanım makale de okuduğunuz üzere transgenik bitkiler veya hayvanlar ,ekim alanlarının sınıra gelmiş olması,verim düşüklüğü,adaptasyon vs. gibi etkenlere çözüm olarak kullanılmaktadır.Lakin sizin de dediğiniz gibi GDO'ların gelecekte bir tehlike oluşturması olasılığı göz önüne alınmadan veya araştırılmadan kullanılması tabir-i caizse GDO'ları istenmeyen adam durumuna getirmiştir.
Durum öyle bir hale gelmiş ki örnek verecek olursam;hepimiz cep telefonlarının zararını az çok biliriz.(kalp rahatsızlığı,beyin tümörü.kas erimesi vs) Bu hastalıklar telefon kullanıcıların da ileride veya yakın zamanda oluşabilicek rahatsızlıklar.Şimdi soruyorum bu yazıyı okuyan arkadaşlarıma hanginiz cep telefonu kullanmıyorsunuz.İşte GDO'larda da buna benzer bi durum var.Bilim adamları birçok olumsuz etkilerini söylüyor ama hala dışarıdan binlerce ton GDO'lu gıda ithal edip ve ülkemizde bir o kadar da GDO'lu gıda yetiştiriyoruz ,buna muhtaç olarak.****** telefon gibi isteyerek kullanmıyoruz ama bi şekilde kullanıyoruz.
Diğer bir hususta şu ki bu benim aklımı çok karıştırır işin ahlaki boyutu.Allah'ın kusursuz yarattığı canlının genlerinde oynanması! Vejateryan bir insana içinde domuz geni bulununan domates yedirilmesi.(bu domates vardır) Dinimizde domuz etinin haram olması ve domuz geni bulunan soya,domates vs. yememiz nasıl açıklanabilir...
Emine Aktaş
17-09-2008, 14:05
Gçenlerde bir haberde dinledim. Bünyesine insan geni verilen bir inekten bahsediyordu. İneğin sütünü tıp alanında ilaç olarak kullanacaklarmış. Bence, bu iş bizim tercihimize kalmadan hayata geçiriliyor.
Ben özellikle soya ve mısır ürünlerinden uzak kalmaya çalışıyorum. Ama, öyleki soya lesitinin girmediği yer yok. Çocuğumuzun eline verdiğimiz masum bir çikolata, belki de GDO lu olabilir.
GDO, kullanılacaksa, etik olarak kullanıldığı ürünler açıklanmalı. Şifa olduğunu bilsem bile, bir hayvan üzerine **** bir bitki üzerine transfer edilen yeni ürünü kullanmak istemem.
Bu sebeple, GDO çalışmalarının, kobay hayvanlar üzerinde uzun yıllar denenmesini, piyasaya sürülmemesini istiyorum. Eğer ki, insan sağlığına zararsızdır, ruhsatı ile sürülecekse, bunun da mutlaka GDO ludur diye belirtilmesinin gerektiğini düşünüyorum.
Arca Atay
19-09-2008, 12:52
Tarım Bakanlığı bunu hep yapıyor, GDO’lardan kaçıyor
GEÇEN hafta Sabancı Üniversitesi’nde üzülerek kaçırdığım ilginç bir sempozyum düzenledi.
"3.Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu"
Sempozyumun ana konusu zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve bunlar kontrol için oluşturulan "biyogüvenlik" mekanizması.
Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, Türkiye’de resmi düzeyde bu GDO konusunda tuhaf bir tutum var.
Tarım Bakanlığı "Türkiye’de GDO içeren ürün yok" diye kestirip atıyor.
Oysa bilim adamları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyor. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe -soya, mısır, kolza ve pamukta ? GDO olduğunu neredeyse herkes biliyor ama Tarım Bakanlığı bilmemezlikten geliyor.
Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumun önemi şundan: Sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Profesör Selim Çetiner, bu yıl Avrupa Birliği’den konuyla ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den bazı çevreci örgütleri de davet etmiş.
Örneğin "GDO’lara Hayır Platformu" bunlardan biri.
Fazla tartışılmadığı için GDO meselesi bilinmiyor Türkiye’de.
Daha önce de yazmıştım.
Kişisel olarak ürünlerde gen değişimi anlamında olan GDO’lara karşıyım. Dahası organik ürün takıntılıyım.
SESSİZLİĞİN ALTINDAKİ NEDEN
Ancak dünyanın karşı karşıya olduğu açlık tehlikesini göz önüne aldığımda "tarımsal biyoteknolojinin" dolayısıyla "biyotek ürünlerin" önemli olduğunu da kabul ediyorum.
Her neyse sempozyuma dönersek, "tarımsal biyoteknoloji" her yönüyle ele alınıyor.
"Hangi ürünler GDO’lu" meselesinden "yoksul çiftçinin bu teknolojiye nasıl ayak uyduracağına" kadar sayısız konu masaya yatırılıyor.
Konunun uzmanı olan Türk ve Avrupalı yabancı bilim adamları tartışıyor.
Peki bu önemli sempozyum Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi?
Sorum Profesör Çetiner’e.
"Tarım Bakanlığı yetkililerini davet ettik ama kimse gelmedi. Daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik yine katılmamışlardı" diyor.
Tarım Bakanlığı GDO’lardan kaçıyor mu?
Biz tüketici olarak ne zaman bu konuda resmi ağızlardan doyurucu bir bilgi alacağız acaba?
Anladığım kadarıyla, Tarım Bakanlığı’nın bu konudaki sessizliğinin altında yatan neden "Biyogüvenlik Mevzuatı".
AB UYUMU NEREDE KALDI
Türkiye yaklaşık 10 yıl önce kendi ulusal "Biyogüvenlik Mevzuatı"nı çıkartmayı taahhüt ettiği halde çıkartamıyor.
Profesör Çetiner’in verdiği bilgiye göre, Türkiye yaklaşık üç yıl önce 440 bin dolara bir "biyogüvenlik kanun taslağı" oluşturmuş.
Bu güzel haber.
Kötü haber ise şu: Bu taslak ne dünya normlarına ne de AB normlarına uyuyor. Yani eldeki taslak kanuna dönüşemiyor çünkü elle tutulur yanı yok.
Peki ne olacak?
Dünya, Avrupa Birliği "tarımsal biyoteknolojiyi" tartışırken biz mevzuat yok diye bunları es mi geçeceğiz?
Böylesine önemli bir mevzuat yokluğunda tarımda AB ile uyumu nasıl sağlayacağız.?Gila Benmayor
Hürriyet (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/9934107.asp?yazarid=20&gid=61&sz=84470)
(http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=130170,10,66)
Emine Aktaş
05-10-2008, 22:10
Genetiği değiştirilmiş ürünlere vize geliyor
Pazar, 05 Ekim 2008
Genetik tarıma ve genetiği değiştirilmiş organizmaların her türlü ticaret ve tüketimine kapı aralayacak Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Başbakanlık'ta onay bekliyor. Ancak 'GDO'ya evet' diyenler bile tasarının yetersiz olduğu görüşünde
Kaynak: Genç Ziraat
denizakvaryumu
29-12-2008, 21:58
Masraflarını Avusturya Sağlık Bakanlığı ve Avusturya Sağlık ve Gıda Güvenliği Dairesi’nin karşıladığı, Viyana Veterinerlik Üniversitesi’den bilimadamlarının yaptığı araştırmada, genetiği değiştirilen mısırla 20 hafta beslenen dişi farelerde üreme sorunu görüldü.
Bilimadamlarından Jurgen Zentek, araştırmanın tek tür hayvan üzerinde yapıldığını ve sonuçlarının doğrudan insana uyarlanamayacağını belirterek, farelerden başka hayvanlarda da bu sorunlarla karşılaşılıp karşılaşılmayacağını belirlemek üzere başka araştırmaların gerekli olduğunu vurguladı.
Araştırmacıların, sonuçların yanlış yorumlanmaması için uyarı yapmalarına karşın, başta Greenpeace ve Global-2000 olmak üzere bazı çevreci örgütler genetiği değiştirilmiş “Mon810” mısırının yanı sıra tüm transgenetik ürünlerin tüm dünyada hemen ve tamamen yasaklanması çağrısında bulundu.
Araştırmanın yayımlanmasının ardından AB Sağlık Komiseri Andrula Vasiliu da Avusturyalı yetkililerden, Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) tarafından değerlendirilmek üzerine araştırmanın kendisine ulaştırılmasını istedi.
EFSA daha önce, “Mon810”un insan ve hayvan sağlığı ile çevreye herhangi bir risk teşkil etmediğini açıklamıştı.
Bir canlı türüne başka bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik yapıya müdahale edilmesi yoluyla yeni genetik özellikler kazandırılmasıyla elde edilen ürüne “transgenetik ürün” adı veriliyor.
Emine Aktaş
03-01-2009, 11:50
Mikroorganizmaların, böceklerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışlarından itibaren milyonlarca yıldır, kendi evrimsel sürecinde gelişen ve değişen genetik özelliklerine yapılan müdahaleler, çok da geniş olmayan bir yelpazede, ancak insanlığın gereksinim duyduğu en önemli ürünler üzerine yapılmaktadır. Örneğin küresel biyoteknolojik ürün alanlarının çoğunu, pestisit tolerans ve bakteri genleri aşılanmış soya, pamuk, kanola ve mısır, yani toplam 4 ana ürün işgal etmektedir.
Kullanılan tarım ilaçları, özellikle herbisitler, bu ürünlerin üretim sürecinde artmış ve artma eğilimi de devam etmektedir. Gen kaçışları ile ilaca dayanıklılık geni aşılanmış bitkiden, diğer akrabalarına bulaşma olmaktadır. Konvansiyonel ve organik tarım ürünleri bu sayede daima tehdit altındadırlar. İnsanoğlunun gıda, tekstil hammaddesi olan lif ve enerji (bioyakıt) gereksiniminin çoğunluğunu karşılayan çok az sayıdaki monokültür ürün, biyoteknolojik endüstriyel tarım adına, konvansiyonel veya organik tarım üzerindeki totaliter baskı etmenidirler. Gen kaçışları ile pestisitlere dayanıklılık genine sahip, süper yabani otlar
ortaya çıkmaktadır. GDO’lu bitkiler hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların yok edilmesi, türlerin azalması da sözkonusu olacaktır.
Pamuk kurdu ve koçan kurdu gibi böceklerin, sürekli GDO’lu pamuk, ya da mısır ürünlerinin ekildiği alanların baskısı altında, canavar böceklere dönüşmeyeceğinin, dolayısıyla mevcut tarım ilaçlarıyla mücadelenin başarısız kalmayacağının garantisini kim verebilir? Milyonlarca hektarlık tarım alanını; genetiği değiştirilmiş soya, mısır, pamuk ve kanola ile işgal eden ulusötesi biyoteknoloji şirketleri, monokültür tarımı alabildiğince yaygınlaştırarak, kendinden başka tarım sistemlerini ve ülkelerin gıda egemenliklerini hiçe saymak, ülke çiftçilerini intiharlara varan olaylarla, yıkıma sürükleyip topraklarından koparmak, ülkelerin en önemli kaynaklarından olan biyoçeşitliliklerini tehdit etmek, ekolojilerini tahrip etmek, ulusların yerel çeşitlerini ekledikleri ya da değiştirdikleri genlerle patentleyip, mülkiyetlerine geçirmek gibi olumsuz özellik ve eylemlere sahiptirler.
Bunların, ülkemiz için oluşturdukları tehdidi; dışa bağımlılığın arttırılması, tarım ve gıdanın endüstrileşmeyle şirketlere bağımlı kılınması ve bu olayların da ithal yasalarla pekiştirilmesi ile ilişkilendirmek mümkündür. Bu yönden bakıldığında ülkemizde; tarımın, toprağın, çiftçinin ve gıdanın geleceği pek de aydınlık gözükmemektedir.
Biyoteknoloji şirketlerinin sözcüleri ve taşeronları bu ürünlerin avantajlarını aşağıdaki başlıklar ile dile getirmektedirler.
Bu yalanlar ve doğruları sırasıyla söyledir;
“GDO’lar Dünyadaki Açlık için tek çözümdür” YALANI
GDO’lu ürünlerin, ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına ve GDO’lu ekim alanları 102 milyon hektara çıkmış (2006) olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları görülmüştür.
Dünyada gıda azlığı değil, adil dağıtım olmamasından kaynaklanan fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde büyük bir üretim fazlası vardır.
Dünyada yıllık olarak üretilen tahıl miktarı; Buğday: 627 milyon ton, Mısır: 721 milyon ton, Pirinç: 606 milyon ton olmak üzere Toplam: 1.954 milyon ton olarak bildirilmektedir (FAO, 2004). Dünya nüfusuna göre (6,5 - 7 milyar insan) adil bir dağılım yapılacak olsaydı, yılda kişi başına düşen tahıl miktarı 250 - 300 kg. arasında değişecekti. Balık, et, süt, yumurta gibi hayvansal ürünler ve bunlara ilaveten üretilen sebze, meyve ve baklagiller de eklendiği zaman, 850 milyon insan tarafından çekilen açlığın, üretim azlığından değil, gıdanın paylaşımındaki dengesizlik ve bölüşüm ilişkilerindeki bozukluktan kaynaklandığı açıkça görülecektir.
Biyoteknolojinin günümüzdeki tarımsal uygulamaları ne yazık ki, bilim ve gereksinimden çok, kar güdümlüdür ve tarımsal biyoteknoloji araştırmaları insanlığın ve özellikle de fakirlerin gereksinimlerinden çok zenginlerin ve tarım endüstrisi şirketlerinin isteklerini karşılamaktadır. Dünya, gıdanın eşit olmayan dağılımdan açlık çeker ve tarımsal ilaç kirliliğinden kıvranırken, çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin odaklandığı şey sadece sürüm yaygınlığı ve kardır.
“Birlikte ekilebilirlik (co-existence) mümkündür.” YALANI
Polenler doğal yayılımlarında, sınır ve mesafe tanımazlar. Dolayısıyla tozlaşma döneminde rüzgar ve böcek gibi etkenlerle taşınan polen, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir. GDO’lu bitkilerden konvansiyonel ya da organik olarak üretilen bitkilere gen bulaşması olabilmektedir. Dolayısıyla GDO’lu bitkiler ile konvansiyonel ya da organik bitkilerin birlikte ekilebilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki organik tarım kanun ve mevzuatlarında, hatta birçok ülke konvansiyonel ürün üretiminde GDO’lu tohum ya da bitki materyalinin kullanılmasını red etmektedir. GDO’lu ürünlerden gen kaçışları ile buluşmaya maruz kalan organik ürünler, organikliklerini kaybetmektedir.
“GDO’lu bitkilerden yabani akrabalarına gen kaçışı olmaz” YALANI
2005 yılı temmuz ayında İngiliz hükümeti genetiği değişmiş bir süper yabani ot “superweed” türünün varlığını duyurmuştur. İngiliz hükümetinin denetlediği, GDO’lu Yağlık Kanola denemelerinde keşfedilen “yabani ot”un, Yabani Hardal (Sinapis arvensis) ile tozlaşmadan, gen kaçışından oluştuğu tespit edilmiştir. Yağlık Kanola (Kolza) ile yabani hardalın tozlaşmasının ve gen bulaşmasının olmayacağı yönündeki bilimsel varsayımların geçersiz olduğunu ispatlayan bu olaya, İngiltere’de ilk defa rastlanmaktaydı. BAYER’in herbisit toleranslı transgenik yağlık kanoladan, yabani akrabalarına gen kaçışı, İngiliz hükümetinin Transgenik Ürünler Çiftlik Ölçekli Değerlendirme (FSEs) tarlalarındaki çalışmalarında izlenmiştir (FOE, 2005).
Araştırmacılar, yapılan GD kanola denemelerinin ertesi yılında, deneme tarlası alanında Sinapis arvensis’in genetiği değişmiş versiyonunu tespit ettiler. Bulunan bu bitki, herbisit toleranslı GD yağlık kanolasının dirençli olduğu Glufosinat amonyum (BAYER tarafından “Liberty” ticari ismiyle pazarlanmaktadır) ot ilacına dirençlilik genini taşıyordu. Bu güne kadar bilim dünyasında, yabani hardalın yağlık kolza ile tozlaşma ve döllenmesinin mümkün olamayacağı, bu durum gerçekleşse bile yeni bitkinin yaşam şansının olmayacağı yönünde tartışmalar vardı. Hatta Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency), 2000 yılı raporunda Yağlık Kolza (Brassica napus) ve Yabani Hardal (Sinapis arvensis) arasında doğal gen akışı olmadığına dair genel bir görüş birliği olduğunu belirtilmişti. Ancak bahsi geçen denemelerde keşfedilen GD Yabani hardal bitkisi, gen kaçışının varlığını ispatladığı gibi, oluşan bu yeni bitkinin (superweed) yaşam şansının olamayacağına dair savları da çürüttü. Yabani hardal tohumunun toprakta fertilitesini kaybetmeden 60 yıl kalabileceği gerçeği göz önüne alındığında, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. (FOE, 2005)
Yabani hardal İngiltere ve kıta Avrupa’sında yağlık kanola üretimi yapılan yerlerde bolca yetişmektedir ve bu bitki, kültür bitkileri için istenmeyen bir “yabani ot” niteliğindedir. Dolayısıyla yağlık kanolanın, Avrupa’da ticari anlamda üretimine izin verilmesi halinde, çok kısa süre içinde Glufosinat amonyum içerikli ot ilacına dayanıklı, yani yabani otla mücadele ilacı atıldığı halde ölmeyen, süper yabani otlar türeyecektir. Böylece çiftçiler yabani otları öldürmek için daha fazla, ya da daha kuvvetli herbisitler kullanacaklar ve ekolojik yıkımı daha da hızlandıracaklardır. Bunun canlı örneği 10 yıldır ticari yağlık kanola’nın üretildiği Kanada’da yaşanmış, 3 çeşit herbisite dayanıklılık kazanmış bir tür yabani kanola gelişmiştir. Yukarıdaki araştırma sonuçları, genetiği değiştirilmiş kanola üretiminin tarla biyoçeşitliliğini, konvansiyonel kanola yetiştirmekten çok daha fazla etkilediğini ortaya koymaktadır. (FOE, 2005)
“GDO’lu bitkilerin Biyoçeşitlilik üzerine olumsuz bir etkileri yoktur” YALANI
Ülkemizde 3.000 i endemik olmak üzere, neredeyse Avrupa kıtasına yakın bir sayıda, tesbit edilebilmiş 11.000 civarında bitki çeşidi vardır. Biyolojik çeşitlilik, ülkelerin yeraltı, yerüstü kaynakları ya da tarihsel kültürel varlıkları kadar zengin, önemli ve korunması gerekli kaynaklarıdır. GDO’lu kültür bitkilerinden yabani akrabalara gen kaçışları olduğu takdirde ki bunun olabileceği kanıtlanmıştır, ülkelerin biyolojik çeşitlilikleri çok büyük risk altına girecektir. Keza GDO’lu endüstriyel bitkilerin ekimlerinin ve yayılımlarının artmaya devam etmesi halinde ülkelerin genetik kaynakları da yavaş yavaş kaybolacak, ülkelere özgü yerel tohumlar ortadan kalkacaktır.
“GDO’lu ürünler küçük çitçiler için de iyi bir alternatiftir.” YALANI
California Üniversitesi, Çevre Bilimi Politika ve Yönetim bölümünden Miguel Altieri, 1998 yılında, yani transgenik bitkilerin küresel yayılımının daha yeni başladığı dönemde; “Sermaye yoğun bir sistem olan Biyoteknoloji, endüstriyel tarımsal üretimin geniş şirket tarlalarında toplanmasını, yoğunlaşmasını tetiklemektedir. Malın fiyatını üretkenliği arttırarak düşürmeye yönelen Biyoteknolojik tarım bununla beraber kurduğu teknolojiyle özellikle küçük ölçekli birçok çiftçiyi sektörün dışına itecektir. Biyoteknoloji, ileriki dönemde gücün sadece birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanmasını arttıracak ki bu da zaman içinde çiftçilerin bağımlılığını arttırarak onları kimyasal tohum paketlerine şişirilmiş fiyatlar ödemeye zorlayacaktır.” öngörüsünde bulunmuştu.
Altieri’nin “Tarımsal Biyoteknolojik Efsaneler” makalesinde dile getirdiği bazı somut değerlendirmeler ise şöyleydi; “Üçüncü dünya ülkeleri çiftçileri nezdinde biyoteknolojik ürünler küçük ölçekli üreticilerin ihracatını düşürecektir. Örneğin –Madagaskar’daki vanilya üreten 70.000 çiftçi Texas’da biyoteknoloji laboratuarında geliştirilen vanilya nedeniyle iflas edebilmektedir. Keza dünya şeker pazarının %10 unu elinde tutan biyoteknoloji şirketlerinin ürettiği düşük fiyatlı nişasta bazlı şekerler sayesinde, üçüncü dünya ülkelerindeki yüzbinlerce şeker pancarı üreticisi üretimin dışına çıkabilmektedir. 1998 den itibaren üçüncü dünya ülkelerindeki yaklaşık on milyon şeker üreticisi laboratuarda üretilen tatlandırıcıların dünya pazarını istila etmesiyle geçim kaynaklarını kaybetmeye başlamışlardır. Unilever’in klonlanmış hurma yağı, hurma yağı üretiminde baskın hale geldiğinde, Senegal’de yerfıstığı, Filipinler’de hindistan cevizinden yapılan yağ üretimlerine talep azalacak, dolayısıyla bunlarla geçimlerini sağlayan çiftçilerin durumu gittikçe kötüleşecektir. GDO’lu ürünlerin yaygınlaşması ile üçüncü dünya ülkelerini bekleyen tehlikeler çevresel riskler oluşturması ve kırsal kalkınma önünde bir engel oluşturması ile beraber, geleneksel tarımı ve onun yerel genetik çeşitliliğini de ölüme mahkum edecek olmasıdır.” (Altieri, M.A. l998)
Geldiğimiz gün itibariyle, tüm bu öngörülerin daha da çeşitlenerek geniş boyutlarda gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu tehlikeli gerçeklerin sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi kapsadığını hatırlatmakta fayda vardır.
“GDO’lar kontrol ve izlenebilirlik sayesinde istenmeyen ürünlere karışmaz” YALANI
Tarımsal biyoteknoloji şirketleri GDO’lu ürünlerin insan gıdası için üretilmeyen bölümünün, gıda zincirine karışmasını önleyici tedbirleri olduğunu ve bunların gıda zincirine karışmayacağını öne sürerler. Ancak gerçekte yaşanan bazı olaylar bu tezin doğru olmadığını kanıtlamıştır. Örneğin; “yemlik” olarak patent alan Starlink mısırı insanlar tarafından tüketilen hazır gıdaya bulaşmış ve raflardan toplatılmış ve bu mısır unu ürününü piyasaya süren Kraft, büyük maddi zarar görmüştür.
Keza, Bayer’in yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde de saptanmıştır. Bu durum ise, daha ticari olarak ekimi yapılmayan bir pirinç çeşidinin, nasıl konvansiyonel pirince bulaşabildiğine ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğine en somut ve güncel bir örnek oldu (GDOHP, 2006)
Eylül 2007’de Almanya’daki marketlerden alınan 33 çeşit soya ürününün, 2/3’ünde GDO izleri bulunmuştur. GDO’lu olduğu bilinmeyen, dolayısıyla da herhangi bir etiket, ya da herhangi bir uyarı bilgisi taşımayan bu ürünlerin bir kısmı bebek mamaları olup, en çok GDO çıkan ürün, bebekler için üretilen toz süt olmuştur (Focus, 2007). Bu durum GDO’lu ürünlerin, doğal ortamda organik ürünlere de bulaşabileceğinin kanıtıdır. Nitekim 2007 yılı da dahil olmak üzere, yılardır dünyanın çeşitli ülkelerindeki organik tarım ürünleri üreten çiftçilerin, GDO bulaşması nedeniyle ürünlerinin ve tarlalarının organik kapsamdan çıktığını bildiren, yüzlerce haber yayınlanmıştır. Oysa bu konunun destekçileri de, hala kanıt olamadığını savunmaktadırlar. Ülkemizde Tüketici Hakları Derneğinin çeşitli market raflarından alıp analiz ettirdiği ve GDO bulunan ürünleri ya da nişastalık veya yemlik olarak Arjantin’den ithal edilen mısırlarda GDO bulunmasını Türkiye’de yaşadığımız canlı örnekler olarak verebiliriz.
“GDO’lu ürünlerin toprak ve çevreye zararları yoktur” YALANI
Arjantin’de çoğunluğu GDO’lu olan yoğun soya ekimi, topraklardan çok fazla miktarda besin maddesinin sömürülmesine neden olmaktadır. Kesintisiz bir biçimde yapılan soya tarımı nedeniyle topraktan tahmini olarak 1 milyon ton azot ve 227 bin ton fosfor sömürülmektedir ve bunun ticari gübrelerle ikamesinin bedeli de 910 milyon dolara tekabül etmektedir. Latin Amerikadaki bazı nehir havzalarında tesbit edilen azot ve fosfor düzeyinin artışı yoğun soya tarımında kullanılan ticari gübrelerle bağlantılanmaktadır (Walter Pengue (2005), “Transgenic crops in Argentina: the ecological and social debt,” Bulletin of Science, Technology and Society 25: 314-322.)
Brezilyada soya üretiminin kısa süre içinde geniş alanlara yayılmasının ana nedenlerinden biri, soyanın azot fikse eden rizobium bakterileriyle kök nodüllerinin simbiyotik ilişkisi sayesinde ürünün gübresiz olarak üretilebileceği söylemiydi. Fakat tohum şirketleri, büyük olasılıkla, herbisit toleranslı GDO’lu soya tohumlarının rizobium bakterilerilerine toksik etki yapacağını, dolayısıyla bitkinin gereksinim duyduğu azotu kimyasal gübrelerle vermek gerektiğini söylemeyi unutmuşlardı. Toksik etkiyle azot fikse eden bakterilerinin azalışı, doğal olarak bitkiyi, dolayısıyla üreticiyi, azot için sentetik gübrelere mahkum etmiştir. (Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer , http://www.grain.org/seedling/?id=421 )
Brezilya’ da kullanılan pestisitlerin 1/4 ü (50.000 ton) soya tarımında kullanılmaktadır. Pestisit kullanımı her yıl % 22 artmaktadır. Her ne kadar biyoteknoloji şirketleri yıl içindeki ot mücadelesinde Roundup herbisitini sadece bir kez uygulamak yeterlidir diyorlarsa da araştırma sonuçları toplam uygulama adet ve miktarının arttığını göstermektedir. ABD den örnek verilecek olunursa glifosfat kullanımı 1995 de 2,850 tondan 2000 yılında 18,960 tona çıkmıştır. Arjantinde 2004 üretim sezonunda kullanılan Roundup miktarı tahmini 160 milyon litredir.
“GDO’lu ürünler organik ve konvansiyonel ürünlere göre daha verimlidirler” YALANI
GDO’lu ürünlerin konvansiyonel ürünlerden daha fazla verim verdiğine dair hiçbir bilimsel kanıt ortaya konamamıştır. GDO’lu ürünlerin daha verimli olduklarına dair söylemler günümüzde giderek azalmış, bunun yerini daha az ilaç kullanımı nedeniyle ekolojiye daha dost tarım şekli olduğu söylemi almaya başlamıştır ki bu da başka bir yalandır.
Ürün verimine bakılacak olursa Brezilyada transgenik soyanın yıllar itibariyle ortalama veriminin 230 kg. dan 260 kg/dekara yükseldiği ama konvansiyonel çeşitlerden % 6 daha az verime sahip olduğu tespit edilmiştir. Pleiotropik etki denilen yani yüksek sıcaklık nedeniyle sapların çatladığı ve su stresinin görüldüğü dönemlerde transgenik soyada konvansiyonele göre % 25 e yakın ürün kayıpları görülmüştür. Aşırı kuralık yaşanan 2004/2005 sezonunda Rio Grande do Sul bölgesinde transgenik soyada % 72 ürün kaybı olmuş ve bu da ihracatta tahmini rakamla % 95 lik bir azalmaya yol açmıştır.
(Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer ,http://www.grain.org/seedling/?id=421 )
“GDO’lu ürünlerde daha az Pestisit (tarım ilacı) kullanılmaktadır” YALANI
GDO’lu tohumların ticari olarak satışının başladığı 1996’dan itibaren ilk 3 yıl, bu ürünlerin pestisit kullanımını 13.000 tona yakın bir miktarda azalttığı saptanmıştır. Ancak son 3 yıl içinde, gen aktarımlı bitkilerin üretim alanlarındaki pestisit kullanım artışı 36.000 tondan fazladır. Bu artışın büyük bölümü, soya, pamuk gibi herbisit toleranslı (HT) ürünlerin tarımsal üretim girdilerine aittir. Hazırlanan raporlar, birçok çiftçinin gen aktarımlı bitki tarlalarına daha fazla herbisit kullanma zorunda kaldıklarını yazmaktadır. Bunun nedeni yabani otların herbisitlere karşı genetik olarak dayanıklılıklarını arttırmalarıdır. Yıllardır bilim insanlarının “herbisit toleranslı bitkilerin tarım alanlarında ekolojik değişimlere yol açacağı” konusundaki uyarılarında haklı oldukları, 2001 yılından itibaren ABD’de gözlenebilmektedir. (Ag BioTech, 2004)
2003 Kasım ayındaki bir çalışma raporunda, ABD’deki transgenik mısır, soya ve pamukta geçmiş yıllara göre daha fazla pestisit kullanıldığı bildirilmektedir. Geçtiğimiz 8 yılda, Bacillus thuringiensis (Bt)’nin kullanıldığı transgenik çeşitlerdeki, pestisit kullanımının yaklaşık 10.000 ton azaldığı, herbisitlere dayanıklı transgenik bitkilerde kullanılan ilaç miktarının da yaklaşık 35.000 ton (Türkiyenin yıllık toplam tarım ilacı kullanımından da fazla) arttığı belirlenmişti. Sonuç olarak ABD tarımında transgenik bitkilerin kullanımı sayesinde, toplam tarım ilacı harcamasının 25.000 ton arttığını söylemek mümkündür.(Ag BioTech, 2004)
2004 yılında hazırlanan başka bir raporda yine ABD’inde çiftçilerin herbisit toleranslı transgenik soya, mısır ve pamukta bunların konvansiyonel çeşitlerine göre daha fazla pestisit kullandığı da teyit edilmektedir. Transgenik ürünler ve pestisit kullanımı konusundaki 1996'dan 2004'e kadarki veriler, konvansiyonellere kıyasla, GDO’lu ürünler için 55 bin ton daha fazla pestisit kullanıldığını göstermektedir. Rapora göre pestisit kullanımındaki bu farklılık, glifosfata (glyphosate) toleranslı ekinlere uygulanan herbisitteki kullanım artışından kaynaklanmaktadır. Bu, yabani otların kullanılan herbisite bağışıklık, ya da toleranslı yabani otların ortaya çıkması nedeniyle olduğu gibi, herbisit üreticilerinin pazarlama yetenekleri, glifosfat ve diğer herbisitlerin fiyatlarındaki indirimler nedeniyle olmaktadır.(Benbrook, 2005)
Kaldı ki herbisit toleranslı bitkilerle birlikte kullanılmak zorunda olan yabani ot ilacının etkili maddesi için de birçok olumsuz yön mevcuttur. Herbisitlerin aktif maddesi olan Glifosfat'ın direkt kullanımı, ya da yüksek doz verilmesi haricinde, insan ve hayvanlara zararı olmadığı söylenmekle beraber, birçok literatürde sinir sistemi tahribatı, el yüz ayak şişmeleri ve hamilelerde düşüğe neden olabilmesi ve sperm sayısının azalmasına etkisi olabileceği bildirilmektedir. 1987 ve 1990 yıllarında iki bilim insanı İsveç'te tedavi gören Non-Hodgkin Lymphoma'li (NHL = lenf bezi kanseri) 422 hastayı inceleyerek, tarım ilaçlarıyla karşılaşıp karşılaşmadıklarını araştırmışlardır. Sonuçta Glifosfat’lı herbisit kullanan çiftçilerde, NHL olma riskini istatistiksel olarak yüksek bulmuşlardır. Dr. Lennart Hardell ve Dr. Mikael Eriksson yayınladıkları makalelerinde, başka araştırıcıların yaptığı laboratuvar ve hayvan deneylerinde de kaygı verici sonuçlar elde edildiğinden söz etmektedirler. Daha önceki çalışmalarda glifosfat’ın farede gen mutasyonlu ve kromozom anomalili lenfoma (lenf bezi kanseri) oluşturduğu rapor edilmiş, ayrıca farelerde karaciğer kanseri, losemi ve lenfoma riskini arttırdığı da bir başka araştırmada gösterilmektedir. Yine bu iki doktorun daha önceki bir araştırmalarında glyphosat'in NHL'nin nadir görülen bir çeşidi olan Hairy Cell Leukemia'nin (Tüylü Hücreli Lösemi) riskini artırdığını saptayıp, bunu makale halinde yayınlamışlardır (Hardell ve Erikson 1999).*
Arca Atay
DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi
Kaynak:
Arca Atay, Tarım Kimyasalları ve GDO Gerçeği, Tarım İlaçları Kongresi Raporu, 2005 Ankara
* GDOların sağlık riskleri ile ilgili detaylı rapor için bakınız;
“GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri” GDO’ya Hayır Platformu/ Bilim Sağlık Komitesi © 2004
denizakvaryumu
05-01-2009, 19:26
Bilindiği üzere ABD, dünyadaki GDO’lu ürünlerin en çok üretildiği ve tüketildiği ülke olup, Amerikan halkının büyük bölümü bunları tüketmek istemediklerini, satın aldıkları ürünlerin GDO’lu olup olmadığını bilme hakları olduğunu savunmaktadırlar. ABD hükümetleri ise, biyoteknoloji şirketlerinin çıkarlarına ters geleceği için etiketleme uygulamasına geçmemekte ısrar etmektedirler.
Tüketicilerin yaşamları için gereksinim duydukları besin maddelerinin sağlık ve güvenilirliklerini sorgulama haklarına, gıda egemenliklerini koruma haklarına saygı göstermeyen hükümetler karşısında, dünya ülkelerinin duyarlı sivil örgütleri bu görevi üstlenmektedirler.
ABD’deki Tüketici Örgütleri, Bilim ve Sağlık Örgütleri, Organik Çiftlikler ve Çiftçi Örgütleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları, GDO’ların sağlık, tarım ve ekolojiye olumsuz etkileri nedeniyle direnç gösterdikleri GDO’lu Gıda Ürünlerini bu tip broşürler ile teşhir etmektedirler. Teşhir edilen ürünler ve bu ürünleri üreten şirketlerin kimler olduğunu dikkatlice incelemenizi, Türkiye’de faaliyet gösteren bazı çokuluslu şirketlerin aynı ya da benzer ürünleri Türkiye’ye de soktuklarını hatırlatmak isteriz.
Genetik Mühendislik ya da Genetik Modifikasyona Uğratılmış Gıdalar, laboratuar şartlarında gıda için kullanılan bitkilerin ya da hayvanların DNA’larının içine çeşitli genlerin yapay olarak aktarılmasıyla oluşurlar. Bunun sonucunda GDO olarak adlandırdığımız Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar meydana gelir.
GDO’ların üretim aşamasında, bakteriler, virüsler, böcekler, hayvanlar ve hatta insanlardan gen aktarımı yapılmaktadır. Çoğu Amerikalı, “GDO etiketi” olduğu takdirde bu besinleri tüketmeyeceklerini söylemesine rağmen diğer endüstrileşmiş ülkelerin tersine ABD hükümetleri etiketlemeyi zorunlu kılmamıştır.
Bu GDO-suz Ürün Alışveriş Kılavuzu satın aldığınız gıdalar hakkında bilgi edinme hakkınızı hatırlatmak ve GDOlu ürünleri tanıma ve onlardan sakınma konusunda size yardımcı olmak için tasarlanmıştır.
GDO’lu ürün grupları
• Meyve ve sebzeler
• Et, balık ve yumurtalar
• Alternatif et ürünleri
• Süt ve süt ürünleri
• Alternatif süt ve süt ürünleri
• Mamalar
• Tahıllar, baklagiller ve makarnalar
• Kahvaltılık gevrekler
• Fırınlanmış gıdalar
• Dondurulmuş gıdalar
• Hazır çorba, sos ve konserveler
• Çeşniler
• Atıştırmalık gıdalar ve çerezler
• Şeker, çikolata ve tatlandırıcılar
• Sodalar, meyve suları ve diğer içecekler
GD ürünlerden kaçınmanın ipuçları:
1. Organik ürünler satın alın.
Sertifikalı organik ürünler GDO içeremezler. Yani, “%100 organik” ,“organik”, “organik içeriklidir” etiketi taşıyan bir ürün satın aldığınızda, bu ürünün GDO’lar ile üretilmiş olması yasaktır. Örneğin, “organik içeriklidir” etiketli bir ürün % 70 organik içerikli olsa dahi, %100 GDOsuz olmak zorundadır.
2. “GDOsuz” etiketi arayın.
Şirketler gönüllü olarak ürünlerini “GDOsuz” olarak etiketleyebilir. Örneğin etiketlerde “GDOsuz” ve “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Kullanılmadan Üretilmiştir”. Bazı ürünlerde ise sadece tek bir riskli içeriğin, örneğin “Soya Lesitin”in, GDOsuz olduğu belirtilir.
3. Riskli içeriklerden kaçının
Genetiği değiştirilmiş herhangi bir mahsul içeren tüm ürünlerden kaçının. Mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuk genetiği değiştirilmiş ürünlerin başında geliyor. GDO mısır, soa, kanola veya pamuk içerebilecek ürünler şunlardır:
Mısır içerikliler:
-Mısır unu, yağı, nişastası, gluteni, şurubu
-Tatlandırıcılar: fruktoz, glikoz, dekstroz
-Modifiye edilmiş gıda nişastası
Soya içerikliler:
-Soya unu, lesitini, proteini, isolat ve isoflavonu
-Bitkisel yağ ve protein
Kanola içerikliler:
-Kanola yağı
Pamuk içerikliler:
-Pamuk yağı
ABD’de, GDO’lu şeker pancarı da gıda ürünleri içinde yer almaya başlamıştır. GDO’lu şeker pancarından kaçınmak için organik ve GDOsuz şekerleri, yüzde 100 şeker kamışından elde edilen şekerleri veya organik şeker ile üretilmiş şeker ve çikolata ürünlerini tercih edin.
MEYVE VE SEBZELER
Amerika’da satılan taze meyve ve sebzelerin küçük bir kısmının genetiği değiştirilmiştir. Çekirdeksiz karpuz gibi ürünler genetiği değiştirilmiş değildir. Kabak, sarı kabak ve tatlı mısırların bazıları GDO’lu olabilir. Genetiği değiştirilmiş tek ticari meyve Hawaii’den gelen Papayadır- Hawaii’den gelen papayaların neredeyse yarısı GDOludur.
ET, BALIK VE YUMURTALAR
Henüz genetiği değiştirilmiş balık, kümes hayvanı veya çiftlik hayvanı satışa sunulmamıştır. Fakat, tahıl gibi GDOlu ürünlerle beslenen hayvanlardan üretilen pek çok organik olmayan ürün vardır. %100 ot/ çimenle beslenen hayvanları ve çiftlik balığı yerine açık deniz balıklarını tercih edin.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ:
Bazı ABD’li süt ürünleri çiftlik sahipleri ineklerine süt üretimini arttırmak için genetiği değiştirilmiş hormon rbGH( rbST olarak ta bilinir) enjekte eder. “rbGH/rbSTsiz inek” etiketli ürünleri satın alın. Pek çok alternatif süt ve süt ürünleri soya fasulyesinden üretilir ve GD maddeler içerebilir.
MAMALAR
Çoğu mamanın ana maddesi süt ya da soya proteinidir. Genelde bu ürünlerin içindeki gizli ürünler rbGH enjekte edilmiş ineklerden elde edilen süt veya soyadır. Aynı zamanda bazı markalar GDOlu mısır şurubu, mısır şurubu veya soya lesitini de kullanırlar.
GDOsuz ürünler
Baby’s Only (certified organic products)
Earth’s Best
Gerber products
HAPPYBABY
Organic Baby
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Beech-Nut
Enfamil
Good Start
Nestlé
Similac/Isomil
TAHIL, BAKLAGİL VE MAKARNALAR
Mısır dışında gıda marketinde GDOlu tahıl ürünleri bulunmaz. %100 buğdaydan üretilmiş makarna, kuskus, pirinç, arpa, yulaf,sorgum ve soya hariç kuru baklagilleri tercih edin.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Betty Crocker meals (General Mills)
Knorr (Unilever)
Kraft Macaroni & Cheese meals
Lipton meal packets (Unilever)
Near East (Quaker)
Pasta Roni and Rice-A-Roni meals (Quaker)
KAHVALTILIK GEVREKLER
Genellikle mısır ve soyadan üretildikleri için, kahvaltılık gevrek ve barların GDOlu ürün içerme ihtimali yüksektir.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
General Mills
Kellogg
Post (Kraft)
Quaker
FIRINLANMIŞ GIDALAR
Buğday unu, pirinç, yulaf gibi fırınlanmış ürünlerin genetiği modifiye edilmese de, çoğu paketlenmiş ekmek ve hamur işi gıdalar mısır şurubu gibi GDOlu maddeler içerir.
DONDURULMUŞ GIDALAR
Çoğu dondurulmuş gıda üretim aşamasında çok sayıda işleme uğrar. Mısır, soya, kanola ve pamuğa dikkat edin. GDOsuz etiketi taşımadığı sürece bu gıdalardan herhangi birini içeren dondurulmuş gıdalardan uzak durun.
ÇORBALAR, SOSLAR VE KONSERVELER
Çoğu çorba ve sos pek çok işlemden geçer; alışveriş sırasında içindekiler listesini dikkatlice inceleyin.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Bertolli (Unilever)
Chi-Chi’s (Hormel)
Classico (Heinz)
Del Monte
Healthy Choice (ConAgra)
Hunt’s (ConAgra)
Old El Paso (General Mills)
Pace (Campbell’s)
Prego (Campbell’s)
Ragu (Unilever)
SALATA SOSLARI, YAĞ ve ÇEŞNİLER
Etikette açıklanmadığı taktirde mısır, soya yağı, pamuk tohumu ve kanola yağı büyük ihtimalle GDO içerir. Saf zeytin, hindistancevizi, susam, ayçiçeği, badem, üzümçekirdeği ve yer fıstığı yağı tercih edin. Mısır şurubu ile üretilmiş reçel, tatlı ve diğer ürünlerden uzak durun.
GDOlu Olma İhtimali Olan Ürünler
Crisco (Smucker’s)
Del Monte
Heinz
Hellman’s (Unilever)
Kraft condiments and dressings
Mazola
Pam (ConAgra)
Peter Pan (ConAgra)
Skippy (Unilever)
Smucker’s
Wesson (ConAgra)
Wish-Bone (Unilever)
ATIŞTIRMALIK YİYECEKLER
Buğday, pirinç ve yulaflı, ayçiçek yağı içeren atıştırmalıkları tercih edin. Genetiği değiştirilmiş patlamış mısır bulunmamaktadır.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
FritoLay (Lay’s, Ruffles, Doritos, Cheetos, Tostitos)
Hostess Products (Interstate Brands)
Keebler (Kellogg’s)
Kraft (Nabisco, Nilla Wafers, Oreos, Ritz, Nutter Butter, Honey Maid, SnackWells, Teddy Grahams, Wheat Thins, Triscuit)
Pepperidge Farm (Campbell’s)
Pringles
Quaker Oats Company
Balance Bar
Nature Valley snack bars and granola bars (General Mills)
Nabisco Bars (Kraft)
PowerBar (Nestle)
Quaker Granola Bars
ŞEKER, ÇİKOLATA VE TATLANDIRICILAR
Çoğu tatlandırıcı, ve tatlandırıcı ile hazırlanan şeker ve çikolatalar GDO içerir. Yüzde 100 kamış şekeri, konsantre kamış suyu veya organik şeker içeren GDOsuz tatlandırıcıları, şeker ve çikolataları tercih edin, GDOlu şeker pancarı şekerinden kaçının. Çikolatadaki soya lesitin’e ve şekerdeki mısır şurubuna dikkat edin.
Tatlandırıcılardan aspartam GD mikroorganizmalardan üretilir. Aynı zamanda NutraSweet® ve Equal® olarak da bilinir ve alkolsüz içecekler, şeker, sakız, tatlılar, yoğurt, vitamin ile şekersiz öksürük bonbonları gibi eczane ürünleri de dahil olmak üzere 6,000den fazla gıda maddesinde bulunur.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Hershey’s
Nestlé (Crunch, Kit Kat, Smarties)
Toblerone (Kraft)
SODALAR, MEYVE SULARI VE DİĞER İÇECEKLER
Çoğu meyve suyu GDO’suz meyveden üretilse de mısır bazlı tatlandırıcıların büyük kısmı (mesela yüksek fruktozlu mısır şurubu) GDO içerir. Gazlı içeceklerin çoğu su ve mısır şurubundan üretilir. Yüzde 100 meyve sularını tercih edin.
GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Coca-Cola (Fruitopia, Minute Maid, Hi-C, NESTEA)
Hansen Beverage Company
Hawaiian Punch (Procter and Gamble)
Kraft (Country Time, Kool-Aid,Crystal Light, Capri Sun, Tang)
Libby’s (Nestlé)
Ocean Spray
Pepsi (Tropicana, Frappuccino,Gatorade, SoBe, Dole)
Sunny Delight (Procter and Gamble)
GİZLİ GD İÇERİKLERİ
İşlenmiş ürünler “organik” ya da “GDOsuz” ilan edilmedikleri sürece çoğunlukla gizli GDO barındırırlar. Aşağıdaki içerikler GDOlar ile üretilmiş olabilir.
Aspartam
B12 Vitamini
Bitkisel katı yağ (margarin)
Bitkisel sıvı yağ
C vitamini (Askorbik asit)
Dekstrin
Dekstroz
Diasetil
İnvert şeker
İsoflovon
Kabartma tozu
Karamel
Digliserit
E vitamini
Fenilalanin
Gliserid
Gliserin
Glisin
Glukoz
Glutamat
Glutamik asit
Gluten
Hemi selüloz
İnositol
Laktik asit
Lesitin
Lisin
Gliserol
Maltodekstrin
Maltoz
Mannitol
Mısır gluteni
Mısır nişastası
Mısır şurubu
Mısır yağı
Modifiye nişasta
Monosodyum glutamat
Nişasta
Oleik asit
Selüloz
Sıvı ya da kristalize fruktoz
Siklodekstrin
Sistein
Sitrik asit
Sorbitol
Soya lesitini
Soya proteini
Soya unu
Stearik asit
Tofu
Trigliserit
Bu klavuz, genetik testlere değil şirketlerin demeç ve bilgilerine dayanır.
“GDOsuz” etiketli ürünler üretim aşaması süresince GDOlu ürün kullanılmadığı anlamına gelse de, GDO doğal yollarla; polen yolu ile, rüzgar ve böcekler ile, tohum bozulması yolu ile ya da insan hatalarıyla yayılabilir.
Yani ürünlerin %100 GDOsuz olma garantisi yoktur.
GDOlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Feffrey M. Smith’in “Genetic Roulette: The Documented Health Risks of Genetically Engineered Foods” ya da Andrew Kimbrell’in “Your Right to Know: Genetic Engineering and the Secret Changes in Your Food” isimli .kitaplarından faydalanabilirsiniz.
Ayrıca;
www.centerforfoodsafety.org ve www.HealthierEating.org.
adreslerinden de GDO hakkında bilgi edinebilirsiniz.
Bu metin, Center for Food Safety and Institute for Responsible Technology tarafından “NON-GMO SHOPPING GUIDE- How to avoid foods made with genetically modified organisms (GMOs)” ismiyle ABD vatandaşları için hazırlanmış broşürün Türkçeye çevrilmiş şeklidir.
Çeviri: Dünya Atay, GDO'ya HAYIR PLATFORMU
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=104435
Emine Aktaş
05-01-2009, 19:43
Teşekkürler Denizakvaryumu. Bu tür bilgileri evimizin bir köşesine asmamız gerekiyor. Aslında ülkemizde ciddi bir gıda terörü yaşanmakta, fakat olayın ciddiyeti maalesef gerçek anlamda bilinmiyor.
Emine Aktaş
18-03-2009, 21:55
Amerika ise geçen hafta domateste bulunan bir bakteri yüzünden 200`ü aşkın kişinin hastaneye kaldırılmasının şokunu yaşıyor.
Bu gelişmeler `ne kadar sağlıklı meyve sebze tüketiyoruz?` tartışmalarını yeniden gündeme getirirken, uzmanlar tarım ürünlerinde çok önemli bir konunun göz ardı edildiğine dikkat çekiyor. Genetiğiyle oynanmış ürünlerin ne denetimi yapılıyor ne de yeterince inceleneceği laboratuvarlar bulunuyor. Daha büyük, daha dayanıklı ve istenilen özelliklere sahip tarım ürünü elde etmek için bitki genetiğine yapılan müdahaleler uzun vadede insan sağlığını tehdit ediyor. Kanser, alerji, antibiyotiğe dayanıklılık, bebeklerde cinsiyet sorunları gibi menfi sonuçlara yol açtığı öne sürülen bu tür gıdaların üretimi her geçen gün yaygınlaşıyor. Bütün dünyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar`a (GDO) yönelik tedbirler alınırken, Türkiye`de bu konu tartışılmıyor. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, patates tohumunun bile ithal edildiğine dikkat çekiyor, başta İsrail olmak üzere yurtdışından gelen tohumların gümrüklerden çok rahat geçtiğini, genetikleriyle oynanıp oynanmadığının bilinmediğini vurguluyor. TÜBİTAK Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden genetik mühendisi Emrullah Gökhan da, tohum sektöründeki dışa bağımlılığa işaret ederken, Türkiye`de 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğu bilgisini veriyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek ise gümrüklerdeki denetimsizlikten yakınıyor ve analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamadığının altını çiziyor.
1970`lerde başlayan, 80`lerden itibaren hızlanan bitki biyoteknolojisinde genetiği değiştirilmiş ilk ürün 1996`da Amerika`da üretildi. `FlavrSavr` adı verilen domates, diğerlerine göre daha uzun raf ömrüne kavuşturuldu. Domatesi, gen aktarılmış mısır, pamuk, kolza ve patates takip etti. Modern biyoteknolojik yöntemler kullanılarak geliştirilmiş `transgenik` ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007 yılı sonu itibarıyla 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere Çin, Hindistan, Avustralya ve İspanya gibi toplam 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor.
Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, Türkiye`de biyoteknolojinin gelişmesi için temel bilim alanlarına gerekli önemin verilmemesinden şikayetçi. Bu durum, genetik konusunda yetişmiş eleman sayısının düşük kalmasına ve dolayısıyla kapsamlı araştırmaları yürütebilecek araştırma birimlerinin oluşturulmasına engel oluyor. En önemli sorun, belirli düzeyde bilgi birikimine ve tecrübeye sahip araştırmacıları bir araya getirerek `uzmanlık merkezleri` kurmak yerine, tek tek laboratuvarların oluşturulması. Türkiye`de bitki doku kültürü yatırımları 1974 yılında başlamış. Halen hemen hemen tüm ziraat fakültelerinde ve Tarım Bakanlığı araştırma enstitülerinde birer doku kültürü laboratuvarı bulunuyor. Ancak, Türkiye, son derece basit bir teknoloji gerektiren patates tohumluğu ihtiyacını bile, her yıl milyonlarca dolar ödeyerek yurtdışından karşılamak mecburiyetinde kalıyor. Bu ve benzeri çarpıklıkların yaşanmaması için öncelikle yapılması gereken, Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir biyogüvenlik mevzuatı çıkarmak. Ardından tarımsal biyoteknoloji ürünlerinin bu mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesini sağlamak. Prof. Dr. Çetiner`in üzerinde durduğu hususlardan biri de, Tarım Bakanlığı`nın hazırladığı Ulusal Biyogüvenlik Kanunu taslağının, Ulusal Biyogüvenlik Kurumu adı altında RTÜK gibi yeni bir bürokratik yapıyı öngörmesi. Oysa, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO)`ın bilimsel esaslara dayalı olarak risk değerlendirmelerinin yapılması gerekiyor.
`Tartışmalar bilimsel zeminde değil`
Diğer yandan Tarım Bakanlığı`nın 5553 sayılı yasayla verilmiş görevlerinin önemli bir kısmının, kurulması öngörülen Ulusal Biyogüvenlik Kurumu`na devredilmesi, üreticileri (çiftçileri) ve tüketicileri doğrudan ilgilendiren konularda Tarım Bakanlığı`nı devre dışı bırakıyor. Çeşitli kesimler tarafından dile getirilen GDO`ları tespit edecek laboratuvarların bulunmadığına ilişkin görüşlere ise Prof. Dr. Çetiner katılmıyor. Çetiner, sağlık alanında biyoteknolojik teknikler kullanılması gündeme gelmezken, genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda ise bilimsel tartışmalar yerine ideolojik, duygusal, kişisel ve ekonomik tercihlerin ağırlıklı olduğu görüşünde. `GDO`ya Hayır Platformu`nun iddialarına dayanarak basında yer alan haberlerin aksine Çetiner, Türkiye`de transgenik ürünlerin özellikle de transgenik mısırın ekimi yapılmadığının, TÜBİTAK tarafından desteklenen, en hassas analiz yöntemleri kullanılarak geçen yıl tamamlanan araştırma projesi ile kanıtlandığı bilgisini veriyor.
TÜBİTAK bünyesinde oluşturulan Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden Genetik Mühendisi Emrullah Gökhan ise tohum sektöründeki dışa bağımlılığa dikkat çekiyor: "Türkiye, dünya tohumluk endüstrisindeki gelişmelere paralel olarak Ar-Ge faaliyetlerini yeterince gerçekleştiremediği için çokuluslu tohumculuk şirketleriyle rekabet edebilecek durumda olmadığı gibi, tohumluk ithalatı yapan bir ülke durumuna geldi." 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğuna dikkat çeken Gökhan`a göre, ülke politikası olarak özel sektörün desteklenmesi ve ülke gen kaynaklarının korunarak Türkiye`ye ait patentli ürünlerin geliştirilip üretilmesine destek verilmesi gerekiyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek, "Ülkemizde her ne kadar `genetiği geğiştirilmiş organizmalar`ı ihtiva eden gen kaynağı kullanımı yasak olsa da gümrüklerde yeterli denetim mümkün olmamakta, analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamamaktadır." diyor.
AB`de her ürün için tek tek izin alınıyor
Genetiği bozulmuş ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007`de 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor. AB ise bu tür ürünlerle ilgili önemli sınırlamalar getiriyor. Ticarî maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak zorunda. İzinli ürün- ler 2003`ten beri tek bir katalogda toplanıyor. Üye devletlerin bunlara karşı korunma hakkı var.
Avrupa Birliği`nde izin şartı var
Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) hakkındaki Avrupa Birliği mevzuatı 90`lı yılların başlarından beri yürürlükte. Bu düzenlemenin iki ana amacı bulunuyor: Sağlık ve çevrenin korunması ve güvenli, sağlıklı genetiği değiştirilmiş ürünlerin AB`de serbest dolaşımının temin edilmesi. AB`deki yönetmeliklere göre ticari maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak mecburiyetinde. Diğer taraftan üye devletlerin bu ürünlere karşı korunma hakkı var. Örneğin Ağustos 2000`de İtalya, dört genetiğiyle oynanmış mısır çeşidine yasaklama getirmişti. Ancak ilgili komisyonun incelemesinde mısırların insan sağlığını tehlikeye atmadığı sonucuna varılmış ve yasak kaldırılmıştı. Polonya da, ortak tarımsal bitki çeşitleri kataloğuna Eylül 2004`te kaydedilen 17 adet MON 810 mısır çeşidi tohumlarının kullanımını yasaklamasına izin verilmesi için müracaat etti. Komisyonun konu hakkındaki incelemesi devam ediyor. Öte yandan, `genetiği değiştirilmiş organizmalar`la elde edilmiş birçok ürün Avrupa Birliği`nde kanuni olarak pazarlanabiliyor. 2003`ten itibaren izin verilenler tek bir katalogda toplandı. AB`de üzerinde durulan en önemli nokta ise bir ürünün GDO`lu olup olmadığına ilişkin bilginin mutlaka etikette yer alması.
Pirince vitamin takviyesi yapıldı
Dünyada halen ticari olarak üretimi yapılan transgenik ürünlere aktarılmış özellikler incelendiğinde, bunların daha çok girdiye yönelik, yani doğrudan çiftçiyi ilgilendiren böceklere, herbisitlere ve virüslere dayanıklılık gibi özellikler olduğu görülüyor. Diğer taraftan Güneydoğu Asya`da yeterli A vitamini alamayan 170 milyon kadar kadın ve çocuğa yönelik olarak da `altın pirinç` olarak adlandırılan beta karoten/A vitamini içeriği yükseltilmiş çeltik üretildi. Bt patates ise çevrecilerin tepkisinden çekinen büyük `fast food` gıda zincirlerinin talep etmemeleri sebebiyle yeterli ekim alanı bulamadı. Herbisitlere dayanıklı transgenik buğday çeşidi de gerek çevrecilerin tepkisi gerekse bu ürünü geliştiren çokuluslu şirketin pazarlama kaygıları sebebiyle henüz ticarileşemedi.
`Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün geleceği tehdit altında`
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili makalesinde muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzda çalışmaların sürdüğünü belirtiyor. Bu mahsuller üzerindeki çalışmaların Türkiye`ye girmesi durumunda üreme yeteneği alınmış tohumlarla her yıl milyonlarca dolarlık tohumun yeniden satın alınmak zorunda kalınacağını vurguluyor. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin 1998`den bu yana hiçbir denetime tabi olmadığını vurgulayan Günaydın, gümrüklerde ayrım yapacak laboratuvar altyapısının bulunmadığını dile getiriyor. Doğrudan tüketilmese de genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, mamalar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk risk taşıyor. Bir başka olumsuz etki ise sadece Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün azalma ihtimali. Gökhan Günaydın, bu alanda Türkiye`nin kendi araştırmalarını yapması gerektiğini ifade ediyor.
ABDULHAMİT YILDIZ- ZAMAN
Emine Aktaş
31-03-2009, 13:31
GDO'ların Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasına karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasın karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. Çünkü yurtdışından gelen hammaddeler ve işlenmiş gıdalar bakanlığın açıklamasına göre mevzuat eksikliği nedeniyle denetlenmiyor ve bu nedenle GDO'ların Türkiye'ye girip girmediği resmi olarak bilinmiyor. Ama GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı.
GDO'ya Hayır Platformu bileşenlerden Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin Başkanı Ahmet Atalık, GDO'lu ürünlere karşı tüketicilere bezdirme politikası uygulama çağrısı yaptı.
Tüketicilerin, içinde özellikle mısır ve soya olan, şüphelendikleri gıda maddelerini tarım il müdürlüklerine götürmelerini isteyen Atalık, "Ben ne yediğimi bilmek istiyorum, içinde GDO var mı yok mu bilmek istiyorum diyerek analiz yapılmasını istesinler. Tarım il müdürlükleri bu analizi yaptırmak zorunda. Tarım il müdürlüklerinde bu ürünler yığılmaya başladığında halkımız bize de yardımcı olur. GDO'lar suçsuzlukları ispat edilene kadar suçludurlar. Suçsuzlukları ispat edilene kadar hayatımızdan uzak tutmalıyız" dedi.
Atalık, platform olarak yakında "Ulusal Biyogüvenlik Yasamızı İstiyoruz" kampanyası başlatacaklarını da söyledi.
Atalık, GDO'lu tohumların ve işlenmiş ürünlerin, patent hakkını almadan çok ucuz fiyata piyasaya girerek çiftçilere cazip bir alternatif oluşturduğuna dikkat çekerek çiftçilerin de para kazanacağı mekanizmayı tercih ettiğini belirtti. Atalık, üreticilerin; Dünya Bankası ve IMF'ye borcu olan çiftçinin geçimini sağlayamadığı, Türkiye gibi 3. dünya ülkelerinde bu yöntemi uygulayarak çok rahat GDO'lu tohum satabildiğine vurgu yaptı.
Zirai madde kalıntısı nedeniyle ihraç ettiğimiz birçok ürünün ya imha edildiğini ya da geri gönderildiğini ifade eden Atalık, "Sıkı bir denetim olsa bunlar yaşanmaz. Zirai madde kalıntılı bir ürün nasıl yurtdışına çıkabiliyorsa GDO'lu tohumlar da aynı şekilde ülkemize giriyor" diye konuştu.
Tarım Bakanlığı'nın genelgesine göre GDO'lu tohumla üretimin yasak olduğuna dikkat çeken Atalık, Tarım Bakanları Sami Güçlü ve Mehdi Eker'e konuyla ilgili 9 ayrı soru önergesi verildiğini ve her defasında "Bunları düzenleyen bir mevzuat olmadığından bu ürünleri analiz etmeye gerek duymuyoruz" yanıtının alındığını belirtti.
Dışarıdan gelen tüm ürünlerin denetlenmeden halkın tüketimine sunulmasını eleştiren Atalık şu bilgileri verdi:
"Geçen yıl ABD'den sonra en geniş GDO'lu ekim alanlarına sahip Arjantin'den 110 bin ton mısır ithal edildi. Platform olarak o mısırlardan numune alarak analiz ettirdik ve ürünler GDO'lu çıktı. Bakanlık mevzuat olmadığı için denetim yapılmadını söylüyor. Ama Türkiye Cartagena Biyogüvenlik Sözleşmesi'ne üye. Uluslararası sözleşmeler, anayasaya göre kanun hükmündedir ve en kısa sürede iç düzenlemelerin o yasaya uygun hale getirilmesi gerekir. Bunu yapmıyorsanız da sözleşme sizi bağlar. Mevzuat yok diye bu ürünlerin ülkeye girişi meşru değildir."
Yasa tasarısı ortadan kayboldu
2005'te TBMM gündemine gelen Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın şu an adının bile anılmadığını dile getiren Atalık şöyle devam etti:
"2005'te GDO'ya Hayır Platformu, yasadaki sakıncalı birçok hükümden dolayı 100 bin imza toplayarak o şekilde çıkmaması yönünde çaba gösterdi. Yaklaşık 16 ilde 'canavar domates' kampanyası düzenlendi. Bunun sonucunda 100 bin imza 2005'in Şubat ayında TBMM'ye sunuldu. Meclis Dilekçe Komisyonu başkanı bu işi ciddiye alacağını basına açıkladı. Meclis'teki ziraat mühendisi ve veteriner milletvekilleri ile tarım komisyonu üyelerine 2 kez bilgilendirme toplantısı yapıldı. Sonuçta, 'Bu ürünlerin riskleri çok yüksek, tasarıyı revize edilmesi için Tarım Bakanlığı'na geri gönderiyoruz' denildi. Fakat o gün bugündür taslak kayıp, bakanlığın web sitesinden bile kaldırılmış. Tasarıya göre ürünlerde gen aktarımının başarılı olup olmadığının takibi, aktarılan antibiyotik direnç geni ile tespit edilebiliyor. Taslakta şöyle bir ibare vardı: '31 Aralık 2008'e kadar insan tedavisinde de kullanılan antibiyotik direnç geni olan GDO'lu ürünler Türkiye'ye ithal edilebilir.' Taslakta böyle bir ibarenin yer alması, insanların sürekli antibiyotik direnç genine muhatap kalması, antibiyotik direncinin artması çok sakıncalı."
‘ADINI AÇIKLARSAM SUÇLU OLURUM’
Türkiye'de sadece Ankara ve Bursa'da altyapıları tamamlanmış, GDO'lu ürünleri tespit edebilecek 2 adet laboratuvar bulunduğunu belirten Atalık, "Ürünüm GDO'lu değildir" beyanının yeterli olduğunu, ithal edilen hiçbir şeyin analiz edilmediğini vurguladı. Atalık, Türkiye'deki GDO'lu ürünlerin habersizce nasıl hayatımıza girdiğini şu örnekle dile getirdi:
"Türkiye'de oldukça geniş bir ürün yelpazesi olan biri yerli biri yabancı 2 büyük firmaya mail atarak ürünlerinde GDO'lu hammadde kullanıp kullanmadıklarını sordum. Her iki firma da bu konuda çok titiz olduklarını, halkın sağlığını düşündüklerini, GDO'lu ürün kullanmadıklarını bildirdiler. Fakat bu iki markadan yerli olanının bebek mamasında yaptırdığımız analizde GDO kullanıldığını ortaya çıkardık. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen , bu ülkeye hangi firmalar GDO'lu hammadde, işlenmiş madde ithal ediyorlar, diye sorulduğunda yasaların buna izin vermediğini, açıkladığı takdirde suçlu duruma düşeceğini ifade etmişti. Bu ülkedeki yasalar sağlığı koruma yönünde değil sağlıksız ürün imal edeni koruma yönünde. Bu markanın adını açıklarsam firmanın işlerini bozduğum için tazminata mahkûm ediliyorum. Ben suçlu olurum. Ve ne yazık ki bu bir bebek maması."
İnsan ve çevre üzerine etkileri
Bir ürüne neyin aktarıldığı bilinmediği için aktarılan organizmaya karşı alerjisi olanlar reaksiyon gösteriyor. Çevresel açıdan biyoçeşitliliği bitiriyor. GDO'lar tozlaşma yolu ile yabani türleri de kendine çevirerek tek tip ürün oluşmasına yol açıyor. Bir mısırın poleni 35 kilometreye kadar taşınabiliyor. GDO'lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturuyor.
GDO'lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından ortaya kondu. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları biliniyor.
GDO'lu bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar oluyor. Kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan "phytoestrogen" bileşikleri, klasiklere oranla GDO'lu bitkilerde daha az.
Hangi ürünler GDO'lu?
GDO'lu ürünler en çok soya, mısır, kanola ve pamuk olarak karşımıza çıkıyor. Soya ve mısır Türkiye'de çok yaygın kullanılıyor ve aynı zamanda en çok ithal ettiğimiz ürünlerin başında geliyor. GDO'lardan uzak durmak için soya ve mısır yememek de çözüm değil. Çünkü mısır ve soya 1600 gıda maddesi içinde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor.
Bu ürünlerin çoğu hemen her yıl GDO'lu tohum üretiminde birinci olan ABD ve 2. olan Arjantin'den ithal ediliyor. 2005'te Arjantin'den Türkiye'ye soya getiren bir gemi Greenpeace tarafından Brezilya açıklarında durdurulmuştu. Soyaların GDO'lu olup olmadığının analiz edilmesi istenmiş ve analiz sonucunda bir gemi dolusu soyanın GDO'lu olduğu ortaya çıkmıştı.
HER ŞEYİ MEVSİMİNDE TÜKETİN
İTO Gıda Meslek Komitesi Üyesi ve Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı Sadık Çelik de GDO'lu ürünlerin toprağın dengesini bozduğunu ve 100-200 yılda toprağın kendine gelemediğini söyledi. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğuna dikkat çeken Çelik, şu ifadeleri kullandı:
"Mısırı, genetiği değiştirilmiş olarak ülkenize soktuğunuz andan itibaren bütün hayatınıza GDO'lu ürünler girmiş oluyor. Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor. Köylüler ' mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor."
Sadık Çelik, tüketicilere şu önerilerde bulundu: "Mevsiminde olmayan gıdaları tüketmeyin. Dondurulmuş gıdaları kullanmayın. Mevsiminde aldığınız sebzeleri derin donduruculara koyarak daha sonra kullanmak mümkün. Organik ürünlere yönelin. Tüketici aldığı ürünleri sorgulamalı
http://www.cev.org.tr/Default.aspx?pageID=18&nID=1170
ayferaksit
05-04-2009, 21:56
Sevgili Pembe Domates Ağı Dostları,
PDA üyesi,Değerli Cem Birder'in,Açık Radyo'daki (2Nisan Perşembe) ''Toprak
Ana'' programında Genetik Çalışmalarla Elde Edilmiş Ürünler-GDO konusunda
Hukuk bakışı konu edildi.
Program gerçekten çok aydınlatıcıydı.
Doğal olanın,yani tamamen doğal ortamda, tozlanma yoluyla oluşan ürünün
tohumuyla yapılan tarımdan elde edilen ürünler yerine,çeşitli
gerekçelerle laboratuar çalışmalarıyla elde edilen tohumların ürünleri,
sağlık sorunlarından, kısır tarıma kadar sayısız sorun yaratmakta..
GDO'lu tohum tarlaya bir girdi mi, siz istediğiniz doğal tarımı yapın,sizin
ürününüzü de GDO'luya dönüştürüveriyor.
Dünyada ve ülkemizde çok bilinen ve çok tartışılan GDO sorunu, yeni toprak
yasasıyla yetki alan firmalarla önü alınmaz bir boyut kazanacak gibi
görünüyor.
Tohum dağıtma yetkisini elinde bulunduran firmaların ürünlerinin yetiştiği
toprak bir kerelik hasada izin verdiği için kısırlaşma kaçınılmaz oluyor.
Hem çiftçi bu firmalara göbekten bağlı kılınmış oluyor, hem bu toprakların
yerli ve çeşitli ürünleri yok oluyor, hem de kanser başta olmak üzere sağlık
sorunları kapıda bekler oluyor!
Burada zaman yitirmeden yapılacak şey, bu konuyla ilgili olan herkes, her
kuruluş, her oluşum, (PDA gibi örneğin),her sivil toplum örgütü, karar
alıcılara tepkilerini dile getirmesi...
Pembe Domates Ağı Gönüllüleri olarak bir tepki bildirisi hazırlayabilir
miyiz,ne dersiniz?
Selam ve sevgilerimle
Ayşe Sazak
Almanya Tarim Bakani GDO misir ekimini yasakladi. Urun, Monsanto'nun 810 numarali tohumu.
Yapilan arastirmalar sonucu, kisa ve uzun surede, cevreye zararli oldugu icin yasaklandi.
Almanca bilenler internette konunun ayrıntılarına bakabilir mi?
yesimcim
15-04-2009, 16:26
Almanca bilmiyorum ama Ingilizce sayfalardan taradim.Monsanto 810 yazinca oldukca makale cikiyor.Cesitli platformlarda Tohum yasasi-Yonetmelik oncesi yaptigimiz arastirmalar arasinda tezimizi destekleyecek saglam bir kanit Almanya'dan dun yetisti.Anladigim kadari ile tam da ekim sezonunun basinda olmalarina ragmen bu sene GDO lu tohum kullanamayacak Alman ciftciler.
http://www.dw-world.de/dw/function/0,,82223_cid_4177472,00.html
http://www.spiegel.de/international/germany/0,1518,618913,00.html
Sevgiyle kalin
Yesim Guris
yesimcim
15-04-2009, 16:36
Özel Haber: AB, Genetiği Değiştirilmiş Ürün İstemiyor
14 Şubat 2009 10:25
Avrupa Birliği hükümetleri, ABD'li Monsanto firması tarafından geliştirilen genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda yasak uygulayan Fransa ve Yunanistan için gelecek hafta toplanacak.
Avrupa Birliği'nin icra kolu olan Avrupa Komisyonu, bilimsel olarak Monsanto genetiği değiştirilmiş mısırın zararlı olduğuna dair kanıt olmadığını savunarak, Fransa ve Yunanistan'dan genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda uyguladıkları yasağı kaldırmalarını istiyor.
AB hükümetlerinden gelecek uzmanlar, Pazartesi günü komisyonun teklifini oylayacaklar. Eğer hükümetler bir karara varamazsa, komisyonun yasağı kaldırma teklifi 2 Martta hükümetlerin çevre bakanları tarafından da oylanacak.
Bakanlar geçmişte Avusturya ve Macaristan tarafından uygulanan yasağın kaldırılmasını oylama sonucu reddetmişlerdi. Gözlemciler, yapılacak oylamada yine aynı durumun yaşanacağını ve AB hükümetlerinin kendi ulusal otonomisine saygı gösterileceğini öngörüyorlar. Uzmanlar, kapalı yapılacak oylamayla, iki tarafın da karşı koyması sonucu yaşanacak hareketsizle konunun kitleneceğini belirtiyorlar.
Greenpeace genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, "Yüksek düzeyde yaşanacak çatışmanın merkezinde iki ensititü var. Taraflardan biri Avrupa Konseyi, diğer tarafı ise komisyondur." dedi.
Fransız günlük gazetesi Le Figaro hafta içerisinde, Fransız Gıda Güvenliği Ajansı raporunu yayınlanmıştı. Raporda ajans, Monsanto genetiği değiştirilmiş ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığını açıklamıştı. Fransız hükümeti, yasağın devamını savunuyor ve resmi yetkililer biyotek mısırdan tarım alanlarının zarar görmemesi için yasağın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Monsanto mısırları-MON 810-olarak adlandırılıyor ve biyotek ürün Avrupa'da yetişebiliyor. Monsento firması 2005 yılında Iraklı çiftçilerin yüzlerce yıldır kullanmış oldukları tarım yöntemlerini engellemiş ve tohumların ertesi yıl tekrar üzere saklanmasını engelleyecek yasayı çıkartmıştı.
2006 yılında ABD biyotek firmalarının Dünya Ticaret Örgütü'ne, AB'nin uyguladığı ithalat kısıtlamalarının kaldırılması için başvurmuş ve AB, genetiği değiştirilmiş ürünlerin bazılarının ithalatına izin vermişti. İthalatına izin verilen ürünler içerisinde MON 810'da bulunuyor.
Genetik ürünlere karşı çıkanlar; gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları arttıracağı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomide dışa bağımlılığı da arttıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürüyorlar.
Türkiye'de üretim kapasitesi olmasına rağmen her yıl 2 milyon ton genetiği değiştirilmiş mısır ithal ediliyor.
ABsaglikhaber.com
Genetiği değiştirilmiş mısıra yasak
Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: ABD’nin biyo-teknoloji devlerinden Monsanto’nun ürettiği, genetiği değiştirilmiş mısır tohumunun Almanya’da üretimi yasaklandı. MON 810 türü tohumların doğaya verdiği zararlar hala tam olarak bilinmiyor.
Federal Almanya Tarım Bakanlığı son haftalarda yoğun baskı altındaydı. Kısa bir süre içersinde mısır ekimine başlayacak olan Alman çiftçiler, Tarım Bakanı Ilsa Aigner’in, genleri değiştirilmiş “MON 810” türü mısır tohumunun yasaklanıp yasaklanmayacağı konusunda acilen karar vermesini istiyordu.
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Bakan Aigner’in üyesi olduğu Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi içersinde de, sadece hayvan yemi olarak öngörülen bitkinin ekilmeye devam edilmesine izin verilmemesi isteniyordu. Parti, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle Almanya'daki genel seçimler öncesinde, Bavyeralı tüketicilerle çiftçileri karşısına almak istemedi. Ancak beklenen açıklamayı yapan Alman Bakan Aigner, kararının siyasi nitelik taşımadığını vurguladı:
“Bu kararın, ‘Yeşil gen tekniği’ konusunda geleceğe dönük bir ilke kararı olmadığının altını çizmek istiyorum. Bu, tek bir konuya ilişkin, lehte ve aleyhteki tüm unsurlar titizlikle tartılarak, bilimsel zeminde alınmış bir karardır. Avrupa’da izin verilen bu genetik değişikliğe uğramış tek organizmaya ilişkin yanıtsız kalan birçok soru daha güçlü bir güvenlik araştırmasının yapılmasının önemini açıkça ortaya koyuyor.”
Ne gibi zararları var?
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Tarım Bakanlığı, uğur böcekleri, su piresi ve kelebekleri tehdit ettiği görüşünde. Karar öncesinde politikacılar “MON 810” türü mısır türünün polenlerinin balda tespit edildiğini gündeme getirmişlerdi. Arıcılar ürünlerinde hayvan yemi içeriği ya da gıda ürünlerinde bulunmasına izin verilmeyen içerik bulunduğu takdirde üretimlerini sürdüremiyorlar. Federal Tarım Bakanlığı uzmanlarından Christian Grugel’a göre ise bu argüman kararda belirleyici bir rol oynamadı:
“Elimizde şu anda, arılarda, somut bir tehlike olduğunu ortaya koyacak türde etki olduğunu belgeleyen bir bilimsel araştırma yok. En azından benim arılarla bir bağ olduğunu ortaya koyan bir araştırmadan haberim yok. Ancak mevcut araştırmaların belirli sorulara yanıt vermediği bir durumla karşı karşıyayız.”
Şirket yargı yoluna gidiyor
Genetiğiyle oynanmış mısır tohumlarının üreticilerinden Monsanto Federal, Alman Hükümeti’nin bu kararına karşı dava açabilir. Hatta şirketin sözcüsü bu yönde adım atmaya hazırlandıklarını bir haber ajansı aracılığıyla duyurdu bile. Tarım Bakanı Aigner ise endişeli değil. Zira diğer Avrupa ülkeleri de bu mısır türünü yasakladı:
“Avusturya, Macaristan, Yunanistan ve hatta Lüksemburg’a karşı dava açılmadı. Fransa’ya karşı 2008 yılında dava açıldı ve halen karar çıkmış değil. Bizde süreç farklı bir zeminde ilerledi. 2007 yılında önce koruma önlemi alındı. Horst Seehofer başkanlığında bir izleme süreci kararlaştırılmıştı. Şimdiki hukuki durum ise işte geldiğimiz noktadır.”
Çevreciler karardan memnun
Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Siyasetten farklı tepkiler yükselirken çevre ve doğal hayatı koruma örgütleri kararı memnuniyetle karşıladı. Alman Çiftçiler Birliği'nden Adalbert Kienle da genetiği değiştirilmiş mısırın yasaklanmasını memnuniyetle karşıladıklarını duyurdu:
“Almanya'da bu karardan etkilenen çiftçi sayısı çok az. Bu mısırın ekilmesi için yapılan başvurularda toplam 3 bin 600 hektarlık bir alan öngörülmüştü. Bu Almanya'daki ekilebilir alanların sadece yüzde 0,02'sini oluşturuyor. Ancak yine de etkilenen çiftçiler var.”
Zacharias Zacharakis / Çeviren:: Değer Akal
Editör:Ahmet Günaltay
Oğuz Karsan
28-04-2009, 22:22
Merhaba.
Elektronik posta yolu ile gelen bu mektubu meslek ilgilisi gönderdiği için çok önemsedim ama nereye koyacağımı bilemedim. Eğer uygun yerde değilse, Sn. site yöneticisi lütfen gereğini yapınız.
Bu arada tavuk üreticileri kızacaklardır ama yazılanlar acaba uydurma mı? Onlarda aksi açıklamalar yapabilirler. Yeter ki gerçekleri yansıtsın
Malesef bugün etlerimiz kırmızı veya beyaz hormondan geçilmiyor.Özellikle beyaz et.
Bunun bir masal olduğuna inanan meslektaşlarımız gitsin marketten bir piliç alıp,östrojen kitiyle bir baksınlar.Bakan biri olarak söylüyorum bunu şaşıracaksınız.
Malesef bakanlık teşkilatı ve ek gelir peşinde koşturan meslektaşlarımız bunun farkında bile değiller.
Bugün ALTIN TOZU denilen ve onun benzeri prperaratlar sahada cirit atıyor.Bunu satan 4-5 firma vardır ki resmi yetkililer biliyor bunları.Ama kimsenin kılını kıpırdattığı yok.
Antibiyotikli yem ilaveleri ve üzülerek söylüyorum ki bazı yemler sağlığımızı olumsuz etkiliyor.
Altın tozu denilen madde DES etkisi oluşturmakta.Kimyevi ve gıdaya uygun bir madde olmayıp östrojen etkisi meydana getiriyor.
Üstelik yemdeki mısır,ayçiçeği v.s gibi hammadeler %90 üzerinde GDO lu dur.
Hal böyleyken,hala halk sağlıgından dem vuranlara,deontolojiden bahsedenlere,kendini oturduğu makamın sahibi sanan bakanlık yetkililerine yazıklar olsun.
Veteriner Hekimi
M.İ.Murat
ayazkentli
03-07-2009, 18:20
http://www.tumgazeteler.com/?a=3904601
Burada'ki haber'de, GDO'ları üreten küreselcilerin,çok amaçlı bu projesinin,farklı bir boyutuna değinilmiş.Gerçi burada'ki yazılanlara komplo diyenler olabilir ama bir gerçek var ki,o da bu adamlar, dünya insanlarını birer kobay olarak kullanıyorlar.Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.
Arkadaşlar bu esnada GDO ya Hayır Platformu oluşturulmuş...
http://www.gdoyahayir.org/
Bizde binlerce üyesi olan bir site olarak bu platforma destek verebilirmiyiz?
Koskoca Amerikayı lobiyle yönetebiliyorlarsa, bu ülkenin vatandaşları olarak bizde kendimizi lobi yaparak yönetebiliriz...
Arca Atay
09-07-2009, 16:46
GDO'ya Hayır Platformunun iki sitesi daha var,
http://gdohp.blogspot.com/
http://gdoceviri.blogspot.com/
Oğuz Karsan
16-07-2009, 11:34
Merhaba.
İşte elektronik posta yolu ile gelen iki belge daha.
Transgen (genleri ile oynanmış) Tohumları İnsan Sağlığını nasıl olumsuz etkilediği, Avusturya Sağlık Bakanlığının desteği ile Viyana Üniversitesinde yapılan Klinik Araştırma sonuçlarını linki tıklayarak okuyabilirsiniz.
Checked by AVG - www.avg.com
Version: 8.5.387 / Virus Database: 270.13.14/2238 - Release Date: 07/14/09 18:03:00
11.07.2009 Cumartesi saat 18.00 de Ankara da yayın yapmakta olan KANAL B - Başkent Televizyonunda çok güzel bir Program vardı.İsmi bile yetiyordu TÜKENMEDEN TÜKETMEK.........
Bu haftaki konu GDO lu ürünler yani Genetiği değiştirilmiş Organizmalar..Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı sayın Gökhan GÜNAYDIN,HÜ.Prf Dr. Meral AKSOY,Tüketici haklarından Turhan ÇAKAR program konuklarıydı.
Programda Özellikle MISIR,SOYA,KANOLA,PAMUK ta gdo lu kullanımın 1998 den beri devam ettiğini sanılanın aksine tohumların İsrail den değil Amerika,Kanada,Brezilya ve Arjantin den geldiğini söylediler.Üstelik ana ürünlerin yanı sıra 750 adet yan ürün çeşidinin de tüketicilerin haberi olmadan tükettirildiği söylendi.( Yukarıdaki ürünlerin yağları,süt ürünleri,turşu katkıları vs)
Bugüne kadar yapılmış hayvan deneylerinden ortaya çıkan sonuçlardan;
%100 olarak Alerji yaptığı,toksik madde oluşumu ile vücutta birikim yaptığı,Antibiyotiklere karşı direnç kazandığı kanıtlanmış bu GDO lu ürünler etiketsiz bir şekilde kullanımıda sağlanmaktadır.
GDO lu ürünlerin tohumları piyasaya sürülürken verim artışı,ilaç kullanımın azaltılması,yabani otlarla mücadelenin kolaylaşması beklendiği söylenmiş fakat araştırmalarda tam tersi sonuçlar çıkmıştır.
Ulusal Bio güvenliği yasa tasarısı taslağında GDO lu ürünlerin güvenirliğinin kanıtlanmadığını ve yanlış olduğunun belirtildiği de söyleniyor. Peki neden çıkmıyor yasa,şimdiye kadar bu halk bilmeden neden bu ürünleri tüketiyor **** tükettiriliyor? Para uğruna insan sağlığı tercih ediliyor.
Şimdi bunları neden yazdım, anlayabilen var mı? Anlayan çokta karşı durabilenler kimler onu öğrenmek istiyorum? Aynı konuyu biliyorsunuz 4-5 ay önce KANOLA savaşımda belirtmiştim.Şimdi bu insanlar Kanola yağını ZEYTİNYAĞIMIZA karıştırıyorlar, tertemiz genetik yapısı belli doğal meyva suyu olarak tüketeceğimiz Zeytinyağımızı kötü emellerine alet edecekler,ediyorlarda.Günlerdir tağşiş diye çığlıklar attım herkes kulaklarını tıkadı,hadi şimdi de tıkayın da , geleceğimiz olan çocuklarımıza vereceğiniz hesabı düşünün .............
Hatırlatmak istedim, unutmadım, unutturmayacağım !!!!!!
Saygılarımla
Serdar Öçten ÜNSAL
Zeytindost/Ankara
0 537 660 42 26
Saygılar
Doğal üretim balımdan ücretsiz tatmak isteyenler. Lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=17247
Remzi Sarıoğlu
03-10-2009, 10:39
GDO BELASININ GELDİĞİ SON NOKTA
ABD öncülüğünde yürütülen GDO iyiden iyiye tehlikeli bir silaha dönüşüyor. Batının bilim adına yürütüğü bu tehlikeli oyun insanlığı bir bilinmeze doğru sürüklüyor... Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bir tehlikeye karşı toplum ve ülke, dünyanın 3. büyük tohum deposunu kurduk masalıyla korunamaz!
Genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) gösterdiği direnç, üreticiler ve araştırmacılar üzerinde etkisini göstermeye başladı. Almanya'nın Baden-VVürttemberg bölgesinde bulunan Nürtingen-Geislingen Üniversitesi'nde sürdürülen GDO mısır çalışmaları, ürünlerin ekili olduğu alanların aktivistlerce işgali ve halktan gelen yoğun baskı üzerine durduruldu. Yerli halkın eylemcilere yemek ve battaniye götürmesi, "Monsanto Üniversitesi" olarak adlandırılan Nürtingen-Geislingen'in rektörünü söz konusu kararı almaya mecbur etti. Çalışmaları durduran diğer üniversite ise Max Planck Bitki Üretim Araştırma Enstitüsü. Enstitüde görevli araştırmacılardan Heinz Saendler'a göre "Almanya'da sürdürülen GDO tohum araştırmalarının geleceği karanlık."
Avrupa'daki GDO tarım ürünlerine ilişkin denemelerin üçte biri Almanya'da gerçekleştiriliyor. Ülkede, GDO karşıtlarının çabalan etkili olsa da genel durum çok umut verici değil. Çünkü gıda devlerinin baskısı, GDO karşıtı mevcut yasaların hayata geçmesini zorlaştırıyor. Yasalar, yeni uygulamalarla deliniyor. Üreticilerin yasalar tarafından kollandığı bir sistemde sivil itaatsizliğin çok daha sıkı biçimde örgütlenmesi, ısrarcı ve uyanık olması gerekiyor.
Avrupa'nın en büyük mısır üreticisi Fransa, geçici bir süreliğine GDO tohum ekimini durdurdu. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin girişimiyle çevre sorunları üzerine, 2007 Ekim'inde düzenlenen "Grenelle de L'environnement" toplantısının sonunda alınan bu şaşırtıcı kararın yanı sıra, biyoteknoloji araştırmalarına 45 milyon avro ayrılacağı açıklandı. < B>GDO karşıtı gözüken benzer durdurma talepleri İtalya, Avusturya ve Almanya'dan da geldi. Söz gelimi Avusturya hükümeti, Monsanto'nun ürettiği MON 810 GDO mısırın ve Bayer'in ürettiği T25 GDO mısırın ekimini yasakladı.
Aslında Avrupa, tüm dünyadaki GDO ürün ekiminin çok küçük bir yüzdesini gerçekleştiriyor. ISAAA (International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology Applications) verilerine göre tarımsal ticari GDO üretiminin %96'sı (ABD %59, Arjantin %20, Kanada %7, Brezilya %6 ve Çin %4 olmak üzere) beş ülkede sürdürülüyor. Avrupa'daki GDO üretimi ise İspanya, Romanya, Almanya ve Fransa arasında paylaşılıyor.
Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa Besin Güvenliği Ajansı'nın (EFSA) kullandığı değerlendirme yöntemlerinin gözden geçirilmesi ve revize edilme sini talep ediyor.
Araştırma enstitülerinde de benzer eğilimler var; birinci nesil GD tarım ürünler giderek rafa kaldırılıyor. Nitekim Ulusal Fransız Tarım Araştırma Enstitüsü (INFiA), ırk ve genetik çeşitliliğin korunması için, yeni nesil tohumların üretiminde kullanılan "ebeveyn tohumların işaretlenmesi" yönteminin (marker-assisted selection) uygulanacağını açıkladı. Bu örneklere bakıldığında, Avrupa Komisyonu'nun GDO'lara karşı sivil eylemleri ve tepkileri dikkate aldığı düşünülebilir. Fakat tablonun geneline bakıldığında, durumun çok daha farklı olduğu görülüyor.
Kamuoyu araştırmaları, Avrupa'daki tüketicilerin %40'ının GDO ürünlere karşı olduğunu ortaya koyuyor. (Ülkemizdeki ise bu rakamlar yüzde 90'ların çok üzerlerinde) Oysa dört yıl öncesinde bu oran, %70'ler civarında seyrediyordu. Görünen o ki, muhalif seslerdeki artışa rağmen Avrupalı tüket ici GDO ürünlerini mutfağında görmekten her geçen gün daha az rahatsız oluyor.
Peki, bu ürünlere kısıtlama getirilmesine rağmen tüketim nasıl oluyor da artıyor? Politikacılar, gerçekten de toplumsal muhalefete kulak veriyor mu?
Ekim yasak, satış serbest
Avrupa Komisyonu'nun genel temayülü birinci nesil GDO ürün ekiminin engellenmesi, fakat satışının serbest bırakılması yönünde. Nitekim komisyon, Avusturya'nın GDO ürünlerin ekimini durdurma kararına karşı gelmedi. Fakat aynı hükümetin satışları durdurma kararını engelledi. Benzer şekilde Avrupa Çevre Komisyonu'ndan Stavros Dimas, komisyona sunduğu son öneride dünyanın en büyük on üreticisi içinde yer alan Syngenta ve Dupont şi rketlerinin ürettiği GDO mısırların ekilmemesini talep etti. Fakat o da, söz konusu tohumların satışının engellenmesini istemedi.
Monsanto ve muadili gıda tekellerinin agresif uygulamalarından ve yarattığı mecburiyetlerden kaçınan Avrupa Komisyonu aslında, yeni nesil GDO tohumlara yatırım yapan Avrupalı tohum şirketlerine yer açmaya çalışıyor. Zombi tohumlar (filizlenmeyi durduran ve belirli koşullarda harekete geçiren bir gene sahip tohumlar) veya Exorcist teknolojisiyle (tohumun çiçeklenme aşamasından evvel eklenen gen geri çıkarılabiliyor, böylece besin haline gelen tohum 'GDO değildir' şeklinde etiketlenebiliyor) (Bu sayede tüketiciler kandırılıyor) üretilen tohumların çevreyle uyumlu olduğu ve doğal tohumlarla birlikte ekilebileceği ileri sürülüyor.İthalatına izin verilen GDO ürünlerin başında hayvan yemi olarak kullanılan tohumlar (nasıl olsa tohumu yiyen hayvanın tüketicisine bundan bahsetmek gerekmiyor) ve endüstriyel amaçlara (biyoyakıt gibi) hizmet eden tohumlar geliyor.
Tüketicinin reddettiği ürün yelpazesinin neyle doldurulacağı meselesine gelince... Gen ekleme-çıkarma yöntemlerinin dışında kalan, aslında DNA'ya müdahale anlamına gelen, fakat "geleneksel bitki üretim yöntemleri" kategorisinden her ne hikmetse çıkartılmamış olan birçok yeni biyoteknoloji yöntemi mevcut. (Mutagenez yöntemlerden sadece ikisi.) Denetim zorunluluğu, ticaret, ekim ve etiketlemede özel şartlar gerektirmeyen bu yöntemler, GDO'lara ilişkin tanımlamalardan sıyırdığı için GDO'dan kaçınan tüketicinin midesine rahatlıkla indirilebiliyor.
Uluslararası şirketler, tüke ticinin mutfağına, yerel üretici için sağlanan haklardan faydalanarak giriyor. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz, tohumların genleriyle oynanmasına imkân veren tekniklerle yetiştirilen tanm ürünleri, PBR (Bitki Üreticileri Hakları) yasasına göre geleneksel üretimle aynı kefeye konuyor.
Gelgelelim, PBR mevzuatına dahil olmak, büyük üreticilerin çok önemli bir eşiği daha aşmasına olanak veriyor. Mevcut patent yasası, tüketicinin, bitkinin üretiminde kullanılan yöntemden haberdar edilmesini zorunlu kılıyor. Oysa PBR kapsamında üretim yapan yerel üreticiler, bu zorunluluktan muaf tutuluyor. Uluslararası şirketlerin PBR'ye dahil olması, onları, tüketiciye açıklama yapma zorunluluğundan da kurtarıyor. Üretim yöntemi veya kullanılan varyetenin nereden geldiği gibi bilgileri vermek durumunda kalmıyor.
Şirketlerin niyeti başka
Avrupa kamuoyunun GDO ürünlere karşı gösterdiği muhalefet, işin sanayi boyutunu da yansıtmıyor. Dünyanın en büyük altı tohum firmasından dördü Avrupa menşeli. İsviçreli Syngenta ve Alman kökenli Bayer CropSciences'ın GDO sanayindeki varlığı, GDO tohum piyasasına hükmeden ABD'Iİ Monsanto ve DuPont kadar eskiye dayanıyor. Amerika'nın yeni rakipleri olarak ortaya çıkan ve GDO piyasasının genişlemesi için lobi faaliyetlerini aralıksız sürdüren bu şirketlere çok yakında Fransız Vilmorin ve Aman KWS de eklenecek. Birinci nesil GDO tohumların rafa kaldırılmasını fırsat bilerek GDO piyasasına yeni ürün ve teknolojilerle girmeye hazırlanan bu şirketlerden Vilmorin, Türkiye'yi özellikle ilgilendiriyor.
Gıda devi Limagrain Group tarafından kontr ol edilen Vilmorin, GDO araştırmalarını, maliyetin daha düşük, düzenlemelerin daha gevşek ve muhalefetin daha az olduğu Kuzey Amerika ve İsrail'de gerçekleştiriyor. İsrail'de Sanayi Bakanlığı tarafından desteklenen GDO araştırma projelerinde Vilmorin'e aracılık eden kuruluş, ortaklık kurduğu Hazera Genetics adında bir biyoteknoloji firması.
Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bölüme gelince: Hazera'nın Türkiye temsilcisi Hazera Tohumculuk bu günlerde Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile ortaklaşa bir proje düzenliyor. Hazera Trophy başlığını taşıyan projede, Türkiye'deki tüm ziraat fakültesi öğrencilerine ellerindeki yerel tohumları, her türlü bilgiyi içeren bir rapor eşliğinde kendileriyle paylaşmaları çağrısı yapılıyor. Karşılığında verilecek bilgisayarlardan, beş yıldızlı otel tatillerinden bahsedilmiş fakat bu tohumların ne amaçla, sebze tohumunda 345 milyon avro satış ciroyla dünya ikincisi Vilmorin'e te slim edildiği belirtilmiş değil. Oysa tahmin etmek de çok güç değil... (Bakınız İsraillilerin tehlikeli tohum avı!)
Bunları biliyor muydunuz?
- Avrupa'nın en büyük mısır üreticisi Fransa, geçici bir süreliğine GDO tohum ekimini durdurdu. GDO karşıtı benzer durdurma talepleri İtalya, Avusturya ve Almanya'dan da geldi. Söz gelimi Avusturya hükümeti, Monsanto'nun ürettiği MON 810 GDO mısırın ve Bayer'in ürettiği T25 GDO mısırın ekimini yasakladı.
- Avrupa kamuoyunun GDO ürünlere karşı gösterdiği muhalefet, işin sanayi boyutunu da yansıtmıyor. Dünyanın en büyük altı tohum firmasından dördü Avrupa menşeli. İsviçreli Syngenta ve Alman kökenli Bayer CropSciences 'ın yanına çok yakında Fransız Vilmorin ve Alman KWS de eklenecek.
Not: Bu makeleyi yayınlayan birliğe bağlık şirketler ile bu birliğin başındaki kişinin yönettiği şirketler GDO'lu ürün ekimi için çiftçiye baskı uyguluyor. Eskiler bu duruma "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" derlerdi.
Kaynak : Gıda Hareketi
....Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.
ABD’li gazeteciden dehşet verici iddialar
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!
F. William Engdahl
“Norveç ‘Teki Tohum Deposu Dünyayı Ele Geçirme Planının Bir Parçası”
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? “Kıyamet tohum deposu” olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen “kıyamet”i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.
Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım - 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında “Kıyamet Kapısı” başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008′de tamamlanacağını duyurduğumuz “proje”, tamamlandı. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna “kıyamet tohum deposu” da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.
Svalbard Küresel Tohum Deposu
Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007′de yapılan, Nisan 2009′da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.
Kıyamet muhafızları
- Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998′e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952′de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri ise;
- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
- Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
- 1970′lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde “zaten var olan” tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?
Ebu Garib tohumları nerede?
- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
“Ari ırk yaratma projesi”
- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?
Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971′de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.
“Rockefeller Hitler’in de finansörüydü”
Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920′lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser VViIhelm Instilutcs’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya’sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilimlerine” indirgemeye çalışan sözde moleküle! biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan («elliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler’in Öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessi/ce ABD’ye götürülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun da ilk adımları atmışlardır.
Gıdalar ile negatif ojenik
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?
Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920′den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonalin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939′da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.
20 yıllık kısırlaştırma projesi
Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığfndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990′larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaş*taki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972′de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
Hibrid tohumlarla tekel tuzağı
Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…
Rockefeller Vakfı 1946′da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60′larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tanın ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid to*hum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid to*humlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şir*ketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçlan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.
Sonuç?
Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.
Patentli biyolojik silah Peki ya bugün?
Bugün de Gates ve Rockefeller Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir pro jeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.
(kaynak:Yeni Aktüel, Aralık 2007)
Oğuz Karsan
12-10-2009, 11:49
Merhaba.
GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.
Satın aldığınız veya satın almayı düşündüğünüz mısır tohumunun GDO lu olmadığına dair sertifika isteyiniz veremedikleri takdirde işte isbatıdır.
İthal mısır tohumlarından herhangi birini ekiniz. Ektiğiniz tohumdan aldığınız tohumu tekrar ekiniz. Ürün alabilecekmisiniz. Alamıyacaksınız.
İthal tohum üreticileri her yıl kendi ürettikleri tohumu tekrar tekrar satabilmeleri için GDO ları ile oynayıp bir kere ürün alınabilecek hale getirmektedirler.
Söylediklerimi anlayabilmeniz için ya mısırı eken çiftçi ya da ziraat mühendisi olmanız gerekir !
Çapar Kanat
http://groups.google.com.tr/group/cigsutureticileri
Merhaba.
GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.
Sn Oğuz Karsan;
Kafa karışıklılığına yol açmaması açısından aşağıdaki düzeltmeyi yapmak istiyorum.
Hibrit tohum ile GDO'lu tohum aynı şey değildir.Hibrit tohum kısırlaştırılmış tohum demektir.Yani bir kez ekersiniz.Seneye aynı ürünü yetiştirmek için yeniden tohum satın almanız gerekir.100 yıldır kullanılan hibrit tohumun tek sakıncası genellikle İsrailli büyük tohum tekellerine binlerce dolar kaynak aktarmanızdır.
Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara ise"Genetiği Değiştirilmiş Organizma" diyoruz. Genleri; canlıların kuşaktan kuşağa geçen özelliklerini (hastalıklara dayanıklılık veya yüksek verim gibi) şifreleyen birimler olarak düşünelim. Örnek olarak pamuğa başka türlerden (örneğin çilekten), hatta bakterilerden (yani düpedüz mikroplardan) veya hayvanlardan özellikler aktararak (genlerle bu aktarma oluyor) güya daha verimli ve gene güya hastalıklara dayanıklı, böylece daha az mücadele ilacı kullanılacak bitkiler elde edileceği ileri sürülüyor. Benzer şekilde hayvanlarda da GDO uygulamaları yapılabiliyor.
Gdo lu ürünler insan sağlığına çok zararlı olabilecek sakıncalar içermektedir.İskoçya Rowett Enstitüsünde Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü.Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sı, doğumdan üç hafta sonra öldü.(Kaynak:Tayfun Özkaya)
Oğuz Karsan
12-10-2009, 18:46
Merhaba.
Aşağıdaki yazıda en çok değinilmesi gereken husus bence burası
Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)
Sn. imgelem, Bir hususu aydınlatmak için soruyorum. GDO'lu tohumlar ile Hibrit tohum arasında ne fark var? Sizin anlatımınızdan şunu anladım. Hibrit tohum Genetiğiyle oynanmamış tohum olmalıdır.. Aşağıdaki yazıda da ikisinin aynı zararlılıkta olmayabileceğine değinilmiş. Peki bundan nasıl emin olacağız?
Yani hibrit sandığımız tohumun geniyle de oynanmış olamaz mı? % 100 güvenlidir diyebilir miyiz? Veya geni ile oynanmışsa biz tüketici olarak bunu nasıl anlayabiliriz? Hibrit tohuma kefil olan bir kuruluş var mı?
Bu arada Sayın Kanat'ın yazısına ilave destek gelmiş. Onu da aktarıyorum.
Sayın Kanat iyi günler,
Söyledikleriniz çok önemli bir konuya ait olduğu için ufak bir katkıda bulunmayı gerekli görüyorum.
Dünya’da ve Türkiye’de çoğu insan genleri değiştirilmiş tohumlara karşı çıkıyor. Bunda da çok haklılar. Çünkü insan ve çevre sağlığına olumsuz bir etkisi olmadığı sadece (GDO) Genleri Değiştirilmiş Organizmaların tohumlarını üreten firmalar ve GDO’lu gıdaya bilmeden destek çıkan birkaç fırsatçı tarafından savunuluyor ama,
1- Gelişmekte olan – ekonomisi doğrudan tarıma dayalı ülkeleri daha da yoksullaştıracak ve dışa bağımlı hale getirecek bir komplonun – biyolojik bir savaşın ilk adımı olması,
2- Toplu arı ölümleri gibi bir çok doğal dengesizliğin sebebi olması, (Der Spiegel dergisindeki makale örneği)
3- Avusturya ve Rusya’da fareler üzerinde yapılan deneylerde kesin olarak saptanan zararları,
4- Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)
5- İnsan ve çevre sağlığına dair kanıtlanmış bir güvenliğinin kesinlikle olmaması,
6- GDO’lu tohum sayesinde ile daha az zirai ilaç kullanılacağı yalanı (arsızlaşan zararlılar ve daha çok zirai ilaç kullanım mecburiyeti…)
7- Türkiye özelinde GDO’lu mısır yüzünden sefalete sürüklenen pancar üreticileri ve ölüme terk edilen şeker fabrikalarımız.
8- GDO’lu mısırdan şeker üreten malum şirketin kanunlarımızı ve mahkemelerin kapatma kararlarını hiçe sayan doğa katliamı. Daha sonra da bu işletme için çıkarılan yasa ile birinci sınıf tarım arazilerinin talana açılması…
9- İçerisinde domuz, akrep, bakteri vs. geni olan bu domates, soya, mısır vb tohumların insanlara bilgi verilmeden sunulması ve bunun aslında yasalarımıza da uygun olmayışı,
10- Ülkelerin ve insanların onurlarının bazı global şirketlerin oyuncağı haline getirilmesi,
11- Sağlıklı, sürdürülebilir, patentli ve bize ait bir çok çeşidimizin idam fermanının onaylanması.. ve daha nice sayılabilir art niyet, aşağılık ilişkiler ağı GDO ile birlikte bu topraklara girmektedir.
Peki alternatifimiz yok mu? ****** var. Devletimizin bir çok kurumu ve o kurumlarda çalışan iyi niyetli, bilinçli, vatansever bir çok insan sürekli olarak yerel çeşitlerimizin geliştirilip patentinin alınması için gayret gösteriyor. Bir çok aydın çiftçimiz yerel çeşitlerini yabancı tohumlara ezdirtmemek için üretmeye devam ediyor.
Geçen katıldığım bir fuarda Sakarya Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü’nün geliştirdiği yerel mısır çeşitlerimizi gördüm. Her amaca uygun harika çeşitleri bulabilirsiniz orada ve daha nice araştırma enstitümüzde.
Hem daha ucuz, hem daha lezzetli hem de gerçekten sağlıklı. Ama arkalarında global sermayenin reklam ve satış desteği yok. Çalışanlarının azmi ile yürüyor işler.
Bir de mailinizde intihar eden tohum diye özetlediğimiz konuya değinmişsiniz, evet GDO’lu tohumlar sürekli tohum satma gayreti içerisindeki kapitalist sistem ağabeyleri tarafından üretiliyor ve ürününüzden tohumluk alamıyorsunuz. Ancak bu noktada şöyle bir durum var, bazen ar-ge çalışmalarında elde edilen hibrit tohumların da mahsülünden üretim yapamazsınız. Ancak bunların tamamı GDO’lu değildir. Yani hibrit veya melez çeşitler için sağlıksız demek doğru olmaz. Çünkü doğada olabilecek şekilde bir üretim ile elde edilmişlerdir. Ve doğada çeşitler arasında eşleşme olabilmektedir.
Genleri oynanmış – değiştirilmiş tohumları üreten ve satan firmaları, bunların çarpık ilişkilerini internette biraz araştırarak bulabilirsiniz.
Özetle, GDO, kapitalizmin ürettiği yeni nesil bir silahtır. Para getirir ve bunu tüketen insanlara, doğaya “yeniden sağlık kazandırmayı” zorunlu kılar, bu da yeniden para getirir. Yani; önce boz, sonra tedavi etmek için para iste. Bilgisayar virüsü üret sonra da anti-virüs yazılımı sat. Önce GDO’ları sat (nasıl olsa üretimini bir tek “sözüm ona” çok gelişmiş ülkeler yapıyor..) sonra da kanser ilaçları sat. Çünkü kanser ilacı da aynı kansızların tekelinde. Adamlar dünyada az görülen kanser türlerinin ilaçlarını üretimden kaldırıyor. Karlılığı az diye..
Siz bunların iyi niyetli olduklarını falan mı düşünüyorsunuz?
Lütfen hala güzel yurdumun hala güzel insanları bu tuzaklara kanmasınlar. Bizler bu dünyanın emanetçileriyiz.
www.dogader.org sayfasını ziyaret etmenizi öneririm. Bir çok gönüllü, bu tür saldırılara karşı yüreklerindeki insanlık değerleri ile savunuyorlar toprağımızı ve dünyamızı.
Saygılarımla,
Ercan KURTARIR
Saygılar
Sn. imgelem, Bir hususu aydınlatmak için soruyorum. GDO'lu tohumlar ile Hibrit tohum arasında ne fark var? Sizin anlatımınızdan şunu anladım. Hibrit tohum Genetiğiyle oynanmamış tohum olmalıdır.. Aşağıdaki yazıda da ikisinin aynı zararlılıkta olmayabileceğine değinilmiş. Peki bundan nasıl emin olacağız?
Yani hibrit sandığımız tohumun geniyle de oynanmış olamaz mı? % 100 güvenlidir diyebilir miyiz? Veya geni ile oynanmışsa biz tüketici olarak bunu nasıl anlayabiliriz? Hibrit tohuma kefil olan bir kuruluş var mı?
Saygılar
Bundan sonra artık hiçbirşeye güvenemeyiz Sn.karsan.Yapılması gereken kaynağından emin olduğunuz yerel çeşitleri kullanmak,çoğaltmak ve gelecek kuşaklara aktarılması için çaba göstermek.Eğer bunu yapmazsak zaten idam fermanımızı imzalamış oluruz....
Aşağıdaki linkte GD gıdalardan kaçınma yolları anlatılıyor....
http://www.ekolojistler.org/gdolu-gidalardan-kacinmanin-yollari-cev.-dunya-atay.html
Oğuz Karsan
13-10-2009, 18:10
Merhaba.
Sn. imgelem, Açıklamalarınız için teşekkür ederim. Gönderdiğiniz linkteki bilgileri de büyük bir ilgiyle okudum.
Galiba dediğiniz gibi, hiç bir gıdaya ve tohuma artık güvenemeyiz.
Ücra köylerden Bulabildiğimiz ari tohumlar ile yetiştirebildiğimiz meyve, sebze dışında bir şiey yememek lazım.
Saygılar
Rica ederim Oğuz Bey..Yararlı olabildiysem ne mutlu bana...
Oğuz Karsan
16-10-2009, 17:37
Merhaba.
İşte GDO'lu tohumların biyolojik silah olarak kullanıldığını iddia eden bir yazı. Yapılan deneyler 3 nesil sonra GDO'lu tohumlardan mamul yiyecekler ile beslenen Farelerin kısırlaştığını göstermiş. Rüzgarla tozlanma yöntemiyle de diğer sağlıklı ve yerel tohumları tehdit etmesi de cabası.
Düşmanları yoketmek için ne müthiş ve iğrenç bir yöntem.
Tabi böyle bir yöntemi ırklar üzerinde denemek isteyen kişi veya kuruluşlara yok etmek istediği ırka ait kan örnekleri lazım olacaktır.
Hatırlarsanız bir kaç yıl önce Oktar Babuna isimli bir şahısı kurtarmak için bütün ülke seferber olmuş ve kanımızı ve iliğimizi vermiştik. Daha sonra insanlık adına verdiğimiz bu örneklerin bir ülke laboratuarına gittiğini ve Oktar Babunanın da hasta filan olmadığını öğrenmiştik. Acaba. . .
Niye olmasın herşey mümkün.
Genetiği değiştirilmiş gıdalar kısırlaştırıyor
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) kısırlığa neden olduğunu savundu.
Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) Denizli Şubesi Toplantı Salonu'nda, ''Küresel şirketlerin yeni silahı: Gıda ve beslenmenin demokratikleştirilmesi'' konulu konferans veren Demirkol, Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildiğini belirterek, Türkiye'nin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini bildirdi.
Dünyada şu anda 80 çeşit bitkinin genetiğinin değiştirilerek üretim yapıldığına dikkatİ çeken Demirkol, yoğurt sanayisinde de bu tür üretim yapıldığını savundu.
Sanayi türü yoğurtların enzimlerinde değişiklik yapılarak üretiminin gerçekleştirildiğini ileri süren Demirkol, bunun ''çeşitli rahatsızlıklara ve anormalliklere'' neden olabileceğini belirterek, ''Benim eşim de hekim. 1,5 yaşındaki bir hastasının kasığında tüylenme meydana gelince nedenini araştırmaya başlamışlar. Sonunda, çocuğun yediği yoğurdu kestiklerinde kasıklarındaki tüylenmenin ortadan kalktığını tespit ettiler'' iddiasını dile getirdi.
Prof. Demirkol, GDO'lu ürünlerin kısırlığa da neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:
''Viyana Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda GDO'lu domatesleri yiyen farelerin üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bizim de bunu anlamamız için 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz?''
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ticaretinin yaygınlaşması için Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyaya baskı uyguladığını savunan Demirkol, ''Amerika, dünyadaki ürün çeşitliliğini yok edip, GDO'lu ürünlere mahkum ederek, bu sayede dünyaya hükmetmek istiyor. GDO, aslında bir egemenlik sorunudur'' dedi.
Demirkol, tarım üretiminde kullanılan GDO'lu tohumların, rüzgarın da etkisiyle yerel tohumları bozduğunu belirterek, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından beklentilerinin GDO ticaretini düzenlemek değil, bunun üretimini ve ticaretini yasaklayan Biyogüvenlik Yasası çıkarmak olduğunu ifade etti.
Saygılar
http://cokus.wordpress.com/2009/10/13/gdolar-adi-konmamis-kitle-imha-silahlari/
Oğuz bey linki okursanız epey bilgileneceksiniz.İnsanın tüylerini diken diken ediyor...
Oğuz Karsan
18-10-2009, 18:49
Merhaba.
Sn. imgelem,
Gönderdiğiniz linkte bulunanlar çok ilginç, iğrenç, korkunç, Sırf para ve güç kazanmak uğruna, İnsanların hayatı bu kadar kolay mı harcanabilir? Başka kelime bulamadım.
Sayenizde olaya başka bir boyuttan bakmayı da öğreniyoruz. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunların ne boyuta geldiğini, Sağlığımızla ilgili önlemleri almak için yıllarca maaş alanların ne gibi ihmallerde bulunmuş olabileceğini düşünmeyi öğreniyoruz.
Peki bu hain planlarını uygulamaya koyan insanlar, acaba aynı tehlikenin kendilerini de tehdit ettiğinin farkında değiller mi? Kızılderili Atasözünde anlatıldığı gibi "“Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak!" acaba hala anlayama dımı?
İğrenç planlar ile milyonlarca insanın canı pahasına kazandığı o paralar ile acaba kendi çocuklarına yedirebilecek temiz ve kirlenmemiş gıda bulabilecek mi?
Sömürmeyi planladığı ülkelerin kanlı paraları özlediği o hayatı (tabi acaba nasıl bir hayat öngörüyorsa) sağlayacak mı.
Geçenlerde, haberlerde ABD'de bulunan çiftliklerde yabani ot mücadelesinin artık yapılamadığını anlatıyorlardı. Ürettikleri ot ilaçları bir işe yaramıyorlarmış. Beter olsunlar. Dünya ile bu derece oynarlarsa olacağı buydu.
Tek tesellim, onlarında bu mahfettikleri Dünyada bizimle birlikte yaşamak zorunda kalmalarıdır.
Saygılar.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğinin zarar görmemesi için tohum ve buna bağlı ürünlerin üretiminin, "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik"in dayandığı yasalar esas alınarak yasaklandığını hatırlattı.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, dünyadaki 8 gen merkezinden 3'ünün Türkiye'de bulunduğu, yine 3 bin 905'i akademik olmak üzere toplam 12 bin bitki türünün Türkiye'de yer aldığı kaydedildi.
Bugün dünyada üretimi yapılan buğday, arpa, nohut, mercimek, zeytin gibi birçok önemli ürünün anavatanının Türkiye olduğu, ayrıca insanlığın en önemli besin kaynaklarından biri olan buğdayın 11 bin yıl önce Anadolu'da kültüre alındığının bilindiği belirtilen açıklamada şöyle devam edildi:
"ABD, Arjantin, Brezilya, Çin, Kanada, Hindistan, Avusturalya, Yeni Zellanda ve Güney Afrika başta olmak üzere 28 ülkede üretilen Genetiği Değiştirilmiş Organizma'lı (GDO) tohum ve buna bağlı GDO'lu gıda ve yem ham maddeleri, biyolojik çeşitliliğimizin korunmasını ve sürdürülebilir kılınmasını tehdit etmektedir. Bu nedenle, ülkemiz biyolojik çeşitliliğinin zarar görmemesi için tohum ve buna bağlı ürünlerin üretimi, 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik'in dayandığı yasalar esas alınarak yasaklanmıştır."
Açıklamada, bu yönetmelikle insan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin en üst düzeyde korunmasını riske sokanlar ile insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotikleri taşıyan GDO ve GDO'lu ürünleri içeren gıda ve yem maddelerinin ithalatı ve bebek mamalarında kullanımının yasaklandığı kaydedildi.
Açıklamada, yönetmelik kapsamında insan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin en üst düzeyde korunması için karar vermeye esas teşkil edecek risk değerlendirmesinin TÜBİTAK, üniversite öğretim üyeleri ve araştırmacılardan oluşan 11 kişilik bağımsız, bilimsel, teknik bir komite tarafından yapılacağı belirtildi.
İnsan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin korunması bakımından risk taşımadığı bilimsel olarak ispatlananlara etiketleme zorunluluğu getirildiği belirtilen açıklamada, söz konusu yönetmelik hükümlerine aykırı davranışların tespiti durumunda ise 4703 sayılı Kanun, 5179 sayılı kanun ile 1734 sayılı kanuna göre izin iptali, para cezası, toplama, imha, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve hapis cezası dahil cezalar verilebileceğine işaret edildi.
Açıklamada şunlar kaydedildi: "Yine yönetmelikle beraber bağımsız, bilimsel, teknik komite raporu neticesine göre ihracat, ithalat, işleme, nakil aşamalarında piyasa denetim ve kontrolleri daha da sıkılaşacak, Bakanlığımız laboratuvarlarında yapılan analizler de dikkate alınarak, yönetmeliğe aykırı bir husus meydana gelmesi halinde gerekli cezai işlemler yapılacaktır."
Kaynak (http://www.cnnturk.com/2009/ekonomi/genel/10/27/genetigi.degistirilmis.tohuma.yasak.geldi/549491.0/)
beyzagıda
30-10-2009, 09:43
çok sevindirici bir haber
Tohum yasaklandı ancak o tohumla üretilen ürünlerin ithalatı belgelendirilerek serbest bırakıldı. Bu başlığı (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?p=524800#post524800)takip etmenizi öneririm.
Oğuz Karsan
18-12-2009, 15:54
Merhaba.
GDO belasına karşı şimdilik az da olsa bir önlem olarak yeni yasa çıkacak.
Yine de onlar hep bir adım önde olacaklardır. Paraları ve satın alabilecekleri insanlara herşeyi yaptıracak güçteler. Karşılarına dikilip, menfaatlerine dokunan herşeyi, herkesi ve birkaçı hariç her hükümeti yıkacak güçleri var. Sakın onları küçümsemeyiniz.
Saygılar
denizakvaryumu
06-02-2010, 02:20
Amerikalı Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerin solunum bozukluğu, ciltte kızarıklıklar, nezle, göz neslesi, baş ağrısı, hatta şok etkisine yol açarak ölüme bile neden olduğunu söyledi.
GDO konusunda yayınlanan birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Universitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, Ancak çok uluslu şirketlerin GDO'yu yaygınlaştırmak istediğini vurgulayarak "Tarım ilaçlarını pazarlamak için sıkıştırdıkları gibi GDO'lu tohum satmak için de Türkiye, Afrika ve Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Hindistan'da patlıcana da dahil etmek isteniyor. Türkiye'de, önce soya ve mısır, sonra hepsine dahil etmek isteyeceklerdir" dedi.
GDO konusunda yayınlanmış birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerle ilgili ANKA'nın sorularını yanıtladı.
-NOBEL ÖDÜLLÜ DE OLSA TÜM SONUÇLARI TAHMİN EDİLEMİYOR-
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik mühendisliği müdahale yöntemiyle, bitkiler, bakteriler, virüsler ve hayvanlardan alınan genin birleştirilmesi sonucunda, yeni bir gen ortaya çıkartılması olduğunu hatırlattı. Bu birleşik genin kontrol dışı olduğunu, ne gibi sonuç yaratacağının hiç bilinmediğini vurgulayan Fragan, "Bir tek gen dahil etmenin bütün bitki üzerindeki tüm sonuçlarını, doktorası da olsa, profesör de olsa, Nobe Ödüllü de olsa kimse tahmin edemiyor. Dışarıdan hücreye eklenen genin, DNA'nın neresine nasıl yapışacak o bilinmiyor ve kontrol altına alınamıyor" dedi.
-ABD'DE 37 KİŞİ ÖLDÜ, 5 BİN KİŞİ HASTA-
Hücresine yapay gen eklenen bir bitkinin, metabolik düzeyde etkilendiğini, bu durumun doku ve organizmalarda değişikliğe neden olduğunu söyleyen Fragan, "Bu bitkinin besin değerini düşürüyor" dedi. Bu bitkileri yediği taktirde insan sağlığına da zarar verdiğinin altını çizen Fragan, "Bir besin, genetiği değiştirildiği zaman yeni bir protein yaratıyor. Bu yeni proteinler alerji yaratabiliyor. Mesela GDO'lu patates yiyorsunuz, yeni bir protein var ve alerjik tepkiler yaratacak vücutta. Solum bozuklukları, cilt bozuklukları, kızarıklıklar, nezle, göz nezlesi, sindirim sisteminin bozulması, dokuların sağlıksızlaşması, tipik tepkilerden bazıları. Başınız ağrıdı mesela, yediğin mısırdan mı, başka birşeyden mi bilemiyorsun? Çünkü ne yediğin beli değil" dedi. Genetiği değiştirilmiş bakterilerin, zehirli bir bileşik de oluşturarak daha kuvvetli alerjik tepkilere neden olabildiğini, ani şok yaratarak ölüme bile yol açabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Fragan, bu zehirli etki ile ABD'de 37 kişinin öldüğünü, 5 bin kişinin de hastalandığı bilgisini verdi.
-HİNDİSTAN'DA PATLICANA, TÜRKİYE'DE HERŞEY İÇİN SIKIŞTIRILIYOR-
GDO ile dünyada Amerikalı, İsviçreli, Alman asıllı dev şirketlerin ilgilendiğini, dünyadaki GDO'ların yüzde 96'sının 5 ülkede imal edildiğini, bu ülkelerin ABD, Kanada, Avustralya, Brezilya ve Arjantin olduğunu, pamuk eklendiğinde Çin ve Hindistan'ın da bu ülkelere dahil edildiğini söyleyen Fragan, "Bu şekilde bakıldığında sadece 7 ülkede imal ediliyor" dedi. GDO'lu ürünlere dünyada en çok soya fasulyesi, mısır, kanola ve pamuk da rastlandığını, Amerika'da kabak ve domates de olduğunu, Havai'de Papaya bitkisinde bulunduğunu, Hindistan'da patlıcana da dahil etmek istendiğini açıkladı. GDO taraftarlarının, "Türkiye bunu kabul etmezse, dünyanın gerisinde kalır" sözünün gerçeği yansıtmadığını, GDO'yu sadece 7 ülkenin kabul ettiğinin altını çizen Fragan, şunları söyledi:
"Gerçek bu değil. Bu ticari amaçla yapılan, etkili olmayan, hatta bu çağda yapılmaması gereken bir teknoloji. Batı'da genel olarak kabul edilmeyen bir teknoloji. Tarım ilaçlarını pazarlamak için nasıl sıkıştırıyorlarsa, bunun için de Türkiye, Afrika, Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Türkiye'de hepsine dahil etmeyi isteyeceklerdir. Önce soya ve mısır, sonra hepsine."
-GDO'YA ULUSAL GÜVENLİK İÇİN DE DİKKAT-
GDO'lu tohum verildiğinde çiftçilerin, geleneksel tohumları bir kenara bıraktığını, bu tohumların 1 yıl beklediği zaman öldüğünü ve kullanılamaz hale geldiğini vurgulayan Fragan, "Tarım için kullanılan tohumları Türk çitfçileri kontrol edemezse, besin üzerindeki kontrol elden kaçar. Gıda güvenliği kalmaz. Bu sadece gıda güvenliği değil, uluslal güvenlik meselesidir ve çok ciddi bir sorundur" uyarısında bulundu. Türkiye'de GDO'lu ürünlere izin vermeye eğilimli, zayıf bir yasa çıkartıldığını, ancak insanların buna kvvetli bir tepki gösterdiğini ve bunun üzerine hükümetin tekrar gözden geçirdiğini hatırlatan Fragan, "Umut ediyorum ki Türk halkını bunlardan koruyacak daha kuvvetli bir yasa çıkacaktır" dedi. Avrupa'da yasa gereği, GDO'lu ürünlerin üzerine etiket konmak zorunda olduğunun altını çizen Fragan, "Türkiye'de çıkartılacak yeni ya da bu şartı koşmak zorunda ki ona göre insanlar alsın, ya da almasın" dedi.
-GDO'DAN KAÇINMAK İÇİN GIDALARIN ETİKETİNİ OKUYUN-
GDO'lu ürünlerin bakarak anlaşılacak bir durum olmadığını, ancak soya ve mısır katkı maddesi olarak, keklere, bisküvilere, şekerlere ve birçok gıda maddesine sıçradığını söyleyen Fragan, tüketicilere, "Yediğiniz şeylerin etiketini okuyun. Mısır, soya varsa, pamuk yağı varsa veya kanola varsa o zaman risk var demektir. En güvenlisi organik yiyin. Güvendiğiniz yerlerden gıdayı alın. Mümkünse güvendiğiniz tarlalardan, çiftçilerden alışveriş yapın" tavsiyesinde bulundu.
Timeturk
denizakvaryumu
07-02-2010, 00:00
http://www.izlesene.com/video/muzik-sagopa-baytar/525132
Sonsuza kadar GDO ya HAYIR....
Şeytan GDO defol.
Mine Pakkaner
10-02-2010, 15:43
Prof. Dr. Tayfun Özkaya' nın bir yazısını paylaşmak istedim.
GDO DESTEKÇİLERİ SİGARA SANAYİNİN DE Mİ HİZMETİNDE?
Tayfun Özkaya
Dünya’da GDO destekçisi olan önemli kişilerin ve kuruluşların çoğunun ortak bazı özellikleri var. Nelere karşılar, sayalım. Küresel ısınmayı durdurmak için alınması gereken önlemlere, organik tarıma, yağmur ormanlarının yok edilmesi ile ilgili duyarlılığa ve sigaraya getirilen vergi ve kısıtlamalara karşılar. (H. Paul ve R. Steinbrecher, Hungry Corporations, Zed Books, New York, 2003)
Bu yazıda diğer konuları bir kenara bırakıp, yalnızca sigara konusunu ele alalım. İki GDO destekçisini biraz tanıyalım.
Steven J. Milloy : Daha önce sigara sanayi lobicisi olarak çalıştı. Kısaca TASSC (The Advancement of Sound Science Center) denilenTürkçe’ye “Güvenilir Bilim İlerleme Merkezi” şeklinde çevirebileceğimiz bir kuruluşun önceki baş yöneticisi idi. Bu kuruluş sigara şirketi Philip Morris tarafından paraca desteklenmektedir. TASSC akciğer kanseri ile sigara arasında ilgi olmadığını savundu. Amerikan Sigara İçmeyenlerin Hakları Vakfı, Milloy’u; dünyanın en saygın bilim kuruluşlarının sigara konusunda yayınlanmış araştırmalarını reddetmek ve “çöp araştırma” olarak etiketlemekle eleştirmektedir. (http://www.no-smoke.org/getthefacts.php?id=482) Miloy Özgür Girişim Eylem Fonu (Free Enterprise Action Fund) denilen bir fon kuruluşunun da başkanıdır. Steven Milloy daha önce sigara sanayinde yönetici olan Tom Borelli ile bu kuruluşta birlikte çalıştı. Milloy benzer etkinlikleri olan Cato Institute adlı kuruluşta da bulundu, GDO’lu ürünleri eleştirenlere hücum etti ve GDO’lu ürünlerin etiketlenmesine karşı çıktı. (JunkScience.com, 7.2. 2009)
Gregory Conko: Politik bilim ve tarih eğitimi almıştır. Kısaca CEI denilen (Competitive Enterprise Institute) Rekabetçi Girişim Enstitüsünde gıda güvenliği politikası müdürüdür. CEI’nin sigara şirketlerinden büyük miktarda para aldığı biliniyor. CEI sigara yandaşı bir kampanya da yürütmüştür. CEI “sağlıktan daha önemli şeyler de vardır” demektedir. Conko aynı zamanda AgBioWorld Foundation adlı kuruluşun kurucularından biridir. Bu kuruluş da GDO ürünlerin destekçisidir.
Conko Avustralya’lı gazeteci Bob Burton’a Monsanto’nun CEI’ye para yardımı yaptığını itiraf etmiştir. (http://www.mindfully.org/GE/2004/Competitive-Enterprise-Institute4mar04.htm)
Sigara da bir zamanlar çok masum ve zararsız bulunuyordu. Şimdi bunu savunmak iyice zorlaşmıştır. Sigaranın zararsız olduğunu iddia edenlerin şimdi de GDO’ları savunmakta olduğunu öğrenmiş olmak sanırım bazılarının gözünü açacaktır.
denizakvaryumu
10-02-2010, 20:21
124714
GDO kullanan şirketleri açıklıyoruz!
GDO çağımızın yeni silahı. Görünmez silah. Vurulduğunuzu anlamadan vuran silah. Ekilmesinin, yenilmesinin güvenli olduğu ispat edilmeden insanların yemeklerine, ilaçlarına, aşılarına girmiş durumda.
Amerikalıların çoğu GDO’ya karşı ve GDO yemek istemediklerini söylüyorlar. Yüzde 60’ı hiç GDO’lu besin tüketmediklerini zannediyorlar ama her gün yiyorlar. Özellikle de GDO’lu mısır, soya, kanola ve pamuk yağı içeren gıdalarla.
Biz, Türkiye halkı da GDO istemiyoruz. Ben televizyonda GDO’yu savunan akademisyenlerin bile ailelerini GDO ile beslemek isteyebileceklerini zannetmiyorum. Çocuğuna, torununa GDO soya yağlı mama vermek isteyebileceğini, yazın içtiği içeceğin GDO’lu mısır şekeriyle tatlandırılmış olmasını isteyebileceğini hiç zannetmiyorum. Uzun vadeli sonuçlarının ne olacağını bilmediği bir deneyin parçası olmayı kim ister? Hiçbir insan istemez…
Evet, Türkiye’de GDO istemiyoruz diyorduk. Anneler istemiyor, babalar istemiyor, çocuklar, büyükler istemiyor. Ama – farkında bile olmadan- o kadar çok yiyoruz ki…
Gerçekler ortada. GDO’lu hammadde kullanan (hem de senelerdir kullanan) gıda şirketleri Tarım Bakanlığı’na baskı üstüne baskıyla GDO’lu hammaddenin serbestçe girmeye devam etmesi için derin manevralar yapıyorlar. Çok kısa bir sürede GDO yönetmeliği defalarca değişti. Şu anda sınırlarımızdan tonlarca GDO’lu hammadde giriyor. Kimi yem olarak kullanılıyor; ki tavuklar yemlenirse yumurta ve etleri, inekler yerse süt ve etleri de güvenilir olmaktan çıkıyor. Kimi de, gıda şirketlerinde hammadde olarak kullanılıyor.
Peki, bilmeden yediğimiz bu GDO’lu ürünler hangileri? Gofret, çikolata, kola, gazlı içecek, kahvaltı gevreği, hazır çorba, hazır kek, sucuk, salam, sosis, renkli yoğurt, çiklet, aromalı kahve, ketçap, mayonez, bisküvi, kraker, şekerleme, renkli içecek, ekmek üstüne sürülen ezme, cips, vb. paketli gıda ürünlerinde şu aşağıdaki listeden bir hammadde varsa GDO’lu olma ihtimali yüksektir:
• Mısır şurubu
• Yüksek fruktozlu mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker –NBSŞ)
• Mısır nişastası
• Mısır yağı
• Bitkisel yağ
• Margarin
• Soya unu
• Soya proteini
• Soya lesitini
• Soya yağı
• Dokulu bitkisel protein
• Dekstroz
• Maltodekstrin
• Fruktoz
• Sitrik asit
• Laktik asit
• Kanola yağı
• Pirinç
• Pamuk yağı
TADELLE ve SARELLE markaları kendilerini akladı. Ürünlerinde GDO kullanmadıklarını göğüslerini gere gere ilan ediyorlar.
Ben bir tüketici olarak diğer gıda şirketlerinden de GDO kullanmadıklarını ilan etmelerini bekliyorum. Yoksa Tarım Bakanlığı’na o gizli baskıları yapanların onlar olduğunu ve senelerdir bize GDO yedirdiklerini düşüneceğim.
İyilikgüzellik.com okuruna not:
Marketten bir ürün almak zorunda kaldıysanız, almayı düşündüğünüz ürünün etiketindeki o çok küçük harflerle yazılmış “içindekiler” listesini mutlaka okuyun. Yukarıda listelediğimiz hammaddelerden birini dahi içeriyorsa satın almayın.
Pastanelerden alınan pasta, kurabiye, börek, baklava ve diğer hamur işlerinde içindekiler listesini göremiyoruz ama pastanelere de mutlaka sorun. Özellikle margarin, soya yağı, kanola yağı, mısır nişastası kullanıp kullanmadıklarını.
Çocuğunuzun bu korkunç deneyde kobay olmasına izin vermeyin.
http://www.iyilikguzellik.com/artikel.php?artikel_id=120
denizakvaryumu
10-02-2010, 20:24
Kemal Özer'in yazısı:
...
Yaz başlarında Cemil Çiçek tarafından Bakanlar Kurulu gündeminde olduğu açıklanan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı TBMM’ye sevk edilmek yerine, adeta GDO konusundaki tepkilerin dozunu ölçmek için yapılırcasına; bilinen adıyla absürt GDO yönetmeliği yayınlandı.
Yönetmeliğin yürürlüğünün Danıştay tarafından durdurulması üzerine ‘kırmızı kitap’ gibi korunan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı geçtiğimiz günlerde birden bire TBMM’ne sevk edildi.
Tasarının Tarım Komisyon’unda görüşmeleri sırasında, iktidar ve muhalefetin Türkiye’nin hiç de alışık olmadığı göz yaşartıcı kardeşliğine sahne olması, elbette manidar sayılabilecek bir gelişme.
Tarım Komisyonu’nda hem Ak Partili hem de CHP ve MHP’li üyelerin sözleri, domuz gribi aşısından ders alınmadığının en açık göstergesi gibiydi.
“ABD’ye yapmış olduğumuz ziyaret basında çok farklı yorumlandı. Bu kanun daha ileri götürülerek genetiği değiştirilmiş tohumların kontrollü bir şekilde ekiminin de kanuna eklenmesini talep ediyorum” cümlelerinin sahibi, Ak Parti Bursa Milletvekili Ali Koyuncu. Peki, Ali Koyuncu kim? Sıkı durun. O, kendinin de itiraf ettiği üzere geçtiğimiz Nisan ayında ABD’de Tarım Bakanlığı ve GDO devi Monsanto’nun davetlisi olarak, ABD gezisine götürülüp ikna odasına alınmış milletvekillerinden biri ve aynı zamanda da Mısır ve Süt üreticisi.
“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar ortalığı bulandırıyorlar. Kamuoyunu yanlış yönlendiriyorlar” diyen, Ak Parti İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit ise GDO çalışmalarını eleştiren GDO karşıtlarını cahillikle suçluyor.
“GDO’lu ürünleri, ayıplı bir ürün gibi lanse etmek yanlıştır. Bir bardak suda fırtına koparıldı. Bu tasarı çok geç gelmiş bir kanundur. Acilen yasalaştırılmalı” cümleleri ise GDO’lu ürünlerin sağlıklı ve nitelikli ürünler olduğunu belirten Ak Parti Uşak Milletvekili Nuri Uslu’ya ait.
İktidar bu kez yalnız değil. İktidarın her sözünü ve icraatını eleştirmekten başka hiçbir hayırlı işte göremediğimiz muhalefet ise rüyalarında mı yoksa karanlık bir mahzende mi korkutuldu bilinmez, küresel tohum devlerinin sözcüleri gibi konuşarak iktidarı destek yağmuruna tutuyorlar.
“Biyo güvenlik yasa tasarısı Türkiye için ihtiyaçtır” sözleri de C. Halk Partisi İzmir Milletvekili Vahap Seçer’e ait. Oda bir ABD’nin ikna gezisi katılımcısı…
“Hibrit tohumlar da GDO’lu tohumlar gibi lanse edilip, aynı kefeye konması beni rahatsız ediyor” sözleri tohumun mülkiyetini, küresel emperyalist güçlerin mülkiyetine geçiren hibrit tohumları savunarak adeta milliyetçiliklerinin iflasını ilan eden Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan’ın. Ve oda ABD’nin ikna gezisi katılımcılarından bir diğeri…
“GDO yasasındaki cezalar ağırı buluyorum hafifletilmeli” sözü de, adeta kraldan çok kralcılık yapan ve de GDO konusunda iktidar ve muhalefetin birilerince uzlaştırıldığı izlenimi veren MHP Erzurum Milletvekili Zeki Ertuğay’a ait.
Tüm bunlar, Türkiye halkının yüzde doksandan fazlasının itiraz ettiği GDO’lu ürünlerin iktidar ve muhalefetin elbirliği ile yasalaştırmak için siyasi tarafların, karanlık odakların taleplerine boyun eğdiği gibi de yorumlanabilir.
İktidarın her icraatına muhalefet eden sözde halkçı CHP’nin ve sözde milliyetçi MHP’nin, GDO konusunda Ak Partili komisyon üyelerinden daha ateşli çıkmalarının hikmeti ne olabilir ki?
Tarım Komisyonu’na davet edilen sivil toplum örgütü temsilcilerinin üzerine yürüyen, Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan, acaba Rockefeller ve Monsanto adına konuşuyor olabilir mi?
Kıymetli okurlarımız makalemizin uzunluğundan şikâyet edecekler biliyorum ama bir gerçeği daha belirtmeden geçmek imkânsız. Kamuoyu, milletvekillerinin ABD’nin ikna gezisine sadece bir defa götürüldüğünü zannediyor. Hâlbuki benzer ikna girişimlerinin çok kez ve farklı şekillerde sürdüğü anlaşılıyor.
ABD Tarım Ataşesi Robert Hanson tarafından kaleme alınan rapordan anlıyoruz ki; genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere karşı Türkiye’de oluşan kamuoyu, ABD’den GDO’lu ürün ithal eden üreticileri ürkütmüş. Bu nedenle de söz konusu yasa tasarısının GDO’lu ürünlerin, Türkiye’ye ithalinde engel çıkaracak bir şekilde çıkmaması için çalışmalar yapıldığı belirtiyor.
Biraz daha ileri giden Hanson raporunda; karar vericileri, akademisyen ve üreticileri hedef alan bir dizi lobi çalışması yapılmasını da öneriyor.
İşte ABD tarafından Türkiye’de yapılmış çalışmalardan bazıları:
- 2000 yılından bu yana Cochran Programıyla biyoteknoloji adaylarının ABD’ye gönderilmesi.
- Biyoteknoloji konusundaki bilgilerin tercüme edilip hükümet ve paydaşlara iletilmesi.
- Seçilmiş, gıda güvenliği konusunda çalışan 2 hükümet yetkilisini 2002′de Tunus’taki biyoteknoloji seminerine gönderilmesi.
- Yüksek düzey iki Tarım Bakanlığı uzmanının 2003 yazındaki Amerikan Hububat Konseyi toplantısına katılması için aday gösterilmesi.
- 2003 sonbaharında Ankara’da hükümet yetkililerine (250 kişinin üzerinde katılım olmuş) büyük bir konferans düzenlenmesi.
- 2003 yılı sonbaharında bir üniversitenin biyoteknoloji uzmanının Amerika’daki biyoteknoloji konferansına gönderilmesi.
- 2004, 2005 ve 2006 yıllarında, bakanlığın 5 gıda güvenlik elemanının, devlet fonlarıyla Biyoteknoloji Uluslararası Ziyaret Programı’na katılmasının sağlanması.
- 2004 yılı yazında bakanlık yetkililerinin ve gazetecilerin USGC Biyoteknoloji programlarına katılmasının sağlanması.
- 2005 yılı Nisan ayında bir grup milletvekili ve Tarım Bakanlığı’nın kilit elemanlarının ABD’ye davet edilmesi ve ABD’nin tarımsal biyoteknolojiyi nasıl kullandığının gösterilmesi
- 2005 yılı Eylül ayında ABD Tarım Bakanlığı’nın yardımıyla bir biyoteknoloji uzmanının Türkiye’deki üç üniversitede, Bakanlık yetkilileri ve paydaşlara konferans vermesinin sağlanması.
Planlanan çalışmalardan bazıları ise:
- Karar yetkisine sahip yüksek düzeydeki Tarım Bakanlığı yetkililerinin, seyahat ve eğitim programlarına dahil olmasının garanti edilmesi.
- Basında ve siyasi alanlardaki eleştirileri yanıtlamak için Türkiye’deki yerli endüstri ve ithalatçılar ile eşgüdüm içerisinde olunması.
- Biyoteknolojinin yararlarını göstermek için Türkiye’deki yerel üniversitelerle eşgüdüm içinde olunması.Ankara ve İstanbul’da bakanlıkların dönem dönem değişebilen elemanlarına gıda güvenliği seminerleri verilmesi için konuşmacılar ayarlamak.
- Bu seminerlere FDA’nın (Yiyecek ve İlaç Departmanı) katılımının ve ABD’deki biyotek ürünlerin yararlarını anlatan Amerikalı üreticilerin bu toplantılarda olmasının sağlanması.
- Cooperator, Cochran ve Uluslararası Ziyaretçiler Programı aktivitelerinin devam ettirilmesi. Bu aktiviteler arttırılmalı ve ziyaretler için İngilizce bilmeyen daha yüksek düzeydeki resmi görevlilerin hedeflenmesi.
- Türkiye’nin, biyoteknolojik mısır ve pamuk üretiminden diğer ürünlere nazaran daha karlı çıkacağının üreticinin karının artacağının, resmi görevliler ve yerel üretici birliklerine devamlı olarak anlatılması.
Görülüyor ki, küresel güçler boş durmuyor...
Bizimkilere düşen rol ise sadece ve sadece köleliğe rıza göstermek.
Bu durumda ölenler keşke sadece ‘…izm’ler olsaydı. Ne yazık ki beraberinde insanlıkta mevta!
Kaynak: http://www.gidahareketi.org
http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=2108
KANADA ' DAN BİR HABER...
Monsanto genetik kaçışların tüm sorumluluğunu kabul etti ( 1/2 )
Daha önceki bir duruşmada, Kanada Temyiz Mahkemesi, Monsanto'nun Transgene'inin patent koruma hakkının yasallığını tanımış; ancak patentin canlılar ve canlı biçimleriyle ilgili yasallığı sorusunu yeniden değerlendirmek üzere Kanada Parlamentosu'na devretmişti. Daha önceki yasal normlara paralel olarak, belli bir gen üzerindeki patent sahibi aynı zamanda patente bağlı hasadının/ürünün de sahibi sayılmakta. Ancak bu mesele askı sürecinde ve Kanada Parlamentosu tarafından yeniden değerlendirilmek durumunda.
Schmeiser Monsanto'nun genetik yapısı değiştirilmiş tohumlarını ve çok-kapsamlı herbisit Roundup Ready'yi asla kullanmadığını, aynı zamanda oluşan genetik kirlilikten hiçbir çıkarı olmadığını kanıtlayabildiği için, Monsanto'nun tazminat taleplerinden aklanmıştı.
2005 yılında, Schmeiser Monsanto'nun genetik yapısı değiştirilmiş kanola bitkilerini tarlasında tekrar tespit etti. Monsanto'yu konu hakkında bilgilendirdi
ve firmadan bu bitkileri tarlasından kaldırmasını talep etti. Monsanto bitkilerin genetik yapısı değiştirilmiş Roundup-Ready bitkiler olduğunu ve dolayısıyla kendi ürünleri olduğunu kabul etti. Bir bitkinin sahibinin aynı zamanda o bitkinin neden olduğu kirlilik hasarlarından sorumlu olduğuna dair hüküm çerçevesinde, Schmeiser bitkilerin tarlasından profesyonel bir şekilde kaldırılmasını sağladı ve fatura masraflarını tanzim edilmek üzere Monsanto'ya gönderdi.
Daha önceki mahkeme dışı uzlaşma çabalarında, Monsanto 660 dolar tutan bedeli ödemeyi kabul etmemiş ve bu olay sonrasında Schmeiser firmaya dava açmıştı. Monsanto Schmeiser'ın bu konu hakkında hiçbir biçimde konuşmaması ve ileride Monsanto'ya ürünlerinin genetik kirlililiğine sebebiyet vermesi
suçlamasıyla dava açmaması koşuluyla, hasar tutarını ödemeyi kabul etmişti. Schmeiser, tamamiyla gayri ahlaki olan bu talepleri reddetti. Yargıç Monsanto'nun neden 660 dolar gibi çok küçük bir miktarı ödemediğini sorduğunda, Monsanto'nun avukatı Richard W. Danyliuk talebin 660 dolar gibi bir para meselesinden çok ötesinde olduğunu belirtti.
19 Mart 2008 tarihli duruşmadan bir
saat önce, Monsanto Perry Schmeiser'ın bütün taleplerinin yanı sıra Schmeiser'ın tarlalarındaki genetik kirlenmenin sorumluluğunu da kabul etti. Dolayısıyla Monsanto sadece hasarı ödemekle kalmıyor aynı zamanda Schmeiser'ın bu konunun arka planıyla ilgili toplumu bielgilendirmek amacıyla yapacağı bütün açıklamaları ve yorumları da kabul etmiş oluyor. Patentli Transgene'in sahibi olan Monsanto'nun çevre tarlaların genetik kirliliğindeki sorumluluğunu kabul etmesi dünyadaki bütün çiftçilerin Monsanto'ya tazminat talebinde bulunmaları imkanını sağlıyor.
Daha fazla bilgi için:
www.percy.schmeiser-on-tour.org, www.percyschmeiser.com
Röportajlar: Percy Schmeiser, Canada: +1 306 369 25 20
Kaynak:http://www.emanetciler.org/
GDO’nun Zararı Kanıtlandı Nis 19
Rusya, her yıl düzenlenen ve 15 Nisan’ dan 5 Haziran’ a dek sürecek Çevresel zararlara karşı savunma günlerine, bağımsız bir araştırmanın sansasyonel sonuçlarının duyurusu ile başladı. Bilim adamları genetiği değiştirilmiş organizmaların memeliler için zararlı olduğunu kanıtladı. Araştırmacılar, GD gıda ürünleri yiyen hayvanların üreme yeteneklerini kaybettiklerini keşfetti. Yüksek bir üreme oranına sahip Campbell hamsterları 2 yıl düzenli olarak tarımda büyük oranda kullanılan ve genetiği farklı seviyelerde değişmiş soya ile beslenmiş. Başka bir grup hamster, kontrol grubu olarak, Sırbistan’ dan büyük zorluklarla bulunan (çünkü dünyadaki soyanın % 95’ i transgeniktir) saf soya ile beslenmiş.
Ulusal Gen Güvenliği Birliği ve Ekolojik ve Evrimsel Sorunlar Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen deney ile ilgili Dr. Alexei Surov şunları söyledi: Bir çok hamster grubu seçerek bunları hücrelerde çiftler olarak tuttuk ve onlara her zamanki sıradan yemlerden verdik. Bir grup için hiçbir ekleme yapmadık ancak diğeri GD soya içerikli yemler ile beslendiler. Bu arada üçüncü bir grup aynı şekilde genetiği değiştirilmiş organizmalarla beslendi ve dördüncü grup daha yüksek içerikli GDO yemle beslendi. Böylece onların davranışlarını, ağırlık kazançlarını ve yavrulama performanslarını izlemeye başladık. Başlangıçta her şey normal gitti. Ancak yavrulardan yeni bir çift seçip beslemeye eskisi gibi devam ettiğimizde önemli bir etki tespit ettik. Bu çiftlerin büyüme oranları daha yavaştı ve cinsel olgunluğa daha geç ulaştılar. Bunların yavrularının bazılarını alıp bu üçüncü kuşaktan yeni bir çift oluşturduğumuzda GD gıdalarla beslenmiş bu üçüncü kuşaktan yeni yavrular alamadık. Bu çiftlerin yavrularına üreme yeteneğini aktaramadığı kanıtlandı.
Bilimciler tarafından üçüncü kuşak hamsterlarda şaşırtıcı başka bir şey de keşfedildi. Buna göre deneydeki hayvanların ağızlarında tüyler çıktı. Bunun neden olduğu anlaşılamadı. Ayrıca araştırmacılar GDO’ lu gıdalar tüketen hayvanların başına gelen bu yok oluş programının sebebini anlayamadılar. Bu durumun ancak bu tür gıdaların tüketiminin durdurulması ile sonlanabileceğini söylediler. Bu nedenle bilimciler güvenli oldukları kesin olarak kanıtlanana kadar GD gıdaların yasaklanmasını önerdiler. Rus bilimcilerin ulaştıkları bu sonucun aynısına daha önce Fransız ve Avusturya’ lı meslektaşları da ulaşmıştı. Bilimciler GD mısırın memeliler için zararlı olduğunu kanıtladığı anda Fransa üretimi ve satışı hemen yasaklamıştı. Deneyi yürüten bilimciler, GDO’ nun sağlığa zararlı olduğunu kesin olarak söylemek için daha çok erken olduğunu belirttiler. Anlaşılır araştırmalar yürütmeye ihtiyaç olduğu konusunu ısrarla vurguladılar. Moskova yakınlarındaki “Skolkovo” buluş merkezinde “güvenilir gen teknolojileri” projesi başlatmayı önerdiler.
Çeviri: Hakan Ozan Erzincanlı
KAYNAK;
http://yesilgazete.org/2010/04/19/gdonun-zarari-kanitlandi/
MeyveliTepe
20-04-2010, 21:45
Temizbesin (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=20185)hareketi için destek bekliyoruz.
Yediklerimiz konusunda bir gıda mühendisi arkadaşımızın gözünden durum saptaması: "Sesimi kim duyacak!"
Bu hafta size geçtiğimiz hafta bize ulaşan bir mektubu "hiç değiştirmeden" sunuyorum. Beş yıldır meslekte olan bir gıda mühendisi arkadaşımız kaleme almış. Şöyle diyor mesajında: "Yazdıklarımın yayınlanması ve tarihe bir not olarak düşmesine olan desteğinizden dolayı sonsuz müteşekkirim. Çünkü ülkemizde, ister büyük olsun, ister küçük olsun, gıda fabrikalarının arka bahçesinde insanlık suçu işleniyor. Birileri devletin denetim eksikliğini, "her şeyi" yaparım uygulamasına dönüştürmüş. Buna cesaret edenlerin bir çeşit vatan hainliği yaptıklarına inanıyorum. Maalesef bütün bu aldatmacaları görerek mesleğime karşı soğudum. Üretimde çalışan meslektaşlarım var ve başka ülkede örneği olmadığına inandığımız bu aldatmacadan son derece rahatsızız. Yapılan hileleri biliyorum,. Ancak bunun önüne nasıl geçilecek, nasıl çözüleceğini bilmiyorum. Bu konuda çok umutsuzum..." Ve de şöyle devam ediyor mektup…
"Burada size bazı itiraflarda bulunacağım. Mezuniyet tarihim 2005 yılı. Ben bir gıda mühendisiyim. Üniversitede gıda bilimi ve teknolojisi alanında modern bilimlere dayalı, deneysel ve çağdaş bir eğitim aldım. 4 yıllık meslek yaşantımda ne yazık ki şunlara şahit oldum.
Toz beyaz şekeri gıda boyası ile boyayıp esmer şeker diye satan bir işletmede görev aldım. Görev aldığım işletmenin sahibine bu ahlaki ve yasal bir şey değil dediğimde bana kapıyı gösterdiği günü hiç unutmuyorum. Üstelik Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nda denetim yetkililerine bundan bahsettim Ama nafile, kulak arkası ettiler kayda alıp üzerine gitmediler.
Türkiye'nin en büyük süt fabrikalarından birinde mühendis olarak görev aldım. Kapasitesi günde 600 bin litre. Küflenmiş, iade kaşarlar ve bozulmuş beyaz peynirler, eritme tuzları ve antimikrobiyal maddeler (natamisin, potasyum sorbat, sodyum hipoklorit vb.) katkı maddeleri ile işleme tabi tutulup, eritme peyniri olarak değil, "taze kaşar" adıyla "katkısız ibareli" ambalajlarda satılıyordu. Kaymaklara, tereyağlarına renklerde düzeltme yapmak için, klorofil, karetenoid bileşikler ilave ediliyordu. Ama etikette katkısız, %100 doğal yazıyordu.
Tarım il müdürlüğü yetkililerinin denetime gelecekleri gün herkese birer ağızlık ve kolluk dağıtıldığını hatırlıyorum. Normalde takılmayan ağızlıklar ve kolluklar o güne özel takılmış ve normalde açık olan bütün geçiş kapıları kapatılmıştı. Ayrıca bütün katkılar adeta yok edilmişti. Tam bir kandırmaca…
Ne olur beni duyun. Ülkenin bu kadar karmaşık gündemi içinde beni duyun. Hocam! Ülkemde özel laboratuarlar analiz yapmadan sonuç yazıyor. Kepekli ekmek diye yine bir çeşit boya işlevine sahip "rogena" isimli katkı kullanılıyor. Un boyanıyor ve kepekli ekmek diye satılıyor. İçinde kepek yok. Rengi kepekli ekmek renginde boyalı ekmek sadece.
Natürel yazan reçellere küf gelişimini engellemek için sodyum benzoat katılıyor... Ama etiketinde "natürel" diyor, "katkısız" diyor.
Bir örnek daha vermek isterim. Bir maden suyu firması limonata üretiyor. Esas işi maden suyu şişelemek. Limonata üretmek için temin ettiği su, 10 metreden az derinliğe sahip bir sığ kuyunun suyu. Kuyunun yanı başından bir dere geçiyor. Burada garip olan ne var diyebilirsiniz. Şimdi söyleyeyim, kuyu ruhsatsız. Evet kuyu ruhsatsız. Bunun anlamı şu; kuyudan çıkan suyun ne içerdiği belli değil, denetime tabi bir kuyu değil. Yani DSİ'den kuyu açma izni alınmamış ve sonrasında analizlerini yaptırmak amacıyla ne Sağlık Bakanlığı ve ne de Tarım Bakanlığı'ndan içerik olarak zararsızdır ve gıdaya kullanıma uygundur onayı alınmamış. Ama bu suyla limonata yapıyor birileri ve bunu satıyor, süper marketlerde.
Hiç unutmuyorum. Denetime gelen yetkili limonatayı hangi sudan yapıyorsunuz dediğinde işletme müdürü maden suyundan demişti. Ama takibi olmadığı için ve maden suyu gibi çok sert ve yüksek mineralli bir sudan limonata yapmanın uygulanabilir olmadığını bilmeyen yetkili bu söyleme inanmış ve numune alıp içeriğinde hangi suyun kullanıldığını tespit etmeye yönelik izleme yapmamıştı.
Özel sektörde ilanlara bakarsanız hep deneyim aranıyor. 1 yıl, 2 yıl, 5 yıl, deneyim. İstenen şey mühendislik deneyimi değildir kesinlikle, hileyi hurdayı bilme, buna alışmış olma, okulda aldığı etik eğitimi unutmuşluk, ama hileyi hurdayı, ahmaklığı, boş vermeyi bilme deneyimidir. Özetle söylemek isterim ki; özel sektörde gıda mühendisleri işlevini yerine getirmiyor. Bu mesleği seçmiş olmaktan artık utanır hale geldim. Utanmamın sebebi girdiğim işletmelerde hileleri önleyememem. Bunu halkımıza, sizin aracılığınızla, bu kadar yoğun gündem içinde haykırıyorum. Çocukken annemden duyduğum, sütçünün süte su katması hilesini tek hile olarak bilmek istiyorum. Yapılan hilelerden o kadar bezdim ki. Önleyemiyorum...
Bu nasıl bir işleyiştir. Devletin denetimden sorumlu bakanlık yetkilileri denetime geldiklerinde sadece tavana, tabana bakıyor. Toz yoksa, etraf derli topluysa uygundur diye rapor veriyor. Peki işin arka bahçesinde insan sağlığını hiçe sayarak yapılan uygulamalar. Bütün bunlar biliniyor da ses çıkarılmıyor mu diye düşünüyorum bazen. Çünkü neredeyse bütün işletmelerde aynı durumlar söz konusu. Buna anlam veremiyorum. Bana inanmanız için, herhangi bir gıda mühendisliği bölümünden her hangi bir hocaya bunları sormanızı isterim. Hileleri hocalarımız biliyor, sahada çalışan gıda mühendislerimiz biliyor ve ''devletin denetim ekibi'' biliyor ama hiç bilmiyormuşuz gibi bir durum var ortada. Evet UHT süt araştırılsın, bilimsel anlamda sorgulansın. Ama ona gelene kadar bence o kadar hile var ki. Mesela süt fabrikalarında beta laktam ve tetrasiklin grubu antibiyotik içeren sütler UHT'ye işlenebiliyor. Ya da kaşar peynirine işleniyor. Ama dökülmediği kesin".
Bakalım Tarım ve Köyişleri Bakanımız ve Sağlık Bakanımız bu mektup konusunda ne diyecekler?
Yavuz DİZDAR
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yoneticinin-keyfi-yavuz-dizdar_48_0_yazar.html
Bu yazı da "Temizbesin"e katkı için bir çok nedenden biri. "Temiz ve güvenli gıda istiyoruz".
http://www.dunyagazetesi.com.tr/yoneticinin-keyfi-yavuz-dizdar_48_0_yazar.html
Bu yazı da "Temizbesin"e katkı için bir çok nedenden biri. "Temiz ve güvenli gıda istiyoruz".
Bu da bir başka neden:
http://www.dunyagazetesi.com.tr/bebek-beslenmesi-konusundaki-dogrular-yanlislar-ve-gercekler!-yavuz-dizdar_48_82781_yazar.html?
".....Bütün hammadde "mecburen" Avrupa'dan alınıyor!
Üretim bütün ürünlerde çiftlikten üretim tesisine kadar denetim altında. Her aşamada örnekler alınarak test ediliyor. Şirket Türkiye'den hammadde sağlayamaya çalışmış, ancak ülkemizde organik sertifikalı ürünlerde bile kabul edilemez düzeyde kimyasal ilaç kalıntısı saptadıklarından vazgeçmek zorunda kalmışlar. Ülkemizden gönderilen beş kalem "organik" ürünün elmaların bir kısmı hariç hepsi geri döndürülmüş. Bu durum elbette şu anlama da geliyor; "organik denen üretim bile bu durumdaysa, vay diğer ürünlerin haline!" Ne hoş değil mi? Organik meyve üretimimiz anlaşılan bir masal, tükettiklerimiz tamamen kimyasal! Biz ne yiyoruz? Bu durumda çocukların taze sebze-meyve tüketmemeleri başlı başına bir avantaj haline geliyor....."
Oğuz Karsan
06-05-2010, 14:39
Merhaba.
Türkiye'nin en büyük süt fabrikalarından birinde mühendis olarak görev aldım. Kapasitesi günde 600 bin litre. Küflenmiş, iade kaşarlar ve bozulmuş beyaz peynirler, eritme tuzları ve antimikrobiyal maddeler (natamisin, potasyum sorbat, sodyum hipoklorit vb.) katkı maddeleri ile işleme tabi tutulup, eritme peyniri olarak değil, "taze kaşar" adıyla "katkısız ibareli" ambalajlarda satılıyordu. Kaymaklara, tereyağlarına renklerde düzeltme yapmak için, klorofil, karetenoid bileşikler ilave ediliyordu. Ama etikette katkısız, %100 doğal yazıyordu.
Sn. Kiraz,
Uzm.Dr. Yavuz Dizdar'ın yazısından alıntı yaptığınız mektupta dile getirilen haykırışı bizlere duyurduğunuz için teşekkürler. Sanırım süt ürünleri ve diğer gıdalar ile ilgili büyük cirolu firmaların yaptıkları ortaya dökülmüş.
İçine çıkar ve para giren herşey kirlenmeye mahkum. Peki Milletimizin sırtından milyarlarca dolar para kazanan bu asalaklar işi ne kadar ileriye götürebilirler? Hırsları yüzünden sonuna kadar. Dünyamızın üzerinde temiz ve güvenle tüketilecek gıda maddesi kalmayıncaya kadar. Herşey zehirleninceye kadar.
Onlar için tek önemli olan kazanacakları para, gerisi önemli değil. Kaç kişinin uygun olmayan gıdalar ile zehirleneceği veya yaşamlarından bozuk gıdalar ile kaç yıl çalınacağı hiç önemli değil.
Tarım Bakanlığının yaptığı denetimlere de güvenilemeyeceğini bir kez daha anlamış bulunuyorum. İşlerini gerektiği gibi yapmamaları için kendilerine çıkar sağlayan kişilerin çoğunlukta olduğu kurumlar zaten çalışamaz ve görevlerini yapamaz hale gelmişler. Daha doğrusu onlar da kapitalist sistemin parçası olmuşlar. Tek amaç para.para.para.
Daha söylenecek çok şey var . . . .
Saygılar
Düzelttiğim yazımda, daha önce Uzm.Dr. Yavuz Dizdar'ın mesleğini yanlış yazmış olduğum için kendisinden ve yazımı o haliyle okumuş olanlardan da ayrıca özür dilerim.
denizakvaryumu
11-05-2010, 19:53
GDO'lu ürünlerde büyük artış
Mısır ve soya ithalatı kat kat arttı. Artışın GDO yönetmeliğinin ardından gerçekleşmesi, Bakan Mehdi Eker’in, bir gram bile GDO’lu ürün girmeyeceği sözünü yeniden gündeme getirdi.
GDO’lu Ürünlerin İthalatı ve Denetimine Dair Yönetmeliğin geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmesiyle birlikte düşen mısır ve soya ithalatı, yönetmeliğin değiştirilmesinin ardından 100 gün içinde patladı.
Değişikliklerin ardından mısır ithalatının 4 kat, soya ithalatının ise 18 kat arttığına dikkat çeken GDO’ya Hayır Platformu, ticaret ve rant için tüketicilerin ve çiftçilerin riske atıldığını vurguladı.
İTHALAT PATLAMASI YAŞANDI
GDO’ya Hayır Platformu, dün Ziraat Mühendisleri Odası’nda (ZMO) düzenlediği basın toplantısıyla GDO’lu Ürünler Yönetmeliği’ndeki değişikliklerin ardından GDO’lu ürün ithalatındaki artışa dikkat çekti. Platform adına konuşan ZMO Başkanı Gökhan Günaydın, 26 Ekim 2009 tarihinde çıkan yönetmelikle birlikte getirilen kurallar nedeniyle düşen GDO’lu ürün ithalatında 20 Kasım ve 20 Ocak’ta yapılan değişikliklerin ardından patlama yaşandığını söyledi. Günaydın, gıda ve yemlik mısır ithalatının 18 bin tondan 80 bin tona, yemlik soya ithalatının ise 10 bin tondan 294 bin tona çıktığını aktardı.
YÜZDE 8.3’Ü GDO’LU
Yönetmeliğin çıkmasının ardından bakanlık tarafından 11 Aralık 2009 tarihine kadar yapılan incelemelerde 1478 ithal ürünün 124’ünün GDO’lu olduğunun tespit edildiğini hatırlatan Günaydın, kasım ve ocak ayında yapılan yönetmelik değişiklikleri sonrası analiz zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla, ürünlerin GDO’lu olup olmadıklarının belirlenemediğine dikkat çekti. İthal edilen ürünlerin ABD, Arjantin, Hindistan, Kanada ve Çin gibi GDO’lu üretim yapan ülkelerden getirildiğini belirten Günaydın, ithal ürünlerin analiz edilmemesinin vahim sonuçlara yol açacağı uyarısında bulundu.
‘GDO’LU ÜRÜN İTHALATI YASAKLANSIN’
Türkiye’ye yıllarca GDO’lu ürünlerin girişine seyirci kalan bakanlığa, risk yönetiminin devredilmesinin, kamu yararına sonuçlar doğuramayacağını belirten Günaydın, GDO’lu ürünlerin ithalatı ve transit geçişinin derhal yasaklanmasını istedi.
Türkiye’nin üretim kapasitesinin onarılması ve ihtiyaç duyulan tarımsal hammaddelerin yurtiçinde üretilmesi gerektiğini kaydeden Günaydın, “Halkın ve ülkenin yarar ve çıkarları, şirketlerin kâr hırsının üzerindedir. Tarım sektörünün üretim gücünün korunarak geliştirilmesi, halk sağlığının her türlü ticari kaygının üzerinde tutulması ve dünyanın en önemli gen merkezlerinden birisi olan ülkemizin genetik yıkıma sürüklenmemesi için ‘GDO’ya hayır’ diyoruz” dedi.
Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar da, Türkiye’nin GDO’lu üretim yapan şirketlerin kobayı haline getirilmesine izin vermeyeceklerini söyledi.
http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=2753
"Domatesteki Tuta Zararlısı, GDO´ya İzin Çıkarttırabilir"
Aydın'ın Sultanhisar ilçesi Salavatlı beldesindeki Sel Group Sera İşletmesi Üretim Müdürü Mustafa Külcü, ''Tuta zararlısının bu kadar yayılmasının sonucu olarak da şu anda herkesin korkulu rüyası olan veya korkulu rüya olarak pompalanan GDO'lu bitkilerin önümüzdeki 1-2 yıl içinde önü açılacak'' dedi.
Sel Group Sel Group Sera İşletmesi Üretim Müdürü Külcü, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 65 dönümlük teknolojik seranın iki yıl önce 8 milyon avro yatırımla kurulduğunu belirterek, işletmede salkım domates üretimi yaptıklarını söyledi.
Üretimlerinin ihracata yönelik olduğunu, geçen yıl yaklaşık 500 ton civarında domatesi ağırlıklı olarak Almanya olmak üzere Rusya ve Norveç'e gönderdiklerini ifade eden Külcü, bu yıl ki hasatlara da başladıklarını belirtti.
Domatese 'Tuta' isimli yeni bir zararlının girmesiyle üretim alanlarında belirgin bir daralma olduğunu, bunun sonucu olarak özellikle ilk sera ürünlerinin çıktığı dönemle, son tarla ürünlerinin çıktığı dönem arasında bir boşluk doğduğunu, bunun da domates fiyatlarının yükselmesine neden olduğunu aktaran Külcü, şöyle konuştu:
''Bizim duyduğumuz kadarıyla Antalya'daki sera alanlarında yüzde 30-40 gibi domates ekim alanlarında daralma var. Sera ürünleri çıktıktan sonra da domates belki bir miktar ucuzlayacaktır. Ama Ocak-Şubat ayına kadar çok da ucuzlayacağını zannetmiyorum.
Yeni gelen bu zararlının yanında, bir çok hastalık ve zararlı da var. Bakteriyel solgunluk ve sarı yaprak kıvırcıklığı diye virüsler var. Bunun yanında Avrupa'da görülen, ülkemizde yeni olan pipino virüsü, benekli solgunluk virüsü gibi yeni hastalıklarda var. Bunların hepsi bir araya eklenince üretim maliyeti yükseliyor. Çünkü, biyolojik mücadelesinden, kimyasal mücadelesine kadar bir çok pahalı kalem, hep işin içine giriyor ve domatesin kilogram maliyeti üst düzeylere çıkıyor. Domates artık ucuz bir ürün olmaktan çıkıyor.''
Külcü, tuta zararlısıyla mücadelenin teknik bir mücadele olduğunu, bu nedenle tarım işletmelerinde teknik altyapının iyi olması gerektiğini vurgulayarak, teknik altyapısı iyi olmayan işletmelerin, 'Ben bu kimyasalı attım, öldü' gibi bir mantıkla başarılı olamadığını belirtti.
Mustafa Külcü, şöyle devam etti:
''Bu da bize neyi gösteriyor? Artık amatör, yarı amatör seracılıktan, profesyonel seracılığa bir nebze olsun geçiş olması gerektiğini gösteriyor. Çünkü, pazar da ihracat da bunu istiyor. Bu şekilde bir düzen istiyorlar. Daha dikkatli, daha kontrollü işletmeler gerekiyor.
Artık bu, hayatın bir gerçeği haline geldi. Herkes bununla yaşamayı öğrenecek. Domates artık ucuza mal olmuyor ne yazık ki.
Köylü üreticisi, domates ektiği zaman, özellikle tuta gibi bir zararlıyla mücadele edemeyecek. Dolayısıyla zarar edecek. Bir süre sonra da 'Zarar ediyorum' diyerek hiç yapmayacak. Zaten daralıyor domates alanlarımız, git gide daha daralacak.''
-GDO'YA İZİN ÇIKABİLİR-
Tuta'nın bu kadar yayılmasının sonucu olarak da şu anda herkesin korkulu rüyası olan veya korkulu rüya olarak pompalanan GDO'lu, yani genetik değişime uğramış bitkilerin önümüzdeki 1-2 yıl içinde önü açılacak'' diye konuşan Külcü, bunun gerçekleşeceğinde de emin olduğunu söyledi.
Tuta'nın zararına karşı koruyucu olarak 'bacillus thuringiensis' diye bir bakteri kullanıldığını aktaran Külcü, ''Onun geni aktarılmış domates ırkları var. Firmalar, 'İşte bu geni aktardığımız zaman tutadan kurtuluyoruz' gibi ibareyle veya farklı genler aktarılmış bir domates ırkıyla karşımıza çıkıp çiftçiyi, üreticiyi yönlendirebilirler. Bu şekilde büyük kayıplar olduğu için de engellemelerin kalkması için çok rahat siyasi baskı oluşturabilirler'' diye konuştu.
http://www.ekolojistler.org/domatesteki-tuta-zararlisi-gdo-ya-izin-cikarttirabilir.html
GDO’lu ürünler nerede?
İthal edilen 32 çeşit GDO’lu ürünler nerede?
Ey tüketiciler merak etmiyor musunuz?
Biyogüvenlik Yasası ve GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) Yönetmeliği 26 Eylül 2010’da yürürlüğe girdi.
Yasa ve yönetmeliğe göre, içeriğinde binde 9’un üzerinde GDO içeren gıda ürünlerinin etiketinde “genetik yapısı değiştirilmiştir” veya “genetik yapısı değiştirilmiş üründen üretilmiştir” ibaresinin yazılması gerekiyor.
Türkiye’ye 32 çeşit GDO’lu ürünün girişine izin verildi. Bugüne kadar gıda üreticilerinden hiç biri GDO ibaresini etiketine yazmadı.
Yem amaçlı ithalatına izin verilen soyadan yem üreten bir iki firma, ürettikleri yemin ambalajına “soya küspesi genetik olarak değiştirilmiş soyadan üretilmiştir” ibaresini yazıyor.
İthalatına izin verilen GDO’lu ürünler arasında soya, mısır, kanola, şekerpancarı, patates, maya gibi gıda sektöründe yaygın kullanılan ürünler var.
Bu ürünleri kimler hangi ürünlerde kullanıldı bilinmiyor. Tüketiciler farkında olmadan ithal edilen GDO’ lu ürünleri afiyetle tüketiyor.
Daha önce hem bu sütunda hem de haber olarak DÜNYA Gazetesi’nde GDO’lu ürünlerin neden etiketlenmediğini sorduk. Tarım ve Köyişleri Bbakanlığı’ndan hiçbir ses seda çıkmadı.
Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker ve bakanlığın tüm yetkilileri her fırsatta tarım konusunda yıllarca çıkarılmayan yasaları çıkarmakla övünür. Doğrudur. Bu dönemde pek çok yasa çıktı. Fakat, yasa çıkarmak kadar, uygulamak ta çok önemli. Uygulanmayan yasayı çıkarsanız ne olur?
Bakanlık, 26 Eylül itibariyle yürürlüğe giren Biyogüvenlik Yasası ve ilgili yönetmeliğin uygulanmasını neden takip etmiyor?
İthalatına izin verilen GDO’lu ürünlerin nerelerde kullanıldığı biliniyor mu?
Bakanlık, GDO’lu ürünlerle ilgili herhangi bir denetim yapıyor mu? Yapılıyorsa sonuçları açıklanabilir mi?
Söz konusu yönetmelik ile ürünlerinde GDO kullanmayan imalatçılara GDO kullanmadığını etiketine yazma hakkı tanınıyor. Bu konuda da bir çekingenlik, ürkeklik var. Ürünlerinde GDO kullanmayan firmalar da bunu etiketine yazmıyor.
GDO’lu ürünleri imalatta kullananlar tüketiciyi aldatarak bunu etiketlerine yazmıyor. GDO’lu ürünleri kullanmayan firmalarda bunu etiketine yazmıyorsa ortada bir sorun var.
Daha önce yazdığımız gibi, Konya Şeker Fabrikası ürettiği şekerin ambalajına “ % 100 pancar şekeri- GDO içermez” diye yazdığı için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu tarafından reklam durdurma cezası verildi. Konya Şeker, buna itiraz etti ve konu yargıya taşındı.
Reklam Kurulu bu cezayı yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden bir hafta önce vermişti. Yönetmelik yürürlüğe girince, Konya Şeker, yasal hakkını kullanarak yeniden “GDO içermez” ibaresini ambalajlarına yazmaya başladı. (Gıda Hareketi'nin notu: Konya Şeker'in notu doğru değil. Çünkü Türkiye tüm şeker pancarı tohumlarını ithal ediyor ve Türk Şeker resmi olarak Konya Şeker'in ibaresini aksini itiraf etmektedir.)
Dünya Gazetesi olarak konuyu gündeme taşımamız üzerine, Fikir Sahibi Damaklar bir kampanya başlattı. Defne Koryürek’in sözcülüğünü yaptığı Fikir Sahibi Damaklar, etiketine “GDO içermez” yazan ilk üç firmayı kamuoyuna duyuracaklarını ve tüketicileri bu ürünleri almaya teşvik edeceklerini duyurdu.
Defne Koryürek’in bu girişimi üzerine İstanbul’da faaliyet gösteren Orvital Organik Gıda Ürünleri’nin de ürettiği tavuk etine ve yumurtaya “Orvital tavukları, GDO içermeyen tamamen doğal, organik yemlerle beslenir” ve “Orvital tavuklar GDO içermeyen yemlerle beslenir” ibaresi yazdığı belirlendi.
Orvital’in kurucularından Muharrem Doğan, organik ürünlerde GDO’lu ürünün zaten kullanılamayacağını belirterek şunları anlattı: “Biz daha önce, “GDO içermez” diye yazmak istedik. Fakat sertifikasyon kuruluşu bunun haksız rekabete neden olacağını belirterek izin vermedi. GDO Yönetmeliği yürürlüğe girince kimseye sormadan yazmaya başladık. Tüketicinin dikkatini çekti ve ürünlerimize ilgi daha da arttı.”
Türkiye’ye ithal edilen soyanın yüzde 90-95’inin GDO’lu olduğunu hatırlatan Muharrem Doğan, daha önce organik soya ithal ettiklerini, ancak şimdi Samsun Alaçam’da 400- 450 dönüm alanda organik soya üretimine başladıklarını ve kendi ihtiyaçlarını buradan karşıladıklarını söyledi.
Muharrem Doğan, Çanakkale Ayvacık’ta et üreticileri birliği ile anlaşmaya vardıklarını, yakında organik kırmızı et üretimine başlayacaklarını ve bu etin etiketine de “GDO içermez” ibaresini koyacaklarını sözlerine ekledi.
Özetle, GDO’lu ürünleri gıda ürünlerinde kullanan firmalar yasaya aykırı bir biçimde etiketlerine GDO’lu olduğunu yazmıyor. Tarım Bakanlığı da buna göz yumuyor.
Ürünlerinde GDO’lu ürün kullanmayan firmalar neden bunu etiketlerine yazmıyor?
Bizim bilmediğimiz bir baskı mı var? Yoksa GDO’suz ürün üreten firma kalmadı mı?
Tüketici yediği üründe GDO olup olmadığını nasıl öğrenecek?
İthal edilen 32 çeşit GDO’lu ürünler nerede?
Ey tüketiciler merak etmiyor musunuz?
http://www.gidahareketi.org/Gdo%e2%80%99lu-Urunler-Nerede--367-yazisi.aspx
Yorumsuz:
Nedir bu GDO gerçeği
http://www.odatv.com/n.php?n=nedir-bu-gdo-gercegi-2808091200
Beterin beteri var..
http://www.odatv.com/n.php?n=beterin-beteri-var-2910091200
GDO ZEHİRLERİNİN ŞEKER FABRİKALARININ ÖZELLEŞTİRİLMESİYLE İLGİSİ NE?
http://www.odatv.com/n.php?n=gdo-zehirlerinin-seker-fabrikalarinin-ozellestirilmesiyle-ilgisi-ne-0411091200
Prof. Dr. Tayfun Özkaya
...
GDO’LU ÜRÜNLERİ DENETLEMEK OLANAKSIZLAŞACAK
http://www.odatv.com/n.php?n=gdolu-urunleri-denetlemek-olanaksizlasacak--0511091200
furkan yıldız
20-01-2011, 14:00
Tuta'nın zararına karşı koruyucu olarak 'bacillus thuringiensis' diye bir bakteri kullanıldığını aktaran Külcü, ''Onun geni aktarılmış domates ırkları var. Firmalar, 'İşte bu geni aktardığımız zaman tutadan kurtuluyoruz' gibi ibareyle veya farklı genler aktarılmış bir domates ırkıyla karşımıza çıkıp çiftçiyi, üreticiyi yönlendirebilirler. Bu şekilde büyük kayıplar olduğu için de engellemelerin kalkması için çok rahat siyasi baskı oluşturabilirler'' diye konuştu.[/COLOR]
http://www.ekolojistler.org/domatesteki-tuta-zararlisi-gdo-ya-izin-cikarttirabilir.html
Yiyecek diye neler yiyoruz. Çok şükür valide sultan domates almıyor mevsimi olmadan. Para uğruna, biraz daha fazla kazanayım uğruna tüketicinin sağlığıymış, canıymış kimin umurunda. Gözünü sevdiğimin Abd'si yok olmadı gitti
Ayrıca şunu eklemek istiyorum. Annem bu akşam ekmek kadayıfı tatlısı yaptı. Şerbeti üzerine bir konuşma yaptık. Şerbetini tatlıcıdan alsaydınız dedim. Şerbetinin mısır glikozu olduğunu öğrenmişler ve genel olarak ithal mısırdan yapıldığı için içerisinde gdo olabileceğini düşünmüşler. Aklıma diğer şerbetli tatlılar geldi. Şimdi bizim satın aldığımız bütün şerbetli tatlıların gdolu olma ihtimali yüksek öyle değil mi :(:(:(:(
Maalesef ki yediğimiz birçok gıda maddesinin GDO'lu ürünlerden yapılmış olma ihtimali yüksek.
Üstelik bunları seçme hakkımız dahi yok.Çünkü marketlerdeki hiçbir firma gıda ürünlerinin etiketlerine, GDO’lu ürünleri kullanıldığını yazmıyor.
Gofret, çikolata, kola, gazlı içecek, kahvaltı gevreği, hazır çorba, hazır kek, sucuk, salam, sosis, renkli yoğurt, çiklet, aromalı kahve, ketçap, mayonez, bisküvi, kraker, şekerleme, renkli içecek, ekmek üstüne sürülen ezme, cips, vb. paketli gıda ürünlerinde şu aşağıdaki listeden bir hammadde varsa GDO’lu olma ihtimali yüksektir:
• Mısır şurubu
• Yüksek fruktozlu mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker –NBSŞ)
• Mısır nişastası
• Mısır yağı
• Bitkisel yağ
• Margarin
• Soya unu
• Soya proteini
• Soya lesitini
• Soya yağı
• Dokulu bitkisel protein
• Dekstroz
• Maltodekstrin
• Fruktoz
• Sitrik asit
• Laktik asit
• Kanola yağı
• Pirinç
• Pamuk yağı
MeyveliTepe
21-01-2011, 18:04
• Sitrik asit
• Laktik asit
• Pirinç
Çoğu tamam. fazlası da var. Yalnız bunları nereden çıkarttınız?
Yerli pirinçte herhangi bir GDO durumu yoktur. GDO'lu pirinç halihazırda sadece bazı uzakdoğu ülkelerinde var, henüz çok yaygın değil.
İlave olarak ABD menşeili patates ve şeker ürünlerinin (şeker pancarı) GDO'lu olması yüksek olasılıktır.
Çoğu tamam. fazlası da var. Yalnız bunları nereden çıkarttınız?
Yerli pirinçte herhangi bir GDO durumu yoktur. GDO'lu pirinç halihazırda sadece bazı uzakdoğu ülkelerinde var, henüz çok yaygın değil.
İlave olarak ABD menşeili patates ve şeker ürünlerinin (şeker pancarı) GDO'lu olması yüksek olasılıktır.
Önceki mesajımdaki liste;
http://www.iyilikguzellik.com/artikel.php?artikel_id=120 den alıntıdır.
Burada da GDO lu ürünler listesinde laktik asit ve sitrik asit ve daha birçoklarıda var:
http://www.ekolojistler.org/gdolu-gidalardan-kacinmanin-yollari-cev.-dunya-atay.html
Aşağıdaki makalede konuyla ilgili;
"İşlenmiş gıdaların çoğunda yer alan xantam gum (E415), mono sodyum glutamat, laktik asit, içeriği de mısırdır."
http://indigodergisi.com/56/ny.htm
Pirinçle ilgili olarak;
http://www.ekolojistler.org/abd-ayikla-pirincin-tasini-gdoya-hayir-platformu.html
Yanlış hatırlamıyorsam 2003 yılında ABD'den 10 milyon dolarlık pirinç ithal edilmişti.
Türkiye'ye GDO lu pirinç girdiği artık biliniyor.
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, pirinç ithalatına değinerek, "Türkiye'ye GDO'lu pirinç girdiğini bilmezdik, yapılan analizler Türkiye'ye GDO'lu pirinç girdiğini gösterdi" diye konuştu.
ANKARA (A.A)
Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Gökhan Günaydın, 72 milyonu aşmış nüfusu düşünüldüğü zaman Türkiye‘nin buğday üretimini 25 milyon tona çıkartması, bunun için de yeterli sulama yatırımı yapması gerektiğini bildirdi. 78 milyon hektar yüz ölçümüne sahip, 72 milyon kişinin yaşadığı Türkiye‘de tarımın hak ettiği yeri alamadığını savunan Günaydın, böylesine zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahip ülkede özellikle temel ürünlerde üretime önem verilmesi vurguladı. Bugün Türkiye‘de yıllık yaklaşık 20 milyon ton buğday üretildiğini, olağan yıllarda 1 milyon ton, kuraklık görülen yıllarda ise 2,5-3 milyon ton buğday ithalatı yapıldığına işaret eden ZMO Başkanı, ‘72 milyonu aşmış nüfusu düşünüldüğü zaman Türkiye‘nin buğday üretimini 25 milyon tona çıkarması gerekiyor‘ dedi. Türkiye‘nin yılda 1,5 milyon ton civarında mısır, 1,5 milyon ton civarında soya ithal ettiğini, pamuk ithalatına 1 milyar dolar ödediğini anlatan Günaydın, büyükbaş hayvan sayısının 16 milyondan 11 milyona düştüğünü, kümes hayvanı varlığında ise biraz artış olduğunu bildirdi.
ŞEKER FABRİKALARI TEHLİKEDE
Günaydın, ‘Türkiye‘ye GDO‘lu pirinç girdiğini bilmezdik, yapılan analizler Türkiye‘ye GDO‘lu pirinç girdiğini gösterdi‘ diye konuştu. ZMO Başkanı şöyle devam etti:
‘Şeker pancarı üretimimiz 18 milyon tondan 16,3 milyon tona kadar düştü. 25 kamu şeker fabrikasını devreden çıkartırsak, kar ve zarar eden fabrikaları aynı sepete koyarsanız özelleştirme sonrası bu fabrikaların en az 15 tanesi kapatılır. Bu da Türkiye‘nin şeker üretiminin yabancıların eline geçmesi demektir. Biz ZMO olarak şeker fabrikalarımıza dokundurtmamak için elimizden geleni yapacağız.‘
http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=13546
GDO'lu soya içeren hayvan yemlerinin ithal edilebilmesiyle ilgili Biyogüvenlik kurul kararı bugün resmi gazetede (http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/01/20110126.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/01/20110126.htm) yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Biyogüvenlik Kurulunun 1, 2 ve 3 Sayılı Kararları (http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/01/20110126-9.htm)
Bakalım bizim büyükbaşlar ne tepki verecek GDO'yla beslenmeye? Yemlerde izleme olacakmış olmasına da bu yemlerle beslenen hayvanın eti-sütü etiketlenecek mi orası belli değil ya da ben anlayamadım tam. Ancak EFSA'nın (http://www.efsa.europa.eu/en/panels/gmo.htm)(European Food Safety Authority - Avrupa Gıda Güvenliği Kurulu) ilgili birimi, GDO'lu besinlerin hayvanların et, süt ve yumurtalarına geçmediği yönünde karar almış. İlgili haberin tamamını buradan (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1037991&Date=26.01.2011&CategoryID=77) okuyabilirsiniz.
furkan yıldız
27-01-2011, 10:23
Yakında zombi yapacaklar bizi. Başvuru sahibine bakın
BAŞVURU SAHİBİ: Türkiye Yem Sanayicileri Birliği
Bu insanlar bunun yok açabileceği etkileri bilmiyor mu ? Ki biliyorlardır, ama daha çok para kazanabilmek varken ne önemi var. Peki besicilikte ve sütçülükte bu hemleri kullanan üreticimiz köylümüzün elindeki hayvanlar farelerle yapılan deneylerdeki gibi kısırlaşmaya başlarlarsa ne olacak. Bu hayvanların üremesi çok seneler sürmüyor. Fare deneyinde ne olmuştu Rusya'da. Birkaç nesil ilerisinde KISIRLIK. Ülkemizde bu hayvanlar kısırlaşmaya başlarsa çok merak ediyorum ne olacak. Bu sorun aynı zamanda gelecek nesillerimiz içinde geçerli. Ne olacak ?????
Sağlığa zararlı diye sigaraya her yerde yasak var. Sigarayı istemeyen kullanmaz ya da ortamından uzak durmaya çalışabilir. GDO sadece isteyene değil istemeyene de, gelecek nesillerimize de, geleceğimize de zararlı NİYE YASAK DEĞİL? Sigarayı istemeyen içmez ama GDO'yu istemeyen de yer!
Selehattin 67
27-01-2011, 17:28
Sevgili arkadaşlar gdo dediğimiz bitkileri bizler yıllarca tüketiyoruz farkında olmadan daha yıllarca tüketmeye devam edeceğiz
Selehattin 67
27-01-2011, 17:35
Tüm dünyadaki insan nüfusu sürekli artmakta bu artışa rağmen dünyadaki tarım alanları sürekli daralmakta ve mevcut alanlardan yeteri kadar faydalanamamaktayız hal böyle olunca tüm dünyada zamanla peyder pey gdo olan [genetiği değiştirilmiş gıda ]ürünleri zamanla tüm ülkeler kullanacak ne kadar kalabildiyse köylerde yaşayan dostlar bu konuda çok şanslı
Oğuz Karsan
08-05-2011, 13:54
Merhabaç
Bu yazının tam yeri burası olmayabilir ama yine de yapıştıracak daha uygun bir yer bulamadığımdan buraya yapıştırıyorumç
Ankara Hıfsızsıhha Gıda Denetim Bölüm Başkan Yrd.Gönül Özdeğer ve iki asistanı SOLİTİN adlı kimyasal ile ilgili çalışmaları ve yayınları dolayısı ile ölüm tehditleri aldıklarını açıkladılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular.
SOLİTİN aslında gıdalarda hiç bulunmaması gereken tamamen kimyasal bir ajan hatta basit olarak melaminimsi bir plastik,sütlere,yoğurt ve ayranlara ve sütün girdiği her çeşit besine katılıyor çünkü bu molekül su ile inanılmaz şekilde bağlanarak kıvam arttırıyor,bu hem imalat procesleri açısından zaman kazandırıyor,hem gıda doğallığını kaybettiğinden son kullanma tarihini uzatıyor ve firmaların stoklu çalışmasını sağlıyor,hem maliyeti inanılmaz düşürerek firmaların rekabet gücünü arttırıyor.
Çocuklarınıza beş kuruşa,yirmi kuruşa,elli kuruşa gofret,çikolata ve süt ürünleri alabilmemiz,evlerimize çeşit çeşit peynir,yoğurt,hazır sütlü tatlı vs girebilmesi hep bu yüzden.
SOLİTİN bir tricalcid bileşiği yani doğada en bol ve bedava bulabileceğiniz türden,tebeşir gibi,alçı taşı gibi,oysa bu bileşik böbreklerden atılırken renal tubuluslardaki glomerüllerde birikiyor ve filtrasyonu yani böbreklerin kanı süzmesini engelliyor,ve sonuç böbrek yetmezliğine kadar uzanan böbrek rahatsızlıkları serum üre ve kraetinin düzeylerinde artış ve bunun getirdiği devamlı yorgunluk hali, hafıza ve konsantrasyon bozuklukları ve hatta ciddi mental bozukluklar,Almanya Solingen üniversitesi Pskyatri bölümünce 2009 da 21.Europe Pscyhatry Society'e sunulan bildirgede Şizofreni ve SOLİTİN kullanımı arasında ilişkiler olması muhtemel olduğu,Özellikle Paranoid Şizofreni vakalarında kanda tricalciophospate bileşiklerinin normalden 16 kat yüksek olduğu belirtilmesine rağmen bildirge nedense Kongrede sunum i çin kabul edilmedi.
Üretici firmalar SOLİTİN'i hiç bir şekilde ürün etiketlerinde bildirmiyor,aldığımız ürünlerde SOLİTİN olup olmadığını yine de bir kaç basit deney ile anlayabiliriz,eğer bu yönde bir şüphe oluşursa derhal bulunduğunuz il Hıfsızsıhha Md.ile ilişkiye geçerek şüpheli gıdanın test edilmesini talep ediniz,bu şekilde binlerce hatta yüzbinlerce insanın sağlığını kurtarabilirsiniz,çevrenize baktığınızda ne kadar çok dializ merkezi ve böbrek hastası olduğunu siz de görüyorsunuz bu artışın sebebi bazı ahlaksız firmaların kar hırsından başka bir şey değil.
Aldığınız sıvı ürünler (süt,ayran,çikolatalı süt vs) için şu yolu izleyebilirsiniz bir metal'i (çatal,kaşık vs) el yakacak düzeyde ısıtın ve test etmek istediğiniz sıvıya batırarak çalkalama hareketi yapın,metali çıkardığınızda birbirinden ayrılmış öbekler halinde beyaz topaklar görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.
Peynir vs türü ürünlerde ise üründen bir parça alarak sirkeli suya koyunuz eğer sirkeli suyun üzerinde kalan beyazımsı bir tabaka görürseniz o üründe SOLİTİN var demektir.
Çikolata,gofret türü ürünlerde ise ürünü elinizle basitçe kırın, eğer kırığın her iki tarafında süt beyazı noktalar varsa o üründe de SOLİTİN vardır.
Sağlığımız için,geleceğimiz için,çocuklarımız ve sevdiklerimiz için bu bilgileri bütün çevremize yayalım ve toplumsal olarak tepkimizi ortaya koyarak AB Normlarında olmayan bu katkı maddesinin üretici firmalar tarafından daha fazla kullanılmasını engelleyelim. Saygılarımla
Yrd.Dç.Dr Gülden Semavi
Ankara Üniversitesi Hacettepe Tıp Fakültesi Biyokimya Blm.
Amerika'dan ahlaksız teklif !...
Ekonomik Ortak Komisyonu'na GDO'lu gıda gündemi damgasını vurdu. Pazarın hâkimi ABD, Türkiye'ye yeni düzenleme 'önerdi'.
GDO cezalarnz ok ar gzden geirin - Gazeteport.com (http://www.gazeteport.com.tr/haber/61850/gdo_cezalariniz_cok_agir_gozden_gecirin)
AB' de bile, GD ürünlerin Afrika' da ticari bir riski varmı diye tartışmalar yapılıyorsa, söz bitti demektir.
Hani filmlerde söylenir, romanlarda yazılır '' Satın alamayacağım şey, hükmedemeyeceğim yer yok'', karakterlerden biri söyler. Bizler önce İnsanın genetiğine acil müdahale yapıp değiştirelim. Kötü hasletlerini ayıklayan çalışmalar yapalım. Hatta, iyi hasletleri aşı ile artırma yoluna gidelim, Ağaçlar.net' te uzman çok.
Çin, hayret bir şey ama, orada, hemde o yönetim altında GD ürünlere bulaşabiliyor. Çok eski değil, 15-20 sene önce, kendi yerli mısır genlerini korumak için, batısındaki tüm Asya ülkeleri ile 3-5 sene mısır ekmemeleri karşılığında ve başka ürünlerin ekimini cazip kılmak için, o ülkeleri subvanse etme çalışmaları vardı(hatta GDO çamuruna batmış addettiği ülkemizi hariç tutup, Azerbaycan' dan başlamış idi). Derler ya, Adam para buldu mu, ya karısını, ya da atını değişir imiş. Çinde öyle bir ikilime girdi gibi:)). Yılda 400 milyon tonluk gıda ihtiyaçları için, üretimi arttırmaya yöneldiler. Azalan/artan (Yıl ortalamasının üstünde, fakat mevsim dışında sel şeklinde yağış alan bölgeler vs.) yağışlar ile sera gazlarına karşı tedbir olarak, çok kısa dönemde, ülke alanında, %18 den %30 lara çıkarılan GD lu yeşil alanlar yarattılar. İklim sorununa çözüm ürettiler(kendilerince). Yenilenebilir enerji, biyogaz elde etme amaçlı ürünler vs. Büyük çiftliklere karşı olmalarına rağmen, aslında yapılanlar, o yolun açılması. Fazla nüfuslarını belki de bu yolla elemine edecekler, doğum kontröl programlarına ilaveten GDO.
Afrika kıtasında, sadece Güney Afrika Cumhuriyetinde GD ürünler var. Yönetenlerin zihniyet/kökeni belli. Etkilenenler de siyahlar, sorun yok yani.
ABD, zaten sermaye odaklı bir ülke (gelişmiş muz cumhuriyet modeli-silahı başkalarına veren, ellerinde silah olmayanlar). Başkanlarının bile borusunun ötmediği/ötemediği ülke, GDO hiç te sorun değil, bizle beraber dünya da batsın zihniyeti.
Ülkemde olanlar, ucu bana dokansa da önemsiz düzeyde, nolcak ki? Tevekkel ALLAH.
Biz ne yapmalıyız acaba? Bu kadar apaçık olan suç odakları ''sülük takımı'' için genetik islah projesi/AR-GE üzerine eğilmeliyiz.
Nasıl diye sormayın sakın lütfen, bende para yok, dolayısı ile onların, zaten olmayan haysiyet/din/imanlarını satın alamam:))
Saygılarımla lütfen.
Sülük takımına, ''cepli kefen'' üretme modeli üzerinde çalışmalar yapan birisi.
ABD’nin Türkiye'de yürüttüğü GDO propagandası, diplomatların yazışmalarıyla ortaya çıktı.
İşte GDO oyununun belgeleri - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=416168)
Buyurun size küreselleşme - Melis ALPHAN - Hürriyet (http://www.hurriyet.com.tr/magazin/yazarlar/20359074.asp)
Bitter seeds (http://www.youtube.com/watch?v=_L6OufpY3Ds)
Birsen 33
15-08-2012, 22:41
"GDO' LU ÜRÜNLERE HAYIR"
GDO ürünler bir yönetmelikle yasaklandı, iyi oldu. insan neslinin sağlıklı devamı için gerekliydi. İçeriğinde modifiye ürün yazanlar da gdo lu oluyormuş okuduğuma göre doğruluğundan tam bilgim olmadığı için emin değilim. Bir şeyler satın alırken göz önünde bulundurmak gerek..
Tohumlar bu yönetmeliğin dışında tutulmuş. Tohum deyince mısırı da soyası da girer bunun içine ve bunlar içerde yenilebildiği gibi yetiştirildikten sonra diğer yiyecek gruplarının hazırlanmasında kullanılabilir.
Geçenlerde bir gazete haberi okumuştum. Genleriyle oynanmış gıdalarla beslenen farelerinin sağlıklarının bozulduğu, çoğunda kısırlık görüldüğü, doğan yavrularının da bir kaç ay içinde öldüğü yazıyordu. Bu bilim insanlarının yaptığı bir araştırma sonucuydu. Böyle zararlı bir durum gözardı edilmemeliydi.
Tam ayrıntılarını hatırlamadığım yine bir gazete haberi Türkiyenin bir bölgesinde sanırım Trakyaydı, belli bir zamandan sonra evlenen her 10 aileden 1 i kısırlık tedavisi görüyor. Bu büyük bir sayı.
Çaresiz hastalıklar, Kronik hastalıklar ve obezite son yıllarda hem yaşlılarda hem gençlerde hem çocuklarda arttı. Bütün bunlara genel olarak etki eden bir şeyler elbette vardır ve değişiktir.
Biz ise tohumculukta yüzde 70 dışardan alıyoruz. 2001 den önce yüzde 10 kendimiz üretiyormuşuz şimdi yüzde 30 kendimiz üretiyoruz. Bu kadar dışarıya bağımlı olduğumuz bir durumda bu yönetmelik çıkarılırken tohumculuğun yönetmelik dışında tutulması yanlış. Pahalı bir sektör olduğundan da suistimal edilebilecek bir durum. Bazı ülkelerin Dünya insanlarının yiyeceklerini ve dolayısıyla geleceklerini kontrol etmeye kalktıkları bir yana bazı ırk insanları kısırlaştırma yoluyla yok etme planları da var bu işin içinde.
Kendi ürünlerimizi kendimiz yetiştirebilmenin yanında en temizinden kendi tohumlarımızı da kendimiz üretebilmeliyiz. Bu ülkede onlarca ziraat fakültesi var, zirai donatım kurumları var, yüzlerce ziraat mühendisleri ve teknikerleri var. Yapabildikleri kadar yapsınlar, devletin yetemediği yerde bu işle uğraşanlara teşvikler verilerek sağlanabilir. Ellerin neydiği belirsiz tohumlarına da böylece muhtaçlıktan kurtulmuş oluruz Allahın izniyle.
Sağlığımız önemliyse ufak ayrıntıları gözardı edemeyiz.
Not: GDO'lu ürünler hakkındaki yönetmelik çıktığı zaman yazdığım bu makalem 17.11.2009 tarihinde www.edebiyatdefteri.com sitesinde yayınlanmıştır.
Birsen 33
15-08-2012, 22:51
DÜNYA GENETİK PROJELER YARIŞMASI...
Dünya Genetik Projeler Yarışmasi yapılıyormuş. Tüm ülkelerden genetik profesörleri yarısmaya çalışmaları ile katılmış.
ilk Fransiz profesörün çalışmasının başına gelmişler. Jüri başkanı çalışmasının ne oldugunu
sormus.
Fransiz profesör baslamis anlatmaya:
-’Ben inek genleri ile tavuk genlerini birleştirdim. Ortaya çıkan mahlukatın eti kırmızı et
kadar lezzetli, beyaz et kadar sağlıklı oldu’ demiş... Ardından diğer çalışmaları ülke ülke
gezmeye baslamislar.
Sıra gelmiş Türkiyeden bizim Laz profesöre...
Jüri başkanı:
-’Sizin çalismaniz nedir? ’ diye sormuş.
Laz profesör anlatmiş:
-’Ben demiş, karpuz genleri ile hamamböceği genlerini birleştirdim! ’
Birden tüm jüri üyelerinden bir kahkaha kopmuş ve başkan Laz profesöre:
-’Bu çalişma ne işe yarar? ’ diye sormus.
Laz profesör:
-’Acayip işe yarıyor, karpuzu kesiyorsun, çekirdekleri kaçışıyor...:)
Fıkra işte...
sağlıklı günler temennimle.
malina-x
16-08-2012, 09:37
Greenpeace'in Türkiye’de “Yemezler” sloganıyla uygulamaya koyduğu kampanya sonuç verdi. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu, gıda amaçlı 29 GDO’lu genle ilgili başvuruyu geri çekti. Federasyon Başkanı Şemsi Kopuz, “Endişe ve karmaşanın sona ermesi için Biyogüvenlik Kurulu’nu göreve çağırıyoruz” dedi.
Gıdacılar GDO (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=21237911)
denizakvaryumu
22-02-2013, 22:25
yemekyolculugu: Bol Bol GDO! (http://www.yemekyolculugu.net/2013/02/bol-bol-gdo.html)
Arkadaşlar videoyu izleyin...
Fagus Sylvatica
22-02-2013, 22:34
GDOnun en temel zararlılık nedeni, vücudumuzun tanımadığı proteinlerin tüketimiymiş ve bu vücuda çok zararlıymış bir doktorun dediğine göre. Onun yenine daha doğal yöntemler bulmaya çalışmalılar. Kontrollü hızlandırılmış evrim örneğin. Tabii uzmanları daha iyi bilir.
Göze Tarım Ürünleri'ne ait 21 bin ton, TAT Bakliyat'a ait 1648 ton, Tiryaki Agro Gıda'ya ait 360 ton GDO'lu pirince el konuldu. pirinçte bulunması gereken kadmiyum (kanserojen ağır metal element) miktarının standartlardan 35 kat fazla olduğu ortaya çıktı. Afrika ve Çin'den Amerika'ya gönderilen ancak GDO'lu olduğu gerekçesiyle ülkeye sokulmayan pirinçler, Mersin Serbest Bölgesi'nden Türkiye'ye sokulmaya çalışılırken el konuldu. GDO'lu ürünler genellikle otel lokanta gibi sektörlerde ve hazır gıdalarda kullanılarak piyasaya sürülüyor.
Cem Seymen'in geçen haftalarda yayınlanan bir programına rastladım:
GDO ZARARLIMI ? - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=Hqs7oaZs9VY)
Tek katılmadığım tarafı Türkiye'deki tüketicinin dünya genelinden daha bilinçli olduğu lafıydı. Programın başındaki röportajlar tersini söylüyor.
Parantez içinde bakanın GDO içeren yemlerle beslenen hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiketlenmesi üzerine bir yıl kadar önce söz verdiğini, ancak hala böyle bir uygulama olmadığını da söylüyor. Acaba bilgisi olan var mı?
Kaliteyle ilgili eski yasalar; "Haklıysan bunu ispat et" mantığıyla yapılıyordu. yani eğer doğru dürüst bir ürün üretiyorsan bunu ispat edebilmek için bir çok masrafa girer doğruluğu güvenliği tartışılır kurumlardan belge alırdın. bazıları da bu belgeleri parayı verene verirdi. şimdi ise Osmanlı'daki bir peynir yasası örnek alınarak yapılmaya çalışılıyor. eğer satılan peynirde satıcı hiçbir şey söylemiyorsa bu peynirin kaliteli olduğu var sayılırdı. Kaliteli peynir sadece koyun peynirinden yapılır. Ve eğer peynir koyun peyniri değilse esnaf suçlu kabul edilir ve cezalandırılırdı. Bu nedenle diğer peynirleri satmak zordu ve hatta neredeyse hiç satılmıyordu. yani inek peyniri satan tabelada "inek peyniri" yazacak ya da satarken müşteriye beyan eder, yoksa cezalandırılır. hiçbir şey söylemeden yazmadan satıyorsa peynir halk tarafından bilinen kalitededir, yani koyun peyniridir.
Yeni yapılmaya çalışılan yasada bu örneği ele alarak eğer bir üründe bir bilgi yoksa bu ürün Türk Standartları Enstitüsü'nün belirttiği kalitede olmak zorunda olacak. eğer bu standartların dışındaysa bunu mutlaka belirtmek zorunda kalacaktır. yani artık işini doğru dürüst yapanlar bir de bunu ispat etmek için bir sürü para ve zaman harcamak zorunda kalmayacaklardır. bu harcadıkları para da ürünün fiyatını etkilemeyecektir. zaten kaliteli olan hem de ucuz olacağı için de kimse boşa masraf edip kalitesizi piyasaya sürmeyecektir.
Sayın AÇakıcı,
sorum GDO kullanılarak üretilen ürünlerin bahsettiğiniz standartların içinde mi dışında mı kaldığıydı. Bürokratik masrafları azaltmak konusunda size katılıyorum. GDO açısından ise sorun kaliteli-kalitesiz değil tehlikeli-tehlikesiz ayrımını yapmak, o da herhangi bir standartlar enstitüsünü çok aşan bir problem.
Her halükarda bir şeyin yokluğunu ispatlamak varlığını ispatlamaktan çok daha zor iş. Yani en yüksek düzeydeki bir bilim kuruluşu bile 'tehlikesi yoktur' diye kesin bir sonuç açıklayamaz. Ancak risk konusunda belirlemeler yapar sınırlar koyar. Standartlar ise kabul edilebilir risk seviyesini belirler. Peki GDO konusunda kabul edilebilir risk nedir? Konu hakkında cahilim, buradan okuyup daha iyi anlamaya çalışıyorum. Ama galiba kimse riski net bilmiyor, dev şirketler sağolsun araştırma yapmak Kaf dağına çıkmak gibi birşey olmuş. Bilinmeyen risk en kötü olasılığı da içerdiğinden en iyisi GDO'yu bahsettiğiniz standartların dışında tutup seçimi tüketiciye bırakmak. Gerçi daha iyisi var, genlerle oynamayı bu işin açık arayla en büyük uzmanı olan doğaya bırakmak!
Bu işlerle ilgili biriyle yaptığım bir sohbetten alıntılar yaptım bahsettiğim standartlar değil de farklı bir şey bile demiş olabilir mesela Türk Gıda Kodeksi de demiş olabilir. Örneğin bir çok ürünün protein değeri eskiden çok yüksek yazıldığı için hemen hemen her hazır gıdaya eskiden jelatin (genellikle domuz, çürümüş etler, kesimhane atıkları, yenmeyecek türde hayvanlardan üretilen jöle) kullanılmak zorunda kalınıyormuş. yani siz ne kadar dürüst olursanız olun yasalar sizin ürününüzün protein değerini çok yüksek olması gerektiğini yazdığı için bu jelatini ürününüze katmak zorunda kalıyordunuz. şimdi ise gerçekte olması gerektiği şekline düşürüyorlar. böylece ürüne jelatin katamıyorsunuz çünki hemen protein değeri yükseliyor ve standartların dışına çıkmış oluyorsunuz. yeni yasalar düzenlendiğinde bu gibi farklılıkları da siz özellikle belirtmek zorunda kalacağınız için ürünü de satamayacaksınız. bu yasalar değiştikçe örneğin susam katılan ürünlerin etiketinde "ithal susam" ibaresi bile bulunmaya başladı a101 bim gibi marketlerdeki tahinlere bakabilirsiniz. ayrıca nar ekşisi yerine "nar ekşili sos" yani gerçek nar ekşiymiş gibi satamıyorlar veya standart dışı sucuklarda da "sucuk benzeri ürün" yazmak zorunda kalıyorlar.
HER TÜRLÜ GDO ZARARLIDIR.
bunu şöyle açıklıyorlar; bir ürünün GDO'lu olabilmesi için öncelikle bir bakteriden "yeni gen kabul eden gen" aktarılıyor(muş). GDO'lu ürünler de bu gen sayesinde kolay fark edilebiliyorlar(mış). GDO'lu ürünler ne olursa olsun kullanılan ülkelerde görülen sorunlar aynı; kız doğumlarında artış, erkek hormonlarında bozukluk, erken ergenlik, arıların azalması ve yok olması, bağışıklık sistemi ile alakalı rahatsızlıklar... ayrıca sonradan yasaklanan ve maalesef bir şekilde Türkiye'ye de girmiş bir patates tohumunun toprakta başka hiç bir ürünün yetişemeyeceği şekilde toprağı tahrip ettiği fark edilmiş. sözde bunu yabani otla mücadele amacı ile verilen bir gen yapıyormuş... Sizce hiç yeşermeden direk kırmızı olarak oluşan bir domates ne kadar etik? olgunlaşmamış bir domatesi kırmızı rengini veren bir bitkiden alınan gen ile boyuyorlar. hem de hiç doğmadan boyuyorlar. siz kırmızı domates yediğinizi zannediyorsunuz ama o maalesef aslında yeşil olgunlaşmamış bir domates... likopenini arttıralım da daha sağlıklı bir domates olsun diye yapılmış bir çalışma yok :))
MeyveliTepe
09-04-2013, 01:29
HER TÜRLÜ GDO ZARARLIDIR.
GDO'lu ürünler ne olursa olsun kullanılan ülkelerde görülen sorunlar aynı; kız doğumlarında artış, erkek hormonlarında bozukluk, erken ergenlik, arıların azalması ve yok olması, bağışıklık sistemi ile alakalı rahatsızlıklar...
Biliyorsunuz, GDO'lu yiyecekler 15 senedir ABD'de tüketiciler tarafından, GDO'lu oldukları da bilinmeden tüketiliyor.
GDO savunucuları ikide bir "bakın ABD'de bunlar toplum tarafından onbes senedir tüketiliyor, bir şey oluyor mu? Hem bir şey olsa ABD kendi vatandaşına bunları yedirir mi?" diyerek GDO'ların sağlık bakımından zararsız olduğunu bizlere ispat etmeye çalışıyor.
Ne dersiniz? GDO tüketmek Amerikan toplumunu sağlıklı yapmış mıdır? En azından toplumun sağlığına olumsuz etkisi olmamış mıdır?
denizakvaryumu
09-04-2013, 15:19
Asıl amaç Dünya nüfusunu 500 milyona indirmek...
GDO da bu amaç doğrultusunda kullanılan araçlardan biri...
ayazkentli
09-04-2013, 15:28
Asıl amaç Dünya nüfusunu 500 milyona indirmek...
GDO da bu amaç doğrultusunda kullanılan araçlardan biri...
Rockefeller "Bize hizmet etmesi için 1 milyar insan yeter" demişti.
O sayıyı daha da mı aşağı çektiler?
denizakvaryumu
09-04-2013, 15:49
Rockefeller "Bize hizmet etmesi için 1 milyar insan yeter" demişti.
O sayıyı daha da mı aşağı çektiler?
Guide Stones Rehber Taşları, Lincoln ve Kennedy Gizemi (http://www.infethiye.net/turkish/notlar/guide-stones-rehber-taslar.htm)
denizakvaryumu
09-04-2013, 16:03
Dünya Nüfusu Beş Yüz Milyona İnecek « Kuraldışı Dergi (http://www.kuraldisidergi.com/3684/dunya-nufusu-bes-yuz-milyona-inecek/)
Konuyla ilgili ...
MeyveliTepe
16-04-2013, 00:23
GDO (GMO) - Genetiği Değiştirilmiş Organizma (Genetically Modified Organism) nedir?
Cevabın ayyuka çıkmış olmasından dolayı bu saatten sonra ne de saçma bir soru diye düşünülebilir. Fakat şimdi bile bir çok kişi GDO'nun ne olduğunu fena halde karıştırabiliyor. Kimi bilmediğinden, kimi de aklınca kafa karıştırmayı marifet saydığından. Hatta, herhangi bir şekilde bir "gen"in bir DNA'dan başka DNA'ya kalk gidelim demesine sebep olanları da GDOcu diye nitelendirip, insanları GDOcu olmayı tevekkül ile kabullenmeye davet edebiliyorlar.
"Promised Land" diye bir film aklıma geldi. "Global" isimli bir doğal gaz şirketinin temsilcisi, çoğunlukla çiftliklerden oluşan bir kasabaya gider. Görevi kasaba halkını arazilerinde doğal gaz arama ve çıkartma izni vermesi için razı etmek, çiftçilere izin belgelerini imzalatmaktır. Şirket temsilcisi büyük paralar ve ümitler vaad ederek çiftçilerle görüşmeye başlar, rüşvet teklif ettiği bir ileri gelenin yardımıyla toplantılar düzenler. Kasabada yaşayanlardan farklı görünmemek için giysilerini bile kasabadan alır, delik bir bot giyip, külüstür bir araba ile dolaşır, işler iyi gidiyordur.
Sonra bir toplantıda, okulda öğretmen olduğu söyleyen bir yaşlı, doğal gaz işinin suları ve toprağı zehirlediğini söyleyerek kasaba halkının bir oylama yapması gerektiğini belirtir. Şirket temsilcisi bu yaşlı adamı ciddiye almasa da, akşam şirket merkeziyle görüştüğünde bu adamın MIT mezunu bir fizikçi olduğu ve uzun yıllar yüksek teknoloji ile çalıştığı, emekli olduktan sonra eğlenmek için öğretmenlik yaptığı ortaya anlaşılır. Tüm kasaba ve şirket görevlisi bir müddet sonra yapılacak oylamaya kilitlenir.
Tam bu esnada kasabaya bir çevreci gelir. Doğal gaz şirketinin faaliyetlerini takip ederek elinden geldiğince engelleme yapmaktadır. Genç, güler yüzlü, herkesle hemen iletişim kuran çok sıcak kanlı, dost canlısı biridir. Elinde daha önce doğal gaz çıkartma tesisleri kurulan bir kasabada yaşanan çevre felaketlerine ait, bozulan doğa, zehirlenerek ölen inekler vb. resimler vardır. Okulda öğrencilere doğal gaz çıkarma sürecinin detaylarını ve bu süreçte çevrenin nasıl geri dönüşü olmayan bir şekilde zehirlendiğini anlatır, resimlerle gösterir.
Şirket temsilcisi, faaliyetlerini durdurup kasabayı terk etmesi için çevreciye rüşvet verir. Çevreci rüşveti kabul etmiş görünüp parayı alır ama ertesi gün rüşvet diye aldığı parayı da kullanarak çalışmalarını daha da hızlandırır, üzerinde çevre felaketi resimleri olan ve "global go home" yazılı broşürler bastırır, tabelalar yaptırır, bunları her yere asar, dağıtır vs. Şirket için durum eskisi gibi parlak değildir artık, çevreci müthiştir, aklını çelmediği kimse yok gibidir. Anlattığı her şey gerçektir ve doğal gaz işinin bir kasabada yaratacağı çevre felaketini anlatamadığı kimse yoktur.
Oylamaya az kala bir akşam şirket merkezinden destek gelir, çevrecinin insanlara gösterdiği çevre felaketi resimleri, zehirlenmiş inekler vs. düzmecedir ve doğal gaz çıkarılmış bir kasabanın başına gelenlerin resimleri değildir. Çevreci, anlattıkları doğru bile olsa, anlattıklarını üzerine bina ettiği zeminde yalan söylemiştir, insanlara o resimleri satmıştır ve sattığı şey yalan içermektedir. Artık şirket temsilcisine basitçe çevrecinin ipini çekivermek kalır. Yarattığı her şeyin yerle bir olmasını zevkle izleyebilecektir.
Şirket temsilcisi ayağına gelen zaferin tatını çıkarmak için çevreci ile görüşür. Görüşmede anlaşılır ki, esas düzmece olan çevrecinin kullandığı resimler değil, çevrecinin kendisidir. Çevreci de doğal gaz şirketinin bir çalışanıdır, başından itibaren her şey planlıdır. Şirket temsilcisinin tek yapması gereken parmağının ucuyla çevrecinin yalan zemini üzerine bina ettiklerini yıkıvermektir. Bu yıkımla beraber çevrecinin insanlara anlattığı ve aslında doğru olan her şey de yıkılmış olacak, bir daha hiç kimse çevre felaketi hakkında insanları inandıramıyacaktır.
Yalan ile doğru bir şey dahi satılsa doğrunun da kıymeti kalmıyor. Esasen doğru olanı mahvetmek istiyorsanız işe yalan ile başlayın, kıssadan hissesi de bu olsa gerek.
Kimilerine göre hepimiz GDOcuyuz. Hatta GDOcu ne demek, hepimiz GDOnun ta kendisiyiz. Dolly ismindeki 6LL3 klonlanmış koyun gibi değilsek, (bazı tek yumurta ikizleri hariç) herkesden farklı genetik kombinasyona sahibiz. İki ayrı kabak çekirdeğini, söz gelimi bir kestane kabağı, bir de şu çok büyüyen turuncu renkli kabak çekirdeğinden 10 metre mesafe ile toprağa sokuşturalım, çimlenip çiçek açsın, kabak versin, böylece gdocunun hası olursunuz, hem de başka bir şey yapmadan ve baskın turuncu kabağı senelerce kestane kabağından temizleyemezsiniz. Hoş, vişne anacına kiraz aşılamak bu türden bile bir gdoculuk sayılmaz. Sonunda ne gdo'lu kiraz, ne de gdo'lu vişne olur. Aşı tutarsa vişnenin kök sistemini kullanan, aşı kaleminin çeşidi her neyse o çeşitte meyve veren bir kirazınız olur ve anacın karakteri suyun başını tuttuğundan ağacın yapısını da belirler.
Şimdilerde yeni yeni iki ayrı transgenik tütünü biri anaç olacak şekilde biribirine aşılayıp, aşı yerindeki dokularda her iki çeşide ait ayırd edici genlerin kloroplast yoluyla yatay geçişini inceliyorlar. Fakat esas üzerinde çalıştıkları transgenik anaçlara normal kalemlerle aşı yaparak transgenik olmayan ürünler peşindeler.
GDO'nun doğru dürüst bir tanımı var tabii. Üstelik modern olan ve modern olmayan şeklinde de değil. İlk tanım Cartegena protokünde, adı geçen de GDO değil, LMO (Living Modified Organism - Yaşayan Değiştirilmiş Organizma)
"Article 3, Use of Terms
g) Yaşayan Değiştirilmiş Organizma: Modern biyoteknoloji kullanılmak suretiyle elde edilen kendine has bir genetik kombinasyona sahip bir yaşayan organizma.
i) Modern biyoteknoloji:
a) Rekombinan deoksiribonükleik asit (recombinant deoxyribonucleic acid - DNA) ve nükleik asitin hücrelere veya hücre için organlara doğrudan enjeksiyonu dahil organizma dışı laboratuar nükleik asit teknikleri,
b) Geleneksel üretim ve ıslah çalışmalarında kullanılan teknikler haricinde, doğal fizyolojik çoğaltma ve tekrar birleştirme engellerini aşarak taksonomik sınıflandırmaların ötesinde hücrelerin füzyonu."
şeklinde verilmiş.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ise GDO'yu şöyle tarif etmiş (yine eskisi, yenisi yok).
"Genetiği değiştirilmiş organizmalar, doğal olarak meydana gelemeyecek şekilde genetik meteryali (DNA'sı) değiştirilmiş organizmalar olarak tanımlanır. Bu teknolojiye, modern biyoteknoloji, gen teknolojisi, bazen rekombinan DNA teknolojisi veya genetik mühendisliği denir. Bu yolla, biribiriyle ilişkili olmayan türler arası da dahil olmak üzere belirli bazı genler bir organizmadan diğerine transfer edilirler."
Institute of Responsible Technology, bu açıklamayı daha da basite indirgeyip kolay anlaşılır hale sokmaya çalşmış.
"Genetik mühendisliği geleneksel üretim ve ıslahtan tamamen farklıdır ve kendine özel riskler taşır.
Geleneksel üretimde bir domuzun başka bir domuz ile çiftleşip yeni bir çeşit elde edilmesi mümkündür, fakat bu domuzun bir patates ile veya bir fare çiftleşmesi mümkün değildir. Hatta at ve eşek gibi biribirine yakın ve üreyebilir türlerin çiftleşmesinden kısır yavrular (katır) doğar.
Genetik mühendisliği ile doğanın türler arasına koyduğu bariyerler kırılabilir. Söz gelimi, domatese balık genleri yerleştirdiler. Bunların sonucunda elde edilen bitki veya hayvanlara ait özelliklerin doğal süreçlerle elde edilebilmesi mümkün değildir."
Ülkede GDO'lar konusu kamuoyunda ilk patlak verene kadar detayını anlamak adına çaba gösterme fırsatımız olmamıştı. Nedir diye çırpındığımız bir sürecin sonunda o zamanki bulgularımızı dönemeç (http://blog.meyvelitepe.org/2009/12/12/donemec/)yazısında toparlamaya çalışmıştık. Dört senedir köprünün altından çok sular aktı. Konu ile ilgili öğrendiğimiz başka bir çok gerçek ortaya çıktı, sürekli başka yeni gelişmeler oluyor, görünen o ki, bundan sonra da olacak.
MeyveliTepe
16-04-2013, 00:28
Hali hazırda tüm dünya toplumlarını doğrudan ilgilendiren şey, insan ve hayvan yiyecek zincirine sokulmuş, dünyada belki de artık en önemli politik güç olan, yeni işgal ve teslim alma aracı olarak kullanılan, dünya devletlerinin yanısıra doğrudan toplumlara karşı adeta bir savaş şeklinde kabul ettirilmeye çalışılan, ot öldürücü ilaca dayanıklı (glyphosate resistant) ve böceklere dayanıklı (bt-toxin) genetiği değiştirilmiş mısır, soya, kanola, pamuk, şeker pancarı, patates ve pirinci, dolayısıyla toplumların beslenmesini tekeli altına alıp gıdaya hakim olunması süreci. Bunun "bilim" ile çok ilgisi yok, bilimin hangi amaçlar için kullanıldığı ile ilgisi var.
Bu süreç, hakim sistemin kural ve bağlantıları ile yürüyor. Kurallar doğayı, mevcut türleri, toplumları ve toplumun sağlıklı olup olmamasını dikkate almıyor. Tek motivasyon bu yolla maksimum kâr elde edilip bir kaç tane şirkette toplanmasının yanısıra diğer ülkeler üzerinde hakimiyet aracı olacak şekilde politik bir güç olarak kullanılmasından ibaret. Aynı kurallar, bir kaç şirket ve devletin kendi toplumunu gözetmesini dahi göz artı ediyor.
Şimdiye kadar sadece yukarıda anılan GDO'lu bitkiler ve bunlardan üretilen gıdanın yetiştirilmesi ve tüketilmesiyle önemli çevre ve toplumları etkileyen sağlık problemleri ortaya çıktı.
Şirketlerin inkârlarına rağmen bu güne kadar gerçekleşenler, biyoçeşitliliği etkileyecek boyutta endemik veya yabani çeşitlerin genetik kirliliği, iddia edilenin aksine çok daha fazla zehirli pestisit kullanımı, GDO'lu olmayan çeşitlerin de kirletilmesi, direnç geliştiren süper yabani otların ortaya çıkması, bt-toxinden etkilenmeyen süper böceklerin üremesi (ki, organik tarımın en önemli biyolojik mücadele araçlarından biri de kaybedilmiş oluyor böylece).
Şirket, devlet ve devlet organları arasındaki ilişkiler ve etkileşimler, ilgili mevzuat boşluk bırakmayacak şekilde kurulmuş. Yeri geldiğinde, çıkarlarına uymayan araştırmalara girişenleri, sonuç açıklayanları el altından etkisizleştirecek, kredisizleştirecek görünmeyen ilişkileri, hatta doğrudan devletleri kontrol altına alıp yaptırım uygulayacak düzenleri de kurmuşlar.
Toplumları bilgisizleştirip ne yaptığını bilmeyen kalabalıklar haline sokmak için tüketilen gıdanın GDO içeriğini gizlemek, şirketlerin sponsor olup izin vermedikleri araştırmaları yaptırmamak, GDO tüketmenin toplumdaki kronik hastalıklar üzerinde etkisini ölçmeye yarayacak her şeyi engellemek ve bunun için her yolun mübah olduğu bir süreç yaşanıyor.
Buna rağmen yapılabilen tek tük araştırmalarda dahi bu güne kadar ortaya çıkan ve toplumların sağlığını olumsuz etkilediği belirlenen sonuçlar mevcut.
Katılmamak mümkün değil. Ben biraz daha karamsarım. Şirket-devlet ikilisi insanlara karşıdan ziyade, insanları kendilerine karşı olarak görüyorum. Sanki arada fark yok gibi, ama bence farkı önemli. Dev şirketler kar hırsıyla insaların tüketim çılgınlığını kamçılıyor gibi görünüyor, ama kimbilir belki 'tüketim çılgınlığı' insanlığın dokusunda var. Biraz akvaryum balıklarının yiyecek oldukça çatlayana kadar yemesine benziyor. Dev süpermarketler, yediğin önünde yemediğin çöpe şeklinde alışkanlıklar, lüzumsuz ıvır zıvırı stoklamaya dayalı yaşam tarzı, herşey insanların kendine dayatması.
Zaafların bilgiyle aşılması kolay değil. Hala üzerine 'öldürür' yaza yaza bal gibi sigara satıyorlar herkese. Ama değişim mümkün olmalı. GDO ile doğayı değiştirebilen insan kendi doğasını da değiştirebilir neden olmasın.
Filmin sonunu merak ettim. Fizikçi kasabayı doğalgazcılardan kurtardı mı?
MeyveliTepe
16-04-2013, 13:41
Filmin sonunu merak ettim. Fizikçi kasabayı doğalgazcılardan kurtardı mı?
Filmi izleyin bence :) Muhtemelen beğenirsiniz.
olay yine av ve avcı ilişkisinde birleşiyor. köle üretimi pahalılaşınca kölelik devri kapandı. sömürgecilik pahalılaşınca sömürgecilik devri kapandı. sonra günümüz dünyası şekillenmeye başlandı ve medya devrine girdik. toplum mühendisleri popüler kültür virüsü ile istedikleri kültür mikrobunu bir salgın gibi yaymaya devam ettiler. maç, magazin, moda, filmler, reklamlar, facebook ve benzeri sosyal ağlar her türlü medya insanları istedikleri trendlere yönlendiriyorlar. toplum mühendislerinin günümüz toplumunu dizayn ederken günümüzde popülizm adını verdikleri yeni virüsleri "popüler olmanın popüler olduğu popüler kültür" virüsüdür. günümüzde insanlar yaptıkları her şeyi birileri "vay bee" desin diye yapmaktadırlar. yemesinden, içmesine, kıyafetine, arabasından evine kadar hayatının her yerinde, yaşadığı semte ve konuştuğu her cümlesinde "ben" diyen ve hayatının tek nihayi hedefi olarak "vay bee" desinler diye yaşayan bir topluluk oluşturuluyor. böylece maliyeti 15.000TL olmayan bir arabayı birileri "vay bee" desin diye 150.000TL'ye satabiliyorlar. trafikte 100mt'lik bir yolda trilyonlar yatıyor... eğer bizi istila edip bütün topraklarımızı ele geçirseler ve hepimizi öldürseler, bütün mal varlığımıza el koysalar, daha az kar ederlerdi. hayatımız boyunca çalışıp, kazandığımızı biriktirip, onlara veremezdik.
Fakat gelecekte uyanışın başlayacağının farkındalar ve yine yeni dünyayı planlıyorlar. bioyakıt denilen safsata ile tarlalarımızı gıda yerine yakıt üretiminde kullanılan ürünlerle istila edecekler. GDO ve kısır tohumlarla da kendilerine bağımlı hale getirecekler. Çünkü baronlar için gıda henüz olması gerektiğinden çok daha ucuz ve insanları sağabilmek için de en etkili silah...
GDO :(
Sadece hayvana acıdım, yiyenler acaba ne yediğini biliyor mu:confused:
http://www.youtube.com/watch?v=WseH479iOM0&feature=player_detailpage (http://youtu.be/WseH479iOM0)
menekşecibaba
01-11-2013, 12:34
Tek kelimeyle iğrenç , evet zavallı hayvanlara yazık.
GDO İLE İLGİLİGÜZEL BİR VİDEO.
Özgürlük Tohumları - (Seeds Of Freedom) Türkçe Altyazılı - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=H1beWzWvO0c)
Danıştay GDO'lu mısır ithalatını durdurdu! (http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/30186-danistay-gdolu-misir-ithalatini-durdurdu.html)
461697
Kasım 2012’de FCT dergisi, Fransız Caen Üniversitesi’nden Gilles-Eric Seralini ve araştırma ekibinin “Roundup herbisiti ve Roundup’a dayanıklı genetiği değiştirilmiş bir mısırın uzun süreli toksisitesi” araştırmasını yayımladı. Bu araştırma sonuçlarının yayımlanmasıyla birlikte biyoteknoloji yani genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) tartışmaları yepyeni bir boyut kazandı.Kısaca özetlemek gerekirse, GDO’nun sağlık üzerindeki etkileri hakkında uzman moleküler biyolog Profesör Gilles-Eric Seralini başkanlığında bir bilim insanı ekibi, 24 ay boyunca Monsanto’nun NK603 genetiği değiştirilmiş (GD) mısırı ve yine Monsanto’nun Roundup yabani ot ilacının (herbisit) fareler üzerinde etkilerini incelediler.
NK603, yine Monsanto’nun ürettiği Roundup herbisitine dayanıklı gen içeren ve tarlada üzerine Roundup herbisiti uygulanarak yetiştirilen bir GD mısır çeşidi.
Bugün Türkiye’de 16 GD mısır ve 3 GD soya olmak üzere, toplam 19 GDO’nun hayvan yemi amaçlı ithalatına ve kullanımına izin verilmekte. Şu anda Türkiye’ye giren ve hayvan yemi olarak kullanılan toplam 16 GD mısır’ın 6’sı bu araştırmanın konusu olan NK603 ve türevleridir (NK603, NK603xMON810, TC1507xNK603, 59122xNK603, 59122xTC1507xNK603, MON8934xNK603 bkz.Biyogüvenlik Kurulu Kararları).
Seralini ve ekibi araştırması sırasında bir grup fare NK603 ile beslendi ve içme sularına (ABD’de içme suyunda ve GD mahsullerde izin verilen oranda) Roundup katıldı. Sonuç: bu farelerin, standart bir diyet uygulanan farelerden daha hızlı kansere yakalandıkları ve daha erken öldükleri. Diyetleri NK603 ve Roundup’dan oluşan bu fareler, göğüs kanserine yakalandı ve karaciğer ve böbreklerinde ciddi hasarlar oluştu.
Daha geniş bilgi bu linkte.
Monsanto (http://www.yesilgazete.org/blog/2013/12/09/monsanto%E2%80%99nun-bilim-dunyasina-mudahalesi-seralini-arastirmasi-yayindan-kaldirildi-1/)
Oğuz Karsan
19-02-2014, 16:11
Merhaba,
Bilim insanları, gdo'lu veya başka bir şekilde üretilmiş gıdaların zararlarını hemen saptayamıyorlar. Bazılarımız sadece önyargıyla birkaç gıdadan uzak durunca zararlarından kurtulabileceğimizi zannediyoruz.
Yıllarca tükettiğimiz veya kullandığımız malzemelerin günün birinde sağlığımız için aslında birer zehir olduğunun açıklanması karşısında da yıkılıyoruz.
Sadece besinlerimiz değil hergün defalarca kullandığımız malzemelere de dikkat etmeliyiz.
Yıllardır içinde fluorid maddesi olduğu için sağlıklı zannettiğimiz(çünkü reklamlarında yıllarca öyle olduğunu empoze ettiler) ve diğer markalardan daha pahalı olmasına rağmen satın alıp çoluğumuza çocuğumuza kullandırdığımız DİŞMACUNLARI aslında en büyük KANSEROJEN miş.
Şimdi ne olacak? hem zehirlendik hem de zehirlenmek için fazladan para ödedik. Ne yapabiliriz? Yapanın yanına kar mı kalacak? Dava açıp hesabını sorabilir miyiz? Acaba dava biz kanserden ölmeden biter mi?
Bu gün de televizyonda, içinde boyalı maddeler bulunan içeceklerin kanserojen oldukları açıklandı.
Hayatımız bu kadar ucuz mu? Şahsım olarak boyalı içecekleri, kola türü şeyleri tüketmiyorum.
Acaba,yarın sağlıklı olduğunu zannederek yıllarca tükettiğimiz hangi yiyecek veya malzemenin aslında en kanserojen olduğunu öğreneceğiz. Korkuyorum
Saygılar
birnefestoprak
06-03-2014, 04:51
Son birkac haftadir, GDO'lu tohumlarin ciftciler icin ne kadar pahaliya mal oldugunu anlatan bir yazi internette dolaniyor. Simdi firsat olunca bilgilendireyim istedim. Makale Ingilizce fakat ozetlersek, yapilan analize gore Amerikali ciftcilerin, kullandiklari GDO'lu misir tohumunu azaltip GDO'suz tohumu ektiklerinde donum basina yaklasik 20 Amerikan Dolari daha fazla kar etmeye basladiklarini ve ciftcilerin arazide kullandiklari GDO'suz tohum/GDO'lu tohum oraninin giderek arttigini anlattigini soyleyebiliriz.
Makaleye gore, genis olcekli uretim yapan ciftciler, son yillarda, GDO'suz tohumlarin verim acisindan daha iyi sonuclar verdigini gozlemliyorlarmis. Bunun temel nedeni olarak da, yabani otlarin, glifosat herbisitine (Roundup) adapte olmasiyla direncli hale gelmesi ve Roundup'in artik ise yaramiyor olmasi gosteriliyor.
Farmers Abandoning GMO Seeds And The Reason Will Surprise You | Off The Grid News (http://www.offthegridnews.com/2014/01/06/farmers-abandoning-gmo-seeds-and-the-reason-will-surprise-you/)
ayazkentli
29-05-2014, 13:46
Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü (http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/05/20140529-2.htm)
Amacına uygun kullanılabilir... der'ken?
Bugün resmi gazetede yayınlandı. Aşağıya kopyalıyorum.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından:
GENETİK YAPISI DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR VE ÜRÜNLERİNE DAİR YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK:
MADDE 1 – 13/8/2010 tarihli ve 27671 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerine Dair Yönetmeliğin 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“nn) GDO Bulaşanı: Genetik modifikasyon teknolojisi uygulanan veya uygulanmayan bir üründe, birincil üretim aşaması dahil üretim, imalat, işleme, hazırlama, işleme tabi tutma, ambalajlama, paketleme, nakliye veya muhafaza sırasında ya da çevresel faktörler ile teknik olarak engellenemeyen, önlenemeyen veya tesadüfi olarak bulaşan GDO’ ları,”
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 23 üncü maddesinin başlığı “Numune alma, analiz ve değerlendirme” olarak değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“(3) Bakanlık ulusal ve uluslararası düzenlemeleri dikkate alarak numune alma, analiz ve değerlendirme yöntemleri belirler.
(4) Analiz sonucunda üründe % 0,9 ve altında GDO tespit edilmesi halinde bu durum GDO bulaşanı olarak değerlendirilir.
(5) GDO bulaşanı olan ürünlerde bulaşan olarak tespit edilen genlerin Biyogüvenlik Kurulu tarafından onaylanmış olması durumunda ürünler onay amacına uygun olarak kullanılabilir.”
MADDE 3 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 4 – Bu Yönetmelik hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.
ABD 'de DARK (Deny Americans the Right to Know) adıyla daha çok bilinen yasa senatodan geçerse, üreticiler GDO'lu ürün üçeriğini bildirmeyecek, hatta "doğal" diye etiketlemelerine bile engel kalmayacak. Yasa Temsilciler Meclisinden geçmiş durumda, büyük lobi faaliyetleri amacına ulaşmak üzere gibi görünüyor.
Bu vesile ile GDO'yu ne kadar tanıyorsunuz konulu bir test hazırlanmış, İngilizce ama ilgilenenlerle paylaşmak istedim. Ben 16 sorudan 13 tanesini doğru biliyormuşum.
Buyurunuz:
http://action.ewg.org/p/salsa/web/common/public/content?content_item_KEY=8791
Bugünki gazeteden haber..
8 GDO’lu yeme izin
Beyaz et sanayicilerinin başvurusu üzerine 8 genetiği değiştirilmiş (GDO) yemin Türkiye’ye girmesine izin verildi. BESDBİR Başkanı Sait Koca, daha önce yaptıkları başvurunun sonuçlandırıldığını, izin verilen genlerin daha önce kabul edildiğini, ancak modifiye edildiği için tekrar izin sürecinde geçtiğini söyledi.
BİYOGÜVENLİK Kurulu, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği’nin (BESD-BİR) başvurusu üzerine genetiği değiştirilmiş (GDO) 6 mısır, 2 soya çeşidi ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanımına yönelik ithalat yapılabilmesini onayladı. Avrupa Birliği’nin kabul ettiği GDO’lu yemlere izin çıktığını ifade eden BESDBİR Başkanı Sait Koca, “Aslında izin verilen yemler yeni bir çeşit değil. Daha önce üretilen GDO’lu yemin geliştirilmiş hali. Yani modifiye edilmiş şekli de denebilir. Bu bir izin süreciydi ve bu sona erdi. Ancak daha önceden yaptığımız başvuruların incelenmesi devam ediyor. İzin verilen GDO’lu yem sayısının ilerleyen dönemlerde artacağını düşünüyoruz” dedi.
YEM YETMİYOR
Türkiye’nin GDO’lu yeme ihtiyacı olduğunun altını çizen Koca, “Tüm hayvancılık sektörü bu yemlere ihtiyaç duyuyor. Çünkü Türkiye’de üretilen hayvan yemi hammaddesi yeterli gelmiyor. Üretilen yem hammeddesi yem ihtiyacaının yarısını karşılıyor. İthal etmek gerekiyor. Dünyada ticarete konu olan soyanın da yüzde 90’ı GDO’lu. Yani GDO’suz soya bulmak neredeyse imkânsız” dedi. GDO’lu mısır genlerine izin alınmasına rağmen getirilmediğine de değinen Koca, Türkiye’nin mısır üretiminin şu an için yeterli olduğunu söyledi.
SADECE YEM OLARAK
Kurul’un konuya ilişkin kararları, dün Resmi Gazete’de yayımlandı. Buna göre Kurul, BESD-BİR’in başvurusu üzerine Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi tarafından hazırlanan raporları değerlendirerek, genetiği değiştirilmiş 2 soya çeşidinin ve ürünlerinin hayvan yemlerinde belirlenen şartlara uyulması kaydıyla kullanılmasına onay verdi. Alınan kararlarla 6 mısır çeşidi ve ürünleri de hayvan yemi olarak kullanılabilecek. Yetkililer, söz konusu ürünlerin uzun süredir AB’de kullanıldığını belirterek, “Biz de AB’nin tutumu ve kurullardan gelen kararlar kapsamında bu yönde bir karar aldık” dedi.
32 ÇEŞİT GDO’LU YEM VAR
BESD-BİR tarafından, 11 Mayıs 2015’te genetiği değiştirilmiş 14 mısır, 9 soya, 4 kolza ve 10 pamuk olmak üzere 37 çeşidin hayvan yemlerinde kullanılması için başvuru yapılmıştı. Bugüne kadar 7 soya ve 25 mısır çeşidi olmak üzere toplam 32 çeşide sadece yem amaçlı kullanılmak üzere onay verildi. AB’de toplam 59 onaylı GDO bulunurken, Türkiye’deki onaylı 32 çeşit madde de AB’de hem gıda hem de yem amaçlı olarak kullanılıyor. Türkiye’de gıda amaçlı olarak kullanımına izin verilen herhangi bir GDO’lu ürün yer almıyor.
8 GDO (http://www.hurriyet.com.tr/8-gdolu-yeme-izin-40010460)
Sayın katılımcılar,
İnek resimlerine bakarak gebe olup olmadığını gebe ise ,kaç aylık olduğunu bildiğini iddia edenler var.
Bu safsata mı? olabilirliği var mı?
Katılımınıza şimdiden teşekkür ederim.
MeyveliTepe
26-04-2016, 14:26
Sayın katılımcılar,
İnek resimlerine bakarak gebe olup olmadığını gebe ise ,kaç aylık olduğunu bildiğini iddia edenler var.
Bu safsata mı? olabilirliği var mı?
Katılımınıza şimdiden teşekkür ederim.
Sorduğunuz sorunun bu başlık ile ne ilgisi var?
Sevgili meyveli tepe
Forum'a 'ineklerde gebelik' diye sorunca bu başlık çıktı.
Yeni bir başlık altında da sorulurdu.
Sevgi ile,
MeyveliTepe
26-04-2016, 18:44
Forumda arama yapınca buranın çıkmasının sebebi yazıların içinde ayrı ayrı inek ve gebelik kelimelerinin bir yerlerde geçmesinden olsa gerek. Görebileceğiniz gibi bu başlığın ne ineklerle ne de gebelikleriyle bir alakası yok. Bu ana başlığ (http://www.agaclar.net/forum/kucuk-ve-buyukbas-hayvanlar/)a bir bakın, uygun alt başlık bulamazsanız bir tane açarsınız.
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.