View Full Version : Altın, gümüş ve siyanür
bu siteyi tesadüfen buldum,ve agaclar değince hemen üye oldum.
sitedeki üyeler arasında bilgisi olanlar cevap verirse çok memnun olurum.
AVRUPA TOPLULUGUNDA SİYANÜR LİÇİ METODU İLE ALTIN ÇIKARILMASI YASAK MIŞ. bu dogrumu?
denizakvaryumu
29-08-2006, 10:40
Başka bir metod zaten yok ...tek metod siyanür liçi dir.
Konu açılmışken Türkiye nin altın için harcadığı döviz miktarının ne olduğu sorgulanmalı altın yatakları üzerinde duran Türkiye nin döviz vermek yerine bu işten çok iyi para kazanabileceği hesaba katılmalıdır.
evet..
bunu eklemeliyim işte..
bergamalıların protestolarıyla gündemdeki yerini koruyan..
çevre panelini basan maden yanlılarının zihniyetiyle bi kez daha tepki çeken..
siyanür zehirdir..
unutmayalım..
kullanımının sonuçları da çevre felaketidir..
Başka bir metod zaten yok ...tek metod siyanür liçi dir.
Siyanür zehir ama durum böyle ise
altın madeninin yasaklamaktan başka çare yok.
Mantıklı mı?
denizakvaryumu
29-08-2006, 16:29
Avrupanın aynı yöntemle çıkardığı altını, biz neden çıkaramıyoruz veya neden çıkartmak istemiyorlar.......
Tartışmak lazım.
Siyanür son derece zehirli bir maddedir.öldürücüdür.o kadar öldürücüdür ki,
siyanürden etkilendiğinizi birine söyleme fırsatınız olmaz.ani ve kesindir.Saniyelerle ölçülür.
Altın soy metaldir.Oksitlenmez.kararmaz herhangi bir maddeyle bileşik yapmaz.
Siyanür hariç.altın siyanat,altının bileşik yaptığı tek durumdur.
dünyanın heryerinde altın siyanür kullanılarak diğer maddelerden ayrıştırılır.Başka bir yoluda yoktur(civa kullanarak altının yarısını ziyan etmek istemiyorsanız....zaten civada zehirlidir).
Avrupanın herhangi bir ülkesinde altın çıkarıldığını duymadım.Varsada ekonomik madenler değildir.Altın heryerde çıkarılabilen bir maden de değildir.Denizakvaryumu da söylemiş başka bir yöntem yok diye..doğrudur.
Türkiye dünyanın altın işleme konusundaki en önde gelen ülkelerindendir.
altın işleme konusunda en çok gelişen ülkedir.Dünya Altın Konseyinin en çok önem verdiği ülkedir.
Türkiye işlediği altının büyük kısmını ihraç etmektedir.Bu yüzdende her sene önemli miktarda altın ithal etmektedir.
Siyanür zehirlidir,evet ama bu kontol edilemez demek değildir.yeraltı sularına karışır, vücutta birikim yaratır gibi konular ciddiyet sınırları içinde değildir.
Dünyanın diğer yerlerinde ve Türkiyede Gümüş madenlerinde siyanür ayrıştırma tekniği olarak kullanılırken neden Bergama da buna engel olunmaya çalışıldığı ciddiyetle düşünülmesi gereken konudur.
Efem çukurunda da altın madeni vardır.orada siyanürle ayrıştırma yapılmayacağı halde oradan da altın çıkarılmasına engel olunmaya çalışılmaktadır.
Tartışmalar kişisel fikirler duygusal tepkilerden uzak, açık fikirli olarak başkasının dediklerine önem vererek yapılmalıdır.
saldırgan üslup kullanılarak yanlızca kişisel tatmine ulaşırız.
İzmir Kuyumcular Odasına giderek bu konudaki fikirlerini aktaraya çalışacağım.
Onların bu konudaki fikirlerinin öğrenilmesinin konuya bakışımıza boyut katacağını düşünüyorum.
Siyanür zehirlidir,evet ama bu kontol edilemez demek değildir.yeraltı sularına karışır, vücutta birikim yaratır gibi konular ciddiyet sınırları içinde değildir.
Mahkemelerce verilmiş kararlar varken, "söylenenler ciddiyet sınırları içinde değildir" yorumunu nasıl yaptığını merak ettim.
Danıştay'ın Prensip Kararını iptal etmesinden sonra İzmir 3. İdare Mahkemesinden Bergama-Ovacık- Siyanür yöntemiyle altın işletmesine Sağlık Bakanlığı tarafından Gayri Sıhhi Müesseseler Yönetmeliği'nin 12. maddesi gereğince verilmiş olan 1 yıllık deneme izni işlemi hakkında oybirliği ile alınmış olan iptal kararı:
"Uyuşmazlık konusu altın madeni işletmeciliğine Çevre Bakanlığınca verilen iznin iptali istemiyle açılan davada, gerek Danıştay Altıncı Dairesinin bozma kararında gerekse karara uyularak İzmir 1. İdare Mahkemesince verilen ve Danıştay'ca da onanarak kesinleşen 15.10.1997 gün ve E:1997/636 K:1997/877 sayılı kararda, Çevresel Etki Değerlendirme Raporu ve sözü edilen davada Mahkemesince yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen rapordan, altın madenciliğinde, liç işleminde kullanılan siyanür ve ortaya çıkacak diğer ağır metallerin çevre ve insan sağlığı için olumsuz etkiler yaratacak olası bir risk ve tehdit unsuru oluşturduğu, özellikle çok kuvvetli bir zehir olan siyanürün toprağa, suya ve havaya karıştığı zaman her türlü canlı açısından zararlı olduğu, dolayısıyla proses gereği atık barajlarına pompalanan siyanürlü atıkların, geçirimsiz olarak planlanan bu atık barajlarından oluşabilecek sızıntılar nedeniyle su kaynaklarına ve diğer kullanım alanlarına ulaşma olasılığı bulunduğu ve siyanürle altın madeni işletilmesindeki risk unsurunun ön plana çıktığı, ayrıca aynı risk sebebiyle bu bölgelerdeki flora ve faunanın da bozulma tehdidi altında kaldığının anlaşıldığı belirtilerek, bu raporda da öngörülen olası risk faktörleriyle çalışan ve bu riskin gerçekleşmesi halinde doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki işlemde kamu yararına uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle verilen iznin iptaline karar verilmiştir."
Sözü edilen kararın gerekçesini oluşturan ve Çevresel Etki Değerlendirme ve bilirkişi raporlarında da öngörülen "risk faktörlerinin işletmede görülen, tesise özgü teknik eksikliklerden ve alınan önlemlerin yetersizliğinden değil, sözü edilen raporlarda da belirtildiği üzere,
bölgenin 1. derece deprem kuşağında bulunması,
yer altı suyunun yağıştan ve yüzeysel akıştan süzülme ile oluşması,
proje sahasında yağışların taşkınlara sebep olması,
bölge topraklarının erozyon potansiyeli gibi yörenin coğrafi ve iklim koşullarının etkilenebilirliği ve siyanürün PH değerinin yağışlardan etkilenmesi,
PH değerinin düşmesi durumunda siyanürün en tehlikeli olan HCN gazına dönüşeceği,
HCN'nin düşük kaynama noktasına sahip olduğu için (25,7) atmosfere karışma riskinin yüksek olması,
siyanürün büyük toprak katmanları tarafından çok miktarda uzaklaştırılsa da zaman içinde hidroliz gibi nedenlerle yeniden su ortamına salıverildiği,
atık barajında bulunan maddelerin yer altı suyu üzerinde olası etkisinin 20-50 yıl sürebileceği
gibi altın madenciliğinde altının elde edilmesi için kullanılan siyanür liçi yönteminden kaynaklanan risk faktörleri olduğu açıktır"
Olayda ise Normandy (Eurogold) Madencilik Şirketince, kesinleşen yargı kararı ve bu karar uyarınca, işletme izinlerinin iptaline rağmen tesise yeni ilaveler yapılarak, ek önlemler alındığından söz edilip, iptal kararında belirtilen olası risklerin tamamen ortadan kaldırıldığı gerekçesiyle Başbakanlığa başvurulmuş ve Başbakanlıkça TÜBİTAK'a hazırlattırılan raporda da tesiste alınan önlemlerle risk faktörlerinin ortadan kaldırıldığı belirtilmiş ise de, tesiste kullanılacak yöntemin eskisi gibi siyanür liçi yöntemi olduğu açıktır."
Yargı kararlarında, olayın incelenip tartışılması sonucu ifade edilen "risk ve tehdit "unsurlarının altın madeni işlemesinde kullanılan siyanür liçi yönteminden kaynaklandığı belirtilirken, bu risklerin Çevresel Etki Değerlendirme ve bilirkişi raporlarında da öngörüldüğü ifadesinin, anılan yöntemden kaynaklanan risk ve tehditlerin varlığının sözü edilen raporlarla da desteklendiği anlamını taşıdığı açık olup, kararlardan bu risklerin alınacak ek önlemlerle giderileceği yolunda bir sonuca ulaşmak mümkün değildir
"Kaldı ki, siyanür liçi yöntemle işletilen madenin, işletme süresinin bitimi sonucu kapatılmasından sonra da, atık barajında biriken siyanür ve diğer ağır metallerin etkisinin 20-50 yıl sürebilecek olmasının bölgede yaşayan insanların sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını tehdit eden insan yaşamı için çok uzun bir sürede insanları huzursuz ve tedirgin bir yaşam sürme zorunda bırakması gibi kabul edilebilir olmayan bir risk unsuru olduğu açıktır"
Yukarıda açıklandığı üzere, Bergama Ovacık ve Çamköy civarında bulunan altın madeninin doğrudan veya çevrenin bozulması ile dolaylı olarak insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liçi yöntemle işletilmesine izin verilmesi yolundaki işlem kamu yararına aykırı bulunarak kesinleşmiş yargı kararı ile iptal edilmiş iken, işletici şirketin tesiste bazı ilave yatırımlar yaparak ek önlemler aldığından bahisle "siyanürle altın arama yöntemi"ni yeniden tartışmaya açarak davalı idareye başvurması üzerine, konunun yeniden gündeme getirilerek ve TÜBİTAK tarafından firmaca alınan önlemlerle risklerin ihmal edilebilir boyutlara indirildiği yolunda düzenlenen rapor da esas alınarak, siyanür liçi yöntemle işletilecek olan altın madenine 1 yıl süreli deneme izni verilmesi yolundaki dava konusu işlem kesinleşmiş yargı kararının uygulamada değiştirilmesi sonucu ortaya çıkarmıştır ki, bu durumun hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığı açıktır" denilmektedir
.......................
Türkiye işlediği altının büyük kısmını ihraç etmektedir.Bu yüzden de her sene önemli miktarda altın ithal etmektedir.
İşledikten sonra tekrar geri satıyorsanız zaten epey kazanıyorsuz demektir.
Bizden fındık satın alıp işledikten sonra tekrar bize geri satan ülkeler, fındığı da biz yetiştirelim demiyor değil mi?
Yalnız Çınar
30-08-2006, 19:12
Mehmet DOĞAN
(Popüler Bilim Dergisi Mart 2003, sayı 111 sayfa 44-6 da yayınlandı)
ALTIN ÜRETİMİ SORUNU
Ülkemizde son günlerde altın üretimi, altının siyanürlü yöntemle üretimine karşı gösteriler, mahkeme kararları çok tartışılmış, hatta grevcileri yabancı vakıfların desteklediği ileri sürülmüştür. Kamu oyunun yakından ilgilendiği TV kanallarında üzerinde bir çok tartışmaların yer aldığı altın üretimi konusunda bir kimyacı olarak hiçbir süpekülasyona girmeden bilgi vermek istiyorum.
Altın metali bakır, gümüş ve meteor demiri ile birlikte cilalı taş devrinden bu yana bilinen metallerdendir. M.Ö. 4000 yılından itibaren Mısır’lıların ve M.Ö. 3000 yıllarında Sümerlerin Mezopotamya’da altın üreterek kullandıklarına dair kesin bulgular vardır. Sudan, kuru ve yaş havadan, oksijen ve ozondan, kükürt ve hidrojen sülfürden, azottan ve hidrojenden hatta yüksek sıcaklıkta bile oksijenden, asitli ve bazik çözeltilerden etkilenmediğinden doğada metalik halde bulunan ender metallerden biridir. Bu üstün özellikleri, kendine özgü rengini ve parlaklığını hiç kaybetmediğinden süs ve ziynet yapımında, kral ve zenginlerin özel eşyalarının yapımında, hatta zenginlik göstergesi olarak tarih boyunca kıymetli madde ve para olarak kabul görmüştür. Doğa da az bulunmasına karşın metalik halde bulunduğundan ve kolay elde edildiği ve işlendiğinden ilk çağlardan bu yana hep üretilmiştir. Roma İmparatorluğu dönemi sonuna kadar 10000 t, orta çağda 2000- 3000 t ve Amerika kıtasının keşfinden sonra da yılda 5 ton kadar altın üretildiği tahmin edilmektedir. 1700- 1800 yıllarında yıllık 10-15 ton olan dünya altın üretimi, 1948 yılında Kaliforniya altın yataklarının bulunmasından sonra 200 t a ulaşan altın üretimi, 1904 yılında G. Afrika altın yataklarının keşfi ile yılda 500 t a, 1936 yılında da 1000 t a ulaşmıştır. Günümüzde ise yılda 1500 tonun üzerinde altın üretilmektedir. Tüm tarih boyunca günümüze kadar 100000 tonun biraz üzerinde altın üretildiği tahmin edilmektedir.
Son yıllarda altının ziynet, para ve servet değerine, uygun fiziksel ve kimyasal özellikleri nedeniyle yüksek teknolojide, özellikle en iyi iletken ve kaplama metali gibi kullanımı da eklenince halen kıymetli metal olarak önemini korumaktadır. Bu önemi nedeniyle altın içeren her cevher, her alaşım, metal ve atıktan hiç kayıpsız, en ekonomik altın üretimi daha da önem kazanmıştır.
Tarih boyunca altın üretimi, altının doğada saf halde bulunuşu ve 19.3 g/cm3 yoğunluğu ile bulunduğu ortamdaki tüm mineral ve taşlardan çok daha ağır olmasına dayandırılmıştır. Altın içeren cevher ve mineraller kırılıp ufalandıktan sonra kovboy filmlerinde de gördüğümüz gibi dibi çukur kap içersinde bol suyla çalkalanır. Ağır altın taneleri kabın dibinde kalırken, çok daha hafif olan diğer mineraller, kum ve çamur suyla sürüklenir. Kabın dibinde toplanan altın parçacıkları potalarda eritilerek altın külçe haline getirilir. Altın çoğu kez gümüş ve bakır da içerir. Saf altın elde etmek için bakır ve gümüş içeren altın önce yüksek sıcaklıkta tuzla kavrularak gümüş klorür bileşiğine çevrilirken, bakır da kurşun ilavesi ile cüruf haline çevrilir ve kurşun buharlaştırılarak saf altın dipte kalır. Altının bakır ve gümüşten ayrılma tekniğinin M.Ö 2000 yılından beri bilindiği antik bulgulardan anlaşılmaktadır. Orta çağda simyacılar bir yandan altın cevherlerinden yukarıdaki teknikle ve kurşunla kavurma ile saflaştırırken bir yandan da diğer metalleri altına çevirmeğe çalışmışlar, bunu başaramasalar da altın üretim tekniğini geliştirmişlerdir.
Eski çağlarda ve kısmen daha sonra da kullanılan altın üretme tekniklerinde ince taneli olup dibe çökmeyen ve koloidal halde çamur içinde dağılan altını kazanmak mümkün olmuyordu. Eski altın yatakları ve altın üretim alanlarındaki mil ve kumların halen önemli oranda altın içermesi de bu kaçakların olduğunu göstermektedir.
Altın içeren cevher ve tozlardaki tüm altını kayıpsız kazanmak amaçlı çalışmalardan ikisi, yani cıva amalgam tekniği ve siyanür tekniği bu gün de kullanılan tekniklerdir. Altın içeren metal parçaları ve eski malzemelerdeki altını kazanmada kurşunlu kavurma tekniği de kullanılmaktadır. Her üç teknik de çevre dostu değildir ve aynı derecede canlılara ve insan sağlığına zararlı kurşun, cıva metalleri ve siyanür çözeltisi ile çevreyi kirletme riski vardır. Altının bu teknikler dışında başka yolu da yoktur. Gerçi altın yalnız altın maden ve bileşiklerinden değil, aynı zamanda antimon, arsenik, platin grubu elementleri, gümüş ve bakır üretimleri sırasında yan ürün olarak da üretilir. Ancak bu üretimlerin azlığı yanında altını ayırmak için yine yukarıdaki ana üretim teknikleri kullanılır.
Amalgam Tekniği
19. Yüzyılda geliştirilen amalgam tekniği ile altın üretiminde altın içeren cevher ve taşlar öğütüldükten sonra bol suyla çamur haline getirilir. Sulu çamur, üzerine cıva sürülen 0.8- 1 cm kalınlığında 1x2 m bakır levhalar üzerinden su akımı ile sürüklenir. Çamurun içerdiği altın, cıva üzerinde amalgam halinde tutulurken, diğer maddeler suyla sürüklenir. Belirli aralıklarla levhalar üzerindeki amalgam kazınarak alınır. Yeniden cıva sürülen levhalar tekrar aynı şekilde yeni çamurdan altını tutmak için kullanılırken, kazınarak alınan amalgam silindirik buharlaştırıcı- yoğunlaştırıcı özel döner kaplarda 600oC cıva buharlaştırılıp tekrar yoğunlaştırılır ( yani damıtılır), dipte kalan altın özel eritme potalarında eritilir. Cıva ise tekrar üretim sisteminde kullanılır. Damıtma ve amalgam sırasında kaçaklarla çevreyi cıva ile kirletme riski çok yüksek olan bu teknik asıl üretimde terk edilmiş olup, ancak küçük tesislerde ve yıkama- çalkalama ile üretim yapan tesislere ek olarak kullanılır.
Siyanür Tekniği
Dünyada bugün en yaygın kullanılan altın üretimi tekniği siyanürlü tekniktir. Zira diğer tekniklerden cevherin içerdiği altının en çok % 75 i kazanılabilir. Diğer tekniklerde Mikrometre ve daha küçük çaplı altın, çöktürülmeden koloidal halde çamurla sürüklenir. Bu teknik 1890 sonrası G. Afrika’da geliştirilmiş ve altın üretiminde devrim niteliğinde olmuştur.
Siyanürle altın üretim tekniğinin temeli öğütülerek toz haline getirilen altın cevherlerinin önce % 0.02 lik kalsiyum oksit çözeltisiyle bazik hale getirildikten sonra kütlece % 0.03- 0.0001 arası olacak şekilde sodyum siyanür çözeltisiyle karıştırılarak altının siyanür kompleksi halinde çözülmesi, daha sonra da çamurdan ayrılan altın çözeltisine metalik çinko eklenerek siyanürün çinko kompleksi halinde tutulurken, altının metalik halde çöktürülerek ayrılmasına dayanır. Çöktürülerek ayrılan altın 800oC da kavrularak yanındaki kirlilik yapan metaller oksitlenir. 1100oC biraz boraks ve silikat ilavesi ile eritilen altının içerdiği kurşun, çinko, demir gibi diğer metal oksitleri ve silikatlar cüruf halinde üste çıkar ve erimiş altın külçeler halinde döküldüğünde metalik altından diğer bileşenler kolayca üstten ayrılır.
Siyanür çözeltisine metalik çinko yanında kolay çözünen kurşun nitrat veya kurşun asetat ilavesi altının çöküşünü daha kolaylaştırır. Özel pres filtreden süzülerek altın ayrıldıktan sonra kalan, çinko siyanür ve kurşun içeren sodyum siyanür çözeltisine sülfat veya seyreltik sülfürik asit eklenerek çinko ve kurşun sülfatları halinde çöktürülür. Süzülen ve başlıca artan sodyum siyanür içeren çözelti tekrar üretim işlemi için siyanürleme tankına gönderilir.
Bu güne kadar geçen süre içersinde daha az siyanür kullanmak amacıyla cevheri kuru olarak mekanik kırıp, altın içermediği kesin olan taş ve mineralleri ayıkladıktan sonra yaş öğütülen sulu çamurdan çalkalama ile kolayca dipte toplanabilecek iri taneli altını ayırdıktan sonra siyanürlemek, amalgam tekniğini ve siyanür tekniğini birlikte kullanmak, çinko kurşun tekniği ile çöktürülen altını elektrolizle saflaştırmak gibi bir çok kombine teknikler de geliştirilmiştir. Yine altının sülfür bileşiği şeklinde bulunması halinde önce flatosyon işlemiyle zenginleştirdikten sonra siyanür tekniğiyle üretmek gibi özel teknikler kullanılsa da cevherin içerdiği tüm altını kayıpsız kazanmak için halen siyanür tekniğinden daha iyi bir teknik geliştirilememiştir.
Çevre kirlenmesi ve Siyanürün uzaklaştırılması
Siyanür asidin 50 mg’ı, sodyum siyanürün 100 mg ı insanı öldürebilir. Atık sular litresinde 0.1 mg üzerinde siyanür içerirse balıkları ve çoğu su canlılarını öldürdüğü bilindiğinden çoğu çevreci kuruluşlar ve kamuoyu siyanürlü altın üretimine karşıdır. Bu tepki ve hassasiyet haksız değildir. Ancak dünyanın her yerinde, özellikle G. Afrika Cumhuriyetinin 5 milyon nüfuslu Johannesburg şehrinin şehir merkezinde onlarca altın üretim tesisi siyanür tekniği ile altın üretmektedir (Çok sayıda fotoğraf elimde mevcut). Altın üretim tesislerinde kuru cevher kırma ve mekanik ayıklamadan sonra yaklaşık % 20 ye indirilen altın cevherinin kuru tonu başına 1 kg sönmemiş kireç (kalsiyum oksit) eklenir ve suyla ıslak öğütülerek 100 mikrometre altına indirildikten sonra çalkalayıcı ile işlem sonucu çamurdaki katı cevherin de % 50 si atıldır. Sulu çamurdaki altını bağlamak için kuru ton cevher başına 150 g sodyum siyanür katılır. Tekniği en pahalı yapan sodyum siyanür fiyatları günümüzde bol miktarda üretildiğinden daha da ucuzlamıştır. Çevre kirliliği ve olası bir depremde yer altı sulara karışmasından korkulursa tekrar çevrime göndermek amacıyla içinde kalan çamur çinko ve kurşunun çökmesi için özel havuzlarda bekletilen siyanürlü çözeltideki tüm siyanür yine ucuz olan sodyum hipokloritin (bildiğimiz çamaşır suyu) biraz fazlasının eklenmesi ile azot haline çevrilerek zararsız hale getirilebilir. Siyanürlenmiş çamurlu cevher atığı bazik kaldığı sürece siyanür asidini çevreye salmaz. Bu kuşkudan kurtulmak için de atığa çamaşır suyu veya sodyum sülfit eklenebilir. Daha korkulursa ozon veya hidrojen peroksitle de siyanür parçalanarak uzaklaştırılabilir.
Ülkemizde durum
Ülkemizde genellikle ton başına 3-5 gram altın içeren bir çok altın maden alanı saptanmış ve rezervleri belirlenmiştir. Bergama Ovacık yatağında ortalama altın tenörü 10 g/ton dur. Ayrıca gümüş ve bakır cevherleri de altın içerir. Bakır üretiminde altın elektroliz sırasında birçok kıymetli madde ile birlikte çökerek anot çamurunda kalır. Gümüş üretimi de bir tesisimizde yıllardan beri siyanür tekniği ile yapılmaktadır. Altın ülkemizde ziynet olarak çok satın alınan tek metaldir.
Döviz sıkıntısında bile döviz ödeyerek ithal ediyoruz ve kendi altınımız maden yatağında atıl beklerken biz ekonomik krizler yaşıyoruz. Yukarıdaki bilimsel gerçeklere rağmen sözde kendini bilim adamı sayan profesörlerimiz “siyanürle altın üretimi tehlikelidir” diye rapor verebiliyor ve bu raporlar ışığında bazı hakim ve mahkemelerimiz “üretim durdurulsun” diye karar verebiliyor. Sonra da kimimiz çıkıyor ve “ yabancı vakıflar altın üretimimizi engelliyor” diye ahkam kesiyor.
Hiç kimseyi suçlamadan ülkemiz kaynaklarını en iyi ve verimli şekilde değerlendirmeliyiz. Ülkemiz petrol ve doğal gaz fakiridir.
Ancak altından başka örnek olarak en zengin bor ve toryum yatakları ülkemizdedir.
Ülkemiz krom, barit, alçı taşı, granit ve mermerce de zengindir. Bu maden ve minerallerin çoğunu işlemeden ham olarak çok ucuz fiyatla ihraç ediyoruz. Bu maden ve zenginliklerimizi, en pahalı ürünlerine çevirecek teknolojileri geliştirerek en iyi değerlendirerek pazarlamak için her tür araştırmayı yapmak, önlemi almak zorundayız.
Öğünmeğe çalıştığımız araştırmalarımız da ülkemize yarar getirecek bu ve benzeri alanlarda olursa bir önem kazanır.
EK: Tepkimelerin formülü
Üretim aşaması: 4 Au + 8 NaCN + O2 + H2O = 4 NaAu(CN)2 +4 NaOH
2 NaAu(CN)2 + Zn = Na2Zn(CN)4 +2 Au
Siyanür uzaklaştırma: a)CN- +OH- = OCN- + Cl- + H2O
b)OCN- + 3 OCl- + 2 OH- = N2 + CO3= + Cl- H2O
2) H2O2 +CN- = OCN- + H2O ( daha az atık ve şüphe halinde)
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~dogan/
Siyanürle altın elde etmek üzerine ve ülkemizdeki altın madenleri üzerine yazılacak çok şey var. Çok güzel konu başlığı açılmış yazmaya devam edeceğiz.
Yalnız Çınar
30-08-2006, 19:32
İzmir Kuyumcular Odasına giderek bu konudaki fikirlerini aktaraya çalışacağım.
Onların bu konudaki fikirlerinin öğrenilmesinin konuya bakışımıza boyut katacağını düşünüyorum.
Eminim gideceksindir ancak hayal kırıklığına uğrayacaksın Mehmetciğim. Zira gidince göreceksin ki; orada en yetkin isim olarak karşına çıkacak oda başkanı bile bu konuda seni bilimsel olarak tatmin edemeyecektir. Bu tür kuruluşlar, yani meslek kuruluşları araştırma ve çözüm üretmekten uzaktır. Çözüm üretebilseler kendi mesleki sorunlarını çözerlerdi.
Bu tip makro düzeyde bilimsel konular onları çok aşar. Çoktan aştı bile.
Altın madenleri konusu yıllardır gündemden düşmediği halde Kuyumcular Odalarının bu konuda her hangi bir tezi savunduğuna tanık oldunuz mu?
Ben tanık olmadım.
Yalnız Çınar
30-08-2006, 19:35
Bu konu tartışılırken konu Altın mı? Siyanür mü? Bunu ayırt edelim isterseniz.
Yalnız Çınar
30-08-2006, 19:43
Çok enteresan bir soru daha soracağım.
Kimyasal maddeler satan her hangi bir firmaya gidip, Sodyum Siyanür veya Potasyum Siyanür almayı hiç denediniz mi?
Sıradan bir kişi olarak gidip bir almayı deneyin bakalım karşınıza her hangi bir prosedür veya engelleme çıkacak mı?
Yukarıda bahsettiğim bu çok zehirli maddeden bahsediyorum dikkatinizi çekerim.
Siyanürlü bileşiklerin nasıl satıldığını araştıralım isterseniz.
İŞLETMENİN EKONOMİK GETİRİ VE GÖTÜRÜLERİ (http://www.geocities.com/siyanurlealtin/yazi/2002/tubitak/4.html)
Yazı epey uzun. İlgimi çeken bölümleri yazının içinden seçerek alıntılıyorum.
İlk yatırım çerçevesinde tesisteki bir çok düzenek ve aygıtın yurt dışından getirilmiş oluşu da eleştiri konusu olmaktadır. Örneğin ülkemizdeki pekçok sanayi çarşısında yapılabilecek nitelikteki paslanmaz çelikten siyanür liçi tanklarının yurt dışından buraya taşınma giderinin bile buradaki yapım giderinden yüksek olduğu ve bunun tek ayırıcı özelliğinin karıştırıcı pervanelerinin lateks kaplı oluşu anımsatılıyor.
Sri Lanka’dan sağlanan hindistan cevizi kabuğundan elde edilmiş aktif karbon parçacıklarının kırılıp ufalanmaması için alınan bu basit önlemin, lateks kaplamanın ülkemizde bulunmayan bir teknoloji olmadığı da açıktır. Bunun gibi, aktif karbondan altın sıyırmaya yarayan basınçlı buhar düzeni; ya da, aktif karbonun kaskat içindeki akış yönünün tersine hareketini sağlayan air liftleri de kapsayacak şekilde tesisin tüm bölüm ve parçaları Türkiye’de yapılabilecek özellikte. Buna karşın, bunlar hep yurtdışından getirilmiş.
Bir de, Alkin(1993), “Ovacık Altın Madeni, sanayileşme açısından bölgesel gelişmeyi teşvik edecektir. Sınai gelişme projelere bölgesel ekonomilere sağladıkları altyapı imkanları ile daha sonraki gelişmeler için adeta bir atlama taşı oluştururlar. Mesala, bir proje için gereken ulaştırma ve diğer altyapı kolaylıkları, başka projeler için kritik dönemlerde son derece düşük maliyetli hizmet sağlarlar. Ovacık projesi, ayrıca mahalli üreticilerden, yedek parça, mekanik hizmetler ve benzerlerinin mübayaası ile de ek bir talep yaratacaktır.” diyor. Kendisinin bile buna inanması beklenemez.
Ovacık işletmesi devlet karayolunun kenarında; varolan enerji hatlarını kullanan; siyanürünü ve öteki kimyasallarını ülkenin en gelişmiş tarım ve turizm yöresi niteliğinde olan bu bölgede varolan yollardan taşıyıp, bu yolları güvenlik amacı ile kapatarak ürettiği doreyi havaalanına buralardan götürecek. Bu işletme, bölgeye hiç yeni bir alt yapı getirmeyecek, var olanı kullanacak; bölgedeki tarımsal üretimi aksatacak; turizm hareketine bir tehdit oluşturacak.
Herhangi bir kaza olmasa bile, yalnızca siyanür ile işlem yapılıyor olmasından ötürü yörenin tarımsal ürünlerine olan talebin azalması olasılığı; ya da, bölgeye gelen turistlerin bir bölümünün, dünyanın her yerinde art arda yaşanan altın işletmesi kazaları ve çevre felaketleri nedeni ile bu bölgeye ilgilerini yitirmeleri eğilimi; ya da, örneğin daha henüz deneme üretimi yapılıyor olmasına karşın, yöre köylerinde bu yıl bütün kovanların boş kalması ve bal arılarının telef olması; ya da yine bu yıl, yöredeki üç köyde bütün büyük baş hayvan doğumlarının sakat ya da ölü oluşundan kaynaklanan kayıplar. Ya, uzun lifleri ile eşsiz olduğu savlanan yöre pamuğunun kalitesinde bir gerileme olursa.
Ya, bir kaza olursa. Ya, ABD’nde siyanür tankerinin içkili sürücüsü kaza yapıp tankerini devirmesi; Kırgızistan’da Kumtor Madenine siyanür taşıyan kamyonun çaya yuvarlanması; Guyana’da Tolukuma Madenine siyanür taşıyan helikopterden siyanür paketlerinin yere düşmesi, ya da bu yıl 1 Kasım günü Çin’de yine siyanür taşıyan bir kamyonun 20 ton siyanürle birlikte çaya yuvarlanması gibi sıradan bir trafik kazası Aliağa-Ovacık ya da Dikili-Ovacık arasında olur ise.
Ya, sellenme debisi aynı Romanya Aurul işletmesindeki gibi düşük öngörüldüğü için bir taşkın olur da Normandy’nin dillere destan edilmeye çalışılan çok güvenli atık barajı da yaşıtı ve benzeri Baia Mare’deki atık barajında olduğu gibi taşar, içindeki ağır metal ve siyanatlarla yüklü çamur Ova’ya yayılırsa
Bugüne değin üretilip yeryüzüne çıkarılmış olan altının 130000 ton kadar olduğu ve bunun %15 kadarının kayıp olduğu sanılıyor. Bunun, 77200 tonu mücevher, madalyon ya da altın külçe biçiminde özel kişilerde olduğu; Merkez Bankaları ve finans kurumlarında da 32991 ton altın var olduğu biliniyor : IMF’de 3217 ve EMI’de 2782 ton; ABD Merkez Banklası’nda 8137 (rezervlerinin %57’si); Almanya’da 3469(%35) ton; Fransa’da 3025(%42); Türkiye’de 116 ton (%4). Yüzyıllardır üretilen altının büyük bir bölümü merkez bankalarında, yer altındaki çelik kasalarda bekletiliyor.
Burada, Bertrand Russel’in bir sözünü anımsamak gerek : “Altın Güney Afrika'da yerin altından yoğun çalışmalarla çıkarılarak, hırsızlığa ve soyguna karşı geniş güvenlik önlemleri altında taşınarak, Newyork ve Londra'da yine yerin altında çelik kasalara gömülmektedir. Hiç çıkarılmasaydı ne değişirdi?”
Günden güne birleşerek, satın almalarla büyüyerek maliyetlerini düşürmeye çalışıyorlar. Yine de, dünyanın en büyük 10 altın üreticisi şirketin dünya altın üretiminin ancak %42’sini yapabiliyor olmalarına bakılarak gelecekte de çok sayıda birleşmenin olacağı öngörülüyor. Bütün veriler altın işletmecisi firmaların borsa endekslerinde sürekli düşüş içinde olduklarını gösteriyor.
Yapılan araştırmalar altın işletmecisi şirketlerin başka endüstrilere kıyasla en düşük kâr payı dağıtan şirketler olduğunu gösteriyor. Dobra (1997)’nın, Standart&Poors’un Industry Reports (April 1996) verilerini kullanarak yaptığı bir kıyaslamaya göre, endüstri kârlılığı kıyaslanan 23 sektör içinde ABD altın işletmeciliği 21. sırada yer alıyor. %35.02’ye varan kârlılıklara karşı altın işletmeciliğinin kârlılığı yalnızca %5.47 bulunmuş.
Ne var ki, altın pazarındaki spekülatif dalgalanmalar bu şirketlerin yöneticilerine büyük kazançlar sağlıyor. Dünyadaki önemli borsalarda kısa sürede çok para kazanmak isteyen on binlerce kişinin parası çekilmeye çalışılıyor ve bunlar bu şirketlerin beslenmesinde tüketiliyor. Endonezya’da dünyanın en büyük altın yatağını bulduğunu yayarak New York ve Kanada borsalarından 2 milyar dolara çeken BreX firmasının yarattığı skandaldan sonra bile bu eğilim değişmiş değil.
SİYANÜRÜN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ:
Siyanür, hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı, bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar.
Havada daha çok gaz formunda hidrojen siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN formuna dönüşür ve buharlaşır.
Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak mikroorganizmaları için toksiktir ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir. Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir.
Solunum yoluyla alınan siyanür kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların depolandığı atık depolama alanlarının yakınındaki havanın solunması sayılabilir.
Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma yönünden risk altındadırlar.
Solunum yoluyla alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur.
Düşük düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı, kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir.
Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık, tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir.
Cilde siyanür teması irritasyon ve yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir.
Siyanürün insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur.
Siyanür kan ve idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir.
EPA'ya göre içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l) üzerinde siyanür bulunamaz.
Yazının tamamı... (http://www.geocities.com/siyanurlealtin/yazi/2002/tubitak/3b.html)
Yanlızçınar haklısın.Ben kuyumcu atelyeciliği yaptım.Odaya giderken çok beklentim yok.Ama toz duman içinde bir tartışma var.Biz bu konuyu her yönüyle araştırarak bir fikre sonuca varmak için çalışmalıyız diye düşünüp, onların ne diyeceğini merak ediyorum.
bütün tarafların bu konudan ne çıkarı var,kim neden bu kararı almış,
altınlar bizim cebimize girmeyeceğine göre, siyanürden nasıl etkileneceğimiz,ya da aksi tez doğruysa etkilenmeyeceğimiz yönünde her fikri öğrenmeliyiz.
Bakalım ne anlatacaklar..
Her şeyi boşverelim, ne çevre, ne sağlık, ne bilmemne ... Sadece kazanacağımız paraya bakalım.
Ne kazanacağımızı bilen var mı?
koza+altın+zehir+doğa+kanada+fetullah gülen+hükümet=para
http://www.ovacik-altin.com/koza/koza/turkish.htm
Koza Altın'da Büyük Kavga
20.08.2006 13:47
Altın tartışmasına şimdi de ideoloji bulaştı. Cumhuriyet Gazetesi, Akın İpek'e savaş ilan etti. Akın İpek cevap verdi, konu Meclis gündeminde.
Erdal Karademir, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde, Dikili Belediyesi tarafından Dikili Barış, Demokrasi ve Emek Şenlikleri kapsamında düzenlenen, “Siyanür-Altın-Çevre Paneli”nin Bergama’da altın madenini işleten Koza şirketinin sözde çalışanlarının saldırısına uğradığını belirtti. Karademir, “Saldırıyı gerçekleştiren grubun, sopaları Türk Bayrağı’na sarmaları ve Türk Bayrağı’nı olaya alet etmeleri uluslar arası sermayenin ve yerli işbirlikçilerinin çevre ve insan yaşamı hakkına rağmen, her şeyi yapabileceğini bir kez daha göstermiştir” dedi. Karademir, siyanürlü altın avcılarına dur diyen yargı kararlarının neden uygulanmadığını da gündeme getirdiği önergesinde, Erdoğan’a şu soruları yöneltti:
“-Paneli basarak izleyicilere ve panelistlere saldıran yasal ve bilimsel bir panelin gerçekleşmesini engelleyen kişiler hakkında ne gibi bir işlem gerçekleşmiştir.
-Ülkemizde yargı kararlarına rağmen siyanürlü altın arama faaliyetleri sürdürülecek midir?
-AKP hükümetleri döneminde altın arama izni verilen saha var mıdır varsa bu sahalar kimlere ve ne zaman verilmiştir?”
Karademir ayrıca saldırıya güvenlik güçlerinin geç müdahalesinin nedeniyle, Koza Altın madeni firmasının “Fethullah Gülen cemaatine yakınlığı” iddialarının da yanıtlanmasını istedi.
BELEDİYE BAŞKANI VE KARDEŞİ DE SALDIRIYA UĞRADI
Saldırı sonucu çıkan olaylarla ilgili panelin düzenleyicisi Dikili Belediyesi, Barış Demokrasi ve Emek Şenlikleri Organizasyon Komitesi de bir açıklama yaptı. Açıklamada, olayın Bergama’daki Koza Altın şirketi yönetici ve çalışanlarının provokasyonu sonucu gerçekleştiği belirtildi. Saldırganların 150 kişilik bir grup olarak panelin yapılacağı İskele Kafe’ye geldiklerini, ellerinde sopalar bulunduğu anlatılan açıklamada, saldırgan grubun başında da şirketin Halkla İlişkiler Müdürü Hayri Öğüt’ün bulunduğu bildirildi. Saldırı sonucu başlayan kavganın yaklaşık yarım saat sürdüğü, yaralananlar olmasına karşın 20-30 metre uzaklıktaki ilçe emniyet müdürlüğüne bağlı ekiplerin olaya müdahale etmediği kaydedilen açıklamada, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in saldırganlarca tartaklandığı, Başkan Özgüven’in kardeşi Sedat Özgüven’in ise başına vurulan sert bir cisimle yaralandığı belirtildi. Açıklamada polisin müdahalesinin ardından olayların yatıştığı düşünülürken, aynı grubun daha sonra da saldırıya geçtiği, polisin havaya ateş açmak zorunda kaldığı ifade edildi.
Açıklamada, Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in saldırıyla ilgili “Kurtlar Vadisi Dikili’ye indi. Bunlar siyah takım elbiseli, kravatlı şehir eşkiyaları. Bunları telefonla panele çağırdık, ‘aktarmak istediklerinizi gelin aktarın’ dedik. Ama kendileri panel izlemeye değil, olay çıkarmaya gelmişler” değerlendirmelerine de yer verildi. Başkan Özgüven, saldırganların oyununa gelmediklerini belirtirken, saldırıya karşın şenlikleri planladıkları gibi sürdüreceklerini vurguladı.(
Cumhuriyet Gazetesi'nin Haberi Özetle Şöyle:
İzmir’in Dikili ilçesindeki panelin Bergama’da altın madeni işleten Koza şirketi yönetici ve çalışanlarınca basılması üzerine çıkan olaylar, CHP İzmir Milletvekili Erdal Karademir tarafından Meclis gündemine taşındı. Olaylarda tartaklanan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, saldırganlara, “Kurtlar Vadisi Dikili’ye indi. Bunlar siyah takım elbeseli, kravatlı şehir eşkiyaları” diye tepki gösterdi.
Koza Altın'ın Sahibi Akın İpek'in Gazetesi Bugün ise Konuyu şöyle değerlendirdi:
Dikili'de zorbalık
Fethullah Gülen Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen ve siyasal İslam'a büyük oranda kaynak aktarımında bulunan Koza Altın'ın adamları, yargı kararlarının uygulanmasını isteyen gruba Dikili'de saldırdı. Halkın üzerine molotofkokteyli atıldı ancak patlamadı.
Dikili Belediye Başkanı Özgüven'in emriyle hareket eden zabıta memurları, “Barış- Demokrasi ve Emek Şenliği”nde Maden-İş üyesi işçilere saldırdı.
Çalıştıkları madenle ilgili panelde söz hakkı istedikleri için saldırıya uğrayan işçiler çocukları ile eşlerini sandalye ve masa darbelerinden zor kurtardı
İzmir'in Dikili İlçesi'nde düzenlenen "Barış, Demokrasi ve Emek Şenliği"nde; barış ve demokrasi ayaklar altına alındı, emekçiler saldırıya uğradı. Şenlik kapsamında düzenlenen ve çalıştıkları işyerini ilgilendiren panele gidip demokratik haklarını kullanmak isteyen Maden-İş üyesi işçiler, Belediye Başkanı Osman Özgüven'in emriyle harekete geçen zabıta memurları ve diğer belediye görevlilerinin masalı-sandalyeli, bıçaklı saldırısına uğradı. Başkan talimatlı öfkeli saldırıda, yaralananlar oldu.
SANDALYE İLE SALDIRI
DEHAP'la seçim ittifakı yapan SHP'den Belediye Başkanı seçilen Özgüven'in düzenlediği "Barış- Demokrasi-Emek Şenliği" kapsamında düzenlenen "Siyanür-Altın-Çevre" konulu panele sadece altın üretimine karşı olanlar davet edildi. İskele Kafe'de düzenlenen panele altın üretimine karşı tutumlarıyla tanınan Prof.Dr. Osman Karababa, Ertuğrul Barka, Avukat Ali Arif Cangı ve Dr. Enver Küçükgül konuşmacı olarak katıldı. Panelde, izleyiciden çok zabıta memuru ve sırtlarında "güvenlik" yazılı kişilerin bulunması dikkat çekti. Panele izleyici olarak katılmak isteyen maden çalışanları ve aileleri ise zabıta memurları ve diğer görevliler tarafından salon girişinde engellendi. Zabıta memuru Gökhan Belkır, işçiler ve yakınlarına sandalyeyle saldırınca, diğer zabıtalar onu izledi.
BIÇAK KULLANDILAR
Belediyenin panelde görevlendirdiği, tişörtlerinin sırtında "güvenlik" yazan kişiler de saldırıya katıldı. Sandalye, masa, ellerine ne geçirirlerse saldıran "görevliler", sadece korku içinde salondan çıkmaya çalışan maden işçileri ve yakınlarını değil, panele gelen diğer Dikililileri de yaraladı. Saldırganların bıçak da kullandığı görülürken, bir maden çalışanı kolundan bıçakla yaralandı. Öfkeli saldırganlar arasında, madende 10 yıl çalıştıktan sonra çıkarılan Hasan Gökvardar'ın da bulunması dikkat çekti. Kafeye resmi polisler geldi. Sendika üyeleri polise sığınıp saldırganlardan şikayetçi oldu. Bu arada, salon boşaltıldı; panel konuşmacı ve birlikte geldikleri kişiler ve görevlilerle devam etti. Saldırganlar, salonda yaptıklarıyla yetinmedi. Dışarıya çıkarılan madencilerden birini sokakta çevirip döven saldırganları, karakolun önünde beklerken olayı fark edip yetişen diğer madenciler engellemeye çalıştı. Polis araya girerek, olayların daha da büyümesini önledi. Maden -İş Sendikası yetkilileri, "Demokrasi ve barış anlayışı bu mu? Bu, barış-demokrasi değil terördür, anarşidir" dedi. Dikili esnafı da saldırganlara tepki gösterdi.
Kim çocuğu ile olay çıkarmaya gider?
TÜRKİYE Maden İşçileri Sendikası Soma Şubesi sekreteri Yaşar Karataş, çıkan olayların maden işçisine yöneltilen saldırıyı kınadıklarını belirterek, "Bu olaylar bizim Maden-İş Sendikası olarak tasvip etmediğimiz olaylar. Maden işçisi adına üzülüyoruz. Ülke ekonomisine katkıda bulunan işletmede çalışan emekçi arkadaşlarımız Dikili Belediyesi'nin düzenlediği panele dinleyici olarak katılmak istedi. Ama bu arkadaşlarımıza paneli düzenleyenler sert tepki gösterdi. Arkadaşlarımız işletmelerinin çevreye zararı olmadığını bildiği için panele katılmak söz almak istedi. Bu yüzden de dayak yedi. Karşı taraf iyi niyetli davranmamıştır. Maden işçileri Soma Şubesi olarak olayları tasvip etmiyoruz. Dikili halkından özür diliyoruz. Maden işçisi dayak yemiştir. Yaralanmıştır. Arkadaşlarımız suç duyurusunda bulundu. Hukukun madencinin arkasında duracağından eminiz. Bizim buraya olay çıkarmaya geldiğimizi söyleyenleri de kınıyorum kim çoluğuyla çocuğuyla olay çıkarmaya gider" dedi.
SHP’li Başkan, demokratik hakkın kullanımına izin vermedi
TÜRK-İŞ'E bağlı Maden-İş Sendikası temsilcileri, önceki gün Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven'e başvurarak, "Siyanür-Altın-Çevre" konulu panelde kendilerine de söz hakkı verilmesini istedi. Panele, sadece altın madenini kapattırmak için çaba sarfeden, asılsız iddialarıyla hem ülke ekonomisine zarar verip hem de binlerce kişinin ekmeğiyle oynayan kişilerin davet edilmesinin "demokratik olmadığı"nı bildiren sendika temsilcileri, söz hakkı istedi. Belediye Başkanı Özgüven'den şaşırtan gerekçelerle olumsuz yanıt alan işçi temsilcileri, demokratik haklarını kullanmak için, eş ve çocuklarıyla birlikte paneli izlemeye gitme kararı aldı; bunu başkana da bildirip korunmalarını da istedi. Ancak başkan herhangi bir olay yaşanmasını önlemek yerine zabıtaları ve salondaki güvenlik görevlilerini, işçilerin ve ailelerinin üzerine saldırttı.
Koza, Bergama'da altın üretecek
21-03-2005 Benim de söyleyecek sözüm var! İlgili diğer dökümanlar
BERGAMA - Koza Altın Şirketi, Bergama Ovacık'ta altın üreteceği günü iple çekiyor. Koza Altın Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek, Türkiye'nin ilk altın madenine sahip, ilk Türk şirketi olmanın gururu ve cesaretiyle üretime geçecekleri günü iple çektiklerini belirterek "Ovacık Altın Madeni'nin, Türk altın madenciliğinin ve altın hazinelerimizin kapısı olmasını istiyoruz" dedi. İpek, Türkiye'deki altın rezervlerinin ayak izlerini takip ettiklerini ve bu izleri takip ederek bu değeri ekonomiye kazandıracaklarının da altını çizdi.
Bergama'daki Ovacık Altın Madeni'nin yüzde 100'ünü Normandy Madencilik A.Ş.den 44.5 milyon dolara satın alan Koza Altın Şirketi fabrikasında basını bilgilendirme toplantısı gerçekleştirildi.
Koza Altın Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek ve şirketin üst düzey yetkilerinin hazır bulunduğu toplantıya ulusal ve yerel birçok basın mensubu katıldı. Akın İpek, gazetecilere yaptığı bilgilendirme konuşmasında,üretime geçmek için gerekli olan izinlerin yüzde 98'nin tamamlandığını ve tesisin dünyadaki 800 altın maden ocağı içinde teknolojik açıdan ve çevreye duyarlılık açısından ilk sırada bulunduğunu vurgulayarak üretime geçmek için sabırsızlandıklarını ifade etti.
İpek, dünyada çıkarılmayı bekleyen altın rezervine sahip olup ta tek üretim yapmayan ülke olmayı anlayamadığının altını çizerek, Türkiye'de yapılan araştırmalarla tahmini olarak 6 bin 500 ton toprak altında çıkmayı bekleyen altın olduğunu, bu rakamın ABD'den sonra dünyadaki en büyük rezerv rakamı olduğunu ve 6 bin 500 ton rezervin katma değeri ile birlikte parasal karşılığının da 400 milyar dolar olduğunu ifade etti. Ovacık'ta üretime geçtikten sonra yılık üretim hedeflerinden de bahseden İpek, Normandy'nin 19 Mayıs 2001-19 Ağustos 2004 dönemindeki üretiminin toplam 15.7 ton altın, 16.5 ton gümüş olduğunu, kendilerinin ise yıllık 5 ton altın ve 5 ton gümüş olduğunu belirtti.
"Bu maden kapalı oldukça kimse altın madenciliğine cesaret edemeyecek"
İpek, "Ovacık Altın Madeni'nin, Türk altın madenciliğinin ve altın hazinelerimizin kapısı olmasını istiyoruz" diyerek, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Bu maden kapalı olduğu sürece hiç kimse Türk altın madenciliğine cesaret edemeyecektir. Son zamanlarda ısrarla Ovacık Altın Madeni hakkındaki idari davalar, ceza davalarıymış ve bu ceza davaları ile Ovacık Altın Madeni ebediyen mahkum edilmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Bu iddiaların gerçeklerle hiçbir alakası yoktur. Her şeyden önce idari mahkemeler, bir ilmi veya teknolojiyi yasaklayamaz. Kaldı ki her idari dava, kendi zamanındaki şartlarla müstakil olarak değerlendirilip sonuçlandırılır. Bir işletme ruhsatının iptali ve kapatılması o işletmenin eksiklerini giderip tekrar açılması için müracatına mani değildir.
Bu maden hakkında ise bugüne kadar 15 idari dava açılmış, bu davaların da 4'ü lehte sonuçlanmıştır. Devam eden bu davaların bir tanesi için yürütmeyi durdurma kararı verilmiş olup, yargılama süreci halen yüksek yargıda devam etmektedir. Bu davaların hiçbiri de ceza davası değildir. Bir işletme ruhsatının iptali ve kapatılması, o işletmenin eksiklerini giderip tekrar açılması için gerekli şartlar ve denetleme şekilleri bellidir. Bu şartları yerine getiren işletme ise açılır. Ovacık Altın Madeni de yeniden açılacaktır. Tüm bakanlıklardan izinlerimizin çoğunu yenileyerek yeniden alıyoruz. Az bir iznimiz kaldı. Dünyada işleyen hiçbir maden yoktur ki bizim maden gibi kötü örnek olsun. Köylülerimizin hepsiyle konuşarak diyalog içersinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Türkiye'de rezerv tespit eden, yer altı zenginliklerinin elinde bulunduğu büyük rezervlerdeki yabancı şirketlere de buradan sesleniyorum; elinizdeki ruhsatları bize satın, madenlerimizi biz kendimiz işletelim."
"40 ton altın rezervi var"
Koza Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek, bir 10 yıl daha Bergama'daki Ovacık Altın Madeni'ni işleteceklerini ifade etti. Akın İpek, "Normandy Madencilik A.Ş. tarafından 120 milyon dolara mal edilen bu işletme 3 yıl boyunca 15.7 ton altın ve 16.3 ton da gümüş üretmiştir. Bu günden sonra da 10 yıllık bir rezerv işleme çalışmamız gerçekleştirilecek. Bu süre zarfında da 40 ton altın elde edeceğiz. Dolayısıyla Bergama ve çevresi bu tesisten kazanç elde edecek" diye konuştu.
İpek, Koza Altın olarak üretim hedeflerinin ilk yıl için Ovacık'tan 350 bin ons ve Gümüşhane'den 100 bin ons olmak üzere toplam 450 bin ons olduğunu belirterek yaklaşık 180 milyon dolar ciro hedefledikleri ve ilk yerli firma olarak Türkiye'deki altın rezervlerinin izlerini takip ederek bu değeri ekonomiye kazandırmada kararlı olduklarının altını çizdi.
"Doğaya zararı olsa ilk önce ben karşısında dururdum"
Akın İpek, dünyanın en iyi çevre teknolojisine sahip bir maden olan Ovacık Altın Madeni'nin Avrupa Maden Sanayiciler Birliği (EUROMİNES) tarafından 2004 yılı Avrupa Birliği Komisyonu'nda mevcut en iyi tekniklerle donatılmış referans ve örnek olarak gösterildiğini ve dünyada bu tür üretim yapan bir tesisin daha olmadığının altını çizerek, işletmede hiçbir risk bulunmadığını söyledi. Çok kapsamlı bir şekilde ÇET Raporu da hazırlandığını ifade eden Akın İpek, "Maksatlı dedikodular, çevre örgütlerimizde ve köylülerimizde kuşku ve şüphe uyandırmıştır. Tamamen asılsız olmasına rağmen bu tür dedikodulara verilecek tepkinin önceden hesaplanarak kullanıldığını düşünüyorum. Bu tesis çevreye zarar vermiş olsaydı ilk önce ben karşısında dururdum."dedi.
"Siyanürle altın aranmıyor"
Madenin ilk izinlerinin iptal edilmesine de sebep olan muhtemel riskinden de bahseden İpek şunları söyledi: "Bölgenin deprem kuşağında olması sebebiyle, proses gereği geçirimsiz olarak planlanan atık barajına pompalanan siyanürlü atıkların, oluşabilecek sızıntılarla su kaynaklarına ve diğer kullanım alanlarına ulaşma olasılığı bulunduğu ifade edilmiştir. Böyle bir gerekçe değil bölge halkını, bütün insanlığı ayağa kaldırsa azdır. Fakat işin aslı öyle değildir ve ortaya çıkan bir gerçek vardır: Tesis siyanürle altın aramamakta, doğaya karışacak herhangi bir zararlı atık üretmemekte ve depolamamaktadır. Tesisin atık barajında depolanan sular zaten doğrudan doğaya verilebilir niteliktedir." Siyanürün Türkiye'de 50 sektörde kullanıldığını belirten İpek, yılda 270 bin ton siyanür tüketen Türkiye'de siyanürün en az kullanıldığı sektörlerden birinin madencilik olduğunu ve siyanürün doğada kalıcı bir madde olmadığını söyledi.
"Tüm çevre örgütleri, yargı ve bilim adamlarını tesise davet ediyorum"
Daha sonra gazetecilerin sorularını cevaplayan Koza Altın Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Akın İpek'e bir gazetecinin, "Ovacık Altın Madeni karlı bir iş olsaydı yabancılar bırakmazdı, siz bu riski göze nasıl aldınız?" şeklindeki sorusunu ise, "Biz bu işletmeyi 44.5 milyon dolara satın altık. Yapılan iş ortada, araştırmalarımızı ve değerlendirmemizi yaptık ve bu tesisin açılmaması için bir risk görmüyoruz" şeklinde yanıtladı. Akın İpek, tüm çevre örgütlerini, yargı ve bilim adamlarını Bergama Ovacık Altın Madeni'ne davet ederek, gelip her şeyi yerinde incelemeye davet ettiğini de açıkladı.
İpek, başka bir gazetecinin "Bergama halkının yıllardır yaptığı mücadele sizi nasıl etkiler ?" yönündeki sorusu üzerine ise şunları söyledi: " Daha önceki şirketin yabancı olmasının buradaki ilişkileri derinleştirememesinde etkili olduğunu düşünüyorum. Fakat buradan giden şirketin yaptıklarını gördükten sonra buraya büyük katkı yaptığı da unutmadan bizimde yerli bir şirket olarak birebir diyaloglarla 19 Ağustos 2004 tarihinden beri kapalı olan tesisi gerekli izinleri aldıktan sonra açarak bölgede uzun zamandır işsiz olan insanlara iş imkanı yaratacağız." dedi.
"Biz aldık 8 yerli talip çıktı"
Koza Davetiye A.Ş. ve İpek Matbaacılık A.Ş.'nin Borsa'da işlem gördüğü ve değişik bir sektörde yatırım yapma ve burada çıkabilecek bir durumun bu iki şirkete yatırım yapan küçük yatırımcıyı nasıl etkileyeceği yönündeki bir soru üzerine ise İpek şunları söyledi: " Madencilik sektörüne 3 yıl önce kurduğumuz ATP isimli şirketimizle girdik ve alt yapımız var. Bergama madenini alarak riske girdiğimizi düşünmüyorum, biz burayı alırken, yabancı bir firmada buraya talipti ve biz aldık. Hatta biz aldıktan sonra yerli 8 firma bize burayı alma yönünde talepte bulundu. Burası çok iyi bir yatırım ve diğer şirketlerimize yatırım yapan yatırımcıların, ülke ekonomisi ve bizim gibi kazanacaklarını düşünüyorum." dedi.
"20 milyon dolar üretime geçilince ödenecek"
Koza, daha önce siyanürle altın arandığı gerekçesiyle defalarca dava edilen, çevrecilerin yoğun protestolarıyla karşılaşan ve birçok kez kapatılan maden için 44.5 milyon dolar ödedi. Normandy Madencilik'e ödemenin 20 milyon doları peşin, 24.5 milyon dolarlık bölümü ise vadeli olarak yapılacak. Satın alma tutarının 40 milyon dolarlık bölümü Normandy Madencilik, 4.5 milyon dolarlık kısmı ise Gümüşhane'de altın üretmek amacıyla kurulan Dedeman ve Normandy'nin ortak şirketi Mastra'ya ödenecek. Geri kalan 20 milyon dolar ise anlaşma gereği şirket üretime geçtikten sonra yapılacak.
MAI’NİN MADENCİLİK BOYUTU
Prof. Dr. İsmail DUMAN
Öncelikle kaynak tüketimi ya da doğal kaynak kullanımına kısaca bir göz atalım. Yabancı yatırımcının, transnational, ulusötesi veya uluslararası aşan yatırımcının herhangi bir pazara "engelsiz" dalışını sağlamak, MAI’nin temel hedefidir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yasalarla henüz yeterince emniyet altına alınmamış, henüz tam olarak korunmamış, ekolojik olarak duyarlı ekonomik faaliyet alanları-ki bunların başında ormanlar, balıkçılık, biyolojik çeşitlilik ve madenler gelir-büyük bir tehlike altına girecektir. Yani bir başka deyişle, ev sahibi ülkedeki yasal boşluklardan yararlanılarak, yağmur ormanları, belki satın alınacak, kiralanacak, tıraşlanacak, göller ve sahil şeritleri, gelişmiş teknolojilerin yardımı ile insafsız bir balıkçılık faaliyetinin hedefi olacak.
Burada şunu da belirtmek istiyorum. Ormanlar yalnızca Sibirya’da Batı Kanada’da ve Brezilya’da yok, Türkiye’de de ormanlarımız var. Ve bir zamanlar, şimdi olduğundan çok daha fazla vardı, bilenlerimiz mutlaka vardır. Türkiye’de kurulu Orman Bakanlığının ilk nüvesini ne oluşturur? 1800’lerin ortasında Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı ile müttefik olan İngilizlerin savaşın kaybedilmesi sonrasında, daha önce yaptığı yatırımları savaş tazminatı olarak Osmanlı’dan geri istemesi, Hazinede para olmayınca da, "ormanlarımız var" diye hedef göstermesi kesilen tomrukların sayımı için bir Genel Müdürlük oluşturulmuş ve bugünkü Orman Bakanlığının ilk çekirdeğini de, bu Genel Müdürlük oluşturmuştur. Yani orman kesme, ve tomruk sayma işlemi gibi. Bugünkü Orman Bakanını da tenzih etmek istiyorum, kendisi yakın zamanlarda Orman Bakanlığı görevine getirilmiş, en iyi Bakan olduğunu belirtmek isterim. Bir de bizim balık çiftçiliğine elverişli uzun sahil şeridimizi düşünün, hani Gökova körfezini Çupra çiftlikleri sarıyor diye yakınıyoruz, ya da somon çiftlikleri kurulacak, Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ); bu verimli suları bu anlamda keşfettiği zaman, her halde denizde adım atacak yer bulamaz bir duruma geleceğiz.
Biyolojik çeşitlilikten söz ettim, özellikle bitkisel gen kaynaklarının süratle tüketilmesi burada söz konusu. Kardelenlerimizin köklerinden sökülüp, çuvallarla nasıl yurtdışına kaçırıldığını bilirsiniz. 3000 endemik türün yaşadığı bu coğrafya parçasında, Anadolu’da Dünya Farma-Kimya Endüstrisinin ağzını sulandıran o kadar çok hammadde var ki, işte bunların yine insafsızca toplanıp, sökülüp, köklerinin kurutulması ve bu genlerin tümüyle yok edilmesi tehlikesine açık hale geleceğiz. Dünyanın başka ülkelerinde de olacağı gibi.
Madenler konusuna, zaten özellikle ve ayrıca değineceğim. Bütün bunlar yapılırken, ev sahibi ülkeye tazminat ödenmesi tabii ki söz konusu olmayacaktır. Evet, ulus ötesi sermaye tecavüz ve su istimalini tamamlayıp, doğal kaynakları tükettikten sonra "pardon" bile demeden çekip gidecektir. Kendine yeni, sömüreceği dünya parçaları arayacaktır. Bazı ülkelerde arazi satın alımı ve doğal kaynak kullanımı konusunda ecnebi temalara getirilmiş olan yasal kısıtlamalar ya hemen kaldırılacak ya da MAİ bünyesinde, o ülkeye özgü istisnalar olarak tahammül görecektir. Ancak bu tür kısıtlamalar, anlaşma metninin imzalanmasından itibaren, MAI’nin "go back" "geri etkili" prensibine göre, sürekli bir neo liberalleştirme baskısı altına alınacaktır.
Madenlere de kısa bir giriş yapmak istiyorum. Yeraltı zenginliklerinin talan edilmesi girişimlerine örnekler henüz MAI’nin, T.C. tarafından imzalanmasının söz konusu olmasından önce başlandı. Artvin çok çarpıcı bir örnek. Artvin, Kafkasör’de Atilâ vadisinde Kanadalı Comunco şirketi altın ve bakır üretmek istiyordu. Tesislerini bölgeye kurmaya başlamıştı bile, Comunco’nun Artvin Kafkasör’deki ruhsat sahası 1700 hektar yeni 17 km. Bu sadece Kafkasör’deki ruhsat alanının yüzölçümü, Artvin ilinin daha pek çok yöresinde de ruhsat almış bulunuyorlar. İşte bu 17 km içersinde 770.100 ağaç mevcuttur. Sadece maden alanı bünyesinde 250 hektarın istimlak edilmesi öngörülmektedir. Ve bu 250 hektar için de 200-250.000 ladin ağacın kesilmesi gerekmektedir. İşte ne getirecek, ne götürecek derken, "istimlak bedeli orman bakanlığına ödense bile" ancak tomruk bedeli olarak ödenir.
Oysa bir ağacın fonksiyonel bedeli, tomruk değerinin 2000 katıdır. İşte o değer ebediyen yok olup, gidecektir. Böyle bir ağaç kesiminin kereste bedeli bile milyonlarca dolar tutacaktır. Ve o madencilik faaliyeti bu ülkeye ne bırakır, bunu ayrıca tartışacağız. Şimdi ikinci maddeyi inceleyelim. Çevre standartlarının yükseltilmesine engel olunması. Alınması düşülen, neo liberalleştirme önlemleri, sonucunda, yatırım yeri olma konusunda ortaya çıkacak uluslararası rekabet, pek çok ülkenin Hükümetini yatırım engellerini ortadan kaldırmaya yöneltecektir. Yani ÇUS gelecek diyecek ki benim elimde 100 milyon dolar var, bunu yatıracağım, kim ister? Talip olursunuz der ki, "Bir dakika, senin çevre yasan çok katı, olmaz" önce bu yasanı düzelt, sonra gel. Bu bütün ülkelerin tüm standartlarını, sosyal, işçi hakları, iş hukuku v.b. konular açısından olduğu gibi, Çevre kanunları açısından da en alt düzeye itecektir, tepesine vura vura, bastıra bastıra. O sermaye böyle bir gücü kendin de buluyor, eğer fırsat verilirse bu gücü kendinde bulma konusunda haklı olacağını düşünüyorum.
Bu uyum sağlama ya da cazip görünme yarışı, sosyal ve iş hukukuna ilişkin, normların yanı sıra özellikle çevre politikalarını vuracaktır. Cazipleşme rekabeti, tüm çevresel normların düşürülmesini, mevcut kanunların gevşetilmesini, yönetmeliklerin işlemez hale getirilmesini, laçkalaşmasını da hiç şüphesiz beraberinde getirecektir. Çevre koruma düzeyi zaten düşük olan pek çok ülkede, MAI’nin uzun vadedeki etkileri mutlaka daha ağır, daha acı olarak hissedilecektir. Yatırım hedefi olarak cazibesini korumak ve arttırmak amacı ile pek çok ülkede Hükümetler, çevre standartlarını yükseltici uluslararası sözleşmelere imza koymaktan kaçınacaklar, Rio sözleşmesine imza koyduk, Japonya’da son yapılan sözleşme halâ imzaya açık duruyor, Madrid’deki vardı ve daha başkaları da olacak, ama böyle bir durumda artık hükümetlerin bu anlaşmalara imza koymaları için bir hayli yürekli olmaları gerekecek. Bu acıklı eğilim MAI bünyesindeki "stand still" prensibi ile yani kımıldamadan durma, değişiklik yapmama prensibi ile daha da körüklenecektir. Çünkü söz konusu prensip, MAI ile uyumlu olmayan herhangi bir yasanın çıkartılmasını yasaklamaktadır. 3.maddeye gelelim. Mevcut çevre yasalarına ne olacak? Yabancı yatırımcı şirket ile ev sahibi devlet arasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların, uluslararası tahkime götürülecek olması yatırımcıların eline öyle bir silah veriyor ki, onunla sevimsiz buldukları her türlü çevre yasasını hiç tereddüt etmeden kurşuna dizebilirler. Bu olasılığın kuvvetlendiren 2 tanım var MAI’de. Bu tanımların ne dediği tam olarak anlaşılamamakla birlikte ne kadar kötüye kullanılabileceklerini anlamak çok kolay.
Bunlardan bir "De facto diserimination" yani "Fiili ayırımcılık" veya olumsuz ayrımcılık, ayrıcalık, diğeri ise dolaylı kamulaştırma ya da dolaylı istimlak denilen şey. Örneğin yatırımcı şirket, faaliyet gösterdiği ülkede, yeni çıkarılan bir çevre yasası nedeni ile rahatsızlık duyarsa, ev sahibi ülkeye ayrımcılık veya namüsaitleştirme nedeni ile tazminat davası açabilecektir. Aynı şekilde devletin koyabileceği herhangi bir çevresel önlem, örneğin "atık su yönetmeliğinde kirlilik oranın düşürülmesi" zorunluluğu gibi, yabancı yatırımcının kâr beklentisini azaltıyorsa, işte böyle bir resmi düzenleme yabancı şirket tarafından "dolaylı kamulaştırma" ya da istimlak olarak nitelenecek ve bu şirketlere devletten zarar telafi etme hakkı verilecektir. Böyle bir durum bir tahmin ya da bir hayal ürünü değildir. OECD bünyesinde biçilmeye çalışılan MAI kaftanına manken olarak seçilen ise NAFTA’dır. NAFTA bünyesinde şu anda bu tür davalar yürümektedir. Bunlara ait 2 önemli örneği biraz sonra sunmaya çalışacağım. MAI görüşmeleri sırasında, OECD ülkeleri çevreci STK’larının yoğun ve etkin uyarıları sayesinde anlaşmaların taşıdığı ekolojik riskler konusunda daha duyarlı bir tavır sergilemeye başlamışlardır. Daha doğrusu öyle görünme zorunluluğu duymuşlardır. Sosyal ve iş hukuku ile ilgili görüşmelerin yanı sıra, çevre politikaları da anlaşma metninin 3 ayrı yerine kancalanmaktadır. Buna "tri ancor" prensibi denir.
Bu prensiple yabancı şirketlere çeşitli haklar tanınmakta olup; bu hakkın şirketler tarafından nasıl kullanıldığını şimdi inceleyeceğiz. 1.örnek: Amerikan Sermayeli Etil Corp ile Kanada Hükümeti arasındaki kavga. 1997 Nisanında, Kanada Parlamentosu, benzine katkı maddesi olarak kullanılan FMT adlı maddenin ithalatını ve nakliyatını yasaklar, bu karara gerekçe olarak "ağır sağlık riskleri taşıması"nı gösterir. Kanada’da bu maddeyi üreten tek firma ABD’li Etil Corp. dır. Etil Corp. NAFTA tahkim kuruluna başvurarak Kanada Hükümetinden 251 milyar dolarlık tazminat talep eder. Gerekçesi ise; FMT yasağının - firmaya ait tesislerin değerini, gelecekteki cirosunu, düşüreceğinden - bir çeşit kamulaştırma olduğu şeklindedir. Ve bu potansiyel zarar, NAFTA kuralları gereğince, Kanada Hükümeti tarafından maddi olarak telafi edilmelidir.
2.örnek: Bu da 1998’nin Ocak ayında, yine ABD’li bir atık tüccarı Metal Corp. ile Meksika Hükümeti arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık. Bu sözünü ettiğim uluslararası atık tüccarı şirket, bir Meksika Eyalati olan St.Louis Potosi’de Federal Hük. mahkemeye verilmiş, sebebi de şu: firma birçok imha tesisi, ya da "zararlı atık bertaraf etme istasyonu" kurmak istiyor, ancak St.Louis Patos Üniversitesi bir jeolojik bilirkişi raporu yayımlıyor. Eyalet Hük. Bu raporu esas alarak diyor ki "Burada bunu yapmayın" Raporda şu söyleniyor "Bölgede yaşayan pek çok insanın içme suyunun, bu tesis nedeni ile kirlenme riski yükselecektir." Üniversitenin bu raporuna riayet eden yerel hükümet tesise izin vermek istemiyor, ama tesis faaliyetini durdurmuyor. Daha doğrusu firma, tesisi kurmakta direniyor. Bunun üzerine eyalet valisi, firmanın bulunduğu alanı "doğal koruma bölgesi" ilan ediyor, suyun zehirlenmesini önlemek için, işte bu karar, ABD’li şirketi mahkemeye gitmeye zorluyor. Ve şirket, 90 milyon dolar tazminat talep ediyor yerel hükümetten. Çünkü "Bu bir kamulaştırmadır" diyor. 90 milyon dolar ilginç bir rakam, o bölgede oturan Meksikalı ailelerin tümünün yıllık gelirinden daha yüksek.
Türkiye’de Mai kokusu henüz duyulmamışken, ülkemizde yaptırılması düşünülen altın madenciliği çerçevesinde, çok uluslu altın tekellerine tanınan kayırma, kıyak, peşkeş, imtiyaz ve izinlerin bir tür 2.Sevr anlaşması olduğunu söylemiştir. Güney yarım küredeki altın madenciliği artık yeterince kâr getirmiyor, çünkü madenler derine kaçtı. Yüzyıldır siyanürlü yöntemle oralarda faaliyet gösteren çok uluslu altıncılar, çok uluslu kimyasal madenciler, kuzey yarı küreye geldiler ve kendilerine uygun bir ülke aradılar, bu kendilerine uygun ülkede tabii altın olacak bu (bir), ikincisi ise, orada hukuk gerektiğinde göz ardı edilebilecek, ayaklar altına alınabilecek ve hukukun üstünlüğü yerine "Keyfilik" hüküm sürebilecek. Ve Demokrasi ve insan hakları da pek öyle ciddiye alınmayacak. Evet, bu kriterlere en uygun bizi buldular ve ilk olarak da bizim kapımıza dayandılar. İşte 1988 yılında ilk altın çıkartma başvurusu Tüprag firması tarafından yapıldı. Tüprag, Turkish Proisae’ın kısa adıdır. Tüprag çok uluslu bir Alman şirketidir ve çok sayıda yabancı ortağı bulunmaktadır. Bu alman şirketi Türkiye’ye de gelmiş, isminin önüne hemen bir "Turkish" ibaresi eklemiş ve Havran küçükdere’de Türkiye’de ilk altın arama ve çıkartma başvurusunu yapmıştır. Pek çok ruhsatı aldı, ama o günkü çevre bakanından gerekli izni alamadı. Ancak ülkeyi de terk etmedi. Halâ Ankara’da oturmakta, turizmciliğe de soyunmakta, örneğin bu şirket Almanya’da Avrupa’nın en büyük Turizm Şti. olan TUI’yi satın aldı. Ve şimdi de uçak filoları satın almakta. Turizm ile ne alakası var derseniz, Ege’ye doğru şöyle bir bakmakta yara var.
2.Başvuru da Euro Gold firması tarafından Bergama’da yapıldı, her şey yoluna kondu, her şey güllük gülistanlık giderken birileri tuttu dedi ki, "bir dakika kardeşim, bunu burada yapamazsın" yapardın yapamazdın derken olay mahkemelik oldu. Hukuksal sürecini uzun uzun anlatmaya gerek yok, Danıştay, İzmir I.İdare Mahkemesinin Bergamalıların açtığı "Yürütmeyi Durdurma" davasını reddetme kararını bozdu. Daha sonra 1.İdare Mahkemesi, Danıştayın oy birliği ile verdiği karara, oy birliği ile uydu ve Çevre Bakanımız, Çevre Bakanlığı lehine alınan -bizim Çevre Bakanlarımız ilginç, tüm Çevre Bakanlarımız Çevre lehine alınan kararları temyiz etme üstadı- bu kararı temyize götürdü, fakat bu temyiz istemi, Danıştay 6.Dairesi tarafından yine oy birliği ile reddedildi. Danıştay 6.Dairesi özetle şu kararı verdi. "İktisadi yaşam hakkının önünde yaşam hakkı gelir." Özeti bu. Ve "Siyanürle altın madenciliği yapmanın, hiç bir kamusal yararı yoktur." Biliyorsunuz, ülkemizde Danıştay kararları siyasi sorumluluk yüklenilerek - Bakanlar kurulu tarafından askıya alınabilmektedir. Yani uygulanmamakta veya uygulanması geciktirilebilmektedir. Bunun örneğini Termik Santrallardan biliyorsunuz. Ancak, Bakanlar Kurulunun gerekçesi "Kamu Yararı açısından"dır. Oysa, Danıştay 6.Dairesinin verdiği bu kararda "Hiç bir kamusal yararın bulunmadığı" belirtilmektedir. Türkiye’nin değil, dünyanın hangi ülkesindeki Bakanlar Kurulu gelirse gelsin, bu gerekçe ile iptal edilmiş bir izni, kamu yararına askıya alma şansına artık sahip değildir. "Bergama da deniz bitti".
Bu çok uluslu şirketlerin yıllık ciroları, pek çok ülkenin GSMH’sından daha büyüktür. Örneğin General Motor’un (G.M) yıllık cirosu, Türkiye’nin GSMH’sından fazladır. Nestle’nin yıllık cirosu Mısır’ın GSMH’sından fazladır.
Bu arada bu tür karşılaştırmalar yapılırken, hep yerleşik ulus ötesi şirketler örnek verilir. Altın madenciliğine soyunmuş ÇUŞ’ların çok önemli bir özelliği var: Bunlar, dünyadaki "floating capital" "Yüzer Sermaye"nin temsilcileri, bunlar göçebe. Nerede ne varsa söküp, 5-10 yıl içersinde alıp gidiyorlar. Sermayelerini büyütüyorlar, gidip onu başka bir yerde yatırıyorlar yine büyütüyorlar, yine büyütüyorlar. Gittikleri ülkeye hiçbir şey bırakmamışlardır. Çünkü Güney Yarı Kürede 100 yıldır siyanürlü yöntemle, benim Yüksek mahkemem tarafından reddedilen siyanürlü yöntemle-altın çıkarttılar. Güney yarı kürede 30 ülke var. Topraklarında, yine bu şirketlerce altın çıkartılmış, ama hala sürünmekte olan ülkeler bunlar. Papua, Yeni Gine Fiji, Fildişi sahili, Mali, Zimbabwe, Zambia, Zaire, Kolombiya, Şili, Uruguay bu ülkelerin hiç biri altın madeninden nasbini alamamıştır. Onlara kalan bu işin zehridir. Şimdi ne olacak?
Altın madenciliği ile ilgili çok önemli bir nokta daha var. Altın madenleri işçi istihdamı bakımından en küçük işletmelerdir. Bir altın madeni, inşaat kısmı bittikten sonra yani tesisin kuruluş aşaması bittikten sonra, 80-100 kişi ile çalıştırılır. Ve özellikle, bu şirketlerin yapacağı yerli istihdam yeraltında çalışacak bir kaç işçi -çünkü makinalı çalışılır- bir de bekçi, çaycı v.b. istihdamdır ki bu da ortamla 50’yi geçmez.
Türkiye’de 580 ayrı bölge için arama ruhsatı verilmiş durumdadır. Ruhsat sahalarının her biri 100 km ki, toplam 58000 km toprak eder ve bu 58000 km’lik istimlak yetkisi verilmiş toprak - ki bu yetki Tapu mülkiyet hakkından daha değerlidir. -Türkiye’nin yüzölçümünün 13.5’ta birine eşit bir toprak büyüklüğüdür. Hiç kimseye sormadan, böyle II.Sevr anlamasını imzalamaya hiç bir siyasinin veya bürokratın hakkı yoktur. Demek ki MAI’nin hazırlıkları ve provaları Türkiye’de uzunca bir zamandır yapılıyor. Az önce sözünü ettiğim Tüprag Şti. izin alamadı, faaliyetini durdurdu, beklemeye yattı fakat geçtiğimiz Ağustos ayında, bir yabancı dergide yayınları çıktı. 38 mil ruhsat alanımız var diyorlar, tam 100 km eder ve 2000 yılında kontak anahtarını çeviriyoruz diyorlar. Henüz hiçbir ruhsatları yok, kimden ne garanti aldılar ki böyle bir yayın yapabiliyorlar. Artvin’deki Comunco Şti, geçtiğimiz hafta, 2000 yılına kadar bekleyeceğini söyledi. İnayet buyuruyorlar. Bu 2000 yılında ne var acaba. Yarın Euro Gold’da 2000 yılına kadar, centilmenlik örneği gösterip, faaliyetlerimi durdurdum diyebilir, kimse şaşırmasın.
Euro Gold Şti.’nin İzmir valisine gönderdiği bir yazı var. 18 Şubat tarihli bu mektup çok ibret verici. Mektup, şu meşhur, siyanürü kaçak olarak kullandıkları test çalışmaları ile ilgili. Valilikten izin bile almıyor. "Sistemi test etmek için çalışma yapmak zorundayım. Bilgilerinizi rica ediyorum." Yani bu bir dilekçe değil, bu bir talep de değil, yapacağız diye bir ihbar dayatma. 25 Şubat tarihli yazılarında ise, yine İzmir valiliğini, faaliyetlerini durduğu için adeta suçlayan bir ifade var. Bir de Çevre Bakanı Sayın İ.Aykut’a gönderdikleri bir yazıları var. Bu yazıda çok ilginç bir ifade yer alıyor. "Türk madenciliğinin geleceğini temsil eden, projemize verdiğiniz yürekten katkıyı taktir ve şükranla karşılıyoruz." Sanki Çevre Bakanına değil de maden Bakanına yazılıyormuş gibi ve de, inanılmaz bir şey o katkı, o destek niye veriliyor bir Çevre Bakanı tarafından. Tüm bu iltifatlardan sonra bir de şöyle bir şey var. "Bir kaç gün çalışmamaya elbet katlanabiliriz, ama bu aleyhinize olur sizin, çünkü bize yaptığınız bu uygulamayı gören diğer yabancı sermaye ülkenize gelmeyecektir." diyor. Yani kendileri, kendi ülkelerinde bile sevilmeyen bu sömürgen, yeraltı kaynaklarını gerçekten acımadan tahrip eden bu şirketler, kendilerini tüm dünyadaki yabancı sermayenin de temsilcisi gibi gösterip; adeta onların mümessilliğine soyunup; bir de aba altından sopa gösteriyorlar. Aba altından da değil, doğrudan doğruya sopa sallıyorlar.
Ve Çevre Bakanına söyledikleri önemli bir şey daha var. "Biz eğer bu yasaklama devam ederse önlem almak zorunda kalacağız." Çok ciddi bir tehdit. Ne yapabilirler dersiniz. Türkiye’nin daha önce imzaladığı uluslararası sözleşmeler çerçevesinde, bu WTO olabilir, GATT olabilir, MIGA olabilir her neyse onlar üzerinden olsa olsa tazminat davası açabilirler Türkiye’ye. Ancak, bizim devletimizi temsilen bu girişimlere icazet vermiş olan Bakanlarımız siyasilerimiz ve bürokratlarımız sanmasınlar ki o tazminatı şakır şakır ödeme hakkına sahiptirler. Çünkü ben vergi veren vatandaşım. Bu hatayı yaparken bana hiç sormadılar, o tazminatları kolayca ödeyip; sıyrılamayacaklar bu işin içinden. Vergilerinizin bu şekilde Çar çur edilmesine izin veremezsiniz.
Yine devlet şunu bilmelidir ki, böyle bir dava ile karşılaştıklarında, biz her zaman devletin yanındayız. Devlet biziz çünkü, ben devletin memuruyum. Ve bilgim, görgümü, enerjimi devletimi savunmak için elbette seferber ederim.
Teşekkürler.
"Biz aldık 8 yerli talip çıktı"
Şu başlık dikkat çekici değil mi?
anladığım kadarı ile ülkede başka yerli ve yabancı yatrımcı yok.
tek yetkili onlar
:confused: :confused: :confused:
Yalnız Çınar
31-08-2006, 00:50
Evet saygıdeğer arkadaşlar;
Konunun asıl boyutu henüz bir iki yazı gönderildiğinde hemen ortaya çıkıyor. Taşlar yavaş yavaş nasıl da yerine oturuyor görüldüğü gibi. Şinasi'nin çok net sorduğu soru hangi boyutlara taşınıyor görüyoruz.
Bizler burada toplumun çok küçük bir kesitiyiz. Böyle olmamıza rağmen her birimiz ayrı telden çalmaya başladık bile. Bu konu da yazışmalar çoğaldıkça tıpkı fındık sorununa dönecek ve konu ekseninden saparak sadece siyasi ve ideolojik çatışmalara dönüşecektir. Oysa fındık sorunu tamamen üreticinin sorunuydu ve çözüm önerileri gerekiyordu. Ülke genelinde çözümsüz ve suni gündemmiş gibi balon gibi şişti ve söndü. Böyle hayatiyet taşıyan konular asla gündemden düşmemeli, tartışılmalı ama hedef çözüm üretmek olmalı.
Sanırım hala tartışmayı kaşımak olarak anlayan zihniyetler mevcut. Bu konuda da bunu yaşayacağımızdan korkuyorum.
Ortada anlaşılması gereken, çözümsüzlüğünün giderilmesi gereken altın gibi değerli bir madenin işletilememe sıkıntısı veya işletilirse çevre zararlarının ortaya konulması ve tartışılması konusu, bilmiyorum bilinçli olarak mı saptırılıyor?
Bir soru sormuştum. Konu altın mı? Siyanür mü? diye.
Cevabını çok gecikmeden hemen aldım. Üzülerek algıladığımı yazıyorum.Konu siyaset ve ideoloji.
Altın madenlerinin bu güne kadar işletmeye açılamamasının tek nedeni budur arkadaşlar. Oysa altın üretmede tek engelmiş gibi gösterilen siyanürün Hacettepe Üniversitesi'nden sayın, Mehmet Doğan'ın dediği gibi siyanürün zararsız hale getirilip tekrar farklı ve zararsız bileşikler olarak doğaya verilmesi hiç de zor değil ve hiç bir tehlike oluşturmayacak şekle dönüştürülebilir. Bu metotlar tüm bilim adamlarınca bilinecek kadar basit olmasına rağmen( tıpkı TÜBİTAK'ın Danıştay'a bu konuda verdiği rapor gibi)yine de aşılamayan boyut siyanürmüş gibi gösterilip, bunun arkasında siyasi fırtınalar kopartılmaktadır.
Bu ülkenin artık böyle saçma sapan tartışmalarla kaybedecek zamanı yoktur.
Değerli arkadaşlar, biliyormusunuz sanayide kullanılan siyanür, altın elde etmek için kullanılacak siyanürün onlarca kat fazlasıdır ve ne kontrol, ne de denetim altındadır.
İstanbul İkitelli Org. San. Sitesinde Galvano Teknik San. Sitesinde çeşitli ölçeklerde 82 tane faal işyeri mevcuttur ve kaplamacılık gibi iş kolunda hazırlanan kaplama banyolarının içerisinde çeşitli siyanürlü bileşikler mevcuttur. Bu iş yerlerinin atıkları, altın madeninde yapılan arıtma veya atık işleme tesislerinden daha hassas ve daha titiz çalışmalarla mı kontrol altında tutuluyor dersiniz?
Kuyumculuk sektöründe kullanılan siyanür veya siyanürlü bileşikler, İstanbul'un göbeğinde Kapalı Çarşı, Mercan, Çemberlitaş,Nuruosmaniye ve çevresinde veya fabrikasyon olarak işleme yapan firmalar da, İstanbul'un değişik semtlerine dağılmış olarak faaliyet gösterirken, altın madeninden daha sıkı mı denetleniyor acaba?
Kuyumculuk (Atölye-imalat-işleme) dediğiniz zaman sadece tehlike arzeden atık siyanür mü? Tamamen derişik olarak bulundurulan ve kullanılan Sülfirik asit, Nitrik asit, Hidroklorik asit ve benzeri daha birçok kimyasalın imalathanelerden kanalizasyonlara hiç bir işlemden geçmeden boşaltıldığını bilmeyen mi var?
Gerçekten bilinmiyorsa, yazalım ve üzerimize düşeni hiçbir ideoloji ve siyasi saplantıya takılmadan, bilgilenmek isteyenleri ve ilgilileri bilgilendirelim.
Bence asıl konuşulması gerekenler, çevre ve ekonomik kazanımlar üzerine olmalı.
Burası her ne kadar politika kahvesi olsa da,ülke menfaatleri söz konusu olunca, çevre bilinci ön plana gelince, hiçbir siyasi görüş ve ideoloji bunların önüne geçmemeli ve geçemez de.
Herkesi sevgi ve saygı ile kucaklıyorum esenlikler dilerim.
Yalnız Çınar
31-08-2006, 01:17
Kaplamacılıkta kullanılan değerli metal tuzları:
Çinko Kaplama Kimyasalları:
• Asitli fonksiyonel çinko kaplama kimyasalları
• Düşük siyanürlü fonksiyonel çinko kaplama kimyasalları
• Orta siyanürlü fonksiyonel çinko kaplama kimyasalları
• Yüksek siyanürlü fonksiyonel çinko kaplama kimyasalları
Değerli Metal Tuzları :
• Potasyum Gümüş Siyanür (% 54)
• Potasyum Altın Siyanür (% 68)
• Gümüş Siyanür (%80.5)
Kaplamacılık Banyoları ve İhtiyaç Malzemeleri :
KADMİYUM BANYOLARI İÇİN:
Sodyum Siyanür (kg) = Kadmiyum Anot x 0,14
Sodyum hidroksit (kg) = Kadmiyum Anot x 0,07
Kadmiyum oksit (kg) = Kadmiyum Anot x 0,075
Kaplamacılıkta kullanılan diğer kimyevi müstahzar ve müstahsallar (düzeltici, ıslatıcı, parlatıcı vs.) (kg) = Kadmiyum Anot x 0,10
Aktif Kömür (kg) = Banyo hacmi lt x 0,12
ALTIN BANYOLARI İÇİN:
Altın III siyanür = Altın anot (kg) x 0,19
Sodyum hidroksit (veya potasyum hidroksit) = Altın anot (kg) x 0,009
Sodyum Siyanür = Altın anot (kg) x 0,18
Kaplamacılıkta kullanılan diğer müstahzarlar = Altın anot (kg) x 0,17
Aktif Kömür = Banyo hacmi lt x 0,12
GÜMÜŞ BANYOLARI İÇİN:
Gümüş siyanür = Gümüş anot (kg) x 0,22
Sodyum Siyanür = Gümüş anot (kg) x 0,14
Sodyum hidroksit = Gümüş anot (kg) x 0,08
Diğer müstahzarlar = Gümüş anot (lt) x 0,15
Aktif kömür = Banyo hacmi(kg) x 0,12
PİRİNÇ BANYOLARI İÇİN:
Bakır siyanür= Pirinç Anot (kg) x 0,009
Çinko Siyanür = Pirinç Anot (kg) x 0,006
Sodyum Siyanür = Pirinç Anot (kg) x 0,12
Sodyum karbonat = Pirinç Anot (kg) x 0,006
Sodyum hidroksit = Pirinç Anot (kg) x 0,06
Diğer müstahzarlar = Pirinç Anot (kg) x 0,09
Aktif Kömür = Banyo hacmi (lt) x 0,12
SİYANÜRLÜ ÇİNKO BANYOLARI İÇİN:
Sodyum Siyanür (kg) = Çinko Anot x 0,18
Sodyum hidroksit (kg) = Çinko Anot x 0,14
Çinko oksit (kg) = Çinko Anot x 0,135
Kaplamacılıkta kullanılan diğer kimyevi müstahzar ve müstahsallar (düzeltici, ıslatıcı, parlatıcı vs.) (kg) = Çinko Anot kg x 0,125
Aktif Kömür (kg) = Banyo hacmi lt x 0,12
www.tobb.org.tr
Yukarıda gördüğünüz gibi pek çok siyanürlü bileşik kaplamacılık sanayiinde zorunlu olarak kullanılmaktadır.
Yalnız Çınar
31-08-2006, 01:21
Türkiye’de yılda 270 bin ton siyanür kullanılıyor
Siyanürün sadece büyük tartışmalara yol açan Bergama Ovacık’taki altın madeninde değil, başta tekstil, lastik ve plastik olmak üzere birçok sektörde kullanıldığı ortaya çıktı. Türkiye bu siyanürün 177 bin 600 tonunu her yıl yaklaşık 210 trilyon lira ödeyerek ithal ediyor. 90 tonu ise İzmir’deki tesislerde üretiliyor.
Türkiye, her yıl 177 bin 600 ton çeşitli siyanür bileşikleri ithal ediyor. PETKİM Aliağa tesislerinde de yılda 90 bin ton siyanür üretimi yapıyor. Toplam 267 bin 600 ton siyanür, başta tekstil, lastik ve plastik olmak üzere, ülkemizdeki ana sanayi sektörlerinin çoğunda kullanılıyor. Bergama Ovacık’taki altın madeninde kullanılıyor olması sebebiyle yıllardır tartışmalara ve eylemlere sebep olan siyanürün, günlük hayatta ihtiyaç duyulan ürünlerin büyük bölümünün üretiminde kullanıldığı ortaya çıktı. Devlet İstatistik Enstitüsü(DİE) verilerine göre, 2000 yılında sanayide kullanılmak üzere 177 bin 600 ton çeşitli siyanür bileşikleri ithal edildi. Bu ithalatın 175 bin 843 ton gibi büyük bir kısmını ‘akrilonitril’ denen ve kanser yapıcı özelliğe sahip olan siyanür bileşiği çeşidinin oluşturduğu öğrenildi. DİE raporlarında, maden sektörü de dahil olmak üzere çeşitli sanayi kuruluşlarında kullanılan sodyum ve potasyum siyanürün ithalatının ise 2000 yılında 1150 ton olduğu belirtildi. Raporda, Bergama Ovacık’taki altın madeninde bu tip siyanür kullanıldığı ve bir yıllık deneme üretimi süresince tüketilen miktarın, ithal edilen sodyum siyanürün yaklaşık yüzde 10’u kadar (120 ton) olduğu bildirildi. Kütahya Gümüşköy’deki maden işletmelerinde de 1100 ton sodyum siyanür kullanıldığı; ancak bu siyanür çeşidinin kanserojen olmadığı vurgulandı. DİE, yurtdışından ithal edilen 21 çeşit siyanüre, yaklaşık 152 milyon 48 bin dolar ödeme yapıldığını da kaydetti.
Özcan Yağmur / Ankara
Bu da siyanürün ülkemizde kullanım perspektifine bir açılım getirebilir.
denizakvaryumu
31-08-2006, 07:49
Gediz,Büyük menderes,Küçük menderes den tonlarca zehirli sanayi atığı,ağır metal ve benzeri atıklar Ege ye dökülürken ,tepki var mı?
Altın çıkarılmaması için verilen tepkiler benzer konuda veriliyor mu?Tartışılması lazım ....
Yine Türkiye en çok ham altını hangi ülkeden alıyor?Ve bu ülkenin çeşitli örgütleri Türkiyede altın çıkarılmaması için herhangi bir faaliyette bulunuyorlar mı?Bu konuda yazılmış kitaplar mevcut, okumak lazım.
Değerli arkadaşlar, biliyormusunuz sanayide kullanılan siyanür, altın elde etmek için kullanılacak siyanürün onlarca kat fazlasıdır ve ne kontrol, ne de denetim altındadır.
İstanbul İkitelli Org. San. Sitesinde Galvano Teknik San. Sitesinde çeşitli ölçeklerde 82 tane faal işyeri mevcuttur ve kaplamacılık gibi iş kolunda hazırlanan kaplama banyolarının içerisinde çeşitli siyanürlü bileşikler mevcuttur. Bu iş yerlerinin atıkları, altın madeninde yapılan arıtma veya atık işleme tesislerinden daha hassas ve daha titiz çalışmalarla mı kontrol altında tutuluyor dersiniz?
Kuyumculuk sektöründe kullanılan siyanür veya siyanürlü bileşikler, İstanbul'un göbeğinde Kapalı Çarşı, Mercan, Çemberlitaş,Nuruosmaniye ve çevresinde veya fabrikasyon olarak işleme yapan firmalar da, İstanbul'un değişik semtlerine dağılmış olarak faaliyet gösterirken, altın madeninden daha sıkı mı denetleniyor acaba?
Bu ne biçim mantıktır? Bir çok sektör çevrenin içine ediyor, bir de onlar etse ne olur söylemi hiç şık olmuş mu?
Eğer hareket noktası böyle kıyaslamalar olacaksa, işimiz iş yani :)
Biz caddenin ortasına 8 metrelik çukur açıp, yeterli uyarı levhası koymayanlarla yaşıyoruz...
Küçük birimlerde siyanürün kontrolu yapılabilir ama bu büyüklükte havuzlarda fazla risk içeriyor deniyor. Verdiğiniz örnekler küçük diye nitelendirilebilir.
Bu konu da yazışmalar çoğaldıkça tıpkı fındık sorununa dönecek ve konu ekseninden saparak sadece siyasi ve ideolojik çatışmalara dönüşecektir. Oysa fındık sorunu tamamen üreticinin sorunuydu ve çözüm önerileri gerekiyordu. Ülke genelinde çözümsüz ve suni gündemmiş gibi balon gibi şişti ve söndü.
Fındık zaten politikaya alet edilmişken (yapanlar orada tartışanlar değil) tabii ki politikadan bağımsız konuşulamaz.
Bir soru sormuştum. Konu altın mı? Siyanür mü? diye
Siyanür olmadan altın üretilemeyeceğine göre (diğer iki tekniğe tercih ediliyor) bu soru; tavuk mu yumurtadan, yoksa yumurta mı tavuktan sorusuna benzemiş...
Bu ne biçim mantıktır? Bir çok sektör çevrenin içine ediyor, bir de onlar etse ne olur söylemi hiç şık olmuş mu?
Ben Yalnız Çınar'ın yazısını tam olarak böyle algılamadım.
Yazıda kastedilenin "siyanür daha birçok yerde
kontrolsüzce kullanılırken ve ses çıkarılmazken
altın konusuna gelince kasıtlı olarak fırtınalar koparıldığı ve
altın çıkarılmasını engellemek için siyanürün bahane edildiği"
olduğunu düşünüyorum. Kastedilen buysa ben de katılırım.
Bu noktada tartışılması gereken siyanürün en zararsız,
en sağlıklı nasıl kullanılacağı/kullanılması gerektiği.
İş bu noktaya gelince Yalnız Çınar'ın
"Bir soru sormuştum. Konu altın mı? Siyanür mü? diye.
Cevabını çok gecikmeden hemen aldım.
Üzülerek algıladığımı yazıyorum.
Konu siyaset ve ideoloji." demesine anlam veremedim.
Elbette burada politika yapılmasını, parti sloganları atılmasını
istemiyoruz ama siyasetten ne derece arınarak yazabiliriz ki?
Hem ülkemizin en önemli yeraltı kaynaklarından birisi olan altın'ın
çıkarılmasının engellenmesine gönderme yapacaksınız hem de
tartışma siyasetten uzak olsun diyeceksiniz! Mümkün değil.
Hepimiz altına da siyanüre de kendi yaşam
görüşümüz doğrultusunda bakacağız. Doğal olarak da bu görüş
doğrultusunda yönetilmek isteyeceğiz. (yönetilme diyorum,
şu veya bu parti doğru yapar o yönetsin değil)
Konu hakkında anasavlar neler olabilir.
a-Altın ne pahasına olursa olsun çıkarılsın.
Gerekirse siyanür kullanımı nedeniyle insanlar, hayvanlar, bitkiler ölür
ama ülke kalkınması için gereken yapılmalıdır. Bin için bir ölmüş
ne önemi var. Çıkarmaya başlarız, yavaş yavaş da önlem alırız.
b-Altını çıkarmak için önce en güvenli, sağlık açısından en doğru ve
bilimsel yöntem belirlensin. Gerekli tüm planlama ve yatırım yapılsın
ama bu kadar önemli bir yeraltı kaynağımız daha fazla gecikmeden
değerlendirilsin.
c-Yok kardeşim altın falan istemez. Siyanür kullanılmasın da varsın
altınımız yerin altında kalsın. Doğadan daha önemli başka ne var?
Bunun dışında genel bir yaşam görüşü (ki siyaset) varsa onu da siz
yazın. Neticede siyaset muhakkak var!
Sayın Yalnız ÇInar diyor ki "yazışmalar çoğaldıkça tıpkı fındık sorununa dönecek ve konu ekseninden saparak sadece siyasi ve ideolojik çatışmalara dönüşecektir. Oysa fındık sorunu tamamen üreticinin sorunuydu ve çözüm önerileri gerekiyordu. Ülke genelinde çözümsüz ve suni gündemmiş gibi balon gibi şişti ve söndü. Böyle hayatiyet taşıyan konular asla gündemden düşmemeli, tartışılmalı ama hedef çözüm üretmek olmalı."
Sözünüze ülke ekonomisi açısından
(bana göre bağımsızlığımız açısından da) ileri derecede önemli olan
bu konunun tamamen üreticinin sorunu olduğunu söyleyerek başlamış
ama daha sonra asla da gündemden düşmemesi gerektiğini
söylemişsiniz.
Elbette doğru söylüyorsunuz ama farkında mısınız ki
savunduğunuz düşünce de bir siyasettir!
Aynen konuyu gündemden düşürmek isteyenlerin yaptığı gibi :))
Hepimiz ülkemizi seviyoruz. Saygılarımla.
"Eşme'de Siyanür Zehirlenmesi İhtimali Var"
Elele Hareketi, Eşme'de yaklaşık bin kişi sağlık merkezlerine başvurunca, altın madeninden kaynaklanabilecek bir siyanür zehirlenmesi ihtimalini araştırmaya başladığını, ancak Kaymakamlık'ın çalışmaya engel olduğunu, kan örneklerine el koyduğunu açıkladı.
BİA Haber Merkezi
04/07/2006 BİA (Uşak) - Elele Hareketi, Uşak Eşme ilçesi kaymakamlığının, yaklaşık bin kişinin sağlık merkezlerine başvurmasıyla ortaya çıkan siyanür zehirlenmesi ihtimalinin araştırılmasını engellediğini açıkladı.
Uşak'ın Eşme ilçesinden ve bazı köylerden yaklaşık bin kişi, geçen haftadan bu yana "şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı, nefes almakta zorlanma, bacaklarda ve kollarda uyuşma, ishal" şikayetiyle sağlık merkezlerine başvuruyor.
Hareket, bugün yaptığı basın açıklamasında, kaymakamlığın siyanür zehirlenmesi ihtimalini araştırmak üzere kan örneklerinin toplanmasını durdurduğunu, örneklere el koyduğunu ve geri vermediğini bildirdi.
"İçme suyu şebekesi olmayanlar da rahatsız"
Elele Hareketi, açıklamasında şu soruları da sordu:
* Resmi açıklamada; yakınmaların "kanalizasyonun içme suyu şebekesine karışmasından kaynaklandığı" belirtildi. Kentin içme suyunu hiç kullanmamış içme suyu şebekesi olmayan köylerde yaşayan yurttaşlar da aynı tür yakınmalarla sağlık kuruluşlarına başvurdu. Bunun üzerinde niçin durulmadı?
* Hastaların kendi istekleri ile alınan kan örneklerine Eşme Kaymakamlığı tarafından neden el konuldu?
* Türk Tabipleri Birliği Başkanı'nın devreye girmesi ve Uşak Valisi'nin söz vermesine karşın, kan örnekleri niçin geri verildi?
* Kanların tahlilinden neden bu kadar korkuluyor?
* Kaymakamlık ve Valilik el koyduğu kanların analizlerini yaptıracak mı?
* Uşak, İzmir ve Ege Bölgesi'nde kandaki siyanürün saptayabilecek laboratuar olmadığı yetkililerce biliniyor mu?
* Sağlık Bakanlığı'nın deneme üretimine başlayan Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisi'nden kaynaklanabilecek siyanür zehirlenmelerinin saptanması ve tedavisi için hazırlanmış bir senaryosu var mı? Böyle bir hazırlık yoksa, yöre insanının sağlıklı yaşamlarını güvence altına alacak önlemler alınıncaya kadar, söz konusu maden/kimya işletmesinin kapatılması düşünülüyor mu?
Kaymakamlık araştırmayı engelledi, kan örneklerine el koydu
Geçen hafta, Elele Hareketi toplantısına katılan Eşme İlçe Merkezi ve Aytdınlı köyünden iki kişi, Kışladağ'daki Altın Madeni işletmesinden kaynaklanan siyanür nedeniyle zehirlenmiş olduklarından kaygılandıklarını dile getirince, Elele Hareketi, bileşeni olan İzmir Tabip Odası ile işbirliği yaparak, Eşme'ye bir heyet gönderdi.
Siyanürün vücuttaki yarılanma ömrünün 66 saat olması nedeniyle, hastalardan bir an önce kan örneği alınması gerektiğini belirten Elele Hareketi, heyetin 30 Haziran Cuma günü ilçeye gittiğini açıkladı.
Kimya Mühendisleri Odası Ege Şubesi'nden Ertuğrul Barka, önceki başkan Prof. Dr. Gürel Nişli, İzmir Tabip Odası temsilcisi Dr. Oya Otyıldız ve İnay Vicdan Hareketi temsilcisi Muammer Sakaryalı'nın yer aldığı heyete, Uşak Tabip Odası Başkanı Dr. Zafer Aydın da katıldı.
Eşme Devlet Hastanesi Başhekiminin de yardımıyla, toplam sekiz hastadan kendi istekleriyle kan örnekleri alındı.
Fakat Eşme Kaymakamlığı, çalışmayı "izinsiz olduğu" gerekçesiyle durdurdu, toplanan kan örneklerine de el koydu.
Elele Hareketi Türk Tabipleri Birliği Başkanı Gençay Gürsoy'la bağlantı kurdu; ancak Gürsoy'un Uşak Valisi'yle görüşmesine karşın örnek toplama çalışması tamamlanamadı ve kaymakamlık el koyduğu kanları geri vermedi. (TK/AD)
Geçen aylarda basından sesis bir haber, tamamen halk sağlığı ile ilgili.
Yazıda kastedilenin "siyanür daha birçok yerde
kontrolsüzce kullanılırken ve ses çıkarılmazken
altın konusuna gelince kasıtlı olarak fırtınalar koparıldığı ve
altın çıkarılmasını engellemek için siyanürün bahane edildiği"
olduğunu düşünüyorum.
Ses çıkaranlar kimler? : Bergamalılar
Neresi için seslerini yükseltmişler? : Yaşadıkları yer için
Bu doğru önbilgiden bakınca yukarıdaki cümle havada kalıyor.
Bergamalılardan tüm ülkedeki siyanür kullanımı için tepki vermeleri mi bekleniyor? Bergamalılara katılanlar var katılmayanlar var. Katılanlardan da beklenen bu mu?
Benim yaptığım yorum, yazıdaki saklı içerikle ilgili... Üzerinde konuştuğumuz cümleler bence çevre korumanın önemli olduğu bilgisi barındırmıyor.
Konuyla ilgisiz ama saklı içerik konusunda bir yazı (http://www.yasamdersleri.com/yazi.asp?id=1033)
"Yazıda kastedilenin "siyanür daha birçok yerde
kontrolsüzce kullanılırken ve ses çıkarılmazken
altın konusuna gelince kasıtlı olarak fırtınalar koparıldığı ve
altın çıkarılmasını engellemek için siyanürün bahane edildiği"
olduğunu düşünüyorum." dedim ve devamında da
"Kastedilen buysa ben de katılırım." dedim.
Yalnız Çınar'ın yazısında farklı bir düşünce veya
"saklı düşünce" olmasına ihtimal vermek istemediğimden
açık olmayan, eksik bir ifade olarak değerlendirdim ve
anlayışıma göre açılımını yaptım.
Kendisi bir açıklama yapacaktır eminim.
Kendi düşüncem açık ve net. Eleştirilerim de öyle...
Yalnız Çınar
31-08-2006, 15:50
Bu ne biçim mantıktır? Bir çok sektör çevrenin içine ediyor, bir de onlar etse ne olur söylemi hiç şık olmuş mu?
Böyle bir ifade mi var yazımda?
Eğer hareket noktası böyle kıyaslamalar olacaksa, işimiz iş yani
Biz caddenin ortasına 8 metrelik çukur açıp, yeterli uyarı levhası koymayanlarla yaşıyoruz...
Küçük birimlerde siyanürün kontrolu yapılabilir ama bu büyüklükte havuzlarda fazla risk içeriyor deniyor. Verdiğiniz örnekler küçük diye nitelendirilebilir.
Sevgili Malina benim yazdıklarımdan almış olduğunuz parçaların anlamsızlaştığını ve askıda kaldığını ifade ediyorsunuz. Yukarıda sıralamasını ve içeriğini hiç değiştirmediğim halde yazdıklarınızdan alıntıladığım ifadeleriniz ayrı ayrı okunduğunda veya peşpeşe okunduğunda bile herbiri askıya alınacak ifadeler çıkıyor ortaya, üstelik kendi içinde çelişebiliyor da. Bir yandan biz caddenin ortasına 8 metrelik çukur açıp uyarı levhası koymayanlarla yaşıyoruz, diyeceksiniz. Çevreye zarar verenlerle mücadele fikrini koyacaksınız.Diğer yandan, ''Küçük birimlerde siyanürün kontrolü yapılabilir'' deyip geçiştireceksiniz. Üstelik ben tam tersi bunların bile kontrolü yapılamıyor anlamında yazmışken. Bu şekilde ifade edilirse sizin de yazdıklarınız kendi içinde çelişecektir.
Tamamen yazım tekniği ile alakalı olan bu davranış şekli, ifade ediş şeklini parçalayıp bölerek saptırmak, çok zor olan bir şey değil, bunu hepimiz çok iyi biliyoruz.
Başlıkta da belirttiğim gibi gerçekten ben de anlamaya çalışıyorum.
Burada forumda yazdıklarımız her hangi bir konu hakkında bildiklerimizi yazıp, paylaşmak mı? Yoksa başkalarının yazdıklarını anlamsızlaştırıp düşüncelerini hükümsüz kılmak mı?
Hepimizin bildiği bir söz vardır. '' Sen ne kadar anlatmak istersen iste, anlatacakların karşındakinin anlayabilecekleri ile sınırlıdır '' gibi. Sanırım bu noktada bu söz haklılık kazanıyor.
Yanlış anlamaya veya yanlış yorumlanmaya sebep olacak birşeyler yazdığımı sanmıyorum. Hele hele Benim yaptığım yorum, yazıdaki saklı içerikle ilgili... gibi bir yorum nasıl yapılabiliyor anlayabilmiş değilim ve haklı olarak Malina sizden bunun açıklamasını istiyorum.
Bunu algıladığınıza göre SAKLI İÇERİĞİ açıklayabilirsiniz de.
Aslında bu forumlarda bu güne kadar yazdıklarımın bir tek kelimesi bile yanlış anlaşılmamıştı ama nasıl olduysa bu sefer yanlış anlaşılmak bir yana Saklı içerikler bile kullanımışım da farkında değilim.
Yazdığım yazıyı çok net olarak anlayanlar da var.
Örneğin Arsakay;
"Yazıda kastedilenin "siyanür daha birçok yerde
kontrolsüzce kullanılırken ve ses çıkarılmazken
altın konusuna gelince kasıtlı olarak fırtınalar koparıldığı ve
altın çıkarılmasını engellemek için siyanürün bahane edildiği"
olduğunu düşünüyorum." dedim ve devamında da
"Kastedilen buysa ben de katılırım." dedim.
Arsakay'ın dediği;
İş bu noktaya gelince Yalnız Çınar'ın
"Bir soru sormuştum. Konu altın mı? Siyanür mü? diye.
Cevabını çok gecikmeden hemen aldım.
Üzülerek algıladığımı yazıyorum.
Konu siyaset ve ideoloji." demesine anlam veremedim.
konuya gelince...
Sevgili Arsakay; aşağıda sıraladığın ifadeler senin de belirttiğin gibi her biri birer sav. Siyaset ve ideoloji bunun neresinde?
Konu hakkında anasavlar neler olabilir.
a-Altın ne pahasına olursa olsun çıkarılsın.
Gerekirse siyanür kullanımı nedeniyle insanlar, hayvanlar, bitkiler ölür
ama ülke kalkınması için gereken yapılmalıdır. Bin için bir ölmüş
ne önemi var. Çıkarmaya başlarız, yavaş yavaş da önlem alırız.
b-Altını çıkarmak için önce en güvenli, sağlık açısından en doğru ve
bilimsel yöntem belirlensin. Gerekli tüm planlama ve yatırım yapılsın
ama bu kadar önemli bir yeraltı kaynağımız daha fazla gecikmeden
değerlendirilsin.
c-Yok kardeşim altın falan istemez. Siyanür kullanılmasın da varsın
altınımız yerin altında kalsın. Doğadan daha önemli başka ne var?
Bunun dışında genel bir yaşam görüşü (ki siyaset) varsa onu da siz
yazın. Neticede siyaset muhakkak var!
Benim siyaset dediklerim, şu tipte ifadeler olabilir mi?
Eskimo: koza+altın+zehir+doğa+kanada+fetullah gülen+hükümet=para
veya,
SHP’li Başkan, demokratik hakkın kullanımına izin vermedi
TÜRK-İŞ'E bağlı Maden-İş Sendikası temsilcileri, önceki gün Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven'e başvurarak, "Siyanür-Altın-Çevre" konulu panelde kendilerine de söz hakkı verilmesini istedi. Panele, sadece altın madenini kapattırmak için çaba sarfeden, asılsız iddialarıyla hem ülke ekonomisine zarar verip hem de binlerce kişinin ekmeğiyle oynayan kişilerin davet edilmesinin "demokratik olmadığı"nı bildiren sendika temsilcileri, söz hakkı istedi. Belediye Başkanı Özgüven'den şaşırtan gerekçelerle olumsuz yanıt alan işçi temsilcileri, demokratik haklarını kullanmak için, eş ve çocuklarıyla birlikte paneli izlemeye gitme kararı aldı; bunu başkana da bildirip korunmalarını da istedi. Ancak başkan herhangi bir olay yaşanmasını önlemek yerine zabıtaları ve salondaki güvenlik görevlilerini, işçilerin ve ailelerinin üzerine saldırttı.
veya,
Dikili'de zorbalık
Fethullah Gülen Cemaati'ne yakınlığıyla bilinen ve siyasal İslam'a büyük oranda kaynak aktarımında bulunan Koza Altın'ın adamları, yargı kararlarının uygulanmasını isteyen gruba Dikili'de saldırdı. Halkın üzerine molotofkokteyli atıldı ancak patlamadı
veya,
Cumhuriyet Gazetesi'nin Haberi Özetle Şöyle:
İzmir’in Dikili ilçesindeki panelin Bergama’da altın madeni işleten Koza şirketi yönetici ve çalışanlarınca basılması üzerine çıkan olaylar, CHP İzmir Milletvekili Erdal Karademir tarafından Meclis gündemine taşındı. Olaylarda tartaklanan Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven, saldırganlara, “Kurtlar Vadisi Dikili’ye indi. Bunlar siyah takım elbeseli, kravatlı şehir eşkiyaları” diye tepki gösterdi.
gibi örnekler çoğaltılabilir.
Oysa ki; Eskimo diğer yazılarında doğru bildiği konularda ne güzel de yazmış uluslararası anlaşmaların satır aralarında ne gibi tehlikeler olduğunu izah etmiş.Bizler de bundan yararlanıyoruz elbette. Bunun için kendisine ayrıca teşekkür ederim.
Benim siyaset ve ideoloji ifadesini kullandığım noktada kendi fikrini, düşüncesini, yaşam felsefesini aktaran kişiler bulunmuyor. Tam tersine buna saygı duyarım. Ancak başkalarının düşüncelerini tukaka yaparak kimse kabul görmese bile kendi fikirlerinin daha iyi olabileceği anlamını çıkarmamalı.
Anlaşılamadı ise tekrar anlatabilir arzu edilirse anlaşılamayan yerlere açıklama getirebilirim. Benim savunduğum konu çözüm bekleyen bu önemli meselelerde orasından burasından çekiştirip, daha da çözümsüz hale getirmek yerine, herkesin hayat felsefesi kendisine kalmak kaydı ile aklın, bilimin ve mantığın öngördüğü doğrultuda doğrularda birleşerek, ülke menfaatlerini ön planda tutup çözüm yollarında birlikte hareket etmektir.
Sonuç olarak bu güne kadar yazdığım herşey net ve gayet açık hiç bir zaman örtülü ifadelerle, dolambaçlı yollarla bir şeyler anlatmadım. Anlatabileceğimi de sanmıyorum.Her halde beceremem.
Hayatımda inandığım tek şey var o da çalışmak, çalışmak, çalışmak.
Lafla hiç birşey elde edilemiyor.
Boşa denmemiş '' Fazla lafa bakılmaz ainesi iştir kişinin.''
Sevgi ve saygı ile esenlikler diliyorum.
denizakvaryumu
31-08-2006, 16:18
Altın çıkarmaya tepki var ...milyonlarca dolar verip altın alıyoruz
Nükleer santral kurulmasına tepki var...milyonlarca dolar verip doğalgaz alıyoruz.
Hidroelektrik santraller kurulmasına tepki var ve bu santraller için dış kredi yok..... Doğalgazla çalışan santrallere tepki yok ve bu santraller için dış kredi musluğu açık......
Pazılın parçaları çok net, parçalar birleştirilip resim görülmeli.
Yalnız Çınar
31-08-2006, 17:41
deniz akvaryumu'ndan: Gediz,Büyük menderes,Küçük menderes den tonlarca zehirli sanayi atığı,ağır metal ve benzeri atıklar Ege ye dökülürken ,tepki var mı?
Altın çıkarılmaması için verilen tepkiler benzer konuda veriliyor mu?Tartışılması lazım ....
Benim yazdıklarımla benzer anlam taşıdığı için alıntıladım.
denizakvaryumu'ndan:
Altın çıkarmaya tepki var ...milyonlarca dolar verip altın alıyoruz
Nükleer santral kurulmasına tepki var...milyonlarca dolar verip doğalgaz alıyoruz.
Hidroelektrik santraller kurulmasına tepki var ve bu santraller için dış kredi yok..... Doğalgazla çalışan santrallere tepki yok ve bu santraller için dış kredi musluğu açık......
Pazılın parçaları çok net, parçalar birleştirilip resim görülmeli.
Hayır pazılın parçaları bu kadar değil... Daha çok eksik parça var.
Ülkemizde mücevherat olarak, altın para olarak, ziynet eşyası (Başta 22 Ayar Bilezik) olarak üretilen altın miktarının, yurt içinde tüketilen ve yurt dışına ihraç edilen miktarın reel rakamlarının ne kadar olabileceğini düşünüyor musunuz?
Üretimin tamamının yurt içinden toplanan hurda altınlardan(Tabii olarak bu hurda altınların eritilip işlenmesi ve saflaştırması işlemlerinin çevreye olan olumsuz etkisi ayrı bir inceleme konusudur.) karşılanabileceğine ihtimal veriyormusunuz. Buna resmi rakamlarla ithal edilen altın miktarını ilave etseniz bile arada ne kadar açık olduğunu göreceksiniz. Bunun anlamı nedir. Hala bu ülkeye illegal yollardan altın girebileceği ihtimalinin var olduğudur.
Dededen, atadan kalma teknolojilerle, hurda altını saflaştırırken, altın madenlerinin çalıştırılması ile kurulma mecburiyeti hasıl olacak altın rafinerilerinin, bugün sadece Avrupa'da Almanya'da olduğunu biliyormuyuz?
Rafinasyon işlemlerinin Almanya'da yapılmasının yanında Türkiye'de de yapıldığında Almanyayı altın ihraç eden ülkeler içerisinde Türkiye ile birlikte anılmasının sonuçlarını düşünüyormusunuz? REKABET evet rekabet edecek bir ülke olacak demektir. Ticarette sevimsiz kelimelerin başında geliyor bu kelime.
Bakınız bu ifadeler de Arsakayın dediğine göre siyaset kokan kelimeler. Bunu kabul ederim. Çünki buradaki tek çıkar ülkemin çıkarı.Fakat dikkatinizi çekerim arkasında hiç bir ideolojik dayatma veya ifade yok.
Hay Allah Malina bir yanlış anlaman yüzünden bundan sonra her yazdığımın yanına böyle açıklama koymak zorunda kalacağım. Bana ne kadar kötülük ettin farkındasın değil mi?
:) Tabii bu arada kendine de :) zira zaten az yazmayı bilmeyen beni biraz daha uzun yazmaya itiyorsun ve bu yazıları sen okumak zorundasın :)
Önce günaydın :))
Arsakay'ın dediği;
konuya gelince...
Sevgili Arsakay; aşağıda sıraladığın ifadeler senin de belirttiğin gibi her biri birer sav. Siyaset ve ideoloji bunun neresinde?
a-Altın ne pahasına olursa olsun çıkarılsın.
Gerekirse siyanür kullanımı nedeniyle insanlar, hayvanlar, bitkiler ölür
ama ülke kalkınması için gereken yapılmalıdır. Bin için bir ölmüş
ne önemi var. Çıkarmaya başlarız, yavaş yavaş da önlem alırız.
b-Altını çıkarmak için önce en güvenli, sağlık açısından en doğru ve
bilimsel yöntem belirlensin. Gerekli tüm planlama ve yatırım yapılsın
ama bu kadar önemli bir yeraltı kaynağımız daha fazla gecikmeden
değerlendirilsin.
c-Yok kardeşim altın falan istemez. Siyanür kullanılmasın da varsın
altınımız yerin altında kalsın. Doğadan daha önemli başka ne var?
Bunun dışında genel bir yaşam görüşü (ki siyaset) varsa onu da siz
yazın. Neticede siyaset muhakkak var!
Siyaset bunlardan birisini seçmekte ve bunu söylemekte :))
Her seçim kişinin istediği yönetim biçimine taleb oluşturur.
Kaldı ki Yalnız Çınar siz de
Bakınız bu ifadeler de Arsakayın dediğine göre siyaset kokan kelimeler. Bunu kabul ederim. Çünki buradaki tek çıkar ülkemin çıkarı.Fakat dikkatinizi çekerim arkasında hiç bir ideolojik dayatma veya ifade yok.
diyorsunuz ve iyi ki de böyle diyorsunuz.
Benim söylediğim de bundan farklı değil. Siyaset kötü değildir.
Çoğu kişide böyle bir önyargı var. Bu biraz da siyaset, politika vb
kavramların karıştırılmasından ve kendisine siyasetci diyen ama
sadece çıkarlarını düşünen politikacıların siyasetcilere güven
kaybettirmesinden kaynaklanıyor.
Şu başlık dikkat çekici değil mi?
anladığım kadarı ile ülkede başka yerli ve yabancı yatrımcı yok.
tek yetkili onlar
:confused: :confused: :confused:
sormuşum.
cevabın kısa özeti aşağıdaki olabilir.
......
Eldorado'nun(kanadalı şirket) Biga'da 25 ruhsatı ve 38 bin hektar alanı bulunuyor.
Altın ve gümüş çıkaracak.
İngiliz şirketi RTZ(rothshild) Türkiye'de 1 milyon hektar ruhsatlı alanı Anatoliian Minerails Development üzerinden denetim altındadır.
İngiliz şirket 1 milyon hektar ruhsatlı alanda altın ve gümüş çıkarmaya hazırlanmaktadır.
Ruhsatlı alan içinde Balya,Biga,Tunceli,Çayeli,Hakkari,Erzincan ve Hatayda bulunuyor.
.....Koza Altın'a gelince...
Konya,ağrı,Tunceli,İzmir,Bursa,Balıkesir,Ankara,Es kişehir,Kastamonu......
Türkiye,çokuluslu altın ve gümüş şirketleriyle onların taşeronları tarafından istila edilmiştir.
30/08/2006
Hikmet Çetinkaya Cumhuriyet
Şimdide başka sorular geldi aklıma
Ülke ekonomisine yabancı şirketlerin ne getirisi olacak?
vergilerini verip altını alıp gideceklermi?
Yoksa altının yüzde bilmemde kaçını ülkemize bırakaçaklarmı?
Yalnız Çınar
01-09-2006, 11:54
arsakay:
Benim söylediğim de bundan farklı değil. Siyaset kötü değildir.
Çoğu kişide böyle bir önyargı var. Bu biraz da siyaset, politika vb
kavramların karıştırılmasından ve kendisine siyasetci diyen ama
sadece çıkarlarını düşünen politikacıların siyasetcilere güven
kaybettirmesinden kaynaklanıyor.
Bizler de farklı şeyler söylemiyoruz, bu konularda hem fikiriz.
Dededen, atadan kalma teknolojilerle, hurda altını saflaştırırken, altın madenlerinin çalıştırılması ile kurulma mecburiyeti hasıl olacak altın rafinerilerinin, bugün sadece Avrupa'da Almanya'da olduğunu biliyormuyuz?
Rafinasyon işlemlerinin Almanya'da yapılmasının yanında Türkiye'de de yapıldığında Almanyayı altın ihraç eden ülkeler içerisinde Türkiye ile birlikte anılmasının sonuçlarını düşünüyormusunuz?
yukarıdaki yazılan sonuca göre yabancı yatırımcılar altını bizim ülkemiz adına,bizim içinmi çıkartacak?
Koza altın şirketi,çıkartacağı altını, merkez bankasının kasasına verecek sonra hükümet bunun ihracatınımı yapacak?
yalnız çınar,
yazdıklarım ile seni rahatsız ettim ama bu konu ile ilgili bir kaç zamandır ilgiliyim (belki bende bir maden işletirim :))
alıntılarım siyasi ve ideolojik görünüyor olabilir ama benim bunları okurken aklıma gelen tek şey;altın madenlerine karşı çıkan kişilerin ülke çıkarları için ve sağlıkları için çaba gösterdikleri hatta tepkilerini haklı çıkaracak bir de yargı kararları bile var.
Altın madeni işletmeciliğinde soru işaretleri dolu,
ve eğer yasal olmayan bir şeyler dönüyorsa (ki iddialara göre yasal olamayan çok şey dönüyor) bunu cezasını yargı karşısında eninde sonunda vereceklerdir.
Kim olursa olsunlar.
Bir kaç yerde okuduğuma göre ve sizinde yazdığınız gibi
madenlere yasal izin verilmemesinin sebebi Almanyanın altın ihracatının %90 elinde tutuyor olmasıymış ve asılsız provakosyonlarla bizi(Türk ulusunu) altın madeni düşmanı yapıyorlarmış.
Almanya ihracatını yaptığı bu altınların tümünü, kendi ülkesinden mi çıkarıyor?
Yoksa başka ülkelerin topraklarından çıkarıp pazarlamasınımı yapıyor?
eğer topraklarındaki altınla ülkeler zengin oluyorsa zambia, zimbambe gibi ülkeler neden fakirler.
Bu sorular kafamı kurcalıyor.
ve konu hakkında engin bilgilerim falanda yok sadece öğrenmek istiyorum.
(Sitenin en çok soru soran üyesi olmayda adayım:)))
Yalnız Çınar
01-09-2006, 13:32
Sevgili Arsakay;
Sen dedin, ben dedim, siyaset şöyle, politika böyle derken konudan uzaklaşıyoruz. Ben siyasetten uzak, siyaseti sevmeyen biri değilim. Tam tersine yakın geçmişinde siyasi kimliği olan biriyim. Ancak yaşam tarzım gereği bazı olguları mutlaka birbirinden ayrı tutmaya özen gösteririm. Bunların en başında ailem kavramı gelir sonra da iş hayatım. Yaşama dair her hareket tarzının kendine göre ayrı yeri ve zamanı vardır benim için. Bir de odaklanmayı çok severim. Bu gün için siyanür liçi ile altın elde edilmesi ise öncelikli olan, bu konunun önce teknik, bilimsel olurunun veya olmazının tartışılmasına odaklanırım. Daha sonra ekonomik açıdan ve çevre faktörleri ile bağlantısını araştırırım. Toplumsal fayda ve zararlarını tespitten sonra bu konu üzerine üretilen politikaları inceler duruşumu ona göre koyarım.
Ne bileyim belki de bu konu için kendime böyle bir program çizmişken, karşımda yanlış anlaşılmaktan ötürü yanıtlamam gerekenlerden tutun , ta ki; bu iş üzerine dönen politikaların konunun açılımından daha öne geçmesine kadar bir çok sebep bana göre incelemelerimizi gereksiz uzatıyor diye düşündü beni.
Haklı olabilirsiniz, mutlaka bunlar da tartışılmalı. Fakat ben bu güne kadar bu tür tartışmaların bir konsensus ile, anlaşma ve müşterek bir kararla sona erdiğine tanık olmadım. Oysa önümüzde belki de ulusumuz için çok önemli, yararlı olabilecek, çözüm bekleyen bir konu var. Bana acele ettiren konunun önemi olsa gerek diye düşünüyorum.
sağlıklarla kalın...
Ne bileyim belki de bu konu için kendime böyle bir program çizmişken, karşımda yanlış anlaşılmaktan ötürü yanıtlamam gerekenlerden tutun , ta ki; bu iş üzerine dönen politikaların konunun açılımından daha öne geçmesine kadar bir çok sebep bana göre incelemelerimizi gereksiz uzatıyor diye düşündü beni.
Haklı olabilirsiniz, mutlaka bunlar da tartışılmalı. Fakat ben bu güne kadar bu tür tartışmaların bir konsensus ile, anlaşma ve müşterek bir kararla sona erdiğine tanık olmadım. ...
Konsensusa varmak şar mıdır emin değilim.
Önemli olan tartışmanın niteliği ki
tamamına baktığımda gerçekten öğretici olduğunu düşünüyorum.
Yine de konu ekseninden fazla sapmamak gerekli.
Bilgilenmeye devam edelim :))
Sorularımın cevaplarını buluyorum galiba.
MADENCİLİĞİN ÜLKEMİZİN EKONOMİK VE TOPLUMSAL YAŞAMINDAKİ YERİ
Madencilik Anadolu’da antik dönemden bu yana değişen önemde yer almış bir ekonomik etkinlik. Daha taş devri dünyasında Anadolu’da çıkarılmış obsidyenlerin ticaretinin bütün Akdeniz kıyılarında yapıldığını biliyoruz, artık. Uygarlığın ilk ışıltıları ile Mezopotamya’da Anadolu ağırlıklı metal madenciliğinin geliştiğini de. Sonraki dönemlerde demir, bakır, kalay, altın-gümüş, vb metallerin madenciliğinin süregeldiğini, bunlara dayalı kentler geliştiğini, zanaatkarlık, el sanatçılığı, metal işlemenin önemli bir yaşam alanı oluşturduğu da bildiğimiz bir gerçek. 19 Yüzyıl başından sonra gelişen Avrupa kapitalizminin sömürgecilik ve emperyalizm aşamalarında da Anadolu’nun nasıl bir ilgi ve girişim odağı olduğu, acı sonuçları ile belleğimizde.
Cumhuriyet Türkiye’si, madenciliğin Anadolu’daki altın dönemi. Bütün dünya azgelişmiş ülkelerine örnek olması gereken (bizim, şimdi yaşayan yurttaşlarımızın da hiç unutmaması gereken) atılımlar yaşanmış, bu dönemde. Örnek ve güçlü kamu kurumları kurulmuş. Yatırımlar ve yatırım kompleksleri kurulmuş. Ülke önemli bir madencilik sektörüne sahip olmuş. Yetmişli yılların ortalarına kadar süren bu dönem, daha sonra küreselleşen kapitalizmin önce ideolojik ve sonra finansal saldırısı ile yok edilmeye çalışılıyor.
Ülke madenciliği baltalanıyor. Önce dışa açılma ve liberalleştirme baskısı ile maden ürünleri dışalımı çekici kılındı. Sayısız işletme kapandı. Sonra, kamu madencilik kurum ve kuruluşları siyasal güdülerle işlemez duruma getirildi, eylemsizleştirildi. Arkasından küreselleşme kurumlarının baskısı altında özelleştirme söylemleri baskınlaştırıldı; yatırımlar kesildi; işletmelerin verimsizleşmesine ve yenilenememesine göz yumuldu; varolan kuruluşlar parçalandı; kimi kapatıldı; kimi satıldı.
Madencilik alanındaki istihdam hızla azaldı. Dışsatıma yönelik maden işletmeciliği ağırlık kazandıkça, madencilik çalışmalarının ülke ekonomisine katma değeri hızla düştü. Madencilik sektörünün kullandığı makine, donanım ve gereç üretimi özendirilmedi ve bu alandaki hemen her girişim dışalım kaynağı oldu.
Madencilikle birlikte doğal sermayenin korunmasına yönelik önlemler alınmadığı, bırakın önlem alınmasını bu konuda bir bilinç geliştirilmediği ve giderek bu yöndeki istekler kınandığı için de doğal sermayede gözle görülür bir tükenme süreci yaşanmaya başladı. Eski Balya kurşun işletmesinin asitli suları göz oyacak renklerle akmayı sürdürüyor. Artvin’de asit maden drenajı ve yağmur suyunu asite dönüştüren atıkların salınması sürdüğü için yöredeki orman varlıkları hızla tükeniyor. Aynı nedenle linyite dayalı elektrik santralarının çoğunun çevresinde, hele Yatağan ve Muğla çevresinde orman varlıkları hızla tükeniyor. Kütahya Gümüşköy işletmesinin yakınındaki Dulkadirli Köyü halkının yarısı kanserden öldü, yarısı da kaçarak köyü terk etti. Kütahya, Balıkesir çevresindeki akarsular önemli ölçüde kirletildi. Bilinmeyen başka hangi örneklerin olduğunu düşünmek bile ürkütücü.
Öte yandan, özellikle metal madenciliğine konu olan cevher yataklarında işletilecek yatak kesiminin ve işletme tenörünün, cut off grade’in seçimi işletmecinin keyfine kalmış. Yayımlanan bazı fizibiliteler (örneğin Cominco’nun Cerattepe bakır ve Eldorado’nun (Tüprag) Kışlaköy altın işletme fizibiliteleri) söz konusu yataklardaki işletilebilir cevherin önemli bir bölümünün bir daha işletilemeyecek şekilde yer altında terk edileceğini gösteriyor. Kısacası, bir yandan cevher yataklarının işletme dışı bırakılan bölümleri; bir yandan, engellenmeyen olumsuz çevresel etkilerle orman, su, hava gibi başka kaynaklar; bir yandan da sağlıkları tehdit altına alınan, kimi yerlerde de gizli ölüme sürüklenen insan kaynakları gibi doğal ve toplumsal sermayemiz tüketiliyor. Bunlar, tek tek işletmelerin fizibiliteleri ya da kâr/zarar cetvellerinde görülmüyor; ancak, gerçek(genuine) kalkınma hızında eksi sonuç veriyor. Birileri, çoğu zaman da yabancı yatırımcılar, işletmeciler ya da mal ve hizmet satanlar daha çok kazansın diye ülkenin altı oyuluyor; hem de, ülke ekonomisinin başka alanlarında yeniden değerlendirilen kaynaklar yaratılamadan. Doğru ve ulusal bir MGS bu gerçekleri göz ardı edemez ve bu metnin dokuzunca sayfasına alıntılayacağımız çarpık sloganlara hiç yer veremez.
MGS metni bir dizi doğru ve uyarıcı gerçekleri sıralıyor :
· Ülkemiz bir maden (yer altı doğal kaynakları) çeşitliliğine sahip;
· Bazı madenler açısından önemli rezervlere sahibiz;
· Birkaç on yıldan bu yana, altın dışında maden araması yapılmıyor;
· MTA’nın arama çalışmaları tavsatılmış durumda;
· Madencilik sektöründeki özelleştirme uygulamaları başarısız olmuştur;
· Özelleştirmeler başladıktan sonra kamu kesiminde arama ve yatırımlar durmuştur;
· Teknoloji yatırımı yapılmamaktadır;
· Maden işletmelerimiz daha çok hammadde dışsatımına yöneliktir;
· Maden dışsatımımız, değer olarak dış alımımızı karşılayamıyor;
· Dışsatıma konu madenlerde uluslar arası pazar koşullarını etkileyemiyoruz;
· Madencilik sektöründe doğru ve etkili özendirme önlemleri alınamadığından yerli üretim, dışalım ile yarışamıyor.
MGS metninin değinmediği bazı yaşamsal konuları da, ileriki sayfalarda tartışmak kaydıyla biz anımsatalım :
· Ülkemiz madenciliğinde iş güvenlik ve işçi sağlığı konularına özen gösterilmiyor;
· Madencilik işletmelerinin yakın yöre halkının ekonomik ve toplumsal gelişimine yönelik katkılarına önem verilmiyor;
· Madencilik çalışmaları, ülkenin tüm varlıklarına etkileri açısından bir yarar/zarar değerlendirme süzgecinden geçirilmeden, çevresel etkileri önemsenmeden, yalnızca işletmecinin çıkar ölçütlerine göre sürdürülmeye çalışılıyor.
MADENCİLİĞİN SEKTÖRÜNE BAKIŞTAKİ YANILSAMALAR
Ülkemizde madenciliğe bir ekonomik ve toplumsal etkinlik alanı olarak genellikle gerçekçi olmayan ve çarpıtılmış bir bakış açısı egemen. Bu konuda en göze batan eğilim büyük maden yataklarına sahip olduğumuz ve bunları işletirsek ülke olarak kurtulacağımız, topluca esenliğe kavuşacağımız düşüncesinin yaygınlığı. Dünyada en zengin yataklarına sahip olduğumuz bor kaynaklarının işletilmesinin engellendiği, bu alandaki engeller aşılırsa borçlarımızı kolayca temizleyebileceğimize öyle derin bir inanç var ki, bunun etkisi ile MGS’de verilen değerlere göre dünyadaki tüm bor pazarının 1,3 milyar dolayında olduğunu ve bunun tümünü ele geçirsek bile nasıl kurtulamayacağımızı göremiyoruz. Birileri çıkıp altın zengini olduğumuzu söyleyince tanıtlanmış altın cevheri rezervimizin birkaç yüz ton (MGS’ne göre 340 ton) olduğunu göz ardı edip 6500 tonluk altın rezervi“yalan”ını benimseyiveriyoruz. Bunu hep yapıyoruz da, sayısız bilimsel araştırma ile ortaya konduğu gibi neden doğal kaynaklarını üretip ham olarak dışarı satan ülkelerin hiç iflah olamadıklarını, kalkınma hızları eksi değerlerde, kurumsal sermayeleri gelişmemiş, demokratik kurumlarını olgunlaştıramamış, çoğu iç savaştan zarar görür durumda olduklarını sorgulamıyoruz. Bu alışkanlık yüzünden madencilik sektörünün gücü ve sorunlarını gerçekçi biçimde tartışma olanağı bulamıyoruz.
Bir başka çarpık bakış ta, sektörün içinden geliyor : madenciliğin önündeki tüm engeller temizlenmelidir, yaklaşımı. MSBKB’de alabildiğine, MÖİK ve MS’de de örtülü biçimde bu yaklaşım savunuluyor. Ülkenin ormanları, su kaynakları, sit alanları, meraları, tarımsal alanları, tarihsel mirası, zeytinlikleri, kıyıları, vb ne tür doğal sermayesi varsa, buralarda madencilik yapılmasının önündeki tüm engeller kaldırılmalı imiş. Üstelik bunu madencilikten sorumlu bakanlık, kendi yapısı içinde kendi başına kararlaştırmalı imiş. Sektörün sorunlarını çözmek için bundan sığ bir yaklaşım olabilir mi? Dahası, madencilik çalışmalarını yalnızca kaynakları tüketmeye yöneltmek için bundan daha uygun bir ortam yaratılabilir mi? Ne denli kolaylıkla böylesine dar bir anlayış, bencilce bir yaklaşım savunulabiliyor?
Toplumsal psikolojide yaygın olan bir başka anlayış ta, madenciliğin kirletici ve yıkıcı bir etkinlik olduğu. Gerçi, böyle düşünülmesine neden olan sayısız örnek var. Ama, artık dünyada işletme sırası ve sonrasında çevre koruyucu, işletme sonrasında doğayı yeniden düzenleyici, yöre halkı ile ilişkileri geliştirici zengin bir deneyim kazanıldı, kurallar belirlendi, teknolojiler geliştirildi. Gelişmiş ve doğasına ve halkına özenli ülkelerde bu uygulamalar madenciliğin önemli bir öğesi, artık. Madencilik ile ilgili her türlü düzenlemede bu yolda kayıtlar konuyor. MGS metninin de bu konuya değinmeden geçmiş olması kabul edilemez.
Madenciliğimizin çok dikkat çekici bir özelliği halkın içinde, küçük ve orta ölçekli girişimciler düzeyinde bunun bir definecilik heyecanının ötesinde algılanamayışı. Değerli bir yatak bulup hızla köşeyi dönmenin dışında bir girişimcilik anlayışı, arama-bulma-geliştirme heyecanının peşinde gitmek, ülke kalkınması uğruna bir şeyler yapabilme güdüsü, istihdam yaratma yolu ile toplumsal prestij elde etme eğilimi, vb güdüler etkin değil. Bunun yaygınlaştırılmasında dünyada en çok jeoloji mühendisi ve maden mühendisi oranına sahip ülkelerden biri olan ülkemizde meslek sahibi yurttaşlara önemli görevler düşüyor. MGS, bu konudaki bilincin geliştirilmesi yönünde hedefler koymak, çözümler önermek durumunda.
Öte yandan, madenciliğin hemen her durumda kentsel alanların dışında, kırsal yörede yapılmak durumunda oluşu nedeni ile yatırımların, alt yapının ve sonuçta kalkınmanın ülke yüzeyine yayılması açısından önemli bir gizili var. Bu yanı ile, tek tek işletmelerin kârlılıklarını tartışmanın yanında, toplumsal kalkınmada ve kalkınmanın yaygınlaştırılmasında da önemli bir araç olarak ele alınması gerekir.
Bu yanı ile siyasal karar vericiler için de önemli bir prestij kaynağı niteliği taşımaktadır. Madenciliğin gittiği yerlere başka herhangi bir yatırımı götürmek çoğu yerde güçtür. MGS’nin bunu ölçeklendirebilecek kural ve kurumların oluşturulması yönünde de önlemler önermesi gerekir.
Yine, madenciliğin kendi başına toplumsal gelişmenin ve kalkınmanın motoru olmadığı, geçmişte kalkınmış ve gelişmiş ülkelerin gelişmişliğinde madenciliğin hiç te başat bir rolü olmadığı da yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmış durumda[25]. Buna karşılık, madenciliğin ülke kalkınmasında, endüstrinin gelişmesinde, gönencin yaygınlaştırılmasında, az gelişmiş yöreleri kalkındırmada tüm öteki ekonomik ve toplumsal çabaların yanında önemli ve ötekilerden ayrılamaz bir yeri olduğu da bir gerçek. Böyle ise hazırlanacak bir stratejinin “madenciliği geliştirmek” değil; “ülkenin gelişmesine madenciliğin katkılarını arttırmak” konusunu işlemesi ve bunun hedef ve araçlarını belirlemesi gerekir.
MGS metni ancak bu yaklaşımla, her şeye karşın madencilik, madenciler için madencilik diyen MÖİK, MS, MSBKB metinlerindeki yanlışlardan korunabilir ve ulusal bir strateji niteliğini kazanabilir.
her iki alıntı için kaynak;
http://www.geocities.com/siyanurlealtin/yazi/strateji.html
Altın madeni bulunan Uşak Kışladağ'da siyanürle ilgili yapılan kan tahlilleri tabip odası ile valiliği karşı karşıya getirdi. İki tarafın yaptırdığı tahliller farklı.
Geçtiğimiz Haziran ayında TÜPRAG şirketi tarafından Uşak Kışladağ'da siyanürle altın çıkarılmaya başlandı. Aynı dönemde yaklaşık bin kişi şiddetli baş ağrısı, mide bulantısı, nefes almakta zorlanma gibi şikayetlerle hastanelere başvurdu.
İzmir Tabip Odası ile ortak hareket eden "İzmir- Bergama, Eşme, Sivrihisar Havran/Küçükdere Elele Hareketi" üyesi bir grup hekim bölgeye giderek, siyanür zehirlenmesi" şüphesiyle hastalardan kan örnekleri aldı. Bu sırada Uşak Valisi Kayhan Kavas ile Eşme Kaymakamı Mahmut Nedim Tuncer, kan alma işlemini izinsiz olduğu gerekçesiyle durdurarak, 8 ayrı kan örneğine el koydu ve tahlil için Ankara Hıfzısıhha'ya gönderdi.
Tahlil sonucunda siyanür bulunmazken, normalin bir miktar üzerinde arsenik bulundu. Doktorlar da 9 kan örneğini alarak siyanür testi için Ankara'daki özel bir laboratuara yolladı. Bu laboratuarda yapılan tetkikler sonucunda 9 kan örneğinde bazılarında normalin 40 katı siyanür olduğu belirlendi.
TARTIŞMA BAŞLADI
Elele Hareketi'nin İzmir temsilcisi Dr. Oya Otyıldız, Kaymakam Tuncer'in ellerinden aldığı kan örneklerinde siyanür değil arsenik araştırması yaptırdığını iddia etti ve valiliği dava edeceğini söyledi.
Uşak Valisi Kayhan Kavas ise "Biz kanları zamanında göndererek tahlil yaptırdık. Siyanür çıkmadı" dedi. Kaymakam Tuncer, "arseniğe bakıldı" dedi.
[/URL]
Tahlil sonuçlarında siyanürün kanda olması gereken normal seviye litrede 0,02 miligram. Ancak 9 ayrı kan örneğinde yapılan inceleme sonucunda siyanür oranları litrede en düşük 0.18 miligram, en yüksek 0.64 miligram çıktı.
Uzmanlar, kayaların çıkarılmasıyla birlikte bir kilometre çapında, 450 metre derinliğinde bir çukurun oluşacağı bu nedenle de yüzeyin büyük kısmının siyanürle kirletilmiş ağır metallerle kaplanacağını ileri sürüyorlar.
10 yıl sonra bölgede cilt, kan, lenf, akciğer, üreme sistemi, böbrek, idrar yolları, mide ve bağırsak kanserleri ile anemi, kalp yetmezliği, doğumsal anomaliler, düşükler, bebeklerde zeka geriliği, sinir sistemi harabiyeti ve kemik kırılmaları görüleceği ifade ediliyor.
[URL="http://www.sabah.com.tr/gun131.html"]Hasan ERŞAN - Sabah (http://www.sabah.com.tr/gun131.html)
Yalnız Çınar
03-09-2006, 13:59
Bir ülkede hangi maden kaynaklarının varlığının bilindiği, bunların nitelik ve niceliği ile henüz keşfedilmemiş kaynaklara ilişkin beklentiler ya da kısaca bir ülkenin maden potansiyeli hakkında değerlendirmeler, uzun vadeli kalkınma stratejileri ve özel olarak madencilik stratejileri açısından önemlidir. O bakımdan maden potansiyeline ilişkin değerlendirmeler, önemleriyle bağdaşır bir sorumluluk anlayışıyla yapılmalı ve özlerinde taşıdıkları eksiklik ve yanlışlıklar göz ardı edilmeden ihtiyatla kullanılmalıdır.
Ancak ülkemizde bu konuda gerekli titizliğin gösterildiğini pek söyleyemeyiz. Jeoloji ve maden mühendislerinden, gazeteci ve tüccarlara kadar çeşitli kesimlerden insanlar, Türkiye maden potansiyeli hakkında oldukça değişik, hatta çelişik değerlendirmeler yapmaktadır. Bunlardan kimine göre Türkiye, maden açısından fakir; kimine göre zengin bir ülkedir. Zengin olduğumuz kanısında olanlardan bazıları daha da ileriye giderek "Türkiye maden kaynaklarının yerinde değerinin 1-2 trilyon dolar mertebesinde olduğunu, sadece bir maden zenginliğimizin ekonomimize kazandırılması halinde Türkiye iç ve dış borçlarını kolaylıkla ödeyebileceğini" öne sürmektedirler.
Değerlendirmelerin bu kadar değişik olması, genellikle bunların dayandırıldığı verilerdeki farklılıklar yanı sıra, çoğunlukla öznel (subjektif) veya açıkça ifade edilmemiş ölçütlere göre değerlendirme yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir anlatımla değerlendirmelerin rezervlere göre mi yapıldığı, bilinen kaynaklar ve/veya keşfedilebilir (henüz keşfedilmemiş) kaynakların değerlendirmede göz önüne alınıp alınmadığı, neye zengin, neye fakir denildiği çoğu kere açık değildir.
O bakımdan değerlendirmelerin geçerliliğinde, verilerin güvenirliği kadar nesnel bir değerlendirme ölçütünün kullanılması da önem taşımaktadır.
Aşağıda kaynak yeterliliği ve dünya sıralamasındaki yerimize göre yapılan değerlendirmeler kısaca gözden geçirilmektedir.
KAYNAK YETERLİLİĞİNE GÖRE DEĞERLENDİRME
Kaynak yeterliliği ölçüt alındığında, sahip olduğu maden kaynakları ihtiyacını karşılamaya yeterli ya da onu aşan bir ülke, ilgilenilen maden kaynakları açısından yeterli ya da zengin, aksi durumda fakir kabul edilebilir. Anlaşılabileceği gibi böyle bir değerlendirmede, kaynak potansiyeli tek başına önemli değildir. Önemli olan kaynak-ihtiyaç ilişkisidir.
Kaynak yeterliliği açısından Türkiye maden potansiyeli değerlendirildiğinde, endüstriyel hammaddeler başta olmak üzere çoğu maden açısından ülkemizin kendine yeterli kaynaklara sahip olduğu görülmektedir. İhtiyacımızı tümüyle yurt içi kaynaklardan temin edebildiğimiz ve hatta bir kısmını ihraç ettiğimiz bu madenler başlıca şunlardır:
Mermer, bor, krom, linyit, feldspat, perlit, pomza, sodyum sülfat, stronsiyum, kaya tuzu, barit, manyezit, lületaşı, dolomit, alçıtaşı, kuvarsit, silis kumları, pirofillit
Petrol, doğal gaz, taş kömürü, altın,demir, manganez, bakır, molibden, fosfat, kükürt, refrakter boksit, grafit, talk gibi madenlerin ise, ülkemizde kaynakları yetersizdir.
Yeri gelmişken burada belirtilmelidir ki, ihtiyacımızı tümüyle ya da kısmen ithalat yoluyla karşıladığımız alüminyum, antimuan, civa, volfram, kurşun, çinko, kadmiyum, asbest, diyatomit, olivin, kaolen, nadir toprak metalleri, mermer gibi birçok madeni, kaynakları yetersiz olduğu için değil, yurt içi üretim yapılmayışı, yerli kaynakların kalitesinin uygun olmayışı gibi başka nedenlerden dolayı dışardan temin etmekteyiz. Yurt içinde kaynakları olduğu halde üretim yapılmayışının çeşitli nedenleri arasında, asgari ekonomik kapasitede bir işletme yatırımına yeterli bir mahalli talep olmayışı, teknoloji ve sermaye bulunamaması, uluslar arası üreticilerle rekabet edilememesi önde gelmektedir.
REZERV PAYIMIZA GÖRE DEĞERLENDİRME
Değerlendirmelerde esas alınan bir başka ölçüt de, dünya maden kaynakları içinde ilgilenilen ülkenin payıdır. Aşağıda ülkemiz için dünya sıralamasındaki yerimize ya da dünya ortalamasıyla karşılaştırmaya dayanan böyle bir değerlendirme verilmektedir.
Dünya maden rezervleri içinde Türkiye'nin payı Çizelge 1'de gösterilmektedir. Türkiye, dünya karalarının % 0.5' i kadar bir yüz ölçümüne ya da dünya nüfusunun % 1'i kadar bir nüfusa sahip olduğuna göre, dünya rezervleri içindeki payımız bu oranlardan seçilen birine göre fazlaysa zengin, az ise fakir olarak nitelenebilir. Bu yaklaşımla dünya rezervleri içinde %0.5'ten daha fazla paya sahip olduğumuz madenler için zengin olduğumuz kabul edilebilir.
MTA, BGS (British Geological Survey), USGS (United State Geological Survey), gibi çeşitli kaynaklardan derlenen 2002 yılı verilerine göre hazırlanmış bu çizelgede dünya maden kaynakları içerisinde ülkemizin payına bakıldığında; bor, feldspat, barit, stronsiyum tuzları, manyezit, diyatomit, fluorit, linyit, trona, volfram, antimuan, civa, altın, gümüş, çinko, kurşun ve krom dünya rezervleri içinde % 0,5'den fazla paya sahip olduğumuz madenlerdir. Bu çizelgede yer almamış olmakla birlikte mermer, perlit, pomza, bentonit, kayatuzu, jips, kalker-marn, zeolit, sodyum sülfat, toryum, nadir toprak elementleri, olivin, asbest, lületaşı, sepiyolit, profillit, dolomit, kalsit, jips, kuvars-kuvarsit, silis kumu, zımpara ve kireçtaşı dünya rezervleri içinde % 0,5'den büyük paya sahip olduğumuz (zengin sayılabileceğimiz) madenler arasındadır. Petrol, taş kömürü, doğal gaz, demir, bakır, manganez, nikel, kobalt, molibden, arsenik, uranyum, kükürt, fosfat, vollastonit, mika, talk, süs taşları fakir olduğumuz madenlerdir. Dünyada ticareti yapılan 90 çeşit madenden sadece elmas, platin grubu metaller, kalay, titan, zirkon, vanadyum, potas, lityum mineralleri, andaluzit, sillimanit, brom-iyot, güherçile, ve korindonun işletilebilir nitelik ve nicelikte hiçbir kaynağı Türkiye'de bugüne kadar saptanmış değildir.
GÖZARDI EDİLMEMESİ GEREKEN NOKTALAR
Ülkelerin maden potansiyeline ilişkin değerlendirmeler ve ülkeler arasındaki karşılaştırmaların, eğer böyle değerlendirme ve karşılaştırmaların doğasında varolan sınırlamalar göz önüne alınmazsa, yanıltıcı olabileceği burada vurgulanmalıdır.
1) Bu konuda ilk yanılma riski, değişik ülkelere ait bilinen maden kaynakları konusunda homojen bir veri tabanının olmayışından kaynaklanır. Daha açık bir ifadeyle, değişik ülkelerin bilinen maden kaynakları, aralarındaki eşdeğerlilikleri açık olmayan farklı sistemlere, farklı ölçülere göre sınıflandırılmıştır. Birleşmiş Milletler Örgütü bu konuda uzun zamandır uluslar arası uygulanabilir bir çerçeve sınıflama sistemi geliştirmek için çaba göstermektedir. Ancak mevcut rezerv bilgileri, böyle bir uluslar arası karşılaştırmalara elverişli nitelikte değildir. Dolayısıyla ülkelerin maden kaynaklarına ilişkin verilen rakamları alıp karşılaştırarak, ülkelerin maden potansiyeli hakkında doğru bir değerlendirme ve sıralama yapmak mümkün değildir. Bu anlamda sadece verilen rakamlara bakmak yetmez, onları tartmak gerekir. Çizelge 1'de verilen dünya rezervleri içindeki paylara ve buna dayanan sıralamaya da bu gözle bakmak gerekir.
2) Son zamanlarda kamuoyunu yanıltıcı önemli bir husus da maden potansiyelimizin ekonomik değeri hakkında yapılan değerlendirmeler ve öne sürülen herhangi bir değerlendirmeye dayanmayan iddialardır. Bunlar çoğunlukla, proje temelinde fizibilite çalışmalarına dayalı olarak maden kaynaklarımızdan ne kadar yatırım yaparak, hangi maliyetle ne kadar ve ne kalitede maden elde edilebileceğimizin, ne kadar ve kaça satabileceğimizin güvenilir tahminleri değildir. En iyimser nitelemeyle bu görüş ve değerlendirmeler, bir anlamda "içme suyunun litresi yaklaşık 1 dolar düzeyindedir. O halde Türkiye'nin yer üstü ve yer altı sularında , göl ve denizlerinde doğrudan ya da işlem gördükten sonra şişelenebilir şu kadar trilyon dolar su rezervi var" demeye benzemektedir. İşletilirse kar mı, yoksa zarar mı edileceği bir tarafa, " bu kaynaklar ne kadar sermaye ile ne kadar zamanda işletmeye alınabilir, hangi maliyetle üretim yapılabilir, üretilen ürün kaça, ne kadar satılabilir, yatırım kendini ne kadar sürede ödeyebilir" gibi hususlar değerlendirmelerde göz önüne alınmamıştır.
3) Öte yandan ülkelerin farklı gelişmişlik düzeyleri, maden varlığını değilse de, maden rezervlerini büyük ölçüde etkiler. Bilindiği gibi, bir ya da birkaç yararlı mineralin her çeşit zenginleşmesi değil, sadece ekonomik olarak üretim yapılabilecek niteliklerdeki zenginleşmeleri maden rezervi olarak nitelenir. Çok sayıda jeolojik (tenör veya kalite, tonaj, mineral bileşimi, zemin koşulları, yatağın boyut ve konumu,...), teknolojik, ekonomik (fiyat, pazara uzaklık, alt yapı, vergilendirme,...), çevresel ve politik faktörler, maliyet ve geliri, dolayısıyla yatağın işletilebilirliğini etkiler. Belli bir ülkedeki/bölgedeki bir maden yatağı ekonomik olarak işletilebilir iken, bir başka ülkedeki/bölgedeki benzer hatta daha iyi nitelikte bir maden yatağı, söz gelişi pazara uzak olduğu için ya da yetersiz alt yapı yüzünden işletilebilir nitelikte bulunmayabilir. Bir başka söyleyişle "birinin çöpü, diğerinin serveti olabilir". Bu bakımdan maden potansiyeli değerlendirilirken ya da karşılaştırılırken, ülkelerin özellikle alt yapı ve vergilendirme durumu (daha geniş anlamda hükümet politikalarının maden rezervleri üzerindeki etkileri) göz önüne alınmalıdır. Örneğin Türkiye, metal içeriği olarak 1,7 milyon ton toplam bakır rezerviyle, dünya bakır rezervleri içinde %0,5 paya sahiptir. Bunun dışında bugün ekonomik olarak değerlendiremediğimiz düşük tenörlü (%1 Cu dan az) metal içeriği olarak 2 milyon ton civarında bakır kaynaklarımız vardır. Uygun yatırım ve madencilik politikaları uygulanması halinde bunların bir bölümünün işletilmesi ekonomik olabilir ve bakır rezervlerimizde ciddi artışlara yol açabilir. 4) Göz önünde tutulması gerekli bir başka nokta, maden potansiyeli değerlendirilmesi değişken (dinamik) bir süreçtir. Değişen ekonomik şartlar ve teknolojik ilerlemeler rezervlerde ciddi değişikliklere yol açabilir. Bugün önemli olmayan düşük kalitedeki yataklar, madenciliğin ilgisi dışında kalan doğal zenginleşmeler (yeni yatak türleri) yarın cazip (işletilmeleri ekonomik) hale gelebilir. Başka bir ifadeyle "bugünün çöpü, yarının serveti olabilir". Bu yeni kaynaklar açısından ülkelerin potansiyelleri çok farklı olabilir ve bu durum maden potansiyellerine göre yapılan ülke sıralamalarını altüst edebilir. Söz gelişi düşük tenörlü ve/veya yüksek zararlı bileşen içeren cevherlere sahip 50 kadar sorunlu demir yatağımız vardır. Bu yataklarda %15-50 Fe arasında değişen tenörlerde toplam 1,3 milyar ton kaynağın varlığı bilinmektedir. Hasançelebi ve Avnik başta olmak üzere sorunlu cevher içeren yataklarımızdan yararlanabilmenin ekonomik bir yolunu bulduğumuz takdirde, demir kaynaklarımız için çok farklı değerlendirmeler yapmak mümkün olabilir. Benzer biçimde bugün ülkemiz, dünya krom rezervleri içinde büyük bir paya sahip değildir. Ancak günümüz koşullarında ekonomik görülmeyen 198 milyon ton düşük tenörlü (ortalama % 5.60 Cr2O3) Adana-Aladağ-Kızılyüksek yatağının değerlendirilebilmesi halinde Türkiye güçlü bir konuma gelebilir.
Son olarak, her ülke aynı yoğunlukta aranmamış olduğu için, sadece belirlenmiş kaynaklara bakarak bir ülkenin maden kaynakları hakkında yapılacak değerlendirmeler yanıltıcı olabilir. Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde bilinen kaynaklar, ülkenin maden potansiyelinin çok az bir bölümünü temsil ediyor olabilir.
Belirlenmiş kaynaklar çoğu kere ülkelerin maden potansiyelinden ziyade, arama yoğunluğunu ve başarısını yansıtır. Nitekim ikinci dünya savaşı sırasında yapılmış böyle bir değerlendirmede madencilikte bugün dünyanın en önde gelen ülkeleri olan Avusturalya, BDT (eski SSCB) ve Güney Afrika maden potansiyeli bakımından fakir ülkeler arasında anılmışlardır.
Bu nedenle bir ülkenin maden zenginliği uzun vadeli madencilik stratejileri açısından değerlendirilirken henüz keşfedilmemiş maden potansiyeli de göz önüne alınmalıdır. Örneğin bugün için MTA kayıtlarına göre altın rezervimiz 340 ton (özel şirketlerin kendi beyanlarına göre 600 ton) dolayındadır.Bu rezervi ile Türkiye dünya altın kaynakları içinde % 1'e yakın paya sahiptir. Sadece belirlenmiş kaynaklara bakarak "Türkiye altın açısından zengin değildir" demek doğru olmaz. Çünkü özellikle epitermal altın oluşumuna elverişli jeolojisi nedeniyle ülkemizde belirlenmiş olanın çok üzerinde bir altın potansiyeli beklenmektedir.
Öte yandan altın yanısıra ülkemizin jeolojisi başta endüstriyel hammaddeler, bakır, kurşun, çinko, gümüş, nadir topraklar, linyit gibi çok değişik madenlerin yeni kaynaklarının bulunmasına elverişlidir. Ülkemiz arama yoğunluğu açısından özellikle geçmişte çeşitli nedenlerle madencilere pek cazip gelmemiş olan skarn yatakları ile son 20-25 yılda ekonomik kaynaklar haline gelen porfiri bakır, epitermal altın gibi düşük tenörlü yataklar açısından yeterince aranmamıştır. Sürdürülecek aramalarla yeni kaynaklar bulma şansı yüksektir. Bugün, yeterli kaynağa sahip olmadığımız birçok madenin keşfedilebilir zengin kaynak potansiyeli vardır.
SONUÇ
Sonuç olarak belirtilen noktalar gözardı edilmeden ülkemizin çok sayıda maden açısından zengin olduğu, ihtiyaçlarını kendi kaynaklarından karşılayabileceğini söylemek mümkündür. Ülkemizin belirlenmiş ve beklenen kaynakları bu görüşü desteklemektedir.
Bu görüş doğru ise, o zaman akla madenciliğimizin neden bugünkü durumda olduğu sorusu gelebilir. Bana kalırsa madenciliğimizin bugünkü durumunun asıl nedeni, kaynak yetersizliği değil, onlardan yeterince yaralanamayışımızdır. Bulunuşlarının ardından onlarca yıl geçtiği halde Siirt-Madenköy-bakır-pirit yatağı, Sivrihisar -Beylikahır NTE-toryum-fluorit karmaşık yatağı, Beypazarı trona yatağı, Adana-Aladağ düşük tenörlü krom yatağı, Manisa-Çaldağ nikel yatağı, Hasançelebi demir yatağı ve son olarak yatırımları yabancı şirketlerce yapılmış, finansman, teknoloji, pazar sorunları olmayan işletmeye hazır altın yataklarının varlığı bunun açık kanıtıdır. Zengin kaynaklara sahip olmak yetmez, onlardan zenginlik türetebilecek maharet sahibi olmak da gerekir.
Yusuf Ziya ÖZKAN MTA Genel Müdürlüğü, ANKARA
Bu kaynakları araştıranların görüşlerinin de önemli olduğunu düşünüyorum.
Yalnız Çınar
03-09-2006, 14:20
Zengin kaynaklara sahip olmak yetmez, onlardan zenginlik türetebilecek maharet sahibi olmak da gerekir.
Yusuf Ziya ÖZKAN MTA Genel Müdürlüğü, ANKARA
Arkadaşlar bu söz sadece altın için değil, diğer madenlerimizin tümünü kapsayacak şekilde söylenmiş. Tamamen katılıyorum. işleyerek sattığımız neredeyse hiç bir madenimiz olmadığından işin en çok zarar ettiren yönü bu tarafı.
Bu madenlerimizi ham madde olarak yurt dışına satarken, toprak yapımızı, ormanlarımızı, çevreyi, yurdumuzun ulusal çıkarlarını her şeyi paramparça ediyoruz. Biliyoruz ki; diğer madenlerimizin tümünün çıkarılma ve işletmesini yerli firmalarla veya devlet kanalı ile yapmıyoruz. Yabancı şirketler, bu alanda zaten büyük yer kaplamışlar.
Altını yalnız başına yorumladığımız için, bu durum altına özelmiş gibi algılanıyor ve öyle yorumlanıyor.
Aslında bütün madenlerimizi kireç taşından, mermer, bor, granit, demir, bakır, aluminyum (v.b) hepsi için geçerli olan, onları işlenmiş hale getirebilmek. Onlardan azami faydayı sağlamak.
Bunun için de işletmelerin kar edebilir yapılarda olmasından, maden rezervlerinin işlenebilir ve ekonomik olmasına, ülkedeki enerji politikalarından, sosyal güvenlik yasalarına, teşviklerden, dış ticaret yasalarına kadar herşeyin yeniden düzelenmesine hatta bu işlerle ilgili Hukuksal düzenlemelerden, Adalet mekanizmamızın düzenlenerek madencilik ihtisas mahkemelerine kadar tepeden tırnağa bir değişim içine girmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Sağlık ve esenliklerle....
İzmir Tabip Odası ile ortak hareket eden "İzmir- Bergama, Eşme, Sivrihisar Havran/Küçükdere Elele Hareketi" üyesi bir grup hekim bölgeye giderek, siyanür zehirlenmesi" şüphesiyle hastalardan kan örnekleri aldı. Bu sırada Uşak Valisi Kayhan Kavas ile Eşme Kaymakamı Mahmut Nedim Tuncer, kan alma işlemini izinsiz olduğu gerekçesiyle durdurarak, 8 ayrı kan örneğine el koydu ve tahlil için Ankara Hıfzısıhha'ya gönderdi.
Ne kadar ilginç değilmi?
şimdi ben devlet hastanesine gitsem ve kanımda siyanür aratmak istesem(belki kocam beni zehirliyor) izin mi almam gerekli?
Kanunda yeri varmıdır?
Özel bir şirketin kar etmesi için devletin kamu görevlileri canla başla didiniyor.
Şimdi ben devlet hastanesine gitsem ve kanımda siyanür aratmak istesem(belki kocam beni zehirliyor) izin mi almam gerekli?
Kanunda yeri varmıdır?
Özel bir şirketin kar etmesi için devletin kamu görevlileri canla başla didiniyor.
Sevgili Eskimo,
kanında siyanür aratmana kimse karışamaz,
senin bileceğin iş ama yapılan işlem doğru.
Yapılanlara dugusal değil düşünerek bakmakta fayda var.
Şimdi düşün bakalım birileri veya birtakım kuruluşlar çıksa
(iç kaynaklı veya dış kaynaklı) kendi menfaatleri için
insanımız üzerinde inceleme yapmak istese ve gidip
birçok kişiden kan alsa!!! Olacak iş değil.
Ne yazık ki hekim arkadaşlarımın izledikleri yöntem hatalı.
Kan verecek kişileri ikna ederek laboratuvara götürseler
ve kanların orada verilmesini sağlasalardı sorun olmazdı,
kimse de karışamazdı.
Haberin tamamını bilmiyorum ama medyada daha fazla
ses getirmek için de kanlar bu şelilde alınmış olabilir.
Bunu neden düşünmüyorsun?
Tahlil sonuçlarının farklı olmasına ne diyorsun? Bir taraf yalan mı söylüyor yoksa sonuçların farklı çıkması normal bir durum mudur?
Malina 42. mesaja koyduğun haberi atlamışım.
Şimdi okudum.
Anlatılanlar korkunç. Açık bir çelişki var ve
kanda yüksek siyanür düzeyi olmasının
yalan olacağını sanmıyorum.
Hıfzısıhha'nın yanlı sonuç verdiğini söylemek gerçekci olmaz,
buna ihtimal vermiyorum. Gönderilen kanlardan sadece
Arsenik bakılmasının istenmiş olması büyük olasılık.
Kasıt var mıdır? Vardır diyemem ama yoktur da diyemem :)
Konuyu saptırmak olarak görmezseniz
devletin işleyişiyle ilgili
trajikomik bir konuya değineceğim.
İnsanımızın kişiliğinden olsa gerek devlette
amirlerin verdiği emir asla yorumlanmaz,
konuşulmaz ve hatta sözler anlaşılmadıysa
"Sorunuzu anlamadım, tekrar edebilir misiniz?" bile denilmez.
Çünkü anlamsız bir şekilde korkulur.
Sonuçta memur kulağının işittiği gibi emri yerine getirir.
Diğer yandan devletin birçok amirinde de
bilmediğini danışmama hastalığı vardır. Nasılsa amirdir!
Hal böyle olunca bir bakarsınız
en önemli siyasi konularda bile
insan hatası nedeniyle olmadık sorunlar çıkar,
kıyamet kopar!
Şimdi kanda sadece arsenik bakıldığını kabul ederseniz
kasıt var mı, yok mu sorusuna herkes kendisi yanıt versin.
Benim yanıtım "bizim memleketimizde imkansız yoktur".
:)))
Arsakay, son yazdıklarını genel olarak kabul ediyorum. Ama rutin işler için bunun daha anlaşılır olduğunu söylemeliyim. Söz konusu ettiğimiz olaya (medyatik boyutu yüzünden) pek ihtimal veremiyorum.
Bu talimatlar yazılı verilmemiş midir? :) Sorumluluğu tahlilleri yapan kişilere atmak (elini vicdanına koy:) biraz fazla iyimserlik değil mi?
Hayır sorumluluğu tahlilleri yapan kişilere atmadım.
Tam tersi Hıfzısıhha hata yapmaz dedim.
Eğer kendilerinden Arsenik bakmaları istenmiş ise
Arsenik bakmışlardır.
İstemi yapan kaymakamlık gibi anlaşılıyor. Zaten
yapılan tetkikin Arsenik olduğunu söyleyen de o.
Dolayısıyla bilerek veya bilmeyerek (!)
istemde bir hata olabilir.
Bir de sevgili Malina medyatik olsun veya olmasın,
isterse dışişlerini ilgilendiren çok önemli bir
siyasi konu olsun biz gayet güzel unuturuz,
yanlış anlarız, savsaklarız, izindeyizdir,...
Konunun önemi hiiiç farketmez. :)
EGEÇEP
Ege Çevre ve Kültür Platformu
28.03.06
AİHM BERGAMA MADENİ İLE İLGİLİ YİNE İHLAL KARARI VERDİ,
KARAR HEMEN UYGULANMALI, MADEN KAPATILMALIDIR.
1998 yılında 315 kişinin yapmış olduğu başvurunun sonucu açıklandı. AİHM, yine AİHS'nin 6.ve 8.maddesinin ihlal edildiğine, her başvurucu için 3.000 Euro manevi tazminata karar verdi.
Daha önce de AİHM 3.Dairesi’nin 10 Kasım 2004 gün ve 46117/99 nolu “TAŞKIN VE DİĞERLERİ/TÜRKİYE” kararında da; Bergama-Ovacık Madeninde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkını koruyan 6/1. maddesi ile yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Özel ve Aile Yaşamına Saygı Hakkını koruyan 8. maddesi ihlal edildiğine karar verilmişti...
AİHM'nin 10 Kasım 2004 tarihli kararına karşın, Bergama Madenine ilişkin yeni izinler verilmiş ve madenin faaliyetine olanak sağlanmıştı.Madenin faaliyete geçmesini sağlayan süreç şöyle gelişti;
* Danıştay 6. ve 8. Daireler Ortak Heyetinin yürütmeyi durdurma kararı o davanın davalısı Başbakanlığa 30.07.2004 tarihinde tebliğ edildi,
* Normandy A.Ş. tarafından 09.08.2004 tarihli dilekçe ile davalı İdareden ÇED formatı verilmesi istemiş, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından iki gün sonra 11.08.2004 tarihli yazı ile ÇED formatı Normandy A.Ş.ye verilmiş,
* Balkanlık tarafından 16.08.2004 tarihli yazı ile Çevresel Durum Değerlendirme Raporu istenmiş, Normandy A.Ş. tarafından 17.08.2004 tarihli yazı ekinde hazırlanmış olan 15 adet Çevresel Durum Değerlendirme Raporu Bakanlığa sunulmuş, Çevresel Durum Değerlendirme Raporları, Bakanlık tarafından 18.08.2004 tarihli yazı ekinde ilgili yerlere dağıtılmış ve 26.08.2004 tarihindeki inceleme ve değerlendirme toplantısına çağrıda bulunulmuş.
* 26.08.2004 tarihinde yapılan İnceleme Değerlendirme toplantısında Komisyon tarafından bir takım eksiklikler belirlenmiş, bu eksiklikler Normandy A.Ş. tarafından hemen giderilmiş, 27.08.2004 tarihinde eksiklikler giderilerek hazırlanan Çevresel Durum Değerlendirme Raporu Bakanlığa sunulmuş,aynı gün eksikliklerin giderilip giderilmediği incelenmiş, (giderildiği kanaatine varılmış olsa gerek) hemen o gün yani 27 Ağustos 204 günü “söz konusu faaliyette sakınca olmadığına” karar verilmiştir.
* Normandy madencilik A.Ş., davalı İzmir Valiliği’ne 29 Eylül 2004 günü imar planlarını sunmuş ve onaylanmasını istemiş, ertesi gün, idare tarafından ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş istenmiş,bu kurum ve kuruluşlardan; DSİ II.Bölge Müdürlüğü tarafından aynı gün, diğer kurum ve kuruluşlar tarafından da 10 – 11 günlük süre içinde yanıt verilmiştir.
* ABD Büyükelçisi Eric S.Edelman, Bayındırlık ve İskan Bakanı Sayın Zeki Ergezen’e gönderdiği 17 Eylül 2004 tarihli yazısında, “…ABD’li Newmont Madencilik Şirketi’nin bir kolu olan Normandy Madencilik ile ilgili olarak yazdığını, 19 Ağustos 2004 tarihinde mühürlenen madenin bir an önce açılması için, iptal edilmiş olan imar planlarını tekrar yürürlüğe koyması konusunda, İzmir Valiliği’ne tavsiye bulunulmasını…” istemiştir. Bu yazıyı alan, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, ABD Büyükelçisinin yazısını da ekleyerek İzmir Valiliği’nden “yapılan işlem hakkında dilekçe sahibine (ABD Büyükelçisi) bilgi verilmesini” istemiştir.
* Bu yazışmalar 27 Ocak ve 28 Ocak 2005 günlerinde, yazılı ve görsel medyada, “Emir Büyük Yerden” “Edelman’dan Altın mektup”, “ABD’den altın mektup”, Edelman Newmont için aracı oldu”, “Edelman, Bergama altını için lobi yaptı” v.b. başlıklarla haber olmuştur.
* İmar planının onaylanması ile ilgili, ABD Büyükelçisi’nin mektubundan sonraki bir tarihi taşıması dikkat çekicidir. İmar planlarının kabul edilmesine ilişkin işlemler ve karar alma süreci eşine ender rastlanır bir hızla tamamlanmış. Normandy Madencilik A.Ş.nin davalı İdareye başvurusu ile imar planlarının İl İdare Kurulu tarafından kabul edilmesi arasında 28 gün gibi kısa bir süre vardır. İzmir İl İdare Kurulu’nun 27.10.2004 tarihli kararı ile imar planları uygun bulunmuştur.
* Çevre ve Orman Bakanlığı’nın işleminin iptali davası dosyası olan İzmir 1.İdare Mahkemesi’nin 2004/1677 Esas sayılı dosyadan 14.03.2005 tarihli kararla, mahallinde keşif yapılması ve dava konusu işlem hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilmiş,Yürütmeyi durdurma kararının uygulanması istemi üzerine, madenin Gayri Sıhhi müessese Açılma Ruhsatı istemi hakkında karar verilmesi durdurulmuştur. İzmir Bölge idare Mahkemesi’nin 14.04.2005 tarihli 2005/455 YD İtiraz kararı ile sözü edilen yürütmeyi durdurma kararı kaldırılmıştır. Yürütmeyi durdurma kararının, İzmir Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırılmasının, hemen sonrasında, daha karar taraflara tebliğe çıkartılmadan, Madeni devraldığını söyleyen Koza Davetiye Şirketinin yetkilileri (Normandy A.Ş. adına) tarafından “İzmir Bölge İdare Mahkemesi, Bergama-Ovacık Altın madeninin açılmasına izin verdi, madenin açılmasının önünde hiçbir engel kalmadı, kısa süre içinde faaliyete başlayacağız…” açıklaması yapılmıştır.
* Normandy A.Ş.nin baskıları sonuç vermiş, GSM açılma ruhsatı, İl Özel İdaresi Yasası’na aykırı olarak karar organı olan İl Genel Meclisi bypass edilerek, verilen açılma ruhsatı ile Maden 20 Mayıs 2005 günü saat 20.30’dan itibaren faaliyete başlamıştır.
AİHM’nin 10 Kasım 2004 tarihli kararından sonra, yukarıdaki süreç işletilerek, Bergama Ovacık Altın Madeni’nin çalışması sağlanmıştır. Yani AİHM kararı yok sayılmıştır. Şimdi aynı şekilde ihlal kararı verilmiş olması, bu süreçte verilen izinlerin de hukuka aykırı olduğunu göstermektedir.
AİHM kararları; Türkiye'nin 1950 de katıldığı Roma -Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) nin 1, 19 ve 46.maddeleri; Viyana Antlaşmalar Sözleşmesinin 27.maddesi, Anayasanın 90.maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Devletini (yasama-yürütme-yargı) bağlamaktadır. AİHS’nin 46 . maddesine göre; “…Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin kesinleşmiş kararlarını uymayı taahhüt ederler.Mahkeme’nin kesinleşmiş kararı, kararın uygulanmasını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderilir…” AİHM kararının uygulanıp uygulanmadığı konusu, Avrupa Konseyi, Bakanlar Komitesi aracılığı ile düzenli raporlama ve tavsiye kararları ile denetlenecektir.
Son AİHM Mahkemesi kararı, Bergama Ovacık Altın Madeninin faaliyetine olanak sağlayan işlemlerin hukuka aykırı olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Bergama’da yıllardır yaşanan hukuksuzluğa son verilmeli, hukuksal güvenlik sağlanmalı, Bergama Ovacık Altın Madeni kapatılmalıdır.
İşletmenin kapatılmaması, AİHM kararının uygulanmadığı anlamına gelecektir. Kararın uygulamaması, Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasına kadar varabilecek bir takım siyasi sonuçlar da doğurabilecektir. Buna hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur.
EGEÇEP
Ege Çevre ve Kültür Platformu
Dönem Sözcüsü Av.Arif Ali Cangı
Bergamalılar ilk davayı kazandı,
ikinci bir dava açılması kaçınılmaz,
ve ellerindeki sağlık raporlarına el konuluyor.
Çünkü Bergamalılar davayı Türkiye Cumhuriyeti hükümeti adına açıyor.
Hükümet şimdiden önlem alıyor.
Olabilirmi?
Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye “altın çağı”na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 160 milyon tondur. Ve 10 yıl sonra elimizde kalacak olan kimyasal atık miktarı, asitlenmiş dekapaj toprağıyla birlikte, yaklaşık 2 milyar tondur. Bu atığın Türkiye’deki çevre yasalarına uygun olarak nihai uzaklaştırılması için gereken harcama 1,4 trilyon USD’dir.”
http://www.geocities.com/siyanurlealtin/rezerv.html
yazının devamı yukarıdaki sitede........
Yalnız Çınar
04-09-2006, 14:01
eskimo'dan alıntı:
Ne kadar ilginç değilmi?
şimdi ben devlet hastanesine gitsem ve kanımda siyanür aratmak istesem(belki kocam beni zehirliyor) izin mi almam gerekli?
Kanunda yeri varmıdır?
Özel bir şirketin kar etmesi için devletin kamu görevlileri canla başla didiniyor.
Gazete haberlerinden yola çıkarak, devletin işleyişini bile görmezlikten gelme gibi bir zaafiyet içine düşmemeliyiz. Devletin üç erki için ayrı ayrı düşünmek hatalı olacaktır. Devlet ne tek başına yargı, ne tek başına yasama, ne de tek başına yürütme değildir.
Elbette toplumu oluşturan bütün unsurlar, bireyden sivil toplum örgütlerine kadar hepsinin kanunlarla sınırlı yapabilecekleri veya yapamayacakları vardır.
Sevgili eskimo; siz elbette devlet hastanesine şahsınız adına gidip istediğiniz araştırmayı yaptıramazsınız. Zira öncelikle bu istem için sizin o kapıdan içeriye girdiğiniz anda tedavi veya teşhis sürecini üstlenmiş olan hekim sorumluluğu altına girersiniz. Doktorunuza şikayetlerinizi yansıttıktan sonra doktor vasıtası, istemi ve gözetimi altında teşhisiniz için gerekli gözlemler, tahlil ve analizler yapılır. Söz gelimi siz kardiyolojik bir şikayetle hastaneye giderseniz size kardiyoloji uzmanları, bu doğrultuda tetkiklerle yardımcı olurlar. Siz istediniz diye birde mide, barsak tetkiklerine girişmez sizi ilgili polikliniğe gönderirler.
Kanınızda siyanür aratma hakkınız elbette vardır. Bir şüphe üzerine kanınızı tetkik ettirebilirsiniz. Örneğin eşiniz sizi programlı bir şekilde sistematik bir zehirleme yöntemi ile öldürmeye uğraşıyor ise. Ancak bunun ilk başvuru yeri hastanenin kan tahlilleri laboratuvarı değil savcılıktır. Siz savcılığa suç duyurusunda bulunursunuz. Savcılık da sizin istediğiniz doğrultuda gereken araştırmayı başlatır. Her işin kendine göre bir tekniği ve tanımlama süreci vardır.
Bizler gibi, toplumun bir kesiminde araştırma yapacak insanlar,isterlerse bu işin uzmanı olsunlar gerekli başvuruları gerekli prosedürleri yerine getirmek zorundadırlar. Toplum sorunlarını ilgilendiren çözümler üretmek üzere sivil toplum kuruluşları olduğu kadar devletin de kuruluşları vardır.
Sadece haberi yapan insanların gözlem ve yorumlarını aktardıkları gazete haberlerine dayanılarak Devleti yanlış yorumlamak doğru değildir.
Haber doğası gereği adli makamlarca suç ihbarı olarak kabul edilir. Yapılan haberde kusurlu görülen insanlar için bu haber de ihbar niteliği taşıyor. Sorumluları hesap verecektir.
Bunu mesnet alıp Özel bir şirketin kar etmesi için devletin kamu görevlileri canla başla didiniyor. böyle bir sonuca ulaşmak çok fazla doğru olmasa gerek. Bu tür yanılgılarla vardığımız yargılar devletimize olan güvenin tesis edilmesini zorlaştırır. Bunu çok haklı bulmuyorum.
Yalnız Çınar
04-09-2006, 14:13
eskimo'dan alıntı:
Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye “altın çağı”na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 160 milyon tondur. Ve 10 yıl sonra elimizde kalacak olan kimyasal atık miktarı, asitlenmiş dekapaj toprağıyla birlikte, yaklaşık 2 milyar tondur. Bu atığın Türkiye’deki çevre yasalarına uygun olarak nihai uzaklaştırılması için gereken harcama 1,4 trilyon USD’dir.”
Bu mantıkla hiçbir sanayi kuruluşuna Cumhuriyet kurulduğundan bu yana izin verilmemeli idi. Hele hele otomotiv sektörüne asla. Zira taraf olmaya çalıştığımız Kyoto Protokolüne göre, karbodioksit emisyonunu 1994 yılı ölçeklerine çekmemiz gerekiyor. Linkini verdiğin sitede her halde bunun da maliyet hesabı çıkartılmıştır.
Bu hesaplamalara göre hareket edilmiş olsaydı, bu gün için hepimiz evimize ve işimize at arabaları veya atlı tramvay gibi toplu taşım araçları ile gidip gelirdik.:))
Kanınızda siyanür aratma hakkınız elbette vardır. Bir şüphe üzerine kanınızı tetkik ettirebilirsiniz. Örneğin eşiniz sizi programlı bir şekilde sistematik bir zehirleme yöntemi ile öldürmeye uğraşıyor ise. Ancak bunun ilk başvuru yeri hastanenin kan tahlilleri laboratuvarı değil savcılıktır. Siz savcılığa suç duyurusunda bulunursunuz. Savcılık da sizin istediğiniz doğrultuda gereken araştırmayı başlatır.
Sadece bu konuda bir düzeltme yapalım.
Şüphe üzerine savcılığa gitmek zorunluluğunuz yoktur.
Yani savcılığa gitmeden de hekim önerisi alarak veya almadan
özel bir laboratuvara gidebilir ve
kanınızda siyanür olup olmadığına baktırabilirsiniz.
Nasıl ki istediğiniz zaman idrar tahlili,
kan sayımı yaptırabiliyorsunuz,
bu da aynı durum.
Buna kimse karışamaz.
Devamını da aktarayım.
Eğer tahlil sonucunda
kanınızda yüksek siyanür düzeyine rastlanırsa
hekim bu durumu adli makamlara bildirmekle yükümlüdür.
Bildirmemesi suçtur.
İlgili laboratuvarın adli makamlara bildirme
zorunluluğu var mı bilmiyorum ama olması gerekir.
Yalnız Çınar
04-09-2006, 17:57
www.ttb.org.tr den
28 Temmuz 2006
BASIN AÇIKLAMASI
İNSAN SAĞLIĞININ BEDELİ ALTINLA ÖLÇÜLEMEZ !
Uşak il’i Eşme İlçesi merkez ve bazı köylerinde yaşayan yüzlerce yurttaşımız; 27 haziran 2006 gecesi "baş ağrısı, mide bulantısı, nefes almakta zorlanma, bacaklarda ve kollarda uyuşma, ishal vb." yakınmalarla sağlık kuruluşlarına başvurmuştu.
Eşmeli hastaların istemleri üzerine 29 Haziran Perşembe ve 30 Haziran Cuma günleri bazı yurttaşlardan kan örnekleri alınmıştır. Toplam dokuz kişiye ait kan örneklerinde siyanür tahlili yaptırılmıştır. Ayrıca alınan sekiz tüp kan ise yetkili makamdan onay alınmaksızın işlem yapıldığı gerekçesi ile Eşme Kaymakamlığı tarafından el konulmuş ve tahlile gönderilmemiştir.
Kan siyanür düzeyleri temel literatüre göre sigara içenlerde 0.041 miligram/litre, içmeyenlerde ise 0.016 miligram/litredir. Analiz sonuçları incelendiğinde en düşük 0.18 miligram/litre, en yüksek 0.64 miligram/litre ölçüldüğü ve dokuz kişinin de kan siyanür düzeylerinin belirtilen sınırların çok üzerinde olduğu görülmektedir. Bu sonuçlar olayın ortaya çıktığı ve hastalarda şikayetlerin görüldüğü tarihten en az iki gün sonra alınan örneklerde elde edilmiştir. Siyanürün vücuda alındıktan 65 saat sonra alındığı miktarın yarısına kadar azaldığı dikkate alınırsa kan örneklerinin etkilenmenin hemen sonrası alınmış olması durumunda siyanür düzeylerinin daha da yüksek bulunacağı tahmin edilebilir.
Tahlil sonuçları, “zehirlenmelerin bir kısmının siyanürden kaynaklanmış olabileceği” kuşkularını daha da güçlendirmiştir.
Benzer yakınmalarla yöredeki sağlık kuruluşlarına başvuranların bir bölümü kanalizasyonla kirlendiği iddia edilen suyu kullanmadıkları halde hastalanmaları söz konusudur ve hastaların ortak yakınmaları sinir sistemi tutulumuyla açıklanabilecek bulgular olup siyanür zehirlenmesine uymaktadır.
Uşak Valiliği tarafından yapılan açıklamalarda hastalanmaların şebeke suyunun kirlenmesine bağlı enfeksiyon nedeniyle ortaya çıktığı belirtilerek bunun kanıtı olarak su ve hasta dışkılarından alınan örneklerin analiz raporları değerlendirildiğinde ise çelişkiler vardır.
Su şebekesine kanalizasyon karışması halinde kimyasal analizde saptanması gereken amonyak, nitrit ve nitrat 28 Haziran 2006 tarihli su örneklerinde saptanmamıştır. 28 Haziran 2006 tarihinde su şebekesinden alınan ve saat 05.00’de ekildiği belirtilen 11 örnekten 6’sında koliform bakteri saptanmış, 5 örnek temiz bulunmuştur. Yine aynı tarihte alınıp kaçta ekildiği belirtilmeyen 5 örnek de temiz bulunmuştur. Ancak bu sonuçlar sağlık kuruluşlarına başvuran 1000’in üzerindeki insanın sudan kaynaklanan bir hastalığa yakalanmış olabileceğini açıklayamamaktadır. Çünkü sudan alınan hastalık etkenlerinin kuluçka süreleri göz önünde bulundurulduğunda bu kadar kısa zamanda hastalık oluşturması beklenmez.
Sonuç olarak;
• Bölgede meslektaşlarımızca hastalardan alınan kanlarda gereken incelemelerin yaptırılmaması kamuoyundan bazı gerçeklerin saklandığı izlenimi uyandırmaktadır. Yapılması gereken Çevre ve Sağlık Bakanlıklarının yanı sıra ilgili meslek örgütleri, üniversiteler ve toplum kuruluşlarından destek isteyerek gerekli incelemelerin yapılmasıdır.
• İl sağlık müdürlüğünün siyanür zehirlenmesinden kuşku duyulan bir bölgede alınan kan örneklerinde niçin arsenik baktırdığı anlaşılamamıştır. Bu sonuçlara bakarak yöre insanına sonuçların negatif olduğu yönünde yanlış bilgi aktarılmamalıdır.
• Sağlık Bakanlığı’nın deneme üretimine başlayan Kışladağ Altın Madeni ve Kimya Tesisinden kaynaklanabilecek siyanür zehirlenmelerinin saptanması ve gerektiğinde hastaların tedavisi için hazırlanmış bir önlem ve tedavi protokolünün olmadığı görülmektedir. Bu eksiklik meslek kuruluşlarının üniversitelerin ve ilgili tarafların görüşleri alınarak süratle giderilmelidir.
• Siyanür liçi yöntemiyle çalışan altın madeninin bulunduğu Ege Bölgesi’nde olası zehirlenmelerde kandaki siyanürü saptayabilecek bir laboratuvar yoktur.
Anayasa’nın 56.maddesi; “…Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir…” demektedir. Anayasanın bu kuralı gereği, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için risk oluşturmadığı bilimsel çalışmalarla ispatlanana dek Kışladağ Altın Madeni işletmesinin faaliyetleri durdurulmalıdır. Türk Tabipleri Birliği bilimsel bir heyet oluşturarak gerekli incelemeleri başlatmıştır, sonuçlarını en kısa sürede kamuoyunun bilgisine sunacaktır.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ
Yukarıda yapılan basın açıklaması sonunda algılanması çok çok önemli olan bir nokta var. Türk Tabipler Birliği Kışladağ altın madeninin faaliyetleri durdurulsun diyor. Ancak tüm altın madeni kapatılsın diyenler gibi DEĞİL... Arada bir fark var...
''Çevre sağlığı ve canlı yaşamı için risk oluşturmayacağı bilimsel çalışmalarla ispatlanana dek''... diyor. Asıl üzerinde durulması gereken bu ifadedir.
Altın madenleri işletmeye açılır, gerekli kanuni düzenlemelerin yanı sıra, çevre ve canlı sağlığına zarar vermeyecek tedbirler eksiksiz alınırsa bunun kime ne zararı olabilir. Ola ki; işletmeci alınan tedbirlerde titizlikle uygulamaya riayet etmiyor. Sen Devletsin, denetle kardeşim, suistimale sorumsuzluğa meydan verme. En ağır cezaları uygula. Kapatma hakkın var KAPAT... Bu işi tam istenilen düzeyde tedbirleri alacak işletmecilere yeniden ihale et...
Bunu yapacak güç Devlette yok mu?
Yoksa bile bu işi bu şekilde yapacak düzenlemeleri çıkartamaz mı?
Tüm bunlardan sonra net olarak şunu söylüyorum arkadaşlar; her türlü tedbirin gerçekten alındığı, kimsenin zarar görmeyeceği yapıya getirilmiş bir altın madeninin işletilmesinin ülkeye zarar getirmeyeceğini, bunun için mücadele edilmesinin doğru olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Yoksa medyadaki bazı çığırtkan yazarlar gibi, herşeyi kötülememeliyiz. İhtimalleri bile kesin sonuçmuş gibi halkın önüne koyanlarla birlikte, bu işe körü körüne hayır dememeliyiz.
Eğer gazeteci olsaydınız,(tabii yukarıda tanımladığım türde) TürkTabipler Birliği Bildirisinden şu manşeti elbette atabilirdiniz. TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ KIŞLADAĞ ALTIN MADENİ KAPATILSIN dedi...
Gazeteleri, sadece başlıkları okumakla yetinen, okuma tembeli bir millet olarak sonra veryansın edersiniz Türk Tabipler Birliğine...
Herşeyi doğru anlayan doğru araştıran bir toplum olmamız özlemi içinde
Saygılarımla Esenlikler Diliyorum...
Bu mantıkla hiçbir sanayi kuruluşuna Cumhuriyet kurulduğundan bu yana izin verilmemeli idi. Hele hele otomotiv sektörüne asla. Zira taraf olmaya çalıştığımız Kyoto Protokolüne göre, karbodioksit emisyonunu 1994 yılı ölçeklerine çekmemiz gerekiyor. Linkini verdiğin sitede her halde bunun da maliyet hesabı çıkartılmıştır.
Bu hesaplamalara göre hareket edilmiş olsaydı, bu gün için hepimiz evimize ve işimize at arabaları veya atlı tramvay gibi toplu taşım araçları ile gidip gelirdik.:))
Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye “altın çağı”na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 160 milyon tondur.
Doğru okumuyorsunuz, sizin için önemli kısımları kalınlaştırmak ve renklendirmek gerek.
Yalnız Çınar
04-09-2006, 22:19
Herşeyi doğru anlayan doğru araştıran bir toplum olmamız özlemi içinde...
Saygılarımla esenlikler diliyorum...
Son yazımdan son cümlelerimi alıp başlıyorum. Bazen cümleler yazıların sonunda bir anlam taşırken bazen de bu cümleler bir yazının ana fikrini üzerinde taşıyabiliyorlar.
Bu sözleri malina'nın benim için yazdıklarından önce yazmış olmam çok enteresan bir tesadüf. Özlemim diye ifade etmekle yanılmamışım anlayan toplumu. Gerçekten okuduğunu anlayan toplum hepimizin özlemi demek ki. Tıpkı malina'nın da başkalarının yazdıklarının anlaşılabilmesi için yazıları koyulaştırmak ve renklendirmek gayretleri gibi.
Okuduklarımı anlamak gibi bir yetenekten yoksun değilim. Okuduklarımı çok net anlıyorum. 83 yıl ve 1 yıl arasındaki zaman farkını da ölçebilecek yetenekteyim ve matematik derslerimize de beden eğitimi **** coğrafya öğretmeni gelmedi.
Yazımda anlattıklarım genele yayılan ifadelerin otomotiv seköründe tekile indirgenmesi idi. Üstelik egzos gazı da olsa, sanayi atıkları da olsa, bir yıllık da olsa, seksenüç yıllık da olsa, bir günlük de olsa çevreye verilen zarar gözardı edilecek bir unsur değildir. Bunu hiç savunmadım ki; bu kanıya nereden varıyorsun.
Bundan sonra yazdığım her yazının altına bir de malina için mealini(tercümesini) yazmak zorunda kalacağım galiba...:))
Herşeyi doğru anlayan doğru araştıran bir toplum olmamız özlemi içinde...
Saygılarımla esenlikler diliyorum...
(Haa sahi bir de şunu belirtmek istiyorum. Bundan sonra bu tarz ifadeleri yanıtlamayacağım. Zaman kaybından başka birşey olmadığını düşünüyorum.)
Yalnız Çınar
04-09-2006, 22:47
Sevgili eskimo;
çok kapsamlı araştırıp yazıyor, bilgilenmemizi arttırıyor ve hızlandırıyorsun. Senin deyiminle '' bilgilenmeye devam''.
Net olarak bilmek istediğim şu;
Bergama ve diğerleri, tüm altın madenleri mutlaka tamamen kapatılsın mı?
Bu konuda kendi fikrini net olarak deklare eder misin?
Bilgilendirme adına yaptığın tüm çalışmalar çok güzel, çok başarılı. Takdir ediyorum ama tam olarak senin fikrinin ne olduğunu da merak ediyorum doğrusu?
Tüm zararlı etkenler ortadan kaldırılsa ve bu çalışmalar bilimsel olarak kanıtlansa, çok sıkı denetim mekanizmaları oluşturulup hayata geçirilse, kanuni düzenlemeler ile maden kapandıktan sonra bile oluşabilecek olumsuzluklardan işletmeci sorumlu tutulacak olsa bile tüm altın madenleri veya diğer madenler kapatılmalı mı?
Düşüncelerini öğrenebilir miyim?
Sağlık ve esenliklerle...
Artvin, altın mücadelesini kazandı
02-08-2006
birgun.net
BAHAR ERKUM
Uluslararası çevre örgütleri tarafından dünyanın en zengin ve risk altındaki 25 karasal eko-sisteminden biri olarak seçilen; bünyesinde Avrupa ve Orta Asya'nın en büyük doğal yaşlı ormanlarını, izp'ı endemik 1400 bitki çeşidini ve koruma altına alınan 76 hayvan türünü barındıran Artvin, siyanürlü altın işletmeciliğini de içeren maden işletmesine karşı yürüttüğü mücadeleyi kazandı. Erzurum 2. İdare Mahkemesi, önce Cominco ardından Artvin Bakır Maden İşletmeleri AŞ. tarafından Kafka-sör Cerrahtepe mevkiinde yürütülmek istenen madencilik faaliyetlerinin iptaline oy çokluğuyla karar verdi.
MTA RAPORUNA RAĞMEN
Artvin'deki ilk maden arama ruhsatı Maden Tetkik Arama (MTA) Kurumu'nun 1988'de yayınladığı rapora rağmen aynı yıl verilmişti. MTA; 88 yılı sonunda yayınladığı, "Artvin ilinin jeolojisi ve doğal kaynakları" çalışma raporunda; şehrin heyelan alanı üzerinde kurulduğu ve Cerrahtepe'deki madenin işletilmesi durumunda, patlamaların bölgedeki heyelanı doğal olarak tetikleyeceğini açıklamıştı. Artvinlilerin sahip oldukları doğal mirası koruma ve geleceğe aktarma mücadelesi, 1995 yılında Yeşil Artvin Derneği'nin kurulmasıyla başlayacak; mitingler, imza kampanyaları, gözaltılar 1998'de Cominco'nun çalışmalarını durdurmak zorunda kalmasıyla ilk başarısına ulaşacaktı.
MÜCADELEDE İKİNCİ DÖNEM
2004 yılında Cominco'nun ruhsatının Artvin Bakır Maden İşletmeleri A.Ş. adına yenilenmesiyle çevre mücadelesinin ikinci dönemi başladı. İmza kampanyaları ve davalar sonuç verdi; Erzurum 2. İdare Mahkemesi, 2005 yılında iki kez yürütme durdurma kararı aldı.
Davalı işletme, kararın kaldırılması için Erzurum Bölge İdare Mahke-mesi'ne açtığı davayı kazandı. Çıkarılacak madenin ülke ekonomisine yüzde ikilik katkısına rağmen, ödenecek çevresel bedellerin ağırlığı; Erzurum 2. İdare Mahkemesi'nde görülen davada dikkate alındı ve mahkeme 26 Haziran 2006 tarihinde madencilik faaliyetlerinin iptaline karar verdi. Kesilmekten kurtulan 8 bin 816 ağaç, 76 tür hayvan, dünyanın en yaşlı ormanları ve Artvinli olmayı, "Artvinlilik, sahip olduğu dünya mirası bir doğayı korumayı gerektirir," diyenler kazandı.
Yalnız çınar,soruna mecazi ve insani bir cevap vereyim.
Evimi,eşimi ve (olsaydı) çocuklarımı,birde kullanması için evin kasasındaki(olsaydı :) 5 kg altını, çok iyi bakmak şartı ile benden kiralamak isteyen ve bunun karşılığında bana bir bedel ödemek isteyen birine verir miydim sizce?
Bu vatanın bir karış toprağı dahi yabancılara ve taşeronlarına verilemeyecek ve kullandırılamayacak kadar kıymetli.
Kesilmekten kurtulan 8 bin 816 ağaç, 76 tür hayvan, dünyanın en yaşlı ormanları
Yukarıdaki alıntı bence son nokta olmalı.
Yalnız Çınar
05-09-2006, 15:13
Yalnız çınar soruna mecazi ve insani bir cevap vereyim.
Evimi,eşimi ve (olsaydı) çocuklarımı,birde kullanması için evin kasasındaki 5 kg altını, çok iyi bakmak şartı ile benden kiralamak isteyen ve bunun karşılığında bana bir bedel ödemek isteyen birine verirmiydim sizce?
Bu vatanın bir karış toprağı dahi yabancılara ve taşeronlarına verilemeyecek ve kullandırılamayacak kadar kıymetli.
Sevgili eskimo;
Fikirlerini öyle hassas bir düzleme çekip ifade etmişsin ki; bu konuda hiç kimsenin söyleyecek birşeyi olması asla mümkün değil. Bu ifade ediş şeklini senin duygularının yoğunluğu ile özdeşleştiriyorum. Samimi duyguların olduğuna inandığım için bu konu da ancak seni takdir eder ve saygı duyarım. Ancak bir başkası bu konuyu bu şekilde ifade etseydi, onun için konuyu cevaplamamak için suiistimal ediyor diye düşünürdüm(Yani konuyu egzejare ediyor derdim.) Tabii ki; senin için böyle düşünmüyor saygı duyuyorum.
Böyle birşeyi senden istediğime göre denkliğin sağlanması adına benim de düşüncelerimi senin için deklare etmem gerekiyor.
Herşeyden önce bilmeni isterim ki; bu konudaki hasasiyetimi daha önce yazmış olduğum tüm mesajları incelersen net olarak anlayacaksın. Yine de ifade etmek gerekirse, bizler için vatanın kutsallığı anamızdan bacımızdan, yarimizden ve de evlatlarımızdan önce gelir.
Henüz 20 yaşında fidan olan evlatlarımızı askere gönderirken hala, onları son bir kez bağrımıza basıp, koklayıp, tıpkı yare uzatılan karanfiller gibi şehit olmaya gönderiyoruz, vatanın her hangi bilmediğimiz bir yerine...
Bundan da asla gocunmuyor, yüksünmüyor ve de hiç tereddüt duymuyoruz. Onları da bu bilinçle yetiştiriyoruz.
Bu vatanın değil bir karış toprağını, bir tek kumtanesini bile çiğnetmeyiz yabana, bastırtmayız, yüz dahi sürdürmeyiz. Toprağına dökülen kana leke olur diye...
Haklı olarak da canımızı cananımızı bedel koyduğumuz bu hassasiyetin başkaları tarafından da saygıyla karşılanmasını ve aynı hassasiyetin herkes tarafından gösterilmesini bekleriz.
Yine de söylemeliyim ki; yanıtını almak istediğim sorumun bunlarla direkt bağlantısı yok. Bunlar manevi bağlamda atılan hamasi nutuklara çok benziyor eğer içlerinde samimiyet yoksa.
Konunun ifade bulması gereken düzlem bu değil. Bu bağlamda diyorum ki; alınması gereken tüm tedbirler, öncesi, çalışma dönemi ve sonrasında, alınıp bunlarında yeterliliği bilimsel anlamda kanıtlandıktan sonra ve kimsenin zarar görmeyeceği kanuni düzenlemeler yapıldıktan sonra, gücü yeten varsa, yabancı olmaması kaydı şartı ile, gerekli uygun teknolojileri de transfer ederek, bu işletmeler hayata geçirilmelidir.
Biliyorum ki; bu varlıkların üzerine kuluçka yatar gibi yatmak, onları çoğaltmayacak ve daha değerli kılmayacak.
Yine de sağduyunun kazanmasını, kimsenin zarar görmemesini diliyor, varlık içinde darlık çekip, bu varlıkların dünya varlıkları fakirleşirken, kimselerin hayvani iştahlarını kabartmadan, kazanılıp ülkemiz refahı için kullanılmasını arzu ediyorum.
Saygılarımla esenlikler dilerim...
KAZDAĞLARI'NDA ALTIN MADENİ BULUNDU!..
Kazdağı eteklerindeki Kısacık köyü yakınlarında önemli bir altın rezervi tespit edildiği bildirildi.
08 Kasım 2006 Çarşamba 16:45
Çanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı Kazdağı eteklerindeki Kısacık köyü yakınlarında, MTA tarafından 8 yıldır yürütülen çalışmalar kapsamında önemli bir altın rezervi tespit edildiği bildirildi.
MTA Kuzeybatı Anadolu Bölge Müdürü Vekili Ramazan Konakbay, yaptığı açıklamada, Ayvacık'a bağlı iki bölgede 8 yıldır altın arama çalışmalarının yürütüldüğünü, bu çalışamlar kapsamında Kısacık köyü yakınlarında önemli bir rezerve rastladıklarını söyledi.
Bu rezerv üzerinde, üç yıldır 7 bin metre derinliğe kadar sondaj yapıldığını belirten Konakbay, sondajla elde edilen numunelerin, analiz için Kanada'ya gönderildiğini bildirdi.
Analiz sonuçlarına göre, bu bölgenin Maden İşleri Genel Müdürlüğüne devredilerek, işletmeye açılması için ihale düzenleneceğini ifade eden Konakbay, 'Ayvacık'ta MTA'ya ait iki ruhsatlı saha var. Bu alan içinde 8 yıldır altın arama çalışmaları sürdürülüyor. Bugüne kadar, altın arama işi için 2 milyon dolar harcama yapıldı' dedi.
Bir ton toprakta, 1 gram altın bulunmasının, o bölgede altın arama çalışmalarının yürütülmesi için yeterli bir miktar olduğunu anlatan Konakbay, şunları kaydetti:
'Bizim bölgemizde, bir ton toprakta en fazla 35 gram altın elde edildi. Bu bölgemiz adına önemli bir altın rezervidir. Sahayı 2007'de Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü'ne devredeceğiz. Bazı köylüler, sondaj aşamasında siyanür ve çeşitli kimyasallar kullandığımızı düşünüyorlar. Bu kesinlikle doğru değil. Buranın işletmeye açılması için ÇED raporu alınacak.' Ayvacık Belediye Başkanı Ünal Şahin ise Ayvacık bölgesinde bulunan altın rezervinin ekonomik açıdan önemli olduğunu söyledi.
Bu altın rezervinin, çevreye zarar verilmeden kullanılmasını istediklerini belirten Şahin, siyanür kullanılmasına karşı olduklarını sözlerine ekledi.
www.habervitrini.com
"Kazdağları'nda Altın Aramaya Son Verilsin"
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Balıkesir Üniversitesi, Çanakkale Belediyesi, TÜBİTAK ve ÇABİSAK'ın 22-25 Haziran'da düzenlediği, Kazdağları 2. Ulusal Sempozyumu'nun sonuç bildirgesinde, altın ve maden çalışmalarının derhal durdurulması talep etti.
Çanakkale Olay
30/06/2006 BİA (Çanakkale) - Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ), Balıkesir Üniversitesi, Çanakkale Belediyesi, TÜBİTAK ve ÇABİSAK tarafından 22-25 Nisan tarihlerinde düzenlenen, "Kazdağları 2. Ulusal Sempozyumu"nun sonuç bildirgesi açıklandı.
Düzenleme Kurulu yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'nin güzel coğrafyasında yer alan ve mitolojideki adı "İda" olarak bilinen Kazdağları'nın taşıdığı tarihsel, toplumsal, kültürel ve ekolojik değerleri nedeniyle, yeryüzünün önemli yaşam kaynaklarının başında geldiği belirtti.
Kurul, Kazdağları'nda 66 bin 490 dönüm alanda, ÇED raporu belirlenmeden yapılan maden ve altın arama çalışmaları nedeniyle bölgedeki yaşamın çok büyük risk altına girdiğini belirtti.
Koruma altına alınmalı
Kurul, yaklaşık 258 bin hektarlık alana yayılan ekolojik, kültürel, toplumsal, tarihsel ve bioklimatik özellikleriyle bütünlük gösteren Kazdağları'nı, başta yangınlar olmak üzere biotik ve abiotik bir çok tehlike beklediği, bu nedenle tamamının koruma altına alınması gerektiği ifade etti.
Kazdağları'nın tüm kültür zenginliklerinin, kuşaktan kuşağa korunarak aktarılmasının öncelikli güvencesinin, eğitim ve bilinçlendirmeyi güçlendirici bir eylem programının yaşama geçirilmesi olduğu belirtti.
Öncelikle ilköğretim okullarında yörenin çevre ve kültür değerlerini tanıtan ve önemini öğreten ders veya seminerler düzenlenmesi kararlaştıran kurul, Yöre insanlarına ve köylülerine doğa ve kültürü koruma gerekliliğiyle bunu gözeten turizm anlayışının yanı sıra, ev ve aile pansiyonculuğu konusunda çevre bilinciyle doğanın dilini öğretecek biçimde eğitim verilmesi gerektiği ifade etti.
Kazdağları enstitisü kurulmalı
Sempozyumun sonuç bildirgesinde ayrıca, Kazdağları'nda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve Balıkesir Üniversitesi tarafından ortaklaşa "Kazdağları Enstitüsü" kurulması önerisi getirildi.
Değişik meslek gruplarından uzmanların görev alacağı bu enstitü tarafından, Kazdağları'nda araştırma yapan üniversitelerin ormancılık örgütüyle işbirliği yapılarak, üretilecek ortak projeler sonucu, Kazdağları'nın bilimin koruması altına alınması gerektiği vurgulandı.
Çalışmalar derhal durdurulmalı
Kurul, Kazdağları'nın yakın çevresinde kurulu bulunan ağır sanayi ve termik santrallerin, bölgedeki biyolojik çeşitliliğe verdiği zararların, bilim dünyası tarafından sıkça dile getirildiği hatırlattı.
Ulusal ve evrensel değerleri nedeniyle Kazdağları'nda yeni maden işletmelerine izin verilmemesi, verilen altın arama ruhsatlarının iptal edilmesi, yargı kararlarına uyularak santrallerin faaliyetlerinin durdurulması gerektiğini belirtti.
Selahattin Yılmaz
03-01-2007, 22:10
Bu tartışma aşağıdaki bilgiler olmadan devam edemez. ;) :o ;)
Keşif: Kaşifler binlerce yıldır altın aramaktadırlar.Altın ilk kez nehir ve dere yataklarında bulunmuştur.1848'de California'daki büyük altına hücum hareketinden hafızalarda kalan,gözü pek altın arayıcılarının zaman zaman bellerine kadar suyun içindeki araştırmalarıdır.Bugün bile bazı altın arayıcıları hala uzak bölgelerde çabalamaktadır.Altın hala bu yöntemle bulunabilir.Nehir yataklarındaki altına alüvyon altın denir.Fakat yıllar geçtikçe, çoğu altın yüzeye daha yakın yerlerde bulunmuştur. Bugün dünyanın büyüyen ihtiyaçlarını karşılamak için altın madencilikte çıkarılmak zorundadır. Altın kayaların damarlarında, bazen de yerin binlerce feet altında bulunmaktadır.Orada olduğunu nasıl bileceğiz ? Madenin nerede olduğunu nasıl bileceğiz? Bugün altın keşfi geçmiştekinden daha farklı.Bu işlem en son teknolojiyi gerektirir. Bazen uzay istasyonlarında alınan dünyanın kızıl ötesi fotoğraflarıyla işe başlanır. Amerikan Jeolojik Araştırma,altın bulunabileceği muhtemel dünya yüzeyindeki farklı bölgeleri araştıran uzman jeologlar için bu tip haritaları çıkarmıştır.Bu bölgelerin yakın çekim hava fotoğrafları alınır ve dikkatlice analiz edilir.Neticede,kazı ekipmanları en vaat veren bölgeye gönderilir.
Kazı ve Mühendislik: Delme işlemi için kullanılan aletler kayada altın olup olmadığını,hangi derinlikte olduğunu,kalitesini ve sınıfını öğrenebilmek için kayadan örnekler alırlar.Örnekler, laboratuarda kimyasal analize tabi tutulurlar.Kazma işlemi, tabakanın büyüklüğünü,derinlik ve kalitesini belirlemeye yardımcı olmak için bölgenin birçok yerinde tekrarlanır.Bu yolla bölgenin haritası çıkarıldıktan sonra, maden mühendisleri, altın madeninin değerinin, onu çıkarma ve işletmek için gerekli maliyetten fazla olup olmadığını araştırırlar.Daha sonra bu bölge için en iyi maden türünün nasıl olacağına karar verirler.Altın tabakasının derinlik ,çevresindeki arazi,ulaşma ve çıkarma esnasındaki potansiyel zorluklar,suyun mevcudiyeti,bina ve yolların nereye konacağı ve son yıllarda büyük önem taşıyan doğal hayat ve çevreye etkisi gibi birçok konuyu hesaba katmak durumundadır.Maden mühendisleri,araştırmacılar,çevrebilimciler ve devlet görevlileriyle yakın temas halinde çalışırlar. Eğer altın tabakası, yüzeyden çok derinde değilse mühendisler genellikle açık bir maden ocağı tasarlar.Tabaka daha derinse, bir yeraltı madeni oluşturabilirler.Altının bulunması ve çıkarılması arasındaki süre 5 yıl kadar olabilir. Bu planlama ve işleme aşaması, ilk ons altın çıkarılmadan önce,yüz milyonlarca dolar gerektirebilecek kadar pahalı bir iştir.
Madencilik ve İşleme
1- Maden ocağı tasarlandıktan ve inşa edildikten sonra, patlama oluşturmak için delikler açılır ve cevherden alınan örnekler metalürjik karakterlerini ve sınıflarını belirlemek için incelenir. Kırılan kaya,verimlilik tiplerine göre işaretlenir.
2- Metalürjik bileşimine dayanılarak, raportör,kamyon operatörlerine ,maden cevherini doğru işleme bölgesine taşıması için emir verir.
A) Düşük kalite cevher, kabaca iri parçalar halinde kırılır.Bu parçalar dikkatli bir şekilde sıralanır.Sonra yığının üst yüzeyinden inceltilmiş siyanür solüsyonu dökülür.Solüsyon yığının içine süzülür ve siyanür altını eritir.İçinde erimiş altın bulunan solüsyon daha sonra toplanır.
B) Yüksek kalitede cevher, toz haline getirildiği ezici bir makineye taşınır. Metalürjik özelliklerine dayanılarak, cevher 3 geri kazanma evresinden biri ile işlenir.
1-Okside olmuş cevher,siyanür vasıtasıyla eritilir.
2-Karbon içeren kırılmış cevher, içindeki kükürt ve karbonun yanması için, 1000 fahrenheit ‘ten fazla bir ısıya tabi tutulur.
3-Karbon içermeyen kırılmış cevher,oksitlenir. Bu yolla altın kükürt minerallerinden arındırılmış olur.
4- İşlenmiş, yüksek kalite cevher, siyanürle işleme tabi tutulur. Daha sonra altın bu
solüsyondan absorbe edilir. Geri kalan siyanür, yeniden kullanılır hale getirilir.
5- Karbon yüklü altın, bir kaba konur.Burada altın kimyasal olarak karbondan sıyrılır.Arta kalan karbon da tekrar kullanılmak üzere geri kazanılır.
6- Altın, elektrolize edilerek **** kimyasal yer değiştirme vasıtasıyla solüsyondan ayrıştırılır.
7- Saf olmayan altın, %90’a varan altın içeren kalıplar halinde eritilir.Kalıplar daha sonra, 0,999.9 saf haline dönüşeceği dış rafineriye gönderilir.
Arıtma: Arıtma, altını diğer metallerden ayırma ve temizleme işidir.Rafineriye giden altın ya geri kazanılacak bir hurda **** cevherden külçe haline gelecek değişim işlemin son sahnesindedir.
Son arıtma işlemi normalde 2 adımdan oluşur;
İlk önce ham altın eritilir.Eriyen metalin içinde klor, kabarcıklar halinde yükselir.Altının içindeki diğer metaller chloride dönüşür ve yüzeye çıkarlar.Bu işten %99.5 oranında saf altın üretilir.Altın, daha sonra pozitif elektrot içine dökülür.Pozitif elektrotlar, bir elektrolitik hücreye yerleştirilir.Akımın geçmesiyle %99.99 oranında saf altın negatif elektrotta toplanır.Çoğu altın ürünleri ve alaşımları için, başlangıç materyalleri olarak %99.99 oranında altın gereklidir.
Geri Kazanma: Her madenin belli bir ömrü vardır.Birkaç yıldan sonra mevcut altının büyük bir kısmı çıkarıldığında o maden tükenmiş sayılır. Eski zamanlarda, tükenmiş madenler öylece terk edilirlerdi.Ancak bugün durum değişmiştir.Sıkı çevresel ve madencilik standartları, üzerinde maden çıkarılan bölgenin yeniden verimli hale getirilmesi **** kendi doğal konumuna mümkün olduğunca uygun restore edilmesini öngörür. Geri kazanma için detaylı planlar daha maden kurma izni alma aşamasında devlet yetkililerine bildirir.Gelişimler çevre bilimciler ve mühendisler tarafından sürekli izlenir. Madenin çalıştırıldığı süre boyunca da doğal yaşamını ve özellikle soyu tükenmekte olan türleri korumak üzere sıkı ölçümler yapılır.Islak olanlar ve diğer doğal kaynaklar tamamen korum altına alınır ve madencilik çalışmasının bitmesinden az önce geri kazanma ile ilgili çalışmalarda başlar. Toprağın düzeltilmesi, bitki ve ağaçların dikilmesi.... gibi.
Araziyi yeniden kazanma, günümüz madenciliğinin, o kadar önemli bir parçası haline gelmiştir ki, işlem bittiğinde o arazi üzerinde bir maden bulunduğunun anlaşılması neredeyse imkansızdır.Hatta bazı araziler bu işlemden sonra eskisinden çok daha güzel görünmektedir.Geri kazanma, altın madenciliğinin en son aşamasıdır
Altın Hakkındaki Gerçekler
Altın binlerce yıldır,uygarlıkların sosyal ve ekonomik dokusunda önemli bir rol oynamıştır. Altın eşsiz bir özellikler kombinasyonu sunar. Bu özellikler onu, birçok ekonomik, endüstriyel ve tıbbi uygulamalarda yaşamsal önemi olan bir materyal yapmıştır.Bu özellikler;
Aşınmaya karşı direnç
Elektrik iletkenliği
Kolay işlenebilirlik
Kızılötesi (ısı) yansıtması
Termik iletkenlik
Para
Altın ilk kez M.Ö 1091’de Çin’de,ipeğe alternatif bir değişim aracı olarak yasallaştırıldı. Altın, hala evrensel bir değişim aracı olarak kabul edilir.
Dünyanın her yerinde milyonlarca insan, altını,enflasyona karşı bir engel,ekonomik ve politik dalgalanmalar esnasında basit ve güvenilir bir yatırım aracı olarak kullanmaya devam etmektedirler.
Aşınmaya Karşı Direnç
Altın metallerin içinde en tepkimesiz olanıdır.Doğal ve endüstriyel çevre için tehlikesizdir.Altın, hiçbir zaman oksijenle (elementlerin en aktif olanlarından biridir) tepkimeye girmez.Bu onun patlamayacağını **** kararmayacağını gösterir.
Elektrik İletkenliği
Altın tüm metallerin içinde elektriği en iyi ileten metaldir. Yüklenmiş partiküller elektrik akımı vasıtasıyla akarken, iletken metaller akımın engelsiz bir şekilde geçmesine olanak verir. Altın -55 °C’den +200°C’ye kadar çeşitlilik gösteren ısılarda çok küçük elektrik akımlarını bile iletebilme özelliğine sahiptir.
Kolay İşlenebilirlik
Altın tüm metallerin içinde en kolay şekillenebilir olanıdır.Kırılmadan çok ince teller haline getirilebilir.Sonuç olarak,tek bir ons altın 5 millik çok ince bir tel haline getirilebilir.Altın olağanüstü ince tabakalar halinde genişletilebilir veya şekillendirilebilir. 1 ons altın yaklaşık 10 metrekarelik bir tabaka haline dönüştürülebilir.
Kızılötesi Işınları Yansıtması
Altın,kızılötesi enerjiyi en çok yansıtan, ışığı en az emen materyaldir. Saf altın kızılötesi ışınların %99'unu yansıtır.
Termik İletkenlik
Altın aynı zamanda termik enerji ve ısı için mükemmel bir iletkendir. Örneğin %35 altın içeren bir alaşım,ısının 3300 dereceye ulaşabildiği, uzay mekiklerinin ana motorlarının enjektörlerinde kullanılır.Altın alaşımı yüksek ısılara karşı koruma sağlayan en dayanıklı ve uzun ömürlü materyaldir
Altın Tarihinde Önemli Dönemler
Altın tahminen ilk önce toprak yüzeyinde bulundu ve tarih öncesi insan tarafından bir alt olarak kullanıldı.Gelişmiş altın obje ve mücevherler arkeologlar tarafından M.Ö 3000 yıllarında, güney Irak-Urdaki kraliyet mezarlarında bulunmuştur.Bunun gibi Peru'daki CHAVİN uygarlığındaki Altın ustaları da MÖ 1200 civarlarında altını döverek ve kabartma işlemiyle süs ve ziynet eşyaları yapıyorlardı.
MÖ-4000:Altın ilk kez orta ve doğu Avrupa'nın bazı bölümlerinde kullanıldı.
MÖ-3000:Mısırlılar altının diğer metallerle alaşımı ve yaprak şeklinde işlenmesi sanatında ustaydılar.
MÖ-1500:Şekel (miskal),orta doğuda altının standart ölçü birimi olarak kullanıldı.
MÖ-1091:Altın Çin'de bir para birimi olarak yasallaştırıldı.
MÖ-58 :Jullius Caesar Gaul'de (Fransa) romanın borçlarını ödemek için yüklü bir miktar altına el koydu.
MS-1100:Venedik , batı ve doğu arasında ticaret yolları üzerinde olması dünyanın önde gelen altın pazarı olma pozisyonunu korudu.
MS-1511:İspanya kralı Ferdinand kaşifleri "Altın getirin!" emriyle, batı yarıküreye yolladı.
MS-1717:Londra darphane amiri Isaac NEWTON altın fiyatlarını sabitledi bu iki yüzyıl sürdü.
MS-1787: İlk Amerikan altın parası, Ephraim Brasher tarafından basıldı.
MS-1833:Kuzey Carolina, ilk Birleşik Devletler altın hücumuna sahne oldu.Eyalet, 1828 'e kadar PHLADELPHİA'daki Birleşik Devletler darphanesinin tüm altın paralarının yapımına kaynak oldu.
MS-1848: California altın hücumu, James Marshall'ın Amerikan Sacremento nehirlerinin birleşiminde, John Sutter'ın kereste fabrikasının yanındaki su yolunda ilk altın parçasını bulmasıyla başladı.
MS-1850:California'dan dönen Edward Hammog Hargraves bir hafta içinde Avusturalya'da altın bulacağını tahmin etti ve oraya vardıktan bir hafta sonra Yeni Güney Gallerde altın buldu.
MS-1886:George Harison, Güney Afrika'da ev yapmak için taşları kazarken altın buldu.
MS-1887:Glasgovlu doktorlar Robert ve William Forrest ve kimyager John S. Mac Arthur siyanür kullanarak altın çıkartma patendi aldılar.
MS- 1896:İki altın arayıcı kuzey Kanada'daki Klondike nehrinde balık avlarken altın buldu.Alaska Yucon bölgesinin güneyinde daha fazla altın bulunduğu söylentileri, 1898'de 100 yılın son hücumu olan Alaska altın hücumu patlak verdi.
MS-1900:Birleşik Devletler, para birimleri için altın standartlarını benimsedi.
MS-1903:Engelhard derneği altını yüzeylere basmak için organik bir araç yaptılar önceleri dekorasyonda kullanılan araç daha sonra mikro devre baskı teknolojisinin esası haline geldi.
MS-1922:Kral Tutancomo'nun M.Ö(1352) mezarı, yaklaşık 1200 kg'lık tabutun ve yüzlerce altın objenin çıkarılabilmesi için açıldı.
MS-1927:Fransa'daki tıbbi araştırmalar, altının romatizma tedavisinde değerli bir madde olduğunu kanıtladı.
MS-1933:Başkan Franklin D.Roosevelt altın ihracını yasakladı.Altının dolarla değişimini durdurdu. Amerikan halkına sahip oldukları tüm altınları teslim etmelerini söyledi ve altına günlük fiyatlar belirledi.
MS-1934: Roosevelt ,altın fiyatlarını ons başına 35 $ olarak sabitledi.
MS-1935:Western Electric, AT&T telekomünikasyon ekipmanlarının şalterleri için, alaşım # 1'i kullanıma sundu.(%69 altın,%25 gümüş,%6 platinyum)
MS-1947:İlk transistor AT&T BELL laboratuarlarında kuruldu.
MS-1960:Kızılötesi yansımaları maksimize etmek üzere altın kaplı aynalar kullanılmak suretiyle lazer icat edildi.
MS-1961:Modern madencilik Nevada Carlin Trend'de başladı.Bu Nevada 'yı ülkenin en büyük altın madencilik eyaleti yaptı.
MS-1968: Intel, altın devrelerle bağlı 1024 transistorlu bir mikroçip piyasaya sürdü.15 Martta ,altında uygulanan 35$'lık sabit fiyat bırakarak serbest hale getirdi.
MS-1969:Altın kaplı başlıklar aydaki astronotların gözlerini güneş ışınlarından korumak için kullanıldı.(Apollo 11'in aya inişi)
MS-1970:Işık tarafından üretilen elektronları toplamak için altın kullanan aygıtlar icat edildi.Video kameralar da dahil olmak üzere yüzlerce askeri ve sivil aletlerde kullanıldı.
MS-1971:Koloidal altın belirleme sistemi,İllinois Amersham Enstitüsü tarafından piyasaya sunuldu.Küçük altın kürecikleri, dünyanın dört bir yanındaki laboratuarlarında ,hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere, insan vücudundaki
Belli proteinleri ve işlevlerini belirlemek için kullanıldı.
MS-1974: 31 Aralık'ta, devlet,herkesin kendi altınına sahip olması üzerindeki yasağı kaldırdı.
MS-1980:Altın, 21 Ocak'ta gün içinde 870 $'lık tarihi fiyatına ulaştı.
MS-1986:Otomobillerde, güvenilirlik için, altın şalterler kullanılan hava yastıkları ortaya çıktı.
MS-1987:Otomobillerde, güvenilirlik için.altın şalterler kullanılan hava yastıkları ortaya çıktı.
MS-1996:Altın kaplı parabolik teleskop taşıyan Mars Global Ölçüm Uydusu, iki yıl boyunca tüm Mars yüzeyinin haritasını çıkarmak üzere uzaya fırlatıldı.
MS-1997:Senato,vergi mükelleflerine Yardım Yasasını getirir. Bu yasa, Bireysel Emeklilik Hesabı olanlara, %99.5 **** bunu aşan bir oranda olması kaydıyla, hesaplarına altın para **** külçe alma hakkı verildi.
Kaynak (http://www.goldstore.com.tr/index.php?spage=2c1_1)
Bu konuda bir zamanlar maden flotasyon maddeleri pazarlamış bir teknik uzman olarak iki şey atacağım ortaya.
Bakır konusunda.
Artvinde Murgul Borçka'ya çıkıp orayı göreniniz var mı? Ordan Karadenize akan suyun rengine hiç baktınız mı?
bir de buna kıyasla ingilizlerin işletmesi altında olan Çayeli Bakır işletmesi...
dere suyu ve çevre şartları...?
peki bu örnek olarak verdiğim iki işletmenin kapasitesi hakkında bir bilginiz var mı?
Altın konusunda ise kusura bakmayın ama biraz kimyadan anladığım biri olarak 15 yılımı geçirdiğim laboratuarlarda siyanür (toplum bilinci ile ters düşse de) en az çekindiğim. vede en zararsız bir zehir. altını ciyanürden başka bir şeyle flote etmek veya yüzdürmek demek çevreye daha çok zarar vermek daha çok gereksiz kimyasal yük demek.
paki tüm dünyada monitör ve ekranlarda kullanılan strontium un tüm dünyada ancak birkaç yerde olan ve en önemli 3. kaynağının Şebinkarahisarda olduğunu bunun kimlerin elinde neye mal olduğunu getirisini bilen var mı?
herkesler takmış bor a per boratların oksijen bazlı ağartıcılarda kullanıldığını bilen var mı?
ya uludağdaki wolfram madenleri neden kapatıldı?
küre bakır?
bakır madenlerinde takribi % 1 kadar altını izabede kaybetiğimizi bilen var mı?
asıl bilmemiz gerekenleri bilmiyoruz asıl dolaplar gör denilen yerde dönmüyor....
saygılar.
Koza Altın'ın Havran'daki maden ocağı mühürlendi
Koza Altın İşletmeleri AŞ'nin Balıkesir'in Havran ilçesi Küçükdere beldesi Karalar köyündeki altın madeninin, Bursa 3. İdare Mahkemesinin kararı uygulanarak mühürlendiği bildirildi.
Çevreci avukat Senih Özay, İzmir'in Bergama ilçesindeki Ovacık Altın Madenine Havran'dan toprak taşınmasına yönelik iznin iptal edildiğine ilişkin yargı kararının ardından 40 gün boyunca, Havran'daki maden sahasından toprak taşınmasına göz yuman yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını ifade etti.
Senih Özay, Havran'daki altın madenininden Bergama Ovacık Altın Madenine toprak taşınmasına ilişkin ''ÇED raporundan muaf tutularak'' verilen iznin, Bursa 3. İdare Mahkemesinin kararıyla iptal edildiğini hatırlattı.
Bursa 3. İdare Mahkemesinin kararına itiraz edildiğini, ancak bu itirazın reddedildiğini kaydeden Özay, ''Kararla, Havran'daki altın madeninden Bergama'daki Ovacık Altın Madenine toprak taşınmasının ÇED yönetmeliğinden muaf olmadığı ve bu yönetmeliğe göre gerekli izinlerin alınması gerektiği ortaya çıktı. İtiraz reddedilerek karar kesinleşti'' dedi.
Bursa İdare Mahkemesinin 14 Aralık 2006 tarihli kararının kendilerine 20 Aralıkta tebliğ edildiğini belirten Özay, ''Karara rağmen Havran'dan Bergama'ya toprak taşınmasına göz yumuldu. Kamyonlarla harıl harıl Havran'dan Bergama'ya toprak taşındı. Mahkemelerce verilen yürütmenin durdurulması kararlarının, 30 gün içinde uygulanması gerekirdi'' dedi.
KÖYLÜLER TUTANAK TUTTU
30 günlük sürenin aşılmasında yetkililerin hukuki sorumluluklarının bulunduğunu ifade eden Özay, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Köylüler Havran'dan Bergama'daki altın madenine 40 gün boyunca 7 kamyon ile toprak taşındığını tutanak tutarak tespit ettiler. Kamyonlar artık durdu ve maden mühürlendi. Ancak 30 günlük süre fazlasıyla aşıldı. Yargı kararına rağmen Havran'dan toprak taşınmasına göz yuman Balıkesir Valiliği, Havran, Edremit, Burhaniye, Gömeç, Ayvalık, Dikili ve Bergama kaymakamlıkları ile Büyükdere Belediye Başkanlığı hakkında suç duyurusunda bulunacağız.'' Havran'daki maden sahasının çevresinin zeytin ağaçlarıyla dolu olduğunu kaydeden Özay, hukuki mücadelelerini sürdüreceklerini belirterek, ''Havran'dan sadece toprak alınması bile binlerce zeytin ağacının kesilmesi demektir. Arsenik ve diğer ağır metaller nedeniyle bölgede tarım, yer altı suları, turizmi büyük tehlikededir. İnsanların bu kararlılığı karşısında artık devlet de çok uluslu firmalar da bu hevesten vazgeçmelidir. Doğru olan budur'' dedi.
11 Şubat 2007
Milliyet
Koza'nın 'altın' oyunu
.......
Bergama Ovacık Altın Madeni'ni, kesinleşmiş yargı kararlarını yok sayarak işletmede tutan Koza Altın,Bakırçay Havzası'nda çalıştıracağı madenle ilgili de hukuk dışı yol izliyor.Ederemit Körfezi'nde Havran ilçesine bağlı Küçükdere-Büyükdere sınırları içinde yer alan Karalar Mevki'ndeki altın ve gümüş madenleri için verilen işyeri açma çalışma ruhsatları Bursa 3. İdare Mahkemesi'nce iptal edilmişri.
Mahkeme,1995'te çıkarılan Zeytincilik Yasası'ndaki ''zeytin alanlarının içinde **** 3 kilometre yakınında zeytinyağı fabrikası dışında endüstiri tesisi açamaz''maddesine vurgu yaparak şirkete verilen işyeri açama ve çalıştırma ruhsatları hakkında yürütmeyi durdurma kararı vermişti.Şimdi de Koza Altın'ın bu yargı kararını aşmak için yasa dışı uygulamalar başladığı belirtildi.
Köylülerden,yüksek bedelle zeytinliklerini alan şirketin ele geçirdiği arazide 2 bin zeytin ağacını kestiği beleitiliyor....
Koza Altın'ın Edremit Körfezi'ndeki uygulamalrı üzerine açılan davalarda müdahil olan Güney Marmara Doğal ve Çevre Koruma Derneği(GÜMÇED),kesilen zeytin ağaçlarıyle ilgili savcılığa şuç duyursunda bulundu.
GÜMÇED Edremit Körfezi Şubesi adına konuşan Mehmet Akif Öznal,''Koza Altın'ı doğa ve zeytin düşmanı ilan ediyoruz.Edremit Körfezi!nin düşmanı ilan ediyoruz'' dedi.
Ozan Yayman
13/04/2007
Cumhuriyet
Parayla her değerin satın alındığı bir dönemi yaşıyoruz.
Köylülere ekmek yedikleri,emek verdikleri zeytinliklerini bile satırtabiliyorlar.
ÇeteÇakal
14-04-2007, 16:09
Tarih boyunca kıymetli madde ve para olarak kabul gören altın, özellikle Türkiye'de kadınların vazgeçilmez ziynet eşyaları arasında halen önemini korumaya devam ediyor. Günün piyasa koşullarında yatırım aracı olarak da değerlendirilen altının, son yıllarda Türkiye'de üretimi ve altının siyanürlü yöntemle çıkarılmasıyla ilgili birçok tartışmalara da sahne oldu. Yaklaşık 6 bin 500 ton altın potansiyeline sahip olduğu bilinmesine rağmen yıllık altın üretimi sadece 9 ton olan Türkiye, altın takı üretiminde ise 2005 yılı verilerine göre dünyada 303 ton üretimle Hindistan'dan sonra ikinci sırada bulunuyor. Altın takı üretiminde 695 ton ile Hindistan ilk sırada yer alırken; Türkiye'nin ardından 284 tonla İtalya, 257 tonla Çin, 220 ton ile ABD, 166 tonla Japonya, 125 tonla Mısır sıralamada yerini alıyor. Dünya altın üretiminde ise ilk sırada yer alan Güney Afrika'da yaklaşık 296 ton altın üretilirken, ABD'de 262 ton, Avustralya'da 263 ton, Çin'de 224 ton, Peru'da 208 ton, Rusya'da 175 ton, Endonezya'da 166 ton, Kanada'da 118 ton üretim gerçekleştiriliyor.
DÜNYADA ALTIN ÜRETİMİ
1. G. AFRİKA 296 TON
2. ABD 262 TON
3. AVUSTRALYA 263 TON
4. ÇİN 224 TON
5. PERU 208 TON
6. RUSYA 175 TON
7. ENDONEZYA 166 TON
8. KANADA 118 TON
Yılda yaklaşık 190 ile 270 ton altın ithal eden Türkiye, bunun karşılığında ise yılda 5 milyar dolar civarında ödeme yapıyor. Bu arada 2006 yılında Bergama ve Uşak'ta 9 ton altın üretimi gerçekleştirilirken, 2007 yılında planlanan altın üretiminin ise 15 ton olduğu ifade ediliyor. Erzincan, İzmir, Gümüşhane, Eskişehir, Balıkesir, Çanakkale, Konya, Sivas ile daha pek çok ilde bulunan ve bulunacak yeni rezervlerin arka arkaya devreye girmesiyle ülkede altın üretiminin gelecek yıllarda artarak devam etmesi planlanıyor. Bu sayede altın ithalatı için yurt dışına ödenen dövizin her geçen yıl önemli oranda azalması bekleniyor.
Türkiye, 6 bin 500 ton altın rezerviyle zengin bir ülke aslında... Ancak yıllık altın üretimi sadece 9 ton... Yılda altın ithalatı için 5 milyar dolar yurt dışına akıyor... Buna karşın, altın üretimi konusunda umut vadeden gelişmeler var...
İstanbul, 13 Nisan 2007 21:30
alıntıdır: http://www.tgrthaber.com.tr/news_view.aspx?guid=99b5ba14-e5db-4926-9ee9-f29f52fe2480
Halit Togay
15-04-2007, 09:15
altının, son yıllarda Türkiye'de üretimi ve altının siyanürlü yöntemle çıkarılmasıyla ilgili birçok tartışmalara da sahne oldu. . .
DÜNYADA ALTIN ÜRETİMİ1. G. AFRİKA 296 TON2. ABD 262 TON 3. AVUSTRALYA 263 TON4. ÇİN 224 TON5. PERU 208 TON
6. RUSYA 175 TON7. ENDONEZYA 166 TON8. KANADA 118 TON
Yılda yaklaşık 190 ile 270 ton altın ithal eden Türkiye,
Türkiye, 6 bin 500 ton altın rezerviyle zengin bir ülke aslında... Ancak yıllık altın üretimi sadece 9 ton...
alıntıdır: http://www.tgrthaber.com.tr/news_view.aspx?guid=99b5ba14-e5db-4926-9ee9-f29f52fe2480
Burada sorulması gereken soru "ürettiğimiz altın ziynet eşyasının ne kadarını ihraç etmişiz?" olmalıydı, o zaman bu ticarettten karlı veya zararlı olduğumuz ortaya çıkardı. Bu haber bu hali ile "altını dışarıdan alıyoruz ve bunun için 5 milyar dolar ödüyoruz kendimiz çıkartalım da bu parayı ödemeyelim" diyor. Belki de haberin kaynağı olan TGRT (ki yabancı sermayeli bir kuruluş) bilinmesi gerekenlerin hepsini bildirmiyor; ve bu da yabancı madencilik şirketlerine yönelik tepkileri azaltıcı bir işlev görüyor olabilir. Bu haberde kaç dolarlık altın ithal ettiğimizin yanında altın üretimimiz verilmiş. Halbuki halkımızın altına olan ekonomik açıdan zararlı ilgisi verilmiş olsaydı daha anlamlı ve manipüle ediliyormuyuz korkusu yaratmayan bir haber olacaktı.
Yurtsever insanların altın gibi bir lüks yerine ekonomik açıdan anlamlı yatırımlara yönelmesi gerekiyor.
ÇeteÇakal
15-04-2007, 21:19
Burada sorulması gereken soru "ürettiğimiz altın ziynet eşyasının ne kadarını ihraç etmişiz?" olmalıydı, o zaman bu ticarettten karlı veya zararlı olduğumuz ortaya çıkardı. Bu haber bu hali ile "altını dışarıdan alıyoruz ve bunun için 5 milyar dolar ödüyoruz kendimiz çıkartalım da bu parayı ödemeyelim" diyor. Belki de haberin kaynağı olan TGRT (ki yabancı sermayeli bir kuruluş) bilinmesi gerekenlerin hepsini bildirmiyor; ve bu da yabancı madencilik şirketlerine yönelik tepkileri azaltıcı bir işlev görüyor olabilir. Bu haberde kaç dolarlık altın ithal ettiğimizin yanında altın üretimimiz verilmiş. Halbuki halkımızın altına olan ekonomik açıdan zararlı ilgisi verilmiş olsaydı daha anlamlı ve manipüle ediliyormuyuz korkusu yaratmayan bir haber olacaktı.
Yurtsever insanların altın gibi bir lüks yerine ekonomik açıdan anlamlı yatırımlara yönelmesi gerekiyor.
Sevgili Halit Togay;
Söylediklerinizde haklı olabilirsiniz. Manipüle etmek için en ideal yol artık medya. Ama bildiğim kadarıyla TGRTHABER hala bir türk sitesi ve kanalı da var. TGRT satıldı ama bildiğim kadarıyla haber kısmı satılmadı....
Burda altın denince akla sadece ziynet eşyası gelmesin...
bugünlerde elektronikde de çok yüksek talep var. bunun yanı sıra kuzey karadenizde çıkartılan nerde ise küreden murgul borçka'ya kadar tüm karadeniz dağlarında bakır mevcut vede bunun izebesi doğru dürüst yapılamadığından (işlenemediğinden) büyük miktar altın (değmez bahanesi ile) atık sularla çevreyi kirletirken samsundan yarıbuçuk izabe ile koreye yollanmakda...
bunun yanı sıra wolfram (uludağda) strontium (şebinkarahisarda) vs. kamu oyunu bor masaları ile uyutulup adeta yastık altından paralarının çalındığı bir dizi oyunlar dönmektedir.
ciyanürden bu kadar korkamyın. bu bir aldatmaca.
nerden mi biliyorum.
:)
"altını dışarıdan alıyoruz ve bunun için 5 milyar dolar ödüyoruz kendimiz çıkartalım da bu parayı ödemeyelim" diyor. Belki de haberin kaynağı olan TGRT (ki yabancı sermayeli bir kuruluş) bilinmesi gerekenlerin hepsini bildirmiyor; ve bu da yabancı madencilik şirketlerine yönelik tepkileri azaltıcı bir işlev görüyor olabilir.
Sayın halit togay,
benim saf bir vatandaş olarak TGRT'nin haberinden anladığım;
''Türkiye'de altın madenleri tam kapasite devletim tarafından kullanılsa, hem yurt dışından altın ihraç etmeyiz,hem de bu altınları yurt dışına ithal edip zengin oluruz.yaşasın''
Ama çok belgesel izleyen, yine saf bir vatandaş olarak, aklıma şu soru takıldı;
''Güney Afrika altın üretiminde birinci olduğuna göre ve krallarından başka altın kullanım oranı düşük bir toplum olduklarına göre, bu altının tamamına yakınını yurt dışına ithal ediyor olmalılar.
Peki, neden o ülke açlık, yokluk, sefalet,iç savaş içinde?
Kenya devlet başkanı'nın şu sözü soruma belki cevap olur.
"batılılar geldiklerinde ellerinde incil vardı,bizim elimizde topraklarımız vardı. bize gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. gözümüzü açtığımızda bizim elimizde incil,onların elinde topraklarımız vardı "
Altın Madeni İçin ABD'ye İkna Gezisi
Erzincan’ın İliç İlçesi’nde Bulunan ve Türkiye’nin İkinci Büyük Altın Rezervi Olduğu Belirtilen Madeni İşletmek Üzere Ruhsat Alan ABD Merkezli Bir Maden Şirketi, Bölgedeki Köylüleri, İlçe Eşrafını ve Erzincan’daki Bazı Bürokratları, Altın Çıkarma Yöntemi Konusunda İkna Etmek İçin ABD’ye Götürdü.
Erzincan’ın İliç İlçesi’nde bulunan ve Türkiye’nin ikinci büyük altın rezervi olduğu belirtilen madeni işletmek üzere ruhsat alan ABD merkezli bir maden şirketi, bölgedeki köylüleri, ilçe eşrafını ve Erzincan’daki bazı bürokratları, altın çıkarma yöntemi konusunda ikna etmek için ABD’ye götürdü.
İliç’e 11 kilometre uzaklıkta bulunan Maden mevkiinde tespit edilen altın madeni için, merkezi ABD’de bulunan Anatolian Minerals Development şirketine bağlı Türkiye’deki Çukurdere Madencilik, 1999 yılında madenin işletme ruhsatını alarak 2000 yılının Ağustos ayında 20 milyon dolar bütçeyle etüd çalışmalarına başladı. Şirket bölgede yaklaşık 2 kilometrekarelik alanda uzunluğu toplam 63 bin metreyi bulan 600 adet sondaj çalışması yaptı. 2008 yılı ortalarında üretime geçmeyi planlayan maden şirketi, yatırım maliyeti 125 milyon dolar olan altın madeninden ürün elde etme yöntemi konusunda Bergama’daki halk tepkisine benzer bir tepkiyle karşılaşmamak için madene yakın bölgede bulunan köylüleri ABD’ye ikna ziyaretine götürdü. İkna gezisine, AK Parti Erzincan Milletvekilleri Tevhit Karakaya ve Talip Kaban ile Erzincan Belediyeler Birliği adına Mercan Belde, Belediye Başkanı Osman Şeker, Erzincan Ticaret ve Sanayi Odası (TSO) Başkanı Aydın Yalvaç, İl Genel Meclisi Başkanı Rıdvan Aydemir ve İl Emniyet Müdürü Ahmet Çimen katıldı. Şirket son olarak 17 Eylül’de 2006 tarihinde Erzincan Belediye Başkanı Mehmet Buyruk, Kemaliye Belediye Başkanı Mustafa Haznedar, Aras Elektrik Dağıtım Müessese Müdürü Mustafa Taşdemir, Erzincan’daki iki yerel gazeteciyi ve 2 madencilik uzmanını ABD’deki teknik geziye götürdü. Daha önce de benzer bir gezi tertip eden şirket, Çöpler, Bağıştaş, Dostal ve Sabırlı köylerinden seçilen temsilciler ile İliç Kaymakamı Selami Kapankaya, İliç Belediye Başkanı Ramazan Buran, AK Parti, CHP, MHP ve Anavatan Partisi ilçe başkanları, Erzincan Valiliği Özel Kalem Müdürü Şafak Önder ve İl Özel İdare Müdür Yardımcısı Saim Sezer’in de aralarında bulunduğu 18 kişiyi, 15 Ekim 2005 tarihinde ABD’ye götürdü. ABD’de 10 gün kalan Erzincan heyeti, Colarado ve Nevada eyaletlerinde madenlerle ilgili teknik gezi yaptı.
- ŞİRKET YETKİLİSİ, “ABD’YE BAŞKA GEZİ YOK”
Basın mensuplarının ABD gezileriyle ilgili sorularını yanıtlayan Çukurdere Madencilik Başkan Yardımcısı İlhan Poyraz, şirketin ikna gezileri için 25 milyon dolarlık bir kaynak ayırdığı yönündeki haberlerinin asılsız olduğunu ifade ederek, ilk gezi için 125 bin dolar, ikinci ve üçüncü geziler için ise yaklaşık 60′ar bin dolar bir harcamanın söz konusu olduğunu dile getirdi. ABD’ye başka gezi düzenlenmeyeceğini kaydeden İlhan Poyraz, talep olması durumunda isteyenlere Türkiye’deki tesislerdeki uygulamaların gösterilebileceğini bildirdi.
Maden şirketinin ilk ABD gezisine katılan Çöpler Köyü Muhtarı Cahit Keklik ve AK Parti İliç İlçe Başkanı Mustafa Gürbüz, yapılan gezinin ardından ikna olduklarını söyledi. ABD’de iki maden ocağına ve bir siyanür fabrikasına gittiklerini belirten Çöpler Köyü Muhtarı Cahit Keklik, gezi sonucunda altın madeninin çevreye zarar vermeyeceği konusunda tatmin olduklarını vurguladı. ABD gezisi öncesi Bergama’ya gittiklerini ve oradaki köylülerle görüştüklerini anlatan Keklik, “Bergama’daki köylüler bize, ‘Biz yaptık, siz yanlış yapmayın. Birilerine uyduk bir şeyler yaptık. Siz yapmayın’ dediler” diye konuştu. Köyün bulunduğu yerden 4 kilometre uzaklıktaki başka bir bölgeye taşınmasıyla ilgili olarak 6 kişiden oluşan bir komisyon kurduklarını açıklayan Keklik, köy için belirlenen yeni yere maden şirketi tarafından 55 adet ev yapacağını belirterek, köylülerin duruma bir tepkisinin olmadığını dile getirdi.
ABD’de 10 gün kaldıklarını ve bu süre içerisinde detaylı incelemeler yaptıklarına dikkat çeken AK Parti İliç İlçe Başkanı Mustafa Gürbüz ise, “Orada gördüğümüz madenler çevreye herhangi bir zarar vermemişti. Oradaki çalışmaların aynısının burada da yapılacağını söylediler. Başta köylülerin tepkisi vardı. Daha önce Bergama’da bir sürü olaylar olmuştu. Benzer olayların yaşanmaması için bizi götürdüler. Orada altın madenlerinin siyanürle çalıştığını gördük. Fabrikanın her tarafını bize gezdirler. Yani siyanürün bir zararının olmadığını gördüm, bu yüzden ikna oldum” dedi.
İliç’teki maden şirketinin sondaj çalışmalarında çalışan Recep Çoban ve Ahmet Oğuz ise, ABD’ye giden heyetin getirdiği CD ve kasetleri, kendilerinin ve köylülerin izlediğini ve bunun sonucunda ikna olduklarını ifade etti. (İhlas Haber Ajansı)
http://www.ajans.kemaliye.net/2006/09/22/altin-madeni-icin-abdye-ikna-gezisi/
Oğuz Karsan
06-12-2007, 17:42
Sayın Pene, Denizakvaryumu haklı galiba. Olayı hemen bir boyutundan ele almamak lazım. Bizim Ülkemizde hiç bir şey dıştan görüldüğü gibi değildir.
Evet,Siyanür bir tür zehirdir.Ancak bir sürü sektörde hem de tonlarla ifade edilebilecek oranlarda kullanılıyor. Her gün tonlarca siyanür veya bir sürü bilinmeyen veya ismi henüz sansasyonel olmamış tehlikeli kimyasal madde kanalizasyona karışıyor.
Bizim ya tesadüfen gömüldükleri yerde varilleri ortaya çıkınca ya da çok kıymetli basınımızın magazinden fırsat kalan gecenin geç saatlerindeki programlarından haberimiz oluyor.
Yargıya varmadan önce bence Bir soru daha sormalıyız kendimize.
Kazdağları ve çevre madem bu kadar önemliydi de. Şimdi ellerinde pankartlar ile ortaya çıkanlar.Onlarca senedir Kazdağlarında başka madencilik faaliyeti bahanesiyle yüzlerce ağacı keserlerken neredeydiler. Babakale,Assos,Küçükküyu,Altınoluk,Güre,Akçay ve daha birçok beldede ağaçların yerini beton alırken,binlerce zeytin ağacı katledilirken neredeydiler ?
Dikkat ediniz! bu fikiri ileri sürerken amacım insanları karalamak değil ama Şu sıralar Marçep adlı oluşumun içindeki bazı insanlar, Malesef daha önce bu tahrip edilen belde ve belediyelerin başkanları. Hatta o bölgede daha önce acımadan ağaçları kesip otel veya villa inşa edenler. Lütfen araştırınız.
Kendi belde ve belediyelerinin güzelliklerini ranta dönüştürenlerle birlik olanlar veya en hafif söylemle önlemek için çaba sarfetmeyenler bugün Kazdağlarını nasıl kurtarabileceklermiş ? bana bir anlatsınlar da inanayım
% 15 imar ile sit alanları nasıl villa ile doldurulabiliyormuş. Encümenlerde ve Belediye Meclislerinde neler oluyor halk bilmiyor mu ?
1980 den beri Kazdağının sadece medyada ismini duyanlardan değil, Edremit Körfezine bakan kısmını ve diğer tarafını da ( Kuzeyini ve güneyini) Ayvacık, Ezine,Bayramiç,Çan ve Yenice bölgesini karış karış bilen biri olarak, feryatlarımın sebebini o bölgeden rant kazananlara değil de gerçekten oralarda yaşayanlara sorarsanız bu söylediklerimi doğrulayacaklardır.
Çok doluyum çok. Bu katliamdan hepimiz sorumluyuz.
Selamlar.
İkna gezisine katılanlar
-AK Parti Erzincan Milletvekilleri Tevhit Karakaya ve Talip Kaban
-Erzincan Belediyeler Birliği adına Mercan Belde Belediye Başkanı Osman Şeker,
-Erzincan Ticaret ve Sanayi Odası (TSO) Başkanı Aydın Yalvaç,
-İl Genel Meclisi Başkanı Rıdvan Aydemir
-İl Emniyet Müdürü Ahmet Çimen katıldı.
Şirket son olarak 17 Eylül’de 2006 tarihinde
-Erzincan Belediye Başkanı Mehmet Buyruk,
-Kemaliye Belediye Başkanı Mustafa Haznedar,
-Aras Elektrik Dağıtım Müessese Müdürü Mustafa Taşdemir,
-Erzincan’daki iki yerel gazeteciyi
-2 madencilik uzmanını ABD’deki teknik geziye götürdü.
Marçep'i tanıtım gezisine götürmeyi düşünürler mi acaba?
ya da yine tanıtım gezisi! için bir iki AKP'li bulurlar belki!
Kozak'ta Altın Oyunu
Serdar Kızık
Şimdi sıra,olağanüstü güzellikteki Kozak Yaylası'na geldi anlaşılan.Kazdağları'na üşüşen altıncılar,fıstık çamı diyarı Kozak'ı yağmalayacak şimdi........
Oysa Kozak'ın kimliğinde,fıstık çamı yatar.Doğal hazinedir.Yeryüzünün en verimli en güzel fıstıkları buradan yetişir abartısız.
Bu özellik havasından,suyundan ve toprağından gelir.
Güzelim yörükler,bölgelerinde Portekiz ve İtalya'nın toplamından bile yüksek üretim sağlarlar.Oysa,Bergama'da siyanür kullanarak altın üreten Koza,Kozak'ta 17 köyede sondaj yapıyor.Hem insan sondajı,hem toprak....
Toprağın bağrı burgularla delinirken,köy kahvelerinde kulisler ve ikna çabaları.
Verdikleri mesaj çok açık:
''Güzellikle onaylayın,yoksa bizim arkamızda kimler var biliyorsunuz''
Yoksul Bergama köylerinde iş ve para vaadiyle başarmışlardı.
Ama Kozak'ta işi zor Koza'nın.
Zor çünkü,Kozaklılar gerçek bir hazineye sahip olduklarının bilincinde.
Bir kere ihraç ettikleri fıstıklarla yıllık çok önemli bir gelir sağlıyorlar.Gözleri tok,gönülleri zengin;altın yumurtlayan tavuklarını geçiçi karlarla bırakmak niyetinde değiller......
Gülden Krabudak ve arkadaşları öylesine kararlı ki.Altın madenine kesinlikle ve sonuna kadar karşı olduklarını söylüyorlar.Geçen haziranda düzenlene mitingde bir araya gelen yaklaşık 5 bin kişi de aynı kararlılığı yansıtmış zaten.Öyle kuru sloganlarla değil,içini doldurarak haklılıklarını gösteriyorlar.Fıstık çamlarına can veren sularının kirlenmesine,yaylalarının kurumasına karşılar.'' Bu tepki 1980'li yıllardan beri,yani daha ülkemizde ekoloji kelimesi dahi kullanılmazken,dünyanın dört bir yanına ekolojik çam fıstığı ihraç eden bir yörenin hangi mantıkla bu kadar çabuk gözden çıkarılacağını anlama
tepkisidir'' diyorlar.......
Daha o kadar çok haklı gerçekler var ki,Kurdukları www.kozakyaylasi.com
adlı internet sitesinde sıralanan.
Ve haklı olarak soruyorlar:''Maden ocaklarının ülkeye getireceği döviz iyi bir ihracat kaynağı sayılıyor da,yıllık 50 trilyonu bulan çam fıstığı geliri nasıl göz ardı edilebiliyor,hem de dünyanın ekolojik ürünlere yüzünü döndüğü bu yüzyılda?''
Kozaklı girdiği uzuzn soluklu yolda,insan ve çevre için tarihsel önemde bir mücadele verecek anlaşılan.Desteklerinizi bekliyorlar,haberiniz olsun.
Cumhuriyet Gezi.
Yazan : Nihal Şahin Tarih : 18/11/2007
''Bugün bir maden mühendisi tansiyon ilacını yazdırmak için arkadaşımın yanına geldiği zaman aramızda gecen sohbet''
Son günlerde Kaz Dağları nedeniyle yine gündemde olan altın madenciliği hakkında ne düşündüğünü sordum.
- "Çevreye çok zararlı bir olay, benim işim, parayı bundan kazanıyorum, ama ne yalan söyleyeyim iyi bir şey değil” dedi.
"Altın nasıl bulunuyor doğada?”dedim.
- Kayaların içinde oluyormuş, öğütülüp ayrıştırılıyormuş.
Amerika’daki altına hücum döneminde derelerden toplanan altının nasıl oluştuğunu sordum.
- Dere yataklarında suyun taşları aşındırması ile ağır olan altın doğal olarak ayrılıyor, dibe çöküyor, taşların altından eleme yoluyla çıkartılıyormuş. “Bizde de var, Sart’ta o şekilde altın mevcut ama işletilmiyor. Amerika’da falan kalmadı tabi. Bu altın arama işi de bu yüzden gündeme girdi. Amerika’da altın bitti, Afrika’da bitti, bir Rusya’da var, bir bizde. Hem adam ülkesini kirletmek istemiyor. Eskiden ancak zengin maden yatakları işletilirken artık 3, hatta 1 ppm’lik.
“O nedir?” dedim,
- Ton başına gram olarak altın miktarıymış; madenler bile işletilmeye başlandı. Çıkardıkları altının bize hiçbir faydası yok. Tamamını kendi ülkelerine götürüyorlar, devlete ödedikleri kazancın %2’si, yani 6o bin liralık altın çıkarırlarsa devlete 500 lira verip gerisini kendi memleketlerine götürüyorlar, hatta sözleşmelerinde bir madde var, bilmemne şartı olursa % 1 ini veriyorlar. Madeni ayrıştırma işini de burada, İstanbul’da yapabilecek teknoloji olduğu halde götürüp memleketlerinde yapıyorlar. İstedikleri bütün çöpü, zehiri burada kalsın, içinden çektikleri maden ülkelerine gitsin. Orada elektrotları koyup, altını gümüşü ayrıştırıp kendi hazinelerine alıyorlar” dedi.
“Devlet neden işletmiyor bu madenleri?" diye sordum.
- "Büyük yatırım gerektiriyor, ayrıca riskli de. Mesela Menderes deltasında biz 100-200 ppmlik damarlar bulduk ama derine gitmiyor, yüzeye vurmuş. Tesisi kurup kazıyorsun altı boş çıkıyor.”
“Bize hiç faydası yok mu yani altınımızı işlettirmenin? O zaman medya neden bu kadar propagandasını yapıyor, altın çıkartılırsa milyar dolarlar gelecek, dış borcumuz bitecek diye?” dedim.
- “E altın şirketleri büyük para kazandıklarından büyük lobi faaliyetleri yürütüyorlar. Türkiye'ye tek faydası orada çalışan işçileri işsizlikten kurtarması, başka bir kuruş faydası yok, zararı çok!" dedi
Verilen siteden bir okurun yorumu:
Bir bilenin ağzından gerçekleri aktarmış...
hassoman
25-02-2008, 00:15
Bergama'da siyanürlü altın aramaya Danıştay da 'dur' dedi
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, İzmir Bergama Ovacık-Çamköy mevkiinde bulunan altın madeninin siyanür kullanılarak işletilmesine olanak tanıyan Bakanlar Kurulu'nun 29 Mart 2002 tarihli prensip kararını iptal eden Danıştay 6 ve 8. Daireleri ortak heyetinin kararını onadı.
AA-İzmir Barosu, "Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Yönetmeliği uyarınca düzenlenen ÇED Raporu üzerine, Çevre ve Orman Bakanlığınca tesis edilen İzmir Bergama Ovacık-Çamköy mevkiinde bulunan altın madeninin siyanür (siyanür liçi) yöntemiyle işletilmesine izin verilmesi yönündeki ÇED olumlu görüşü işleminin iptaline ilişkin İdare Mahkemesi kararının Danıştay'ca onanarak kesinleşmesinden sonra, madenin işletilmesine devam edilmesi yolundaki 29 Mart 2002 tarihli Bakanlar Kurulu kararının" iptali istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.
Danıştay 6 ve 8. Dairelerinin ortak heyeti, söz konusu Bakanlar Kurulu kararını iptal etmişti.
Davalı Başbakanlık, ortak heyetin iptale ilişkin kararını temyiz ederek bozulmasını istedi. Temyiz istemini görüşen Danıştay Dava Daireleri Kurulu, Başbakanlık'ın istemini reddederek, ortak heyetin iptal kararını onadı.
Bu karardan sonra, davalı Başbakanlık'ın "karar düzeltme isteminde" bulunma hakkı bulunuyor. Bu istemi de yine Kurul karara bağlayacak.
haberx
"Kaz dağı, bul altını" mantığı ile olmaz. Çıkartan ülkelerde neler olmuş, neler yaşanmış bunlar araştırılmalıydı. Spontane olarak "dök siyanürü, al altını" olmamalı. Televizyonda bir haberde setrettim verilen zarara inanamadım. O sökülen ağaçlar yerine gelmez bir daha.
Mehmet Can
19-08-2008, 21:01
selamlar.çok merak ettiğim bir konu var.SİYANÜRLE ALTIN nasıl aranıyor.hangi aşamada kullanılıyor bilen varmı
Flotasyonda yani altın içeren mineralin yüzdürülmesinde. Flote edilen altın içerikli mineral diğerlerinden bu şekilde ayrıştırılırken zenginleştirilmiş olur. Altın doğada element halde bulunur, yani herhangi bir bileşen olarak değil sade hali ile ve de altınla komplex yapıp flotasyonu sağlıyan bilinen en iyi bileşen ciyanür ve/veya nitril bileşenleridir CN^-1
Mehmet Can
20-08-2008, 05:35
teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için praecoks.sizin verdiğiniz bilgi altın aranması sırasında değil altın bulunup işlenmesi sırasında uygulanan metot onu biliyorum.ben hep söyleniyorya hani 'kaz dağlarında siyanürlü altın araması yapılıyo diye'orada nerde kullanılıyo onu merak etmiştim.yani sondaj çalışmalarının hangi bölümünde kullanılır
Onu bir madenci arkadaşımız daha iyi cevaplıyabilir. Teknik detayları bilemiyorum ancak tahminim sondajdan elde edilen toprak da yine siyanürle yüzdürülerek altın olup olmadığı mineralin komplex olup flote edilebilirliği kontrol ediliyordur.
Bu bağlamda siyanürden ben açıkça çevre adına çok çekincelerim yok.
Liseden öğrendiğimiz o korku dolu zehir diğer kullanıloan flotasyon malzemelerinden çok daha fazla zehirli değil.
İsmi lazım değil bir firmada kısa da olsa flotasyon hammaddelerinin teknik pazarlamasını yapmış biri olarak bu konuda en iyi doğu karadenizdeki bakır rezervlerinin işlenmesini örnek verebilirim.
Neyi nasıl ne şekilde kullandığınız önemli. Maddencilik öyle **** böyle bir çevre felaketi. Bunu tartmak gerekir elbet ama cyanür çevrede çok da baki kalan bir bileşen değil. Değinmeğe çalıştığım gibi diğer kimyasallar çok daha uzun vadelerde tehlike teşkil edebileceğinden çok iyi kullanılması gerekir.
Bu gibi konular kimyadan çok stratejik satranç hamlleleri ve politik ayak oyunları olduğundan fazla da doğru bir şeyler söylemek çok mümkün değil.
Gerçek şu ki cyanürden ilk etapda orda çalışanların çok dikkat ettmesi gerek. Zira çok kolay bozunan bir madde vede tabiyata baki kalan bir zehir değil.
nerde ise bir insanı öldürme yani lethal dozu bir gram olan bu "nostaljik" zehirin çok değişik alanlarda çevreye etkisi baki kalan çok daha ciddileri kullanılmakta.
Ciyanür kısa vadede havada ışığın da etkisi ile carbonat ve amin nitrat v.s. bileşenlerine parçalanır.
En sık dile getirilen tehlike, altının ayrıştırılması çalışmaları sırasında, sızıntı yapıp yeraltı sularına bulaşma tehlikesi.
Siyanür çok kolay bozunan bir madde ve de tabiatta baki kalan bir zehir değil. Kısa vadede havada ışığın da etkisi ile carbonat ve amin nitrat v.s. bileşenlerine parçalanır.
Suya karışırsa durum ne oluyor?
Maden Araştırmacılığı Tamamen Devlet Kontrolündedir
Teck Cominco Madencilik San. A.S.’nin Çanakkale bölgesindeki çalışmalarından sorumlu müdürü Bayram ARTUN son zamanlarda yerel basında da yer alan maden arama çalışmaları hakkında gazetemize bazı açıklamalarda bulundu.
............
Son zamanlarda basında yer alan haberlere de değinen Artun, haklarında çıkan yazıların gerçeklikten uzak, art niyetli ve hiç bir bilimsel veriye dayanmadığını söyledi. Artun ayrıca‘siyanürlü altın aramacılığı’ ibaresinin tamamen provokatif olduğunu ve yaptıkları çalışmalar dahilinde hiçbir kimyasal madde kullanılmadığının altını çizdi. “Sondaj çalışmalarının amacı yeraltındaki kaya birimlerinden örnek almaktır. Bu işlem esnasında çatlaklardan sondaj suyunun kaçmasını önlemek veya oluşan ısının düşürülmesi için tamamen doğal bir malzeme olan bentonit kullanılmaktadır. Kimyasal madde kullandığımızla ilgili haberler kesinlikle gerçek dışıdır. Bu bağlamda halka yanlış bilgi aktarılması da gazetecilik etiği ile bağdaşmamaktadır.’
http://www.gazetecan.com/?p=442
Kazdağları'nda altın arayan bir şirketin yetklisinden yapılan bu açıklamada akla takılanlar.
Kimyasal maddeyle **** siyanürle altın aranmıyorsa saf sondaj suyunun yer altına karışmasından neden endişe duyup betoninle kaplanıyor?
Ya altını bulunup işletmeye başlansaydı,işleyen madende siyanür kullanılmayaca mıydı?
Sn.Enigma,Sanırm Kazdağların'da oynan oyun(altın ararken siyanür kullanmıyoruz) Koza'da sergileniyor....
Ya sonra......
Emin olun, çam fıstıklarınız madencilerin çıkaracağı altından daha kıymetli..
Vallahi ben de sondajda numune alındığını, sondajın cyanürlü suyla yapıldığı konularını bu şekilde haberlerden duydum. Benim kimyasal bilgilerim dışında yeni bir teknoloji olabilir düşüncesi ile çok da "olmaz canım" diyemedim.
Sondaj suyunun sızması demek numunenin yukarıya çıkmaması veya numunenin olanla farklılık gösterebilmesi demek olabilir.
Fazla proses teknikleri bilinmiyebilinir. Ancak Burada yetkilinin söylediklerinin bilimsel olarak doğru olduğunu söyleyebilirim. Aramada cyanür kullanmak gibi bir durum bilgim dışında ise de yine de olamaz diyemiyorum.
Cyanürün yeraltı sularına geçmesi konusu ise...
Radikal bir kimya yandaşı olarak diyebilirim ki gübre ile nitrat katılmasından çok da değişik değil. Tabii konsentrasyon meselesi bir de o suyun kısa vadede içilmesi veya kaynak suyu kullanımı ile doğru orantılı.
Cyanürlü suyun pH düşerse biraz asidikleşirse zayıh bir asid olan HCN zaten gaz olarak açığa çıkar ki, bu da (nedensee) acıbadem kokusunda zehirli bir gaz. Ancak fazlaca da stabil olan bir gaz değil, kolayca bozunur.
Cyanür zehilenmeleri vücutta reversible bir zehilenmedir. Al yuvarlarları bloke edip oksijen alımını engeller.
Bu bağlamda beynin havasız kalması v.s. gibi değişik falzrdan ilerleyen bir zehirlenme ve belli bir fazdan sonra reversible olup hasar bırakmıyan bir zehirlenme. Burada beli bir faz kelimesinin altını çiziyorum.
Dünyadaki altın madeni ve siyanür felaketlerine örnekler
ABD: Montana Zortman Landusky Madenleri
Kanadalı PEGASUS adlı şirket tarafından 1979 itibaren işletilen bu madenden doğal ortama akan siyanür ve ağır metal sızıntıları, asit kaçakları vahşi hayvan ölümlerine, tüm içme suyu kaynaklarının kirlenmesine, maden çevresinde yoğun toprak zehirlenmesine neden olur. Bölgede yaşayan yerlilerin yoğun mücadelesi sonucunda, şirket 1996 Federal Mahkemenin kararıyla Amerikan tarihinin en büyük tazminat ödeme cezasına çarptırılır.
Romanya: Baıa Mare Altın Madeni
2000 yılı Şubat ayı başında BAİA MARE siyanürlü altın madeninde meydana gelen çevre felaketi sonucunda Tuna nehri siyanürle zehirlendi. Felaketten Romanya, Macaristan ve Yugoslavya etkilendi.
Papua Yeni Gine: Ok Tedi Altın Madeni
Papua Yeni Gine'de 2100 metre yüksekliğinde OK Tedi dağındaki madenin zehirli atıkları yoğun yağmurlarla yaşanan toprak kayması yüzünden çevreye yayılır. 1100 kilometre uzunluğundaki Fly River nehri tamamen kirlenir. Kirlenme öyle büyük boyuttadır ki, nehre 800 km uzaklıktaki su kaynaklarında ağır metal ve siyanür kirlenmesi tespit edilir.
G. Amerika: Omaı Altın Madeni
19 Ağustos 1995 günü, Maden de bulunan atık barajı, yoğun yağmurlarla taşan Omai nehrinin azgın suları tarafından yıkılır. Zehirli atıklar beş gün içinde nehrin yan kolları ile 80 km kadar uzağa taşınır. 18 bin yerli yerlerinden olur. Ölümcül hastalıklar baş gösterir. Milyonlarca canlı zehirlenir ve ölür.
http://www.yapi.com.tr/HaberDosyalari/Detay_dunyadaki-altin-madeni-ve-siyanur-felaketlerine-ornekler_794.html?HaberID=61918
***********
Siyanürün tadını ilk o yazdı
HİNDİSTAN'DA intihar eden M.P. Praşad adlı bir adam, ölmeden önce aldığı siyanürün tadı hakkında 'bilgi verdi'. Zehri içen adam ölmeden önce alelacele kaleme aldığı yazıda, zehrin tadını tarif ederek, çok uzun zamandır merak edilen bir soruyu da aydınlatmış oldu.
PRAŞAD, "Doktorlar, potasyum siyanürü tattım. Dili yakıyor ve acı bir tadı var" diye yazdı. Şimdiye kadar siyanür sadece acı, badem kokusuna sahip beyaz bir toz olarak tanımlanıyordu. Doktor P.B Gucral, "İntihar notu bir belge. Siyanürün tadı hakkında yazılı bir kanıt yoktu" dedi.
http://www.milliyet.com.tr/2006/07/09/yasam/yas16.html
Adam için sona doğru bu adım bilimin işine yaramış mıdır? :)
Bu bence magazinel bir yazı. Bu ve bunun gibi zehirlerin tadları "denekler" üzerinde tanımlattırıldı. Yalnız bunlar 1938 ve sonrası yapıldığı için kaale alınmamış olabilir. Ethik hiç değil bu deneyler bu tartışma götürmez gerçek ancak varlar. Belki ilk kez kendi biri yazmış olabilir. Albert Hoffman da lyserg saeure diethylamid (LSD-25) i denemişti hemde lethal olabilecek dozlarda.
hassoman
20-11-2008, 11:32
Siyanürlü altına sazlı sözlü tepki
[I]Fevzi KIZILKOYUN/ANKARA
19/11/2008 Radikal Gazetesi [/I
Uşak, İnay köylüleri Ankara’da Adliye Sarayı önünde sazlı- sözlü eylemle siyanürlü altın aranmasına tepki gösterdi
UŞAK Kışladağ'daki altın madenini işleten Tübrag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin, İnay Köyü'nde, bu yılın başlarında yüzlerce kuzunun siyanür zehirlenmesinden öldüğünü, 2006'da Eşme İlçesi'nde içme sularına zehir karıştığını ve halkın siyanür nedeniyle zehirlendiğini öne süren ‘Eşme-İnay Vicdan Hareketi' Sözcüsü Muammer Sakaryalı aleyhine açtığı manevi tazminat davasının görülmesine devam edildi.
Şirketin şeref ve itibarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla Eşme-İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Muammer Sakaryalı aleyhine açtığı 50 bin YTL'lik manevi tazminat davasına Ankara'daki 25'inci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya, Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. avukatı Şükrü Evrim İnal, davalı Sakaryalı ile avukatları Arif Ali Cangı, Emre Baturay Altınok, Mehmet Horuş, Alev Tetik Horuş ve Özgür Sarıyıldız ile bazı köylüler katıldı.
Duruşmaya katılan Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB), Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası ve Metalurji Mühendisleri Odası avukatları, müdahil olma isteminde bulundu. Yargıç Ömer Kızılkaya, davacı şirketin avukatı Şükrü Evrim İnal davaya müdahil olma istemlerinin reddine karar verilmesi yönündeki başvurusunu yerinde bulduğunu açıkladı.
Sakaryalı'nın avukatları, zehirlenme olayı ile kan alma faaliyeti ve İnay Köyü'ndeki ölü ve sakat kuzu doğumlarına ilişkin tanık dinletmek istediklerini bildirdi. Yargıç Kızılkaya, bunun üzerine Eşme Tarım İlçe Müdürlüğü ve Eşme Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan istenen yanıtların gelmesi ardından tanık dinlenmesi konusunun değerlendirileceğini belirterek, dava dosyasındaki eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi.
Uşak İnay köylüleri, duruşma ardından ‘Eşme-İnay Vicdan Hareketi' üyeleri, Ege Çevre ve Kültür Platformu üyelerinden oluşan bir grup, Ankara Adalet Sarayı önünde, altın madenini işleten şirketi ve Sakaryalı aleyhine açılan davayı protesto etti. ‘Siyanürlü altın için toprağımızı, suyumuzu, aşımızı ve canımızı zehirlemeyin’, ‘Mahkeme kararına uyulsun, siyanürlü maden kapatılsın’, ‘Yargı siyanüre hayır dedi’ ve ‘Biz köyümüzü toprağımızı istiyoruz’ yazılı pankartlar açan grup, sloganlar attı. Yöresel kıyafetleri ve yanlarına getirdikleri köy ürünleri gıdalarıyla dikkat çeken grup, daha sonra Meclis Dikmen Kapısı'na giderek bazı milletvekilleriyle görüştü. Gruptan bir kişi bestelediği ‘Siyanürlü altın istemiyoruz’ adlı türküyü yanına getirdiği bağlaması eşliğinde söylerken köylüler buna eşlik etti.
DAVA
Tübrag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş, dava dilekçesinde, ‘Sakaryalı'nın, yaptığı basın açıklamalarıyla, Kışladağ Altın Madeni'ne 8 kilometre uzakta bulunan İnay Köyü’nde, bu yılın başlarında yüzlerce kuzunun siyanür zehirlenmesinden öldüğünü, 2006 yılında Uşak’ın Eşme İlçesi'nde içme sularına zehir karıştığını ve halkın siyanür nedeniyle zehirlendiğini’ iddia ettiği ve bu iddialarıyla şirketlerini küçük düşürdüğünü belirti. Sakaryalı'nın, madeni işleten Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin kişilik haklarına, gerçek dışı bilgi ve hakarete varan beyanlarla saldırıda bulunduğu öne sürülen dilekçede, Sakaryalı'dan 50 bin YTL manevi tazminat isteniyor. (dha)
NOT: Uşak İnay Köylülerin bir de internet siteleri var http://www.inay.net/
T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2007/7369
Karar No : 2008/3234
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacılar) :
Vekili :
Karşı Taraf : Başbakanlık - ANKARA
İsteğin Özeti : Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : ...
Düşüncesi : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı uyarınca Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığından, temyize konu mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : ...
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü:
Dava, Bergamalı 10 yurttaşın, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları sonucunda Türkiye aleyhine hükmedilen toplam 30.000.-Euro tazminatın Hazine tarafından ödenmesi üzerine, bu tutarın 1998 yılından bu yana T.C. Hükümetlerinin Başbakanları ve bakanlarına, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları, daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlarına rücuen ödetilmesi isteğiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin 1.6.2006 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararıyla; Bergamalı 10 köylünün yargı kararlarının uygulanmaması sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları üzerine, anılan Mahkemenin B:46117/99 sayılı kararı ile Türkiye aleyhine 3000'er Euro'dan toplam 30.000.-Euro tazminata hükmedildiği; söz konusu tazminatın Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından Hazine adına hak sahiplerine ödendiği; ödenen bu miktarın 1998 yılından bu yana görev yapan Başbakanlar ve bakanlara, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları ile daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlara rücuen ödetilmesi için yaptıkları başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, yargı kararı uyarınca hükmedilen tazminatın ödendiği; anılan bedel için sorumlu personele rücu edilip edilmemesinin yetkili amirlerin sorumluluğunu doğuran bir konu olup, bu hususun hakları ödenmiş olan davacıların doğrudan doğruya hak ve çıkarlarını etkilemediği; bir başka ifadeyle davacıların işlemin iptalini istemekte hukuken korunması gereken bir menfaat ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacılar, Devlet aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtıkları davada hükmedilen tazminatın Hazine tarafından ödendiğini, ancak sorumlu personele rücu mekanizması işletilmediği için dava yoluna başvurulduğunu, sorumlulara rücu etme konusunda idarenin takdir yetkisi bulunmadığını; maddi mağduriyetleri ödenen tazminatla tazmin edildiği gibi, sorumlu personele rücu edilmek suretiyle manevi mağduriyetlerinin de giderilmesi gerektiğini ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Menfaat ihlali koşulu, iptal davalarının kabulü ve dinlenebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrinde, gerekse yargı içtihatlarında bu koşul, subjektif ehliyet koşulu olarak kabul edilmekte; ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davası açma yeterliğini sağladığını gösterecek ilişki, kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.
Genelde, kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte; davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin varlığı, dava açma ehliyeti için yeterli görülmektedir.
Olayda, Bergamalı yurttaşlar, altın madeni işletilmesi amacıyla verilen izinler konusundaki karar sürecinin Sözleşmenin 2. ve 8. maddelerine aykırılık taşıdığını, Sözleşmenin 6/1 ve 13. maddelerine aykırı olarak etkin bir hukuki korumadan yararlandırılmadıklarını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuşlardır. AİHM, Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile yaşamlarına saygı gösterilmesi hakkına sahip olan başvurucuların bu hakkının güvence altına alınmasına ilişkin yükümlülüğün Devlet tarafından yerine getirilmediği ve 8. maddenin ihlal edildiği; ayrıca, ulusal makamların, ulusal yargı kararının Sözleşmenin 6/1. maddesinin gerekli kıldığı biçimde aynen ve makul bir sürede yerine getirilmesinde ihmalkar davrandığı kanaatine vararak, Sözleşmenin "Adil yargılanma hakkı“na ilişkin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan Mahkeme tarafından, ilgililerin maddi tazminat istemlerinin reddedildiği, ancak her başvurucuya 3000 Euro manevi tazminat ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin davacılara manevi tazminat ödenmesi yolundaki kararının temel gerekçeleri, ulusal yargı kararının yasal süre içinde uygulanmamış olması, verilen izinlerin yeni Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna dayandırılmaması ve ilgili şirketin Bergama ilçe sınırları içindeki Ovacık ve Çamköy civarında bulunan altın madenindeki faaliyetlerine devam edebileceği yolundaki 29.3.2002 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının ÇED izni olmadan alınmasıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından davacılara ödenmesine hükmedilen manevi tazminat, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından hak sahiplerine 24.6.2005 tarihinde Hazine adına ödenmiş, ancak sorumlu personele rücu edilmemiştir. Kişisel sorumluluğu bulunan personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla davacılar tarafından idareye yapılan başvuruda, 1998 yılından beri görev yapan Başbakan ve bakanların adları tek tek sayılmış, sorumlu diğer bürokratların ise idare tarafından belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. İdarece verilen cevapta ise, başvurunun incelendiği ve gereğinin yapılması için ilgili kurum/kurumlara iletildiği bildirilmiş; sonuç olarak, idare tarafından sorumlu personele rücu mekanizması işletilmemiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir Hukuk Devleti olduğu belirtilmiş; 138. maddesinin son fıkrasında, "Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen tüm etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içerisinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin Anayasal güvenceye bağlanması ve yargı kararlarının aynen ve gecikmeksizin uygulanmasıyla olanaklıdır. Anayasanın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış; bu bağlamda olmak üzere 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak, Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur. Ancak, idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen "yargı kararını uygulamama" eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır.
Anayasanın kamu hizmeti görevlilerinin "Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence“ başlıklı 129. maddesinin 5. fıkrasında, "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.“ kuralı öngörülmüş bulunmaktadır.
Anayasanın anılan maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı, yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmamaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar“ başlıklı 13. maddesinde de, "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar…Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır. / (Ek fıkra: 26/03/2002 - 4748 S.K../3. md.) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.“ hükmüne yer verilmiştir.
Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare bir zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından ödenmesi temel bir kuraldır. Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı başvurdukları mahkeme veya makamlarca verilen kararlar uyarınca zararlarının ilgili kurumlarca karşılanması ve kurumların genel hükümlere göre sorumlu memurlara rücu hakkı bulunması, ulusal yargı kararlarının uygulanması bakımından açık olarak düzenlenmiş bir konu olup; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi konusundaki tek açık düzenleme ise, kamu görevlisinin kişisel kusurunun belirgin bir biçimde ortaya çıktığı işkence **** zalimane, gayrı insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle hükmedilen tazminatlarda sorumlu personel rücu edilmesi konusuna ilişkin bulunmaktadır. Ancak, yukarıda anılan Anayasa hükmü, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi ile rücuyla ilgili genel kurallar göz önünde tutulduğunda, zarara uğradığı yargı kararıyla saptanan kişiye Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. Rücu kurumunun işletilmesi, kamu görevlisinin kişisel kusurunun doğurduğu zararların yine kendisi tarafından karşılanmasını ve yargı kararının uygulanmaması ya da etkisiz bırakılması gibi hukuka aykırı eylem ve işlemlerden titizlikle kaçınılmasını amaçlar.
Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte, idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına bir engel bulunmamaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın karşılığı olarak ulusal ya da uluslararası bir Mahkemece hükmedilen tazminat devlet tarafından zarara uğrayan kişiye ödendikten sonra ilgili kamu kurumu tarafından sorumlu personele rücu edilmemesi, bu yükün toplum üzerinde bırakılması anlamına geleceğinden, her yurttaş ve özellikle kamu görevlilerinin kişisel kusuru nedeniyle zarara uğrayıp yargısal süreci başlatmış olan yurttaşlar, ilgili personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla idareye başvurabilir ve bu başvurularının reddi üzerine de dava açma hakkını kullanabilirler. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda değildir.
Belirtilen hukuki durum ve tüm bu değerlendirmeler ışığında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1 ve 8. maddelerinin ihlal edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hükmedilen ve Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 2. İdare Mahkemesi'nce verilen 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/c. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adıgeçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 3.6.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Oğuz Karsan
29-12-2008, 20:54
Merhaba.
Sn. angel67,
Devletin memurlarının yaptığı yanlış uygulamalardan dolayı Devletimizin mahkum edilip kesilen cezaları ödemek zorunda kalması çok üzücüdür.
Daha vahim olan, ödenen paraların hazineden ödendiği için cezanın bütün millete kesilmiş olmasıdır. Bu ise büyük haksızlıktır. Hukuk devletinde ödül kadar cezanın da olduğu bilinip ona göre davranılmalıdır.
Herkes yaptığının sonuçlarına katlanmalıdır. Keyfi davranışların önü ancak böyle önlenebilir. Bu cezalar, sorumsuz ve kanunlara karşı gelenlerek cezanın kesilmesine sebep olanlara rücu edilmelidir.
Eğer bu suçu işleyenlere suçu işleten kanunlarımız ise, kanunları, Yargıtay kararları ise o zaman onları da gözden geçirmek zamanı gelmiştir. Devletimiz Hukuk Devleti olduğunu göstermelidir.
Yoksa bu Millet daha çok ceza ödemek zorunda kalır.
Saygılar.
Zaten hukuk devletinde hukuk olmadığından değil mi ;bütün bu eksiklikler..Onları yargılıyacak kim var kimse yok ki.
Mehmet Can
31-12-2008, 17:51
Bergama altın madeni için yargı tarafından üretimi durdurulması kararı çıktı.
Dikili'nin suyundan altın akıyor
3 Mart 2009
İzmir'in ilçesi Dikili'ye bu krizde doğal yollardan müjde. Çünkü, bu ilçede sudan altın akıyor. Hem de dünyadaki örneklerinden kat kat fazla litrede 5 miligram...
Dikili Belediyesi'nin işlettiği jeotermal enerji kaynağından altın cevheri akıyor. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Çevre Geliştirme Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yapılan incelemeye göre, Kaynarca bölgesindeki jeotermal su kuyularında bulunan suyun 1 litresinde 4.9 miligram altın bulunuyor.
Cumhuriyet gazetesinden Ozan Yayman'ın haberine göre, uluslararası bilim çevrelerijeotermal akışkandan biyolojik yöntemlerle, siyanür kullanmadan altın elde edilebildiğini ortaya koyuyor. Kaynarca bölgesi Türkiye'nin en büyük jeotermal enerji sahalarından birisi olarak kabul ediliyor. Önceki deneyimler ABD ve Japonya'da, Dikili'dekine benzer gelişmelerin yaşandığını gösteriyor. ABD Nevada'da ve Japonya'da göllerden, denizden, jeotermal sahalardaki su kaynaklarından siyanür kullanmadan altın elde edildiğine ilişkin örnekler bulunuyor.
"EKONOMİYE KAZANDIRACAĞIZ"
Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven gelişmeleri, "Demek ki, siyanür kullanmadan da altına ulaşılabiliyormuş" sözleriyle değerlendirdi. Özgüven, Kaynarca bölgesinde yer alan jeotermal kuyulardan aldıkları su örneklerini analiz ettirdiklerini belirterek, "Dikili'deki jeotermal kuyulardan altın çıkıyor. Bilim insanlarıyla görüşeceğiz ve Dikili'de, cazibe kaynağıyla ulaşılan altını ekonomimize kazandırmanın yollarını arayacağız" dedi.
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/11123543.asp?gid=229
Taşımız ,toprağımız altıntıdı şimdi suyumuz da atın oldu.
ALTIN ÜRETİMİNDEN TÜRKİYE’YE NE KALIYOR
08.02.2011
Türkiye’de altın üretimi konusunda ileri sürülen görüş şudur: Almanya ve Alman şirketleri Türkiye’nin altın üretimini arttırmasını istemezler. Böyle olursa dünya altın fiyatları düşer ve altın üreten ve Türkiye’ye ihracat yapan Alman şirketleri zarar görür.
Altının yumurta gibi tüketildiğinde yok olan bir meta olmadığını önemle vurgulayarak konuya girelim. Yumurta satın alırsınız (talep edersiniz) ve yemek yapıp tüketirsiniz, geriye bir şey kalmaz. Altında ise diyelim bir bilezik aldınız. (talep ettiniz) Ama bu altın kaybolmaz. Bir ay veya yıl sonra paraya ihtiyacınız olur, satarsınız. Arz edersiniz. Dolayısıyla altında arz üretime eşit değildir. Yumurtada ise aşağı yukarı (biraz stok olabilir) arz üretime eşittir. O halde altında fiyatı belirleyen üretim değildir. İnkalar’dan bu yana üretilen bütün altın arzda dikkate alınır.
Dünyada 1835–2007 yılları arasında üretilen altın miktarı 160 000 tondur. (Kaynak:www.goldsheetlinks.com) 2009 yılında dünyada üretilen altın miktarı ise 2572 tondur. Yani her yıl tüm stokun ancak %1,61’i kadar altın üretiliyor. Türkiye’de üretilen altının ise 2009 yılında 14,5 ton olduğu bildiriliyor. Bu ise dünya üretiminin %0,56’sı, dünya stokunun ise % 0,0009’u (on milyonda dokuz) ediyor. Türkiye’deki altın üretimini 100 misli arttırsanız bile bunun arz yönünden hiçbir anlamı olmayacaktır.
Almanya’nın altın üretimi istatistiklere bile girmiyor. Dünya’da en çok altın üreten firmalara ve ülkelere bakıyoruz. Bunların Amerikan, Kanada, Güney Afrika ve Çin şirketleri olduğunu görüyoruz. O zaman bu üretimimizi önce bu ülkelerin engellemesi gerekmez miydi? Gördüğümüz şudur: En başta Amerikan şirketleri Türkiye’de altın üretimi için uğraşmaktadırlar. Kaldı ki altın fiyatları üzerinde başka şeyler de etkilidir. Dünya tarihinde altının nerede ise son zamanlara kadar para yerine kullanıldığını biliyoruz.
Dünyanın büyük altın şirketlerini inceliyoruz. Aralarında doğru dürüst bir Alman sermayesine rastlamıyoruz. Üretim işinde almanlar çok önemli değil. Ayrıca Bergama’da altın işine girişen Euroogold’un ilk kurucuları arasında Almanlar’ın da olduğunu görüyoruz. O halde neden bu firma Türkiye’de altın üretmeye gelmiş? Diğer yandan siyanür üretiminde alman şirketlerinin önemli bir yeri var. Yani iddianın tam tersine Alman şirketlerinin altın üretilmesinde önemli çıkarları var.
Altın Madencileri Derneği 2010 yılında üretilen 17 ton altının değerini 800 milyon dolar olarak açıklamış. Bundan devlete kalan sadece %2’dir. Altın madencilerinden “ruhsat sahibi tarafından beyan edilen” ocak başı satış fiyatının %2’sinin devlet hakkı olarak alınacağını biliyoruz. Bu 16 milyon dolardır ve Türkiye için önemli bir sayı değildir. Çalışanların da emek geliri kazandıkları söylenebilirse de bu da ihmal edilir düzeylerdedir.
Ancak siyanür liçi yöntemiyle üretilen altının çevreye, insana zararları konusunda muazzam bir bilgi birikmiştir. Avrupa Birliği de buna dayanarak siyanür liçi ile üretimi yasaklamıştır. Türkiye’de altın üretilen yerlere bakıyoruz, tarımsal üretim ve turizm açısından cennet gibi yerler olduğunu görüyoruz. İzmir’de içme suyu kaynaklarının kirlenmesi tehlikesi de çok yüksektir.
Altın üretiminden bize kalanın dolarlar mı yoksa çevre tahribatı mı olduğu üzerinde iyice düşünmeliyiz.
Prof.Dr. Tayfun Özkaya
Odatv.com
http://www.odatv.com/n.php?n=-altin-uretiminden-turkiyeye-ne-kaliyor--0802111200
2 yıldır bu konuya yorum yapılmamış.
Karılarımızın bileziklerini verelim defolsunlar!
DHA
Karılarımızın bileziklerini verelim defolsunlar! KAZDAĞLARI ve çevresinde altın arayan şirketlere tepki gösteren Çanakkale Belediye Başkanı CHP’li Ülgür Gökhan, "Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler" dedi.
Belediye Meclisi’nin şubat ayı oturumunda konuşan Başkan Ülgür Gökhan, Çanakkale halkının çevre felaketiyle karşı karşıya kalmak üzere olduğunu ileri sürdü. Altın arayan şirketler için ağzından kötü söz çıkacağını belirten Başkan Gökhan, "Siyanürle altın çıkaran şirketlere karşı gerekirse kampanya başlatılmalı. Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler. Bu işin şakası yok" diye konuştu.
Kazdağları’nda toplam 40 şirketin altın arama girişiminde bulunduğunu kaydeden Gökhan, şunları söyledi:
"Maalesef bu doğa tahribatı gizli gizli saman altından su yürüterek devam etmekte. İşletme ruhsatları altın ve gümüş arama şeklinde verilmiş. Klasik sağ söylem şu: Canım siz madenciliğe karşı mısınız? Memleketimizdeki madenlerin yeryüzüne çıkarılmasına karşı mısınız? Buradan çıkacak altının topunun ederi verdiği tahribatın milyonda biri bile olmaz. Ama maalesef ısrarla ve inadına bu yöreyi tahrip etmek ve Kazdağları’nı ve su kaynaklarımızı berbat etmek için bu çabalar gösterilmekte."
Başkan Ülgür Gökhan, Çanakkale halkına seslenerek, "Bu bağlamda bütün duyarlı kesimleri çevreye duyarlı insanları bu kentin insanlarının kendi geleceklerine sahip çıkmaya çağırıyorum" dedi.
http://haber.gazetevatan.com/Haber/357987/1/Gundem
Yetmez sıra kızların,gelinlerin bileziklerine de gelir...
Ahmet Kılıç
24-03-2011, 12:14
CHP Çanakkale Milletvekili aday adayı Ali Sarıbaş çevre örgütlerinin mücadelesine her zaman destek verdiğini ve doğal dokunun bozulmaması için sonuna kadar mücadele edeceğini söyledi.
“Direnmeden kazanamayız!”
Lapseki Şahinli Köyü’nden sonra, Bayramiç Kuşçayırı Köylüleri de altın tekelcilerine “dur” dedikten sonra çevre örgütlerine destekler artmaya başladı. Daha önce Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu Başkanlığı yapan CHP Çanakkale Milletvekili aday adayı Ali Sarıbaş, “Emperyalist Maden Yasası’na karşı, yeni bir Çanakkale Savaşı başlatıyoruz. Çanakkale geçilmedi, geçilmeyecek” dedi.
Geçmişte Kazdağları ve Madra Dağı’nda çokuluslu şirketlerin altın aramasına engel olmak isteyen ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen binlerce çevreci Çanakkale Cumhuriyet Meydanı’nda yağmur altında 3.5 saat süren coşkulu mitingle tepkisini gösterdiğini ve çevre mücadelesinin Çanakkale için bir sembol olduğunu söyleyen Sarıbaş, “Ey, bu ülkeyi yönetenler! Oy çokluğu ile göreve geldiği için övünenler! Buradan size bir mesaj var. Kanun sizdeyse, kanun gereği ÇED raporunu yerine getirmek de sizin görevinizdir” dedi.
Çanakkale’de altın firmalarının ÇED süreçleri çok uluslu altın tekellerinde soğuk duş etkisi yarattığını da sözlerine ekleyen CHP Çanakkale Milletvekili aday adayı Ali Sarıbaş, “Lapseki Şahinli’den sonra Bayramiç Kuşçayırı köylüleri altıncıları ve ÇED toplantısı için köye gelen bürokratların toplantı yapmasına engel oldu. Sabah erken saatlerde köye gelen altın madencileri ve bürokratları karşılamayan Kuşçayırı köylüleri, ÇED toplantısının yapılacağı yer olarak seçilen köyün tek kahvesinin kapısına kilit vurdurdu. Köylümüz doğa zenginliğinin kendilerine nasıl yansıdığının farkında. Çevre katliamcılarına alet olmayacak” şeklinde konuştu.
Kaynak:
http://www.canakkaleicinde.com/chp-canakkale-milletvekili-aday-adayi-ali-saribastan-cevre-orgutlerine-destek.html
Oğuz Karsan
24-03-2011, 12:58
Merhaba.
Karılarımızın bileziklerini verelim defolsunlar! KAZDAĞLARI ve çevresinde altın arayan şirketlere tepki gösteren Çanakkale Belediye Başkanı CHP’li Ülgür Gökhan, "Karılarımızın kollarındaki bilezikleri bunlara verelim, buradan defolup gitsinler" dedi.
Eşlerinin kolundaki bilezikleri vermelerine gerek yok. Altının ziynet eşyası ve yatırım amaçlı satın alınması azalırsa zaten değeri düşeceği için kimse Altını çıkarmaya çalışmaz. Ama mesele o değil ki.
Çevre hepimizin ve çevreyi korumalıyız değil mi? Öyleyse çevreye her kesimden gelecek zarara ve tehdide karşı olmalıyız. Oysa çevrenin canına ot tıkayan diğer bütün faaliyetlere göz yumuluyor da sadece Altıncılara ses yükseliyor işte ben de bunu bir türlü anlıyamıyorum.
Küçükkuyu, Altınoluk, Güre, Akçay, Kızılkeçili, Edremit, Havran, Burhaniye, Pelitköy, Gömeç, Ayvalık, Sadece buraları değil Kıyı kesiminde bulunan bütün güzelliklerimiz tehdit altında hem de aynı Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Mersin, Anamur, Silifke, ve diğerleri gibi
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu saydığım yerleri madenciler mi talan etti? Denizin kıyısına duvar gibi siteleri Altıncılar mı inşa etti? İmar izinlerini rüşvet ve çıkar uğruna kimler sattı acaba?
Ağaçlarımız kesilsin, Ormanlarımız yok edilsin, çevre katledilsin demiyorum. Kimse, hiç kimse bunu yapmasın. Yani hepsine karşı çıkalım. Bazıları körfezdeki Ağaçları kesip imara açarken ses çıkarmayanlar hatta imar iznine imza atanlar kalkıp Çanakkaledeki toplantılara katılırsa çok komik oluyor
Yoksa enerji bağımlılığımızın sürmesini isteyenlerin Nükleer santrallere karşı çıktığı gibi amaçsızca ve işin esasını bilmeden saldırıp durmayalım diye düşünüyorum.
Saygılar
mavikartal5
24-03-2011, 15:17
geçenlerde bir açıkoturumda izledim, akdeniz, ege ve marmara kıyıları eski volkanik bölgelerdenmiş diye. ve buralarda yoğun maden birikimleri var.
tüm bu kıyılarda olduğu gibi izmir bergama'dan sonra izmir gaziemir'de de altın aranıyor. haberiniz ola.
saygılar
Benim anlamadığım yer, ülkemizde bir çok maden çıkarılıyor. Bunlar da çıkarılırken ve işlenirken,belirli ölçülerde çevreye zarar veriyor. Kimsenin geri kalan madenler konusunda herhangi bir itiazı yokken sadece altın çıkarılması konusunda, çok da gerçekçi temele dayanmayan itirazları. Altında geri kalan diğerleri gibi bir maden. Bor gibi. Alümünyum gibi. geri kalanlar gibi. Sadece altın konusunda çevre zarar görüyor demekde ben bir mantık göremiyorum.
Hele tamamen dışa bağımlı olacak nükleer santrallerin felaket henüz devam ederken savunulmasında bütünüyle başka niyetler arıyorum.( Yakıt gibi işletme de bize ait olmayacak)
Altın radyoaktif değildir. Altın çıkarması radrasyona neden olmaz. Siyanür zehirli bir element olduğu için sanki altın çıkarılırken herkes ölecek gibi bir senaryo ülkede altın çıkarılmasına engel olmak isteyenlerin ülkenin bu konuda dışa bağımlı kalmasını isteyenlerin yazdıkalrı, oynadıkları bir senaryo.
Bir bilgilendirme yapayım. Devlet işletmelerinde gümüş madenlerinde siyanür zaten uzun zamandan beri kullanılıyor kimse de buna itiraz etmiyor.
Ülkemizin altın işleme sektöründe dünya liderliğine oyanyan bir ülke olduğunu da söylersen sanırım kimin neyi istediği daha iyi anlaşılır.
Arkadaşlar bilim ve teknolojide geri kalmış ülkeler(bizi gibi genelde müslüman) üretim sağlıyamadıkları için yeraltı kaynaklarını tüketerek hizmet ürettiklerini saysalarda bu kaynaklar tükenmeye başlayıca da o ülkelerin yurtsever halkarıda başkaldırıya geçmektedirler.
Gündemde arap ülkelerindeki yer altı kaynaklarının önde durumunda petrol ilk sıradaki yer altı zenginiğini sonuna yaklaşması insanları başka eneji kaynakları arayışıyla nükler santrallara doğru bu çılgınlığın içinde insanlığın sonunu hazırlamakta olduğunun haberleri olarak japonyadaki doğal afetin yarattığı atom santrellerindeki hasarların bu enerjinin japonya gibi ileri teknoloji uygulayan bir ülkede güvenirliğini surgulaması bakımında bizler için kıstas ve örnekler sunmaktadır.
Basiret sahibi yöneticileri çıkaramayan insanımız her alanda kaynak kullanımı konusunda tutarlı politakalar uluşturamadığından, doğal çevreyi koruma ve kollama konularında her türlü riskler taşıyan purojeler üreterek yer altı kaynaklarını sömürü anlayışına dayanan bir üretim anlayışı içinde göbeğinden bağlı olduğu ülkere ham madde olarak ürtteği bu değerleri artı değer üretmeden yabancılara adeta peşkeş çercevesine savurganlık politikalarında ekonomiye kaynak sağlama endişleri içinde yönetimlerini sürdümekteler.
Onların hiç endişesi yok gibidir altın üretiminin çevreyi ve geleceği kirleten siyanürün etkilerinden, çünkü altın bizim insanımızın ziynet eşyası gibi gördüğü bu metal, bilim ve teknoloji insanında uzay teknolojisi ve iletim teknolojilerinin olmazsa olmazlarının başında gelen bu metal uzay ve iletişim tenolojilerindeki rekabet eden ülkelerin bu yarışı kazanmada metali eline geçirenin olduğu bilinci onları şuursuzca bu altını üreten ülkelere yaptıkları baskılarda en kolay ve maliyet getirmeden bu mineralin üretimini sağlama yolunda o ülke topraklarının gelecekteki durumlarını düşünmek istememelerinden, içimizdeki iş birlikçileri sayesindede yurtseverlerimizin karşı çıkışlarını engellemede çeşitli tezgahlar içinde insanımızın geleciğini karartmaktadırlar.
Tarım ülkesi vasfını kaybeden ülkemiz tohum ve girdi kullanımıda tam bir dışa bağımlı duruma gelmiş, kimyasal gübrelerin kullanımıda kırsal insanımıza gereken destekler sağlanamadığından bilinçsizce kullanılan kimyasal gübrelerden yeterli üretim sağlanamadığı gibi gübre kayıplarının toprak yapısını bozmanın yanında yeraltı sularına karışarak gelecekteki çevre kirliğinin bir başka etkeni olmaktadır.
Arkadaşlar bu başıbozukluğun temelleri ulu önder ATATÜRK'ün koyduğu ilkelerin ölümünden sonra gelen iktidarları küylü milletin efendisidir sözünü unutarak kalkınmanın köyden başlıyacağının eğitimdeki uygulamalrından köy ensitülerinin kaldırılarak, yerine gelecekte din alayışına uygun eğitim kurumlarını getirerek Atatürk'ün ilkelerine ters olan bir anlayışla insanlar yetiştiren bu insanların içinden millet vekilleri bakanları, başbakanı hatta cumhur başkanını çıkaran bu ülkenin insanın iradasi değil bir avuç işbirlikçi mandacı görüşün satılmışları tarafından ülkemiz bağımlı ülkeler durumuna getirilmiştir.
Ülkemizde altın madenciliğin karşı çıkmakla yurtseverlik arasında hiç bir ciddiye alınacak bağlantı yoktur. Bu bütünüyle dayatılmış bir argümandır. Bütün madenler gibi altın da madendir. Yukarıda da örneğini verdim tekrarlamaya gerek yok. Ülke altın işleme konusunda dünya lidarliğine oynamaktadır. Bunun için ciddi miktarlarda altın ithal edilip işlenip dışarı ihraç ediyor.( en son ilgilendiğimde 45 ton gibiydi rakam.Yanılıyor olabilirim, Altın konseyinden öğrenebilir merak edenler) Ülkemizde maden varken ciddi mikrtarlarda para yurt dışına kaçıyor. Bu düzenin devam etmesini istemekle, yurtseverlik arasında bağlantı kuramıyorum. Dışa bağımlılığın devam etmesini istemek yurtseverlik değil. Burada dışarından maden ithal edip işleyip geri ihraç etmedeki derin bağımlılığa dikkat çekerim. Savurganlık tam da budur. Altınla birlikte siyanürden sözetmek Nükleer santraller güvenlidir demek gibi tuaf bir durum. Bilmemekten kaynaklanıyor. Ülkede zaten siyanürle işlenen üstelik de devlet ait maden ocakları şu an çalışıyor. Önceden de belirttim. Bu gerçek ortadayken siyanürden ötürü altına karşı çıkmak arkasında başka niyetler olduğunu düşündürüyor.
Köylü edebiyatıyla, bu konular bağlanmış olmuyor.
Her sene bir kaç nükleer kaza yaşanıyor dünyada, bugüne kadar bir altın işleme fabrikasından siyanür sızıntısı haberi bilen duyan bu tarafa gelsin. Bilmeyenler yahu biz kime alet oluyoruz diye düşünsün.
İstanbulun orta yerinde altın atölyeleri var. Hepsi siyanürü kullanırlar. Bir şeye mi karşı çıkacaksınız önce bu işler nasıl oluyor bir öğrenmkete yarar var densin.
Sordun sorayım başka madenler de çevreye belirli ölçülerde zarar verirken onların ülkemizde çıkarılıp işlenmesi yurtseverlik olarak görülürken sadece bu madenin çıkarılamsına karşı çıkmak nasıl bir yurtseverliktir.
Dünya bor madenleri nededeyse %90 Ülkemizdedir. Buna karşılık tekeli bize ait değildir. Sık sık bu konu güdeme getirirlir. Geleceğin yakıtı biçiminde hicranlı karşı çıkışlar yapılır. Bor madeni çevreye zarar vermeden mi çıkarılacak.
Petrol, alümünyum, krom( dünyada en büyük rezerv) Gümüş, tungsten, bütün bu madenler konusunda fikirleri öğrenmeyi isterim. Çıkarılmasın mı bu madenler.
Tohum konusnda dışa bağımlı olmayalım. Dünya lideri olacağımız bir sektörde bağımlı olalım. Bu mantığı biri açıklasa sevineceğim.
Bu arada Ağaçlar eğitim toplantıları kimi bilgileri uzmanlardan edinmemize yardımcı oluyor. Ülkemiz meğer çok ciddi bir tohum üreticisiymiş ve İsrail'e de tohum ihraç ediyormuş. Hocanın yalancısıyım. Kendisi uzman.
Baia Mare Maden Kazası (http://www.devmadensen.org/yayin/bmtf/bmtf.pdf)
İnceleme ön raporu
Demek ki benzin fiyatlarından sonra dünya liderliğine oynadığımız bir alan daha varmış. Sahi bu Fransızlar niye kendi çimento fabrikalarını kapatıp bizdekileri aldılar ki? Akıl yok mu ne bunlarda?
Mantıken, bir iş yapılırken getiri ve götürüsünün iyice tartılması gerekir. Bir tarafta yılda yüz milyon dolarlık çam fıstığı üreten Kozak Yaylası diğer tarafta sayısını hatırlamadığım endemik türün yaşadığı Kaz Dağları, eşsiz bir coğrafya. Güneyde zeytiniyle, kuzeyde meyvesiyle çok önemli bir tarım ve hayvancılık bölgesi. Terazinin bir tarafına bunları koyun diğer tarafına altından gelecek kazanımları. Hangi taraf ağır basıyor?
Siyanür öldürür ama kontrol edilebilir. Radyasyon öldürür ama kontrol edilemez. Altın çıkarılırken o bölgede yaşayanların sağlıklarının bozulması, ağır metal zehirlenmesi tehdidi altında bulunmaları makul müdür? Kendi içimizde çelişiyoruz... Olası felaketleri, iş işten geçtikten sonra saptanabilecek ciddi sorunları görmezden geliyoruz... (Bakınız Tuna nehri)
Şu şu konularda bir tepki verilmiyor da bu konuda niye tepki veriliyor türü yaklaşımları anlayamıyorum. Çeçmişte şöyle şöyle yapılıyordu da şimdi neden böyle yapılıyor türü yaklaşımları da yine anlayamıyorum. Nedir yani, battı balık yan gider mi diyelim? Ayrıca imara açılmaması gereken yerlere yapılaşma izni verilmesi de yanlıştır, bunlara da tepki verilmelidir...
Geçenlerde okumuştum, biraz uzun ama paylaşmak istedim:
Çanakkale’de altın üretimi: Fay hatları üzerinde son tango (http://www.kazdaglari.org/kazdaglari/?p=676)
Harvard Üniversitesi Organizma ve Evrim Biyolojisi Bölümü’nden Profesör Edward O. Wilson; “Aslında yıllar önce bir grup iktisatçı ve biyolog, yok etmekte olduğumuz dünyanın değerini dolar bazında hesaplamaya çalıştı; su, hava, toprak vs. Ve hesapladıkları rakam yılda 33 trilyon dolardı. Bu bize tamamen bedava veriliyor ve doğal dünyayı yok ettiğimizde, onu kendi ekonomik aygıtımızla ikame etmek zorunda kalıyoruz; bir ormanı ya da bir su havzasını yok ettiğimizde olan bu. Bedava suyu yok ediyoruz ve sonra onu filtreleme cihazlarıyla üretmek zorunda kalıyoruz, bu da milyonlarca, yüz milyonlarca dolara mal oluyor. Yaptığımız şey, Dünya’yı adım adım basbayağı bir uzay gemisine çevirmek; bir ‘tür’ olarak içinde rahat edemeyeceğimiz bir araca çevirmek. Zırdelilikten başka bir şey değil…” derken,
Uzmanların; “2050 yılına kadar Türkiye’nin büyük bölümünün çöl olabileceğini, yakında savaşların su nedeniyle çıkacağını, tatlı su kaynaklarının hızla bitmekte olduğunu, milyonlarca insanın bu yerkürede su bulamadıklarını” söylerken,
TEMA yetkililerinin; “40 yılda 1,25 milyon hektar alanı kaybettiğimizi, kişi başına düşen suyun azaldığını” söylerken,
küresel ısınmaya bağlı olarak; buzullar erirken, denizlerin seviyesi yükselirken, göller küçülürken, orman yangınları çoğalırken, ani, düzensiz ve şiddetli yağmurlar, seller, hortumlar, heyelanlar gibi tropik iklim özelliğine sahip doğal felaketler Türkiye’mizde dahi çoğalırken ve 1 kg ekmek için yaklaşık 1000 ton suya, 1 kg et için 10.000 litre suya ihtiyaç varken ve 35-40 santimetrelik tarım yapılabilecek verimli toprağın oluşumu için 20.000 yıl gerekirken,
dünya bu sorunları nasıl çözmesi gerektiği konusunda çözümler üretemezken, bizim, kendi temiz su kaynaklarımızı tüketecek, zehirleyecek ve yaratacağı çevre felaketleri bakımından Kazdağları, Biga ve Çan bölgesinde siyanürle altın üretimi yapmamız; Zırdelilikten de öte ‘Cinnet geçirmek’tir.
199614
naturalhaber.com
“Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir…” (Mevlana)
Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür, Kaz Dağları’nda ne olacağı konusunda, “Kaz Dağları eteklerinde büyük olasılıkla 1 milyar ton kadar kayayı kazıp sağa sola saçacaklar. Bütün Çanakkale ve ilçelerinin kullandığı kadar suyu tüketecekler. Buralara 300-400 bin ton siyanür koklatacaklar” derken,
Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, Antalya’da katıldığı bir konferansta, “Bu sabah 2 milyar kadının, erkeğin ve çocuğun ve belki de 3 milyar kişinin, kahvelerini, çaylarını hazırlamak için musluklarını açma şansına sahip olmadıklarını hatırlatmama izin verin” diye konuşurken,
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) verilerine göre, yeryüzünde 1.1 milyar insan güvenli içme suyundan, 2.4 milyar insan da güvenli arıtma tesisinden yoksunken, 3′üncü dünya ülkelerindeki ölümlerin % 8′i su kirliliğinden olurken ve su kirliliğinden her gün 35 bin çocuk ölürken,
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş, “43 ülkede 700 milyon insan yılda 1700 metreküp olan temiz su eşiğinin altında yaşamaktadır. 20 yıl içinde 3 milyar insan bu eşiğin altında yaşayacaktır. Daha az geliri olanların suya daha fazla para harcadıkları bir dünyada yaşıyoruz. Gelişmiş ülkelerde gelirlerin yüzde 3′ü su için harcanırken, birçok gelişmekte olan ülkedeki yoksul insanlar kazançlarının yüzde 10′unu suya harcamaktadırlar” derken, temiz su kaynaklarımızı zehirletecek siyanürlü altın üretimi yapmak, yaratacağı etkiler nedeniyle cinnetten öte “Cinayet”tir.
“Şu anda yarının artık bugün olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Çok geç kalmış olmak diye bir şey vardır. Sayısız uygarlığın beyazlamış kemikleri üzerinde şu acıklı sözcükler yazılı: Çok geç. Eyleme geçmezsek, merhameti olamadan güce, ahlaklı olamadan kudrete, kavrayışı olamadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına sürükleneceğimiz kesin…” (Martin Luther King)
1849′da Kaliforniya’da “Altına Hücum”la başlayan süreçte doğanın tahribatına tanık olan ve halkı soykırıma maruz kalan bir Kızılderili reisi, bu durumu: “Bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atları ehlileştirildikten, ormanların en gizli köşeleri binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan, sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Bir bakacaksınız ki… Gökteki kartallar yok olmuş. Hızla koşan taya ve ava elveda demişsiniz. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır” demişti. Bu öngörü, şimdi 21.yüzyılda gerçekleşmek üzeredir. Gelinen süreç, artık dünyada “daha fazla hayatta kalmanın” mücadelesi olacaktır.
Siyanür ve onun yarattığı zehirli ağır metaller su kaynaklarımız için en tehlikeli maddelerdir. Bilindiği üzere siyanür, altın arama yöntemi olarak kullanılmasa bile işletme aşamasında altını topraktan ayırma işleminde kullanılıyor. Bu nedenle işletmeler siyanür için arıtma tesisleri kurup, bu tesislerde siyanürü zararlı etkilerden arıtmak zorundadırlar. Fakat birçok uzmana göre bu yöntem, siyanürü farklı zehirli bileşiklere ayrıştırma işlemidir. Uygulanan arıtma yöntemleri atık suları arıtmak içindir. Uzmanlar, altının üretim atığının “su” değil, “atık çamur” olduğunu ve çamur suyundaki zehirli bileşiklerin (cıva, kurşun, arsenik, krom, nikel vb. ağır metaller) çamurun katısına geçtiğinde bunu arıtacak hiçbir teknolojinin olmadığını söylemektedirler. Sadece risk siyanürde değil, bu ağır metallerin, atık barajı çöktüğünde yaratacağı çevre tahribatıdır. Genel olarak siyanürlü atıklar belli süreçlerden geçirilip, siyanür içeriği azaltıldıktan sonra atık barajına bırakılmaktadır. Atık barajlarının tabanı, toprağa sızıntıyı engellemek için geçirimsiz bir kil tabaka ile kaplanmakta. Yine uzmanların görüşüne göre, bu kil tabaka fazla basınç altında veya bir yer sarsıntısı esnasında kırılabilmekte ve siyanürlü atıklar çevreye yayılabilmektedir. Kil kullanımının tehlikelerine karşın kullanılan diğer geçirimsiz malzeme ise ‘geomembrane’ dır. Fakat bu malzemenin de sabit basınç altında % 0,01’e yakın oranlarda sızdırma yapabileceği, bu malzemeyi üreten firmaların açıklamalarında yer almaktadır. Atık barajın boyutları düşünüldüğünde, bu sızdırma oranının dahi her gün onlarca metreküp atığın, toprağa ve yeraltı sularına karışmasına neden olacağı görülecektir. Atıl barajlarında bir sızıntı meydana geldiğinde siyanür yeraltı suyollarına sızmaktadır. Genellikle kazalarda salınan siyanür ve diğer tehlikeli atıklar geri dönülmez çevre yıkımları şeklinde gerçekleşmektedir.
“19. yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korunmasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur: Doğayı insana karşı korumak…” (Peter F. Drucker)
Çanakkale gibi 1. derece deprem bölgesinde bu tarz kazaların olması kaçınılmazdır. Zaten altın, genellikle damarlar halinde, kayalardaki yarıkları ya da fayları izler. Normal olarak bu faylar, manyetik alandaki değişimlerle ortaya çıkarılabiliyor. Bu değişimler takip edildiğinde de maden yatağına ulaşılabiliyor. Altın arayıcılarının arama yaptığı bölgelere baktığınızda, bu bölgelerin fay hatları açısından yoğun bir bölge olduğunu hemen anlayabilirsiniz. Çan-Etili fay hattı, Çan-Biga fay zonu, Sarıköy fay hattı ve Yenice-Gönen fay hattı altın aranan bölge içinde yer almaktadır. Bu fay hatlarında meydana gelebilecek bir deprem, atık barajının tabanındaki kil tabakasında ve topraktan yapılmış setinde çatlamalar ve yıkımlara yol açacaktır. Zaten bölge eğimli yapısıyla ve ağaçlarında kesilmesiyle her türlü heyelan ve toprak kayması tehlikesi ile de karşılaşacaktır. Dünya tarihi, deprem olmadan dahi atık barajlarının yıkımından dolayı çevresel felaketlere yol açmış örneklerle doludur:
199615
Çanakkale’de de atık barajlarının yıkılma tehlikesiyle yüz yüze geleceğiz. Deprem veya heyelan nedeniyle yıkılırsa tonlarca zehirli çamur çevreye yayılacaktır.
1992 yılı Aralık ayında ABD’nin Kolorado eyaletinde Kanada’lı Galactic Resources şirketine ait Summetville madeni kapatıldı. 1984’te faaliyete geçen madenin, taban suyuna ve Alamosa nehrine 8 yıl boyunca toksik atık sızdırdığı belirlendi. Nehrin 27 kilometresini biyolojik olarak ölü duruma getiren bu kirliliğin kısmen temizlenmesi için 120 milyon dolar harcandı. Tam temizlik için 500 milyon dolar daha gerekiyor. Bölgeyi terk eden şirketin sadece 4,7 milyon dolarlık teminatına el konulabildi.
1994 yılı Şubat ayında Güney Afrika’daki Harmony madeninde atık barajı patladı. 17 kişi hayatını kaybetti.
1995 yılı Ağustos ayında Guyana’da bulunan Omai altın madenindeki atık barajı yarıldı. 3 milyon metreküp toksik çamur Essequibo nehrini Atlantik’e kadar (80 km boyunca) zehirledi. Tüm ülke afet bölgesi ilan edildi. Bölge halkı halen çeşitli hastalıklara yakalanmakta.
1995 yılı Ekim ayında Filipinler’deki Surigao Del Norte altın madeninde bir beton borunun kırılması sonucu 500 000 m3 zehirli atık tarım alanlarına yayıldı.
1998 yılı Temmuz ayında İspanya’nın Los Frailes bölgesinde Boliden-RTZ şirketine ait gümüş madeninde atık barajı yarıldı. Toksik çamurlar, Donana Milli Parkı’na (Avrupa’nın en büyük kuş cennetine) büyük zarar verdi. Guadiamar nehri kitlesel hayvan ve bitki ölümüne sahne oldu.
1999 yılı Nisan ayında Filipinler’in Suriago Del Norte altın madeninde yine boru patlamasından ikinci bir kaza meydana geldi. Bu defa çeltik tarlalarını 700 000 metreküp zehirli çamur işgal etti.
2000 yılı Ocak ayında Romanya’nın Baia Mare bölgesinde Esmeralda şirketinin altın madeninde atık barajı yarıldı. 100 000 metreküp zehirli çamur Szamos nehri üzerinden Tissa ve Tuna nehirlerine yayıldı. Sadece Szamos nehrinde dar bir alanda 1460 ton balık öldü. Nehirlerdeki balık ve kurbağa gibi canlılarla beslenen kuşlar ve memeliler de zehirlendi. Tarım alanlarının sulanması sonucu, tüm tarım ürünleri de zehirlendi.
2000 yılı Şubat ayında Endnonezya’nın Irian Jaya bölgesinde Freeport McMoRan adlı Amerikan şirketinin işlettiği Grasberg altın madeninde baraj taştı. Amungme yerlilerinin köyleri zehirli çamur istilasına uğradı.
2001 yılı Ekim ayında Gana’da West Wasa bölgesinde Güney Afrika menşeli Goldfields Ltd. Şirketine ait altın madeninin atık barajı yıkıldı. Asuman nehrinin büyük bir bölümünde yaşam bitti.
Son olarak da 2010 yılı Ekim ayı başlarında Macaristan’da bir alüminyum fabrikasında atık barajlarının yıkılmasının ardından çevreye yayılan ağır metaller içeren kızıl çamur Tuna Nehri’ne ulaştı. ( Altın üretimi sonucu çıkan atıklarda, alüminyum elde edilen fabrikanın “kırmızı çamur” adı verilen atığı gibi yüksekmiktarda demir, kadmiyum, kurşun, arsenik ve krom gibi ağır metaller içeriyor.) Avrupa, tarihindeki en büyük çevre felaketiyle karşı karşıya kaldı. Meydana gelen kaza sonucu en az 1 milyon metreküp zehirli kırmızı çamur 41 kilometrekarelik bir alana yayıldı, yaşanan atık seli sonucunda 7 kişi öldü ve 120′den fazla kişi yaralandı. Yüksek miktarda demir, kadmiyum, kurşun, arsenik ve krom gibi ağır metallere sahip atıkla kirlenen Marcal nehrindeki canlı yaşamı sona ererken, uzmanlar, akarsu havzasında canlı yaşamının bir daha uzun bir süre boyunca mümkün olamayacağını belirtiyorlar. Bölgeye yayılan tehlikeli kızıl çamurun kurumasıyla, çok kuvvetli bazik ve ağır metal içeren çamur tozlar rüzgar yardımıyla havada dağılarak, hava kirliliğine ve insanların solunum sisteminde ciddi olumsuz etkilere neden olacak.
199616
Altın madenlerinde milyonlarca ton toprağı kazıp sağa sola saçacaklar. Milyonlarca ağaç katliamı yapılacak.
“Doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur…” (Dostoyevski)
Bu örnekler, Çanakkale’de gelecek de yaşanabilecek çevre felaketleri için bir öngörü sağlıyor. Atık barajının kil tabakasından yeraltı sularına karışabilecek zehirli ağır metaller, Çanakkale’nin içme suları için büyük tehlike oluşturacaktır. Kuşkusuz altın madeni işletmesinin hava kalitesi üzerinde de etkileri olacaktır. Uzmanlara göre bu etkiler; açık depolama bölgelerinde patlatma-kazıma, yükleme-boşaltma, işleme-öğütme gibi işlemlerden kaynaklanacak olan tozların ve yüksek buhar basıncı ile düşük kaynama noktasına sahip olan siyanürün buharlaşma yoluyla atmosfere karışarak soluduğumuz havayı zehirlemesidir. Bu bölgelere yağan yağmur da atıkların buharlaşmasını daha da hızlandırmaktadır. İşletme civarında yeralan bölgelerde, bitki ve canlılar üzerindeki etkileri büyük önem taşımaktadır. Özellikle altın madeninin işletildiği arazinin görünümü ve karakteri büyük ölçüde değişmekte ve asla eski haline dönüştürülememektedir.
Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür, Çanakkale’de 2013 yılında altın üretimine geçecek Kanada firmasının açık işletme yaparak, oluşturacağı kirlilik açısından Bergama Ovacık’ı dahi gölgede bırakacağını ve açık işletmenin aynı zamanda Biga Yarımadası’nın da sonu olacağını açıklamıştır. Öngör, “Yeni yasayla arama izin belgeleri sermaye yapısı daha güçlü firmalara satılabilecek. Önümüzdeki yıl bu ruhsatların büyük bölümü Toronto Borsası’ndan beslenen çok uluslu kartellerin eline geçecek. Hazırlanan yönetmelikler çok açık ortada. Çok büyük bedeller ödeyeceğiz. Bu bedellerden birini de geçmişte hileyle savaş kazanılmış Çanakkale’de yaşayacağız. Geçmişte Truva Atı nasıl içersindeki askerlerle Troia’dan içeriye sokulmuş ise, bugün yasa ve yönetmelikler de o şekilde ambalajlanıp Truva Atı haline dönüştürülmüş, içersindeki askerler de uluslararası altın kartelleridir. İlk etapta Ağı Dağı ve Kirazlı planlanmış, daha sonra da aşamalı olarak Kazdağları tahrip edilecektir. 2013-2014 yıllarında üretime geçeceğini açıklayan Kanada firması, Uşak Eşme örneğindeki gibi açık işletme yapacaktır. Bergama Ovacık gibi kapalı işletme dahi yapılmayacak bu bölgede. Ağaç kesimleri olacak, ormanlar kalmayacak. Su sızdırmazlığına sahip çatlak kayalar un ufak yapılacak. Posalar atılıp, bu bölgede tüm canlı varlıkları yaşamlarını yitireceklerdir. Bütün bunlar Türkiye yılda 300-400 milyon dolar gelir elde etsin diye yapılacak. Çok açık söylüyorum, bu işletme anlayışı ile sadece Çanakkale değil, bütün Biga Yarımadası’nın sonu olacak” demiştir.
Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, maden şirketleriyle bir sorunları olmadığını, ancak siyanürle altın işleyen çok uluslu şirketlere karşı olduklarını belirterek. “Siyanürle altın çıkarmanın çevreye çok büyük zararı var. Altıncılar 15 yıl bölgede altın işletip, karlarını alıp gittikten sonra bu bölgede yaşayan bizler yüzlerce yıl o kirliliği, o bedeli ödeyeceğiz. Tamamı çok uluslu şirket olan bu firmalar, devlete kendi beyanları doğrultusunda çıkardıkları 100 gram altının 4 gramını verecekler. 96 gramı alıp götürecekler. Bizim bu işten karımız yok. Ama zararımız çok büyük. Suyumuz kirlenecek, havamız kirlenecek, topraklarımız kirlenecek. Çok uluslu şirketler bu yörenin can damarı su kaynağı olan Kazdağları etrafına üşüşmüşler. Hemen hemen ruhsatsız bölge yok. Ama yöre halkıyla birlikte işletme aşamasına izin vermeyeceğiz” demektedir.
199617
Altın madencileri bölgeyi terk ettikten sonra arazi artık asla eski haline döndürülemeyecek.
“Her yıkıntı onarılabilir, doğanın yıkıntısı asla…” (Falih Rıfkı Atay)
Bin pınarlı Kazdağları’nı gelecekte bekleyen tehlike, bugünlerde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinin başına geldi. Geçtiğimiz yüzyıldan kalan altın madenleri yüzünden Johannesburg’un çok büyük çevre felaketi ile karşı karşıya. Bu madenlerde altın çıkartılırken kullanılan siyanür ve diğer ağır metal atıklarının doldurulduğu havuzlardan gelen zehirli sızıntılar su kaynaklarına ulaştı. Bu felaketi önlemenin faturası çok pahalı olduğundan hükümet gerekli adımları atamıyor. Bu işin faturasını bu felaketi yaratan altın kartellerine kesmek istiyor ama “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş.” Karteller altını çıkarıp gitmişler. Geriye bölgede yaşayan milyonlarca insanı tehdit eden bir çevre felaketi bırakarak. Altın çıkarılan dönemde G.Afrika yönetiminin altından aldığı paydan kat kat fazlasının harcanması gerektiği bir enkaz bırakarak.
“Ancak en son ağaç kesildikten, en son nehir zehirlendikten ve en son balık tutulduktan sonra anlayacaksınız ki, insan parayı yiyemez!..” (Kızılderili Cree aşiretinin bir atasözü)
İnsanoğlu tarafından spekülatif yatırım amaçlı kullanılan ‘altın’ın gerçek değeri, kendisine altın borsasında verilen değerin % 4’ü bile değilken, Dünya genelinde insanlığın elinde toprak altından çıkarılmış 150-200 bin ton altın varken ve bu altın miktarı sadece gerekli olan sektörlerde teknik amaçlı kullanıldığında geri dönüşümlü olarak sonsuza kadar yetmekte iken, sırf yastık altında tutulmak üzere yatırım amaçlı olarak, çevreye zarar verecek şekilde altın çıkarmak için “yerin altını üstüne getirmek” hangi akla hizmettir? Çölleşmiş bir ülkede elinizde tonlarca altın olsa ne yazar? Bununla içeceğiniz suyu, tarıma elverişli toprağı, soluyacağınız temiz havayı, kaybettiğiniz sağlığınızı geri alabilir misiniz?
199618
Ormanlarımız delik deşik edilecek. Geriye zehirli yığınlar kalacak.
“Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil…” (Mahathma Gandhi)
1999 yılında Prof Dr Ayhan Erler ve Jeoloji Yük. Müh. Vedat Oygür’ün yaptığı “Türkiye Altın Potansiyelinin Tahmini” başlıklı bir tebliğden yola çıkarak altın lobisi Türkiye’nin altın rezervinin 6500 ton olduğunu açıklamış. Oysa, Erler ve Oygür, tebliğlerinde, Türkiye’nin bilinen toplam altın rezervinin 225 ton olduğunu belirtmişler. Erler ve Oygür, Türkiye’nin altın rezervini değil, altın potansiyelini modelleme yaparak tahmin etmeyi denemişler. Erler ve Oygür’ün bildirisinde Türkiye’nin altın potansiyelinin 1730 ton ile 6490 ton arasında olduğunu, ortalamasının da 3649 ton olduğunu belirtmişler. Fakat altın lobileri sanki rezerv 6500 tonmuş gibi bu modellemenin en üst sınırını kabul etmişler ve bunu kullanarak 2004 yılına kadar hükümetler nezdinde yaptıkları lobi çalışmaları meyvesini vermiş ve yeni maden yasasını kendi çıkarlarına uygun olarak AKP hükümetinden çıkartmayı başarmışlar. “Kıyamet kopmak üzere bile olsa, elinde bir fidan varsa, bu fidanı dikmemezlik etme” anlayışındaki İslam felsefesinden geldiğini söyleyen AKP hükümetinin tavrına da şaşmamak elde değil. Altın arama ve üretimi söz konusu olduğunda yeni maden yasası ile ağaç kıyımına izin verebilmekte. Altın lobisi o kadar güçlü ki; altın üreticilerinin Kazdağları’nda altın arama çalışmalarında elini kolunu bağlayan zeytinlik alanlarında madenciliğe engel olan Zeytin Yasası’nda gerekli değişikliği, gelen tepkiler karşısında yapamayan hükümet, çareyi ‘Zeytinlik’ tanımını, yapacağı yeni bir yönetmelikle değiştirmek yoluna gidiyor. Bu yönetmelikle ‘Zeytinlik’ tanımı 25 dönüm altı araziler için geçerli değildir’ şeklinde bir değişikliğe gidiliyor. Altın üreticilerinin önü açılıyor. Bu değişiklikle milyonlarca zeytin ağacının katliamına göz yumuluyor.
İTÜ Kimya Metalurji Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Duman, “Diyelim ki Türkiye’de mevcut altın rezervi 6500 ton.. Bu rezerve ulaşmak için yılda 650 ton altın üretilmesi gerekecektir. Çünkü bir altın madeninin ortalama ömrü 10 yıl. Yıllık üretimi ise yaklaşık 1 tondur. Bunun bir başka anlamı da, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde altın tesisleri ve atık barajlarıyla birlikte her biri ortalama 100 hektar büyüklüğünde 650 adet siyanür yarası açılacağıdır. … Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye “altın çağı”na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 160 milyon tondur. Ve 10 yıl sonra elimizde kalacak olan kimyasal atık miktarı, asitlenmiş dekapaj toprağıyla birlikte, yaklaşık 2 milyar tondur. Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikleri de değerlendiren Prof. Dr. İsmail Duman, “Kazancın yabancı şirketler ve onların yurtiçindeki temsilcileri adına bu denli özelleştirildiği; riskin-çevre tahribatının-zehirin bu denli kamulaştırıldığı bir yasa, ulusal bağımsızlığını dişiyle, tırnağıyla kazanmış bir ülkede değil, ilkel bir kabilede bile kabul görmezdi” demektedir.
Üst sınırı değil de ortalama değeri alan TMMOB Çevre-Jeoloji-Kimya-Metalurji Mühendisleri Odaları’nın raporunda da;
“Tahmin edildiği gibi ortalama 3649 ton altın potansiyelimiz olsa; bunun tümünü arasak ve bir de bulsak; bunun tümünün de varolan fiziksel ve ekonomik koşullarda işletilebilir olduğu belirlense ve bunlar görünür rezerve dönüşse; bunlar ortalama 100’er tonluk 37 maden işletmesine dönüşse; bunlar 20 yıl içinde işletilse ve her birinin 10’ar yıllık ömrü olsa; bunlardan yılda 180 ton altın üretsek; bugünkü fiyatlarla bunlardan yılda 1.5 milyar dolar satış geliri elde edilse ve yabancı işletmeciler doğru beyanda bulunsalar da bize de 150 milyon dolar kalsa; tahmin edilen potansiyelden bize 20 yılda hepsi topu topu 3 Milyar dolar kalır. Buna karşılık, bunlar ortalama 5000’er dönümlük ocak ve atık alanları oluşturur; bu ocaklar kapatılırken 20,000 dolar dönüm başına temizleme ve kapatma gideri yapılacağı gibi alçak gönüllü bir kabul yapılınca, devletimiz de her şeyi geride bırakıp giden yabancı altın işletmecilerden kalan türlü çeşitli kirlilik kaynağını temizlemek için ocak başına 100 milyon dolar, 37 ocak için toplam 3.7 milyar dolar harcar” tespitleri yer almaktadır.
Dünya altın üretiminin aslında 3 ailenin elinde olduğu ileri sürülür. (İngiltere’de Rothschield ailesi, ABD’de Oppenheimer ailesi ve Fransa-Avustralya’da Le Crespiny ailesi) Altın üretiminin, teknik ve mali kontrol çoğunluğu bu ailelere ait 15 büyük kartel eliyle yapıldığı ve bu 15 kartelin dünyada altın madeni çıkarıp işleyen 600 kadar şirketinin olduğu iddia edilmektedir.
Artık gelişmiş ülkelerde ağır maliyet gerektiren çevre koruma yasaları nedeniyle bu çokuluslu altın kartelleri bu ülkelerde yeni maden açma yerine, gözlerini henüz çevre bilincinden yoksun olan gelişmekte olan ülkelere dikmişlerdir. Uzmanlar, Dünyada ki 40-45 bin ton olan altın rezervlerinin 10 yıl sonra tükeneceğini söylemektedir. Prof. Dr. İsmail Duman, “Bu durum gerçekleştiğinde altın fiyatlarının ne olacağı henüz bilinmemektedir. Topraklarımızda bulunması muhtemel altının yabancı şirket kasalarında ucuz maliyetle depolanmasına izin vermek yerine, onu değerli bir doğal kaynak olarak korumak, “zengin madenlerin fakir bekçisi olmak değildir” demektedir.
“Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yapmalıyız. Çünkü eğer doğru şeyi yapmazsak, yanlış şeyi yapacağız ve iyileşmenin değil, felaketin bir parçası olacağız…” (Fritz Schumacher)
Dünya genelinde yaşanan ve Çanakkale’de de gelecekte oluşabilecek çevre felaketlerine karşı omuz silkip “nasıl olsa hapı yuttuk” demek, “nasıl olsa bu işlerin uzmanları var ve bu uzmanlarda bir yolunu bulur” diye düşünmek ve “nasıl olsa çevreci gruplar var, bir tehlikeli durum karşısında onlar gerekli tepkiyi veriyor, biz bakalım kendi işimize” demek de felaketin bir parçası olmayı seçmektir.
Hükümet ve altın lobileri, tepki gösteren grupları birkaç “gürültücü ses” olarak değerlendirmekte, arkada kalan sessiz çoğunluğu ise “nasılsa ses çıkarmıyorlar” düşüncesiyle göz ardı edip kendi planlarını uygulamaya devam etmekte sakınca görmemektedir. Bunun en tipik örneği ülkemizin depremsellik gerçeğinde yaşanmaktadır. Uzmanlar devamlı olarak medyada, meydana gelebilecek olası deprem tahminlerini kamuoyu ile paylaşsa da, son Gölcük depreminden bu yana yaklaşık 12 yıl geçmesine rağmen yetkililerin olayı ciddiye alıp ne kadar tedbir aldıkları gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Çevreci örgütlerin sesleri de, tepkilere bölge halkı katılabildiği oranda duyulabilmektedir.
Kendimize soracağımız soru şudur: Sesimizi çıkarmazsak, daha ne kadar felaketin bir parçası olacağız?
Bu işin çevrecisi, sağcısı, solcusu yok!.. Karşılaşacağımız felaketler açısından hepimiz batacak olan aynı gemi içindeyiz.
Truvalılar’ın bize miras bıraktığı bu eşsiz güzellikte topraklarda nasıl 1915’de Batılı emperyalist güçlere geçit verilmediyse, çok uluslu altın kartellerinin topraklarımızı kirletmesine, sularımızı zehirlemesine izin vermemek de, bizim kuşağın önünde duran en önemli görev ve sorumluluktur.
Yeter ki siz SES VERİN!..
Aykut Aşçı (aykut.asci@mynet.com)
Baia Mare Maden Kazası (http://www.devmadensen.org/yayin/bmtf/bmtf.pdf)
İnceleme ön raporu
Evet 120 ton siyaür ve kimse ne yaralanmış ne de ölen olmuş. On yılda tek kaza da bu olmalı. Kaza 2000 yılında olmuş.
"warrior" Bence anlamadığınız şeyler çok.
Herşeyden önce bütün maden ocakları çevreye zarar veriyor. Her çevre kötü de kozak yaylası iyi gibi bir mantık olmaz. Bütün maden çıkarımları çevrede bir tahribata neden oluyor. Hepside belirli ölçülerde çalışanlarda meslek hastalıklaran neden oluyor. İşte ocakta cesetlerine ulaşılamayan madenciler daha yeraltında. Kimse kömür çıkarmayalım demedi şimdiye kadar. Üstelik de tam bir çevre felaketi kömür. Evet başka madenlere ses çıkarmayıp sadece altın madenciliğine karşı çıkmak fıstık ağaçlarıyla açıklanamaz. Gerekli ekolojik dengeler korunarak pekala madencilik yapılabiliyor.
Ülkedeki başka madenler konusuda ses çıkarmayıp sadece altın madenciliği söz konusu olduğunda vatanseverlik diye bir şey olmaz.
Bu durumda dışa bağımlılığa devam edilmesini önermiş oluyorsunuz.
Ülkenin geri kalanındaki başka madenler de çevreye zarar verirken sadece altın konusunda itiraz etmek "onlara itiraz etmedik etmedik ama.". biçiminde bir mantık kabul ettirmez. Bu duruma bütün madenlerin çıkarımına karşı çıkmak gerekir.
Sadece altın madencliğine karşı çıkmak yazılmış bir senaryonun okunması.
Bor madeni çıkarılınca çevresi ekolojik bir zenginliğe mi kavuşacak? Devletin gümüş madeninde siyanür kullanılıyor olması ses çıkarılmasına gerek olmayan bir durum mu?
İzmir Kavacıkta altın ocağı var. Herkes siyanürlü altına hayır biçiminde itiraz ediyor. Evet çam ormanları da zarar görüyor. Kimse ya bu ocakta siyanür falan yok demiyor. Salt itiraz bu. Yoksa çamlar için itiraz edeni yok.
Çamlı barajı projesinden maden için vazgeçildi deniyor. Köylüler barajı istiyoruz diyorlar. İyi ama siz barajın havzasındasınız köyünüz bütün üzüm mahsülüyle birlikte sökülür baraj kurulunca dedim. Nasıl yani diyorlar. Sizce ortada ciddi bir tuaflık yok mu?
Sadece altın madeni mi çevre sorunlarına neden oluyor? Yoksa bu maden üzerindeki uluslararası rant oyunlarının ülkemiz için yazılmış senaryoları mı var?
Evet 120 ton siyaür ve kimse ne yaralanmış ne de ölen olmuş.
Bu cümleyi alıntılayacağını adım gibi biliyordum :)
Tümünü okudun mu?
Yarısını okudum yetti.
Bunu da zaten ülkede altın madenicliğinin önün kesilmeye çalışılması senaryosuyla bir ilgisi yoktu.
Arkadaşlar geçmiş yılllarda bu başlıkta konu çeşitli paylaşımlarla tartışılmış olmasına karşın birçok ayrıntı dile getirilerek enine bolyuna konunun bütün yönleri ile netleşmiş olmasına karşın tekrardan tartışılr hale gelmesinide anlamış değilim.
Birçok ileri görüşlü arkadaşımızın, bu alt başlıktaki bu konu başlığı içindeki altının siyanürle üretiminin tartışılarak, konunun daha iyi anlaşılması bakımında üst başlıktaki doğaya ve çevreye sahip çıkalım, doğa, çevre ekoloji, gıda ve hukuk politikaları kapsamı içinde mütealasını yapan arkadaşlarımız güzel sonuçlar çıkarmışlar bu şekilde üretimin getirisi ve götürüsü üstündeki ayrıntıların aydılnlatılmasını sağlamışlardır.
Burada alt başlıktaki bu konuyu açan arkadaşımızdan daha çok sahiplenen memet arkadaşımızın dar kalıplar içinde konuya açıklık getirmeye çalışması içinde arkadaşımızın adete siyanürla altın üretimini sağlayan şirketin bir temsilcisi gibi davranarak, konuyu savunmasına getirdiği paylaşımlarının tutarsızlığı karşısında warrior, Oğuz, Karsan, angel67, praecox ve diğer arkadaşlaın geniş persektif içinde konunun anlaşılmasını sağlamışlar, son aşamada sayın malinada Baia Mare Maden Kazası raporunu sunmasıyla konu sukut bulmuş oldu.
Konuya katılarak açıklamaları ile paylaşımlar sunan arkadaşlarıma bu emeklerinden ötürü teşekkürü borç bilirim sevgilerimle. Saygılar sunarım:)
Her konu her zaman tartışılabilir durumdadır. Bunu anlamanız gerekli değl. Biri eklemek yazmak istediği bir şey görür yazar tartışır.
Dar kalıplar sizin kendi siyasi görüşünüzle başkasına/ bana hakaret etmeniz biçimindedir. bunu da uyarıma rağmen bakıyorum bir özürle telafi etmiyorsunuz.
Bilir bilmez bonsai konusunda da böyle bir çabaya girmenizden sizde kisişisel bir takınıtı olduğuna inanmaya başladım.
Terbiye sınırları içnde kalmaya gayret ederek ve sizin gibi hakaretler de etmemeye özen göstererek bari okuduğunuzu anlayamayacak kadar sığsa algınız, bırakın başkasına böyle üsluplarla cevaplar yazmayı.
Ne dendiğine dair bir fikriniz bile oluşamamış sizin.
Maden kazası raporu da hiç bir şeyi açıklamıyor zaten. Anlamadığınıza göre bir daha okuyun.
Bütün madenlerde kazalar olur oluyor, çevreye zarar verir veriyor. Burada sadece altın madeni sorunlu gibi tuaf bir bakışla kaza raporuna sarılmanız sizi kurtarmaz. Neden kömür kazası raporuna ilgi gösterilmediğini da rapora sarılanlara bir sorayım. Kömür madenleri kapatılmalı diyor musunuz?
Bor madeni konusundaki sözlerim okunmaz biçimde midir? Bu konularda kulağınız üstüne yatmanız sizi kurtarıyor mu?
Cevabı duydum mu yoksa, yoo o da nerden çıktı. Uluslararası kartellerden böyle bir baskı yok mu dedi birisi.
Borçlu olduğunuz bir hususun teşekkür değil hakaretinize özür olduğunu bir kere daha hatırlatsam yararı olur mu?
İnsan biri hakkında böyle asılsız ve seviyesiz ithamlarda bulunurken biraz utanır.
Elbistandaki çöküntüde yatan cesetlere bile ulaşılamamışken sizin saplantılı biçimde altın madenciliğine karşı çıkışıyor oluşunuzun altında ne anlam var?
Çöküntü olan alanın çevreye tahribatına da dikkat etmişmiydiniz konu haber olduğunda.
Bu konunun insanları kandırma çerçeveside düzmece senaryoların çerçevesinde değil, maden çıkarımın bütün diğer madenlerde de tehlikeli çevreye zarar veren, doğayı belirli ölçülerde tahrip eden bir sektör olması çerçevesinde alınması gereklidir.
Oysa siz hakaret etmeyi de önemsemeden sadece altın çıkarılmasına karşısınız ki, bence de madeni başka ülkelerde çıkaran uluslararası şirketlerin maşası gibi görünüyorsunuz. Üstelik de bunu vatanseverlik gibi bir maske altında yapıyorsunuz. Bence dar bakış açısı işte budur.
Yoksa bir düzmece metne uluslararası maden çıkarımını kontol eden şirketlerin arügümanına sığınırken araya Atatürk yazmak ne sizi vatansever yapıyor. Ne de durumunuzu kurtarmaya yetiyor. Adetten oldu, her ciddiyesliğe Atatürk adı yazıp aradan sıyrılma oyunları. Bir insanın manevi şahsiyeti üzerinden de bu kadar oyun oynanmaz. ( Söz konusu olan ben değil, Mustafa Kemal'dir)
Hakaretiniz ve tekrarlamanız için iki kere özür dilemelisiniz.
Altının staratjik bir maden olması nedeniyle ülkede çıkarılmasının önünün kesilmeye çalışıldığına dair "vatanseverliğinizde" hiç bir şüphe uyanmamış olması ne anlamlı.
Epsody bana hakaret ettiği satırları düzenlemiş ama, hakareti için özür dilemediğinden ben cevaben yazdıklarımı yerinde tutacağım
mavikartal5
26-03-2011, 19:25
yorumlara dahil olacaktım ama burası biraz gerilmiş. ben aradan çekileyim.:)
saygılar
199441
Her maden ocağı çevreye zarar verir. Altın madenciliğinde ise birim cevher başına diğer madenlerden daha fazla alanın açılması/kazılması gerekir. Zararlı kimyasal maddelerin kullanımı ise söz konusu cevherin çıkarılmasında çevreye verdiği zararın üstüne artı bir zarardır. Sanırım kimse soluduğu havada, içtiği suda, yediği ürünlerin yetiştiği toprakta öldürücü zehirlerin bulunmasını istemez. Kaldı ki ekonomik getirisiyle, ekolojik zenginliğiyle, üstündekiler altından çıkartacaklarınızdan daha değerli olduğu gün gibi ortadayken bu durum nasıl açıklanabilir bilmiyorum.
199442
(*1)
Dünyada yaşanmış altın madeni kazaları:
1965 Şili
Deprem sonucu 14 atık barajının 10'u hasar görmüş ve sızıntı sonucu 200'den fazla kişi zehirlenerek ölmüştür.(*1a) Burada çevrenin diğer etkilenmeleri ayrıca çok yüksek düzeylerdedir.
1972 ABD Batı Virjinya
Şiddetli yağmurlar sonucu atık barajı çökmüş 155 kişi yaşamını yitirmiştir.(*1a)
1984 Papua Yeni Gine
Ok Tedi altın madeni için 2100 metrelik dağ tıraşlandı, yoğun yağışlar nedeni ile siyanürlü toprak aktı ve yöre halkı başka bölgelere göç etmek zorunda kaldı.(*1b)
1985 Guyana
Omai altın madeninde atık havuzu patladı ve 4 milyar ton çamur nehirlere karıştı.(*1b) Yine Guyaba'da 1995 yılında aynı madende siyanür barajının taşması sonucu sıkı yönetim ilan edilmiştir.
1990 Güney Colorina
Yağmurlar sonucu Brever altın madeninde süzme altın rezervi çökmesi sonucu on binlerce balık ve canlı öldü.(*1b)
1993 Bolivya
Maden artığının kayması sonucu binlerce insan öldü.
1992 ABD New Mexiko
Yapılan incelemede 800'den fazla sızıntının olduğu belirlendi.(*1c)
1993 ABD İdoha
Tonlarca atığın Silver Madeninden sızarak çevre sularına karıştığı tespit edilmiştir.(*1d)
1994 Güney Afrika
Siyanürlü altın havuzunun taşması sonucu 150 canlı yaşamını yitirdi.
199443
2000 Romanya
“Doğu Avrupa'da siyanür felaketi”, “Çernobil'den sonra en büyük çevre felaketi” gibi başlıklarla verilen haberlerde Romanya'nın Sasar Bölgesi'nde Aurual altın madeninden sızan siyanürün Doğu Avrupa'yı etkisine aldığı duyuruldu. Madendeki 100 bin metreküplük siyanür atıkları, Tisza nehrinden, Tuna nehrine oradan Karadeniz'e kadar geldi. Milyarlarca balık ve su canlısı yaşamını yitirdi. Etkisi uzun süre devam edecek olan olay sonrası nehirlerdeki canlı yaşam sona erdi. Bu atıklardan sorumlu Esmerelda şirketinin, Eurogold'la aynı kökenli olduğu basına yansıdı.(*1e)
2000 Papua Yeni Gine, Peru, Avustralya
Altın madeni işletmelerinde çevreyi etkileyen kazalar meydana gelmiştir.
199444
(*2)
Madencilik ve Çevre:
Madencilik faaliyetleri diğer endüstri faaliyetlerine göre çevrenin fiziksel ve kimyasal olarak bozulmasına direk nedendir. Doğası gereği alternatif yer seçimi şansı bulunmadığından, çoğu zaman; tarım, orman ve canlı yaşam alanlarını, tarihi ve doğal sit alanlarını bozma, az-çok zarar verme durumu ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Madenciliğe ilişkin faaliyetler birkaç aşamada olup, her birinde doğa farklı olarak zarar görür. En zarar verici faaliyetler: Maden işletme (çıkarma), zenginleştirme, metal tasfiyesi ve kazanılması gibi işlemlerden dolayı ortaya çıkan kirleticilerdir. Bununla birlikte madenin büyüklüğü ve fiziko-kimyasal yapısı ile faaliyetin süresi de önemlidir. Açık ocak maden işletmeciliğinde doğa tahribatı üretim sırasında doğrudan olmaktadır.
Madenciliğin çevre etkileri:
Hava-su-toprak kirliliği(fiziksel-kimyasal) , estetik kirliliği (topografya-morfolojinin bozulması),gürültü ve titreşim, ekolojik dengenin nicel-nitel bozulmasıdır. Cevhere ulaşmak için kazılan örtü ve faydalı mineral içermeyen altere zonların(PASA) büyük hacimlerde depolanması, cevher zenginleştirme işlemlerinden itibaren oluşan ince taneli atıkların depolanması (hem arazi kaybına nedendir, hem de uzun süreli kontrol gereksiniminden dolayı su ve toprak kirliliğine nedendir), faydalı element ve/veya minerallerin zenginleştirilmesi ve kazanılması sırasında prosese katılan kimyasallarla kirletilmiş sıvı ve katı atıkların depolanmasıdır. Sülfürlü mineralizasyon ve alterasyon içeren maden işletmelerinde ve sonrasında ortaya çıkan “Asit Maden Drenajı”(AMD) ve bununla birlikte oluşan ağır metal kirliliği(tamamen insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkar), kıymetli metal madenciliğinde faydalı element veya mineral içerikleri milyonda/kısım (tonda/gram) olarak, çok büyük hacimlerde ekonomik olabilmelerinden dolayı doğa tahribatının (atık ve pasalarda göz önüne alındığında) ne kadar büyük olacağı ve çevrenin ne kadar büyük risk altında kalacağı gibi etkilerdir karşı karşıya kalınan(!). “ Altın, tenör ve tenöre bağlı kazı miktarı açısından diğer birçok madenlerden ayrılır. Örtü kazı miktarı hariç sadece cevher açısından kazı miktarı çok büyüktür. Örneğin (1) ton kömür için yaklaşık (1) ton kömür kazılır. (1) Ton demir için, (2-3) ton demir cevheri kazılır. (1) Ton bakır için 100-150 ton bakır cevheri kazılır. Ancak (1) ton altın için yaklaşık 300.000 ton altın cevheri kazılır. Yani oran bazında doğa tahribatı en fazla altın madenciliğindedir”(E.Akyazılı,Mad.Müh.,2009).
Yukarıda ana başlıklar altında özetlediğimiz önemli çevre konuları içinde ,özellikle su ve toprak kaynaklarının ağır metallerce ve toksik elementlerce kirletilmesi ile Asit Maden Drenajı(AMD) öne çıkmaktadır. Bu tip kirlenmeler, atık depoları ve atmosfer etkisine açılmış galeri-ocak sevlerinden itibaren oluşan sızıntılarla olabileceği gibi, atık depoları için yapılan kaya/toprak dolgu barajlarının çökmesi sonucunda ortaya çıkan büyük ölçeklerde ağır metal kirlenmeleri dolayısıyla bölgesel felaketlere neden olmaktadır. AMD düşük (Ph)’ nın yanı sıra, içerdiği yüksek sülfat ve ağır metal konsantrasyonlarından dolayı çevreyi-bölgeyi olumsuz yönde etkilemektedir. AMD başladıktan sonra durdurulması çok zor ve kontrolü çok pahalıdır. Dolayısıyla AMD, fizibilite çalışmaları sırasında doğru tahmin edilmeli, jeokimyasal modelleme çalışmaları yapılmalı ve CED sürecinde irdelenerek doğru işletim ve yönetim projeleri ortaya konmuş olmalıdır. Asit Maden Drenajında(AMD) dört temel faktör rol oynar.1.Asitide, 2.Tuzlanma, 3.Metal Toksitesi, 4.Sedimantasyon. AMD, sadece su kirliliğine neden olan tek yönlü bir kirletici değil, aksine hem doğrudan, hem de dolaylı olarak sayısız sorunlara yol açan, ekonomik sonuçları şaşırtıcı derecede büyük olan bir sorundur. Tüm sülfürlü minerallerin jeokimyasal reaksiyona girerek ortamdan uzaklaştırılana dek devam eder (Karadeniz, JMO,konf., 2004). Sonuç olarak, madenciliğin çevre ilişkilerinin minimize edilerek yönetilmesinde: Atıkların cins ve miktarlarının belirlenmesi, atık gölet ve depolarının uzun süreli jeoteknik duraylılıklarının doğru belirlenmesi, atıklardaki kirleticilerin uzun dönemdeki davranışlarının kestirilmesi, kontrol ve arıtma sistemlerini de öngören projelerin de geliştirilmiş olması şeklinde özetlenebilir.
Madencilikten elde edilecek ekonomik yarar, fayda-maliyet analizlerinde; doğuracağı çevre sorunlarının giderilmesini de (yatırım- işletim) öngören bir bütün olarak değerlendirilmiş olmalıdır. Burada esas temel alınması gereken; şimdiki kuşakların ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların büyük maliyetler ödemesinin önüne geçilmesi için sorumluluklarımızın bilincinde olmamızdır.
199445
Kaynaklar:
(*1) T.M.M.OB. Metalurji Mühendisleri Odası Dergisi 2001/126
(*1a) T.M.M.O.B. Maden Mühendisleri Odası Madencilik Bülteni Sayı 53 1997
(*1b) Greenpeace
(*1c) EPA
(*1d) Washington Post
(*1e) Mining Journal Dergisi 16.02200 Londra
(*2) MADEN-MADENCİLİK , ALTIN VE ÇEVRE (http://www.jmo.org.tr/resimler/ekler/d53b7a44f7aea7e_ek.pdf)
TMMOB Mad. Müh. O., Altın Pol. Sim.
20-21/Şubat/2009
Jeo. Yük. Müh. Savaş Dilek
Kızıl çamur olayı (http://www.ntvmsnbc.com/id/25138803/)
Ağır metal tehlikesi (http://www.genetikbilimi.com/arastirma/haberler18.html)
Çal Dağları’nda Vahşi Madenciliğe Hayır! (http://www.ankaratema.org/ankara-tema/71-basn-bueltenleri/167-cal-dalarnda-vahi-madencilie-hayr.html)
Siyanürle ilgili sık sorulan sorular ve cevapları(İng.) (http://www.atsdr.cdc.gov/toxfaqs/TF.asp?id=71&tid=19)
Atık havuzu kazaları kronolojisi(İng.) (http://www.wise-uranium.org/mdaf.html)
Siyanürün Yaşanmış Etkileri (İng.) (http://www.rainforestinfo.org.au/gold/spills.htm)
Konuların insanları araştırmaya sevk etmesi ne güzel. Araştırma yaparken, konuyu;
Madencilik ve Çevre:
Madencilik faaliyetleri diğer endüstri faaliyetlerine göre çevrenin fiziksel ve kimyasal olarak bozulmasına direk nedendir. Doğası gereği alternatif yer seçimi şansı bulunmadığından, çoğu zaman; tarım, orman ve canlı yaşam alanlarını, tarihi ve doğal sit alanlarını bozma, az-çok zarar verme durumu ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Madenciliğe ilişkin faaliyetler birkaç aşamada olup, her birinde doğa farklı olarak zarar görür. En zarar verici faaliyetler: Maden işletme (çıkarma), zenginleştirme, metal tasfiyesi ve kazanılması gibi işlemlerden dolayı ortaya çıkan kirleticilerdir. Bununla birlikte madenin büyüklüğü ve fiziko-kimyasal yapısı ile faaliyetin süresi de önemlidir. Açık ocak maden işletmeciliğinde doğa tahribatı üretim sırasında doğrudan olmaktadır.
Biçiminde görmeye başlama şansı da olabilir.
Böylece şu sonuca ulaşılabilir;
Madencilikten elde edilecek ekonomik yarar, fayda-maliyet analizlerinde; doğuracağı çevre sorunlarının giderilmesini de (yatırım- işletim) öngören bir bütün olarak değerlendirilmiş olmalıdır. Burada esas temel alınması gereken; şimdiki kuşakların ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların büyük maliyetler ödemesinin önüne geçilmesi için sorumluluklarımızın bilincinde olmamızdır.
Görüldüğü üzer alıntıda, maden çıkarmayalım gibi bir sonuca ulaşılmıyor.
Şimdi altın madeni kazanlarını araştıran arkadaşların kömür madeni kazalarına yönelmelerinde sayısız yarar görüyorum.
Maden çıkarımı ile maden kazaları arasında bir fark olduğu sonucuna böylece yaklaşmak mümkün olabilir.
Bunlardan sonra, başka madenlere değil deneden sadece altın madenciliğine karşı çıktıklarını sorgulamaya başlamak için onları yönlendirebilirim.
Şu soruyu başlangıç için sormak uygun olur. Neden diğer madenler değil de ülkede altn madeni çıkarılmasına karşı böyle bir durum oluşuyor. Altın çıkarılmadığında, bundan kim yarar sağlıyor.
Kestirmeden "doğa" diyeceklere, evlerindeki klorlu su ve asit şişelerini saymalarını, kullandıkları temizlik maddelrinin içeriklerine bakmalarını öneriyorum. Geçen yıl kaç şişe asit ve klorlu suyun evlerden denize karıştığın düşünmeleri de uygun olur.
Konuların dar bir bakış açısıyla düşünülemeyeceğini göstermesi bakımından,
Sığacık körfezinde orkinos üreticiliğine çevreciler karşı çıkıyorlar. Aman ne güzel, Çok önemi bir doğal alan olan bu bölge aynı zamanda akdeniz foku üreme alanlarından birisi, Ama Çeşmenin kanalizasyonun derin deşarjının aynı yere yapıldığnı da çevrecilerden değil, orkinos çiftliği sahibinden duyuyoruz.
Orkinos üretilebilir, çevreye zararına engel olunarak. Karşı çıkılacak şey üretim değil, çevreye zararıdır. Engel olunacak şey budur.
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir (Anayasa, Md.56).
Evet araştırma yapılırken daha önce görülemeyen siyanür sızıntıları da, altın madenciliğinin diğer madenlerden daha fazla oranda çevreye zarar verdiği de görülebiliyor. Kendi adıma, maden çıkarmayalım dediğimi de hatırlamıyorum. Herkes her konuda bilgi sahibi olamaz. Önemli olan o konuda söyleyecek sözü olan araştırmacıların, uzmanların, bilim insanlarının fikirlerini iyi anlamak ve toplum sağlığını yakından ilgilendiren bu konuyu kendi mantık süzgecimizden geçirerek doğruyu bulmaya çalışmaktır. Unutulmamalı ki tüm yer üstü ve yer altı zenginlikleri topluma ait ve çevreyi korumak her vatandaşın anayasal ödevi.
İşletmenin hangi standartlara göre yapılacağı, günümüz koşullarına göre yasasıyla yönetmeliğiyle belli midir? Toplum ve çevre sağlığı açısından her şey kontrolümüz altında mı?
(*1)
1985 yılında 3213 sayılı Maden Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle yerli ve yabancı sermayeye madencilik sektöründe yeni fırsatlar tanınmıştır. Uluslararası şirketlere olanaklar tanınırken üretim koşullarını, denetimi, faaliyet sınırlarını belirleyici altyapı hazırlıkları yapılmamış, gerekli mevzuat ve standartlarla şirketlerin çalışmalarının kontrolü hedeflenmemiştir. Bunun nedeni olarak da yabancı sermayenin ürkekliği gösterilmiştir. Şirketlerin verdikleri bilgiler yeterli görülmüş, yurt dışına kaynak transferini önleyici önlemler getirilmemiş, yaratılan değerlerin ülke ekonomisine kazandırılması için önlemler alınmamıştır.
Milyonlarca insanın yaşadığı, geçimini sağladığı bölgelerde fayda-maliyet analizleri ya da ulusal çıkarlarımız nasıl hesaplanıyor? Maden çıkartmak için her yer uygun mudur?
(*1)
Koşullar maden işletmeciliğine uygun değilse, hiçbir madenci, böyle bir bölgede maden işletme zorunluluğundan bahsedilemez. Altın madenciliğinde siyanür de kullanıldığından altın üretiminin yapılmak istendiği bölgelerde böyle bir üretim yapılıp yapılamayacağı çok titiz olarak araştırılmalıdır.
Dünya üzerinde altın madenciliği yerleşim merkezlerinden, ağaçlık ve ormanlık bölgelerden, tarihi yerlerden, doğal güzelliklerin ve turizmin yoğun olduğu bölgelerden, tarım alanlarından uzak, daha çok çöl ve dağlık bölgelerde yapılmaktadır. Amaç çevrenin ve insan sağlığının tehdit edilmemesidir. Bu kural özellikle gelişmiş ülkelerde geçerlidir. Ancak Güney Afrika, Brezilya gibi bazı ülkelerde toplum hiçe sayılarak üretim yapılmaktadır.
Şimdi bu madenlerimizden bize gerçekte ne kalıyor bir de ona bakalım:
Altın Üretiminden Bize Ne Kalıyor? (http://cevrehukuku.net/index.php/makale/590-altin-uretim-ozkaya)
Türkiye'de altın üretimi konusunda ileri sürülen görüş şudur: Almanya ve alman şirketleri Türkiye'nin altın üretimini arttırmasını istemezler. Böyle olursa dünya altın fiyatları düşer ve altın üreten ve Türkiye'ye ihracat yapan Alman şirketleri zarar görür.
Altının yumurta gibi tüketildiğinde yok olan bir meta olmadığını önemle vurgulayarak konuya girelim. Yumurta satın alırsınız (talep edersiniz) ve yemek yapıp tüketirsiniz, geriye bir şey kalmaz. Altında ise diyelim bir bilezik aldınız. (talep ettiniz) Ama bu altın kaybolmaz. Bir ay veya yıl sonra paraya ihtiyacınız olur, satarsınız. Arz edersiniz. Dolayısıyla altında arz üretime eşit değildir. Yumurtada ise aşağı yukarı (biraz stok olabilir) arz üretime eşittir. O halde altında fiyatı belirleyen üretim değildir. İnkalardan bu yana üretilen bütün altın arzda dikkate alınır.
Dünyada 1835–2007 yılları arasında üretilen altın miktarı 160 000 tondur. (Kaynak: www.goldsheetlinks.com) 2009 yılında dünyada üretilen altın miktarı ise 2572 tondur. Yani her yıl tüm stokun ancak %1,61'i kadar altın üretiliyor. Türkiye'de üretilen altının ise 2009 yılında 14,5 ton olduğu bildiriliyor. Bu ise dünya üretiminin %0,56'sı, dünya stokunun ise % 0,0009'u (on milyonda dokuz) ediyor. Türkiye'deki altın üretimini 100 misli arttırsanız bile bunun arz yönünden hiçbir anlamı olmayacaktır.
Almanya'nın altın üretimi istatistiklere bile girmiyor. Dünya'da en çok altın üreten firmalara ve ülkelere bakıyoruz. Bunların Amerikan, Kanada, Güney Afrika ve Çin şirketleri olduğunu görüyoruz. O zaman bu üretimimizi önce bu ülkelerin engellemesi gerekmez miydi? Gördüğümüz şudur: En başta Amerikan şirketleri Türkiye'de altın üretimi için uğraşmaktadırlar. Kaldı ki altın fiyatları üzerinde başka şeyler de etkilidir. Dünya tarihinde altının nerede ise son zamanlara kadar para yerine kullanıldığını biliyoruz.
Dünyanın büyük altın şirketlerini inceliyoruz. Aralarında doğru dürüst bir alman sermayesine rastlamıyoruz. Üretim işinde almanlar çok önemli değil. Ayrıca Bergama'da altın işine girişen Eurogold'un ilk kurucuları arasında almanların da olduğunu görüyoruz. O halde neden bu firma Türkiye'de altın üretmeye gelmiş? Diğer yandan siyanür üretiminde alman şirketlerinin önemli bir yeri var. Yani iddianın tam tersine alman şirketlerinin altın üretilmesinde önemli çıkarları var.
Altın Madencileri Derneği 2010 yılında üretilen 17 ton altının değerini 800 milyon dolar olarak açıklamış. Bundan devlete kalan sadece %2'dir. Altın madencilerinden "ruhsat sahibi tarafından beyan edilen" ocak başı satış fiyatının %2'sinin devlet hakkı olarak alınacağını biliyoruz. Bu 16 milyon dolardır ve Türkiye için önemli bir sayı değildir. Çalışanların da emek geliri kazandıkları söylenebilirse de bu da ihmal edilir düzeylerdedir.
Ancak siyanür liçi yöntemiyle üretilen altının çevreye, insana zararları konusunda muazzam bir bilgi birikmiştir. Avrupa Birliği de buna dayanarak siyanür liçi ile üretimi yasaklamıştır. Türkiye'de altın üretilen yerlere bakıyoruz, tarımsal üretim ve turizm açısından cennet gibi yerler olduğunu görüyoruz. İzmir'de içme suyu kaynaklarının kirlenmesi tehlikesi de çok yüksektir.
Altın üretiminden bize kalanın dolarlar mı yoksa çevre tahribatı mı olduğu üzerinde iyice düşünmeliyiz.
Tayfun Özkaya - 28.1.2011
Kaynaklar:
(*1) Altın ama önce “insan ve çevre” (www.jmo.org.tr/resimler/ekler/acbf64b8a464fa1_ek.pdf?dergi)
Jeo. Müh. Bülent Can
Bergama gerçeği ve siyanürlü altın madenciliği (http://www.jmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=30)
Yasa olmazsa tanımı değiştir! (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1040064&CategoryID=85)
Siyanürle altın madenciliği sonucu ortaya altından başka arsenik, kurşun, antimon, kadmiyum, krom, çinko, civa vb. tehlikeli ağır metaller de çıkıyor. Bunlar atık çamuru havuzlarında öylece bekletiliyorlar. Bu gibi maddelerin vücuda girmesi insan sağlığını bozan hastalıklara ve vahim sonuçlara yol açar. Kamusal yararlarını düşünen egemen milletler kaynak sularının ne kadar önemli olduğunu çoktan kavramış durumdalar.
Siyanür liçi yöntemiyle altın işletmeciliğini savunan arkadaşlara sormak istiyorum; bizim ülkemiz çöplük mü?
Avrupa Birliği'nde siyanür madencilik teknolojilerinin kullanımının genel yasağına ilişkin 5 Mayıs 2010 tarihli Avrupa Parlamentosu Kararı: (http://cevrehukuku.net/index.php/mdiger/91-ab-siyanur-karar)
Avrupa Parlamentosu,
-Avrupa Birliği'nin İşleyişine İlişkin Antlaşmanın 191. Maddesini dikkate alarak,
-Rio de Janeiro’da Haziran 1992'de kabul edilen Çevre ve Kalkınma Rio Deklarasyonu ve Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde düzenlenen ihtiyatlılık ilkesini gözönüne alarak,
-23 Ekim 2000 Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin su politikası alanında Topluluk eylemi için bir çerçeve (‘Su Çerçeve Yönergesi’) oluşturan 2000/60/EC Direktifinin çevresel hedeflerini dikkate alarak,
-15 Mart 2006 Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin siyanürün madencilik alanında kullanımını dikkate alan ve aynı zamanda izin verilen maksimum siyanür düzeylerini açıklayan endüstriyel atık yönetimi konusunda 2006/21/EC Direktifini gözeterek,
-16 Aralık 2003 Avrupa Parlamentosu ve Konseyi'nin “[...] madencilikte belirli depolama ve işleme faaliyetleri [...]son derece ciddi sonuçlar üretme potansiyeline sahiptir” ibaresinin geçtiği tehlikeli maddeler içeren majör kaza tehlikelerinin kontrolü üzerine 96/82/EC (Seveso II) Konsey Direktifini değiştiren 2003/105/EC Direktifini dikkate alarak,
-21 Nisan 2004 Avrupa Parlamentosu ve Konseyi’nin çevresel yükümlülük üzerine 2004/35/EC Direktifine dayanarak belirli koşulların sağlandığının gösterilebildiği durumlarda üye devletlerin işletmecilerini çevresel hasarların masraflarından bağışık tutabileceklerini dikkate alarak,
- İspanyol, Belçika ve Macar Başkanlıklarının 18 aylık programı ve onun su politikası, biyoçeşitlilik üzerine önceliklerini dikkate alarak,
- 2000 yılında Maden Kanunu No 44/1988’te yapılan bir değişiklik yoluyla siyanür teknolojileri genel yasağı ile ilgili Çek Cumhuriyeti tarafından alınan önlemleri; Macaristan sınırları dâhilinde siyanürlü madencilik teknolojilerine yasak getiren Macar Maden Kanunu 48 /1993’te 2009 yılında yapılan değişikliği ve Almanya’da 2002 yılında geçirilen siyanür liçiyle yapılan madenciliği yasaklayan kararnameyi gözeterek,
-115 (5) Kuralını kendi Prosedür Kuralları olarak tanıyarak,
A. Birleşmiş Milletler’in 2010’u Uluslararası Biyoçeşitlilik Yılı ilan ederek dünyayı yeryüzünde yaşamın çeşitliliğini korumak için harekete geçmeye davet etmesine dayanarak,
B. Altın madencilik sanayinde kullanılan çok zehirli bir kimyasal olan siyanürün, Su Çerçeve Yönergesi Ek VIII altında ana kirletici olarak nitelenmesine ve böylece insan sağlığı, çevre ve dolayısıyla biyoçeşitlilik üzerinde felaket boyutunda geri dönülmez bir etkisinin olabileceğine dayanarak,
C. 25 Mayıs 2007 Prag’da (Çek Cumhuriyeti) toplanan 14. Buluşmada Visegrad Grubu Ülkelerinin (Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovakya) Çevre Bakanlarının sürdürülebilir bir madencilik üzerine düzenledikleri Ortak Pozisyon Toplantısında, bölgedeki potansiyel sınır ötesi sonuçları ile önemli çevresel tehlikeler taşıyan mevkilerdeki madencilik faaliyetlerinde kullanılan ve kullanılması planlanan tehlikeli teknolojilerle ilgili dile getirdikleri kaygılara dayanarak,
D. Siyanürün Su Çerçeve Yönergesi kapsamında öncelikli tehlikeli madde ilan edilmesinin yanında, Tuna Nehri'nin Koruma ve Sürdürülebilir Kullanımı için İşbirliği Sofya Sözleşmesi çerçevesinde, Taraflarca ilgili tehlikeli madde olarak da nitelendirildiğine dayanarak,
E. En kötüsünün 10 yıl önce, bir altın madeni rezervuarından siyanürle kirlenmiş 100,000 metreküpten fazla suyun Tisza-Tuna Nehri sistemine salınmasıyla Orta Avrupa tarihinin o zamanki en büyük ekolojik felaketine yol açtığı, Dünya ölçeğinde son 25 yılda 30'dan fazla majör siyanür dökülme kazalarının meydana gelmiş olmasına ve İklim Değişikliği Üzerine Hükümetler Arası Panelin Dördüncü Değerlendirme Raporu’nda yansıtıldığı üzere, ağır ve sık yağış olayları yanında, özellikle aşırı hava koşullarının giderek artan sıklığı da hesaba katıldığında, bu türden kazaların bir daha yinelenmeyeceğinin gerçek bir güvencesinin olmadığına dayanarak,
F. Bazı AB üyesi ülkelerin, hâlâ, insanların yoğun yaşadığı bölgelerde, insan sağlığına ve çevreye daha fazla potansiyel tehdit oluşturabilecek siyanürlü teknolojileri kullanarak büyük ölçekli açık-döküm yeni altın madeni projelerini düşünüyor olmalarına dayanarak,
G. Su Çerçeve Direktifi altında Üye Devletlerin su kaynaklarının ‘iyi statü'sünü korumak ve tehlikeli maddeler ile kirlenmesini önlemek zorunda olmalarına; ancak, iyi statünün de siyanürlü maden teknolojileri kullanan komşu ülkelerde bulunan nehir havzalarındaki su kalitesine bağlı olduğuna dayanarak,
H.Siyanürlü kazaların sınır ötesi etkileri, özellikle büyük akarsu havzaları ve yeraltı kaynaklarının kirlenmesi konusunda, siyanür madenciliğinin yarattığı ciddi çevresel tehdidin bir AB yaklaşımını gerektirdiğine dayanarak,
I. İhtiyati kurallar ve uygun mali teminatın hala eksik ve mevcut mevzuatın siyanür madenciliği üzerine uygulanmasının aynı zamanda her bir Üye Devletin yürütme organlarının becerisine bağlı olduğuna ve böylece insan ihmalinin bir kazaya yol açmasının sadece bir zaman meselesi olduğuna dayanarak,
J. Madencilik Atık Direktifinin bazı Üye Devletlerde henüz tam olarak uygulanmadığına dayanarak,
K. Siyanürlü madencilik yalnızca sekiz-16 yıl boyunca ve oldukça az sayıda istihdam yaratır; oysa maliyeti genellikle kaybolan veya iflasa giden sorumlu işletme şirketleri tarafından değil ama devlet, yani vergi mükellefleri tarafından karşılanan ekolojik hasar büyük sınır ötesi riske yol açarken,
L. İşletmeci şirketlerin gelecekteki bir kaza veya arıza durumunda doğacak maliyetleri kapsayacak uzun vadeli sigortalarının olmadığına dayanarak,
M. İki gram altın üretmek için bir ton düşük tenörlü cevherin işlenmesinin zorunlu olduğu ve nihayetinde ardında altının %25-50’sinin kaldığı büyük atık dağları bırakmasına ek olarak büyük ölçekli siyanür madencilik projelerinin kullandığı birkaç milyon kilogram sodyum siyanürün bir arıza durumunda depolama ve nakliyesinin kendisinin de potansiyel felaket sonuçlar taşıdığına dayanarak,
N. Siyanürlü madenciliğe, siyanür tabanlı teknolojilerin yerini alabilecek seçeneklerin olduğuna dayanarak,
O. Avrupa'da sürmekte olan siyanür madencilik projelerine karşı, sadece bireysel vatandaşları, yerel topluluklar ve (NGO) sivil toplum örgütlerini değil, aynı zamanda devlet kuruluşlarını, hükümetleri ve siyasileri de kapsayan güçlü halk protestolarının organize ediliyor olmasına dayanarak,
1. Su Çerçeve Yönergesi kapsamında AB hedeflerine uyumun, yani su kaynakları için iyi kimyasal statünün elde edilmesi, su kaynaklarının ve biyolojik çeşitliliğin korunmasının, sadece siyanür madencilik teknolojisinin yasaklanarak sağlanabileceğini düşünür;
2. Su kaynaklarımızı ve ekosistemlerimizi madencilik faaliyetlerinden kaynaklanan siyanür kirliliğine karşı korumanın tek güvenli yolu olduğu için, 2011 sonuna kadar Avrupa Birliği’nde siyanür madencilik teknolojilerinin kullanımının tamamen yasaklanmasını önermek ve aynı zamanda rutin bir etki değerlendirmesi yapması için Komisyona çağrıda bulunur;
3. AB ve BM içinde ilgili inisiyatiflere dikkat çeker ve daha güvenli – özellikle de siyanürsüz - madencilik alternatiflerinin geliştirilmesi ve uygulanmasını hararetle teşvik eder;
4. Genel yasak uygulanıncaya kadar, siyanür teknolojileri içeren herhangi bir madencilik projesini, ne AB içinde ne de üçüncü ülkelerde, doğrudan ya da dolaylı olarak, desteklememesi için Komisyona ve Üye Devletlere çağrıda bulunur;
5. Siyanürlü madenciliğin yasaklandığı alanlarda alternatif yeşil sanayi, yenilenebilir enerji ve turizme sağlanan uygun mali desteklerle, sanayi reorganizasyonunu teşvik etmek için Komisyona çağrıda bulunur;
5. Mevcut endüstriyel atık yönetimi mevzuatında, bir kaza veya arıza durumunda, özgün ekolojik ve kimyasal durumun geri kazandırılmasında doğabilecek hasarın tazmini ve telafi edici maliyetleri karşılayacak bir sigorta yaptırmasını her işletmeci şirketten talep eden bir değişiklik önermesi için Komisyona çağrıda bulunur;
6. Başkanını bu kararı Konsey, Komisyon ve parlamentolar ve Üye Devletlerin hükümetlerine iletmesi için görevlendirir.
http://www.europarl.europa.eu
"Siyanür liçi yöntemiyle altın işletmeciliğini savunan arkadaşlara sormak istiyorum; bizim ülkemiz çöplük mü?"
O arkadaşı bulduğunuzda soralım. Burada, konuların ciddi biçimde tek taraflı sabit bir bakış açısıyla görülemeye çalışıldığı gibi bir endişem var. Aslında son zamanlarda ülkemizde özellikle de okumuş insanların vahim biçimde bir konuyu etraflıca incelemeden peşin hükümlere varıp çok zamanda dikte edilmiş verilere baızıarı bütünyle gerçek dışı da olabildiği halde inandığı gibi bir düşüncem var.
İstanbul'un orta yerinde yüzlerce altın işleme atölyesi var. Her birinde yarımşar kilo siyanür kullanılıyor olsa bir ayda, yüzlerce kilo siyanür kentin ortasında rasgele geziniyor demektir. Bu kullanıldıktan sonra kanalizasyona atılan bir atık. Hiç bir kontrolü de yok. Nereye gitttiğini artık takip eden biri çıkar araştırır metni alıntılar.
Bir kaç kere sözettim. Derin araştırmalar yapılırken bu vahim durum ezbere uymadığı için görmezden geliniyor.
Bir metin sadece birisi öyle yazdı diye geçerli olmuyor. Böyle aslında "üretilmiş" verilerden oluşan bilgi kirliliği çağının bolca metni havalarda uçuşuyor.
Ülke çöplük mü? asllına bakarsanız evet ülkemiz tam olarak bir çöplük. Çevre korumacılığı konusunda dünyanın en berbat ülkesi sıarlamasında en üstteyiz. Kimayasl atık çöplüğüyüz. Konya lağımını tuz gölüne atan bir çöplüğüz. Çeşme kanalizasyonunu orkinos zaferi elde ettiğimiz körfeze deşarj eden bir çöpüğüz. Radyokatif çayların ne yapılacağı bilinemediği için bir yerlere rasgelegömüldüğü bri çöplüğüz.
Hiç kimsenin bu trajik durumu görmeyip, tam olarak kavrayamadığı bir altı npolemiğinde taraf tutmasında ben sadece tek yönlü bakış açıları görüyorum.
Verdiğiniz alıntıyı dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. Burada, altın çıkarımna ilişin bir yasaklama yok. Zaten olası abes ourdu. Bu stratejik madenin çıkarılmasında çevre faktörüne göndeme var.
Ayn biçimde çevreyi tahrib eden ve torpak altındaki cesetlere ulaşılamayan Elbistan orada duruyor. Yatağan snatrali ölüm kusuyor. Ama buralarda çıkarılan altın değil. İtiraz etmek gerekesiz.
Söz konusu altının çevreye zarar vermesi değildir. Ülkedeki rezerlerin işletilmesine engel olmaya çalışanların ürettikleri bir tavırdır.
Konu altın işleme sektöründe en hızlı gelişen ülke olmamız, altın işleme sektöründe dünya ikincisi üçüncüsü ülke olmamızla ilgilidir. Siyanür bu yükselişi engellemek için planlanan bir düzenin ayrıtnısı olarak kullanılıyor.
AP kararları da tavsiye niteliğinde kimse ciddiye almıyor bu arada. Bir gönderme olsun Türkiye ile ilgili pek çok da olumsuz kararı var parlamentonun. Özellikle fikir özgürlüğü konusunda. Aslında her konuda.
memet;
“Dar kalıp”, “tek taraflı sabit bakış” sizin düşünceniz. “Biri eklemek yazmak istediği bir şey görür yazar tartışır.” Kimseyi tutan yok, herkes düşüncesini söylüyor. Taraf olunan bir yer varsa o da doğanın tarafıdır.
Ama doğru ortalığı zaten kirlilik götürüyor, hiç uğraşmayalım. Zaten yeterince yanlış uygulama var, birkaç tane daha olsun. Önce diğer bütün meseleleri halledelim ki sonra bu konuda söyleyecek sözümüz olsun. Durumu tam olarak kavramamız için dünyanın sayılı cennetlerinden olan bir bölgeyi cehenneme çevirmemiz gerekir. Du bakalım nolcek! 1 ton altın için 300.000 ton cevher kazmamız gerekicek. Şu %2'lik “devlet hakkı” da ekonomiyi bir güzel rayına sokacak. Nasıl olsa önemli olan günü kurtarmamız olacak. Yazın susuzluk mu varmış, aldırma. Tarım, hayvancılık, doğa mı; hiç söyleme, evdeki şişeleri say yeter. Hava mı kirlenecekmiş kim demiş, çek içine. Memlekette sigara içilmiyor mu? Sağlığımız mı bozulacakmış, özel hastaneler varya. O kadar makaleyi yazan “birisi” de (profesörler, araştırma görevlileri, üniversiteler, mühendisler, teknik insanlar, danıştay, hukukçular, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, doğa dernekleri, yörede yaşayan yerliler...) hiç sıkılmadan bunları “üretmiş” kafamızı bulandırdıkça bulandırıyor.
Gerçekten bunlar senaryo olabilir. Biz bu filmi daha önce dünyada geri kalmış ülkelerde gördük. Çok tuttuğu için yine çekmişlerdir yönetmenler.
Özellikle şu okumuş kesim yok mu... Osman Terkan “TBMM' nin açılımı nedir?”, “İstiklal Marşı'nı duydunuz mu?” ve benzeri sorularına cevap veremeyen kesim çok harika. Ne gereği var ki altın hakkında konuşup milletin kafasına siyanür sokuyor bu okumuş kesim.
Şu kanalizasyona dökülen tehlikeli atıkların nereye gidebileceğini biraz düşünelim o zaman. Diğer evsel ve endüstriyel atıklarla birlikte yeterince arıtılamadan eninde sonunda denize gidiyordur sanırım. Buradan dönüp dolaşıp yine soframıza kadar geliyor olabilir. Sonrası belli, şansımıza ne çıkarsa. Haklısın, bu vahim durumu kesinlikle görmezden gelemeyiz. Bu durum atık havuzları gerçeğini değiştiriyor mu? Dünyanın sayılı yeryüzü cennetlerinden birinin katledilmesini ise bu şekilde açıklayamazsınız.
AP önerme yapmış ya da yasaklamış önemli değil. Önemli olan o hedefin ortaya konulmasıdır. Kimsenin rezervlerin işletilmesine engel olmaya çalıştığı yok. Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir (Anayasa Md.6). Hangisini işletmek istersek onu işletiriz (olması gereken), sonra bu acele niye?
200714
Görülüyor ki yazılandn kıssanız bu olabilimiş. Anlayamadığım çevreyi İstiklal marşıyla mı temizlemeyi düşünüyorsunz . Orası biraz karışık olmuş. O zat kimdir. O mu yapmış bunu?
Yİne görülüyor ki sizin şehrin ortasındaki siyanür sorunuyla hiçr bir biçimde ilginizyok. Ne kakdar altın için ne kadr cevher, (aslında cevherdeğil toprak) Evet çıkarılacak bütün madenler gibi bu maden de çevreye belirli zararlar veriyor. Diğer madenler masum değil. şehrin ortasında alenen kullanılan siyanüre değil, siz aslında altın madeninin kendisine karşısınız. Kömür madeninin fotoğraflarını bir görün. Hani cesetlerin olduğu alana bile gidilemeyen Elbistan.
Bu işler öyle kuru laflarla yürümüyor işte. yazın su, altın çıkarılmadığında mı olacak? Yoksa iklimsel bir sorun mu bu. Altın iklim dengesini mi etkiliyor acaba?Kentin içindeki siyanüre evet bu konu gerçekten çok vahim bir durummuş bukonuya acilen eğilmemiz gerekiyor diyemediğiniz buna bir bakın.
Angola'da neden altın madenciliğine karşı çıkanlar olmadığını merak edin biraz.
Ülke sayılı yeryüzü cenneti falan değil. Zihnen ve çevresel olarak çöplüğe dönmüş bir halde. Hele sadece kendi bakış açısının gerçek ve meşru olduğunu düşünüp her tartışamaya bir Atatürk bir İstiklal marşı yazıp kendilerince bir haklılık yaratanlar tarafından fikri hayatı kirleniyor.
Görülüyor ki yazılanları hep kendi istediğiniz gibi anlıyorsunuz. Olabilir, her insan farklıdır. Ama sizinle bu konuyu daha da sulandıracak tartışmaların içine girmeyeceğim.
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Paylaşımlarız forumları aydılattı, bundan sorada bu başlıklara gelerek ilgilelenleri aydınlatmaya devam edecektir, siz müsterih olunuz anlayanların şükranları sizin ruhunuzu yüceltti Geliboluda bu topraklar için canlarını verenler kadar aziz mücadele koydunuz bu mücadelenize karşı duranlar utançlarında boğulsunlar, sevgiler saygılar sizlerin üzerine daim olsun.
epsody, bilmukabele. Sanırım bizim bu "Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın" başlığı altındaki çabalarımız “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” emri ile hiç düşünmeden ve büyük bir inançla canlarını veren o kahramanlarla kıyaslanmaz bile. Ayrıca bu forumda paylaşım ve fikir alış-verişinde bulunan o kadar katılımcının yanında benim katkım çorbada tuz bile olmamıştır kanısındayım. Yinede iyi dileklerin için teşekkür ederim.
“Kaz Dağları eteklerinde büyük olasılıkla 1 milyar ton kadar kayayı kazıp sağa sola saçacaklar. Bütün Çanakkale ve ilçelerinin kullandığı kadar suyu tüketecekler. Buralara 300-400 bin ton siyanür koklatacaklar...”
Dünyada atık üretimi çok yüksek bir metal üretme işlemi olan altın çıkarımına madencilik denebilir mi? Yoksa o iş artık madencilikten çıkıp toksit maddelerle yapılan bir kimyasal işlem haline mi gelmiştir? Prof. Dr. İsmail DUMAN bu konuda ne demiş ve daha fazlası (www.kazdaglari.org/kalfa/ismail%20duman.ppt):
Çıkarılmış altın cevherinin işlenmesi bir madencilik faaliyeti olmayıp hidrometalurjik bir işlemdir. Metalurji işletmeleri Primer üretim endüstrileri olup kimyasal faaliyetleri denetleyen çevre yasalarına tâbidir. Bu sektörün, kendi atıklarını depoloma yetkisi yoktur. Bunların proses atıkları, önceden arıtılmış olsun veya olmasın, kamu elindeki ve denetimindeki nihai atık depolarında -bedel ödetilerek- saklanır. Açık veya kapalı maden ocağından yeryüzüne çıkarılan cevher kırıldıktan sonra konveyörler yardımıyla değirmene nakledildiğinde madencilik faaliyeti biter. Daha “yaş öğütme” aşamasında sodyum siyanür çözeltisi kullanıldığından, ekstraksiyon işlemi başlamıştır.
Sınai faaliyetin tümüne yanlış olarak “altın madenciliği” denilmesi, ilgili şirketlerin yarattığı kasıtlı bir kavram kargaşasından kaynaklanır. Zira maden sektörüne, fiziksel cevher zenginleştirme işlemleri sırasında oluşan madensel atıkları depoloma ve barajlama hakkı tanınmıştır. Buna karşılık, primer üretim yapan kimya-metalurji işletmelerinin zararlı kimyasal proses atıklarını barajlama/depolama hakkı yoktur ve olmamalıdır.
(...)
Sıkça önerilen ve bazı işletmelerde uygulanan arıtma prosesleri (siyanür oksidasyonuna dayanan peroksit, hipoklorit, kükürtdioksit/hava vb.) aslında sadece siyanürlü kaplama banyolarıyla çalışan galvanoteknik endüstrisinin atık sularını arıtmak için geliştirilmiş yöntemlerdir ve yalnız bu amaca uygundur. Oysa altın ekstraksiyonunun proses atığı “atık su” değil, “atık çamur”dur. Çevre teknolojisinde herhangi bir “çamur arıtma” yöntemi tanımlanmamıştır ve tanımlanamaz.
(...)
Arsen, antimon, cıva, kurşun, talyum, kadmiyum, bakır, nikel, krom ve diğer ağır metallerin hidroksitlere ve arsenat/antimonatlara dönüştürülmüş kompleks tuzlar halinde ebediyen katı fazda tutulabilmesi; yani barajdaki çamurun katı kısmı içinde sonsuza kadar çözünmez kılınması teknolojik olarak mümkün değildir. Çünkü bir ağır metalin kararlı olduğu pH aralığında bir başka metal çözünmüş duruma geçecek, başka bir deyişle canlılar tarafından bünyeye alınabilir (bioavailable) hale gelecektir.
(...)
Arsenin akut etkisi, aşırı miktarda alındığında öldürücü olması (fare zehiri olarak da biliniyor).
Kronik etkileri ise şöyle: Cilt kanseri, duyu bozukluğu, refleks kaybı ve depresyon, kansızlık, kalp yetmezliği, kan kanseri, lenf sistemi kanseri, karaciğer tümörü (anjiosarkom), doğuştan sakatlıklar, gelişmesini tamamlamadan doğan bebekler, akciğer kanseri, böbrek yetmezliği ve üremi sonucu ölüm, akıl hastalıkları.
(...)
Günümüz uygarlığının çevresel nedenlerle bile olsa hiçbir zaman vazgeçemeyeceği 5 temel metali (bakır, çinko, kurşun, aluminyum ve demir-çelik) esas alarak bir karşılaştırma yaptığımızda, çok şaşırtıcı rakamlarla karşılaşırız:
Bir bakır cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 96 kattır.
Bir çinko cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 10-20 kattır.
Bir kurşun cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 5-10 kattır.
Bir alüminyum cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 2 kattır.
Bir demir cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 2 kattır.
Bir altın cevherinden metale gidene kadar yapılan zenginleştirme 1 000 000 kattır.
(...)
Dünyada her yıl böyle milyarlarca ton kimyasal atık oluşturan altın üretimi -getiri/götürü açısından bakıldığında- nükleer enerji üretiminden ve nükleer atık depolamaktan daha ahlak dışıdır.
Kazın Ayağı Öyle Değil Bayım (www.jmo.org.tr/resimler/ekler/89c8c25e96065f5_ek.pdf?dergi)
Jeoloji Yük. Müh. Tahir ÖNGÜR, bilinmeyenleri kısaca özetlemiş.
Altıncılar Kazdağları'nı İstila Etti (http://www.milliyet.com.tr/altincilar-kazdaglari-ni-istila-etti/turkiye/sondakika/12.02.2011/1351431/default.htm)
Altın, takı olarak kullanılmaya devam edildikçe kazanan kim olacak; Hicri Nalbant'a kulak verilmeli.
Kazdağları’na Saplanan Siyanürlü Hançer!. (http://www.canakkaleolay.com/yazi.asp?id=2329)
Memleketi bu körü körün miliyetçilik bu hale getirdi ya zaten acırım buna acırım.
Zaten konuyu bu miliyetçi saldırganlıkla sulandırdığınız için tartışmasanız da olur bence.
Kentin orta yerindeki vahim siyanür durumuna bir şey diyemediğiniz için yazdığınız şiir sizinle bir ilinti kurulmasına engel oluyor. Toprağa da da denize de karışıyor zehir. siz miliyetçilikle bunu temizleyemezsiniz fazlası gerekiyor.
Terminolojiinizi Geliboludan ileri götürmelisiniz artık. Geçmişe ah ederek vatanın toprağı temizlenmiyor. Bu çok ucuz bir miliyetçilik oluyor. Ülke için ölenlerin adını anmanız size prim kazandırmıyor yapamadıklarıznı düşünmeniz gerekiyor. Neden siyanüre karşısınız da kentin orta yerinde kullanıldığını söylediğimde sesiniz tıkanıyor. Bu konuya eğilin.
Şiir yazcağınızaa Elbistan konusunda yazmanız daha uygun olurdu. Ülkeye böyle sahip çıkılıyor.
OO okudukça miliyetçiliğin boyutlarının derinleştiğini görüyorum. Oldukça traji komik bir hal almış çıkışsızlığınız. Üzüldüm adınıza. Biliyorsunzudur bu tür çıkışsızlıklarda şanlı geçmişimiz edebiyatı yapanlar için vatan millet sakarya edebiyatı yapıyor denir.
Bütün diğer madenler gibi altın da madendir çıkarılması çevreye zarar veriyor anlamadığnız anlamamaya direndiğinizi biliyorum başka madenlere de aynı gerekçeyle karışı çıkmadığınızı da görüyorum. Bu sadece lafanazlık oluyor. Miliyetçilikle süslenmişi.
Epsody'nin de kahramanlıktan önce sildiği "satılmış" cümlesi çin özür dilemesi gerekiyor cümleyi silmesi hakaretini kurtarmıyor sizin ahlak anlayışınızın sınırlarını çiziyor sadece.
Alnıtınız ilginç akşam bir bakayım şöyle bir göz attım eğlenceli cümleler çıkacak gibi.
Epsody özür dileyene kadar size hakaretinizi hatırlatacağım. İstediğiniz kadar Gelibolu adını tekrarlayabilirsiniz bu hakaretinizi düzelten bir durum yaratmaz.
Neden siyanüre karşısınız da kentin orta yerinde kullanıldığını söylediğimde sesiniz tıkanıyor. Bu konuya eğilin.
Sen onlardan özür beklerken geçecek zamanda, buna bir cevap yazabilirsin...
Kentin orta yerinde kullanılıyor olması neden seni rahatsız etmiyor?
Bir yerde yapılan yanlış tavır, nasıl oluyor da diğerleri için bahane gerekçesi oluyor?
Sevgili arkadaşlar yazdıklarım benim fikirlerim. Hasbel kader çalıştığım bir sektör. Bir zamanlar tüm altın işleme ya da kuyum işleme tesisleri yalnız ve yalnız ASBEST plakalar üzerinde kaynak ve lehim yaparlardı bu gün ise durum oldukça farklı ise bunda naçizane benimde hayli katkım olmuş idi.
İstanbul'un orta yerinde yüzlerce altın işleme atölyesi var. Her birinde yarımşar kilo siyanür kullanılıyor olsa bir ayda, yüzlerce kilo siyanür kentin ortasında rasgele geziniyor demektir. Bu kullanıldıktan sonra kanalizasyona atılan bir atık. Hiç bir kontrolü de yok. Nereye gitttiğini artık takip eden biri çıkar araştırır metni alıntılar.
Sayın Memet, yanlış ya da eksik bilgi sahibisiniz. Açıklamak zorunda bıraktınız beni.
-İstanbulun ortasında altın işleyen yüzlerce firma var doğru ama bunlardan ramattan altın elde edenlerin yani siyanür kullanan üretici sayısı onu bulmaz,
-Ama bilmediğiniz bir başka siyanür canavarı olan sektör varki oda ısıl işlem sektörü ve de tüm atıklar Bayrampaşa ve İkitelli semtlerinde kanalizasyona gider. Her gün en az 3 ton siyanür içeren malzeme kanalizasyonla buluşur.
- Gelelim altın işleme konusuna. Haklısınız Türkiye İtalya' nın ardından dünyada en fazla altın işleyen ikinci ülke ve de yıllık işlenen altın miktarı 115 tonun üstünde. Ama 2010' da bu rakkam düştü ve gümüş işleme miktarı arttı. Bu yılda beklentiler aynı yönde. Nedeni de yüksek altın fiyatı.
-Turkiyede üretilen altın değildir. Türkiye' yi altın işleme konusunda dünya ikincisi yapan.
Altını dahilide işlemek amacıyla yurtdışından gümrüksüz getirirsiniz. Fason olarak işlersiniz ve bu aradaki işleme kayıplarını % 1.2 yerine % 1 in altına düşürürsünüz ve de bu sizin karınızdır. Ayrıca ayarlarla ilgili oynamalardan işletmelerde kalan altında cabası. İthalatta KDV de yok.
Tadından yenmez yani.
Yoksa Bergama altını bu işlere hiç gelmez.
Bir kaç kere sözettim. Derin araştırmalar yapılırken bu vahim durum ezbere uymadığı için görmezden geliniyor.
Haklısınız konuyu iyi bilerek konuşmak gerekiyor size katılıyorum.
Ülke çöplük mü? asllına bakarsanız evet ülkemiz tam olarak bir çöplük. Çevre korumacılığı konusunda dünyanın en berbat ülkesi sıarlamasında en üstteyiz. Kimayasl atık çöplüğüyüz. Konya lağımını tuz gölüne atan bir çöplüğüz. Çeşme kanalizasyonunu orkinos zaferi elde ettiğimiz körfeze deşarj eden bir çöpüğüz. Radyokatif çayların ne yapılacağı bilinemediği için bir yerlere rastgele gömüldüğü bir çöplüğüz.
Hiç itirazım yok doğru bir düşünce.
Hiç kimsenin bu trajik durumu görmeyip, tam olarak kavrayamadığı bir altı npolemiğinde taraf tutmasınıda ben sadece tek yönlü bakış açıları görüyorum.
Ayn biçimde çevreyi tahrib eden ve torpak altındaki cesetlere ulaşılamayan Elbistan orada duruyor. Yatağan snatrali ölüm kusuyor. Ama buralarda çıkarılan altın değil. İtiraz etmek gerekesiz.
-Burada da size katılıyorum yanlızca bir şey sormak istiyorum.
Bu konu başlığında çevresel değerler sizin için bu kadar önemli değildi ama Nükleer başlığında çevre konusunda ki yaklaşımınız farklı idi niye böyle bir farlı davranış sergilediğinizi anlamak mümkün değil.
Konu altın işleme sektöründe en hızlı gelişen ülke olmamız, altın işleme sektöründe dünya ikincisi üçüncüsü ülke olmamızla ilgilidir. Siyanür bu yükselişi engellemek için planlanan bir düzenin ayrıtnısı olarak kullanılıyor.
Altın işlemek için siyanürlü leach yapmak gerekmez. Yurtdışından külçeyi alırsınız, eritir ,döver, haddeler, mekanik işlemlere tabi tutar, yeni bir formda ihraç edersiniz.
Bu iş benim mesleğim. İyi bilirim. Bilmek görmek isterseniz altın ve gümüş işleme tesisi gezdirebilirim. Isıl işlem ya da elektro galvano tesisleri konusunda da yardımcı olabilirim.
Sevgiyle kalın
Sen onlardan özür beklerken geçecek zamanda, buna bir cevap yazabilirsin...
Kentin orta yerinde kullanılıyor olması neden seni rahatsız etmiyor?
Bir yerde yapılan yanlış tavır, nasıl oluyor da diğerleri için bahane gerekçesi oluyor?
Benim rahatsız olmadığıma dair bir cümle bulabilir misin? Bu konuyu açan ben olduğuma göre bunu magazin haber olarak mı vermiş olabilirim, yoksa siyanür için bir duyarlılık gerekiyorsa vahim biçimde şu an çevreye zarar veren bu duruma karşı çıkılması gerektiği için mi yazmış olabilirim? İzmir kuyumcular odasına bu konuda herhangi bir şey söylemiş ya da söylememiş olabilir miyim?
Konuyu tek boyutlu algılayanlara da bir açılım getireyim. Konunun iki boyutu hatta üç boyutu var. Bütün madenler gibi altın madencliği de çevreye zarar veriyor bu engellenebilir. Syanür altın ayrıştırmanın tek yoludur bunun çaresi yok. Siyanür çevre felakatine neden olabilir, bu da önlenebilir.
Bütün bunlardan başka, bir de ülkenin bu stratejik madeni çıkarmasına engel olan uluslararası yapılanmalar var. Asıl bu önlenmelidir. Ya da çevreye zarar verdiği için bütün madenlerin çıkarmılarına karşı çıkılmalıdır.
Burada kentin içinde serbestçe siyanür kullanıldığı için maden işletilmesinde de kotrolsüz biçimde siyanür kullanılabilir dediğimi düşündüysen yazdıklarımı tekrar okumalısın.
Siyanüre karşıyım deyip başka madenlere ve çevre zararlarına umursamaz davrananlara da aynı soruyu sormalısın.
Ensar, altına cila yapan bütün atölyelerde yani altın suyu değidimiz şeyde siyanür var. Ben de atölyecilik yaptım. Çocukların elinde oyuncak gibi dolaşır siyanür tabletleri.
Söz ettiğiniz sektör konusunda bilgim yoktu. Bu atölyecilerin zararını defalarca aşıyormuş. Vahim olan bunu umursamayanların maden çıkarımı konuusunda kıyamet koparıyor olmaları buna işaret ettikçe de saldırganlaşıp satılmış diyebilmeleri.
Ülkeyi altın üretiminde ikinci sırada damedim.Ya da maden çıkarımı anlamında kuyum üretimi anlamındaydı sözüm. Zamanında dünya altın koseyinin yayınını takip ederdim . Şimdi bilgilerim eskidi biraz.
Bu konuda ve harhangibir başlıkta çevresel değerlerin önemli olmadığına dair bir cümlem yok. Böyle anlama geleceğini düşündüğünüz bir yer varsa, gösterin ya değiştireyim ya da anlaşılacak biçimde açayım.
Benim altın konusnda itiraz ettiğim siyanür birşey yapmaz biçiminde değil. Madnecilik çevreye zarar veriyor biçiminde de değil. Konuyu tek boyutlu ve sadece itiraz biçiminde ele alanlara bu işlerin arkasının öyle olmadığı biçiminde.
Dediğim gibi atölyecilik yaptğım için zamanında bir kaç şeyi ben de biliyorum.
Sevgili Memet,
Atölyecilik yaptığınız dönemlerde bir haftada kaç litre altın suyu kullanırdınız ? İçerdiği siyanür ne konsantrasyon da idi ?
Bakın benim söylediğim şey şu !
Altın işlemenin siyanür leach ile alakası yoktur.(altın ekstraksiyonu)
Bergamadaki olaya karşı çıkmak demek Türkiyenin dahilde işlemek amacı ile geçici ithalat yapmasına karşı çıkmak, altın işleme sektörünü baltalamak demek değildir.
Geçici kabule karşı olabilirim ama bunun siyanürle alakası yoktur.
İşlerin arkası hakkında bilmediklerimiz varsa ki öyle diyorsunuz lütfen açıklarmısınız aydınlanalım.
Benim kişisel görüşüm hep aynıdır bu nükleerde de böyle altındada kurşundada, SEVGİDEDE. SAYGIDADA.
HERŞEYİN BİR BEDELİ VAR MUTLAKA ÖDENİR.
Önemli olan bu bedeli en düşük seviyede ödemek.
Sevgiyle kalın
Bakın bu konuda ve başkaca birkaç konuda sürekli olarak üstünde durup ısrar ettiğim bir durum var. İzin verirseniz orkinos çiftliği protestouyla anlatayım durumu.
Tema protesto için bir grup orta yaş üzeri kadın üyesini çiftliğin olduğu alana götürüyor.
Kadınlar da ellerinde pankartlarla konuya protestolarını gösteriyrolar. İyi güzel. Küçük bir sorun var. İşletmenin arazisine girmişler. Korumlar sert bir tepki gösteriyorlar ve kadınları apaçık dövüyorlar. Bunlar yaşlı kadınlar 60 yaşlarındalar. Polis geliyor. Konu çok trajik. Özel bir alana izinsiz girdikleri için haklarında tutanak düzenleniyor.
Bunu ADD üyesi bir arkadaşıma anlattım. Tepkisi hiç düşünmeden şöyle oldu. kıyıdan yüz metre içeri kadar özel mülk olamaz.
Var böyle bir yasa, işletme de kıyı çizgisini içine kadar bir izin almış . O Bu durumda yasal.
Sit alanlarda izin alan balık çiftlikleri de var.
Diyeceksiniz konuyla ilgisi ne.
Protestocular aslında neye karşı oldukalrına dair ço az fikre sahipler. Büyük olasılıkla çoğu Tema gibi ciddi bir kuruma hoş öğleden sonralarında destek olmak kadar çevreci. İkincisi arkadaşım. Orkinos mu bu durumda haksız korumalar tavrı. İyi ama dedim polis tutanak düzenlemiş, polis zaten fettulahçı dedi.
Bütün bunaladan gelmek istediğim yer şurası.
Bir konu tartışılaibilri düzeydeyken herkesin fikrinde hatalı noktaları eksik bildiği yerleri yanlış anladığı yerleri olabilir. Ben de buna dahilim. Hekres için de geçerli.
Bir konuya arkadaşımın yaklaştığı gibi tek boyutlu biçimde yaklaşıldığında elde edilen şey hiçbirşeydir.
Polisin nasıl tanımlandığı çiftliğin izinle aldığı sınırların ihlal gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Bir şeye karşıyız . Tamam ben de karşıyım. Ama neye karşıyız. Ortalık tozduman. Altına mı karşıyız. Siyanür mi karşıyız. Çevrenin zarar görmesine mi karşıyız. Karşı çıkmadan önce bu veya başka herhangi bir konuda neyi inceledik. Neyi düşündük. Yazılan şeyleri kendi aklımızda tarttık mı?
Karşı çıkanlar neye karşı çıkyıor. Öteki olanın argümanları ne. Bunlarla ilgili bir şey düşündük mü?
Malesef söylediklerimin hiçbirisi yurdumun okumuş yazmış inanlarını ilgilendrmiyor.
Tek boyutluluk ülkeminizin okmuşlarının karakter özelliği oldu.
Şimdi bu sözlerimi okuynlar hemen şöyle diyeceklerdir. Memet cahiliğe övgü düzüyor. Hayır sadece okumuş(oldukların sananalara)lara yönelik sözlerim.
Eğitim cehalet alır sözünü tam burada hatırlatayım.
Her maden çıkarılıyor. Hepsi çevreye zarar veriyor. Ya maden çıkarılmasına karşı çıkacağız, hepsine, ya da bu işin yapılmasının çevreye zarar vermesine karşı çıkacağız. ikisi birbirinden farklı.
Yoksa hiç bir maden çıkarılmamalı. Aslında bence bu son derece de uygun olur. Endüstri toplumu falan da olmak zorunda değiliz.
Tabi benim sözlerime itiraz eden kibar bey ve bayanlara sormak gerekir siz sanayileşmiş ve zengin bir "çağdaş" ülke istiyorsanız madenler olmadan bunu nasıl yapacaksınız diye.
Kuyumcu atölyesiyken kalfam hergün dünyanın en değerli madeni abi bu derdi. (madenden çalıyormuş hergün biraz) bana da tenekeden farkı çok iyi işlenmesi olarak gelirdi aslında, olmasa da olur da, dünaynın geri kalanı farklı düşünüyor.
Stratejik önemi var.
Eksen de tam olarak işte bu stratejik önem.
malum söz, altını olan kuralı koyar.
Sevgili Memet,
İsterseniz sırasıyla gidelim. Ne son mesajımın nede ondan bir önceki mesajımdaki sorularımın cevabını aldım.
Neyi korursanız o gelişir. Ağacı korursanız ağaç, hırsızı korursanız da hırsızlık gelişir.
Sakın cehaleti korumaya kalkmayın!!
SİZE HİÇ YAKIŞMIYACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM !
Yine yanlış hatırlıyorsunuz Eğitim ile öğrenimi karıştırdınız.
''Öğrenim cehaleti alır ama eşşeklik baki kalır'' denir. Denirde o bence öğrenim değildir. Hele hele eğitim hiç değildir.
Tabi benim sözlerime itiraz eden kibar bey ve bayanlara sormak gerekir siz sanayileşmiş ve zengin bir "çağdaş" ülke istiyorsanız madenler olmadan bunu nasıl yapacaksınız diye.
Yukarıdakine benzer bir çelişkinizi daha öncede sordum cevaplamadınız.
Malina'da benzer bir soru sormuş idi!!
Cevabınızı bende bekliyorum.
Sevgiyle kalın
Ben seviyenizi düşürmeye başladığınızı düşünüyorum artık.
"Sakın cehaleti korumaya kalkmayın!! "
Nasıl bir garip mantık yazdırıyor bu cümleyi size. Yazarken okuyormusunuz ne dediğinizi?
Bulun bakayım cümledeki çelişkiyi.
Malina'ya da cevap verdim size de cevap verdim cevpları anlamadıysanız işinize gelmediyse o benim sorunum değil.
Sorum da gayet açık net kibar beyler ve bayanlar söylesinler neye karşılar madene/ciliğe karşılarsa nasıl bir ülke istiyorlar söylesinler, sizde söyleyin.
Altın işlenebiliyorsa sizin mantığıznla başka ülkede siyanürle işlenip çıkarılır ülkemiz ithal eder, dışarı işlr dışarı satar aman ne ilginç mantık. Ülkede altın varç. Yok o siyanürle çıkarılmaz. Aman aman. Cehalet olarak bunu mu tanımlasam acaba.
Sevgili Mehmet,
Niye seviye düşüreyim. Niye forum sayfasında doğruları tesbit etmeye çalışırken konuyu başka yönlere çekmeye çalışıp olayın açıklanmasını engelliyeyim ?
Alıntıladığım cümlede de aynen söylüyorum Öğrenim ve eğitimi sindirmiş insanların sadece Cehaletten KURTULMAKLA KALMAYIP İNSANLAŞMA YOLUNDA BİRAZ YOL ALDIKLARINI DÜŞÜNDÜĞÜMDEN SÖYLEDİM.
Eğitim ile öğrenimi de karıştırmamaya çalıştım sanıyorum.
Eğitimli ya da eğitimsiz kimsenin komplekslerini kışkırtacak bir şey söylemediğimin farkındayım
Evet cehaletin korunmasınada karşıyım. Hem bu platformda hemde yaşamımın tüm safhalarında.
Sanırım sizin, amacınız size sorulan çok basit sorulara bile cevap vermekten kaçmanız.İnşallah yanılıyorumdur. Nedenini maalesef ben anlıyamıyorum.
Çelişkili açıklamalarda bulunuyorsunuz. Nedeni sorulduğundada başka bir şeyler söylüyorsunuz.
İsterseniz gelin tek tek ve basit sorular soralım birbirimize ve de bu sorularımızı cevaplamaya çalışalım. Belki daha iyi anlatır ve de daha iyi anlaşırız.
Bütün argümanınız TÜRKİYE ALTIN İŞLEMEDE DÜNYA LİDERİ OLMAYA GİDİYOR SİYANÜR PROBLEMİ YARATILARAK BUNUN ENGELLENMEYE ÇALIŞILDIĞI değil mi, yazılarınızda sürekli vurguladığınız ?
Benim bir başka sorumda bu platformda ki çevreye olan yaklaşımınızın başka platformlarda niye farklı olduğu idi.
Daha önceki bir mesajınızda (128 NUMARALI MESAJINIZ )
''ALTINI OLAN KURALI KOYAR DEMİŞSİNİZ'' yani ALTINCILARIN KOYDUKLARI TÜM KURALLARI KABULLENMEK zorundamıyız sizce?:(
Sevgiyle kalın
"Niye seviye düşüreyim. "
"Sakın cehaleti korumaya kalkmayın!! "
Cümleler size ait, bilmem ki niye düşüresiniz?
Ben de ülkemin eğitim öğretim almış insanlarında, vahim bir biçimde, tek yönlü, şartlanmış, kısıtlı bir bakış açısı oluştuğunu, bunu kırmak yerine kendilerinden farklı görüşleri hazmedemeyip saldırganlaştıklarını söyledim. Cehaletin başka yüzü oluyor yani.
Malum burada bana satılmış deyip sonra da özür dilemeyenler de var. Bu tek başına kötü de, kimsenin "yok artık bu kadar da hakaret olmaz" dememiş olması benim de ilgimi çekiyor. Ha, ben çok mu meraklıyım birileri beni desteklesin diye. Dünya karşıma gelse, savunduğum doğru olduğuna inanıyorsam, tek başıma da dururum.
Cehaleti koruduğuma dair elinizde bir argümanınız yoksa boşa bu konuda polemiği sürdürüyorsunuz. Eğitimlilerinlerin cehaletinden sözediyorum ben. Kendilerine dikte edilmiş argümanı sorgulamadan doğru kabul edenlerin cehaleti.
Cevap alamadığım sorular benim de var. Bütün madenler çevreyi kirletiyor da, neden sadece altın madenciliği konusunda itiraz ediliyor?
Daha önce defalarca örneklediğim, siyanür de kullanılan madenler var, neden kimse ya bunlar da nesi diye tek cümle yazmamış. Bana altın lobicisi gibi cümleleler sarfedip işin içinden sıyrılmayı denemiş.
Çevreye zarar veren madenlere mi karşıyız, maden çıkarımının çevreye zarar vermesine mi karşıyız? Aslında biz, bizden başka şeyler söyleyenlere mi karşıyız?
Tek boyutlu bakış açımıza ters geldiği için mi itiraz ediyoruz? Hemen bir milliyetçi kalkanın arkasına geçip onuncu yıl marşları söylüyoruz.
Açıklamalarımda herhangi bir çelişki yok, gayet net. Sadece sizin söyleminizle örtüşmüyor. Bu size çelişki olarak görünüyor.
Evet ülkede altın işlemeciliği çok büyük bir hızla ilerliyor. Dünya altın konseyinin beyanıdır.
Bu ve bütün platfromlarda çevreye bakışım aynıdır. Bana itiraz edenlere gösterdiğim örnekler tepkisizlikleriyle bu itirazı sürdürenlerin çevreye bakışında farklılık olduğunu düşünüyorum.
Evet altını olan kuralı koyuyor. AP üyesi ülkelerde altın var kuralları onlar koyuyorlar. Bizde yok biz boyun eğiyoruz.
Tüm kuralları kabullenmek zorunda değiliz, bundan da vahimi boyun eğiyoruz bu kuralları koyanlara.
Benim rahatsız olmadığıma dair bir cümle bulabilir misin? Bu konuyu açan ben olduğuma göre bunu magazin haber olarak mı vermiş olabilirim, yoksa siyanür için bir duyarlılık gerekiyorsa vahim biçimde şu an çevreye zarar veren bu duruma karşı çıkılması gerektiği için mi yazmış olabilirim? İzmir kuyumcular odasına bu konuda herhangi bir şey söylemiş ya da söylememiş olabilir miyim?
Gözümden kaçmış olabilir, "şehrin ortasındaki siyanür sorunu" cümlesini sadece karşı argüman olarak sunmadığın mesajların linkini verir misin?
Forum dışında neler yaptığın konusunda nasıl bilgi sahibi olabilirim?
Bazen acaba yazdıklarım mı anlaşılmaz. Yoksa karşımdakinin argümanına uymadığı için anlamak mı istemiyor diye düşünüyorum.
Herkes siyanürlü altına karşı. İyi güzel. Ama nesine karşı. Altın medinciliğinin ormanı ve çevreya zarar vermesine mi, Bergamada'ki fıstık çamları gibi.
Madenin çıkarılmasına mı
Maden çıkarılırken siyanür kullanılmasına mı
Siyanürün çevreye sızması riskine mi.
Bütün bu soruları sürekli sordum kimseden debir tepki alamadım. Şu an eski Etibank işletmesi olan madenler ver siyanürle ayrıştırma yapıyorlar nasıl yaptıkları çevreye nasıl bir zarar verdiklerini merak eden de yok. Bu konuyu da defalarca belirttim.
Bunu üzerine eğer siyanürün koktrolsüzce çevreye zarar vermesine karşıysanız, bu zaten kentin ortasında yapılıyor dedim.
Kimse de buna karşı bir tepkiyi göremiyorum.
Maden çıkarılmasına mı karşısınız dedim. Altın da dahil bütün madenler çevreye zarar veriyorlar. Maden çkarmaya değil sadece altına karşıyız diyen bile olmadı.
Altın ayrıştırmanın tek yolu siyanürdür.
Maden çıkarılabilir ve çevreye zararına engel olunabilir. Her maden için söylüyorum bunu.
Benim için maden niteliğine değil çevreyi kirletmesine izin verilip verilmediğine göre farkediyor. Demir de altın da aynı.
Petrole de karşı çıkalım, o da çevreye zarar veriyor kömürde vs vs defalarca söyledim.
Karşı argüman diye bakmak yerine bu konuda, defalarca bu sözleri tekrarladığım halde bana sadece hakaret biçiminde cevaplar gelmesi ilginç..
Neler yaptığımla ilgili gayette cevap verebilirdim burada ama, yazanların tepki veriş biçimine bir bakar mısın? bir düşmanlık onlardan değilsem satılmışım vs düzeyinde bir söylem.
Bazen acaba yazdıklarım mı anlaşılmaz. Yoksa karşımdakinin argümanına uymadığı için anlamak mı istemiyor diye düşünüyorum.
Soruma cevap vermek yerine bunu mu söylüyorsun?
Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan zordur (A. Einstein).
Bu tartışmayı kendi adıma noktalamıştım ama yapılan yorumlar üzerine birkaç noktaya açıklık getirmek istedim. Bu tartışma altında belli fikirleri olan insanları bir kalıba sokmak isteyen ben değilim. Kimseye “sen şunlardansın” demedim. Kimseye “geveze” demedim. Ülke zihnen çöplüğe dönmüşmüş, ülkeye şöyle sahip çıkarmışız... Cümlelerin içinde geçen kelimeler alınıyor ve bazı kavramlar adeta havada uçuşturuluyor. Söylenmek istenileni anlamaya çalışmak gibi bir çaba ise pek göremiyorum... Hani cevap yazayım diyorum ama yazacaklarımı düşününce konunun nerelere gidebileceğini biliyorum ve içimden gelmiyor. Fikirlerimi onları destekleyen kaynaklarla ortaya koydum, yazışmalar yukarıda duruyor. Herkes bu başlıkta konuya ilişkin cevaplar ve tartışmalar görmek istiyor artık.
Bu arada son geçen tartışmaların faydalı tarafı olarak; altın işleme ile altın madenciliğinin sıkı bir bağlantısı bulunmadığını ve birkaç yanlış bilginin doğrusunu konuya hakim bir arkadaştan öğrenmiş olduk.
Bir maden kazılıyor. Geniş ve derin çukurlar oluşturularak cevher çıkarılıyor. İçlerinde toksit metal ve asit barındıran dev kaya yığınları oluşturuluyor. Cevher açığa yayılıyor, üzerine siyanür serpiliyor. Siyanür liçi yapılıyor, altın ayrıştırılıyor. Diğer bir tarafta atık çamuru havuzları oluşturuluyor, atıklar buraya alınıyor. Daha sonra ortaya çıkan altın eritme, dövme ve diğer saflaştırmalar yapılarak işlenen ürün piyasaya çıkıyor. Aslında şu DirtyMetals (http://www.nodirtygold.org/pubs/DirtyMetals.pdf) kitapçığının 4. sayfasına bakılırsa bir çizim var.
Madencilik için (hangi maden olduğu önemli değil, ister taş ocağı olsun, ister bakır, ister nikel) her yer uygun değildir. Altın madenciliği ise diğer madencilik faaliyetleri yanında en çok çevre kirletimi yapandır. Bütün bir cumhuriyet döneminde günümüze kadar Devletin işlettiği siyanürlü gümüş ve altın madenleri kaç tanedir, günümüzde ise nerelere kaçar tane ruhsat verilmiştir. Belki bir arı gelip sizi soksa fazla bir etkisi olmaz. Ama kovandakilerin hepsi bir tarafınızdan sokarsa sağ kalmanız bir mucize olur.
Madencilik faaliyetlerinde siyanür kullanımı insanlar, hayvanlar, balıklar, arılar, ağaçlar ve bütün çevre üzerinde büyük bir risk oluşturmaktadır. Ortaya çıkan ağır metaller, asit maden drenajı, derin sulara sızıntılar yine büyük sağlık problemlerine davetiye çıkarmaktadır. Bütün dünyanın çeşitli yerlerinde madencilikte siyanür kullanımına karşı halk hareketleri vardır.
Kömür ve petrol ise enerji üretiminde kullanılıyorlar. Onları uygun bir başlık altında irdelemek daha doğru olur.
Forumda Bergama – Kozak'ta madencilik ile ilgili konuşmalar (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=19706)
Forumda Kazdağları'nda madencilik ile ilgili konuşmalar (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=5942)
Forumda madencilik ve çevre üzerine genel konuşmalar (http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=21314)
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
Şu an eski Etibank işletmesi olan madenler ver siyanürle ayrıştırma yapıyorlar nasıl yaptıkları çevreye nasıl bir zarar verdiklerini merak eden de yok.
Umarım yakında acı bir tecrübeyle öğrenmeyiz... Gümüş köyündeki tesisin 3 aşamalı atık barajının ilk 2 seti çökmüş, şu an 3. yü ayakta tutmaya çalışıyorlarmış.
210432
210433
Kütahya’da, Eti Gümüş AŞ’ye ait tesiste siyanürlü atıkların depolandığı dev barajın setlerinden biri önceki gün çöktü. Çökmeyle birlikte 2. set de zarar gördü. 15 milyon metreküp siyanürlü atığın 3’üncü ve son set tarafından tutulduğu açıklandı. Tesiste üretimi durduran ve dün kriz masası oluşturan valilik, civar köylerin boşaltılabileceğini açıkladı.
Çevre Bakanlığı’ndan gönderilen bir ekip de bölgede inceleme çalışmalarına başladı. Tesisin önünde toplanan Aliköy beldesi, Gümüş, Kızılcakaya, Dulkadir, Karaağaç köylülerine bilgi veren Vali Kenan Çiftçi, “Sistem kontrol altında. Köylerin tahliye edilmesi de dahil bütün önlemler teknik ekibin araştırmasından sonra ele alınacak” dedi.
‘İlk etapta yüzlerce insan hayatını kaybedebilir’
Olayın ardından incelemelerde bulunmak üzere yönetim kuruluyla birlikte bölgeye hareket eden Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Murat Taşdemir durumun ciddi olduğunu vurguladı. Son duvar da yıkılırsa barajın yıkılmış olacağını belirten Taşdemir, “Sonuçları hayal edemeyeceğimiz boyutlara ulaşabilir. Bu siyanürün çok küçük miktarı bile zehirliyor. Şu anda insanı zehirleyen miktarın 125 katı kirlilik söz konusu” dedi.
Bir an evvel çevre köylerin boşaltılmasını isteyeceklerini ifade eden Taşdemir, içme ve kullanma suyu olarak kesinlikle yeraltı sularının kullanılmamasını önerdi. Taşdemir, “Barajın tamamı çökebilir. Böyle bir durumda o bölge tamamen tahliye edilmek zorunda kalır. Aksi takdirde yaşam imkânı kalmaz, belki de yüzlerce insan ilk etapta hayatını kaybedecek, tarım kalmayacak. Bu olay, dünyanın en önemli olaylarından biri olabilir” uyarısında bulundu. Eti Gümüş AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Vahit Yıldız ise “Tehlikeli durum yok. Yeni baraj oluşturulup siyanürlmü su buraya akıtılacak” dedi.
Set, 2 saatte bir 1 santimetre kayıyor
Siyanürlü suyun tarla ve bahçelere yayılmaması için dün 3. sette takviye yapılırken, valilik kriz masası oluşturdu. Şirket görevlileri, 25 milyon metreküp atık kapasitesine sahip barajda 15 milyon metreküp atık siyanür olduğunu, bunu tutan 3. setteki dolgu ve güçlendirme çalışmalarının aralıksız sürdüğünü söyledi.
Şirketi önlem almamakla suçlayan yöre sakinleri, “Baraj 30’ar metre derinliğinde 3 büyük havuzdan oluşuyor. Öğrendiğimiz kadarıyla 3. sette her 2 saatte 1 santimetre kayma oluyor. Bu baraj patlarsa bölgede ne bir bitki kalır ne bir hayvan. Baraj setlerinde bir ay önce sızıntı olmuş. 4-5 metrelik set ilavesi de yapmışlar” diye isyan etti.
Atık barajı 110 hektarı kaplıyor. Koruma bantları ile birlikte alan 150 hektara çıkıyor. Tesislerin temeli, 1985’te dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından atıldı, tesis 2 yıl sonra Özal tarafından açıldı. (KÜTAHYA -AA-DHA)
radikal.com.tr (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1048724&Date=09.05.2011&CategoryID=77)
Haritaya bakarsak bölge güneyi dağlık arazi, ama kuzeyde hep tarım alanları var :(
Umarım yakında acı bir tecrübeyle öğrenmeyiz... Gümüş köyündeki tesisin 3 aşamalı atık barajının ilk 2 seti çökmüş, şu an 3. yü ayakta tutmaya çalışıyorlarmış.
Haritaya bakarsak bölge güneyi dağlık arazi, ama kuzeyde hep tarım alanları var :(
Atık çamuru kazalarına (25 milyon ton kapasite ile) bir yenisi daha eklenmiş olmaz umarım. Başlangıçta kamuya ait olan tesis 24 yıldır faaliyette. Son 30 yıldır uygulanan özelleştirme, taşeronlaştırma politikalarından 2004 yılında nasibini almış. “Hızlandırılmış Tren” misali üretim kapasitesi de arttırılmış tabii...
Siyanür Paniği:
http://www.haberturk.com/yasam/haber/628660-siyanur-panigi
Siyanürle altın çıkarmanın çevre düşüncesine sahip bizlerin endişlerini haklı çıkaran bu olayların ağaçlar nette siyanürle altın çıkarma başlığında tartışılmış endişe ve kaygılarını dile getiren arkadaşlarıma bu öngörülerinden dolayı şükranlarımı sunarken.
Karşı duruşta bulunarak bu endişeleri yok sayarak siyanürle altın arayan kuruluşun temsilcisi edasıyla bütün ön görüleri ret eden kişi olarak memet'i de kınıyorum.
Altın üretiminde dünya birinciliğinin bedeli olacak tezlerle forumlardaki kişileri ikna çalışmalarının sunuçları işte orta görülüyor.
Belki çernobilden sonra ikinci bir çevre felaketinin yaşanmasında duyarsız kişilerin ve yöneticilerin sorumsuluğu bu güzel ülkemizin cehenneme dönüş vebalide bu kişilerin sırtında bir insanlık suçu olarak ömür boyu taşıyacaklardır.
Siz gene mi başladınız saçmalamaya.
Sevgili Memet,
Kınanmaya bu şekilde mi cevep vereceksiniz ?
Niçin kınandığınızın farkında olduğunuza inanıyorum.
Sevgiyle kalın
Siyanürle altın çıkarmanın çevre düşüncesine sahip bizlerin endişlerini haklı çıkaran bu olayların ağaçlar nette siyanürle altın çıkarma başlığında tartışılmış endişe ve kaygılarını dile getiren arkadaşlarıma bu öngörülerinden dolayı şükranlarımı sunarken.
Karşı duruşta bulunarak bu endişeleri yok sayarak siyanürle altın arayan kuruluşun temsilcisi edasıyla bütün ön görüleri ret eden kişi olarak memet'i de kınıyorum.
Altın üretiminde dünya birinciliğinin bedeli olacak tezlerle forumlardaki kişileri ikna çalışmalarının sunuçları işte orta görülüyor.
Belki çernobilden sonra ikinci bir çevre felaketinin yaşanmasında duyarsız kişilerin ve yöneticilerin sorumsuluğu bu güzel ülkemizin cehenneme dönüş vebalide bu kişilerin sırtında bir insanlık suçu olarak ömür boyu taşıyacaklardır.
Ensar,
Bence arkadaşınızıa destek olmadan önce saçmalık boyutundaki bu yazıya bir eleştiride bulunun. Siyanür diye bana hakaretler edilirken bu madenin tehlikesine ben işaret etmiştim. Bana hakaret etmekle meşgul olduğunuz sıra bunu gözardı edip asıl tehlikeleri görmezden gelmiştiniz. Kimsenin beni kınayabilecek bir yeri olduğunu sanmıyorum. Bırakın bu tür hitapları.
Bendeki hata arkadaşınızın yazdığı benim kopyala yapıştır yapmadığım için silinen hitaplarını arşivlememiş olmak oldu. Bu sefer telafi ettim hatamı.
Yazdığınız cümleyle de benim bu güne kadar neden bahsettiğimle hiç ilginizin olmadığını anlıyorum.
Bekleyin çarşı içinde de siyanür zehirlenmesinden ölenler olacak. Tabi az sayıda insan önceden ölmüş de olabilir. Habere konu olmamış olabilir.
Şimdi ne olursa olsun Memet'e iki laf sokalım gibi bir tavırdan uzaklaşmanızı rica ediyorum, her ne kadar önceden işe yaramadıysa da bu sözlerim.
fskandemir
10-05-2011, 12:28
Bu tartışmalarda kısmen ben de bulunmuştum, hatta belirttiğim bu siyanürün İstanbul' da bile kullanıldığı idi. Zararlı mı evet, zararlarını tam olarak bilmesem de zararları var. Bundan hepimiz de eminiz.
Bizlerin kaygısı zararlı maddeleri kullanmamak ve kullandırtmamak mı yoksa zararlarını engellemek mi olmalı? Yıllardan bu yana çalışan bir tesiste, zaten kullanılan bir maddeden kimse dert yanmaz iken bir anda dert yanılan unsur oluşuyorsa, bizler dert yanan unsuru yani çöken havuzları veya artıma sistemini eleştirmemiz gerekmez mi?
Yok mudur bu maddeyi çevre kirlenmeden kullanabilenler? Yoksa eğer kullanılan diğer tesislerde de eleştiriye başlayalım...Sadece özel sektörün elindeki tesisler mi sıkıntılı, o zaman gelin kamu otoritesindeki tesislerin standartlarını buraların uymasını zorlayalım.
Unutmadan, kıssa da olsa, bir bilim fuarında OH2 maddesinin zararlarından bahsediliyor ve yasaklanması isteniyor,
>Sıvı formundan gaz formuna geçişte insan vücudunda ciddi yanıkların oluşmasına vb...
şeklindeki maddeler ile sonuç mu, yasaklansın diye toplanan birçok imza.
Yasaklansın mı sizce yoksa zararları engellenemez mi?
Bunları söyleyince işte anlamayı denemeden saldırganlaşanlar oluyor. Clor ve sülfür sanayide kullanılan çok zehirli iki gaz. Şimdi bu gazları kullanmamak mı gerekiyor. Çevreye zarar vermesine engel olmak için çok sıkı biçimde denetlemek mi?
Geçmiş yıllarda bir klor kazası yaşanmıştı. Ülke çevre koruma konusunda dünya sonuculuğunda geziyor. Böyle, aman da ben karşı çıktım biçimde yazılarda ben bir arka niyet arıyorum artık.
Ensar,
Bence arkadaşınızıa destek olmadan önce saçmalık boyutundaki bu yazıya bir eleştiride bulunun. Siyanür diye bana hakaretler edilirken bu madenin tehlikesine ben işaret etmiştim. Bana hakaret etmekle meşgul olduğunuz sıra bunu gözardı edip asıl tehlikeleri görmezden gelmiştiniz. Kimsenin beni kınayabilecek bir yeri olduğunu sanmıyorum. Bırakın bu tür hitapları.
Bendeki hata arkadaşınızın yazdığı benim kopyala yapıştır yapmadığım için silinen hitaplarını arşivlememiş olmak oldu. Bu sefer telafi ettim hatamı.
Yazdığınız cümleyle de benim bu güne kadar neden bahsettiğimle hiç ilginizin olmadığını anlıyorum.
Bekleyin çarşı içinde de siyanür zehirlenmesinden ölenler olacak. Tabi az sayıda insan önceden ölmüş de olabilir. Habere konu olmamış olabilir.
Şimdi ne olursa olsun Memet'e iki laf sokalım gibi bir tavırdan uzaklaşmanızı rica ediyorum, her ne kadar önceden işe yaramadıysa da bu sözlerim.
Sevgili Memet,
Benim mesajlarıma bakarsanız gerek nükleerde gerekse bu konu başlığında benim sizin gibi karşımdakileri kategorize etmediğimi göreceksiniz.
Eğer Epsody sizi kınadıoysa bu kınamayı bence bilimsel verilerle çürütürdüm diye düşünüyordum ki sizi yanlış anlamışım.Sizin bu konuya bilimsel yaklaşmadığınızı anladım.
Hatırlarsanız benim mesajlarımdan birinde Hem nükleerde hem bu başlıkta HER ŞEYİN BİR BEDELİ VARDIR demiştim. Amerikada böyle bir barajın olmazsa olmazları neyse Türkiyede de aynısının olması gerektiğini ama bunu uygulatmayan sistem ya da kişilere karşı olduğumu söyleyen beni ya da söyleyenleri siz kategorize ederek mensubu olabilmektem gurur duyacağımız milliyetçiliği, kemalistliği, ulusaklcılığı tuu kaka göstermeye çalıştınız.
Bu kavramlar güzel kavramlardır. Yalakalığa ve işbirlikçiliğe kapalı olmak zorundadırlar.
Siz hiç Ulasalcı olmamış, kalkınmış bir ülke gösterebilirmisiniz.
Ulusumun çıkarlarını değil de kimin çıkarlarını gözetmemiz gerekiyor?
Dediğim gibi kınamaya bende katılıyorum ama isterseniz sizin yerinize bu işin gerekliliğini bile savunurum. Ama göreceksiniz ki yapılması gerekenler yapılacak olursa o altını Türkiyede bile çıkartmak karlı olmayacak. Kaldıki perişan olan doğa sizin ya da benim değil torunlarımızın doğası. Hele hele yabancıların hiç değil.
Alın atınızı severim tımarınızı hesabı. Altınınız da sizin olsun gümüşünüzde.
Sevgiyle kalın
Epsody'nin kınamasını ciddiye aldığım yok çürütmem gereken bir yeri yok.
Herkesin siyasi görüşü var sizinkine uymuyor diye, ben de aman milliyetçi olacak değilim.
Sizin için güzel olabilir siyasi fikirleriniz sizi bağladığı kadarıyla geçerlidir, beni bağlayan bir yeri olmaz.
Burada sizinle aynı siyasi fikre oturtamadığınız için sizin bir kategorize etmeniz durumu var. Zaten tartışmanın ekseni de siyanür değil bu.
Ulusalcılık denen şey milliyetçiliktir, bir siyasi ideolojidir kalkınmayla ilgisi sıfıra yakındır.
Altın konusunda pek bilginiz olmadığının farkındayım. Şu kadarın anlamayı deneyin. Şu an okumak için baktığınız ekrana ödediğiniz para( bir kağıttır) altın olarak merkez bankasında karşılığı olduğu için ödeyebildiğiniz bir kağıttır. Bütün dünyada para diye dolaşan kağıtlar bankalarda karşılığı olrak altın rezervi olduğu için değer ifade ediyor. Altın çıkarılmasını siyanürle soslayıp engel olmak işte buradan kaynaklanıyor.
Bu işler öyle milliyeteçiyim ben haklıyım biçiminde olmuyor kınamanız da çok ciddiye alabileceğim bir şey değil.. Size, ben bu kaza olan madende kontrolsüzce siyanür kullanılıyor derken aklınız nerdeydi onu merak ederim hepsi bu.
Altınınız sizi olsun sözü de çok kahramanca olmuş. Boşaltın bakalım merkez bankasını, yarın ne oluyorsunuz. Altın deyince aklınıza sadece kuyumcu vitrini geliyor sanırım.
Mehmet Bey,
Sizi çok iyi anladım. Ben ne altından ne de Matematikten ne de evrimleşmeden anlarım.Haklısınız.
Ama işin kötüsü siz aynı ilahlaştırdığınız politikacılar gibi . Sorulanlara cevap vermek yerine sadece söylemek istediklerini yazanlardansınız. Bu taktiği banada okuduğum ilk okulda vermişlerdi. Bence sorun yok . Ben her yola gelirim. Öylede yazarım. Ama sadece size özelinizden. Tabiiki isterseniz.
Sevgiyle kalın
Beni anlamadığınızı bu yazınızla iyice anladım da, altın ve siyanür konusunda yazdığım hiç bir şeyi de anlamadığınızı zaten anlamıştım.
"Ama işin kötüsü siz aynı ilahlaştırdığınız politikacılar gibi . " Böyle uydurma cümleler kurarken "kimmiş bupolitikacılar" sorusunun geleceğini tahmin etmişsinizdir. Bir yerden bulup "işte şurada şunu ilahlaştırdın" demeniz gerken yer gelir. Bulun bakalım bu türden bir hitabımı.
Demek size ilkokulda konuşma taktikleri verdiler ne mutlu bir ilkokulmuş orası öyle gıpta ettim.
Burada bir de açılım olsun. Ulusalcılık millityetçiliktir şimdiki iktidar şimdiki muhalefet ulsulcılık Kemalizm bunların hepsi aynı miliyetçiliktir içeriğe değil niceliğe ilişikindir farkları. Yani buradan bakınca durumunuz pek parlamıyor.
Burada Kemalizm ideolojisinin 12 eylülle şekillendirildiğini Mustafa Kemal'le bağlantısı olmadığını sık sık söylerim, tekrarlamış olayım. Saldıracak yer buldum diyeceksiniz ya, baştan açılım yapayım. Layik ama demokratik olmayan milliyetçilik. İktidarda da dini referanslı ama demokratik olmayan başka bir milliyetçilik var.
Bu yazdığımı okumak için de, telekoma, ya da hangi şirkete para ödüyorsanız verdiğiniz paranın merkez bankasında altın olarak karşılığı olduğu için bunu yapabildiniz.
İktidara gelince siyanürle elde edilmiş bu altın rezervlerini yok edeceğiz gibi bir slogan atabilir misiniz? susar msınız?
Özel yazılmış mesajlara muhatap olmuyorum, kopyalayıp buraya yapıştırıyorum.
Keşke konu kişisel boyutlara indirgenmeden tartışılabilseydi...
memet;
Daha öncede anlatmaya çalıştım. Burada ben altın ve siyanüre karşı olup da gümüş madeninde siyanür kullanılmasını ya da -şahsen bilgi sahibi olmadığım- şehrin ortasındaki çarşının içinde siyanür kullanılmasını veya bilmediğim, duymadığım olası başka endüstrilerde siyanür kullanılmasını desteklemiyorum zaten. Ancak siz bu konuları dile getirirken altın madenciliği karşısında (daha doğrusu destekler biçimde) bir karşı “argüman” olarak sunarsanız ya da birden çok kişi bu şekilde anlıyorsa ortada bir yanlışlık olduğu kesindir.
Zehirli gazlarda ayrı bir konu... Ayrıca kimse kapitalist sistemin ve emperyalist dış güçlerin bize dayattığı kurallara inanmak, kabullenmek zorunda değil...
Yine konu dışı ama Kemalizmin 12 Eylül'le ne alakası var? Öncelikle Kemalist sözcüğünün nereden çıktığını araştırmanızı öneririm size. Kimseye inanmıyorsanız Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz arşivlerine bir bakın oralarda neler yazıyor okuyun bakalım. Her şeyi hallettik bir tek kavramlar kaldı tartışmadığımız...
fskandemir;
...zaten kullanılan bir maddeden kimse dert yanmaz iken bir anda dert yanılan unsur oluşuyorsa...
Sorun şu ki henüz geç kalmış olmadan yapılabilecek bir şeyler varken; yani Kazdağları ya da benzeri coğrafyalar sondajlanmaya başlanmış ama henüz katledilmemiş ve ortada belli bir kamuoyu varken ya da gündemdeki deyimle “en son nehir kurumadan, en son ağaç kesilmeden, en son balık tutulmadan”, son yıllarda verilen maden ruhsatlarının sayısı önceki bütün dönemlerin toplamının 30 katını bulmuşken, bu bağlamda anayasadan gelen dayanağımız ve çevreye olan hassasiyetimiz doğrultusunda bir demokratik tepki koymamız gerekirken, meseleye zaten kullanılan bir madde diye yaklaşmak gerçek bir yanılsamadır...
...bizler dert yanan unsuru yani çöken havuzları veya artıma sistemini eleştirmemiz gerekmez mi...
Sorun şu ki iş işten geçtikten sonra bunları eleştirmek boşadır. Bu unsurların kusursuz olmasını kim garanti edebilir. Bırakın doğal afetleri önümüzdeki günlerde yağacak mevsimsel yağışlar bile tehlike arz ediyor. Madencilikte siyanür kullanımı son derece ciddi çevre felaketlerine davetiye çıkartıyor. Yaşanan bu son örnekte bunu bize bir kez daha gösteriyor. Tehlike sadece siyanürde değil. Diğer bir tehlike ağır metaller. Uzmanlar tarafından bunların zaman içinde içme suyu için kullanılan barajlara, yeraltı ve yüzey sularına karışması riskinden bahsediliyor. Bu arada besin zinciri içine de girecektir. Tabii orada da kalmaz sanırım, Karadenize kadar yolu var. Gerçi Karadeniz alışık böyle durumlara... Atık çamurunu arıtmak diye bir şey söz konusu değil.
Sadece özel sektörün elindeki tesisler mi sıkıntılı, o zaman gelin kamu otoritesindeki tesislerin standartlarını buraların uymasını zorlayalım.
Kamu elindeki tesislerde olmaz diye bir şey yok. Nasıl yönetildiğine bağlı olarak onlarda da bir çok sorun oluyor. Burada özel sektörün sürekli daha fazla kâr elde etmeyi istemesinden kaynaklanan bir dezavantajı var. Mesela üretim 60 tondan 135 tona çıkmış, peki ne olmuş atık için kullanılan setin üzerine toprak ilavesi yapılmış. Buna benzer başka alanlarda da bir çok örnek bulabilirsiniz (hasta olmadığı halde aylarca hastanede yatırılan yenidoğanlar gibi). Belki de her şeyin özelleştirilmemesi gerekir. Ya da sizin söylediğiniz gibi alt yapıyı iyi hazırlayıp iyi denetlemek gerekir.
Yasaklansın mı sizce yoksa zararları engellenemez mi?
1lt suda 8mg siyanür insanı zehirliyor.
1lt suda 20mg siyanür insanı öldürüyor.
Söz konusu tehlikeli atık havuzunda 1lt suda 1000mg siyanür olduğu söyleniyor. Bahsi pek geçmeyen ağır metaller ise esas gizli tehlike. Sonra bu siyanür su ve topraktan başka solunum ile ve temas ile de vücuda alınabiliyor. Maruz kalınma oranına ve süresine göre hemen, birkaç haftada ya da farkına bile varmadan uzun yıllar sonucunda ölebiliyorsunuz.
Bu riski almaya değer diyorsanız mesele yok! Tabii ki de yasaklansın. Sayın Başbakanımızın da ünlü kızılderili şefi sözüne gönderme yaparak bir konuşmasında bahsettiği gibi para her şey demek değildir.
"Yine konu dışı ama Kemalizmin 12 Eylül'le ne alakası var? Öncelikle Kemalist sözcüğünün nereden çıktığını araştırmanızı öneririm size. Kimseye inanmıyorsanız Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiliz arşivlerine bir bakın oralarda neler yazıyor okuyun bakalım. Her şeyi hallettik bir tek kavramlar kaldı tartışmadığımız..."
Ne ezbere konuşmayı severim ne altını sonradan dolduramayacağım şeyler yazmak isterim. Konu dışı olduğu için detaya girmeyelim. Bugünkü kemalizm ideolojisin MustafeKemal' le değil 12 Eylülde şekillendirilen ideoloji ile ilgisi var. İngiliz metinlere bakarsak göreceğimiz şey bugün savunulan ideoloji değil.
Diğer söylediklerinize de katılıyorum. Zaten benim sürekli olarak sözettiğim maden değil, madenin çıkarlmasıın çevreye zarar vermesinin engellenmesi biçiminde.
Siyanürü şahsen kullanmış neye benzediğini bilen birisi olarak söyledim her söylediğimi.
Altın kaçınılmaz. Bu ve diğer endüstriyel faaliyetlerde tehlikeli maddelerin çevreye zarar vermesine engel olmak çin uğraşılması gerekiyor.
Siyanürlü altına hayır biçiminde tepki veren grupların bu ciddi kazaya tepkilerini ne olacağını görmek ilginç olacak. Ben şu ana kadar bi rtepki görmedim, belki farketmedim.
Sülfür dediğniz şey kükürtün ingilizcesi tarlada bolca kullandığınız.
12 Eylülü yapanlar Kemalizmin yanına bile yaklaşamayacak olanlardır. Bunu herkes biliyor.
12 Eylül yavrularıda aldıkları nın karşılığında Devlet varlıklarını ve de Doğayı peşkeş çekiyor.
Bir KOZA destekçisi ZEYTİN ile ilgili bügüne kadar dünyada yazılmış olan en kapsamlı kitabı KOZA nın desteğiyle yayınlayıp kozanın nasılda çevreci olduğunu açıklamıştı ama aynı sorunla karşılaşılabilecek pozisyondaki siyanür barajının içerdiği zehirin nasıl bertaraf edileceği ile ilgili bilgiyi verememişti.
iNSAN BU BEŞER ELBET ŞAŞAR.
iŞİ TAŞ OLAN TAŞLA , METAL OLAN METALLE ,TARLA OLAN TARLAYLA , SATICILIk OLAN SATMAKLA GEÇİNİR GİDER.
sevgiyle kalın
Zaten benim sürekli olarak sözettiğim maden değil, madenin çıkarılmasının çevreye zarar vermesinin engellenmesi biçiminde.
Bununla ilgili ayrıntılı yazıların vardır, linklerini yazarsan tekrarlamak zorunda kalmazsın, arkadaşlar bilgilenir...
Siyanürlü altına hayır biçiminde tepki veren grupların bu ciddi kazaya tepkilerini ne olacağını görmek ilginç olacak. Ben şu ana kadar bi rtepki görmedim, belki farketmedim.
Sevgili Memet arkadaşım, neden ilginç olacağını merak ettim, bu ciddi kazaların gelebileceğini, olabileceğini biliyoruz. Tehdit ve düzenlerimizin bozulma pahasına mücadele veriyoruz. Biz bunları göze alıyoruz, maddi ve manevi. Hala çalışmalarımıza devam ediyoruz . Yılmayacağız, ne pahasına olursa olsun.
Daha fazla yazamayacağım ama aşağıdaki yazı duygularımı daha iyi anlatıyor.
Siyanür bir hak sorunudur!
Devin Bahçeci • 10/05/2011
Dünden beri Kütahya Gümüşlü’de olanları hep beraber izliyoruz. Siyanürle madencilik yapılan sahada atık havuzunda meydana gelen kaza zehirli bir madde olan Hidrojen Siyanürün suya karışma riskini, hatta porsuk çayı ve devamında Karadeniz’e karışma riskini barındırıyor.
Siyanür ile madencilik aslında bu ülkenin 1989’dan beri gündeminde. Bergama’ya kıyarak başladı her şey. Siyanürle altın 30 yıldır hayatları zehirliyor.
Madenler sorunsuz işlerken bile havuzlarda buharlaşan bu Hidrojen Siyanür zaten hayatları tehdit ediyordu. Ama gözden uzak olan gönülden de ırak oluyor. Bölgede yaşananları, zehirlenen kanser olan hayatları, mutasyonlu hayvanları, ölen yok olan toprakları ancak o bölgede yaşayanlar biliyor. Biz ise, kaza gibi medyatik olaylarda gündemimize alıyoruz bu kıyımları.
Bu kıyımların çevre kıyımı olduğu, doğayı mahvettiği ortada, tekrar tekrar yazmanın anlamı yok, ancak atlanılan başka bir nokta var.
Siyanür ile madencilik ve getirdiği felaketler sadece güncel bir çevre sorunu değil, medyanın çevirdiği bir magazin haberi de değil.
Bu madencilik bir hak sorunu. Yaşam hakkı, temiz suya, çevreye erişim hakkı ihlali.
“Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” Diyor İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi. Sizce siyanürle madencilik yapılan bölgelerde bireylerin bu hakkı korunuyor mu? Bile bile zehirleyenler halkı ve haklarını gözetiyor mu?
Bölgede yaşayan insanların hepsinin yaşamı pamuk ipliğinde. Siyanür basitçe DNA’ları mutasyona uğruyor. İnsan hayatı ciddi tehlike altında kalıyor. Kanser derseniz gırla, zeka geriliği başta olmak üzere diğer genetik hastalıklar derseniz gırla…
Kalkınmacılık ve istihdamla özdeş tutuluyor ya bu madencilik. “Kalkınma hakkı” diyorlar ya. O da büyük bir yalan. Bölgede kalkınan sadece şirketler. Şirketler de halkın üzerinden kalkınıyor. Kırsal bölge halkı ise geçim kaynaklarını yavaş yavaş kaybediyor. Tarım ve hayvancılık yapamıyorlar; çünkü zehirlenen toprakta, zehirlenen suda takat kalmıyor, üretim yapılamıyor oralarda.
Bu durum özgürce çalışma hakkını da ihlal ediyor. Zaten fakir olan, zaten “Köylü Milletin Efendisidir” diye diye köleleştirilen, tarım politikaları ile aç kalan köylülerin önünde iki seçenek kalıyor: Göç etmek veya maden şirketinde köle olarak çalışmak. Tabii elinde sadece şirkette çalışmak kalan bireyler de ekmeği gitmesin diye, akrabalarına, dostlarına saldırıyor, kraldan çok kralcılık yapmak zorunda kalıyor. bir nevi köylüyü köylüye kırdırmaya çalışıyorlar.
“Herkesin çalışma, işini serbestçe seçme, adaletli ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.” Diyor Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi. Maden şirketlerinin -tabiri caiz ise- kucağına düşürülen köylülerin böyle bir hakkı devlet tarafından korunuyor mu acaba?
Haktan hukuktan konuşan Başbakan ve Çevre Bakanı bu hakların varlığından haberdar mı acaba? Yoksa para ve sözde kalkınma uğruna insan hayatı o kadar da önemli değil mi?
Burada siyanürle madenciliğin yerine, diğer çevre/ekoloji kıyımlarını da koyarsanız aynı hak ihlalleri devam ediyor. Nükleer enerji, konvansiyonel tarımı destekleyen politikalar, HES inşaatları vs. vs. Bunlar hepsi kalkınma gelişme adı altında yapılıyor ama kıyılan doğayı ve ihlal edilen hakları ne yapacağız? Yaşam hakkını, çalışma özgürlüğünü, temiz suya erişim hakkı, temiz bir doğada yaşama hakkı ve daha birçok hak ne olacak merak ediyorum.
-----------------------------------------------------------------------
Bizde bunları merak ediyoruz, Sevgili Memet.
Siyanürle altın çıkarmanın çevre düşüncesine sahip bizlerin endişlerini haklı çıkaran bu olayların ağaçlar nette siyanürle altın çıkarma başlığında tartışılmış endişe ve kaygılarını dile getiren arkadaşlarıma bu öngörülerinden dolayı şükranlarımı sunarken.
Karşı duruşta bulunarak bu endişeleri yok sayarak siyanürle altın arayan kuruluşun temsilcisi edasıyla bütün ön görüleri ret eden kişi olarak memet'i de kınıyorum.
Altın üretiminde dünya birinciliğinin bedeli olacak tezlerle forumlardaki kişileri ikna çalışmalarının sunuçları işte orta görülüyor.
Belki çernobilden sonra ikinci bir çevre felaketinin yaşanmasında duyarsız kişilerin ve yöneticilerin sorumsuluğu bu güzel ülkemizin cehenneme dönüş vebalide bu kişilerin sırtında bir insanlık suçu olarak ömür boyu taşıyacaklardır.
Siz gene mi başladınız saçmalamaya.
Yazdıklarımın içinden siz bu kadarmı anlam çıkarıyorsunuz.
Yazdıklarımın içinden siz bu kadarmı anlam çıkarıyorsunuz.
Yo hayır yazdıklarınız bir anlam çıkarmayı gerektirmiyor. Saçmalamışsınız ona işaret etmem yeterli.
Zaten konu içeriği ile ilginiz de bu kadar.
Bununla ilgili ayrıntılı yazıların vardır, linklerini yazarsan tekrarlamak zorunda kalmazsın, arkadaşlar bilgilenir...
Linkleri vermem gerektiğini düşünmüyorum. Mesajlar konu başlığında duruyor bilgilenmek isteyenler başlığı okuyup bu konuyu öğrenebilirler.
Siz uğraşmayın ben size hazırdan yazdıklarımı kere daha sunayım demenin gerekli olduğunu sanmıyorum. Merak eden okuyabilir başlığı.
Ensar, konumuz milliyetçilik olmadığı için bu konuda daha fazla ayrıntıya girmeyi gerekli bulmuyorum. Sizin için sıkıntılı bir durum olabilir. Dediğim gibi arkasını dolduramayacağım cümleleri baştan söylemek istemem. Sözlerim geçerlidir.
Koza ne anlama bana yönelik söylenmiş bilmiyorum ama, şirketlerin ne yaptığı beni ilgilendirmiyor.
Linkleri vermem gerektiğini düşünmüyorum. Mesajlar konu başlığında duruyor bilgilenmek isteyenler başlığı okuyup bu konuyu öğrenebilirler.
Baktığım için sordum. Benim gözden kaçırdığım birşey yazmış olabilir misin diye... Neredeyse aynı kelimelerle var olan uygulamayı savunmaktan başka bir şey yazmamışsın... Şu uygulama yerine bu yapılabilir, dünyadaki uygulamalar böyledir dediğin yok. Bunu yapamadığına göre, eleştirilere agresif cevaplar vermesen iyi olur. Duyan da senin altın ya da gümüş madenin var sanacak.
Özetle üslubuna dikkat etsen iyi olur.
Altın konusunda bir sürü şey yazdım, "varolanı savunmakla" ne kastettiğini anlamış değilim.
Altını siyanürden başka işleme yolu olmadığını birden çok kere yazdım.
"Bu uygulama yerine" diye de bir şey yok. Sadece altın işlerken siyanürün çevreye zarar vermesine engel olmak diye bir şey var. Bilmem kaç kere yazmışımdır bunu da. Hatta sadece altın ya da siyanür değil, bütün madenlerin çevreye zararının sözkonusu olduğunu ya ciddi bir tavrı alınıp bütün madenlerin çevre sorunu yaratmasına karşı çıkılması gerektiğini, sadece altına itiraz ediliyorsa bunun ciddiye alamayacağım bir şey olduğunu söyledim. Kaza olan maden konusuna da defalarca işaret etmiştim.
Elşetiriler böyleyse;
"Ama işin kötüsü siz aynı ilahlaştırdığınız politikacılar gibi ." ( külli yalan oluyor bu, eleştiri değil. Gösterin nerede dediğimi dediğimde bir cevap , işte şurada yaptın gibi bir alıntı da olamadı.)
Veya böyleyse;
"Karşı duruşta bulunarak bu endişeleri yok sayarak siyanürle altın arayan kuruluşun temsilcisi edasıyla bütün ön görüleri ret eden kişi olarak memet'i de kınıyorum."
Bunlar agresif bir tavır değilse, benim de pek bir agresif tavrım yok.
Özetle bana karşı kullanılan bu cümlelere karşı, "agresif tavırlarınızdan vazgeçin" demeni beklerdim.
KÜTAHYA GÜMÜŞKÖY İŞLETMESİ ATIK BARAJI YAŞAMSAL BİR RİSK TAŞIYOR.
Eti Gümüş AŞ'nin, Kütahya gümüş madeni işletmesindeki atık depolama barajının iki numaralı havuzuyla üç numaralı havuzu arasındaki setin bir kısmı yıkılmış ve siyanürlü atık iki numaralı havuza ve buradaki setten de taşarak bir numaralı havuza akmıştır. Atıkların tamamının son sete yüklenmiş olması nedeniyle tehlikeli bir durum ortaya çıkmış olup, bu son setin de yıkılması halinde civarındaki tüm canlı yaşamı tehdit edecek boyutta bir çevre felaketi yaşanma riski söz konusu olmuştur.
1987 yılında işletmeye açılan bu tesiste gümüş elde etmek için, altın işletmeciliğinde de kullanılan siyanür liç yöntemi uygulanmaktadır. Siyanürleme sırasında, gümüş elde edildikten sonra arta kalan, siyanür ve ağır metal içeren çamur atık barajında depolanmaktadır. İşletmede siyanür oranının düşürülmesi için arıtma kullanılmamakta ve siyanür doğal bozunma yoluyla yokedilmeye bırakılmaktadır.
Depolanan siyanür bileşikleri ekolojik ortamı olumsuz yönde etkileme potansiyeline sahiptir ve depolanma alanındaki siyanür atığının sızma ve yeraltı suyuna karışma riski bulunmaktadır Sızıntıyı önlemek amacıyla kullanılan geçirimsiz sentetik örtülerin sızıntıyı tamamen önleyeceği ileri sürülse de, yapılan labaratuvar deneylerinde sabit basınç altında belli oranlarda sızdırma olabileceği ve olası uygulama hataları nedeniyle de sızma oranının artabileceği belirtilmektedir.
Nitekim atık barajının yakınındaki Dulkadir Köyü`nde yeraltısuyunda arsenik zenginleşmesi sonucunda kanserden ölenlerin sayısı hızla artmış ve köy boşılmıştır.
Bugün sızmanın yarattığı tehlikenin kat be kat ötesinde çok riskli bir durum söz konusudur. Dünyada yaşanmış ölümcül çevre felaketleri göstermektedir ki atık barajının yıkılması halinde ortaya çıkabilecek tehlike ciddi boyutlarda olabilecektir.
Diğer taraftan, atık barajı kapasitesinin daha başlangıçta, işletmeden çıkacak atıkların depolanmasının yanında, yağışlardan kaynaklanacak su miktarı da dikkate alınacak şekilde tasarlanıp tasarlanmadığı konusu da cevaplanması gereken önemli bir sorudur. Öte yandan işletmenin kapasitesinin yaklaşık iki kat arttırılarak ortalama 650 ton/saat`e göre çalıştığı şirketin web sayfasında ifade edilmektedir. Bu durum, daha fazla siyanür kullanıldığı ve daha fazla siyanürlü atığın, atık barajlarında depolandığı anlamını taşımaktadır. Büyük bir olasılıkla fazla miktarda atığın barajlarda depolanması nedeniyle atık barajının iki numaralı havuzuyla üç numaralı havuzu arasındaki setin bir kısmının yıkılmış olması söz konusudur. Nitekim Şirketin web sayfasında da arttırılan üretim kapasitesini karşılayacak ilave atık barajı inşaatına başlanacağı bilgisi yer almış olmasına rağmen ilave havuzun inşaası tamamlanmamıştır. Eti Gümüş AŞ tarafından atık barajında mevcut dört adet atık havuzunun yeterli olmadığı ve yeni havuzu inşa etme yoluna gidildiği görülmektedir.
Gelinen durumda havuzdaki su seviyesinin yükselmesi, hem son sete gelen atık yükünün artmasına, hem de son seti oluşturan malzeme içindeki su seviyesinin de yükselmesine neden olmaktadır. Her iki durum da şevin stabilitesini (duraylılığını) bozabilecek ve setin/setlerin yıkılmasına etken olabilecek faktörlerdir.
Bu setlerin projelendirilmesi sırasında setlerin stabilite analizlerinde su yüksekliklerinin dikkate alınmış olması ve havuzlardaki maksimum su seviyesinin ne kadar olması gerektiği belirlenmiş olmalıdır. Yıkılma öncesindeki su seviyesinin ne kadar olduğu/yükseldiği de araştırılması gereken bir husustur.
Setlerin projelendirilmesi sırasında sette kullanılan ve geçirimsizliği sağlayan kil çekirdeğin kalınlığının ve set yüksekliklerinin ne kadar belirlendiği ve uygulamadaki kil çekirdeğin kalınlığının ve set yüksekliklerinin ne kadar olduğu araştırılmalıdır?
Setin/setlerin yıkılmasında sadece su seviyesinin yükselmesinin etkin olmasının yanı sıra, bu setlerin inşası sırasında kilden başka, geçirgenlikleri farklı olan malzemelerin kullanılıp kullanılmadığı da önem taşımaktadır. Bu durumda set içerisinden olabilecek muhtemel sızmalar nedeniyle setler zayıflayacak ve yıkılma söz konusu olabilecektir. Setlerdeki bu yıkılmanın nedenleri bu yönleriyle de ortaya konulmalı, bu konulara cevap aranmalıdır.
Bir felaketin yaşanmaması için, geçici ama acil olarak son sete gelen su yükünün azaltılması gerekmektedir. Bu nedenle bu kesimdeki atıkların başka bir tarafa başka bir çevre felaketine yol açmayacak şekilde taşınması ve havuzun kısmen de olsa boşaltılması gerekmektedir.
Son setin güçlendirilme çalışmalarına hız verilmelidir. Halen inşası devam eden beşinci havuzun gerekli setlerin oluşturulup ve geçirgenliği önlemek için havuz tabanı ve kenarlarına jeomembran ve kil dolgu yapılarak devreye alınması ve birinci havuzdaki suyun bir kısmının buraya aktarılması imkanları araştırılmalıdır.
Setin yıkılma olasılığına karşı atığın yayılma yönlerine tabana jeomembran serilerek yeni set/setler oluşturulmalıdır.
Tüm bu geçici önlemlerin alınmasını ve sadece işletme çevresindeki yaşamı, suyu, toprağı ve havayı tehdit etmekle kalmayıp, Porsuk çayını, Sakarya nehrini ve Karadenizi de etkileyecek boyutta bir çevre felaketinin yaşanmamasını umuyoruz.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak, öteden beri siyanür liç işlemi yapılan maden işletmeciliğinin yaratacağı olumsuzlukları ortaya koyduk, uyarı görevimizi yerine getirdik. Ülkemizin dört bir yanını kuşatan siyanürlü altın işletmelerinde de aynı tehlikelerin her an söz konusu olabileceğini bir kez daha hatırlatıyor ve uyarıyoruz. Yaşanan son olay da göstermektedir ki sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkımız ciddi risk altındadır. Siyanürleme yöntemi uygulanan maden işletmelerinin faaliyetleri derhal durdurulmalıdır.
TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
10.11.2011
jmo.org.tr (http://www.jmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=4756&tipi=1&sube=0)
Sadece altın işlerken siyanürün çevreye zarar vermesine engel olmak diye bir şey var. Bilmem kaç kere yazmışımdır bunu da. Hatta sadece altın ya da siyanür değil, bütün madenlerin çevreye zararının sözkonusu olduğunu ya ciddi bir tavrı alınıp bütün madenlerin çevre sorunu yaratmasına karşı çıkılması gerektiğini, sadece altına itiraz ediliyorsa bunun ciddiye alamayacağım bir şey olduğunu söyledim. Kaza olan maden konusuna da defalarca işaret etmiştim.
Gündemde olan ilgi çekiyor. diğerlerine itiraz etmiyorsanız, altına, gümüşe de itiraz etmeyin demek mantıklı mı? "siyanürün çevreye zarar vermesine engel olmak diye bir şey var" bunun yolu budur, dediğin yazıların linkini vermeni rica etmiştim. Anlaşılan sadece bu kadar söylemişsin. Doğal olarak savunucu durumunda görünüyorsun.
Özetle bana karşı kullanılan bu cümlelere karşı, "agresif tavırlarınızdan vazgeçin" demeni beklerdim.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla diye bir atasözümüz var :)
Siyanürün çevreye zarar vermesine engel olmanın bir yolu var dediğim bir cümlemi bulabileceğimizi sanmıyorum.
Bunun gibi klor ve sülfür gazının da çevreye zararını engellemenin bir yolu yok.
Siyanürün çevreye yayılmasına engel olmanın yolu var. O da zaten bilinip uygulanan yollar.
Önemli olan bütün madenlerin işlenmesinde çevreye zararıyla, karlılık arasında tercih yapanlara karşı çıkılması. İşte çöken havuzda karlılık seçilmiş.
"diğerlerine itiraz etmiyorsanız, altına, gümüşe de itiraz etmeyin demek mantıklı mı? "
Bu cümle bir kaç bakımdan benim için hatalı. Altına ve gümüşe de mi itiraz ediyorsunuz diye sordum. Altının bu ekrana bakmak dahil anlamına da işaret etim. İtiraz edilecek şey, altın ya da gümüş çıkarılması ne şekilde çıkarılması değil. Bu sırada çevreye olası zararlarına karşı çıkılmalı. Bu yüzden kömüre petrole karşı mısınız sorusunu sordum. Diyelim cümle içeriği benim dediğim gibi değil maden çıkarımının çevreye zararına işaret ediyor. Bu durumda bir madenin zararına karşı çıkıp diğerine karşı çıkmamak bana mantıklı gelmiyor. Çünkü bu sefer hangi madene karşı çıkılmış diyorum. Tungsten değil bakır değil( bakırı saymasak iyi olabilir içinde altın içeriyor, siyanür kullanılıyor)
Benim mantığımla geriye altının stratejik önemi kalıyor.
Bu durumda şöyle soruyorum altın çıkarılamasına mı karşısınız. Neden başka madenlere değil de altına? Kimsenin bunun karşılığı siyanürle çıkarılmış altın olarak bankada duruyor deyip, maaşını çekmekten vazgeçeceğini sanmıyorum.
Yok maaşımı isterim ama bunu karşılığı olan madeni istemiyorum, gibi bir mantık çıkıyor gibi karşıma anlaması kolay olmuyor bunu.
Ülke zaten çevre koruma bakından sonunculuğa yarışıyor. Bu ne bu hükümetin ne bundan öncekini ne başka bir hükümetin de değil, topluca ülkenin ihmalkarlığı bir durum.
“Madenler sorunsuz işlerken bile havuzlarda buharlaşan bu Hidrojen Siyanür zaten hayatları tehdit ediyordu. Ama gözden uzak olan gönülden de ırak oluyor. Bölgede yaşananları, zehirlenen kanser olan hayatları, mutasyonlu hayvanları, ölen yok olan toprakları ancak o bölgede yaşayanlar biliyor. Biz ise, kaza gibi medyatik olaylarda gündemimize alıyoruz bu kıyımları.”
Konunun bir de böyle bir boyutu var.
“Depolanan siyanür bileşikleri ekolojik ortamı olumsuz yönde etkileme potansiyeline sahiptir ve depolanma alanındaki siyanür atığının sızma ve yeraltı suyuna karışma riski bulunmaktadır Sızıntıyı önlemek amacıyla kullanılan geçirimsiz sentetik örtülerin sızıntıyı tamamen önleyeceği ileri sürülse de, yapılan labaratuvar deneylerinde sabit basınç altında belli oranlarda sızdırma olabileceği ve olası uygulama hataları nedeniyle de sızma oranının artabileceği belirtilmektedir.
Nitekim atık barajının yakınındaki Dulkadir Köyü`nde yeraltısuyunda arsenik zenginleşmesi sonucunda kanserden ölenlerin sayısı hızla artmış ve köy boşılmıştır.”
Ve yine böyle bir boyutu var konunun.
“Siyanürleme yöntemi uygulanan maden işletmelerinin faaliyetleri derhal durdurulmalıdır.”
Bence tek seçenek bu. Yukarıdaki ve benzer başka örnekler de verilebilecek gerçeklerin farkında olup, siyanürün çevreye yayılmasına engel olunabileceğini düşünen arkadaşlar; bunu bize (daha doğrusu söz konusu bölgelerde yaşayanlara) kim garanti edecek? Yaşanabilecek olası olumsuz durumlarda oluşabilecek çok daha vahim gelişmeler kabul edilebilir ölçüde mi? Gerçi yeni kentler yoldaymış haberlere göre. Sanırsam ülke olarak hep beraber büyük kentlerde yaşayacağız (daha doğrusu imkanı olanlar) bu gidişle. Tabii yaşayacak mıyız orası da tartışılır o vakit.
Ülke gerçekten de çevre koruma konusunda iyi yerlerde olmayabilir. Belki şu bilinen hikayedeki gibi deniz yıldızlarının hepsini de kurtaramayabiliriz. Fakat denize attıklarımız için çok şey değişir. Bence hep beraber onları denize atmalım.
Birbaşka Platformda yayınlanan bilgiyi geçiyorum.
Aşağıdaki raporu yazan Prof.Dr.Necla Özdemir bu rapordan kısa bir süre sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetti!!!!
Rastlantı olma olasılığı olabilir mi?
Rastlantı denilen şey yasasız,kuralsız,tarihin akışına hoyratça müdahale değildir.
Rastlantı, zorunluluğun bilinçli ifadesidir.
Tarih kendiliğinden oluşmaz, insanlar ve toplumların iradesi ile ortaya çıkar.
Necla hoca raporu yazdıktan sonra ölmesinin (!) adı belli değil mi?
Kolay gelsin
Murat Narin
BİR BELGE
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ’NİN KÜTAHYA DULKADİR KÖYÜ’NE İLİŞKİN
RAPORU
T.C.
OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ DEKANLIĞI
Sayı: B. 30. 2. OGÜ 0. 01. 00. 00/Pers. 242- 4419
Konu:
12 Eylül 1995
Fakültemiz Göğüs Hastalıkları Anabilimdalı Başkanlığı’nca hazırlanmış olan Kütahya ili, Dulkadir Köyü’nde yapılan araştırma raporunun bir sureti ilişikte gönderilmiştir.
Bilgilerinizi rica ederim.
DEKAN ADINA Prof. Dr. Zafer GÜLBAŞ
Dekan Yardımcısı
Ek: 5 sayfa rapor
T.C.
Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
Meşelik- Eskişehir
Telefon: (222) 239 3750/192, 191, 195,
(Başkan: 219) Telefaks: 2394714
Sayı :
Konu: İl Sağlık Müdürlüğü 5210/4167 sayı. 23.06.1993 tarihli yazı için Dulkadir KÖYÜ sağlık taraması sonuçları.
KÜTAHYA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ’NE
KÜTAHYA
15.09.1993
İliniz Tavşanlı İlçesi’ne bağlı Dulkadir Köyü Muhtarlığının 5 Şubat 1992 tarihinde üniversitemiz Rektörlüğüne yaptığı “Köylerinde kansere bağlı ölümlerin yüksek olduğu; bunların da daha çok akciğer kanseri nedeniyle ortaya çıktığını” belirten ve köylerinde araştırma yapılmasını talep eden yazılı müracaatı sonucu, fakültemiz dekanlığınca anabilim dalımız konunun incelenmesi için görevlendirilmişti.
İlgi ilk görüşmeler ve bölgenin etüd edilmesini takiben 13 Mayıs 1992’de aktif olarak başlatılan inceleme ve araştırma çalışmamızın sonucu aşağıdaki maddeler halinde belirtilmiştir.
1. Köyde yaz aylarında ortalama 200, kış aylarında 100-130 arası kişinin ikamet ettiği ve sosyo-ekonomik seviyesinin nisbeten düşük olduğu gözlenmiştir. Köy içme-kullanma suyu doğal kaynak olup, kaynak merkezine yaklaşık 10 km’lik bir yolculukla erişilmiştir.
Köy’de yaygın olarak çevreden temin edilen bir toprak, sıva ve badana işleri için kullanılmaktadır.
Köy’e yaklaşık 100 metre mesafede gümüş işleme tesisleri olup, biraz daha uzakta bu tesisin açık siyanür havuzları vardır.
Tavşanlı ilçesi Kaymakamlığı’ndan alınan yazılı bilgiye göre, köy nüfusu 1980 yılında 190, 1985 yılında 209 ve 1990 yılında 189 kişidir. Son on yılda, köy nüfusuna kayıtlı ve muhtarlık tarafından köyde yaşadığı belirtilen 56 kişinin öldüğü tespit edilmiştir.
İİ. Ülkemizde ölüm kayıtlarında ölüm neden bilgileri yeterli olmadığı için, ölenlerin yakınların sözlü beyanları; ellerinde mevcut hastane belgeleri veya temin edilen hastane belgelerinin incelenmesi sonucu belirlenen ölüm nedeni hastalıkların dökümü şöyledir:
1. 22 kişi çeşitli kanser türleri,
2. 12 kişi kanser, dışı diğer hastalıklar
3. 22 kişide ise ölüm sebebi belirlenememiştir.
Yukarıda kanser nedenli ölümler olarak belirlenen 22 kişiden 18’i erkek, 4’ü kadın olup; nedenler ayrıntılı olarak aşağıda belirtilmiştir:
10 kişi akciğer kanseri,
4 kişi cilt kanseri,
1 kişi yemek borusu kanseri,
2 kişi mesane kanseri,
1 kişi beyin tümörü,
1 kişi prostat kanseri,
1 kişi troid kanseri,
2 kişide kanserin yerleşimi öğrenilememiştir
Kanser dışı nedenlere bağlı 12 ölüm için, 1’inde kafa içi kanama, 2’sinde kronik akciğer hastalığı, 5’inde kalp enfarktüsü ve yetmezlik, 4’ünde pnomonj neden olarak belirlenmiştir.
Akciğer kanseri olduğu öğrenilen l0’kişinin tamamı erk k olup, bunlardan 5’inin hastalığı hastane belgelerinden tespit edilmiş, bir olgu ise tarafımızdan tanı konulmuş ve tedaviye alınmıştır Bu hasta tedavisini yarım bırakmış, daha sonra da hastalığın ilerlemesi sonucu ölmüştür, 10 akciğer kanserli hastanın 9tunun kronik sigara içici Olduğu öğrenilmiştir. Yine bu şahıs1arda bir kısmının bölgedeki maden arama faaliyetleri sırasında galerilerde değişik süreler çalıştığı öğrenilmiş, fakat ayrıntılı bilgi temin edilmesi mümkün olmamıştır.
111. Köy için söz konusu olabilecek kanserojen içerikli çevre maddeleri değerlendirilmiş; içme ve kullanma suyu ile evlerinin sıva-badan işlerinde kullanılan toprağın analiz edilmesine karar verilmiştir.
Maden Tetkik Arama Enstitüsü’nce yapılan ayrıntılı su ve toprak analizleri sonucu; içme ve kullanma suyunda 0.67 mg/l inorganik arsenik tespit edilmiştir. Söz konusu miktardaki arsenik Dünya Sağlık Örgütü (WHO ve diğer kanserojen-toksik maddeler araştırma ajansları tarafından belirlenen güvenli eşikten yüksek; yine bu kurumların belirlediğine göre “kronik arsenik toksikasyonu” yapabilecek düzeydedir. Kronik arsenik toksikasyonun daha çok cilt kanseri, ciltte hipo/hiperpigmentasyon ve keratoz, gastrointestinal sistem distress bulguları, yüksek düşük oranı, koroner arter hastalıkları yaptığı ya da oluşumunu kolaylaştırdığı bugün bütün ilgili kurum ve bilimsel merkezlerce kabul edilmektedir. Konu bu merkezlerce yapılan yazışmalarla da teyid ettirilmiştir. Bunun dışında bir takım bulgu ve hastalıklara da sebep olabileceği çeşitli bilimsel periyodiklerde rapor edilmiştir. Arsenik buharının yüksek yoğunlukta uzun süre solunduğu maden işletmelerinde, arsenik’in akciğer kanseri etkeni olarak rol oynadığı kesin bir bilgidir. Dulkadir Köyü halkı için, kantitatif ölçüm yapılmamış olmakla birlikte; gözlemlerimize göre bu yoğunlukta arsenik buhar soluması köy içi hayatta söz konusu değildir.
Evlerin sıva-badana işlerinde kullanılan toprak örneklerinde ise kristalin kuarts saptanmıştır. Söz konusu bu mineral uzun süre solunduğu takdirde, kişi sigara da işiyorsa akciğer kanseri oluşma riskinin arttığı bilinmektedir.
Mevcut bu iki madde dışında (kişisel istekte kullanılan sigara hariç) başkaca bir kanserojen madde tespit edilmemiştir.
IV. Ocak’1993 tarihinde 4 gün ardışık köye gidilerek, mevcut köy sakinleri genel muayeneye tabi tutulmuş, ileri tetkik görülenler fakültemize davet edilmiştir. Bu değerlendirmeler sonucu elde edilen bilgiler aşağıdadır.
Toplam 130 kişi muayene ve tetkike tabi tutuldu. 71 kişinin akciğer mikrofilmleri değerlendirildi. Gerek görülen 21 kişi fakültemize davet edildi (ili icabet etti).
1. 26 kişide cilt bozukluğu, ciltte hiperkeratoz hipohıpergmentasyon
2. 67 kişide ya tam ya da tama ‘akın diş kabı-diş çürüğü,
3. 23 kişide gastrointestj distress bulguları,
4. 12 kişide hipertansjyopj arterjoskletorik kalp hastalığı,
5. 13 kişide normalden büyük troid bezi,
6. 8 kişide KOAH,
7. 9 kişide periferik damar hastalığı,
8. 3 kişide kalp kapak hastalığı,
9. 5 kadında adet bozukluğu,
10. 1 kişide akciğer kanseri,
11. 1 kişide cilt kanseri kaygısı (doku tetkiki için davet edildi, gelmedi),
12. 1 kişide romatoid artrit,
13. 8 kişide üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu,
14. 2 kişide idrar yolu enfeksiyonu.
Bu kişilerden uygun olanlara ayaktan tedavi (ilaç ya da reçete ile) verildi. Bir kısmının fakültem ize yatarak tedavisi için destek olundu. Diğerlerine ise gerekli tavsiye ve yol göstericilikte bulunuldu
Yapılan çevre analizlere, ‘aka bilgi derlemese, muayene ve tetkiklerin toplu-genel değerlendirme sonucu oluşan kanaat şöyledir:
1. Köyün (şimdi değiştirildiği belirtilen) içme-kullanma suyu içerdiği inorganik arsenik miktarı nedeniyle kullanıma uygun değildir. Nitekim taranan olgularda ilgili kronik toksikasyonu bulguları gözlenmiştir.
2. Akciğer kanseri olarak bilgi alınan ya da tespit yapılan olgular incelendiğinde, burada etken olarak kristalin kuarts Solunması ve sigaranın ortak etkisi ön planda düşünülmüştür.
3. Yüksek oranda saptanan diş kaybı ve troid bez büyüklüğü nedeniyle yeni içme suyunun ilgili mineraller yönünden incelenmesi, ayrıca yapılan taramada saptanan özellikle çocukluk yaş grubundaki üst ve alt solunum yolu enfeksiyon olgularının sıklığı nedeniyle köy’e kurumunuzca da bu yönde tarama ve gerekirse tedavi hizmeti gönderilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.
Bu bölgede suya arsenik karışımının nedeninin belirlenmesi için MTA’dan destek istenmiş ancak gerekli ilgi gösterilmemiştir.
Anabilim dalımızın elde ettiği bulgu ve değerlendirmeleri bilginize saygıyla sunarım. İhtiyaç olduğu takdirde anabilim dalımız ilgili konularda yardımcı olmaya hazırdır.
Prof. Dr. Necla ÖZDEMİR
Anabilim Dalı Başkanı
Not: Ek olarak MTA su ve mineral analiz raporu.
--
Sevgiyle kalın
Kütahya’dan Sonra Sırada Neresi Var?
“TEMA Vakfı, Kütahya Tavşanlı Gümüşköy’deki maden işletmesinde atık havuzunun çökmesinin altındaki nedenlerin 2005 yılından bu yana Maden Yasası ve ilgili yönetmeliklerde yapılan değişikliklerde aranması gerektiğine dikkat çekti. Bu değişikliklerin doğa korumanın aleyhinde ve sadece fayda sağlamaya odaklı olduğunu ifade eden TEMA Vakfı, 2005 yılı itibariyle maden arama talepleri ve işletme ruhsatı verilmesinde adeta patlama yaşandığını, 2004’te 3.984 olan başvuru sayısının sadece bir yılda 15.149’a fırlayarak, sürecin artış yönünde devam ettiğini belirtti.”
Bütün dünya ile birlikte ülkemizin son yıllardaki en büyük sorunlarından biri düşük tenörlü metalik cevherlere yönelik büyük ölçekli madencilik faaliyetleridir. Ülke topraklarımızda maden ruhsatı verilmemiş yer, hemen hemen yok gibidir. Oysa, Dünyada ham maden ihraç ederek zengin olmuş bir ülke yoktur. Dışsatım için ham maden kaynağı, cevher ya da işlenmemiş metal işletilmesi özendirilmemelidir. Şu anda ülkemizde yapılan madencilik faaliyetlerinin büyük çoğunluğu milli servetimizi transfer etmekten başka birşey değildir.
2005 yılı itibariyle Maden Yasası ve ilgili yönetmelikte yapılan çeşitli değişiklikler maden arama ve işletmedeki hassas dengenin gözetilmesini imkansız kılmaktadır. Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; bu yasal düzenlemelerin başladığı dönem olan 2005 itibariyle maden arama talepleri ve işletme ruhsatı verilişinde adeta patlama yaşanmıştır. 2004 yılında 3.984 olan müracaat sayısı 2005’te 15.149, 2006’da 18.208, 2007’de 17.669, 2008’de 17.297 ve 2009’da 10.377’dir.
Ne maden ne de başka bir sektör faaliyetini sürdürürken çevre faktörünü gözardı etme hakkına sahip değildir. Maden Yasası ve ilgili yönetmelikler yeniden düzenlenmelidir. Çevrenin ve insanın yaşam hakkını elinden alacak nitelikte madencilik faaliyetlerine izin veren maddeler kaldırılmalıdır. Bu şekilde verilmiş arama ve işletme izinlerinin iptali için gereken yasal düzenlemeler yapılmalıdır. İzin verilen madencilik faaliyetleri sıkı şekilde denetlenmeli, yanlış uygulamalar için ağır cezalar konulmalıdır. Açık havada asit, baz veya siyanürlü çözeltilerle yapılan metal kazanım işlemlerine ruhsat verilmemelidir, verilenler de iptal edilmelidir.
TEMA Vakfı, Kütahya Tavşanlı Gümüşköy’deki gümüş maden işletmesinin atık havuzunda meydana gelen kazayı, ülkemizin pek çok yerindeki benzer işletmelerde yaşanabilecek olası felaketlerin habercisi olarak değerlendirmektedir. 30 yıl önce faaliyete geçen ve 2004 yılında özelleştirilen işletmenin siyanür ve ağır metaller içeren katı ve sıvı atık depoları, atık havuzu çökmeden de insana, doğaya zarar verecek niteliktedir.
Madencilik faaliyetini kimya-metalurji sanayisinden ayırt etmeyen çalışma tarzı, çok sayıda kazaya gebedir. Kaza diye nitelenen tehditkar ve ölümcül olaylar aslında ısmarlanmış birer felakettir. Çıkarılan cevherin kimyasal olarak açık havada işlenmesi ve zehirli işlem atıklarının yine açık havada depolanıyor olması başlıbaşına bir sağlık ve çevre tehditidir. İşletmede kullanılan siyanürün tetiklediği arsenik yayılımına ve hafriyatlar sonucu yüzeye çıkan asbestin solunmasına bağlı olarak Dulkadir köyünde kanser vakaları olağanüstü düzeyde artmıştır. Özetle, Kütahya Gümüşköy’deki “çözelti madenciliği” adı altında ucuza getirilmiş sınai faaliyetlerin bedelini çevre ve insan ödemektedir.
Kütahya Tavşanlı Gümüşköy’de yaşanmakta olan çevresel tahribat, yeraltı ve yerüstü doğal varlık ve kaynaklarımızdan doğru, güvenli ve sürdürülebilir yaşamı hedefleyen anlayışla yararlanmamız gerektiğinin altını çizmektedir. TEMA Vakfı, Maden Yasası ve ilgili yönetmeliğin sadece insanı değil, insanı parçası olduğu ekosistemle birlikte koruyacak, yönetecek anlayışla yeniden düzenlenmesi çağrısında bulunmaktadır.
Saygılarımızla;
TEMA Vakfı
Toprağına Sahip Çık !
Bu olayın ntv de yayınlanışı paylaşmak (http://www.facebook.com/video/video.php?v=10150175554309580)
"fakat ayrıntılı bilgi temin edilmesi mümkün olmamıştır."
İnsan sosyoloji okuyunca ayrıntılar hep dikkatini çekiyor.
"burada etken olarak kristalin kuarts Solunması ve sigaranın ortak etkisi ön planda düşünülmüştür."
Bu türden cümleler.
Araştırma arseniğe işaret ederken element ne zaman siyanürün yerine geçti diye düşündürüyor.
"Bu bölgede suya arsenik karışımının nedeninin belirlenmesi için MTA’dan destek istenmiş ancak gerekli ilgi gösterilmemiştir."
Arseniğin de nerden kaynaklandığı bilinmiyor.
Ben şöyle düşünüyorum bunları okuyunca, siyanürle ilgili veri yok, bununla da idare edebiliriz. Peki bu mantıklı mı olur. Farketmez.
Peki, siyanürlü altına hayır diyen gruplardan bir tepki alabildik mi bugüne kadar, hayır. Demek sorun siyanürün çevre üzerindeki tehlikeli etkisi değil.
Burada bir doğru şey var;
"TEMA Vakfı, Kütahya Tavşanlı Gümüşköy’deki gümüş maden işletmesinin atık havuzunda meydana gelen kazayı, ülkemizin pek çok yerindeki benzer işletmelerde yaşanabilecek olası felaketlerin habercisi olarak değerlendirmektedir. 30 yıl önce faaliyete geçen ve 2004 yılında özelleştirilen işletmenin siyanür ve ağır metaller içeren katı ve sıvı atık depoları, atık havuzu çökmeden de insana, doğaya zarar verecek niteliktedir."
Zaten o da çevreye duyarlılığa siyaseten bakmayan Tema'ya ait.
Sorun sanayinin kar marjını arttırmak için çevreyi hiçe saymasının ancak böyle olaylar olunca ve unutulana kadar itiraz ediliyor olmasıdır.
Elbistandaki bedenler daha toprak altındalar ama onları çoktan unuttuk. O da bir çevre felaketi ama kimin umrunda.
memet;
“İnsan sosyoloji okuyunca ayrıntılar hep dikkatini çekiyor.” dedikten sonra daha önceki “Ulusalcılık denen şey milliyetçiliktir” söylemin benim açımdan oldukça ilginç bir hal aldı.
Kısaca belirtmeden geçemeyeceğim. Ulus kavramı belirli bir bölgede yaşayan farklı grupların bir araya getirdiği toplum demektir. Mustafa Kemal'in ulusalcılığı ya da Kemalizm ideolojisine göre ulusalcılık insanların hangi kökenden geldikleriyle uğraşmaz. Misak-ı Milli sınırları içindeki farklı etnik ve dinsel kökenden gelenlerin hepsini ortak bir gelecek için bir araya getirir.
Çok konu dışı oluyor ama bu durum. Siyanür başlığında arsenik konuşmak gibi;
Sosyoloji okumuş biri olarak ulus kavramınızın doğru olmadığını söyleyebilirim.
Bildiğiniz üzere ülkemizin resmi söyleminde herkesin etnik kökeni ve nereden geldiği ile uğraşılıyor.
Mİsak-ı milli sınırlarında yaşayanların da etnik ve dini kökenleryile fena halde uğraşılıyor.
Benim Kemalizm olarak gördüğüm 12 eylül sonrası yeniden yazılmış ideoloji de durumu şöyle açıklıyor tek devlet tek millet tek vs tek vs..
Yani kökenin falan yok hemşerim, Türksün biçiminde özetleniyor olay. Milliyetçiliğin en büyük sıkıntısı da bu konudaki açmazı zaten.
Başka bir ayrıntıya da girelim nasılsa konu dışına çıkılacağı kadar çıktık.
Rejimimiz layik de değil mesela. Mezhebi e var. Sünni/hanefi mezhebinden. Yani rejim insanların inancıyla uğraşıyor kimini kolluyor kimini yok sayıyor.
Söz gelimi Yezidiler etnik ve dini olarak ayrı bir halktır ama resmen yok sayılıyorlar.
Konu dışına en son nokta koyayım. Kimse milliyetçi/ulusalcı olmak zorunda değildir. Belirli bir ideolojiyi de savunmak zorunda değildir. Hatta Kemalist de olmak zorunda değildir.
Politika kahvesine uygun bir yazışmaya döndük.
Çok konu dışı oluyor ama bu durum.
Gülecek halim yoktu :)
Sadece fikirlerine genelde katılmadığımı belirtmekle yetineyim o zaman. Daha geniş bir zamanda ilgili kahveye bakmaya çalışırım...
Sudaki arsenik miktarındaki artış siyanürden dolayı olamaz mı? İzmirde de benzer bir durum yok mu?
Bu rapor 1993'te hazırlanmışsa ve hala arseniğin yüksek olmasının nedenini saptamak için bir çaba gösterilmemişse (belki başka araştırma yapılmıştır) bu durumu neye yormak gerekir?
Şu tepkisiz kalan gruplar kimlerdir bilmiyorum. Siyanürün çevreye olan etksi önemli. Bu gruplar bu gerçeği değiştirmez.
"fakat ayrıntılı bilgi temin edilmesi mümkün olmamıştır."
"burada etken olarak kristalin kuarts Solunması ve sigaranın ortak etkisi ön planda düşünülmüştür."
Bu türden cümleler.
Araştırma arseniğe işaret ederken element ne zaman siyanürün yerine geçti diye düşündürüyor.
Köy’de yaygın olarak çevreden temin edilen bir toprak, sıva ve badana işleri için kullanılmaktadır.
Köy’e yaklaşık 100 metre mesafede gümüş işleme tesisleri olup, biraz daha uzakta bu tesisin açık siyanür havuzları vardır.
(...)
Evlerin sıva-badana işlerinde kullanılan toprak örneklerinde ise kristalin kuarts saptanmıştır. Söz konusu bu mineral uzun süre solunduğu takdirde, kişi sigara da işiyorsa akciğer kanseri oluşma riskinin arttığı bilinmektedir.
Sigara tetikliyormuş sanırım... Arsenikten ayrı bu. Ben öyle anlıyorum.
Bende gülünecek hale düşmenizi istemem. milliyetçliğin her konuda yıldızlı ilmuhaber gibi sunulması bence konu dışı oluyor.
Hayır siyanür arseniğe falan dönüşmez. Siyanür olduğu için arsenik artar diyorsanız bilime yeni bir katkınız olur.
Başka yerlerde, dip sularında sağlığa zarar verecek kadar ciddi oranda arsenik bulunduğuna dair başka eski araştırmalar okuduğumu hatırlıyorum. Bu tehlikeli arsenik oranı siyanürle ilgili değil. Orada ayrıca bir de Arsenik sorunu olduğunu gösterir.
Ülkemizde insan sağlığının hiçe sayıldığına ilk kez bu olayla tanık olmuyorsunuzdur umarım.
Sağlık konusunda dünyanın en kötü ülkeleri listesinde liste başına oynuyor ülkemiz, belki farkındasınızdır bunun. Çevreye önem vermeme listesinde de liste başını zorluyoruz.
İnsan sağlığının hiçe sayıldığı bir ülkedeyiz.
Fikirlerime katılmanızı beklemiyorum. Sadece sizin fikirlerinizin herksece benimsenmesi gerekmediğini söylüyorum.
Siyanürlü altına hayıır diye gösteri yapan hiç bir grup şu ana kadar baraj çökmesine bir tepki göstermiş değil. En azından ben daha duymadım. Aslında ovacık dışında başka madenlerde siyanür kullanılıyor olmasına da çok ilgi göstermemişti gruplar.
Bildiğim kadarıyla çöken barajın olduğu maden dışında başka madenlerde de siyanür hangi şartlarda kullanıldığı belli olmadan kullanılıyor.
Elbistandaki çökmede ölümlere neden olan ve toprak altındaki bedenlere bugünde ulaşılmamış olan bir çevre felaketi ama, çok ilgi çekici olamadı.
Önemli olan "siyanürün çevreye etkisi" değildir. Önemli olan siyanürün kullanımı sırasında çevreye sızıntı olmasıdır. Bu sızıntı sonucu olacak ölümlerdir önemli olan. Kavramlar sanki aynıymış gibi görünebilir. Kullanımı bizi farkına varmadığımız hatalara götürür.
Altını işlemenin tek yolu olan bu elementin, işlenmiş altınla katma değer yaratması da bir çevre etkisi yaratır sonuçta.
Ya da siyanür kullanımı ( olacak şey değil ama)ülkede madenlerin işlenmesinde çevrenin korunmasına sıkı kurallar getrilmesine neden olacak büyük bir tepkiye yol açar bu da çevreye etki olur.
Söz gelimi bir grup kentin ortasında siyanür kullanımı konusunda bir mücadele başlatır bu da çevreye etki yaratır....Belki çıraklar ellerinde siyanür tabletleri ortalıkta dolaşmazlar sonuçta. Ya da kalfalar önce siyanürlü altın suyunu sonra çaylarını karıştırmazlar aynı elle. Hepsi çevreye etki durumu.
Kavacıkta bir altın madeni var. Bazı gruplar Kavacıkta siyanürlü altına hayır diye gösteri yapıyorlardı. İyi de orası maden. Yani siyanür kullanılmıyor. Atın başka yerde işleniyor. Nerede işlendiğini de öğrenmiştim şimdi aklımda kalmamış. Sanırım Ovacık değildi. Orada sorun siyanür değil. Maden açılması sırasında ormana verilen zarar. "Neye itiraz ettiklerini sanırım bilmiyorlar" demiştim ben katıldığım toplantıda.
Güzel yurdumda kavramlara vermeyi unuttuğumuz için herhangi bir tatışmayı sürdürmenin kolay yolları olmuyor.
Ben araştımadan şunu anladım. Hoca "nereyi tutsam elimde kalıyor. Her yerden bir felaket akıyor burada demiş" araştırmada. Suda arsenik, badanada kuarts yakın da ne kadar sağlıklı işlem yapıdığı belirsiz bir siyanür havuzu. Bir de sitemin konuya duyarsızlığı.
Her insanın gülünecek hali olur...
Yazdığım cümlelerin anlaşılmadığını fark edersem daha açıklayıcı bir şekilde anlatmaya çalışırım...
Sanırım bu bilimsel verileri doktor veya kimyacılar bizden daha iyi değerlendirecektir.
"Hayır siyanür arseniğe falan dönüşmez. Siyanür olduğu için arsenik artar diyorsanız bilime yeni bir katkınız olur."
Daha önceki mesajlarda alıntıladığım bir kaynakta arsen bileşiklerinin hangi ortamda çözünürlüklerinin ciddi oranda arttığını gösteren veriler vardı. Yine arsen bileşiklerinin katı olarak bulunabildiği bir pH aralığında başka arsen bileşiklerinin sıvı olarak bulunabildiği anlatılıyordu. Yine aynı kaynakta arsen-klor bileşiklerinin buharlaşma yoluyla kilometrelerce uzağa taşınabileceğinden de bahsediliyordu.
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=17783140
Siyanürlü atık barajından sızan su arseniğe dönüşür
Yıllardır anlatıyorlar.
Çevre sorunlarına dikkat çekiyorlar.
“Sağlığımızla oynamayın” diye tüm yetkililere adeta yalvarıyorlar.
Etkili ve yetkililer bazen duymuyorlar onları, bazen de dinliyorlarmış gibi yapıyorlar.
Oysa tek dertleri var onların.
Yaşam Hakları’nın, Hakkı’nın hakkı ile karıştırılmaması.
* * *
Ege Üniversitesi (EÜ) Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ümit Erdem, EÜ Fen Fakültesi Kimya Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Emür Henden, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Fethi Doğan donkişot gibi.
Siyanürlü suları, arsenikleri, havadaki kükürt dioksitleri velhasılı çevremizi kirletenleri dikkat çekiyorlar.
Adı gibi Erdem’li, Ümit hocamız, “İbrahim bey, ne olur, şu madencilerin siyanürlü atık su barajlarını yaz, belki seni duyan biri olur” dedi ve iki örnek verdi:
GEMİ KONAĞI’NDA DENİZ KAN AĞLIYOR
Birinci örnek Kıbrıs’tan; “Kıbrıs’a 1880’li yıllarda gelen Amerikalı bir şirket, Gemi Konağı’nda maden işletmesi açıyor ve bakır, altın, demir, sülfürik asit üretimine girişiyor. O bölgede 6 tane atık barajı kuruluyor. Dikkat edin bu barajlarda iddialara göre sızdırma yok. Ama, şimdi yağmur yağınca o bölgedeki deniz kıpkırmızı oluyor. Bu kıpkırmızı suların içinde bakır oksit, demir oksit, siyanür ve bakır sülfat var, çevre felaketi yaratıyor.
KÜTAHYA’NIN DULKADİR KÖYÜ
İkinci örnek Kütahya’dan; Türkiye’de daha önce Kütahya Dulkadir Köyü’ndeki Etibank’ın gümüş madeni işletmesi için defalarca uyarıda bulunduk ve ölüm olaylarını da dikkat çekerek ‘Buradaki işletmeyi durdurun’ dedik. Devlet burada işletmeyi durdurdu ama bir süre sonra orası özelleştirildi. Alanlar da burada hiçbir şekilde düzeltme yapmadan, atık barajlarında önlemler almadan üretmeye devam ettiler.
Atık Barajları sızıntı yapar. Havuz altına mebran da koysak kapasiteyi aşınca çevreyi yıkmaya başlar. Orada da şimdi öyle oldu.
Sağanak yağışlarla birlikte o atık barajlarından sızan siyanürlü bileşikler arseniğe (fare zehirine) dönüşür. O da buluştuğu suyla her yere akar ve facialara çanak tutar. İşin uzmanı olmayanların, bakanların olay hakkında konuşması çok yanlış.
O bölgenin acilen toprak su analizi yapılmalıdır. Siyanür miktarı tespit edilmelidir. Jeofizik ve hidrojeologlar ve Ziraat Fakülleri’nin toprak bilimcileri o bölgeye giderek araştırma yapmalıdır. Orada tehlike var. Tekrar uyarıyoruz”
* * *
EÜ Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Ümit Erdem’in söylediklerinden ders çıkaran olur mu bilemiyorum. Ama izin verirseniz ben birkaç söz söylemek istiyorum.
İzmir’in etrafı maalesef madenciler tarafından kuşatılmaya başlandı.
Bergama’daki durumu altıncıların siyanürlü atık barajını biliyorsunuz. Efem Çukuru’ndaki altın işletmesinin de farkındasınız. Şimdi de bunlara Yamanlar dağı eteklerindeki altın arama çıkarma çalışmaları ekleniyor. İzmir’i kuşatmak için geriye bir tek Buca, Kaynaklar bölgesi kaldı.
Ben de diyorum ki oraya da açın bir maden ocağı, yapın bir siyanürlü atıksu barajı tamam olsun!
Malum Türkiye, İzmir deprem kuşağında şiddetli bir sallantıda nasıl olsa patlar çatlar o barajlar. Patlamasa bile şiddetli yağmurlarda dolup taşarlar.
Taşan siyanürlü suların kaynaklarımızı ve topraklarımızı kirleteceği ve bizi yavaş yavaş öldüreceğini herkes biliyor.
* * *
İnsan soramadan edemiyor.
Acaba bu Gavur İzmir’den Kurtulma Projesi olabilir mi?
Şakası bile insanı ürpertiyor değil mi?
Buradan tüm madencilere ve oradan nemalanan bademcilere sesleniyorum. Siyanürlü maden arama çıkarma sistemini lütfen terkedin. Suları, toprakları, havayı kirletmeyen işletmeler açın. “Siyanürlü su kullanmadan maden çıkarılmaz” mı diyorsunuz? Ben de, “Hadi oradan” diyorum...
http://www.ttb.org.tr/eweb/bergama/5.html
İNSAN SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ
RİSK KAVRAMINA HALK SAĞLIĞI ALANINDA ÇALIŞANLAR NASIL BAKMAKTA
Risk, zarar görme olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir.
Sıfır risk diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır.
Sıfır riskin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir. Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk, etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir.
Öte yandan tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek için 5-15 yıl beklemek gerekir.
Riski yüksek maddelerin sağlık üzerine zararlı etkileri gerek mesleki maruziyetler nedeniyle, gerekse kazalardan sonra yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Günümüzde çevresel risklerin ortaya konulmasında zaman seri analizleri ve ekolojik araştırma yöntemleri de kullanılmaktadır. Hayvan deneyleri de zararlı etkiyi ortaya koymak için kullanılan bir diğer yöntemdir.
Çevreye bağlı risklerin değerlendirilmesinde düşük dozlara bağlı risklerin saptanması da güçlükler gösterir. Ayrıca maruziyetin tanımlanmasında kişisel faktörler de çevresel faktörler kadar önem taşır. Aynı dozda maruziyetin oluşturacağı sonuç yaş ve cinsiyete göre büyük farklar gösterebilir. Çocuklar, yaşlılar, hamileler gibi özel risk grupları tanımlanır.
Bu arada maruziyetin birikici olması, yani kümülatif maruziyet de önem taşır. Çok düşük bir düzeyde kirleticiye çok uzun yıllar boyunca maruz kalmak, bazen daha yüksek dozda ama çok kısa süreli maruziyetlere göre çok daha ciddi bir risk oluşturabilir. Maruziyetin kaynağından insanda toksik etki oluşmasına kadar geçilen ve incelenmesi gereken çok sayıda etap vardır. Bunlar arasında kaynağın kendisi, ortamda taşınması, başka maddelere dönüşümü, çevrede birikimi, vücut tarafından alınabilecek doz miktarı, temas şekli, alınan doz miktarı, biyolojik olarak etkili doz miktarı, hastalığın erken belirtileri ve hastalığın ortaya çıkması sayılabilir.
Çevresel kirleticilerin oluşturduğu sağlık riskleri, bu tanım ve ölçütlerden de anlaşılabildiği gibi, son derece fazla sayıda faktörle ilişkili ve karmaşık bir konudur. Kirletici maddeler için tanımlanan eşik değerler, riskin varlığı ya da yokluğunun ortaya konması için tek başlarına hiç bir anlam taşımazlar.
Eşik değer genellikle herhangi bir işlem sonucu ortaya çıkan, ya da doğada kendiliğinden bulunan kirleticilerin ortamda bulunan ve toplum için (ya da çeşitli insan toplulukları için) zararlı olmayacağı varsayılan miktarını gösterir. Eşik değerler toplum için ya da işyeri ortamı için değişiklikler gösterir. Genellikle zaman içinde maruziyetin yarattığı sağlık sorunlarının daha iyi tanımlanması ve maruziyeti azaltıcı önlemlerin gelişmesiyle de eşik değerler düşürülür. Çeşitli ülkelerde çeşitli kirleticiler için çok farklı eşik değerler verilmesi de bu değerlerin bilimsel olarak saptanmış ve risk oluşturmayan bir düzey olmaktan çok, ekonomik ve benzeri nedenlerle saptanan ve değiştirilen, yani çevre sağlığından çok çevre yönetimi disiplinini ilgilendiren bir düzey olduğunu düşündürür.
Ayrıca günümüzde insan sağlığı ve çevre için ileri derecede risk oluşturan pek çok maddenin, özellikle de kanserojen, mutajen ve teratojen etkilere sahip maddelerin eşik değeri "0" olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Radyasyon bunların içinde en iyi bilinen örnektir.
Kısaca bir kirleticinin eşik değeri, yani ortamda izin verilen en yüksek bulunma miktarı o düzeyin bütünüyle güvenli olduğunu ve hiç bir risk oluşturmadığını değil, sadece bu düzeyin hiç bir şekilde aşılmaması gerektiğini gösterir. Kaldı ki yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi maruz kalınan düzey maruziyetin yaratacağı riskin saptanmasında göz önünde bulundurulacak faktörlerden sadece bir tanesidir. Risk değerlendirilmesinde bu bilimsel ilkelerden hareket edilmesi zorunludur.
SİYANÜR VE DİĞER KİMYASAL ATIKLARIN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ:
Bergama-Ovacık altın madeni cevher içeriğinde altın ve gümüş dışında şu elementler bulunmaktadır: Arsenik, Antimon, Bakır, Cıva, Çinko, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Kükürt. Atık bileşimi de bu maddeler ve bunlara ek olarak demir ve siyanürden oluşmaktadır.Halk sağlığı uzmanları, kamuoyunda çok konuşulan siyanürün yanı sıra ağır metallerin oluşturacağı riskler üzerinde de durmaktadır
1. SİYANÜR: Siyanür, hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı, bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar. Havada daha çok gaz formunda hidrojen siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN formuna dönüşür ve buharlaşır. Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak mikroorganizmaları içim toksiktir ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir. Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir. Solunum yoluyla alınan siyanür kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların depolandığı atık depolanma alanların yakınındaki havanın solunması sayılabilir. Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma yönünden risk altındadırlar.
Solunum yoluyla alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur.
Düşük düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı, kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir. Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık, tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir. Cilde siyanür teması irritasyon ve yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir.
Siyanürün insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur.
Siyanür kan ve idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir.
EPA'ya göre içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l) üzerinde siyanür bulunamaz.
2. ARSENİK: Doğada çok az miktarda bulunan arsenik genellikle oksijen, klor ve kükürtle bileşik halde bulunur. Bitki ve hayvanlarda ise karbon ve hidrojenle bileşik yapar. Çoğu arsenik bileşiğinin özel bir tadı ve kokusu yoktur. Çevrede bulunan arsenik buharlaşmaz, çoğu arsenik bileşiği suda çözünür, arsenik bulaşmış maddelerin yanmasıyla havaya karışabilir, havadan yere inerek birikebilir, parçalanmaz, ancak bir türden diğerine dönüşebilir. Solunum ve sindirim yollarıyla vücuda alınabilir.
İnorganik arsenik insanlar için çok zehirli olup organik arsenik daha az zararlıdır. Besinlerde ve sudaki yüksek miktarda (60 ppm) arsenik öldürücü olabilir. Arsenik sinir sistemi, mide-barsak ve cilt dokularına zarar verir. Yüksek miktarlarda solunması akciğer ve solunum yollarında yaralara neden olabilir.
Düşük düzeylerde arseniğe maruz kalmak bulantı, kusma ve ishale, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin yapımında düşmeye, kalp ritminde bozulmaya, kan damarlarında patolojilere, el ve ayaklarda iğnelenme ve karıncalanma hissedilmesine neden olabilir. Uzun süre maruziyet durumunda ciltte kararmaya, el ve ayaklarda ve gövdede siğil ve kabarmaların olmasına neden olabilir. Doğrudan cilt teması kızarma ve şişmelere neden olabilir.
Arsenik bilinen bir kanserojendir. İnorganik arseniğin solunması akciğer kanserine, besin yoluyla alınması ise cilt, mesane, böbrek, karaciğer ve akciğer kanserine neden olabilir.
Yüksek düzeyde maruziyet durumunda idrarda saptanabilir, ancak maruziyetten kısa bir süre sonra tahlil yapılması gerekir. Ancak maruziyetten sonraki 6-12 ay boyunca saç ve tırnakta saptanabilir. Ancak bu testler düşük düzeyde maruziyetlerde anlamlı değildir ve olası bir sağlık etkisi konusunda fikir vermez. EPA'nın içme suyu için verdiği en üst sınır 0,05 ppm'dir, ancak bu düzey ileride düşürülebilir.
3. KADMİYUM: Kadmiyum oksit, kadmiyum klorid, kadmiyum sülfat ve sülfit şekillerinde bulunabilen ve özel bir tad ve kokusu olmayan bir maddedir.
Havaya karışan kadmiyum partikülleri yere ya da sulara düşmeden önce çok uzun mesafeler kat edebilir. Zehirli atık depo alanlarından gerçekleşen sızıntı ve taşmalar sonucunda suya ve toprağa karışabilir. Toprak partiküllerine güçlü bir şekilde bağlanır, bazı kadmiyum bileşikleri suda çözünebilir, ancak doğada parçalanmaz. Vücutta çok uzun süre kalabilir ve düşük düzeyde maruz kalınsa bile yıllar içinde birikebilir.
Kadmiyum havadan solunarak, kadmiyum bulaşmış yiyeceklerin yenmesiyle, sigara dumanından, kadmiyumla kirlenmiş suların içilmesiyle vücuda alınabilir.
Yüksek düzeyde kadmiyumun solunması akciğer hasarına bağlı olarak ölüme neden olabilir. Çok yüksek düzeyde kadmiyumun yiyeceklerle alınması kusma ve ishale neden olur. Hava, su ya da besinler yoluyla düşük düzeyde kadmiyuma uzun süre maruziyet sonucunda kadmiyum böbreklerde birikir ve böbrek hastalıklarına neden olabilir. Akciğerde hasar ve kemiklerin kırılganlığının artması diğer etkileridir. Hayvan deneylerinde kadmiyumun tansiyon yükselmesine, kandaki demir düzeyinin düşmesine, karaciğer hastalıklarına, sinir sistemi ve beyinde hastalıklara neden olduğu gösterilmiştir. Cilt temasının neden olduğu bir hastalık bilinmemektedir.
Kadmiyum bileşikleri kanserojen olması beklenen maddeler grubundadır. Hayvan deneylerinde kadmiyumun akciğer kanserine neden olduğu saptanmış, insanda bu konuda daha zayıf kanıtlar elde edilmiştir. Kadmiyumun sindirim sistemi yoluyla ya da cilt temasıyla kansere neden olup olmadığı bilinmemektedir.
Kadmiyum kan, idrar, saç ve tırnakta saptanabilir. Kan düzeyleri yakın zamandaki maruziyeti, idrar düzeyleri ise hem yakın zamandaki, hem de daha önceki bir maruziyeti ortaya koyabilir.
EPA içme sularında 5 ppb (milyarda 5)'in aşılmaması gerektiğini bildirmektedir. FDA'ya göre yiyecekler için bu düzey 15 ppb'dir.
4. KROM: 3 ana şekilde(Krom 0, Krom III, Krom IV) bulunabilen krom bileşikleri tatsız ve kokusuzdur. Sadece Krom III bileşikleri vücut için diyetle eser miktarlarda alınması gerekli elementlerdir. Diğer formlardaki kroma vücudun ihtiyacı yoktur.
Krom partikülleri havaya karıştığında 10 gün kadar kalabilir. Toprak partiküllerine sıkıca yapışır. Suda dibe çöker, topraktan küçük miktarlarda sulara karışabilir.
Havadan solunarak, suyla ve besinlerle vücuda alınabilir.
Krom bileşiklerinin tümü yüksek miktarlarda alındığında toksik olabilir, ancak Krom IV, Krom III'e göre daha toksiktir. Yüksek miktarlarda solunması burun, akciğer, mide ve barsaklara zarar verebilir. Kroma allerjisi olan kişilerde astım krizlerine neden olabilir. Uzun süre yüksek ve orta düzeylerde maruziyet burun kanaması, yaraları, akciğer hasarı ve kanser dışındaki akciğer hastalıklarında artışa neden olabilir. Sindirim yoluyla yüksek düzeylerde alınırsa mide şikayetleri ve ülsere, konvülsiyonlara, böbrek ve karaciğer hastalıklarına, hatta ölüme neden olabilir. Cilde temas durumunda cilt ülserleri oluşabilir. Ayrıca ciltte allerjik reaksiyonlara yol açabilir.
Bazı Krom IV bileşikleri kanserojendir. Akciğer kanserine neden olduğu bilinmektedir,
Krom saç, idrar, serum, kırmızı kan hücreleri ve kanda tespit edilebilir.
EPA'ya göre içme suyundaki krom miktarı (III ve IV) litrede 100 mikrogramı geçemez. (100 mg/l)
5. KURŞUN: Özel bir tadı ve kokusu olmayan mavimsi gri renkli bir metaldir.
Çevreye yayılmış bulunan kurşun kendiliğinden parçalanmaz, havada 10 gün asılı kalabilir, topraktaki kurşunun çoğu havadan kaynaklanır. Kurşun toprak partiküllerine yapışır ve topraktaki kurşun asidik ve yumuşak olmadıkça yeraltı ve içme sularına karışmaz. Toprak ve suda uzun süre kalabilir.
Vücuda havadan solunarak, içme suları ve besinlerle, ayrıca sigara dumanından alınabilir.
Kurşun vücuttaki hemen hemen tüm organ ve dokuları etkilemektedir. En duyarlı sistem, özellikle de çocuklar için, merkezi sinir sistemidir. Kurşun ayrıca böbreklerde ve bağışıklık sisteminde de hasara neden olur. Etkiler kurşunun solunum ya da sindirim yoluyla alınmış olmasına göre değişiklik göstermez. Özellikle çok küçük ve doğmamış çocuklar üzerinde çok tehlikeli etkileri vardır. Erken doğum, düşük doğum ağırlığı, yeni doğanda mental gerilik, öğrenme güçlükleri ve küçük çocuklarda gelişme geriliğine neden olabilir. Yetişkinlerde ise bellekte zayıflama, reaksiyon zamanında düşme, parmaklarda ve el ve ayak bileklerinde zayıflama, kansızlık, kan hastalıkları, düşükler ve erkeklerde üreme sisteminde bozukluklara neden olabilir.
Hayvan deneyleri kurşun asetat ve kurşun fosfatın kanserojen olduğunu düşündürmektedir. İnsanda yeterli kanıt yoktur.
Kurşun kanda ölçülebilir.
EPA'ya göre havada kurşun miktarının 1,5 µg/m3'ü, içme suyunda ise 15 µg/m3'ü geçmemesi gerekir.
6.CIVA: Parlak, gümüş beyazı renkte, kokusuz bir sıvıdır. Isıtıldığında kokusuz bir gaz halini alır. İnorganik tuzları oluşturmak üzere klor, sülfür ve oksijenle bileşik oluşturabilir.
Çevreye yayılan cıva hava, toprak ve suda bulunabilir. Solunum ve sindirim yoluyla vücuda alınabilir.
Sinir sistemi cıvanın tüm formlarına karşı çok duyarlıdır. Yüksek miktarlarda maruziyet beyinde, böbreklerde ve fetus gelişiminde kalıcı zararlara neden olabilir. Beyin fonksiyonlarına yapacağı etkiyle irritabilite, ürkeklik, titreme, görme ve duyma kusurları ve bellekte zayıflama ortaya çıkabilir. Kısa süreli ve yüksek düzeyde maruziyet durumunda akciğer hasarı, bulantı, kusma, ishal, tansiyon yüksekliği, deri döküntüleri ve gözde irritasyon meydana gelebilir.
Cıvanın hayvan deneylerinde kansere neden olduğu gösterilmiştir. İnsanda olası kanserojenler arasında sınıflandırılmaktadır.
Yeni doğan ve fetusta, cıva, beyin gelişiminde gerilik, zeka geriliği, körlük, ve konuşamamaya neden olabilir. Çocukta sinir ve sindirim sistemleriyle böbrekler etkilenir.
Cıva kan ve idrarda ölçülebilir. Saçta da saptanabilir.
EPA'ya göre içme suyunda 2 ppb'yi geçmemesi gereklidir. FDA'ya göre maksimum sınır 1 ppm'dir.
KAZA RİSKİ
TÜBİTAK raporu başta olmak üzere siyanürlü altın madenciliğini aklamak üzere yazılmış tüm yazılar siyanür kullanılan bu tür işletmelerde yaşanan kazaları görmezden gelmekte, hatta inkar etmektedir. Ne acıdır ki, TÜBİTAK raporunun yayınının üzerinden henüz 4 ay geçmeden bu alanda yaşanan en ağır kazalardan biri Romanya'da meydana gelmiştir.
Bu kaza Romanya'nın Baia Mare bölgesinde yer alan ve eski bir altın madeninin atık depo alanında yıllar önce işletilen eski bir madenin bırakmış olduğu atıkları yeniden işleyen ve altın ve gümüş elde eden bir tesiste 30 Ocak 2000 tarihinde meydana gelmiştir. Baraj göletinde birikmiş kar nedeniyle gövdede açılan bir gedikten 100.000 m3 atık su taşmış ve çevredeki alanlara ve Lapus nehrine ulaşmıştır. Bu nehir Tuna nehrinin bir kolu olan Tisza nehrine karışmaktadır ve atıklar Tuna nehrine kadar sınır ötesi bir kirlilik yaratmıştır. Tuna'nın su toplama havzasında 2000 km.'lik bir bölüm etkilenmiştir. Nehir ortamına 50-100 ton arasında siyanür karıştığı hesaplanmaktadır. Yöredeki içme sularının da etkilenebileceği, nehirlerdeki canlı yaşamın büyük ölçüde zarar gördüğü bildirilmektedir.
Daha önceki yıllarda yaşanan bazı kazaları hatırlatmak gerekirse:
1986-89 yılları arasında 7915; 1990 yılında 1645; 1991 yılında 794 vahşi hayvanın siyanürlü madenlerden zehirlenerek öldüğü, Nevada vahşi Yaşamı Koruma Kurumu'nun iç dönem içinde yaptığı araştırmalarda bildirilmiştir.
1965'de Güney ABD ve Şili'de 14 atık barajının 10'unda deprem sonucunda çatlak tespit edildiği, bunun sonucunda 200 kişinin öldüğü bildirilmektedir.
1972'de ABD'de Batı Virginia Buffalo Creek'te yoğun yağmurlar sonucunda atık barajı çökmüş ve 155 kişi ölmüştür.
1984'te Papua Yeni Gine'de Ok Tedi altın madeni için 2100 metrelik dağ traşlanmış, yoğun yağışlar nedeniyle siyanürlü toprak akmış ve yöre halkı başka yere taşınmış, siyanür taşıyan bir gemi batmıştır.
1985'te Guyana'da Omai altın madeni zehirli atık havuzu patlamış, iki gün içinde ülkenin iki büyük nehrine 4 milyar ton atık çamur karışmış, 18 bin yerli çiftçi balık ve su ürünleri yememeleri, hayvanlarına su içirmemeleri konusunda uyarılmıştır.
1990'da Güney Caroline'de yağmurlar sonucu Brever altın madeninde süzme altın rezervi çökmüş, onbinlerce balık ve canlı ölmüştür.
1992'de ABD New Mexico'da tehlikeli atık alanında yapılan tetkikler sonucunda bunların 800'den fazlasında sızıntı saptanmıştır.
1993'de Ekvator'un Azvay bölgesindeki madende meydana gelen heyelan sonucu 300 kişi, Nobnibya'da 100 kişi ölmüştür.
1993'te Bolivya'daki bir kasabada maden artığının aşağı kayması sonucu yüzlerce insan ölmüştür.
1993'te ABD'de Idoha'da Silver madeninde tonlarca atığın madendeki, hav8uzdan çevre sularına karıştığı tespit edilmiş, 1200 yerli başka yerlere taşınmıştır.
1994'te Güney Afrika'de siyanürlü atık içeren bir havuz yağmurlarla taşarak 150 kişinin ölümüne neden olmuştur.
1995'te Guyana'daki Omai altın madeninde yine siyanür barajında taşma meydana gelmiştir.
http://www.ttb.org.tr/eweb/bergama/6.html
SONUÇ
Türk Tabipleri Birliği “siyanür liç” yöntemiyle Bergama’da ve Türkiye’nin dört bir yanında yapılacak olan altın madenciliğine karşıdır, çünkü;
1-Hekimler insan sağlığını doğrudan ilgilendiren konuların yanı sıra çevreyi etkileyebilecek her türlü risk ve olası sonuçlarıyla da ilgilenirler.Doğanın dengesinin bozulması insan sağlığını da etkileyen sonuçlar doğurur. Bu yöntemde kullanılan siyanür, çevre ve insan sağlığı için ileri derecede toksiktir.
2-Cevherde altın ve gümüşün yanı sıra bulunan arsenik ve ağır metallerin atık bileşiminde büyük miktarlarda bulunması çevrede yaşayan insanların sağlığını doğrudan tehdit edebilecektir.
3-Tesis atık havuzunun, toksik maddelerle dolu bir atık depolama alanı olarak tesis kapandıktan sonra da kalacak olması, kaza ya da deprem olasılığında bütün yöre için büyük bir tehlike oluşturacaktır.
4-Daha önce Danıştay tarafından işletme ruhsatının iptali yönünde verilen karara rağmen, Başbakanlık Müsteşarlığının talimatı üzerine TÜBİTAK tarafından hazırlanan rapor herhangi bir uygulamaya dayanak oluşturmamaktadır. Çünkü;
a)Birçok yerinde insan sağlığına bir zarar gelmeyeceğinin vurgulanmasına karşın, raporu yazan kurul içinde bırakınız bir halk sağlığı ya da çevre sağlığı uzmanının bulunmasını, sağlık alanında çalışan hiç kimse yoktur.
b)Raporda uzman hekim görüşüne yer verilmemiştir,
c)Birçok çelişki içermekte ve üslup açısından da bilimsel bir çerçeveye oturmamıştır,
d)Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı öğretim üyelerinin yanı sıra, Dokuz Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği öğretim üyelerinin de raporun bilimsel olmadığını ve eksiklikleri bulunduğunu belirtmektedirler.
5-Bir insan hakkı olan çevre hakkı, gelecekte olabilecekleri de içerir.Uluslararası çevre hukuku metinlerinde de “risk” ve “olasılık” kavramları ele alınmaktadır. Çağdaş halk sağlığı anlayışında insanların hasta olmalarını beklemek yerine önlem almak ve olası riskleri ortadan kaldırmak geçerlidir. Kullanılacak bir yöntemin ya da maddenin insan sağlığı açısından risk oluşturması ve hastalık yapabilme olasılığının bulunması o yöntem veya maddenin kullanılmamasını gerektirir.
6-Yörede yaşayan insanların sık sık sağlık kontrolünden geçeceği ve her türlü önlemin alınacağı söylenmektedir.Ancak kaza ve deprem riski dışında, insan sağlığını tehdit etme olasılığı bulunan ağır metallerle zehirlenme, uzun yıllar boyu yavaş bir süreçte gerçekleşebilir. Bu tür çevre sağlığı sorunlarına yol açan ağır metal vb. etkenlere bağlı kanser gibi hastalıkların oluşması bir anda olmaz ve ne tür etkiler oluştuğunu ölçmek çok zordur. Bu nedenle insan sağlığına zararı önceden bilinen madde veya yöntemlerin daha ilk başta ortamda olmaması koruyucu hekimlik açısından en doğru olanıdır.
7-Bergama Ovacık dışında onlarca yerde altın aranmasına başlanmak istenmektedir. Sadece Bergama halkı değil, bir çok yerleşim yerinde yaşayan onbinlerce kişi risk altına girecektir. Duyarlı kesimleri bu konuda uyarmak istiyoruz. Bu durumda başta içme suları olmak üzere çevre olumsuz etkilenecek; madenlerin işletilmesi süreli olduğundan kapatıldıkları zaman ülkenin pek çok yerinde içi tehlikeli atıklarla dolu depolama alanları kalacaktır.
İnsanların yaşam hakkı, sağlık hakkı, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve ekosistemin sürdürülebilirliği göz önüne alınarak Bergama Ovacık Altın madeni işletilmemelidir ve en kısa zamanda, daha yolun başında kapatılmalıdır.
Siyanür için 4 yıl önce dava
Atık havuzunda meydana gelen kazayla gündeme gelen Kütahya'daki siyanür tehlikesi için köylülerin 4 yıl önce dava açtığı ortaya çıktı.
Kaynak (http://www.ntvmsnbc.com/id/25211974/#storyContinued)
Zeytinciler ayakta, madencilerin taarruzundan korkuyor.
Kaynak (http://www.karasaban.net/zeytinciler-ayakta-madencilerin-taarruzundan-korkuyor/)
MADEN KANUNU TASARISI
Kaynak (http://www.chd.org.tr/haber_detay.asp?haberID=361)
Kaynak (http://www.ivmedergisi.com/yeni-maden-kanunu.html)
http://www.cmo.org.tr/
KÜTAHYA'DAKİ ANALİZ SONUÇLARI AÇIKLANDI!
Kütahya'da Eti Gümüş A.Ş.'ye ait gümüş işletmesinde 07.05.2011 tarihinde siyanürlü çamur barajında meydana gelen kaza sonrasında siyanürün yer altı suyuna karışıp karışmadığını tespit etmek amacıyla bölgedeki içme suyundan 12.05.2011 tarihinde numune alınmıştır. Numune alma işlemi Greenpeace yetkilileri tarafından yapılmıştır. Odamıza gönderilen numune, akredite olmuş bir laboratuarda analiz ettirilmiştir. Analiz sonucuna göre kazanın 5. gününde siyanür sızıntısı 4,5 km ötedeki Köprüören Köyü su kaynaklarına ulaşmıştır. İçme suyunda normalde hiç bulunmaması gereken ancak en fazla 0,050 ppm düzeyinde olmasına müsaade edilen siyanür miktarının Köprüören Köy Çeşmesi'nden alınan su numunesinin analizi sonucunda 0,071 ppm olduğu görülmüştür. Müsaade edilen limit değerlerin % 40 daha üzerinde çıkan siyanürün halk sağlığı üzerinde etkisinin yadsınamaz ölçüde fazla olduğu düşünülmektedir. Daha önceki açıklamalarımızda belirttiğimiz üzere kazanın 10. gününde siyanür miktarının yer altı suyunda belireceği ve ilerleyen her günde de yer altı suyundaki siyanür miktarının artacağı öngörülmektedir.
Türk gıda kodeksine göre bölgedeki yeraltı suyu içilemez durumdadır. Konu ile ilgili bölge halkı muhtarlıklar aracılığı ile uyarılmıştır. Kütahya Valiliği'nin bölgeye bir an evvel içme ve kullanma suyu göndermesi gerekmektedir. Bu noktada Kütahya Valiliği'nin bölgede yaptırdığı analizlerin sonuçlarını kamuoyu ile paylaşması gerekmektedir. Bölgede yaşayan halkın yanlış bilgilendirilmesi ve bu suyu kullanması durumunda yaşanacaklardan Kütahya Valiliği sorumlu tutulacaktır.
Kütahya Valiliği'nin yeraltı suyu analizlerini yaptırdığı Kütahya İl Halk Sağlık Laboratuarı siyanür ölçme ile ilgili akredite olmadığı için Kütahya'da yapılan ölçümlerin güvenilir olmadığı düşünülmektedir.
İlerleyen günlerde odamız tarafından numune alma işlemine devam edilecektir. Alınacak numunelerde sadece siyanür miktarı değil ağır metal konsantrasyonları da ölçülerek değerlendirmeler bu yönde yapılacaktır. Bir an evvel tesisin çevresinde yaşayan halkın ve tesiste çalışanların kanlarındaki siyanür ve ağır metal miktarlarının da ölçülerek kamuoyu ile paylaşılması gerekmektedir.
Bu durumda "siyanür barajından bir gram bile sızıntı yoktur" gibi halkı yanıltıcı açıklamaların yapılmaması gerekmektedir. Bölgede yaşayan halkın büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğu ortadır. Konu ile ilgili gelişmeler kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Saygılarımızla,
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu
"atık barajlarından sızan siyanürlü bileşikler arseniğe (fare zehirine) dönüşür."
Bir elementin başka elemante nasıl dönüştüğü( fare zehiri de değildir kendisi) bilimsel olarak gerçekten açıklamalısınız.
Böylece bakırı çinkoya kalayı altına falan da çevirirz işlerimiz kolaylaşır.
Hocanın trafik kazası olayı gibi, öyle komplo teorileriyle gavur izmir muhabetleriyle de değil de bilimsel verilerle olsun mümkünse.
"“Siyanürlü su kullanmadan maden çıkarılmaz” mı diyorsunuz? Ben de, “Hadi oradan” diyorum... "
böyle bilimsel içerikli olmasın mümkünse hadi oradansa neyle ayrıştırılacak. Dikkat çıkarılma değil. Zaten maden çıkarılırken değil işlenirken kullanılıyor siyanür. Önceden de dediğim gibi kavramlar yanlış kullanılınca sonuçlar doğru olmaz.
Sonraki veriniz söz gelimi biimsel bir içerik taşıyor ve siyanürün arseniğe döndüğü gibi bir durum yok orada. Maden çıkarımı sırasında ortaya çıkan maddelerin riskleri ciddi bçimde sergilenmiş.
Buradan şu sonuç çıkar. Oda halk sağlığının hiçe sayıldığına işaret etmiş.
İnsan bazen kendi dikkat çektiği hatalara kendisi düşüyor.Yazının hocaya ait olduğunu sandım dikaktle bakmamışım. Meğer Ümit Erdem değil, "İbrahim beymiş" siyanürü arseniğe çeviren.
Ben de bir hoca böyle bir şey söylemez deyip, googlede arayıp durdum.
".
"“Siyanürlü su kullanmadan maden çıkarılmaz” mı diyorsunuz? Ben de, “Hadi oradan” diyorum... "
.
..
Sanırım maden çıkarılamaz dan kasıt Cevher çıkarılamaz ise burada haklısınız siyanüre gerek yok, Ama cevherden konsantrasyon ve de oradan Altına erişmek için siyanürün kullanıldığı kastediliyorsa hadi oradan denilemez siyanür şart. Şart değilse niye kullanılıyor ?
Dikili ve Bergama daki seraların , turizm tesislerinin getirilerinin yanında Altın Madenlerinin REEL GETİRİSİ de altın işlemede dünya ikincisi olmak için Bergamadan bir yılda çıkarılacak olan altın da devede kulak kalır .
Oradak kullanılan siyanürde doğamıza dolayısıyle halkımıza hediye kalır.
Haa bu arada belirtmekte fayda var flotasyon sırasında siyanür cevherdeki arseniğide bağlar ve birllikte havuzlarda ya da barajlarda biriktirilir.
Sevgiyle kalın
Evet ama bir element diğerine dönüşmüyor. Sürekli ısrar etiğim konuya dönmüş oluyorum bir tartışma kavramlarla olur. Kavramlar gelişigüzel kullanılınca da sadece karmaşa ortaya çıkar.
Tartışmada şunu getirisi bundan fazla biçiminde örnekler verilirken neye dikkat ettiğinizi de bilmek isterim. Bende şöyle bir şey diyebilirim o sıra yoldan geçen arabaların getirisi geçmeyen arabaların getirisinden fazla.
Diyeceksiniz nasıl bir bağlantı kuracağız . Kurmayacağız bağlantı. Sera ve trurimle bir ilgisi yok durumun.
Bergama deyince antik kentle bir bağlantı kurduysanız eğer, oralarda biraz dolaşmanızı da öneririm. Pek kentle ilgisi olmayan bir yerde, neden turzim getirisiyle ilgi kurdunuz anlarız böylece.
Bilmem anlaşılmayan nokta neresidir. Bir madende herhangi bir madende, sorun madenin işlemesi değil, işletmenin çevreye zarar vermesinin engellenmesidir.
Bütün madenler çevreye zarar verebilir. Kimileri oldukça tehlikeli de olabilir. Çözüm madeni kapatmaksa, bütün madenleri kapatalım. Çevreye zarar vermesinin önlenmesiyse sorun bunu yolu başka. Petrol çıkarımı çevreye zar veriyor. Ama kimse karşı çıkmıyor duruma. Ne ilginç. Arabalarımızdan mı vazgeçemiyoruz. Ama onu almak için ödediğimiz para nereden geliyor söylemiştim daha önce.
Heslere de karşıyız ama elektirik harcamamızı kısmayı denemek istemiyoruz.
Yatağanda kentin içinde bir kömür madeni var. Son derece tehlikeli. Bu konuya aynı biçimde tepki verilmiyor olmasını, ben sadece bu madenle ilgiliyim diğerleriyle ilgli değilim biçiminde mi anlamalıyız. Böyle diyen birisi varsa, bana açıklaması makul gelebilir.
Çöken havuzun oralarda sera ve turzim getirisi yokmuymuş? Sadece halkın zarar görecek olamsı yeterli olmalı mı?
Sanırım siyanür de barajlarda biriktirilmiyordu. Biriken atık su. Ya da ideal çalışan bir işletmede böyle olmalı.
Aksi olsa çalışanlardan başlayıp, kimse hayatta kalamaz.
Tartışmada şunu getirisi bundan fazla biçiminde örnekler verilirken neye dikkat ettiğinizi de bilmek isterim. Bende şöyle bir şey diyebilirim o sıra yoldan geçen arabaların getirisi geçmeyen arabaların getirisinden fazla.
Diyeceksiniz nasıl bir bağlantı kuracağız . Kurmayacağız bağlantı
Burda bağlantı kurmuyorsunuz:confused:
Bergama deyince antik kentle bir bağlantı kurduysanız eğer, oralarda biraz dolaşmanızı da öneririm. Pek kentle ilgisi olmayan bir yerde, neden turzim getirisiyle ilgi kurdunuz anlarız böylece
Burda da bağlantı ve ilgi istiyorsunuz.:confused:
Tartışmada şunun getirisi bundan fazla biçiminde örnekler verilirken neye dikkat ettiğinizi de bilmek isterim
Daha önceki yazılarda merkez bankasındaki rezervlerden bahseden bir arkadaş vardı o yüzden oraya bağlarsam öğrenir diye düşündüm.:D
Çöken havuzun oralarda sera ve turzim getirisi yokmuymuş? Sadece halkın zarar görecek olamsı yeterli olmalı mı?
Altını olan kural koyarsa halkı iplemez biline:mad:
Sanırım siyanür de barajlarda biriktirilmiyordu. Biriken atık su
Bu atık su ne içeriyor acaba. Arsenik ve siyanür eriğiyimi ?:confused:
oralarda biraz dolaşmanızı da öneririm
Öneriniz için teşekkür ederim. Dikili ve Bergama da hasbel kader küçük çapta çiftçilik ve hayvancılık yapmaya başladım. Gelirde bir hafta sonu misafirimiz olup çayımızı içerseniz şereflendirirsiniz.
Sevgiyle kalın
Eğlenceli bir alıntı oyunu oynamışsınız. Şimdi herhangi bir madenin çevresinde bulunan herhangibir antik kentten ötürü kapatılması tezine geri dönmelisiniz. Ya da sadece bu maden için savım geçeridir biçiminde bir açıklama da yapabilirsiniz.
Ya da Bergama antik kentiyle madenin bir ilgisi olamayacağını orada arazim olduğu için gayet iyi biliyorum diyebilirsiniz.
Madem altıın bu ekranı okumanız için kaçınılmaz olduğunu anladınız. Bu straejik madeni çıkarılmasına neden karşı olduğunuza dar de bir argüman sunmalısınız.
Sorun kuralı altını olanın koyması mıdır, ülkemizde halk sağlığının ciddiye alınmıyor olamsı mıdır? Konuları sadece hükümetlere endeksleyip olayın bütününü görememek midir?
Sanırım havuz konusunda bilginiz antik kentinyeri kadar. Sizce atık havuzunda siyanür biriktirilse, herhangi bir bilimsel araştımaya gerke kalmadan fikir yürütün, oradaki çalışanlar o gün ölmezler mi? Orada bütün işlamlerden sonra temiz olamsı gereken su birikiyor. Yani bir şeye karşı çıkılırken biraz olayın içeriğine bakmak gerekmiyor mu?
Çöken havuzun olduğu barajlarda sözgelimi suda kabul edilemez oranda siyanür çıktı. Rakamda hatalı olabilirim binde bir gram dediler sanırım. Sizin savınıza göre bu oran yüzde bir bile değil, kilolarla olması gerekiyor. Yani arıtma sorunlu. Yani su arıtılmış ama süreç titiz değil sızıntı olmuş. Sanırım bunların birbirlerinden farklı kavramlar olduğu anlaşılıyordur. Karşı çıkılacak şeyin ne olduğu sonucuna böyle ulaşabiliriz.
Sanırım cümleleri böyle biritip sürekli ayrıntıyı tekrarlamalı. Altın çıkarmanın dünyanın hiçbir yerinde başka yolu yok. Bütün madenler ayrştırılırken çevreye zarar veren atıklar üretebilir. Atıkların çevreye zarar riski olması maden ayrıştırmadan vazgeçmemiz gerektiği sonucuna bizi getirmez.
Bu durumda atalarımızın mağarasına dönne kadar bütün teknolojiyi terk etmemiz gerekir.
Bunları okumak için baktığınız ekrana ödediğiniz para yukarıda hatırlattığınız gibi altın rezervi olarak bankada durduğu için okuyabiliyorsunuz.
Hasbelkader aldığınız arazi için de ödediğiniz paranın altın olarak karşılığı olduğu için arazinizde çay içebiliyorsunuz. Birikiminizi de yine aynı nedenle yapabildiniz.
Şimdi siz söyleyin bu madene neden karşısınız arazinizin varlık sebebi deği mi?
Konuya boyut katması için bir şehri efsanesine işaret edeyim.
Balçovadaki tarımsal üretimin Aliağada'ki çevreyi kirleten gazların oraya ulaşması olduğunu söylerler. ( tabi önce Menemen ovasını geçmesi de gerekiyor ama bu ayrıntı)Çevreyi ve havayı kirleten üç küsür milyonluk kent ortada duruyorken ve bu tarımsal alan kentin ortasındayken hava kirliliğini yüzelli kilometre ilerdeki petrol rafinerisine bağlamada nasıl bir mantık kurmalıyız.
Rafineriyi mi kapatmaıyız, kentin çevre kirliliğine neden olan faktörlerine mi yönelmeliyiz hem kenti hem rafineryi mi kapatmalıyız.
Neye karşı çıkacağımız sorunun nerede olduğunu bilmemizle çok bağlantılı.
Ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyor muyuz diye düşünüyorum...
Arkadaşlar yukarıda ulusal günlük bir gazetede yayınlanan köşe yazısında yazar halkın anlayacağı dilden konuşmuş. Ben toplum ve insanın etkileşimi üzerine çalışan bir bilim dalının mensubu olmadığım halde bunların farkına varabiliyorum. Daha önce belki onlarca kez siyanürün ortaya çıkartıklarıyla ilgili bilimsel makaleler paylaştım. Sanırım bunlar çok ilgi çekici olmadı. Yine siyanürün altın madenciliği faaliyetinin hangi aşamalarında kullanıldığına dair bu konu başlığı altında yeterince konuşuldu. Sokaktaki adam için siyanür arseniğe dönüşür ve maden siyanürle çıkartılır. Geçelim bunları artık... Lütfen...
Ayrıca söz konusu boşaltılan köyde içme suyunda saptanan arsenik (bilinen bir kanserojen) açığa çıkmak için neden gümüş madeninin işletilmesini beklemiş diye düşünmekten kendisini alamıyor insan.
“Atıkların çevreye zarar riski olması maden ayrıştırmadan vazgeçmemiz gerektiği sonucuna bizi getirmez.”
Ben atık havuzlarındaki zehirli maddelerin ya da biriken her ne ise onun mutfaktaki tüp olduğunu düşünmüyorum. Çevre ve insan sağlığı için ileri derecede toksit olan bir yöntemi kullanmak da bir zorunluluk değil. Eğer vazgeçmemiz gerekiyorsa -ki bence öyle- vazgeçmeliyiz.
"Madeni çıkaran ile işleyenlerin statüsü ve uyması gereken kurallar farklıdır. Türkiye'de çıkaran firma, aynı zamanda işlemeyi de yapıyor; sorunlar buradan kaynaklanıyor" mealinde bir konuşmanın son kısmına rastlamıştım. Konu hakkında bilgisi olanlar var mı?
"Sokaktaki adam için siyanür arseniğe dönüşür ve maden siyanürle çıkartılır. Geçelim bunları artık... Lütfen..."
Sokaktaki adam kim bilmiyorum. Böyle düşünüyorsa da yanlış düşünüyor, biri bir konuyu yanlış düşünüyor diye, aman ne önemi var denemez, doğrusu söylenir. Biz halkın neyi düşünmesine karar veririz gibisinden bir derin mantık görüyorum sözlerinizde.
Hoca araştırmayı 12 Eylül 1995 tarihinde yapmış bildiğim kadarıyla maden çok daha eski ne zamandır çalıştığına dair bilgi de var gibiydi. Başka içme sularına da çevresinde maden olmadığı hale arsenik karışabiliyor. İzmir'de bu konu bir ara sorun olmuştu. Herşey birbirine karıştırılarak bir sonuç elde edilmez.
Burada sorun madenden siyanürün sızıyor olması ve bu konunun konuşulması gereğidir. Arsenik değildir. Arsenik ayrıca köy içme suyunda olduğu için, bu suyun kullanılmaması biçiminde konuşulmalıdır. Nedeni ayrıca aranmalıdır.
Sanırım köy bugün boşaltılmış durumda değl. Yetkililer en son tehlikeyi ciddiye almıyordu.
Aslında köylülerde de ben aman buradan uzaklaşalım, yetkilleri bu konuda sıkıştıAlım gibi bir mantık görememiştim gösterileri sırasında.
"Çevre ve insan sağlığı için ileri derecede toksit olan bir yöntemi kullanmak da bir zorunluluk değil. Eğer vazgeçmemiz gerekiyorsa -ki bence öyle- vazgeçmeliyiz."
Altın için konuşuyOrsanız siyanür tek yol. Vazgeçelim diyorsanız neden olamaycağını söyledim.
Şimdi şunlar konuşulmalı.
Ülkemiz çevreye hiç bir önem verilmeyen bir ülke. Bu sadece devletin umursamazlığı değil. Halkın kendisi umursamıyor. İşte tarımda bilinçsiz gübre kullanımı. Kentlerde umursamazca çöp üretilmesi.. Uzun bir listeyi buraya eklemek mümkün.
Maden çıkarmakdan kaçmamıza olanak yok. Petrolden de kaçamıyoruz. Başka çevreyi olumsuz etkileyen şeylerden de, Yapmamız gereken ülkemizdebir çevrenin konrunması bilinci oluştrumak. Hem kişisel olarak bunu yapmak hem örgütlü olarak yapmak.
Her ne kadar ülkemzide bir fikir için bir araya gelmek olanaksızla imkansız arsındaysa, şu konuda örgütlenelim dediğizde inanılmaz biçimlerde hakarete uğruyorsanız da bu yapılamaz değildir.
Siyanürün, ya toprağa karışırsa diye uzun yaılar yazılacağına karışmaması için nasıl baskı grupları oluşturulabilir biçiminde kafa yormalıdır.
Petrole de öyle kömüre de öyle. Geri kalan her ne varsa hepsine de öyle.
Ülkemizde sorun benim dünya görüşümden değilse , onun la çevreci de olmam biçiminde trajik bir durumda.
[QUOTE=memet;805764]
Ya da Bergama antik kentiyle madenin bir ilgisi olamayacağını orada arazim olduğu için gayet iyi biliyorum diyebilirsiniz.
sSağ olun nasıl yazacağımı ne şekilde arguman göstereceğimi öğretmeyi bir yana bırakıp işinize gelince ilintilemeyi gelmeyince ilintilememeyi bir açıklasanız derim
Madem altıın bu ekranı okumanız için kaçınılmaz olduğunu anladınız. Bu straejik madeni çıkarılmasına neden karşı olduğunuza dar de bir argüman sunmalısınız.
Bunu benim yazımdan ilkokul çocukları bile çıkarırdı. Bundan sonra söyleyecek bir şeyim yok. Forumu okuyanların TAKDİRİNE BIRAKIYORUM
Sorun kuralı altını olanın koyması mıdır, ülkemizde halk sağlığının ciddiye alınmıyor olamsı mıdır? Konuları sadece hükümetlere endeksleyip olayın bütününü görememek midir?
Bu satırlar yazmak için çok düşünmüş olmalısınız çünkü ben hiçbir hükümet ile ilgili bir şey yazdığımı hatırlamıyorum. Alıntılarsanız sevinirim.
Sanırım havuz konusunda bilginiz antik kentinyeri kadar. Sizce atık havuzunda siyanür biriktirilse, herhangi bir bilimsel araştımaya gerke kalmadan fikir yürütün, oradaki çalışanlar o gün ölmezler mi? Orada bütün işlamlerden sonra temiz olamsı gereken su birikiyor.
Ordaki sudan içebilirmisiniz ?
Bunları okumak için baktığınız ekrana ödediğiniz para yukarıda hatırlattığınız gibi altın rezervi olarak bankada durduğu için okuyabiliyorsunuz.
Korkarım dünyada en fazla altın ya da diğer cevherlerin çıkartıldığı ülkelerin değil. Çıkaranların merkez bankalarında rezerv var. Sahi İsviçre Hollanda Belçika da ne kadar çok altın çıktığınıda biliyorsunuzdur :D
Şimdi siz söyleyin bu madene neden karşısınız arazinizin varlık sebebi deği mi?
Bu madenin yaratacağı her tür çevre kirliliği bölgedeki sera ve turizm gelirlerinin ortadan kalkmasına neden olurki bu yollarla ülkeye giren altın karşılğı ya da karşılksız Dolarlar hem benim hemde ülkem için gerekli. Doğayada insan sağlığınada hiç zararları yok. Ama madenin ki tartışılıyor
Konuya boyut katması için bir şehri efsanesine işaret edeyim.
Efsanelerden kurtulmanızı öneririm. Belki o zaman gerçekleri görebilirsiniz
Sevgiyle kalın
Hoş bir alnıtlama oyunu daha oynamışsınız şimdi bu çalışmanızın çevrenin korunması konusuna nasıl bir katkı yapatığına dair bir argümanı beklemek çok mu fazla bir istek olur.
"Ordaki sudan içebilirmisiniz ?"
Denizler su dolu, siz oradaki suyu içer misiniz? Aslında ilk aklıma su dolu olan yer olarak deniz gelmedi. Su doludur diye herşeyi içmeye çalışmıyoruz.
Kimin ne kadar altını olduğu değil. Bu satırları yazmak için size gereken paranın altın rezervi olarak karşılığı olduğu gerçeğine yönelmelisiniz.
Hollanda'ya değil buradaki altına yani.
"ülkeye giren altın karşılğı ya da karşılksız Dolarlar hem benim hemde ülkem için gerekli."
Ben de bir alıntı oyunu yapayım dedim.
Ülkeye bir girdi olmasını istiyorsuzuz bunun altı karşılığı olamasında sakınca görmüyorsunuz. Karşılıksız dolar diye bir şey yok da, bu biraz çıkarcılık mı oluyor, ülkeye girsin sakınca yok, başka ülkedeki siyanür sizi ilgilendirmiyor.
O debeers elmaslar kanla sulanmış. Ülkeye girmiş, fena değil. Hangi kanla sulandığı önemli değil. Yeterki ben kanı görmemiş olayım. Buradaki serada olmasın kan.
Böylemi çevreci olmalıyız. Karşılıksız dolar olsun da yeterki benim olsun.
Altın benim olsun da ülkeme lazım çünkü, kimin kanı varsa orası önemli değil. Bunu mu anlıyoruz yazıdan.
Ben de size efsanaere ilgi gösteri ndiyorum.
“Biz” kim bilmiyorum ama ben halkım. Ağzını, gözünü ve kulağını kapatmamış olan... Sokaktaki adam ise Attilâ İlhan'ın bir romanı... içimizdeki herhangi biri diyelim...
“Şu an okumak için baktığınız ekrana ödediğiniz para( bir kağıttır) altın olarak merkez bankasında karşılığı olduğu için ödeyebildiğiniz bir kağıttır.”
Bu bilgi doğru mu? Neden vazgeçemeyeceğimizi buna mı dayandırıyorsunuz? Sizin söylediğiniz gibi olsa paranın değeri düşer miydi? Örneğin bir gece vakti merkez bankasındaki altınlar aniden ortadan kayıp mı oluyor? Kullandığımız paranın altın olarak karşılığı olduğunu zannetmiyorum. Ben emeğimin karşılığı olarak aldığım parayı kullanıyorum. Diyelim o para Ahmet'in. Ahmet o parayı İsmet'ten alıyor. İsmet ise Cevdet'ten alıyor. Hepimiz birbirimizden para alıp veriyoruz. Ekonomiden iyi anlayan ya da konuya hakim bir arkadaş buraya bir açıklık getirebilirse sevinirim.
Diyelim ki bu yukarıdaki tez doğru. Peki madenden çıkan altın merkez bankasının kasasına mı giriyor? Giriyorsa ne kadarı giriyor?
Arkadaşlar doğada var olan hiçbir şey bir diğerinden daha değerli değildir. Değerli olduğunu düşünmemize neden olan ona ihtiyacımız olduğunu düşünmemizdir sadece. Ben siyanürlü madencilik faaliyetlerine gerçekten ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Farklı düşünenler tabii ki olabilir. Kentlerde çöp sorunu vardır, bilinçsiz tarım uygulamaları vardır, vb. uygulamalar vardır, şüphesiz bunlarda hepimizin sorumluluğu vardır tamam ama bunların da ayrıca çözüme kavuşturulması için çalışılması gerekir.
Vikipedi'de (http://tr.wikipedia.org/wiki/Para) şöyle yazıyor:
Paranın dört temel işlevi
Paranın değişim aracı işlevi: Para bir hak ölçüsüdür. Altın karşılığı para kullanan bir devlet ne kadar para basarsa Merkez bankasına o değerde Altın stoklaması veya koyması lazımdır. Günümüzde Türkiye herhangi bir karşılığı olmayan "fiat" sistemine dahildir.
Paranın ticari işlemlerdeki fonksiyonu tam burada ortaya çıkar. İki malın değişiminde para, bir üçüncü mal olarak araya girer ve değişim iki bölüme ayırır. A malı verilip karşılığında para alınır, başka bir yer ve zamanda ise para verilip B malı alınır.
Paranın bu şekilde mal değişimini iki bölüme ayırması, paranın bir değişim (mübadele) aracı olma işlevidir.
Paranın hesap ve değer birimi işlevi: Paranın hesap ve değer birimi olarak işlevi, onun bir değişim aracı olma işlevinden kaynaklanır. Farklı malların değişiminde değişim oranları para ile belirlenir. Öte yandan para sayesinde iktisadi değerlerin tek bir ölçü birimiyle ifadesi de sağlanır. Özellikle işlemlerin kaydının tutulmasında paranın bu işlevi zorunludur.
Paranın değer biriktirme ve spekülasyon işlevi: Para, arz ve talebin rahatlıkla karşılanmasını sağlar.Sermaye birikimi ve yatırım aracı olarakta kullanılır.
Paranın bir iktisat politikası aracı olması işlevi: Gelişmiş bir para ekonomisine sahip ülkelerin para otoriteleri 20. Yüzyılda sıklıkla, faiz oranları ve para arızını kontrol etmek yoluyla, paranın bir iktisat politikası aracı olarak kullanmışlardır.
Az önce olan Kütahya merkezli depremden sonra "güçlendirme" çalışmaları yapılan setin durumunu çok merak ediyorum...
"Günümüzde Türkiye herhangi bir karşılığı olmayan "fiat" sistemine dahildir."
Kırmızı çizdiğiniz bu cümle şunu anlatıyor. Ülkenin yıllarca içine düşürüldüğü yüksek enflasyon politikası. İMF programları borç batakları. Hükümet başına bir kaç ekomonik, mali kriz düşmesi. Sürekli yoksullaşmamız. Yani bildiğiniz karşılıksız para basma. Alıntının ilk cümlesinde bunu farkedebilirsiniz.
Atilla İlhan hatalı çıkarımlarınızı kurtarmada size çok yararlı olmaz.
Siz bilmediğiniz için ekonomnin kuralları değişmiyor.
"Sizin söylediğiniz gibi olsa paranın değeri düşer miydi? Örneğin bir gece vakti merkez bankasındaki altınlar aniden ortadan kayıp mı oluyor?"
Bir gece içine karşılıksız para basmaya karar verildiği için paranın değeri düşüyor. Birbirine bağlı pek çok farklı ekonomik süreçler de etkiler paranın değer kaybetmesine neden oluyor .Üretim süreçleri bunlardan birisidir. Cari açıklar da.
Temel olarak parasının karşıığı olmayan yönetimlerde bu olur. Benzer bir şeyi ABD de yapıyor. arşılığı olmayan dolar piyasaya sürüyor. İki farkı var bizden . Birisi ekonominin büyüklüğünden cesaret alıyor ama, biliyorsunuz içine bulunduğu vahim krizi. İkincisi ekonomileri dolara bağlı ülkeler piyasadan dolar çekerek Bu yokedici bir sürece gidecek oyunu frenlemeye çalışıyor.
Bu kadar ekonomi sanırım yeterlidir.
Para üzerinde teminat veren banka başkanının imzası olan bir senetir. Bu paranın karşılığı var diyor imzasıyla. Olmadığında ne olur, %60 enflasyonlu günleri hatırlayın.
Elinizde çek var, bunu Ahmete veriyrsunuz Ahmet Receb'e o Hasan'a öbürü Veli'ye veriyor. En son kişi bankaya gidiyor. Banka size bunu karşılığı nerde diye soruyor. Karşılıksız bir senet bir süre boyunca sizin işinize yarar. Sonra bedelini ödemelisniz.
İşte parada bunun karşılığı altın olarka duruyor. Çek de dolaylı yoldan aynı rezervi kullanıyor.
Varolan uygarlığımız bu madenin değeri üzerine kurduk. Muhakkak ki doğada değer yargısı yok. Ama varolan kültürümüzde var. Bu da altının değeri ile ölçülüyor.
İlk para altını doğrudan kullnımıydı. Osmanlı kriz dönemlerinde altının ayrını düşürüp durumdan kurtulmaya çalışmştı. Bugünkü enflasyonun karşılığı bir pahalılığı körüklemşti o uygulamada.
Altın yerine geçecek bir senetin kağıt olarak kullanımı, elinizde altın olabildiği için yapılabildi.
Siyanürlü madencilik faaliyetine ihtiyacınız yok. Peki petrollü ulaşım sektörne ihtiyacımız var mı? hes ile üretimiş elektrik sektörüne ihtiyacımız var mı?
Zararlı kimyasallar içeren maddeler üreten sağlığmıza zarar veren ürünlerin olduğu sektörlere ihtiyacımz var mı?
Silah sektörüne ihtiyacımız var mı?
İhtiyacımızdan çok falza asker besliyor olmamıza ihytiyacımız var mı?
Tekstil sanayine ihtiyacımzı var mı? taşlama için işçilerin öülmcül hastalıklara yakalandığı sektör hani.
Kulandığımı mobilyalara ne kadar ihtiyaımız var ormanları tahrib ediyor. Gazeteler kağıt kullanarak orman katliamına neden olyuor.
Kimyasalalrın kontrolsüzce kullanılıp topraklarımzın kimyasal çöplüğe çevrildiği tarım sektörüne ihtiyacımız var mı?
Ya da bütün bunların çevreye zarar vermesine engel olacak bir çevre bilinci üretmek, bu çerçevede örgütlenmek. işe yarar çalışmalar yapmak gibi bir bilince ulaşmaya mı ihtiyacımız var?
Korkunç karbondioksit salınımı dünyanın iklimini değiştirme tehdit ederken ayrıntılarda boğulup gerçeği göremiyor olmamızdan kurtulmaya ihtiyacımız var.
"Şu an okumak için baktığınız ekrana ödediğiniz para( bir kağıttır) altın olarak merkez bankasında karşılığı olduğu için ödeyebildiğiniz bir kağıttır."
"Para üzerinde teminat veren banka başkanının imzası olan bir senetir. Bu paranın karşılığı var diyor imzasıyla."
Ne diyim bilemedim...
"Siz bilmediğiniz için ekonomnin kuralları değişmiyor."
Çok haklısınız...
Şunları diyebilirsiniz.
Uygarlığımızın temelini altına sahip olamız oluşturuyor bundan kaçmamıza olanak yok.
Uygarlığımız endüstriyel üretimle ciddi çevre sorunlarına neden oluyor. İşte bundan kaçınabiliriz.
Ayrıntılarda boğulup sorunun temelinden uzaklaşıyoruz.
Madem endüstriyel üretim kaçınılmaz. Bunun çevreye zararlarına enel olmak için çaba harcanmalı.
Bu siyasi bir tercih de değildir. Bütün siyasi fikirler çevreye duyarlı olabilirler.
Ülkemizde bu bilinç neredeyse yok düzeyinde. Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor.
Yoksa kontrolsüz üretimi çevreye zarar veriyor diye üretime karşı çıkmak hiç bir sonuç elde edemeyeceğimiz bir çaba olur.
Bir ara ço kateşli soğutucularda kullanılan floro cloro karbon tartışmaları vardı.
Kimse o sıra soğutucu kullanmayalım saçspreylerinden vazgeçelim demiyordu.
Meşhur ozon deliği konusu.
floro doro karbon gazcı kardeşim bilginizi, algılamanızı hele hele teknolojiyle ekonomiyi bütünleştirme yeteneğinizle bizleri bilmediğimiz konulardaki eğitim gayretlerinizi bizlerden esirgemeyin.
Sevgiyle kalın
Rica ederim bilmediğiniz konularda şidddetli ısrarınız hatalı fikir yürütmelerinzden sonra gerçeği görüp aydınlanmış olmanız beni sevindirdi.
Bir konuda fikri sahibi olmak kadar insanı mutlu eden ne olabilir ki.
webgezer
26-05-2011, 18:31
"Uygarlığımızın temelini altına sahip olamız oluşturuyor bundan kaçmamıza olanak yok."
"Madem endüstriyel üretim kaçınılmaz. Bunun çevreye zararlarına enel olmak için çaba harcanmalı."
"Altın için konuşuyOrsanız siyanür tek yol. Vazgeçelim diyorsanız neden olamaycağını söyledim."
Bunlar sizin söyledikleriniz, bir toplayalım, mutlaka ekonomik büyüme gerekli, bu nedenle mutlaka altın çıkartmalıyız, altını siyanürle çıkartıyoruz, bu da çevreye zarar veriyor ama başka çözüm yok dolayısıyla siyanürle altın çıkartmaya devam... Ne zamana kadar ?
Bunu okuyunca aklıma insanlığın gidişi ile petri kabındaki bakterileri karşılaştıran bir yazı geldi. Petri kabı ( laboratuar deney kabı) içine konan sütteki bakteriler hızla çoğalırlar, gittikçe daha fazla besin tüketirler, sayıları geometrik artar; ta ki bakterilerin atıkları süt kabını doldurana kadar, atık miktarı arttıkça bakteri ekonomisi önce yavaşlar, sonra durur ondan sonra da bakterilerin sayısı azalır yani ölürler.
Tamam bizim dünyamız süt kabı kadar küçük değil ama sınırsız da değil. Sonuçta tüm işleri yaparken ürettiğimiz atıklar artık dünyayı doldurmaya başladı. Bakterilerin seçme şansı yok, tüketimi azaltalım gibi bir kararı veremezler, peki biz insanoğlu müthiş teknolojimiz, ekonomimiz ve sosyal yapılanmamız ile bu kısır döngüden, daha çok ekonomi daha çok tüketim kısır döngüsünden kurtulabilir miyiz ? Bakterilerden daha mı akıllıyız ne dersiniz ?
Sevgili Webgezer,
Sizin yazınızın muhatabından bu yazdığınızı anlamasınımı bekliyorsunuz ?
Floro doro karbonunun açilimi ne ki acep?
Altınının çıkarıldığı ülke mi yokısa çıkaran ülkemi kazanır ? bu ve bunlara a benzer daha birçok soruya cevap vermediği daha doğrusu veremediği için konuya söylemlerini istediği şekilde söyleyen kişiye mi soruyorsunuz ?
Sevgiyle kalın
Bir kaç cümle alıntıladım. Ensar. Size ait ilginç sözler
"...bunlardan ramattan altın elde edenlerin yani siyanür kullanan üretici sayısı onu bulmaz,..."
Yani bu durumda kentin ortasında, karşı çıktığınız siyanür kullanımı zararsız oluyor. Bunu mu anlamalıyız?
"Yurtdışından külçeyi alırsınız, eritir ,döver..."
Bu altın yurt dışına gökten mi iniyor. Ordan alıyoruz. Orada siyanür kullanılması "bizden değil farketmez" biçiminde mi algılanıyor tarafınızdan?
"Ama işin kötüsü siz aynı ilahlaştırdığınız politikacılar gibi ."
Tabi bu cümleye karşı soruma neden cevap veremediğiniz de altınla ilgili değil ama, merak da ediyorum.
Söyleminiz yazım hatalarından nemalanmaya çalışacak kadar tıkanmış olabilir mi? Genellikle sonradan farkettiğim yazım hatalarımı değiştiririm. Baktım buna kadar düşmüş söyleminiz o yüzden düzeltmedim.
"Floro doro karbonunun açilimi ne ki acep?"
Tabi bu arada "açılımı" yazmalıydınız.
Kıssadan hisse çıkarayım, acaba siz bu tartışmada bir şey anladığınız için mi yazıyorsunuz. Yoksa siyaseten bizden değil, milliyetçi bile değil, her yazdığına karşıyım biçiminde mi tarzınız.
"Altınının çıkarıldığı ülke mi yokısa çıkaran ülkemi kazanır"
Kelimeyi yazım hatalarınızla eğleneyim diye koyulaştırdım. Malum merakınız var.
Her ikisi aynı ülke oluyorsa ne oluyor? Siz pek anlamıyorsunuz ekonomiden, madencilikten. Altının ne anlama geldiğine dair bir fikre sahip olmanızı ne kadar isterdim.
Bir kaç kere, bu baktığınız ekrana ödediğiniz para..." diye cümleler kurdum bu yüzden.
Webgezer,
Bence endüstriyel üretim bile zorunlu değil. Bütün bu yaşantımızın bedeli çevreyi kirletmek. Burada sadece siyanür konusunda kalınması geri kalan tehlikelere duyarsızlık bütünüyle politik bir tavır. İçeriği çok da bilmemekten kaynaklanıyor. Bütün madenlerin çıkarılmasının bedeli çevreyi kirletmek. Ama bu biçimdeki yaşam tarzının bedeli bu. Bütünyle madenclikten uzaklaşmak gerekiyor.
Tabi bir yol daha bulunabilir. Çevreye etkisini en aza indirildiği bir endüstriyel üretim. Kim bunu yapar peki?
Dünya ekonomisini üçte biri ABD ülkesinde karbondisoksit salınımını kontrol etmeyi reddediyor.
Ne zamana kadar altın çıkarmalı, ne zamana kadar petrol çıkarmaya devam etmeli. Ne zamana kadar karbondioksit salınımı artmaya devam etmeli....
Ne zamana kadar gereksiz miktarda enerji harcamaya devam etmeliyiz.
Malesef uygarlıklar da bakteriler gibi kendini yokediyor.
Tarihe bakarsanız bunun defalarca olduğunu görebilirsiniz. Trajik olanı endüstriyel uygarlığının vahim bir yokoluşa gidiyor olması.
Bundan trajik olanı hem bu uygarlığın nimetlerinden yararlanıp hem uygarlığın temeline göstermelik bir karşı çıkış.
Bir günde kentlerimizde gezen arabaların yaktığı benzin bile çok daha ciddi bir çevre sorunuyken, bu çok da politik içerik taşımadığı için kimi siyasetlerce ilgilenmeye değer bulunmuyor.
Varolandan kaçmamıza imkan yok. Sistem altın üzerine kurulu. İsteyen iktidara geldiğinde elindeki rezervleri satar . Sonucunu daha kararı açıklarken görür.
Yunanistan'ın iflası hafif kalır.
Japonya neredeyse bütün hammaddesini dışarıdan alır. Nedeni basit çünkü ellerinde yok. Burada olanın çıkarılmasına karşı çıkanların sistemi neden sorgulamadığını anlaması zor .
Endüstriyel üretimin çevre kirliliğine engel olmak kuramsal olarak mümkün. Altını elinde tutanlar buna razı olmadığı sürece, karşı çıkışlar sonuçsuz çabalar.
Kimi göstermelik değişikilikler yapılır sonra karların maksimilazsoyuna bakılır.
Bu arada küresel iklim değişikliği endişeden gerçeğe dönerse, zaten topyekün bir çözüm olacak.
Odun ateşinin karşısında bütün odaları ısıtmamıza gerke yoktu aslında diyenler kalabilir belki.
Ne eylemler oldu ne gösteriler, yürüyüşler, itirazlar. Siyanürlü altına hayır mitingleri. Ortada olmayan bir durum için. Şimdi ortada o durum var. Hayretler içinde kimsenin tek kelime etmediğini gösteri yapmadığını görmek anlaması zor bir durum.
Haydi diyorum göstericilerin niyeti ortaya çıktı da, köylüler neden ses çıkarmıyor. Meğer hepsi zaten madende işçiymiş.
İnsanlar zehirleniyor apaçık biçime, çevre platformlarının sessizliği ibret verici.
Madende olumlu bir gelişme olduğuna dair hiç bir veri yok. Haberlere bile çıkmıyor. Sİiyanürlü altına hayır diye sokaklara dökülenlerin ilgisini çekmiyor durum. Yeraltı sularına sızacak diye mitingler yapılıyordu. İşte sızdı. Hastalananlar oldu. Akıbetleri bile belli değil. Göremiyorum miting gösteri yürüyüş yapanları, iki yüzlülük olarak görüyorum bunları. Felaketse işte oldu, nerede itiraz edenler, çok acıklı bir durum.
Besbeli ki itiraz edenleri niyetleri başkaymış.
ayazkentli
07-07-2011, 18:19
Bence bu sessizliğin tek nedeni, bana göre umutsuzluk'tur mehmet bey.
Ben bu olaya ikiyüzlülük yerine, umutsuzluk demeyi tercih ediyorum. Bence olay, çevre adına koşturan insanların umudunun yok olmasında gizli.
Hükümet hiç bir pretostoyu umursamıyor. Mahkemelerin, madenler ve santrallar aleyhine verdiği kararların hiç birini uygulamıyor.
Seçimden önce Ankara'ya ulaşan -Anadoluyu vermeyeceğiz- aktivistleri, Ankara içine dahi sokulmadı. Üstüne birde dayak yemedikleri kaldı (aslında, biraz dayak yediler'de diyebiliriz).
Ve, bu hükümet seçimde %49 oy ile yine iktidar oldu. Bu durumda, sesi çıkacak olan çevre yanlısı insanların son umut kırıntısı'da, seçim ile birlikte yok oldu gitti.
(Madenlerde, santrallarda mutlaka o yörelerde'ki köylerde yaşayan bazı insanların çalıştığı bir gerçek. Maden ve santral bölgelerinde'ki köylerde yaşayan herkes çevreci, herkes aktivist değil'ki).
Bir şeye karşı çıkılrken bunlar önceden bilinir. Hükümet aman da ne iyi ettiniz buyrun hoşgeldiniz diyecek halde değildi sanırım. Her hükümet gibi bir konuda duyarlığı olan insanları n protestolarına baskı uyguladı. Bunda şaşılacak bir durum yok. Eğer buysa umutsuzluk yaratan hiç başlamamaları gerekir.
Zamanında Ovacık altın madni için Ankara'da yürüyenlerin çöken havuz konusunda oldukları yerde bile sees çıkarmamış olmalarını bne başka türlü değerlendiremiyorum.
Bir sistemin bir yapılanmasına bir uygulamasına karşı çıılyor. Sistem aman ne iyi ben bunu hemen değiştireyim diyecek değil. Zaten mücadele de buna deniyor . Sonuç elde edene kadar devam etmek.
Anadoluyu vermeyeceğiz. Evet Şehre giremediler. Girselerdi başarı mı elde edilmiş olacaktı. Bu yol işe yaramıyormuş bu ortaya çıktı demek uygulanan yol yanlış.
Daha önce itiraz edilen konularda işleyişin değiştirilmesi için bir çaba mı olmuş kurumalara yetkililere, birilerine öneriler raporlar mı sunulmuş görülüşmeye mi çalışılmış, hiç biri işe yaramamış mı tek yol seçim paniği halindeki Ankara'ya gitmek mi kalmış. Bir ben mi farkedebildim tam da seçim üzeri işe yaramayacak bir eylem demeyi.
Bana İran atasözünü hatırlatıyor büyük taşı tutan atmak istemeyen.
İyi niyetli olmak bir şeyleri korumaya çalışmak yeterli değil sadece başlangıç. Bir de akılcı birr program yapmak sürekli olarak günün gerçeklerine göre revize etmek gerekiyor.
mavikartal5
10-07-2011, 14:46
yine alevlenecek bir konuya geldik.
gaziemir'de altın madeni faaliyetlerine başladı...
karşıyaka sancaklı köyü girişinde batı yöndeki dağda da altın arama faaliyetleri başladı.
güzelim marmara ve ege, sanırım arkasından akdeniz gelir, eski volkanik patlamaları yaşamış yerlermiş ve buralarda bol miktarda madenlerin olduğunu geçenlerde bir belgeselde duydum.
sanırım sancaklı köyü girişinden sonra, doğançay, yamanlar ve karagöl civarındaki tüm dağlara girip çıkacaklar. birileri...
altın arama düşüncesiyle çevreyi de kirletecekler.
...
saygılar
Bir şeye karşı çıkılrken bunlar önceden bilinir. Hükümet aman da ne iyi ettiniz buyrun hoşgeldiniz diyecek halde değildi sanırım. Her hükümet gibi bir konuda duyarlığı olan insanları n protestolarına baskı uyguladı. Bunda şaşılacak bir durum yok. Eğer buysa umutsuzluk yaratan hiç başlamamaları gerekir.
Zamanında Ovacık altın madni için Ankara'da yürüyenlerin çöken havuz konusunda oldukları yerde bile sees çıkarmamış olmalarını bne başka türlü değerlendiremiyorum.
Bir sistemin bir yapılanmasına bir uygulamasına karşı çıılyor. Sistem aman ne iyi ben bunu hemen değiştireyim diyecek değil. Zaten mücadele de buna deniyor . Sonuç elde edene kadar devam etmek.
Anadoluyu vermeyeceğiz. Evet Şehre giremediler. Girselerdi başarı mı elde edilmiş olacaktı. Bu yol işe yaramıyormuş bu ortaya çıktı demek uygulanan yol yanlış.
Daha önce itiraz edilen konularda işleyişin değiştirilmesi için bir çaba mı olmuş kurumalara yetkililere, birilerine öneriler raporlar mı sunulmuş görülüşmeye mi çalışılmış, hiç biri işe yaramamış mı tek yol seçim paniği halindeki Ankara'ya gitmek mi kalmış. Bir ben mi farkedebildim tam da seçim üzeri işe yaramayacak bir eylem demeyi.
Bana İran atasözünü hatırlatıyor büyük taşı tutan atmak istemeyen.
İyi niyetli olmak bir şeyleri korumaya çalışmak yeterli değil sadece başlangıç. Bir de akılcı birr program yapmak sürekli olarak günün gerçeklerine göre revize etmek gerekiyor.
Memet arkadaşım,konuyu ne kadar araştırıyorsun bilmiyorum, yıllar önce Bergamalılar, nisan 1999 da Kütahya'ya eruogold tesislerini protesto edip oradaki halkı bilgilendirmek istediler ama halkın büyük çoğunluğunun o işletmelerde çalıştıkları için çok ilgisiz kaldılar, bu olaylar olduktan sonra onların
''bizi uyaran Bergamalıları kovmuştuk, şimdi ne kadar haklı olduklarını anladık'' sözleri medyada yankılandı.
Ne yapmamızı istiyorsun, hukuk mücadelemize yılmadan, medeni şekilde devam ediyoruz.
BERGAMA'DAN KÜTAHYA'YA SİYANÜR MACERAMIZ
Köylüler Eti Maden A.Ş'nin kapısına dayanmış. İsyandalar... İsyandalar çünkü şirkete ait 25 milyon tonluk siyanürlü atık havuzu köylülerin evlerine, tarlalarına tüm pisliğini boşaltmak üzere. İşletmenin atık havuzlarından ikisi çöktü, geriye bir tane kaldı. O sette de sızıntılar olduğu söyleniyor, içme sularına bile siyanür karıştığından bahsediliyor. Siyanürlü atık su, son barajı da yıkar veya yağmurlar sonucu taşarsa vay halimize! Köylüler madenci şirketin kapısına dayandı çünkü hayatları pamuk ipliğine bağlı.
Çevre Mühendisleri Odası başta Köprüören, Kızılcakaya, Yoncalı ve Örenköy olmak üzere dört köyün boşaltılmasını, barajın çökmesiyle boşalacak suların Eskişehir'e ulaşması ihtimali nedeniyle de geniş bir bölgede önlem alınması gerektiğini söylüyor. Benim aklıma gelen ilk çözüm ise biraz farklı. Çevre Bakanı'nın bölgeye gidip atık barajından bardak bardak su içmesi gerektiğini düşünüyorum. Böyle gördük ne de olsa. Cahit Aral radyasyonlu çayla meşhur olmuş, Bedrettin Dalan Haliç'in suyunu gözlerinin rengi kadar mavi yapmış sonra da lıkır lıkır içmişti. Siyanürlü su da hoş olur, romatizmaya iyi gelir...
Kütahya'yı anlamak için Bergama'yı bilmek gerek. Türkiye'de yıllardır örgütlü ve örgütsüz bir grup insan, siyanür kullanılarak yapılan madenciliğin tehlikelerine karşı çıkıyor, hukuki ve demokratik bir mücadele sürdürüyor. Kütahya'da köylüler iş derdi nedeniyle bugüne kadar pek seslerini çıkarmamıştı ancak Bergama'yı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) dahil duymayan kalmadı. Devlet, AİHM tarafından köylülere tazminat ödemeye mahkûm edildi ancak hatasından dönmedi. Süreç, tam da kapitalizmin öğrettiği çizgide ilerledi. “Kirleten öder” ilkesi tıkır tıkır işledi. Şirketin cezası devlete yani biz vergi mükelleflerine kesildi. Ne güzel işmiş patron olmak! Çevreyi kirletirim, cezamı da devletime ödetirim. Slogan gibi oldu, hey maşallah!
Bergama'da kazanılmış hukuk mücadelesi 1998 yılında Ovacık'taki madeni kapattırdı. TÜBİTAK daha sonra yeni bir rapor hazırladı, bakanlar ve başbakanlar devreye girdi. Devletin hukuksuz bulduğu, İzmir İdari Mahkemesi'nin, “...insan yaşamını etkileyeceği kesin olan siyanür liç yöntemi ile altın madeni işletilmesine izin verilmesi yolundaki dava konusu işlemde kamu yararına uygunluk bulunmamaktadır” yönündeki kararı birkaç yıl sonra aynı devlet tarafından görmezden gelindi. 2001 Nisan ayında maden yeniden işletilmeye başlandı. Hukuk mücadelesini sürdürenler yılmadı. 2 Nisan 2002'de madenin kapısına yine mühür vuruldu ancak 3 Nisan günü bu defa da Bakanlar Kurulu madenin çalışması için prensip kararı aldı. Bu arada yabancı şirket gitti yerlisi geldi; imaj tazelendi. Köylülerin bazıları işe alındı, madende çalışanlar ile çalışmayanlar birbirine düşman oldu. Madene karşı çıkanlar tüm ülkede ‘vatan haini’ ilan edildi. Mücadele zayıfladı, dedikodulara kulak asanlar köşelerine çekildi. Mücadele bitmedi hâlâ sürüyor ama ‘hukuk’ bir kere ‘guguk’ oldu mu işler zorlaşıyor. Bugün Kütahya'da siyanür tehlikesi varsa, bu biraz da Kütahyalının, İstanbullunun Bergama'ya yeterli desteği verememesinden, insanlarının altına olan düşkünlüğündendir. Kolumuza taktığımız bilezik Bergama'daki köyünün hayatından daha mı önemli? Sözüm meclisten dışarı.
Tüm bunlar olurken çevreci ve hukukçular çeşitli saldırılara maruz kaldı. Hem fiziksel hem de politik saldırılar. Seslerini duyurmak için kentlerimize pijamalarıyla inip tehlikeye işaret eden bu köylülere çoğu zaman magazin malzemesi olarak bakıldı. Toprağı biz kentlilerden bin kat daha iyi tanıyan, değerini bilen bu insanların uyarılarını dinlenmedi. Bazıları ‘vatan hainliği’ saçmalığına inandı. Komplo teorisi düşkünleri bu söylentileri yazdı, çizdi. Bunu kampanyalaştırdılar ve altın madeninin hukukun önüne geçmesinin yolunu açtılar. Milliyetçiler dillerinden düşürmez, “bir karış bile toprak verilmez” derler ya... Sözüm toprak sevdalıları, artık rahat olunuz, telaş etmenize hiç gerek yok. Siyanür toprağa bulanırsa ne alan olur ne de ona yan bakan. Ülkemizde ‘vatan hainleri’nin kahraman olmasına da alıştık artık. Nâzımlar, Denizler ve daha niceleri...
Demem odur ki, patronları madenci, yazarları kalemşör olan medya Bergama'yı görmezden gelmese, bugün YGS'de gösterdiği tavrı altıncılara karşı göstermiş olsa Kütahya bunları yaşamayacaktı. Tedbirler adam gibi alınır, 2009'da 10 bini geçen maden arama ve işletme ruhsatlarının sayısı belki çok daha az olurdu. Kapitalizm vahşidir ama onu kırbaçlarsanız daha da vahşileşir. Tek derdi kâr olan şirketlere verilen politik destekler onları kırbaçlamaya benzer.
Özgür Gürbüz
ozzgurbuz@gmail.com
Fatoş bu yazı sizin mi altında imza olan özgür Gürbüz'ün mü? Bu kişi kim?
Bu işellle öyle kalemşör halledilmiyor. Madendeki vahim durumu da ya da duruma karşı birşey yapılmıyor olmasını da açıklamıyor. Aman ne ilginç gidilmiş köylüler madende çalışıyormuş . İyi geri dönsünler. Bergma madeni için yapıln gösterileri neden yapmamışlar dönüncede onu açıkalsınlar. Anakara'lar yürümeler gösteriler gösteriler. Açıkçası hiç de inandırıcı gelmiyor artık bana bu tavırlar.
Yoksa bir şey yaptılar da buhar mı oluyor. Buhar oluyorsa önceki gösteriler nasıl görünür oluyordu?
Altın madenciliğinde siyanürün tek teknik olduğunu baştan başlayıp mı yazayım bu kadar mücadele sırasında bunu bile öğrenememişler mi bu"protestocular" daha doğrusu neye karşılar acaba?
Memet arkadaşım, peki siz söyleyin , ne yapsınlar, medeni şekilde direniyorlar. ülkemizin doğasını koruma uğrunda tartaklanıyorlar tehdit ediliyorlar, anlamsız şekilde işlerinden oluyorlar ya da tayinleri çıkıyor, düzenleri bozuluyor, mahkemelere veriliyorlar hatta tuhaf şekilde ölüyorlar. Bu insanlar sadece ve sadece ülkemizin ve dünyamızın faunasını korumak uğruna yapıyor. Maddi ve manevi olarak feragat ediyorlar. Buna da yürek ister.
Siz hiç Kıbrıs'a Lefke'ye bir zamanlar altın madeni olan yere gittiniz mi? Ben gittim. Şimdi oraları nasıl bir incelediniz mi? Siz gezmeyi seven bireysiniz, aslında çok ta uzak değil gidip bir görün. Sonra da ne hale geldiğini överek anlatın:)
Perşembe, 30 Temmuz 2009 10:36 Çevre ve Orman Bakanlığı'nın mahkeme kararlarını hiçe sayarak Bergama-Ovacık Altın Madeni‘nde faaliyetlerin devam etmesine izin vermesi nedeniyle Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası ve Metalurji Mühendisleri Odası 29 Temmuz 2009 tarihinde ortak bir açıklama yaptılar.
Koza Altın İşletmeleri‘nin Ayrıcalığına Son Verilmelidir!
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘ne bağlı aşağıda imzası olan meslek odaları olarak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nı kuruluş amacına uygun davranmaya çağırıyoruz. Kozak Yaylası ve yörede geri dönüşü olmayacak yıkıma yol açacak maden ocaklarına izin vermeyiniz.
Bergama-Ovacık Altın Madeni‘nin faaliyetlerini hukuka aykırı bulan onlarca mahkeme kararına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Anayasa Mahkemesi‘nin Maden Kanunu ile ilgili iptal kararına ve en son Danıştay‘ın Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği hakkında verdiği Yürütmeyi Durdurma kararlarına rağmen, Çevre ve Orman Bakanlığı mevcut yasaları ve her düzeydeki yargı kararını yok sayarak başta Koza Altın İşletmeleri A.Ş. olmak üzere madencilik faaliyeti yürüten şirketlerin isteklerini yasalardan ve yargı kararlarından üstün tutmaya devam etmektedir.
Bergama ve Dikili yöresi, bölgesel ölçekte maden sahasına dönüştürülmeye başlanmıştır.
"Bergama-Kozak Köyü - Gelintepe mevkiinde", Bergama-Yerlitahtacı Köyü‘nde" ve "Dikili-İlçesi, Çağlan Köyü- Uyuzyaka mevkiinde" "Altın Madeni Açık Ocak" işletmeciliği için Koza Altın İşletmeciliği A.Ş. tarafından 2006 yılında ÇED başvuruları yapılmıştır. Söz konusu maden ocaklarının ÇED süreçleri kapsamında yapılan halkın katılımı toplantısında, yöre halkından hiç kimse madenin açılması doğrultusunda görüş bildirmemiştir. Ocaklarda çıkartılacak cevherin işletileceği Bergama-Ovacık Altın Madeni işletmesinin kapasitesinin dolmuş olması ve kapasitesinin artırılmamış olması nedeniyle ÇED süreci durdurulmuştur. Fakat üç yıl sonra, her üç ocak için de yeniden başvuru yapılmış ve 29 Temmuz 2009 Çarşamba günü Çevre ve Orman Bakanlığında 1. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu Toplantısı yapılacaktır. Yine Kozak Yaylasında bulunan Bergama Kaplan Köyü ve Dikili- Çukuralan Köyü sınırları içinde bulunan yine Koza A.Ş.ye ruhsatlı Altın Madeni Ocağı için 6 Ağustos 2009 tarihinde 1.İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu toplantısı yapılacaktır. Yani Kozak Yaylasının delik deşik edilmesi için izin sürecinin son aşamasına gelinmiştir. Çağlan, Yukarıbey, Yerlitahtacı ve Çukuralan Köyü sınırları içinde bulunan 4 ayrı maden ocağının içinde bulunduğu, KOZA A.Ş.ye verilen ruhsat sahaların büyüklüğü yüz km2‘yi aşmaktadır.
ÇED sürecinin başlatıldığı tarihte yürürlükte olan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliğinin(RG tarih ve sayısı:16.12.2003-25318) 10. Maddesine göre; " Proje sahibi özel formatın veriliş tarihinden itibaren bir yıl içinde Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporunu Bakanlığa sunmakla yükümlüdür. Bu süre içinde Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu sunulmaz veya gerekçesi belirtilerek ek süre isteminde bulunulmaz ise başvuru geçersiz sayılır. Proje sahibinin süre uzatım talebi Bakanlıkça uygun bulunması halinde altı ayı geçmemek üzere bir defaya mahsus ek süre verilir." ÇED Yönetmeliği‘nin bu açık hükmüne, 2008 yılında ÇED Yönetmeliği‘nde değişiklik yapılmasına rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı, eski başvuruları kabul ederek ve yeniden halkın görüşüne başvurmayarak yangından mal kaçırırcasına ÇED sürecini işletmektedir.
Altın şirketlerine hukuki açıdan yol göstericilik yapmak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın görevi değildir.
Koza Altın İşletmeleri A.Ş. her defasında Çevre ve Orman Bakanlığı‘na başvurarak verilen yargı kararları ile yasalar ve yönetmelikler karşısında faaliyetine nasıl devam etmesi gerektiğini sormaktadır. Asıl ilginç olan ise Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın her defasında söz konusu şirkete hukuki yol göstericilik yaparak; izlemesi gereken yol ve yöntemleri bildirmesidir. Bu şekilde Koza Altın İşletmeleri‘nin Çevre ve Orman Bakanlığı‘na yaptığı ÇED başvuruları, Bakanlık tarafından çevresel etki değerlendirme sürecinin en başından usulen ve bir takım şekli formalitelerden ibaret olarak ele alınmaktadır.
Koza Altın İşletmeleri A.Ş.ye yargı kararları ve yasalar karşısında tanınan ayrıcalıklar, kamuoyu tarafından çok iyi bilinmekte ve gelişmeler, ülkemizin doğal varlıklarının geleceği açısından kaygıyla izlenmektedir. Gelinen aşamada Koza Altın İşletmeleri A.Ş. kamuoyundan yükselen bu haklı tepkiyi susturmak için açılan davaların davacılarına, avukatlarına ve yaşanan hukuk tanımazlığı dile getiren gazetecilere karşı yüklü tazminat davaları açmaktan ve sahibi olduğu medya organları aracılığı karalama kampanyaları yürütmekten başka çare bulamamaktadır.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘ne bağlı aşağıda imzası olan meslek odaları olarak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nı kuruluş amacına uygun davranmaya çağırıyoruz. Kozak Yaylası ve yörede geri dönüşü olmayacak yıkıma yol açacak maden ocaklarına izin vermeyiniz.
Çevre ve Orman Bakanlığı asli görevini yerine getirmelidir!
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası
TMMOB Kimya Mühendisleri Odası
TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası
-------------------------------------
Memet arkadaşım, yukarıdakiler senin dediğin gibi kalemşörler değil:)))
ayazkentli
22-08-2011, 13:07
242116
KAZ DAĞLARININ ÖLÜM FERMANI İMZALANDI.
Türkiye’nin cennet köşelerinden biri olan oksijen deposu Kaz dağlarında, altın madeni işletmek için 16 firma ruhsat aldı. Yerli ve yabancı firmalar, 400 bin ton siyanür kullanarak 34 noktada altın arayacak.
CHP bu konuda bir Meclis Araştırma önergesi verdi. Önergede, ‘’Kaz dağları ciddi tehdit altındadır’’ denildi. CHP Çanakkale Milletvekili Serdar Soydan ve arkadaşlarının önergesinde, Kaz dağlarının bölgedeki 2 milyon insanın temiz su kaynağı olduğu da hatırlatıldı.
’Kaz dağları, gelecek kuşaklara devredilmesi gereken tarih ve mitoloji alanıdır’’ denilen önergede şu görüşlere yer verildi:
750 BİN KİŞİ OLUMSUZ ETKİLENECEK
“Dünyanın en çok korunması gereken bölgelerinden biri olan Kaz dağlarının bitki örtüsü, suyu, havası, yer altı ve yer üstü zenginlikleri ciddi tehdit altındadır.
Bölgede birçok uluslararası firma, başta altın ve gümüş olmak üzere maden arama ve işletme ruhsatı almış ve almaya devam etmektedir. Kaz dağlarında altın madeni işletmeciliğinin başlaması halinde, 2,5 milyar ton kaya ve toprak işlenecek, yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacaktır.
10 milyon adet zeytin, kiraz, şeftali, elma ağaçları ile birlikte tüm bitkisel üretim ve tarımla geçimini sağlayan 750 bin kişi olumsuz etkilenecektir.’’
Kaz Dağları bölgesinde 2007 yılında başlayan altın arama çalışmaları kapsamında bugüne dek yüzlerce sondaj yapıldı. Çanakkale bölgesinde son olarak da 16 firma 34 bölgede altın arama ve işletme ruhsatı aldı.
Ruhsatlar, Bayramiç, Çan, Lapseki, Biga, Ezine, Ayvacık ve Yenice ilçeleri sınırları içinde bulunuyor.
Basından alıntıdır (21-08-2011).
"Memet arkadaşım, peki siz söyleyin , ne yapsınlar, medeni şekilde direniyorlar."
Bu direnme konusunda açıkçası ben çok ciddi şüphelere sahibim artık. Bir firmanın bir işletmesine karşı direnç, aman ne iyi. Peki defalarca çok önceden işaret ettiğim madende göçük, bu göçük sonucu ortaya çıkan felaket. Siyanür derken köylülerde çıkan arsenik bu konuda direnmeyi unutmuşlar sanırım .Bir tek oda başkanı bu göçükle ilgili tek başına direniyor. Kimse de umursamıyor olan biteni. Ortada zaten bir kirlenme varken bir firmaya takıntılı direniş çok ciddiye alamıyorum ben.
Direnenlerin neye direndiğinden de şüpheliyim. Altın çıkarılmasına mı siyanürle çıkarılmasına mı. Bu maden çevreye zarar verdi de ona mı? Neye direniliyor?
Orman alanları tahrip ediliyor ona mı direniliyor.
Firmaya ne gibi bir ayrıcalık tanınıyor bilmiyorum. Güzel yurdumun bütün iktidarlarının yaptığı mı yapılıyor. İktidarların çıkarına uygun bir kayırma mı yapılıyor. Böyleyse dediğiniz bütün firmalara kaşı çıkılmalı. Ama burada tek firma için direniliyor bana garip gelen tavır budur.
Bakın bri cümleyle bu işlerin çok da cdiddye alınamayacak biçimde, karşı çıkalım da nasıl çıkarsak çıkalım tarzında olduğuna örnek;
"400 bin ton siyanür kullanarak 34 noktada altın arayacak."
Bu düpedüz uydurma bir cümle. Nereden hesap edilmiş 400 bin ton. Maden ararken siyanür kullanıldığı da nereden çıkmış?
Bu konuya bu kadar duyarlı olan biri neden çöken atık havuzu konusunda tek kelam etmemiş?
Basından alıntı, hangi basın bu?
Mayınlı alanlar İsrail'e kiralanacak biçimindeki malum fake sitelerin yayınlarını hatırlatıyor bana.
KAz dağlarının doğal yaşamının tala nedilemsine karşıyız biçiminde olsa karşı çıış destek olacağım diyeyim böyle bir cümleyle başlayınca söylem ben cidid bir söylem olark göremiyorum
ayazkentli
22-08-2011, 17:56
Bugün'kü gazetelerin ve haber sitelerinin hemen hepsinde bu haber var memet bey.
1-2 link ekleyelim.
http://www.posta.com.tr/turkiye/HaberDetay/Kaz_Daglari_na_olum_fermani.htm?ArticleID=84916
http://yurthaber.mynet.com/detay/canakkale-haberleri/kaz-daglarinin-olum-fermani-imzalandi/40281
Bakın ben bir haber gördüğümde önce bunu doğruluğu ne kaar diye bir bakarım.
"10 milyon adet zeytin, kiraz, şeftali, elma ağaçları ile birlikte tüm bitkisel üretim ve tarımla geçimini sağlayan 750 bin kişi olumsuz etkilenecektir.’’
Gazete haberi bu cümleyi yazarken hangi bilimsel araştırmayı veri sunmuş? Böyle bir şey yok. Bize bir "şey" sunuluyor. Sorgulamadan doğru kabul ediyoruz.
Bana dese haber doğal yaşam alanları tahrip edilecek tamam doğru diyeyim. Ama maden ararken siyanür falan kullanılmaz uydurma bu. Bu durumda yazının geri kalanını da ciddiye alamıyorum.
750 bin kişinin olumsuz etkileneceği nasıl hesaplanmış?
İki ayrı haber linkinde aynı metin bu durumda bu metin nereden servis edilmiş?
Bu arada yükselen yeni küresel kriz nedeniyle altının ne anlama geldiğini belki sorgulamak isteyenler vardır. Altın fiyatları neden bu kadar yükseliyor diye merak ederler. Bu durumun bu konuyla bir bağlantısı mı var diye sorgularlar.
ayazkentli
23-08-2011, 13:04
İki ayrı haber linkinde aynı metin bu durumda bu metin nereden servis edilmiş?
Maalesef, bu harfi harfine, kelime kelime aynı olan ve tek bir yerden servis edilen bu açıklamalara, özellikle son 6-7 yıldır bir çok hayali dava'da görüyoruz. Bu davaların ne olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Hani, yandaş medyada tek tip haberlerin çıktığı
Artık, medya bu şekilde yayın yapıyor. Tek bir yerden, tek bir metin.
Haliyle, her gazetede, tv.de ve sitede böyle oluyor. Bunun adına; F tipi yayıncılık diyoruz.
Bu sorgulanır, art niyet aranır diyorsunuz.
Elbette, bu tek tip habercilik ve medyada'ki iki yüzlülük mide bulandırıcı.
Ben, siyanürlü madencilik (bu akademisyenlerin kullandığı bir terim) ve bu konuda medyanın ne kadar ikiyüzlü davrandığını gösteren bir örnek vereyim;
Bundan yıllar önce, Bergama ovacıkta'ki altın madeni ilk önce Eurogold sonra'da Normandy şirketlerinde iken, F tipi medya'dan Zaman isimli gazetede sık sık, siyanürlü altın madenciliğinin çevre için ne kadar tehlikeli olduğuna dair haberler çıkıyordu.
Ne zaman'ki, altın madeni Koza şirketine verildi, aynı gazetede'ki bu siyanürlü madencilik eleştirileri bıçak gibi kesildi ve tam 180 derece dönüş yapılıp, çevreye hiç zararı olmadığı yönünde yazılar çıkmaya başladı.
Biz bu ikiyüzlülüğü, facebook'ta kurduğumuz gruplarda ve bir çok sitede paylaşmıştık
O nedenle, medyanın bu ikiyüzlülüğünü ve medyaya yapılan tek tip haber servisini elbette'ki sorgulayacağız, devamlı sorguluyoruz'da.
ayazkentli
23-08-2011, 13:23
Bana dese haber doğal yaşam alanları tahrip edilecek tamam doğru diyeyim. Ama maden ararken siyanür falan kullanılmaz uydurma bu. Bu durumda yazının geri kalanını da ciddiye alamıyorum.
İlahi memet bey.
Bir bölgede maden şirketi olacak'ta, orada doğaya zarar vermeyecek. Dünya'da, bunun aksi bir örneği varmı'dır acaba?
Sadece altın madenlerinden bahsetmiyorum. Tüm maden arayan şirketlerden bahsediyorum.
"Siyanürlü altın arama ya'da siyanürle altın çıkarma" cümlelerini Prof ya'da Doç. olan akademisyenlerden'de sık sık duyuyoruz. Bu hatayı sadece medya ya'da vatandaş yapmıyor. Konunun uzmanı olan kişilerde, bu kestirme cümleyi kullanıyorlar. Bir çoğumuz bunu yapıyoruz.
Yalnış ama -hangi konudan bahsediliği- bilindiği için, akademisyenlerden vatandaşa kadar herkes böyle kullanıyor.
ayazkentli
23-08-2011, 14:01
Bu haberi paylaşmamda'ki öncelik, maden şirketlerine izin verilmiş olmasıdır. Ana konu budur. Siyanür hiç kullanılmasa bile (tesiste ayrıştırma esnasında), önemli olan ağaçların yok edilmesi, doğanın alt üst edilmesidir. Siyanüre takılıp kalmayın.
Biliyorsunuz, biz geçen yıl Kozakta'ki maden arama sahasından fotoğraflar çekip, paylaşmıştık. Aradan 1 yıl geçti ve şu anda'ki durum, kesilen ağaçlık alanın en az 4 misline ulaştığını bizzat, madende çalışan çok yakın 3 arkadaşım söylüyor. Gidip görme şansımız olmadığı için, doğru varsayıyorum.
Hadi diyelim'ki, biraz abartmış olsunlar ve 4 misli değil'de, 2 misli olsun. Ne farkeder'ki?
Zaten o bölgenin tüm ağaçları, eninde sonunda yok edilecek. Aynı olay, bundan sonra Kaz dağlarında olacak ve daha siyanür kullanılmaya başlamadan önce, Kaz dağlarının'da ağaçları yok edilecek. Önemli olan budur.
Her ne kadar konu başlığımız, altın-gümüş ve siyanür olsa'da, temel konu madencilik ve çevreye tehlikeleri olduğu için, siyanüre takılı kalmayalım.
Çevre için esas tehdit, siyanürden önce gelecek çünkü.
Biz bu ikiyüzlülüğü, facebook'ta kurduğumuz gruplarda ve bir çok sitede paylaşmıştık"
Ben de tam olarak bunu diyorum. Bir maden üzerinden kıyamet kopuyor. Çevreye zarar verdiğine dair elimizde veri yok. Bir başka maden var açıkça havuzu çökmüş, köylülerin içme suyunda arsenik var( Madenle ilgili mi değil mi bilmiyoruz, açıklanmadığı için) bu madene ilgi gösteri yapan itiraz eden tepki veren miting yapan pijamayla dolaşan yarı çıplak yollara koyulanlar yok.
İtirazlar ise sadece altın madenciliği üzerine.
Gazeteler medya falan bunlar beni ilgilendirmiyor hepsi bir çıkar grubunun yayın organı sonuçta.
"çevrecilerden" doğa tahrip olduğu için madenciliğe karşıyız diye bir tepki mi var. Bu durumda bütün madenlerin çıkarımına mı karşılar. Bu ilginç, varolan yaşamı nasıl devam yapılabileceğıne dair bir savları mı var?
Ben siyanüre takılı değilim. Konuyu sadece bu açıyla kısıtlayanlara inanmadığımı söylüyorum.
Açıkçası bu kanıyı da da katıldığım bir çevreci grubun toplantısında konuşulanları gördükten sonra edindim.
ayazkentli
12-12-2012, 17:34
Evrensel Gazetesi - ?Gazetecileri tehdit ettim? (http://evrensel.net/news.php?id=43385#ullah)
BİR FEDAİNİN İTİRAFLARI - 1
‘Gazetecileri tehdit ettim’
Bergama yakınlarındaki Ovacık Altın Madeni 1986 yılından beri hem yörede hem ülke kamuoyunda tartışılan bir maden. Uluslararası sermayenin ortaklığı ile Eurogold adıyla Çamköy, Ovacık, Narlıca köyleri ortasında yapılmak istenen siyanürle altın işletmeciliği, yöre halkının büyük direnişi sonrası uzun yıllar faaliyete geçemedi. Amerikan altın tekeli Newmont- Normandy 2004 yılında esas işi davetiyecilik olan İpek Grubuna madenin yüzde 39'unu sattı. Koza Altın bu satışı sanki madenin tamamını almış gibi “yüzde 100 yüz Türk altın şirketi” reklamı ile halka duyurdu. Dünyanın en büyük altın tekellerinden Newmont'un bu hamlesi iktidara yakınlığı ile bilinen Koza grubunun siyasi gücünün ve yerli bir şirket görüntüsünün halkın tepkisini gidereceği hesabı olarak yorumlandı.
BERGAMA ‘SİYANÜR ÜSSÜNE’ ÇEVRİLDİ
Aradan geçen zaman içerisinde, Koza Altın şirketi Ovacık'taki madenin tamamına sahip olurken ülkenin birçok yerinde altın madenleri işletmeye başladı. Bergama'daki tesisi de cevher bitmiş olmasına rağmen, yakın yerlerdeki cevherin taşınarak siyanürle altının ayrıştırılma işleminin yapıldığı bir “siyanür üssü”ne çevirdi. Bu nedenle ikinci bir atık havuzu yapıldı. Havran’dan, Kozak Yaylası’ndan cevherler kamyonlarla Bergama’ya taşındı. Madenin şu an Genel Müdür Yardımcısı koltuğunda oturan Hayrettin Öğüt, Eurogold zamanından günümüze madenin hep üst düzey yöneticilerinden birisi oldu. Yaptıkları, sözleri, eylemleri hep tartışılan, dava konusu olan Öğüt, şu anda Koza Altın Şirketi Genel Müdür Yardımcısı koltuğunda oturuyor. 2008 yılından bu yana, 4 yıl 3 ay Hayri Öğüt'ün korumalığını ve kendi deyimiyle fedailiğini yapan Bergamalı Ersan Var, işinden ayrıldıktan sonra Öğüt ve madenle ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu. Ersan Var, Öğüt'ün talimatı ile kimlere baskı ve şiddet uyguladığının yanı sıra, çalıştığı süre boyunca madende tanık olduğu usulsüzlükleri gazetemize anlattı.
İLK İŞ: PANEL BASKINI DAVASI.
Bergama'nın köklü bir ailesinden geldiğini söyleyen Ersan Var, eski Belediye Başkanlarından Raşit Ürper zamanında otoparkçılık yaparken o zamanlar madenin halkla ilişkiler müdürü Hayrettin Öğüt'ten iş teklifi almış. Otoparkçılık yaparken 2 bin lira aylık geliri olduğunu belirten Var, altın madeninde güvenlik ve şoför olarak işe başlamış. Var işe girdiği ilk gün 2006 yılında Dikili Festivali kapsamında gerçekleştirilen “Siyanürlü Altın ve Çevre paneli”ne maden çalışanları tarafından yapılan baskın ve sonrasında yaşanan olaylarla ilgili açılan davaya gitmiş. “İşe girmek için 15 kişi ile mülakatta iken Hayri Öğüt beni çağırdı, ‘Ersan kalk’ diye. Daha sınava bile girmemişken ilk gün 50-60 kişi Osman Özgüven'in mahkemesine gittik. Panelde saldırı ile ilgili bir davaydı. O panel olayı nedeniyle bazı polis memurlarını bile başka yerlere dağıttırdılar. Taraf tuttular diye".
--------------------------------------------------------------------------------
‘GAZETECİNIN ÖNÜNÜ KESTİM’
YEREL gazetelerle her gün pazarlıklar yapılıyor. ‘Benim haberimi, adımı çıkarırsan üç bin tane gazete alırım’ gibi. Gazetelerin dağıtımı da bize ait. Ben dağıttım elimle birçok kez. Bergamalı gazeteci Ahmet Üneroğlu’nun önünü kestim. Konuşmalarından ve köşe yazılarından dolayı rahatsız oldu Hayri bey. Bununla ilgili bana talimat verdi. Gece 12 civarında vardiyam bitti. Denk geldi tesadüf. Şoföre sen yürü belli olmasın dedim. Ahmet abi altına işedi. Sabah Hayri beyi aradı telefonla. Hayri beyin ‘ben o eşek herife sorarım. Gerekli şeyleri yaparım’ dediğinde ben yanındaydım. Bununla ilgili üzüntülerim anlatmakla bitmez. Ben bu işleri yaptım.
Aldığım para 950 lira. Bana verilen vaatleri anlatsam dillere destan. Ayrıca AİHM'e dava açan üç köylünün davalarını geri aldırttım.
--------------------------------------------------------------------------------
‘ESKİ MÜDÜRÜ YUMURTA YAĞMURUNA TUTTUM’
VAR, bir mahkeme çıkışında Hayri Öğüt'ün talimatı ile madenin eski kamu ilişkileri müdürü Hasan Gökvardar'ın arabasını ve evini yumurta yağmuruna tutmuş. “Bir gün mahkemeye çıktık. Bana talimat verildi Hayri Öğüt tarafından ‘Bu adam canımı çok sıkıyor’ diye. Ben bu adamın arabasını yazlığının önünde yumurta yağmuruna tuttum. Belki 50 tane, evine, yazlığına falan yumurta attım”. Hasan Gökvardar, 10 yıl madende kamu işleri müdürlüğü yaptıktan sonra işten çıkarılmış, bunun üzerine madende dönen dolapları ve yapılan usulsüzlükleri basına anlatarak, maden karşıtlarının safına geçmişti.
--------------------------------------------------------------------------------
‘MEMURLARA HEDİYELER GÖTÜRDÜM’
Madeni denetlemeye gelen devlet memurları (Özel İdare, DSİ, Üniversite, Çevre İl Müdürlüğü, emniyet vb)'nın hepsini ben şirketin özel arabasıyla İzmir’den odalarından alıyordum. Sabah, öğle, akşam yemekleri yediriliyor. Denetleme yapılıyormuş gibi numuneler hazırlanıp ellerine veriliyor. İşyerlerine, evlerine kadar dağıtılıyorlar. Ben bundan utanç duyuyorum. Ramazanda, yılbaşlarında bunların odalarına ben kendim çikolata dağıtıyorum. Bunların bir ramazan paketi alınca gözlerinin parladığını hissediyorum ben. Ben bunları görev olarak yapıyordum.
Bakırı (http://www.kbi.gov.tr/tarihce.htm) konsantre olarak borularla Hopa ' ya pompalayıp, gemilerle yabancı ülkelere ihraç edelim. İçinde altın ve gümüş bulunan ham çamuru, işlemeden hemde.
Yabancılar işlesin ve bize altını 1 'e 10 geri satsın, böylesi daha iyi.
Münakaşa etmemiş oluruz, tartışmayı bitiririz.
İçinde ''HES (http://www.kbi.gov.tr/faaliyet_alani.htm)'' de barındıran bir işletme çevreye zarar verirken biz ne yaptık;
,,, atlara kükürt faydalı vs.....,
...Fabrika halka senede bir milyon lira tazminat vermekten kurtulacak (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/11/1135/13325.pdf).... demişiz.
Verimlilik oranı dünya ortalamasının oldukça altında olan bir maden yatağını, gene dünya standartlarının 3 misli çalışanı ile işletip maaş/para ödeyerek....
...Murgul çayını zehirlesek....,
...Çoruh nehri mi?, o da nerden çıktı bu çayın önüne, geri çekilsin desek...
VE;
Hiç bir şey yapmasak ne olur, yapmışmıydık yoksa ki..?.
Neden yapmadık;
Orada yaşayan kişilere daha iyi bir imkan sağlama adına(güya), iş bulduk. Bu arada altın, bakır, gümüş ithalat bedelleri, nakliye ücretler ile çeşitli ödemeler yapılırsa ortada daha çok işlem olur, para büyür, nakliye dahil bahsi geçen bu işlemlerin herbirinden ayrı ayrı komisyonu da kâr harici cebe atarız, işe alma üzerine de hamili kartlar yazar onlardan da bende oluştururuz..vs.
dedik.
Altını biz üretirsek yukarıda yazılanlar kül olacak.
Altın çıkarmamaya devam etmeyelim, altını sağlıklı(insan-çevresel) çıkarmaya devam edelim.
Bunun içinde bilimsel araştırmalar nezdinde yapalım.
Kahve köşelerinde değil.
Saygılarımla lütfen.
ayazkentli
12-12-2012, 23:34
Altın bizim ülkede çıkıyor ama buna rağmen yine de 1-10 ödeyip dışarıdan alıyoruz.
Yani anlayacağınız, değişen bir şey yok.
Ülkemizde çıkan altının % 2.si bize kalıyor sn. mduran. Gerisi, küresel kapitallere gidiyor. Bu rakamı bizzat söyleyen altın madeni şirketinin kendisi.
% 2.si ülkemize kalıyor, ülkemiz iyi para kazanıyor, diyorlar.
Dalga geçer gibi.
Çevre felaketi, ormanların yok edilmesi yanımıza KÂR kalıyor.
ayazkentli
13-12-2012, 12:34
Eğer, bu altın madenlerini yabancı devlet firmaları değil de, kendi devletimiz çalıştırsa bu çevre katliamı pretostoları olmazdı-yapılmazdı (kül olacak) diyorsanız, yine de olurdu.
Belki altın madeni için değil ama başka madenler-HES'ler gibi çalışmalar, protesto ediliyor.
Bu nedenle, altın madenlerini yalnızca bizim kendi devletimiz bile çalıştırsa, yine olur bu protestolar.
Yani öyle kül olmaz sn.mduran.
Bakırı (http://www.kbi.gov.tr/tarihce.htm) konsantre olarak borularla Hopa ' ya pompalayıp, gemilerle yabancı ülkelere ihraç edelim. İçinde altın ve gümüş bulunan ham çamuru, işlemeden hemde.
Yabancılar işlesin ve bize altını 1 'e 10 geri satsın, böylesi daha iyi.
Münakaşa etmemiş oluruz, tartışmayı bitiririz.
İçinde ''HES (http://www.kbi.gov.tr/faaliyet_alani.htm)'' de barındıran bir işletme çevreye zarar verirken biz ne yaptık;
,,, atlara kükürt faydalı vs.....,
...Fabrika halka senede bir milyon lira tazminat vermekten kurtulacak (http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/11/1135/13325.pdf).... demişiz.
Verimlilik oranı dünya ortalamasının oldukça altında olan bir maden yatağını, gene dünya standartlarının 3 misli çalışanı ile işletip maaş/para ödeyerek....
...Murgul çayını zehirlesek....,
...Çoruh nehri mi?, o da nerden çıktı bu çayın önüne, geri çekilsin desek...
VE;
Hiç bir şey yapmasak ne olur, yapmışmıydık yoksa ki..?.
Neden yapmadık;
Orada yaşayan kişilere daha iyi bir imkan sağlama adına(güya), iş bulduk. Bu arada altın, bakır, gümüş ithalat bedelleri, nakliye ücretler ile çeşitli ödemeler yapılırsa ortada daha çok işlem olur, para büyür, nakliye dahil bahsi geçen bu işlemlerin herbirinden ayrı ayrı komisyonu da kâr harici cebe atarız, işe alma üzerine de hamili kartlar yazar onlardan da bende oluştururuz..vs.
dedik.
Altını biz üretirsek yukarıda yazılanlar kül olacak.
Altın çıkarmamaya devam etmeyelim, altını sağlıklı(insan-çevresel) çıkarmaya devam edelim.
Bunun içinde bilimsel araştırmalar nezdinde yapalım.
Kahve köşelerinde değil.
Saygılarımla lütfen.
Şu anda civa artıkları Murgul çayından Çoruha doğru yol almakta mıdır...?.
İçinde canlılar ne âlemdedir...?.
Bana,
...''binlerce deresi olan bir yerde bu düşük randımanlı işletmeyi devam ettirmek için akıl zaâfı olmak gerek, burada seracılık, bahçecilik, alabalık çiftlikleri çok randımanlı olurdu''....
derken ne demek istemişti bir Japon dostum?.
Derelere sadece tual üstü desen gibi bakmamızı mı tercih etmişti?.
HES ' leri, altın/gümüş/siyanür.., içindeki canlıları ile çevreyi, ekonomiyi, geleceği düşünmüş müydü?, bizden daha mı çok seviyordu yurdumuzu-en azından doğamızı? düşünmüş müydü, ve niçin HES hakkında bir şey dememişti bana..?.
Ve hatta; sahil yolunun yapılmasını eleştirmişti. Deniz olan bir yerde sahile otoban-büyük yol neye ki, gemi nakliyatçılığı ne güne duruyor...
...diyerek,
baş parmağı ile işaret parmağını uyuşturup, bunu yapanlar ''çok akıllı'' demişti.
Yani bana âdeta ''siz aptalları soyuyorlar'' demek istedi ve üzüldüğümü hissedince bunu bizde de yapıyorlar, merak etme.. dedi. Nezâketen.
Bunlar cevap olsun diye yazılanlar değil, kimseye karşı da değil. Kafamda bir şeyler oluşturdum zaman içinde, kendi denklemimi kurdum. Okuduklarım, yaşadıklarım ile harmanlanmış bir dağarcık işte.
Başkasının fikrine saygı duyarım, ama asla başkasının ''deh'' demesi ile ilgilenmem.
Dağarcık bana yapılması gerekenleri gösteriyor, nezâket kuralları ve sitenin takdir ettiğim prensipleri içinde. Bende hatalarımı azaltmayı becerebildim bu site sayesin. Çünkü her şeyden ders çıkaran bir yapım var. Asla ''ÇOK AKILLI'' olmadım. Baba nasihatim var üzerimde.
Saygılarımla lütfen.
- Siz Türkler çok zengin bir milletsiniz..
- Nasıl yani...?
-Asırlardır bu kadar söyulup, bu kadar bir şeyler yapacak gücü olması, o millet için değerli bir şey...
Aramızdaki konuşmalardan bir ''süzme hüzme'' daha efendim.
Eğer, bu altın madenlerini yabancı devlet firmaları değil de, kendi devletimiz çalıştırsa bu çevre katliamı pretostoları olmazdı-yapılmazdı (kül olacak) diyorsanız, yine de olurdu.
Belki altın madeni için değil ama başka madenler-HES'ler gibi çalışmalar, protesto ediliyor.
Bu nedenle, altın madenlerini yalnızca bizim kendi devletimiz bile çalıştırsa, yine olur bu protestolar.
Yani öyle kül olmaz sn.mduran.
Aslında tam da bu dediğiniz oldu. Devlete ait bir madenin atık su havuzu çöktü. Köylüler zehirlendi, hiç bir ciddi tepki gelmedi kimseden, konu unutuldu, çevreciler uykularına geri döndü. Yani burada asıl eksen çevre koruma ve zararları değil gibi.
Olayın nerede olduğunu sorsam, bilemeyen çok kişi çıkacaktır.
Zaten bir madenin kimin işlettiğinin çok anlamı yok. Yasalara uygun işletilmesi önemli. Altını ihraç edilmesi de çok garip bir durum değil. Bedavaya gitmiyordur sanırım dışarı.
Yatağan'da çevre katliamı termik santral devlete ait, ama onu da kimse umursamıyor.
ayazkentli
14-12-2012, 14:32
Evet. Doğru.
Olay yaşandıktan sonra pek ses-seda çıkaran olmadı. Bu örgütsüzlükten mi kaynaklanıyor yoksa çevre örgütleri de sözde hayvansever dernekleri gibi mi? esas bunu da tartışmak gerekiyor.
Geçenlerde Greenpeace'in sosyal medyada'ki sayfalarına sizi neden Kaz dağlarında, Kozak'ta altın'a karşı göremiyoruz, diye yazdım.
Hangi birine yetişelim, diye cevap verdiler ama nedense bu örgütü bazı belli türde ki aktivitelerde görüyoruz. Bunların dışında ki diğer çevre katliamlarında hiç yok'lar. Oysa bu örgütü sık sık buralarda görmemiz gerekiyor. Sadece balina katliamlarında ve Shell ya da Bp şirketlerine karşı değil. Bakıyoruz bu örgüte, dostlar alış-verişte görsün modunda, bir iki göstermelik eylem yapıyorlar o kadar.
Dünyanın 2. en yüksek oksijenli bölgesi denilen Kaz dağları yok edilecek ama örgütten ses seda yok. Ortalığı ayağa kaldırmaları gerekiyor oysa.
(Biraz daha böyle devam ederlerse, bazı çokuluslu şirketlerin reklamını mı yapıyorlar acaba diye, düşünmeye başlayacağım). Bana nedense pek güven vermiyor bu örgüt.
Bu durum bana,
hayvansever derneklerinin söz konusu hayvan kedi-köpek olunca, ortalığı ayağa kaldırıp, diğer çevre katliamlarında'ki hayvanların yok olmasında ise, hiç bir protesto'da bulunmamalarını çağrıştırıyor.
Her tarafımız çelişki.
Yatağan'da aslında çok gösteriler oldu ama devleti yöneten hükümetler, herhalükarda kararlarına devam ettikleri için, değişen birşey olmuyor.
Sadece bu hükümet için söylemiyorum. Bundan önce ki hükümetler de aynı davrandı.
ayazkentli
20-02-2013, 15:38
ÇEPEÇEVRE YAŞAM PROGRAMI (Hayat Tv.):
(Bergama özel bölüm videoları).
1. Bölüm: ÇEPEÇEVRE YAŞAM (Hayat TV) BERGAMA ÖZEL BÖLÜM -1- | Facebook (http://www.facebook.com/video/video.php?v=474551904752)
2. Bölüm: ÇEPEÇEVRE YAŞAM (Hayat TV) BERGAMA ÖZEL -2- | Facebook (http://www.facebook.com/video/video.php?v=475039849752)
3. Bölüm: ÇEPEÇEVRE YAŞAM... | Facebook (http://www.facebook.com/Dogaicinelele/posts/366713596679943)
4. Bölüm: ÇEPEÇEVRE YAŞAM (Hayat TV) BERGAMA ÖZEL -4- | Facebook (http://www.facebook.com/video/video.php?v=475642669752&oid=120323798809&comments)
Video sayısı çok olduğu için, aşağıda ki 5. Bölümü ve diğer bölümleri, Youtube sitesinden izlemeye devam edebilirsiniz.
çepeçevre yaşam 5 - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=9g72qsH3BwI)
1. Bölümde anlatılan Dikili'de ki çevre panelinin, altın madeni şirketi tarafından nasıl provake edildiği ile ilgili olarak, geçenlerde Evrensel gazetesine açıklamalar yapan şirketin eski koruması, Paneli Nasıl provake ettiklerini detaylı olarak açıklamıştı.
Üstte ki 217 no.lu mesaj ve mesajda ki linkten okuyabilirsiniz.
Hak arama, direniş, mücadele işte böyle olur..bravo Murgul halkına:
http://www.odatv.com/n.php?n=akp-ve-chp-ilk-kez-birlikte-sokaga-cikti-2909141200
anilcagliyan
02-11-2022, 08:53
Mücevher, geçmişten bu yana insanların vazgeçemediği en değerli takılardır. Elbette bu takıların kalitesi, sadece mücevher sınıfında değerlendirilmesi ile bağdaştırılamaz. Kalitesini belirleyen çeşitli malzemelerle birlikte özel tasarımlar da vardır. Öyleyse, mücevher yapımında ne kullanılır? Gelin hep birlikte sorunun cevabına bakalım.
Kolye, küpe, bileklik ve daha birçok mücevherin en gözde malzemesi altındır. Bundan yüzyıllar önce de altın değerliydi, günümüzde de hala önemini koruyor. Ancak bunun yanı sıra çok sık tercih edilen malzemelerden biri, gümüş olarak karşımıza çıkar. Platin de değerli bir mücevher metali olarak bilinmektedir. Ayrıca son dönemlerde mücevher yapımında doğal taşlara çok rastlanır.
Altın, gümüş gibi değerli madenlerin yanında aşağıdaki değerli taşlar da sıkça mücevher yapımında kullanılır:
Elmas
Opal
Mercan
Zümrüt
İşçiliği en yüksek olan ise altın madeninden üretilen mücevherlerdir. Yapılan takılara ametist gibi doğal taşlar da eklenir. Böylece estetik açıdan insanların hoşuna gideceği malzemeler üretilir. Ayrıca her malzemenin mücevhere dönüştürülmesi sırasında belirli işlemler uygulanır.
Kaynak: https://www.goldium.com.tr/blog/icerik/mucevher-yapiminda-ne-kullanilir
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.