PDA

View Full Version : LİKYA-Işık Ülkesi




limon
25-09-2009, 12:18
"Evlerimizi mezar yaptık,
Mezarlarımızı ev
Yıkıldı evlerimiz
Yağmalandı mezarlarımız
Dağların doruğuna çıktık,
Toprağın altına girdik
Suların altında kaldık,
Gelip buldular bizi
Bozdular birliğimizi
Altüst ettiler bizi
Yakıp yıktılar
Yağmaladılar bizi
Biz ki analarımızın, kadınlarımızın
Ve ölülerimizin uğruna
Biz ki onurumuz ve özgürlüğümüz uğruna
Toplu ölümleri yeğleyen
Bu toprağın insanları
Bir ateş bıraktık
Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan..."

Antik çağda, Dalaman Çayı'ndan başlayarak Antalya yakınındaki Phaselis'i de içine alan ve bugün Teke Yarımadası olarak bilinen bölgeye antik çağda Lykia denilmekteydi. "Işık Ülkesi" anlamına gelen Lykia'da yaşayan ve özgürlüklerine son derece bağlı olmaları ile tanınan bölge halkı ise Lykialılar olarak anılmaktaydı.

Dantel gibi işlenmiş koylarında yeşilin masmavi suları gölgelendirdiği Lykia, içinde barındırdığı tarihi eserlerle de adeta açık hava müzesi olup Anadolu'nun en gizemli bölgesi durumundadır.

Lykia Bölgesi'nde bulunan bir çok yer karadan olduğu gibi deniz yoluyla da gezilebilir.

Lykia kentlerinin tarihi M.Ö. VII.yüzyıldan yukarılara çıkarılamasa da Lykialıların Hititlerde beraber Kadeş Savaşı'na katıldıklarını ve M.Ö.1200 yıllarında kralları Sarpedon'un komutasında Troyalılara yardıma gittiklerini biliyoruz. Bölgede yeni yapılan kazılardan Hititlerin Lukka dedikleri bu kavmin Anadolu'nun yerlisi olduğu, kendilerine Trimilili dedikleri ve yıllarca bu bölgede yaşadıkları anlaşılmaktadır.

'Kaynak:Arkeolog İlhan Akşit'




limon
25-09-2009, 12:44
Fryglerin yıkılmasından sonra Batı Anadolu'da Lydia Devleti kurulur. M.Ö.546'da onların Perslere yenilmesiyle Persler bütün Anadolu'ya egemen olurlar. Hiçbir zaman Lydialıların egemenliği altına girmeyen Lykia'yı Persler almaya geldiklerinde büyük bir direnişle karşılaşırlar. Xanthoslular Perslere kahramanca karşı koymuşlarsa da üstün Pers kuvvetleri karşısında yenilmişler, esir alınmaktansa, "Evlerimizi mezar yaptık mezarlarımızı ev.... " ile başlayan yukarda yazılı sözleri söyleyerek topluca intiharı yeğlemişlerdir. Böylece Lykia şehirleri sırası ile alınarak Lykia, Pers egemenliğine girmiştir.

Daha sonra uzun mücadeler verilmiş, nihayet M.Ö. 167 tarihinde Lykia birliği kurulmuştur, bu birliğe 23 şehir katılmıştır. Bunlardan Tlos, Xanthos, Pınara, Patara, Myra ve Olympos 3 oy hakkına sahiptiler.

M.Ö.42 yılında Xanthoslular tarihinde ikinci kez özgürlükleri için toplu intihar girişiminde bulunmuşlardır.

Brutus şehre girdiğinde, kucağında çocuğu ve elinde evini ateşe verdiği meşale bulunan bir kadın cesediyle karşılaşmış ve bu olaydan çok duygulanarak askerlerine sağ olarak kurtardıkları her Xanthoslu için ödül verileceğini ilan etmiştir. Yine de bu felaketten sadece 150 Xanthoslu kurtarılabilmiştir.

Kaynak: Arkeolog İlhan Akşit

limon
25-09-2009, 12:51
M.S.113 yılarında Roma'nın bir eyaleti olarak refah içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Gelişmesine devam eden Lykia'yı M.S.141'de meydana gelen büyük bir deprem yerle bir etmiş, doğan zararı Romalı zenginler telafi etmeye çalışmışlar ancak 5 Ağustos 240'daki seprem Lykia'yı yeniden yıkmıştır. Bu depremin ardından korsanların da türemesi, Lykia şehirlerinden bazılarının sönmesine sebep olmuştur.

M.S.IV. yüzyılda Lykia'nın sınırları kuzeybatıda genişleyereki Kaunos'u da içine almıştır. Ancak M.S. VII. yüzyılda başlayan Arap akınları bu şehirlerin birer birer sönerek yok olmalarına sebep olmuştur.

limon
25-09-2009, 14:06
Bu tatilimizde, Yenikapı-Bandırma-Manisa-Muğla güzergahını izleyerek Fethiye'ye gittik. Aslında Kütahya üzerinden gitmeyi planlıyorduk ama çok yakın arkadaşımın orada çok kamyon olması dolayısıyla bu yolu kesinlikle kullanmamız üzerine telkinleriyle, güzergahı tamamen değiştirmek zorunda kaldık. Ufak tefek kısa mesafeli yol yapım çalışmaları yüzünden yolun tek şeride düşmesi dışında, oldukça sorunsuz bir yolculuktu.

Yola çıkmadan her zamanki gibi, Susurluk'ta ayran-çiğ börek hayali kursak ta feribottaki atıştırmalıkların arasından fazla zaman geçmediğinden bu müthiş ikiliyi dönüşte tatmaya karar verdik. Bu arada Bandırma iskelesindeki çalışma yüzünden, feribot yolculuğumuz beklediğimizden uzun sürdü. Güler Hanım'ın kulaklarını çınlatarak Manyas'tan geçtik. :)

Ufak bir, Denizli'den mi Manisa'dan mı gitsek ikilemi yaşayıp, GPS'in şefkatli kollarına bıraktık kendimizi. Teknoloji müthiş bir şey, eskiden olsa çarşaf gibi haritayı açar, copilotluk yapardım, yanlışlardan ben sorumlu olurdum. Arada bizi ana yoldan köy yollarına saptırıp, tekrar ana caddeye çıkardığı oldu ama kaybolmadık en azından.

Feribot hariç 10 saatlik bir yolculuktan sonra Fethiye'ye ulaştık. Fethiye'de Ovacık'ta eski taş evlerden oluşan bir tatil köyünde kaldık. Adı tatil köyü, basbayağı köy. İnternette bakıp fotoğraflarını çok beğenince buraya karar kıldım, tek müstakil 1 oda 1 salon, şömineli-ocaklı taş ev.

Köyün girişi
104263

Evimizin manzarası muhteşem, dağların tepesi genelde bulutluydu. Mendos-Baba Dağı
104264

Manzaraya karşı keçimiz evin duvarında dinleniyor.
104265

Begonviller her yerdeler, çok güzeller.
104266
104268

Yola çıkmadan evde günlük gezi planını hazırlamıştım. Sabah erken kalkıp kahvaltı edilip, öğlen kızgın güneş olmadan, antik harabeler gezilecek sonra o güzergahtaki koylarda ve plajlarda denize girilecek, akşam üstü de yine civardaki yöresel lokantalarda yemek yenilecek. (Google-Earth sağolsun)

Evlerde Tv yok, bilgisayar yok. Teknoloji tutkunu oğlumuz ilk iki gün, alkolu bırakmaya çalışanlar gibi teknoloji krizi yaşadı. :) "Alışacaksın, aklına bile gelmeyecek" dedik. 2 günün sonunda, "Ya insan bilgisayarsız, televizyonsuz da yaşayabiliyormuş" demeye başladı. Zaten sabah Horozun sesiyle uyanıp, gece yorgunluktan bitap halde tavuklarla beraber yattık. Uykuya dalma problemi yaşayan ben bile, yastığa beş kala kıvamına geldim. :)

Eve girince, tanıtım kitapçığına göz gezdirmemle biraz tadım kaçtı. Biz ki İstanbul'da köyde yaşadığımızdan, böceklere, Kertenkelelere, Kurbağalara alışığızdır, hiç korkmayız. Fakat kitapçıktaki Akrep, Yılan olabilir, onlar insanlardan çok korkuyorlar, sadece ayakkabılarınızı giyerken içlerini silkeleyin yazısını okumamla hafif tadım kaçmadı değil. Gece bir iki kere evi talan edip, kontrollerimi yaptım, fakat ev taş ev, girinti çıkıntı dolu, her yerde olabilirler duygusunu atmam zor oldu. Çok kez Kertenkele gördüm ama çok şirinlerdi, onlardan hiç korkmam.

Son 2 güne kadar her şey mükemmeldi, gündüz yürüyüş, yüzme, gece yorgunluktan bebekler gibi uyuma, her şey mükemmel gitti. Son 2 gün ne mi oldu? Evimiz daha önceden rezervasyonlu olduğundan başka bir eve geçtik. Arka tarafı yarısına kadar toprakla örtülü bir taş ev. Ama bu evin iç kısmı sıvalı, bembeyaz boyalı, "oh ne güzel, bembeyaz, içim açıldı" dedim. Gündüz yine bol tırmanış, yüzmenin ardından gece uyku. Gece telefonumun bir çantanın içinde çalmasıyla uyanıp, telefonu bulmaya çalışırken, ne göreyim? Hayatta en korkutuğum 3 şeyden birisi, koskocaman bir akrep, duvarda kıpırdaman duruyor. Panikle eşimi uyandırdım, tehlikeyi uzaklaştırdık, başka var mıdır korkusu içinde yine uyuklamaya başladım. Bu sefer tepemizde ayak sesleri başladı. Durmadan koşturan bir şey, arada şömineden bakır güğümün üstüne ufak taşlar dökülüyor. Buyrun ikinci kabusuma, en korktuğum 3 şeyden ikincisi fare. Sabahı zor ediyorum. Hemen söylüyoruz resepsiyona, aşağıya inmezler korkmayın, biz halledeceğiz diyorlar. Neyse, biz yine yollara düşüyoruz, geziyoruz, yüzüyoruz, gece odaya geliyoruz, şöminelerin ikisine de fare kapanı kurulmuş. Tabii kapana cazip yiyecek te konulmuş. O saatte respsiyon kapalı, açık olsa diyeceğim ki "bu fare bu yemeği almak için inecek aşağıya" Neyse yine yorgunluktan bitap yatıyoruz. Tepemizde yine ayak sesleri. Uyumam mümkün değil, nöbet tutmaya karar verdim. Şömineden yine taşlar döküldü, hoop minik fare indi nihayet. "Hii" yapmamla yukarı zıplayıp kaçması bir oldu.

Ertesi sabah 10 saatlik dönüş yolu, arabayı eşim kullanacak, uyuması gerek ama benim "hii" lememden uyuması mümkün değil. :) Fırladı yataktan, aklına müthiş bir fikir geldi " Yatağı oğlumuzun odasına taşıyalım" (O'nun odasının çatısı farklı, orada hiç ses- seda yok)
Gece yarısı, yatağı, karyolayı taşıdık, diğer odanın ışığını açık bıraktık,kapısını kapadık. Bir saat sonra metal sesiyle uyandık, "Tuzağa yakalandı"

Kabus gibi geçen 2 geceden sonra, taş ev hayalim tamamen bitmiştir. Taş evi sadece dışardan seviyorum, çok güzel fotoğraf veriyor :) Ama benim yaşayabilmem mümkün değil. Taş ev hayalim yerini, tertemiz sıvalı, bembeyaz boyalı eve bıraktı. Taş şömine bile istemiyorum. ;)

Çok şükür, en korktuğum üçüncü şeye, Yılana raslamadım.

Dönüşü, Denizli üzerinden yaptık, Denizli'den sonraki Balıkesir yolu dışındaki yollar yine güzeldi. Balıkesir yolunun bir bölümü oldukça dar, tek şerit gidiş- tek şerit dönüş, geçitlerde tek şeride düşüyor. Ama iki taraf üzüm bağları, her yer yemyeşil, çok güzel. Bağdan yeni gelmiş köylü ablaya yanaşıyoruz, üzümler su gibi yeni kesilmiş. Kilosu 1 TL, İstanbullular için bedava. 20 kg karpuz 3 TL.

Balıkesir-Bandırma arasında yolda çalışmalar var, gece karanlıkta tehlikeli olabilir. Şerit çizgileri yok, yol arada birleşiyor, sol şerit karanlıkta asfalt gibi dursa da tamamen mıcır. Sabah kahvaltısından beri bir şey yemediğimiz için kurt gibi açız. :) Susurluk'ta durup, müthiş ikiliyle karınlarımızı doyuruyoruz. Sabah 11,30 çıktığımız yolculuğumuzda (21:30 feribotundan Yenikapı'da indiğimizde saatlerimiz saat gece yarısını gösteriyor. Yaklaşık 13 saattir yoldayız. Fethiye'ye İstanbul'dan arabayla gidecekler, 13 saati göze alsınlar.

"Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat" diyorsunuz, biliyorum. Anlatmaya başlıyorum.

limon
25-09-2009, 14:56
Fethiye (Telmessos)

"Fethiye, Mendos Dağı'nın eteklerine, adını verdiği körfezin kenarına eski Telmessos'un üzerine kurulmuştur. Bu nedenle harebeler bu şirin ilçenin altında kalmıştır. Adını, tanrı Apollon'un oğlu Telmessos'tan aldığı söylenir. 1424'te Osmanlı topraklarına katılan Telmessos'a uzak şehir anlamına gelen Makri, daha sonra da Megri denmiştir. Megri adı, 1934 yılında ilk Türk pilotu Fethi Bey'in anısına, Fethiye ismiyle değiştirilmiştir. 1850'lerde Telmessos'u gören C.Texier'in bildirdiğine göre, şehirdeki Apollon Tapınağı ve tiyatro o zaman görülebiliyormuş. 1856'da meydana gelen büyük deprem bu yapıların yıkılmasına sebep olmuş, bundan yüz sene sonra ikinci büyük depremle, Fethiye gibi kalıntılar da yok olmuştur.

Bugünkü Fethiye, bu depremden sonra, yani 1957'den sonra kurulan Fethiye'dir."

20 yıl kadar önce Fethiye'ye ilk gittiğimde, şehir içinde ev temeli kazarken antik kalıntılara raslandığı anlatılıyordu. Kazı çalışmaları yeni başlamıştı. Burası Telmessos'un tiyatrosuymuş. O zaman, Kaya Mezarları muazzam ışıklandırılıyordu, artık ışıklandırma yok. (neden acaba?)

"Şehrin akropolünün doğu yüzünde her taraftan görülen ve şehrin üzerinde görkemli görüntüsü yer alan Amyntas'ın mezarı adeta Fethiye'nin simgesi olmuştur. Bu mezar, Hermepias'ın oğlu Amyntas'a ait olup M.Ö.IV. yüzyılda yapılmıştır.
104274

limon
25-09-2009, 15:04
1. Gün programımız, yolumuzun üzerindeki Kayaköy'de gezip, oradan "Gemile" de denize girmekti. Oğlum daha önce gittiğimizde küçük olduğundan hatırlamayadığı için Ölüdeniz'i çok merak edince, Gemile'den sonra 2-3 arası Ölüdeniz'e geçtik.
104275

104276

Büyük Kilise
104277

104278

Gruplar yürüyerek Ölüdeniz'e iniyorlar.
104279

limon
25-09-2009, 15:16
İleride bahsedeceğim antik kentlerde de bu tarz mozaikler çok kullanılmış.
104292

Kilisenin içi eskiden tamamen çiniyle kaplıymış.
104293
104296

Kayaköy girişinde köylülerin sattığı hediyelikler. Rengarenk kediler çok hoşuma gitti, kuyruklarına yüzük takıldığını söyleyince, alyanslarımızı her zaman nereye koyduğumuzu unuttuğumuz için daha da hoşumuza gitti. Artık yüzüklerin yeri kedinin kuyruğu. :)
104294

Kaplumbağa kabukları.
104295

limon
25-09-2009, 18:01
Kayaköy'den sonra 7-8 dakika yol gidince, Gemile'ye varıyorsunuz. Gemileye giden yol inişinde sağda toprak yok girişinde arabanızı bırakıp, patikadan inerek Darboğaz Koyuna gidebilirsiniz. İnişin kolay fakat tırmanışın zorlu olduğunu söylediler. Biz Gemile'den tekneyle geçtik.

Gemile Koyunun tam karşısında "Gemile-St.Nicholas Adası" yer alıyor. Sonraki günlerde katıldığımız tekne turunda da buraya uğradık. Koy güzel fakat buraya da yerleşmiş, adına Su Sporları dedikleri bence sporla alakası olmayan eğlencelik tekneler, Jet-Ski ler dolunca, koyun tüm güzelliği ve sakinliği yerini gürültüye, mazot kokusuna ve deniz üstünde yüzen yağ tabakasına bırakmış. Koya giderken tepeden manzara müthiş. Solda Gemile, yanıbaşında Darboğaz Koyu.

İki fotoğrafımı photoshopta birleştirdim.
104297

Gemile Koyu, Solda ağacın arkasından hafifçe görünen ada "St. Nicholas-Gemile Adası" Üzerinde tarihi kalıntılar var.
104298

104299

Darboğaz kayalık, denizi çok berrak. Kayalarda çokça Deniz kestanesi var. Maske ve Şnorkelle, çeşit çeşit balıkları seyredebilirsiniz. Mevsimi mi bilmiyorum, çok Zargana Balığı vardı.
Bu koya karadan ulaşım zor olduğu için çok az kişi vardı. Bir kaç uğrayan gezi teknesinin dışında gürültüsüz ve temiz bir yer.
104300

104301

limon
25-09-2009, 18:34
Ölüdeniz

Ölüdeniz Fethiye'ye 17 km. uzaklıkta. Ölüdenizin yanındaki uzun kumsal "Belcekız", yamaç paraşütü yapanların iniş alanı. Paraşütçüler 1975 metre yükseklikteki "Babadağ" dan buraya, Kelebekler Vadisi'ne, Kıdrak Koyu'na iniş yapabiliyorlar. Ölüdeniz'in suyu daha tuzluca, biz gözlüksüz yüzemedik.

Ölüdeniz, Belcekız, Kıdrak, Kelebekler Vadisi yanyana sıralanmıştır. Kıdrak'ta da deniz Ölüdeniz'deki gibi birden derinleşiyor. Biraz dalgaya açık bir koy ama denizi çok güzel.

Ölüdeniz gibi cennet bir yere bu ismin verilmesi şaşırtıcı ama konumu itibarıyle suyu göl gibi çok durgun olduğu için bu ismi aldığını sanıyordum. Oysa bir hikayesi varmış.

"Bir baba-oğul burada fırtınaya tutulup batma tehlikesi geçirirler. Oğul, kıyıdaki kayalara yaklaşarak bir koya sığınabileceklerini iddia eder. Baba ise kayalara çarpıp parçalanacaklarını ve burada bir koyun olamayacağını söyler. Aralarındaki tartışma şiddetli bir kavgaya dönüşür. Baba, kayalara çarpma korkusu içinde dümendeki oğlunu kürekle denize düşürerek dümene geçer. Tam tekne burundaki kayalara çarpacakken, önünde durgun bir koy açılır.

İşte bu burnun arkasında bulunan ve bugün yatlara kapalı olan bu koya Ölüdeniz denmesinin sebebi bu hikayeye bağlanmaktadır."

Ölüdenizin fotoğrafını uçmadan bu kadar güzel çekebilmem mümkün olmadığı için internetten aldım.
104305

Kıdrak (fotoğraf internetten)
104307

Kelebekler Vadisi (Fotoğraf internetten)
104308

limon
25-09-2009, 19:03
Oğlumun görmesini çok istediğim yerlerden birisi de "Saklıkent" ti. O günkü programız, "Tlos", "Saklıkent" ve "Yakapark" ta yemekti.

Tlos

Fethiye-Korkuteli yolu üzerindeki Kemer bucağından 13 km sonra Yaka köyündeki, Kale mahallesinde bulunan Tlos harabelerine gidilir.

"Lykiaların M.Ö.1200 yıllarında yapılan Troya savaşına katıldığını biliyoruz. Ele geçen belgeler Lykia şehirlerinin tarihlerinin M.Ö.V.yüzyıla kadar gittiğini göstermektedir. Daha eski belgeler ele geçmediğinden bu şehirlerin kuruluşlarını tam olarak bilememekteyiz. Ama Lykia'da hayat II.binlerde başlamaktadır. İşte Tlos'da tesdüfen bulunan bir baltanın da M.Ö. II. bin yıla ait olması bu tezimizi kuvvetlendiren bir delil olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece Tlos'un II.bin yılda Talawa adıyla varolduğunu bilmekteyiz. M.Ö. II. yüzyılda Tlos Lykia birliğine girmiş, XIX. yüzyıla kadar hayatiyetini sürdürebilmiş nadir ören yerlerinden biridir."

Kaynak: Arkeolog İlhan Akşit

104314

104315

104316

104317

Kiraz
25-09-2009, 19:20
Sevgili Limon, keyifle okudum ve fotoğraflar beni 20-25 sene öncesine götürdü, eline, gözüne sağlık.

limon
25-09-2009, 19:30
Saklıkent

Akdağ'ın eteklerinde Fethiye'den 50 Km. uzaklıkta, kayaların içinde bulunan Saklıkent, oldukça ilgi çekici bir yerdir. Saklıkent'e varmadan yol boyunca akan suyun sesini duyarsınız. Çevreye bakınca sulak bir arazi olduğu yemyeşil tarlardan anlaşılıyor. Her yan Elma ve Nar ağaçlarıyla dolu. Yayla Elması adıyla sattıkları Elmanın kilosu 1,5 TL. Narlar henüz olmamış. İncir ağacı o kadar çok ki dalından yiyorsunuz. Özellikle küçük siyah incirler çok leziz.

Saklıkent'e biz gitmeden 2 gün önce İstanbul'da çok yağan yağmurdan sonraki gün sel gelmiş. Akan suyun kenarında kurulu olan Lokantalar suyun ve çamurun altında kalmışlar ama biz gittiğimizde kıyıda köşede biraz çamur birikintisinin dışında her yer düzenlenmişti. Köprüden geçip kanyon girişine geldik. Eskiden burada da yemek yenİlecek yerler vardı, onlar bu yerlere Köşk diyorlar. Tam giriştekiler kaldırılmış, daha güzel, daha doğal olmuş giriş.

Kanyonun Üzerinde Arsada antik kenti üzerine kurulmuş Arsa Köyü vardır. Daha önce çok kez gittiğim Saklıkent'te en son 7-8 yıl önce köylü çocuğun eşliğinde herkesin pes ettiği noktaları rahatlıkla geçip oldukça uzun yürümüştük. Su boyumuzu geçince geri dönmek zorunda kalmıştık. Bu kez su seviyesi daha aşağıda olsa gerek ki çok daha fazla gidebildik. Belki yukardan düşen kayalar gitmemizi kolaylaştırmıştır. İlk kez yukardan inanılmaz basınçla akan suya ulaştık. Buradan sonra da 1 km. kadar yola devam ettik. Yine su boyumuzu geçip, yüksek yere tırmanamayınca pes etmek zorunda kaldık. Biraz ürkütücü, serin ve çok eğlenceli bir yürüyüştü.

Yürüyüş sonunda üzerimizdeki ıslakları kurularla değiştirip köşkte sefa yapıp, yemek yemek te ayrı bir zevk tabii. :)

Kanyona ufak ufak uzanmaya başlıyoruz.
104319

Burada tam belli olmamış ama ağacın çıktığı ve büyüdüğü yer inanılmaz.
104320

Gözle bakılınca daha yüksek gibi.
104321

Bu suya ilk kez ulaştık.
104322

Benim yakışıklı daha ileriye gitmemek için çok dirense de sonda zoru başarmanın haklı gururunu yaşadı. :)
104323

limon
25-09-2009, 19:52
Yakapark

Saklıkentteki zorlu etaptan sonra, sıkı bir yemeği hak ettik. Yakaparka en son 20 yıl kadar önce gitmiştim. Tek bir yer vardı, şimdi hakiki Yakapark, En hakiki Yakapark gibi bir çok yer açılmış. Acaba hangisiydi diye araştıtırken yol bizi yanına çıkardı. Aynı 20 yıl önceki gibi hiç bir şey değişmemiş. Bıraktığım yerleri aynı bulunca çok seviniyorum. :) Aynı sular akıyor, aynı balıklı bar, aynı yemekler. Gözlemesi her yerden daha bir güzel, Alabalığına zaten söz olamaz. Yufka ekmeği de ayrı bir lezzet. Fiyatlar bir bardak çayı 5 TL'ya içen biz İstanbullulara göre makul, 3 kişi salatasıyla, içeceğiyle, balığıyla 60 TL'ya tıka basa doyduk. Buraya kadar gelip, balık yemeyip sadece gözleme yerseniz kişi başı 5 TL'ye de çıkabilirsiniz ama sonra Alabalık yemediğinize çok pişman olursunuz. :)
Yakaparkın her yerinden sular fışkırıyor. Barında balıklar yüzüyor. Yazın en sıcak zamanında bile çok serin.
104324

104325

104326

104327

104328

limon
25-09-2009, 20:15
Bugünlük bu kadar olsun. Yarın veya sonraki gün, Pınara, Xanthos, Letoon, Patara, Kalkan ve bizim son durağımız Kaputaş ile yazımı sonlandıracağım. Likya Yolu Antalya'ya doğru devam ediyor ama vaktimiz bu kadarına yetti.

Bu arada 2 kez katıldığımız tekne turlarından bir kaç güzel fotoğrafla bugünü sonlandırayım.
104337

Dağlar her zaman bulutlu, hatta gök gürültüsüyle şimşek çaktığı da oluyor.
104339

Buraya "Mavi Mağara" diyorlar. Bildiğim kadarıyla bir kaç yer daha var aynı isimde. Burada da yanyana 2 fotoğrafı birleştirdim. Denizin rengi birebir aynı. Ölüdeniz'den kalkan tekne turlarının ilk durağı burası.

104341

limon
27-09-2009, 11:37
Bir günlük programımızda, Antalya güzergahında bulunan bence en etkileyici antik kentlerin sıralandığı, Xanthos, Letoon'daki tarihi harebeleri gezip, oradan Patara kumsalında denize girip, Kaş'ın biraz ilerisindeki Kaputaş Plajında günü sonlandırmak vardı. Yola çıktığımızda Pınara levhasını görünce merak edip, görmeye karar verdik. Pınara'ya ilk gidişimizdi, bence çok etkileyici şehirlerden birisi.
Kekik kokuları eşliğinde gezdik. Tohumlarından topladım.

Pınara

"Fethiye-Kaş karayolu üzerinde Eşen yakınında ayrılan yol bizi 6 km. sonra Minare Köyü yakınındaki harabelere götürür. Pınara harabeleri bu köyün gerisinde bulunmaktadır. Pınara, Lykia dilinde yuvarlak demektir."

Tepeye ulaştığımızda, bir Alman turist kafilesine rasladık. Türk rehber bize yuvarlak isminin, kaya mezarlarının bulunduğu tepenin şeklinden geldiğini söyledi.

"Pınara'da zengin mimari kalıntıların bulunması şehrin eskiden refah içinde yaşayan bir kent olduğunu göstermektedir. "

104585

104586

104587

104588

Günümüze oldukça sağlam biçimde gelebilen Pınara Tiyatrosu
104589

limon
27-09-2009, 12:09
Xanthos

"Pers ordusu, başında komutanları olduğu halde Xanthos Ovası'na indiği zaman, Xanthoslular bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayı ile dövüştüler, yiğitlikte nam saldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar, kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurdular. Alttan, yandan ateşe verdiler. Öyle ki yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak düşmana saldırdılar ve Xanthos'ta oturanların tümü de savaşarak öldüler."

"Herodot, M.Ö.545 yılında Lykialıların Pers komutanı Harpagos'a karşı savaşını böyle anlatmaktadır. Bu ateşten yalnızca o sırada başka yerlerde olan Xanthoslular kurtulabilmişler, daha sonra şehirlerine geri gelerek şehri baştan kurmuşlardır.

Buradan Xanthos'un M.Ö.V.yüzyılda var olduğunu anlıyoruz. M.Ö.1200 yılında yapılan Troya Savaşı sırasında başlarında Xanthoslu Sarpedon olduğu halde Lykialılar Troya Savaşı'na katılmışlardır. Bu da bize gösteriyor ki Xanthos M.Ö.1200 yıllarında da vardır. Fakat görkemli ama talihsiz bu şehir, M.Ö.475-450 arasında bu kez yangın felaketiyle karşılaşarak baştan başa yanmıştır. Kazılarda bu tarihlere ait kül tabakaları bulunmuştur."

Kaynak:Arkeolog İlhan Akşit

Xanthos, Fethiye-Kaş yolu üzerinde, Feyhiye'ye 55 km. uzaklıktadır. Kınık Köyü'nün hemen yanından Xanthos harabelerine çıkılır.

Hem hikayesiyle, hem gökemiyle bizim en etkilendiğimiz şehirlerin başında geliyor.

"Xanthos'u 1838 yılında ilk keşfeden Ch.Fellows'un bütün rölyef ve büyük mimari parçaları sökerek, Patara'ya yanaşan harp gemisiyle Londra'ya taşımış, bugün British Museum'un Lykia salonunda sergileniyor. "

Buna hem üzüldük hem de acaba korunması açısından daha mı iyi oldu diye düşünmeden edemedik.

104609

104610

104611

limon
27-09-2009, 12:11
Mozaikler
104612

104613

104614

Su boruları
104615

104616

limon
27-09-2009, 12:38
Letoon
Kaş-Fethiye karayolunda, Kaş'a 50 km. uzaklıkta, Kınık yakınından ayrılan 4 km.lik yol bizi Bozoluk Köyü'ndeki Letoon harabelerine götürür.

Letoon, Tanrı Apollon ve Artemis'in annesi Leto adına kurulmuş bie şehirdir. Tanrılar Tanrısı Zeus, Titanlardan Kios ile Phoine'nin, güzel saçlı kızı Leto2ya gönlünü kaptırır. Diğer sevdikleri gibi Leto'ya da sahip olur ve Leto hamile kalır. Çapkın Zeus'un kıskanç karısı Tanrıça Hera Leto'yu adım adım takip ettirerek O'nun Zeus'tan olacak çocuklarını doğurmasına mani olmaya çalışır. Nihayet Leto, Anadolu'daki Lykia'ya kaçar ve Hera'dan kurtulur. Çocukları Artemis ve Apollon'u Delos Adası'nda doğurduğu söylense de bir efsaneye göre Apollon'u Patara'da doğurduğu kabul görmektedir. Güneş Tanrısı olan Apollun'un ışık ülkesi olan Lykialı olmasından tabii ne olabilir. Üstelik O'nun bir ismi de Lykialıdır."

"Leto adına kurulan Letoon kenti Lykia'nın kutsal merkezidir.1962 yılında yapılan kazılarda bulunan kalıntılar şehrin tarihinin M.Ö. VIII. yüzyıla kadar gittiğini göstermiştir."

"Letoon'un dikkati çeken en önemli kalıntıları burada bulunan üç tane tapınaktır. Bunlardan biri, M.Ö. IV.yüzyıla ait olan Artemis Tapınağıdır. Diğeri de Apollon'a aittir, en baştaki ise Leto'ya ait tapınaktır.

Apollon'un tapınağında bulunan bir mozaikte Artemis'in ok ve sadağı ile Apollon'un liri tasvir edilmiştir. Ayrıca tapınak yakınında Grekçe, Aramca ve Lykia dilinde olmak üzere üç ayrı dilde yazılmış bir metni içeren çok önemli bir yazıt bulunmuştur. M.Ö.358'e tarihlenen bu yazıt, Lykia dilinin çözümlenmesi açısından çok önemli olup, bugün Fethiye Müzesindedir."

Kaynak:Arkeolog İlhan Akşit
104619

104620

104621

104622

104623

limon
27-09-2009, 12:47
Apollon Tapınağı
104626

Artemis Tapınağı
104627

Not:Son 2 fotoğraf internetten alıntıdır.

limon
27-09-2009, 12:55
Patara

Patara antik kenti Fethiye-Kalkan arasındaki bereketli Xanthos vadisinin güneybatı ucunda yer alır.

"Apoolon'un doğduğu yer olarak bilinen Patara, Lykia'nın en önemli ve eski şehirlerinden birisidir. Patara Xanthos vadisinde denize açılabilecek tek yer olması sebebiyle tarih boyunca önemli bir kent olma özelliğini devam ettirmiştir. Şimdilik tarihi, M.Ö.VI. ve V. yüzyıla kadar çıkılabiliyor ancak yeni yapılan kazılar şşehrin tarihinin tayini açısından çok önemlidir.

Hitit Kralı IV.Tudhaliya (M.Ö.1250-1220) Lukka Seferi sırasında 'Patar Dağı'nın karşısında adaklar ve armağanlar yaptım, steller diktim, kutsal mekanlar inşa ettim' demiştir. Buradan anlıyoruz ki Hiti Çağı'nda Parata, Patar adıyla vardı. "

Patara'nın simgesi haline gelen M.S.100 tarihli şehir kapısı
104628

Çok gezip çok yorulunca deniz molalarına başladık. Önce Patara Plajına gittik, ancak deniz çok dalgalı ve çok rüzgarlıydı. Kumsaldaki muhtarın yerinde karnımızı doyurup, Kaputaş'a doğru yola çıktık.

"Patara, Türkiye'nin en geniş (800 m.) ve en uzun (15 km.) kumsalıdır. Akdeniz'de yaşayan 5 ayrı deniz kaplumbağası türünün ikisi Caretta caretta (Atlantik Okyanusu’na mahsus çok iri deniz kaplumbağası) ve Chelonia mydas (yeşil kaplumbağa) Antalya sahillerinin 17 bölgesini yumurtlama kumsalı olarak kullanmaktadır."

Fotoğraf internetten alıntıdır.
104629

Hava kararmadan denize girmek istediğimizden giderken Kalkan'ı es geçip, Kaputaş Plajı'na gittik. 20 yıl önce bıraktığım gibi bulduğum ender yerlerden birisi daha. Sadece yukardan düşen kayalar eski merdivenleri yıkınca yenisini yapmışlar. Bu merdivenlerden çıkmak daha kolay olmuş. Dalgalarla oynamayı sevenlerin çok seveceği bir plaj. Denizi çok berrak, serin, yalnız hemen derinleşiyor.
104630
104631
104632

limon
27-09-2009, 13:37
1-2 saat denizden sonra Fethiye'ye dönüş yolculuğumuz başlıyor. Önce Kalkan'a çok kısa uğruyoruz. Her zamanki gibi yine çok güzel ama ev sayısı artmış.

Daha geniş açıdan görülebilmesi için 2 fotoğrafı birleştirdim.
104633

Kalkan'dan Begonviller....
104634

Ve dönüş...
104635

limon
27-09-2009, 14:39
Bunlar da tatilde çektiğim bitki fotoğraflarından bir kaçı.

Pınara'da tepede rasladığımız rehber bize çıkıştaki yoldan inişin tehlikeli ve zorlu olduğunu söyleyip, kolay iniş yolunu tarif etti. Tam inişi bitirdiğimizde koca bir kayanın altından berrak, buz gibi bir su kaynadığını gördük. Çok terlemiş olduğumuzdan elimizi yüzümüzü yıkadık, bilmediğimiz için suyu içmedik, girişteki görevliye sorduk. Suyu tahlile gönderdiklerini, insan sağlığına zararlı hiç bir madde bulunmadığına ancak demir oranının diğer sulara göre %50 daha yüksek olduğuna ve bunun da çok faydalı olduğuna dair yazı gönderdiklerini söyledi. Kendileri de içecek sularını oradan dolduruyorlarmış, bir şişe su verdi bize, gerçekten içimi çok yumuşak, çok güzel bir suydu. İşte bu kaya ve altından çıkan kaynak su.
104636

Bir kayanın üzerindeki bitkiler, türünü bilmiyorum.
104637

Pınara'nın tepesinde tarihi kalıntıların arasında çıkmış, gördüğüm en uzun Çam Ağacı. Yanında karınca gibi duran eşimin boyu 1.80.
104638

Her yanda kekikler var, mis gibi kokuyorlar. Defalarca tohumlarını satın alıp filizlendirememiştim, biraz tohumlarından topladım, bakalım yeşerecekler mi?
104639

limon
27-09-2009, 14:44
Bu fotoğraflar da kaldığımız köyden.

Bu çiçekleri tanıdınız mı? Yeni filizlenenleri görüyor musunuz?
104640

O sıklamenler nerede çıkmış bakar mısınız? Muhteşem değil mi?
104641

Bunlar 2 metreden uzunlar, sanırım Aloevera.
104642

Mavi Yaseminler de çok güzellerdi.
104643

limon
27-09-2009, 14:50
Bu sarı çiçek açan bitkiden yol kenarlarında çokça vardı, ismini sordum ama bilmiyorlardı. Tohum kesesi aynı bamyaya benziyor.
104644

Letoon şehrinin girişinde gördüğüm en büyük ağaç olmuş asma. Üzerinde o kadar çok salkım üzüm vardı ki anlatamam. Herkes çok bonkör ve çok güleryüzlüydü. Biz "Asmanın büyüklüğüne bakın" derken çengelli sopalarını alıp, yarım metreye varan salkımlarla doldurdular kucağımızı. Küçük, çekirdekli fakat çok lezzetli üzümlerdi. Hiç ilaçlanmadığını, tamamen doğal olduğunu söylediler.
104645

Bonsaicileri de unutmadım. O kadar güzel örnekler vardı ki...
104646

Bu Japon gülü değil Japon Gülü Ağacı, o kadar büyüktü ki ve gözümü kamaştırmış ki arkasındaki kocaman Kauçuk Ağacını ancak fotoğrafa bakarken fark ettim.
104647

limon
27-09-2009, 14:56
Benden bu kadar. :)

Güler
27-09-2009, 19:51
Sevgili limon, paylaşımın için teşekkür ederim.
Çok arzu ederdim bize de uğramanı. Güllerin arasında sana bir çay veya kahve ikram etmek beni çok memnun ederdi. Yine de beklerim.

Tatilini ne güzel anlatmışsın, ben de yeniden yaşadım.
Bahsettiğin o akrepleri ben de gördüm. Yatağımızın baş ucunda duvarda kurutulmuş bir çiçek buketi asılıydı. Gecenin yarısında hışır hışır bir ses duyup da elektrik düğmesine bastığımda avaz avaz bağırmıştım.
Ondan sonraki geceler için karyolayı odanın ortasına çekip, dört ayağını da su dolu tas içine oturtmuştum. Ama yine de içim rahat etmedi iki gün sonra ben de taş ev macerasından vaz geçip derli toplu bir otele indim.

Baba Dağ'da yamaç paraşütü yapmadın mı? Büyük kayıp. Rüzgârın uğultusu halâ kulaklarımda.

Kelebekler vadisi'ni ve oradaki ful çiçeklerini unutamıyorum.

Sağlıklı olup da güzel yerleri keşfetmek, gezmek kadar güzel bir şey yok değil mi?

Oğuzhan
27-09-2009, 20:38
Paylaşım için teşekkürler.Güzel yerler.Resimlerde güzel.

limon
28-09-2009, 15:19
Teşekkür ederim Oğuzhan.

Güler Hanım, ben bir tek bizim başımıza geldi sanırken, taş evde kalan herkesin bir Akrep macerası varmış meğer. Valizlerle eve getireceğiz diye çok korktum, valizleri dışarda boşalttım, giyecekleri tek tek silkeledim. Arabaya bile binerken önce kolaçan ediyorum, tik oldu sanırım bende :)

Sağlıklı olup gezebilmek gibisi yok gerçekten. Gökova'dan Kaş'a kadar olan kıyılarımızın güzelliği zaten dillere destan. Bu tabiat güzelliğinin yanında bir de tarihi güzellikler olunca seyrine doyum olmuyor.

BalıkcıSerdar
28-09-2009, 16:10
Paylaşımınız için teşekkürler.

Anlattığınız yerleri 1998 de gezmiştim, Kaş'tan Bodrum'a doğru, sanırım istikametler farklı olsa da yerler aynı:)

İnanılmaz muhteşem yerler, ilk fırsatta tekrar aynı yerleri dolaşmak yine nasip olur inşallah. Ama sayenizde dolaşmış kadar oldum. Hemde neredeyse adım adım aynı yerleri dolaşmışız. Sadece siz Olympos'a geçmemişsiniz sanırım, gitmişken keşke oraya da gitseydiniz.

Hülya
28-09-2009, 16:12
Sevgili Limon
Daha önce gezdiğimiz yerleri , birde sizin anlatımınızla gezmek çok hoş. Paylaşımınız için teşekkür ederiz. Ne güzel anlatmışsınız.Yeniden gezmiş kadar olduk. Çok keyifliydi .(akrepler hariç.)

maki01
28-09-2009, 16:17
Teşekkürler sevgili limon. Öyle güzel bir yolculuğa çıkardın ki beni, anlatamam. Geçmişe, anılara gittim fotoğraf ve mesajlarınla. Kayaköy dedin, çok yakınındaki ev yapımı şarapların sunulduğu rum tavernasını aradı gözlerim. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nü orada kutlamanın tadı gerçekten bambaşka.
Bu tura Olympos'la başlamak ya da Olympos'la sonlandırmak bir başka güzel gelirdi bize.
M.Ö.100'de Lykia Birliğinin önde gelen ve üç oy hakkına sahip altı şehrinden biri Olympos.
Eşimin cep telefonuna kayıtlı bir kaç fotoğraf da Olympos'dan.

maki01
28-09-2009, 16:25
Antik şehrin giriş kapılarından biri...

104833

104834

maki01
28-09-2009, 16:34
Ve diğerleri..

104835

104836

104839

104837

Ve Chimera...

104838

limon
28-09-2009, 18:25
Aslında Dalaman'dan başlayıp Phaliselis'te bitirmek gerekiyordu ama merkezimiz Fethiye olunca, bu kadarına zamanımız yetti. 96 yılında Olympos'a ve Phaselis'e gitmiştik, bir iki ağaç evin dışında yerleşim yoktu. Şimdilerde arkadaşların bahsettiğine göre merkezi bir yer olmuş, bir çok motel yapılmış.

Ayrıca Kekova'da çok etkileyici yerlerin başında geliyor. Oraya da gidemedik. 20 sene kadar önce gitmiştim. O zaman çok susuzluk çekiliyordu, şimdi nasıl merak ediyorum.
Ama denizin altında kalan tarihi kalıntılar inanılmaz etkileyiciydi.

maki01
28-09-2009, 21:26
Haklısın sevgili limon, Kemer-Dalaman belki de :) Ben de ilk kez 92-93 de gittim sanırım Olympos'a . Oldukça bakirdi. Son gidişimizde ise Yanartaş'a bile büfe açmıştı muhtarın oğlu. Tarihle doğanın kucaklaştığı bu güzelim yerler, malesef birileri tarafından hızla kirletiliyor, tüketiliyor.

imgelem
16-10-2009, 11:46
Sevgili Limon;
Buraları ben de iki yıl önce gezmiştim.Gerçekten de Türkiye'nin heryeri tam bir doğa ve tarih hazinesi.Çok da güzel fotoğraflamış ve anlatmışsın.Yüreğine sağlık.Ben de Kayaköy'deki kiliseden benim ve eşimin gölgelerinden oluşturduğum bir kompozisyon göstereyim:))

Vildan Sönmez
19-10-2009, 11:40
Sevgili limon, çok güzel fotoğraflarla süslediğin yazını okumayı hala tamamlayamadım.
Taş evlerde uyumak için verdiğiniz mücadeleye rağmen bu güzellikler için değer. Neyseki problem de oluşmamış. Biz Datça' da Aktur'da hala akrep görebiliyoruz. Bir seferinde, okaliptus ağacının kurumuş kabuğunu koparmamla geriye kaçmam bir oldu: kabuğun altında akrep vardı.

Susurluk'ta bizim ikilimiz çift kaşarlı ve ayran, hatta bir seferinde benim ayran bol köpüklü olsun dediğimde isterseniz size bir bardak köpük de verebilirim demez mi ?
Çiğ böreği de severim aslında ama biz otobüsle gidiyoruz, gece 3- 4 gibi yiyince midem yanıyor. Anlattığın yerlerin bazılarını gördüm.
Eline sağlık, okumaya devam...

limon
19-10-2009, 12:21
Vildan Hanım, biz hayatımızda ilk kez akrep gördüğümüz için, çok korktuk ne yalan söyleyeyim. :) Ama kime anlatsak akrep maceramızı, gülüyorlar, meğer herkesin yaşadığı hatta alıştığı bir durummuş.

Hatta boğazda çok oluyormuş ama zehirli tür değillermiş.

Cumartesi gece yarısı 2 gibi Dumanın acaip hareketler yapmasıyla, çok huylandım, acaba bir şeylerle akrep taşımış mıyızdır diye içimden geçirirken, Tv de Okan Bayülgen, bahçede baktğı bir kedinin onlara akrep taşıdığından bahsetmesin mi? Pes yani bu kadar olur dedim. :) Sonra devam etti, " Evinizde akrep görürseniz sakın öldürmeyin, ailelerine çok bağlılardır, geri dönmeynce ailesi aramaya çıkarmış" demesin mi? İyiki ertesi gece nöbet tutmuşum dedim zira bizim akrebin üzerine sifonu çekmişti eşim. :) Programda konuk bayan da Fethiye'de bir tatil köyünde yataklarının altından çıkan minik fareyi anlattı üzerine. Demek her yerde yaşanabiliyormuş ama biz hepsini bir geceye sığdırınca fazla geldi. :)

Sonra ertesi gün İngilizce öğretmeni arkadaşım, Yeniköydeki okullarının bahçesinde çok akrep gördüklerinden, çocukları uyarmalarına rağmen hayvanları kıstırdıklarından bahsetmesin mi?

Pes yani dedim, ben unutmaya çalıştıkça üzerime üzerime geliyor. ;)

Zehirsiz türleri galiba kahverengi ve küçük oluyormuş, bizim gördüğümüz çok büyük ve simsiyahtı.

Halamı geçen yıl Çanakkale'de zeytin toplarken pantalonunun paçasından giren bir akrep sokmuş, zehirli değilmiş ama bacağı çok şişmiş ve bir haftadan fazla oldukça acı çekmiş.

Vildan Hanım, siz de biliyorsunuz zaten muhteşem güzellikte yerler. Yağmur, sel haberlerini duyunca, iyi ki Karadeniz turunu ertelemişiz dedik.

Vildan Sönmez
19-10-2009, 22:06
Limon'cum bu güzel gezi yazısının arasına son bir kaç akrep muhabbeti:

Görümcem Fatih'te bahçe katında oturuken akrep görmüştü.

Aktur'un ilk yıllarında yani yirmi yıl kadar önce akrep görmek öyle doğaldı ki, sabahları markete ekmek sırasına girenler, kibrit kutusu içinde bir gün önce buldukları akreplerin kuyruğundaki boğum sayısını yarıştırırdı. Şimdilerde yok denecek kadar azaldı.

Vildan Sönmez
19-10-2009, 22:13
Karadeniz gezisine gelince ise ah ah diyorum. Batı ve Orta karadeniz'de de gördüğüm yerler çok güzeldi. Ama Doğu Karadeniz ve direk Artvin çevresi görmekle, sevmekle bitmez. Dilerim en kısa zamanda gidersin, ben de bir kere daha giderim. Tabi Karadeniz deyince, bize o güzellikleri sevdiren Fahri kardeşimi anmadan olmaz. (Biliyorsun, hepimiz için sağlık diliyorum.)

ciceksever70
19-10-2009, 22:35
Sevgili Limon, yazinizi okuyali cok oldu ama bu aralar cevaplarimi gecikmeli yazabiliyorum yogunluktan dolayi. Görmedigim güzel yerleri sayenizde görmüs oldum. Türkiye insani cok sasirtan bir ülke. Ne kadar da cok iyi taniyorum deseniz karsiniza bir sürprizle cikiyor. Güzellikleri bitmez tükenmez. Akrepten ben de cok korkarim. Ilerde gitmem söz konusu olursa sayenizde tecrübe kazanmis oldum. Tas evde kalmak yok... Sevgiyle kalin.

DefneD.
19-10-2009, 23:37
Sevgili limon, tatil maceranı ve bizlerle paylaştığın muhteşem görüntü ve bilgileri zevkle okudum. Sefanız olsun.:)
Konu akrep olunca anlatmadan geçemiyeceğim. Seneleeer önce, annemlerin yayla evindeyiz. O zaman küçük olan kuzenim içeride uyuyor, bizler ise balkonda sohbetteyiz. Benim kuzene bakmak için içeri girmem ile kuyruğu havada, kuzene yanaşmaya çalışan akrebi görmem bir oldu. Panik olup ne diye bağırdım sizce? :o ''İSTAKOZ, İSTAKOZ'' diye.:D
Sağolsun babam ne demek istediğimi anlamıştı.:)

limon
20-10-2009, 14:57
Çiçeksever, siz de sevgiyle kalın :)

Vildan Hanım, Karadeniz gezisi planı yaparken Fahri Bey'in sitesindeki güzel paylaşımlarını da tek tek okudum. Herkes için sağlık temenninize katılmamak mümkün kü? Her şeyin başı sağlık...

Defne Hanım, çok güldürdünüz, çok yaşayın. :)

hozat
20-10-2009, 16:02
Sevgili Limon,

"Sokak iti" başlığında yazdığım anımla ilgili övgülü sözlerinize teşekkür ederim.
O dehşetti yaşadığımda 14 yaşındaydım. Yıllar sonra bir öykü yarışmasında ilk üçe girdi. Başarının nedeni yaşanmış olmasındaydı.

Yazma konusunda tevazu gösteriyorsunuz. Anlatımınız her zaman yalın, her okuyucunun anlayabileceği türde, önemli olan da bu değil mi?

Gelelim fotoğraflarınıza: Ben gidip bize tanıttığınız yerlerin bir kısmını görmedim ama sayenizde görmüş kadar oldum.
Bu da bir anlatım biçimidir. Kadraja sığdırdıklarınız, alan derinliği,ışık ayarınız okadar güzel ki; Şiir gibi okunup roman tadında haz duyuluyor.

Ellerinize sağlık,fotoğraf konusunda yazmak kadar başarılı olmak isterdim doğrusu.
Sevgilerimle..

limon
20-10-2009, 16:38
Bu güzel sözler için çok teşekkür ederim.

Ayşe Özdil
20-10-2009, 16:59
Sevgili Limon,

Gezi izlenimlerini ve anılarını keyifle ve ilgiyle okudum. Benim de henüz göremediğim ve görmeyi çok istediğim yerler Likya şehirleri. Yürüyerek de dolaşanlar olduğunu duymuştum. Aslında bu tam bana göre de, çoluktan çocuktan, iş - güç vs. sorumluluklardan fırsat olmuyor maalesef. İnşallah kalan yerleri de bir dahaki yıl planlar ve gezersiniz. Taş bir evde konaklamamak kaydıyla : )

Selam ve sevgilerimle.

( Bu arada, karpuz tohumlarını büyük bir özenle saklıyorum. Bir İstanbul a gelişimde haber veririm.. )

limon
21-10-2009, 07:59
Ayşe Hanım, çok teşekkür ederim. O dönemde yaşayanlar gibi yolu bir boydan bir boya yürümek büyük keyif olur eminim. Bisiklet turları da düzenleniyor sanırım ama dik yokuşlara bisikletle çıkmak için iyi kondüsyon gerek sanırım. Çok sevinirim, gelirseniz buluşalım.