View Full Version : Makedonya, Kosova, Arnavutluk (Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde)
kuru.umit
14-06-2009, 19:40
Uzunca bir zamandır televizyonda bir diziye takıldım kaldım. Her pazartesi gecesini iple çekmeme neden olan dizi, usta sanatçı Erdal Özyağcılar yanında, Makedon sanatçıları dahil, çok sayıda iyi oyuncuların en üstün performanslarını sergiledikleri “Elveda Rumeli” adlı dizidir. Burada temel bazı tarihi olaylar zemini üzerinde, Sütçü Ramiz ve ailesi eksenli, trajik-komik olaylar anlatılıyor.
Tarih her zaman ilgimi çekmiştir. Bu dizi hem tarih, hem üstün performans sergileyen sanatçılar ve hem de doğal güzellikleri yan yana getirince beni kendine bağladı. Bağladı bağlamasına ama bir süredir de içimde bir kıpırtı yaratmaya başladı. Bu kıpırtı buraları görme isteğiydi. Başlangıçta, ruh hali olarak “Buraları yakınlar sınıfına giriyor, nasılsa gidiveririm” havasına sahiptim Ama dizi ilkbahara doğru ilerleyip, Makedonya’nın yeşilini göstermeye başlayınca bu sefer “yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” ruh halini yaşamaya başladım. Yani Makedonya yolları gözükmüştü bize.
Bu sene şubat ayı sonunda gitme kararım kesinleşti. Bu yörelere gezi genellikle Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Karadağ, Hırvatistan olarak yapılıyor. Türk tur şirketleri bu işi en abartılı şekilde 8-9 günde bitiriyorlar ama tüm Balkanlara gidip, bitiriyorlar. Yolculuk genellikle otobüste geçiyor. Hiç birinin programı istediğim gibi çıkmayınca bu sefer kendim bir program yapıp tura çıkmaya karar verdim. Verdim vermesine de bu iş o kadar da kolay değilmiş. Kaç kişi ile gideceğiz; sayı belli değil, kimlerle gideceğiz; belli değil, tura gelir misin diye sorduğum insanlara fiyat söyleyemiyorum. Kabaca üç ülkeye gideceğiz ama ayrıntı yok, tur şirketi sahibi değilim ki yayınla programı gelen sağlar bizimdir deyip, bekleyesin.
Neyse uzatmayalım, bir yandan gezgin ruhunu bildiğim insanlara gelir misin diye soruyorum, bir taraftan Makedonya ve Arnavutluk Ticaret Odalarının web sayfalarından edindiğim tur şirketlerinin mail adreslerine yazıp, 15 kişilik bir grup ve Arnavutluk, Makedonya, Kosova’yı içine alan 7 gece 8 günlük bir tur için fiyat ve program istiyorum. Sonunda tur programı bu şirketlerin yardımı ile kesinleşti ama değil 15 kişi, 10 kişi bile olamıyoruz. 15 kişi olsak fiyat çok cazip hale geliyor ama bir türlü sayı tutmuyor. Kiminin programı uymuyor, kimi maceraya atılmak istemiyor.
Sonunda Makedonya ve Kosova’yı, 6 gün ve 5 gece Makedonya’da kalmak üzere Makedonyalı bir firma ile (VisitMacedonia, www.visitmacedonia.com.mk (http://www.visitmacedonia.com.mk)) ve Arnavutluk kısmını ise 2 gece 3 gün Arnavutluk’dan bir firma (Albania Express, http://alb-exp.com) ile yapmaya karar kaldım. Böylesi daha ucuza gelecekti. Ama bir problem vardı; bu firmalardan yazıştığım yetkililer benden 15 kişi bekliyorlardı. Bekliyorlardı da tanıdığım tüm gezginlere haber salmama rağmen, ben ve eşim dahil, ancak 6 kişi ile tur yapabiliyorduk.
30 mayıs ve 6 Haziran arasında, Makedonya-Üsküp’den başlayan ve Arnavutluk-Tiran’da biten ve kağıt üzerinde harika bir programla kala kaldık. Üç aydır bu ülkeleri çalışıyor ve insanlarla yazışıyordum, nerdeyse mayıs ayı başı oldu ama hala kesin bir fiyat ve sayımız yoktu. Bir taraftan da karşı taraftan firmalar kesin teyit istiyorlar.
Sonunda bu iki firmaya durumu anlattım, biraz mırın-kırın yaptılar, onlar fiyatı birazcık arttırdı biz biraz katlandık ama 6 kişiye bir butik tur olması kesinleşti. Ama öyle yabana atılır bir tur olmadı inanın; rehberlerimiz, 8+1 kişilik arabamız, merkezlerde otel konaklamalarımız oldu. Hepsindcen önemlisi de standart tur programlarında olmayan programımızla Balkanlara yeni yeni gelen baharı yaşamak şansımız oldu.
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; harika bir gezi oldu. Genelde döndüğüm gün ertesi gezi anılarımı yazmaya başlarım ama bu sefer geziye beraber gitme şansını yakaladığım insanlara bir sözüm vardı, önce fotoları ve video çekimlerimi hazırlayıp onlara göndermem gerekiyordu. Onu da bu öğlen sonrası bitirince, gezi anılarımı siz arkadaşlarımla paylaşma zamanı geldi ve oturdum, yazmaya başladım.
Haydi buyurun bakalım, yediğim içtiğim benim ama Makedonya-Kosova-Arnavutluk gezi anılarımı ve fotolarımı paylaşıma açtım.
Otuz iki kısım tekmili birden; 7 Gece-8 Gün de Makedonya-Kosova_Arnavutluk.
Gezekalın.
kuru.umit
14-06-2009, 21:22
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde-Makedonya-1. Gün
Türk Hava Yollarının tarifeli uçağı ile Üsküp’e 1 saat 15 dakika süren yolculuk sonrası indik. Makedonya’ya vize yok, her türlü pasaport ile vize almadan ülkeye girebiliyorsunuz. Uçaktan indikten sonra, standart işlemler için gösterilen kuyruğa geçtik. Hangi ülkeye gitmişsem, o ülke dilinde “merhaba” kelimesini söyleyerek empati yaratmaya çalışırım. Nasıl başlarsam öyle biter gibi bir inanışa sahip olduğumdan, karşıdaki görevlinin yüzünde bir gülümseme yaratmaya çalışırım. Makedon görevliye “Zdravo” dedim ama tepki yok! Haydi hayırlısı bakalım, iyi başlamadık.. İşlemler çabuk yapıldı ve bavul başına gittik. Bavullar da çabuk geldi, havaalanı dışında Visit Macedonia firmasından görevlinin, üzerinde ismimin yazılı olduğu pankartla beklediğini görünce rahatladım. Üç ay boyunca kendisi ile yazıştığım Stefan’la tanışmak şansına sahip olmuştum. Bir de tüm turu birlikte yapacağımız öğrenince iyice sevindim, öyle ya bu arkadaşla internet ortamında da olsa iyi arkadaş olmuştuk. Tatlı, cana yakın, hoş sohbet bir insan çıktı sevgili Stefan.
Aracımızda yeni ve rahat bir araç çıkınca, en azından başlangıçta arkadaşlara karşı mahcup olmadığıma sevinmiştim. Bavulları hemen otele yerleştirdik. Otel şehir merkezinde bir otel olan Hotel Ambasador. Eski Türk Çarşısına yürüme mesafesinde, rahat ve temiz bir otel, otel personeli cana yakın.
Üsküp de 2 gece kalacağız ama sadece yarım gün gezeceğiz. Yarın Kosova’ya geçip, Prizren ve Pristina gezilecek. Akşama ise Üsküp e geri döneceğiz çünkü Kosova da oteller daha pahalı.
Üsküp’e geçmeden Makedonya hakkında bazı bilgileri versem iyi olacak. Makedonya küçücük bir ülke gönül bağlarımız var. Atalarımız burayı yaklaşık 550 yıl boyunca yönetmiş, halklar kardeş kardeş yaşamayı bilmiş. Makedonya yaklaşık 27000 km2 yüzölçümü ile bizim Erzurum ilimiz kadar bir ülke. Nüfusu 2.200.000 civarında. Aslında tur şirketleri buraya en fazla 3 gün veriyorlar. Ama Makedonya tarihi yanında doğal güzellikleri ile de keşfedilmeyi bekleyen bir ülke olduğundan biz biraz fazla gün ayırdık. Makedonya da bir zamanlar önemli sayıda Türk varmış ancak artık Türklerin nüfus içindeki oranı ancak %4 ler civarı ve belli yerlere yığılmış durumdalar. Nüfusun %66 civarı Slav kökenli Makedon, %22 kadarı Arnavut, %2,2 si Çingene, %2 kadarı Sırp dan oluşuyor. Resmi dili Makedonca ve Arnavutça. Para birimi Makedonya Denarı (MKD), 1 EUR=61.37 MKD ve 1 USD=43.80 MKD. Makedonya’da yemek içmek ucuz. Adam akıllı bir lokantada, iyi bir menü ile yemek yemek 10-12 EUR’ya mal oluyor. Ayrıca karşılaştırma için Makedonya da şişe su yaklaşık 30 MKD, bira 100 MKD, hamburger 50 MKD.
Makedonya tarihi eski ama en meşhur zamanlar Büyük İskender ve babası 2. Philip dönemleri. Daha sonra Romalılar bu ülkeyi ele geçiriyorlar ve MS 4 yüzyıla kadar yönetiyorlar. Bu tarihten sonra Roma ikiye bölününce burası Doğa Roma’ya yani Kostantinopol’e bağlanıyor. MS 7 yüzyıldan itibaren Slav halkı buralara gelmeye başlıyor 9. Yüzyılda, Çar Simion burayı ele geçiriyor ve yönetmeye başlıyor. 1014 yılından sonra bu ülke toprakları Bizans, Sırp ve Bulgarlar arasında el değiştirip duruyor.
Daha sonra ise 14 yüzyılda Osmanlılar ortaya çıkıyor. Birinci Murat zamanında bu topraklar ele geçiriliyor ve tam 550 yıl yönetiliyor. Kırım da Osmanlı ya yenilen Rusya, Balkanlardaki Slav kartını oynamaya karar veriyor. Rusya da, Moskova da yapılan toplantı ile Pan Slavizm politikası kabul edilerek, Balkanları huzursuzlaştırmaya başlıyorlar. Örgütlenmelerle ve para, silah yardımları ile yerelde olsa çeşitli küçük ayaklanmalar zamanla bir yangına dönüyor. Osmanlı bu isyanları bastırınca da “vay sen misin benim soydaşlarımı ezen” deyip, Osmanlı-Rus savaşı çıkıyor.
1877-1878 yılları Osmanlı için tam bir felaket oluyor; hem Balkanlar ve hem de Doğu Anadolu da tam bir felaket yaşıyoruz. Rus ordusu Bulgar, Sırp ve Romen isyancılarla birlikte Yeşilköy önlerine kadar geliyor. Rusların daha fazla ilerleyip boğazları ele geçirmesi Avrupalıların işine gelmeyince Rusları durduruyorlar. Sonraları tam bir dram, çok sayıda Türk, Balkanlardan göçe zorlanıyor, yollarda ölüm, soyulma, salgın hastalıktan ölüm derken önemli sayıda insan kaybı ile bu insanlar Anadolu’ya geçiyorlar. 1903 yılında yeniden ayaklanmalar olsa da Osmanlı bunları bastırıyor (Milli Kahramanarı Goce Dolcev bu ayaklanmaların lideri olduğundan, ulusal kahramanları olarak kabul edilir, Osmanlı bu adamı yakalayıp idam etmiştir) ama 1912 yılında 1. Balkan savaşı patlak veriyor ve Bulgarlar, Yunanlılar, Sırplar ve Karadağ tarafından Makedonya paylaşılıyor. 1913 de 2. Balkan harbi ile Bulgarların elindeki Makedonya toprakları Yunanlılar ve Sırplar arasında paylaşılıyor. Yani aslında tüm oyunlar Makedonya toprakları üzerinde oynanmış ve Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar arasında toprak paylaşımı olmuştur.
Birinci Dünya savaşı sonrasında, 1929 yılında Yugoslavya adı altında Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ topraklarını içine alacak şekilde yeni ülke kurulur ama bu ülkede Makedon halkı tanınmaz, ve Makedonca yasaklı bir dil haline gelir. Osmanlı ya karşı başkaldıran Makedonların tüm mücadele sonunda geldikleri yer, yeni yöneticilerdir. Tito 2. Dünya savaşı sonrasında Makedonya’ya Hırvatistan, Sırbistan gibi Cumhuriyet olma sözü verdiyse de bu durum savaş sonrası unutuldu.
Yugoslavya’nın parçalanması sonrasında 1991 de yapılan halk oylaması ile Makedonya tam bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan diplomatik olarak Makedonya ismi ile tanınmasını geciktirdiyse de 1995 den beri Yunanistan dahil çok sayıda ülke Makedonya’yı bağımsız olarak tanıdı. 2001 yılında Makedonya’da ki Arnavutlar bazı terör olayları ile karışıklık yaratsalar da son zamanlarda Arnavut azınlığa bazı haklar verilmesi ile asayiş sağlanmış gibi gözüküyor. İşte gezeceğimiz Makedonyanın, Osmanlı dan sonra huzuru pek bulamamış kısa tarihi bu.
Üsküp Makedonya’nın başkenti. 550.000 kadar nüfus var. Bugünkü Üsküp şehrinin yakınlarında, Skupi denen başka bir şehir varmış ama bu şehir depremle alt üst olunca, şimdiki yerinde gezeceğimiz Üsküp şehri kurulmuş. Üsküp’ün uluslar arası adı olan Skopje de, Skupi antik şehrinden geliyor. 1963 yılında yaşanan büyük depremle şehir çok önemli oranda hasar görünce, bu sefer gelen yardımlarla Japon mimar Kenzo Tange’nin tasarladığı bugünkü Üsküp şehri kuruldu. Yani aslında bu depremde ve sonrasında gelen yeniden yapılanmada önemli sayıda Osmanlı eseri, maalesef ortadan kaldırıldı.
kuru.umit
14-06-2009, 21:54
Bu giriş bölümü biraz uzun olsa da, orada yaşadığımız duyguları anlamanız için gerekli diye yazmak zorunda hissettim. Ne de olsa Anadolu’da Trabzon’u veya Konya’yı fethetmeden önce Atalar oralarda at koşturuyordu.
Üsküp gezimize Üsküp kalesi ile başladık. Üsküp kalesi şehrin en yüksek noktasında kurulu ve tarihi 4000 yıl öncesine kadar gidiyor. Bu kalenin bugünkü şekli Bizans dönemine kadar gidiyor ve 6. Yüzyılda yapılmış. 121 mt uzunluğunda kale duvarlarının yapımında kullanılan duvar taşları, yakındaki da harap edilmiş şehir Skupi den getirilmiş. Osmanlı zamanında tahkim edilmiş ama 1963 depremi ile hasar görmüş. Kaleden çok güzel Üsküp panoraması alınıyor. Aşağıda Vardar nehri süzüle süzüle akıyor. İleride ki dağın ismi Vodno dağı. Ne gereği varsa, bu dağın tepesine 40 km uzaktan görülebilen bir haç dikmişler (ikinci fotoya dikkatli bakılınca gözüküyor). Bu mozaikler şehrine bu simge yaraşmamış bence.
Kale içinde çalışmalar vardı, bizim restorasyon görmüş İstanbul Surlarımız gibi yeni bir Üsküp Kalesi inşa ediyorlar. Bir gün önce hava yağmış, o günde kapalı bir hava vardı. Fotoğraf için uygun bir hava olmasa da şehir panoramasını fotolayıp, Stefan’ın anlatımı ile şehir hakkında bilgileniyoruz. Bu arada şehrin panoramik manzarası için bir diğer tavsiye edilen yerde Üsküp te Arka Hotel in çatısıymış, bize vakit kalmadı ama fırsatı olacak olanı bilgilendireyim.
Teşekkürler paylaşımınız için.
kuru.umit
14-06-2009, 22:51
Camiden aşağıya doğru inince karşınıza Sveti Spas kilisesi çıkıyor. Sveti kutsal demekmiş. Osmanlı zamanında yapılan kiliselerin camilerden yüksek olmasına izin verilmezmiş. O nedenle bu kilisenin tabanı derine kazılmış. Sveti Spas kilisesi Osmanlı döneminde yapılan çoğu kiliseler gibi, dıştan gösterişsiz ama içten çok güzel işçiliği olan bir kilisedir. Üsküp ün en önemli eserlerinden olan bu kilisenin önemi içinde bulunan benzersiz tahta işi ikonalarından geliyor. Sveti Spas kilisesinin tahta oyma (ceviz ağacından) ikonaları önemli. Philipovski kardeşler bu oymalarla 7 yıl uğraşmışlar.
Bu kardeşlerin ikonlarını oymakla uğraştıkları bir diğer kiliseyi de sonraki günlerde gezdik. Kilise de görevliler çok güzel bilgiler verdiler. Türk olduğumuz söylenince Makedonların yüzlerinde samimi bir gülümseme oluyor. Bu insanlara kanımız kaynadı. Bu hissi Makedonya’nın her yerinde hissettik. İkonlar gerçekten çok güzeller. Fotoğraf çekmek yasaktı bu nedenle çekemedim. Ama hiçbir fotoğrafta o güzelliği yansıtamaz zaten, görmek lazım.
Kilisenin avlusunda Goce Dolcev adlı Türk’e başkaldıran bir Makedon’un mezarı var. Ayrıca bir de müzesi var. İnsan orada biraz burkuluyor ama ne yaparsınız? Goce Dolcev onların ulusal kahramanı, bizim için ise Osmanlı ya başkaldıran hain.
Yürümeye devam ediyoruz. Sonraki ziyaret yeri Mustafa Paşa camisi. Yavuz Sultan Selim’in vezirlerinden Mustafa Paşa nın 1492 yaptırdığı cami restorasyon nedeni ile kapalıydı. Makedonya ve Arnavutluk’ta hayatımda gördüğüm en güzel camileri gördüm. Bu caminin içi de onlar gibi miydi bilmiyorum.
Yürümeye devam ederek Bit pazarı içinden geçtik. Burası bizim pazarlar gibi. Zaten pazarcılarda bizim Türk olduğumuzu anlayınca hemen Türkçe konuşmaya başlıyorlar. İlk alışverişleri daha burada başladı. Bu arada da para bozdurup Makedon Denarı aldık.
Kurşunlu Han, Sulu Han beklediğim gibi çıkmadılar. Kötü olduklarından değil, bakımsız bırakıldıklarından. Makedonlar buraları ve hamamları sanat galerisi haline getirmişler ama kapıları kapalıydı, içeri giremedik. Yürümeye devam edince Türk Çarşısına geldik. Sağlı sollu dükkanlar, ne kadar da güzeller! Grup ta yorulmaya başladı, merkezdeki lokanta-kafe karışımı yerlerden birine oturduk. Türkçe bir hoş geldiniz ile karşılandık. Artık buralarda Stefan yabancı kaldı.. İnsanlar memnun, onlarda rahatlamışlar belli, güzel bir kahve söyledim kendime, bol köpüklü.. Üsküp’te çay içebileceğiniz tek yer burası. Çay derken bizim anladığımız anlamda çaydan bahsediyorum. Diğer yerlerde çay var mı dediğiniz zaman var diyorlar ama getire getire kuş burnu getiriyorlar. Siyah çay var mı diye sormalısınız.
kuru.umit
14-06-2009, 22:54
Fotoğraflar Türk Çarşısından
kuru.umit
14-06-2009, 23:11
Davut paşa hamamı bir zamanlar balkanlardaki en büyük hamamdır. 15. Yüzyılda yapılmış ve önceleri, Davut Paşa nın haremine hizmet etmiş daha sonra, halka açılmış. Bu hamamda iki büyük kubbe var, gerilerde ise daha küçük kubbeler var. Günümüzde şehir sanat galerisi olarak hizmet veriyor.
Yola devam ederken bir kilise de nikah varmış. Cumartesi-Pazar günleri kilise nikahları oluyormuş. Bizim meraklı tazeler daldılar kiliseye şeker neyin kaparız diye. Kös kös döndüler tabii ki..
Daha sonra Üsküp’ün bir diğer özgün tarihi eseri olan Taşköprü ye geldik. Taşköprü, Vardar nehri üzerinde bulunuyor ve bu köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 15. Yüzyıl ortalarında bitiriliyor. Aslında bu köprü yerinde daha eski bir köprü daha varmış ancak bu günkü hali tamamen Türk yapımı. Köprü üzerinde aslında nöbetçi kulübeleri varmış ama bugün sadece bir tanesi ayakta. Köprünün gece görünüşü ışıklandırma altında harika ama ben köprüye gece fotoğraf almak için gidince hayal kırıklığı yaşadım çünkü o gece ışıklandırma yoktu, ne yazık !
kuru.umit
14-06-2009, 23:21
Taş köprü fotoları
kuru.umit
14-06-2009, 23:50
Köprüyü geçince Üsküp’ün yeni kısmına geliyorsunuz. Biz gittiğimizde orada festivalimsi bir şey vardı. Daha çok panayır gibi bir şeydi. Bu meydanı geçince ve eski tren istasyonuna doğru yürüyünce kendini yoksula ve hastalara hizmete adamış Rahibe Teresa’nın müzesine geliyorsunuz.
Rahibe Teresa’ya Arnavutlar’da sahip çıksalar da bir gerçek var ki Rahibe Teresa Üsküp de 1910 yılında doğmuş. Kendisi adına, yaşadığı yerde düzenlenmiş müze evi var, onu ziyaret edemedik. Çünkü cumartesi günü erken kapanıyormuş, dıştan gördük. Eski tren istasyonuna doğru yürüdükçe yol kenarında heykeller, kafeler ve parklar arasından geçiyorsunuz.
kuru.umit
15-06-2009, 00:05
Üsküp’te şimdilerde şehir müzesi olan ama 1963 de geçirilen depremde büyük hasar gören tren istasyonu, bugün için son durak oldu. Burada duvarda duran büyük saat, depremin saatini göstermekte, depremin izleri ise duvarın bazı bölümlerinde hala durmakta.
Avrupa’nın en fazla Çingenesinin yaşadığı Sutko mahallesi Yeni Üsküp’te bulunuyor. Buralara pek yaklaşmadık. Üsküp genelde güvenli bir şehir ama gece bize yardım etmeye çalışan ve Üsküp’de bir araştırması nedeni ile bulunan bir Türk arkadaşımızın az daha soyulmasına şahit olacaktık. Bu nedenle gideceklerin dikkat etmesinde fayda var.
Gece ise tekrar yürüyüşe çıktık. Gece meydanda bazı gösteriler vardı. Bu arada artık açlık iyice başımıza vurdu. Bir köfteci tavsiye ettiler, artık köfteler mi çok güzeldi yoksa biz mi çok açtık bilmem ama bir güzel karnımızı doyurduk. Meşhur dedikleri biralarını da içtim, gerçekten güzel geldi.
Gece otele döndüğümüzde Vodno dağının gece halini göreyim dedim ama karşıma o kocaman haç çıktı. Uykuya hemen daldık. Yarın yorucu bir gün, Kosova yollarında olacağız.
Şimdilik hoşça kalın, daha doğrusu sağlıkla geze kalın..
Vildan Sönmez
15-06-2009, 23:33
Hoşgeldiniz Ümit Bey. Her zamanki gibi eliniz kolunuz dopdolu. İz sürmede üzerinize kimse yok.
Bazı fotoğraflara bakınca ne bileyim, Edirne'yi hatırladım. Aynı doku, aynı tad gibi geldi bana. Orada grubunuzda olmak isterdim.
Selamlar...
kuru.umit
16-06-2009, 00:22
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 2. Gün Kosova Gezisi
Makedonya ile Türkiye arasında 1 saat fark var. Erken yatınca, olmayacak bir saate uyanmış olduk. Kosova ile ilgili bilgileri bir daha tazeledim.
Önce biraz Kosova hakkında bilgi verelim; 17 Şubat 2008 tarihinde tek taraflı olarak ilan ettiği bağımsızlıkla, Kosova dünyanın en yeni ülkesi unvanını Karadağ’dan almış durumda. Kıbrıs Rum Devleti, Yunanistan, Rusya, Sırbistan gibi bazı ülkeler bu bağımsızlığı tanımasalar da, bugün 54 tane ülke bu bağımsızlığı onaylamış durumda.
Kosova da özel bir yönetim var, geçici olarak Avrupa Birliği denetim görevini yürütüyor. Kosova 10912 km2’lik bir yüz ölçüme ve 2 milyonun üstünde bir nüfusa sahip. Türkler, Kosova’ya Hunlar, Avarlar ve Peçenekler gibi Müslüman olmayan Türkler vasıtasıyla çok erken dönemlerde gelmişler ama Osmanlı 1389 yılında buraya geliyor, kalıcı hale gelmesi 1455 yılından sonra oluyor ve 1912 yılına kadar da burayı yönetiyor. Birinci Kosova savaşı Sırplara karşı, 1. Murat zamanında yapılmıştır. Bu savaşta Hıristiyan ittifakının liderliğini Lazar Hrebelyanoviç yapmış ve o da bu savaşta öldürülmüştür. Sultan 1. Murat’ın (tartışmalı olsa da) Miloş Kobiloviç (Obiliç) adlı bir Sırp tarafından yine bu meydanda öldürüldüğü bilinmektedir. Yani 1. Kosova savaşı her iki tarafın liderlerinin de öldürüldüğü şiddetli geçmiş bir savaştır.
Sırplar bu savaşta mağlup olduklarını kabul etmezler ve bu savaşın yapıldığı 28 Haziranı da en kutsal günlerinden sayarlar ve bu günü Vidovdan adı altında dini bir gün olarak kutlarlar. Sırplar Kosova’yı her zaman ilahi bir yer olarak kabul etmişlerdir. 1. Kosova savaşını Sırbistan ve Karadağ’ın bölünmesine yol açan ve Sırpları köleleştiren bir savaş olarak algılamaktadırlar.
İkinci Dünya savaşı sonrasında Yugoslavya adı altında bulunan ülkeler, 1992’den sonra SSCB’nin dağılma süreci sırasında tek tek bağımsızlıklarını ilan etmeye başlamışlar. Kosova da bu süreçte bağımsızlığını ilan etse de, Sırpların askeri müdahaleleri ve yaptıkları sistematik öldürmeler sonunda (medeni Avrupa’nın ortasında, hepimizin şahit olduğu bir soy kırım yaşandı ve maalesef dünya bu soy kırımı bir süre seyretti) 1999 da NATO’nun müdahalesi sonucunda Kosova, Sırbistan yönetiminden koparıldı. Bir süre Birleşmiş Milletler burayı idare etti. Daha sonra da, yukarıda bahsedildiği gibi 2008 yılında Avrupa Birliği tarafından yönetilmeye başlandı. İşte ziyaret edeceğimiz Kosova, yakın zamanda büyük acıları yaşamış bir ülke.
Burada hala sorunlar var, biz de gezimiz sırasında etrafta olan huzursuzluğu fark etmedik değil. Sırpların Kosova ovasının ortasına diktikleri kule anıtı görünce ve her yıl 28 Haziranda, 1389 yılında Osmanlıya karşı yenilgiyi kutlamalarını duyunca bu topraklarla ilgili olarak biraz kaygılanmadım değil. Umuyorum ki bu güzel mozaik bozulmaz ve insanlar kardeş kardeş yaşamaya devam ederler (daha önceden başardıkları gibi).
Kosova nüfusunun %90’ı Arnavut %4 kadarı da Sırp kökenli, Türkler 60000 civarında diye düşünülüyor. Arnavutça ve Sırpça gibi Türkçe’de yakın zamana kadar resmi diller arasında sayılmasına rağmen, Türkçe 1999 yılında Birleşmiş Milletler idaresinde bu statüden kaldırılmıştır. Neden yapıldığı konusunda Türk rehberimiz bir şey söyleyemedi. Avrupalıların vardır bir bildiği herhalde!
Kosova’nın şu andaki para birimi Euro. Evet, Kosova’nın hala resmi bir para birimi yok.
Sabah kahvaltı sonrası Stefan, arabamızla birlikte geldi. Grubun sayıca az olmasının avantajını yaşıyoruz, hemen araca yerleştik ve araç yola koyuldu. Kosova gitmeden önce dünden kalan bir eksiği tamamlamamız lazım. Vodno dağına çıkıp, buradan Üsküp panoraması seyredeceğiz. Vodno Dağı, en yüksek tepesi 1066 mt olan bir dağ ve Krstovar tepesi adını alan bu en yüksek tepesine, 2002 yılında dünyanın en büyük hacı dikilmiş.
kuru.umit
16-06-2009, 00:28
Stefan bir ilave yapıp, Pantaleymon Kilisesine kadar gidebileceğimizi söyledi. Neden olmasın dedik, düştük yola. Yeşil, sanki Makedonya’ya yeni gelmiş, kıvrıla kıvrıla Vodno dağını tırmanıyoruz. İlk gözlem yerinde durduk, Üsküp ayaklarımızın altında, hava açık ve fonda sadece bülbül sesleri var.
Yola devam ediyoruz sabah sabah bu manzara çok iyi geldi. Sonunda Pantaleymon kilisesine geldik. Burası Makedonya’nın en eski kiliselerinden ve içindeki freskoları (kabaca duvarlara ve tavana çizilen din konulu resimler) ile meşhurmuş. Burası da depremden nasibini almış. Kilisenin bir kısmı yıkıldığından, duvardaki belli bir yüksekliğe kadar olan freskolar yüzlerce yıllık, üsttekiler ise daha yakın tarihliymiş. Ben bunu nasıl atladım diye hayıflandım, çünkü Makedonya’da kilise ve müzeler saat 10’dan önce ziyarete açılmıyor. İçeri giremedik, çevresini gezmekle yetindik.
Makedonya’ya gideceklere burayı da, hem manzarası ve hem de kilise içi önemli freskoları ile geziye dahil etmelerini tavsiye ederim. Hemen yakında bir lokantada var, akşam veya öğlen yemekte denk getirilebilir.
kuru.umit
16-06-2009, 00:33
Vodno Dağı sonrası Kosova sınırına geldik. Kosova’da da TC pasaportlulara vize yok. Burada işlemleri ışık hızı ile yaptılar diyebilirim. Yeşil pasaporta damgada vurmuyorlar. Hiçbir sınır kapısında bu sürati görmedim. Artık yeni bir ülkedeyiz, dünyanın bağımsızlığını ilan eden en genç devleti olan Kosova’da.
Üsküp ile Prizren arası 97 km ve 1.5 saatlik bir yol. Şar dağlarını takip ederek, yeşillikler arasında ilerliyoruz. Ben önde, Stefan’ın yanında oturuyorum. Stefan bir ara içlerinden geçtiğimiz köylerin tabelalarına dikkati vermemi istedi. Tabelalarda beldelerin veya köylerin isimleri hem Sırpça ve hem de Arnavutça yazılı. Ama ismin bir tanesi mutlaka çizik oluyor. Meğerse eğer o yerleşim yerinde Sırpların ağırlığı varsa Sırplarca, Arnavut yerleşim ismi çiziliyormuş, yerleşim yerinde Arnavut nüfus ağırlığı varsa tersi oluyormuş. Yanımızdan bolca geçen Barış Gücü (KFOR) askerlerine ait zırhlı araçların sıklığı daha da bir anlam kazandı şimdi. Buralarda her şey daha çok taze. Kötü şeyler tekrarlamaz inşallah.
Sonunda Kosova’nın güneyinde bulunan ve Şar Dağları eteklerindeki vadiye kurulu 220000 nüfuslu Prizren şehrine geldik. Burası Osmanlının izlerinin çokça bulunduğu bir şehir. Aynı hissi bir de Arnavutluk’ta Berat şehrinde yaşadım. Prizren 1455 yılında Fatih Sultan Mehmet’in ünlü kumandanlarından Ahmet Bey Evrenoszade tarafından fethedilmiştir. Prizren çok eski bir yerleşim yeri, adının uzaktan görülen kale anlamında Sırpçadan geldiği yazılıyor Osmanlıca Pür zerrin den değişim geçirerek Prizren olduğu da yazılı (ziynet dolu anlamında). Prizren içinden Bistrica adlı bir nehir geçiyor. Şehir bu nehrin iki yanında yer alıyor.
Önce buradaki Türk rehberimizi yanımıza alacağız. Stefan iyi bir rehber ayarlamış; Pristina’da yaşayan ve kökenleri buralı olan Ercan bey. Ercan Bey, ayrıca bir haber ajansımızın buradaki temsilcisi. Onunla buluşup, gezimize başladık.
Nehir boyunca yürüyüp şehir içine ilerlerken kapısında Arnavut Ligi Binası yazan bir bina gördüm. Bu binanın önemi Arnavut Aydınların burada Osmanlıya karşı ayaklanmaya karar verdikleri bina olması. Ercan bey şöyle bir geçecekti ama ben içeri girmekte ısrar edince girdik. Önce kararların alındığı evi gezdik. Eskimiş fotoğraflarda bulunan insanların hepsi Türk isimli, bazılarında Paşa unvanı var. Bu nasıl iştir?
Osmanlı arkadan vurulmuş fikri oturmaya başlarken, çat-pat Türkçe konuşan bir Arnavut vatandaş yanımıza geldi. Hoş-beşten sonra Etnografya müzesini de gezmeye davet etti. Burası programda yoktu, bu nedenle orasının ücretini yatırmadık desek de bizi buyur etti. İçeri de, Türkiye’de Safranbolu evlerinde gezdiğimiz etnografya müzelerinde ne varsa hepsi vardı, her şey tanıdık.
Üst katta resimleri gezince iş biraz değişti. Arnavut müze rehberi (belki de değil) her resimde kalleş Osmanlının Arnavutları nasıl kullandığını, özgürlük sözü verip de nasıl tutmadığına getiriyor işin sonunu. Bizim Ercan bey ve ben savunmadayız. Tarihi sonradan değerlendirmek kolay da, o zamanın koşulları içinde değerlendirmek çok zor olsa gerek. Ülkedeki huzursuzluk hakkında biraz daha bilgi sahibi olarak oradan ayrılıyoruz.
kuru.umit
16-06-2009, 00:35
Arnavut Ligi ve Etnografya müzesi fotolarına devam.
kuru.umit
16-06-2009, 00:37
Sonrasında Gazi Mehmet Paşa Camisi, Hamamı (16. Yüzyıl), Sinan Paşa Camisi (1608), Şadırvan, Maraş Camisi ve Köprüyü gezdik. Sinan Paşa camisi Türkiye Cumhuriyeti’nce restore ediliyor. Zaten bölgenin tamamında Türkiye’nin büyük yardımları var, bunu hiç inkar etmiyorlar ve minnettarlar. Bu arada meydanda bir folklor gösterisi var. Geleceğimiz duydular herhalde, bizi karşılıyorlar!
kuru.umit
16-06-2009, 00:39
Bu arada ben dahil, herkes acıktı. Daha Türkiye’de iken yemek yenecek yeri tespit etmiştim; Besimi. Burası aslında köftesi ile meşhur. Çok kalabalık. Etler biraz pişmemiş geldi ama açlıktan hepsi gitti.
Burada 11. Yüzyıldan kalma bir Kale var. Buraya yürüyerek gitmek gerekiyor. Çok güzel panoramik görüntü almak mümkün ama grup pek istekli olmayınca ben de ısrar etmedim.
Halveti Tekkesi burada mutlaka gezilmesi gereken bir yer. İçeriyi gezdik ve Tekke hakkında bilgilendik. Prizren’i çok sevdim. Bir Osmanlı şehrinin o günkü haliyle bugün gezmek çok güzel oldu.
kuru.umit
16-06-2009, 00:41
Halveti Tekkesi ve Hamamla Prizren'e devam
kuru.umit
16-06-2009, 00:44
Daha sonra Kosova’nın en kalabalık ve başkent olan Priştina şehrine doğru yola çıktık. Priştina-Prizren arası 80 km ve 1 saat tutuyor. Önce Priştina’ya gelmek istememiştim. Onun yerine Prizren’de daha çok vakit geçireyim demiştim. Ama iyi ki Priştina’ya da gelmişiz.
Doğrudan Sultan Murad Hüdavendigar Türbesine gittik. Priştina’nın 10 km dışında olan türbede insan garip duygulara kapılıyor. Bu türbede Sultan Murad’ın iç organlarının bulunduğu bir sanduka var. Bu türbeyi Özbek asıllı bir aile koruyor. Türbedar ailesinin ilk üyesi Hacı Ali Buhari, Özbekistan’ın Buhara şehrinden 1660 senesinde buraya geliyor ve türbedarlığa başlıyor. Sonrasında nesilden nesile bu iş naklediliyor. Türbedar ailesi halen göreve devam ediyor. Görevi şu anda Hacı Ali Buhari’nin torunlarından bir bayan sürdürüyor.
Burayı da Türk devleti restore ettirmiş. Türbe bahçesinde belki de 1. Murad’ın defnedilmesi ile birlikte dikilen asırlara meydan okumuş bir dut ağacı var.Türbenin hemen dışında ineklerin otladığı alanda bir zamanların en kanlı ve her iki tarafında liderinin öldüğü bir savaşın geçtiğini düşünmek ne de zor.
Türbeden sonra Priştina’ya doğru yola çıktık. Yolda Sırpların mağlubiyetlerini, zafer kabul edip anısına diktikleri meşhur kulesini gördük. Priştina’ya varınca ve kısa bir şehir turu attık ve Saat Kulesi, Fatih Camii ve Yıldırım Beyazıt Camisini gördük. Priştina’da Prizren’deki kadar eski Türk evi yok ama sadece 1. Murad’ın Türbesi için bile gidilmeli.
kuru.umit
16-06-2009, 00:46
Sırpların zafer kulesi !
Priştina içinden fotoğraflar..
kuru.umit
16-06-2009, 00:48
Daha sonra Üsküp’e doğru yola çıktık. Pristina-Üsküp arası 85 km, 1 saat 10 dakika tuttu. Herkes geziden memnun. Aklıma geldi birden, Stefan’ı eşi ile birlikte, bizimle yemeğe davet ettim. Lokantayı seçmesini ama mutlaka otantik olması gerektiğini söyledim.
O da bizi akşam otelimizden alıp, Makedon Evi diye tercüme ettiği bir lokantaya götürdü. Harika yemekleri vardı. Makedon rakısı içtik, rakısı biraz sert, ama çok güzel şarapları var. Makedon müzikleri eşliğinde, Makedonlarla birlikte oynadık. Bu kadar kaliteli bir lokantada, bu kadar güzel yemekler ve içki ile, bu kadar az ücret ödemek ne kadar şaşırtıcı…
Güzel bir gün ve güzel bir akşam yemeği. Daha ne isteriz.. Yarın Makedonya’da üçüncü gün. Makedonya doğası ile sarhoş olmaya gidiyoruz.
kuru.umit
16-06-2009, 19:55
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 3. Gün- Üsküp’ten-Ohrid’e
Bugün gezimizin en güzel günü olacak. Bunu programı hazırladığım gün biliyordum. Üsküp’ten hareket etsek ve hiç durmadan Ohrid’e gitsek 177 km ve 2,5 saat sürecek. Ama kim hemen gitmek istiyor ki? Bugün hep yeşilin içinde olacağız. Matka kanyonu ve gölü ile başlayacak yolculuk, Tetova (Kalkendelen) şehri, Movrova Ulıusal parkı, Rostuse köyü ve Şelaleleri, Debar şehri ve gölü, Struga şehri ve en sonunda Ohrid’de bitecek. Küçük gezi grubum bugün beni ya taşlar, ya da yorgun ama aşırı mutlu oluruz. Günün sonunu ben de merak etmiyor değilim.
Otelden sabah kahvaltı sonrası ayrılıyoruz. Üsküp-Matka arası 17 km yani 30 dakika. Çabucak Matka’ya varıyoruz. Aracımızı park ettikten sonra Matka gölüne doğru yürüyüşe başladık. Matka, orta çağ binaları, kiliseleri ve manastırlarının yeşil ve mavi içine, insan tarafından özenle yerleştirilmesi ile tam bir görsel cennet olan yer. Burada rafting, kaya tırmanışları ve çeşitli zorluk derecelerinde yürüyüşler yapılabiliyor. Bitki örtüsü ve doğal yaşamı ile özel bir yer. Matka gölü, Makedonya’nın en eski suni gölü. Matka Kanyonu yaklaşık 5000 hektarlık bir alanı kaplıyor.
Benim kağıt üzerindeki planım St Andreas kilisesini görüp, buradan botla karşı kıyıya geçip St Nicolas Manastırına kadar yürüyüş yapıp oradan kanyonu kuşbakışı görüntülemekti. Ama Stefan ile konuşunca bunun yarım gün alacağını öğrendim. Hemen bir B planı yaptık; o zaman St Andreas kilisesi önündeki küçük limandan bota binip Matka kanyonunu botla geçip, mağara gezisi yapıp geri dönmek. Bu da 1,5 saatlik bir vakit harcamak demekti ki, bu bizim günlük programı bozmazdı.
Buraya erken sayılacak bir saatte geldiğimizden etrafta kimsecikler yok. Barajı solumuza alıp, güzel yol boyu yürüyoruz. Solda Türkuaz renk, sağda yeşil renk var. St Andreas Kilisesine vardık ama burasının saat 10’da açılacağını artık biliyoruz. Bu 14. Yüzyıl kilisenin çok güzel freskoları varmış. Bunların önemi Rönesans öncesinden, Rönesans dönemi resimlerini andırır kalitede resimler olmasıymış. St Andreas Kilisesinin yanındaki kafede temizlik faaliyetleri var. Stefan, burasının özellikle hafta sonları çok kalabalık olduğunu söyledi. Ne şanslıyız, bu hali bize özel ve çok güzel. Ekip kafedeki masalardan birine oturup, gölün türkuaz mavisine bakıp ve ortamdaki sessizliğin sesini dinlemeye daldı. Herkesin yüzünde güzel bir ifade var. İyi, galiba taşlanmayacağım.
Hemen kayaların oyulması ile yapılmış dar yolda kısa bir yürüyüşe çıktım. Etrafta çok güzel çiçekler var. Bugünün tamamında bülbül sesi vardı ama en yoğun olarak da burada duydum. Bir taraftan video çekimi yapıyorum, bir taraftan makro çekim yapmaya çalışıyorum.
Kafeye geri döndüğümde sandalcı gelmiş ve tekne ayarlanmıştı. Hemen tekneye bindik ve sessizliğe aykırı bir motor sesi ile kanyon boyu tekne ile yol almaya başladık. Kanyonda tekne ile 6 km gidilebiliyormuş. Suyun derinliği başlangıçta 66 mt, kanyonun sonunda 22 mt’ye düşüyormuş. Biz 4 km yol aldık sonra bir mağara ziyareti için durduk. Burada çeşitli uzunluklarda mağaralar varmış, sadece bir tanesi şu anda ziyarete açıkmış. Grubun hepsi mağaraya gelmek istemedi, dışarıda durup manzaranın keyfini çıkardılar. Biz 3 kişi daldık mağaraya. Mağara güzeldi ama daha iyi örneklerini gördüğümden çok da etkilendim denemez. Mağara sonunda su var ve bu su epey derine devam ediyormuş. Tekne ile yolcuğu tamamlayıp geri döndüğümüzde kafenin kalabalıklaştığını gördük. Biz meğerse en güzel zamanına şahit olmuşuz.
kuru.umit
16-06-2009, 20:03
Matka Gölü ve Kanyon gezisi fotoları
kuru.umit
16-06-2009, 20:06
Matka Gölü ve kanyonu fotoları devam
kuru.umit
16-06-2009, 21:16
Tetova ya da Kalkandelen Makedonya’nın 3. Büyük kenti. Arnavut etnik kökenli insanların hakim olduğu bir kent. (Matka-Tetovo arası 35 km). Kosova’da solumuzda kalan Şar dağları bu sefer sağımızda kaldı. Şar dağları eteklerinde, Pena nehri kıyısında kurulu olan Tetovo da ilk uğradığımız yer Alaca Cami. Bu camiyi iki kız kardeş yaptırmışlar. Bir kadının elinin değdiği her şey güzel oluyor galiba. Bu cami iç-dış boyamaları ile meşhur bir cami ve belki de Balkanların en güzel camisi. 1459 da yapılıyor. Camide çok güzel kök boyalı desenler var.
kuru.umit
16-06-2009, 21:20
Alaca Cami, Hamam fotoları devam
kuru.umit
16-06-2009, 21:23
Köprü, Hamam ve Harabati Baba Tekkesi diğer ziyaret yerlerinden. Harabati baba tekkesi, balkanlardaki en meşhur Bektaşi tekkesi. 1538 de yapılmış. Tito zamanında burası otel yapılmış, bir ara müze olmuş. 1992 de bir grup Bektaşi tekrar buraya yerleşmiş. 2002 de ise silahlı Sünni bir grup buraya saldırı gerçekleştirmiş. Derviş Tahir Emini ölmüş, şimdilerde yeni bir dervişi var. Çok güzel bir bahçesi var. Rengarenk sardunyalar, küpelilerle dolu. Buraya öğle ezan vakti geldik, bizi Bektaşi tekkesinden bir grup gezdirdi ve bilgilendirdi ama yanda bulunan camiye namaza gelen bazı Arnavut Müslümanlar bu ziyaretten pek hoşlanmadılar nedense. Birisi burayı ziyarete gelenlerin Ergenokoncu olduklarını bile iddia etti. Hey yarabbim ! neler yaşıyoruz, burada da Allahın delisi buldu bizi.
kuru.umit
16-06-2009, 21:42
Tetova’dan sonra Mavrovo Ulusal parkına doğru gidiyoruz. (Tetovo-Mavrovo arası 76 km). 73000 hektarlık alanı ile Makedonya’nın en önemli ulusal parklarından olan Mavrovo’da 1200 mt rakımlarda suni bir göl vardır. Kış turizminin de önemli yerlerinden olan Mavrovo’da yeşil artık gözlerimizi kamaştırmaya başladı. Bizden başka kimse yok gibi. Göl çevresinde bir tur atıyoruz. Stefan’dan aracı durdurmasını rica ettim. Yarım saat kadar süren bir yürüyüş yaptık. O kadar çok fotoğraflanacak şey var ki! Çilekler daha çok yeşil. Burada bir tam gün geçirebiliriz ama yol uzun. Kışın ne kadar güzel olur burası!
kuru.umit
16-06-2009, 21:45
Mavrovo Fotoları devam
kuru.umit
16-06-2009, 21:46
Mavrovo fotoları devam
kuru.umit
16-06-2009, 22:27
Mavrovo’dan ayrılmak çok zor oldu. Ama hava iyice kapandı. Bulutlar yere fazla yakın, acele etmek lazım. Sırada Rostuse köyü ve Şelalesi ile Sveti Jovan Bigorski Kilisesi var.
27 km sonra Kiliseye varıyoruz. Burada bizi tavus kuşları karşıladı. Makedonya’da kiliselerde tavus kuşları bol miktarda var. Yeniden yaşama dönme ile ilgili bir inanış nedeni ile besleniyorlarmış. Bu kilise öncelikle içinde bulunan ikonaları ile meşhur, sonra da kilisenin kurulu olduğu alanın manzarasının güzelliği ile. İkonaları yapan ustaların ismini ve eserlerini Üsküp’te Sveti Spas kilisesinde duymuş ve görmüştük. İçeriyi fotoğraflamak yasak olunca foto alamadık. İçeride bize rehberlik eden kilise görevlisi ile biraz tartıştık. Kilisenin Osmanlı tarafından yıkıldığını söyledi. Ben öyle okumamıştım ve Osmanlı’nın kiliseyi, cami yaptığını biliyordum ama yıktığını pek duymamıştım. Belki de olabilir. Kilise bahçesinden karşıdaki Rostuse köyüne baktık. Hedef orası.
kuru.umit
16-06-2009, 22:30
Kısa bir yolculuk sonrası köye geldik, ekipte biraz yorgunluk emareleri var. Öğle yemeğini de ayak üstü yapınca açlıkta başladı. Köyde insanlar turiste alışık ama Türk olduğumuzu görünce “ne işiniz var burada” ifadesi ile bakıyorlar. Bizim kahveleri andıran bir kahvede Türk kahvemizi içip (Makedonya’da her yerde harika kahve yapıyorlar) Rostuse şelalesi için yürümeye başladık. Bir iki damla yağmur düşmeye başladı. İçimden “Aman Tanrım biraz daha müsaade et de şu şelaleyi de görelim” diye dua ediyorum. Bir kilometre kadar yürümek lazım. Yürüyüş yolu çok güzel ama yağmur hızlandı. Yağmur yapraklardan yol bulup bizi ıslatamıyor. Altı yüz metrede ilk şelaleyi gördük ama yağmur artık işi abarttı. Bir gözüm insanlarda, Allahları var sesleri çıkmıyor ama işi de zorlamamak lazım. İleri de esas şelale 100 mt yüksekten akıyor ama buradan ileri gitmeyelim dedim. Grup dünden razı, orada kesip, birkaç fotoğraf sonrası dönüşe geçtik. Araca döndüğümüzde ıslanmıştık ama şelalenin gördüğümüz kadarı bile bizi mest etti.
kuru.umit
16-06-2009, 22:32
Araca binince Debar şehrine doğru yola düştük. Eşim gelincikleri çok sever. Bol gelincikli bir tarla ve arka fonda da Debar gölü olunca, Stefan’dan aracı durdurmasını rica ettim. Manzara harikaydı.
Rostuse-Debar arası 16 km. Debar şehrinin pek bir özelliği yok. Ama şehri geçtikten sonra Cami denen ve göl kenarında bir restoran var, burada durup bir kahve molası daha verdik. Çok iyi bir mola yeri.
kuru.umit
16-06-2009, 22:55
Aslında programda Vevcani köyü ve şelalesi vardı ama hava hem kararmaya yakın, hem de yağmur var. Hiç teklife açmadan iptal ettik. Daha sonra her yıl şiir etkinliklerine ev sahipliği yapan Struga şehrine geldik. Aracımızı park edip kısa bir yürüyüş yaptık. Aslında benim kağıt üzeri gezi programımda, buraya güneşin batımına şahit olacak saatte gelmek vardı ama ara ki güneşi bulasın..
Struga şehri bugünün son şehri. Hem Ohrid gölüne ve hem de içinden geçen Kara Drim Nehrine kıyısı olan çok güzel bir şehir burası. Ohrid gölünden geçen Kara Drim nehri, Struga şehrinde Ohrid’den ayrılıp Debar gölü ve devamla Arnavutluk’u geçerek Adriyatik Denizine boşalıyor.
Burada Drim nehri kenarı yürüyüş yaptık, civarda mağazalar var ve meşhur Ohrid incileri vitrinlerde tüm cazibeleri ile bizim bayanlara bakıyor. Ama bizim bayanlar hiç yüz vermiyor demek ki artık sıfır tükendi. Hemen bir lokantaya girip güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Kahvelerimizi içip 14 km ötede ki Ohrid şehrine vararak, kalacağımız otele yerleştik.
Ben bile bu programı hazırlarken yetiştireceğimizden biraz şüpheliydim ama bir iki eksiği saymassak, herşey yapıldı ve çok zevk alındı. Bugün çok yorulduk ama keşke her gün bu kadar zevkli yorulsak…
Yarın Makedonya’da 4. Günümüz. Meşhur Ohrid şehri gezimiz var. Bugünden sonra biraz dinleneceğiz demektir.
Gezekalın..
kuru.umit
17-06-2009, 21:27
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 4. Gün- Makedonya’nın İncisi Ohrid
Kaldığımız otel eski şehrin tam başında. Hemen karşı kaldırımda Türklerin ve Türkçe konuşan Arnavutlar’ın işlettiği kahvede bol bol çay hasretimizi giderme şansımızda oldu. Otel Cingo güzel bir otel ve kahvaltı menüleri de zengindi.
Kahvaltı sonrasında bizi Ohrid’de gezdirecek olan Cengiz isimli rehber geldi. Cengiz’in Türkçesi biraz bozuktu ama konusuna çok hakimdi. Türkçenin yetmediği yerde İngilizce anlaşabildik. Stefan dünün yorgunluğu ardından, öğlene kadar dinlenmede. Öğle sonrasında St. Naum Kilisesine gideceğiz, bize o zaman katılacak.
Ohrid şehir turu yaklaşık olarak 4 saat kadar sürüyor. Dünya Kültür Mirası şehirleri arasında bulunan Ohrid gezisine hemen otelin önünde bulunan eski Türk Çarşısından başladık. Dün gece yorgunluktan camekanlara bakamayan hanımlar tam formda bir oraya, bir buraya koşturuyor. Önce Halveti Tekkesine girdik ama bu Tekke diğer gördüğümüz örneklere göre iyi bir örnek değil.
Sonra 600-700 yıllık çınar ağacına geldik. Ohrid hakkında kısaca bilgilendik. Milattan önce 4. yüzyıldan beri bilinen bir şehir ve o zaman ki ismi “ışık şehri” anlamı taşıyan Lychnidos. Ben bu ismi daha çok sevdim. Ohrid ismi ise daha sonra verilmiş. Bu adın, kabaca, “tepede” anlamına gelen Vo Hrid kelimesinden geldiği sanılıyor. Deniz yüzeyinden 695 mt yüksekte olan bu şehir, 10. yüzyılda Slav Ortodoksluğunun dini merkezi haline bile gelmiş ve söylence o ki her gün için bir kilise olacak şekilde, irili ufaklı 365 kiliseye sahipmiş. Ciril ve Metodyl Slav alfabesini bu şehirde yaratmışlar. Aynı şekilde ilk Slav Üniversitesi de bu şehirde kurulmuş.
Ohrid Gölüne gelince; Ohrid gölünün tam 3 milyon yaşında olduğu düşünülüyor. Göl Avrupa’nın en derin olan gölü (288 mt) ve 358 km2 lik bir alanı kapsıyor. Yazın burası Makedonlar için yüzme için tatile geldikleri yer. Biz de mayoları yanımızda götürdük ama hava yüzmeye pek müsaade etmedi. Bu göl 200 civarı endemik su canlısını barındırıyor. Galicica ormanlarına komşu olan doğu bölgesi, gölün en güzel yeri.
Bu bilgilenmelerden sonra sahile indik.
kuru.umit
17-06-2009, 21:30
Ohrid gölü, benim fotoğraflarda gördüğüm gibi sessiz sakin değil bugün. Sıkı bir rüzgar var. Sahilde Aziz Clement’in dev bir heykeli var. Aziz Clement heykeli, elinde Ohrid şehri ile birlikte yapılmış, şehrin simgesi anlamında. Dar bir sokağa girdik. Cengiz, sağ yanımızda olan eski binanın Elveda Rumeli’deki kaymakamın evi olduğunu söyledi. Yola devam ediyoruz, sağda dükkanın bir tanesine girdik. Sabah sabah bu rehber ne yapıyor derken, meğerse eski teknik kağıt yapımını izleyecekmişiz. İlginç bir deneyim oldu.
kuru.umit
17-06-2009, 21:36
Daha sonra St Sophia Kilisesine geldik. Bu kilise, içindeki freskoları ile meşhur. Gerçekten çok güzeller. Sonra Antik Tiyatro ve devamında Kaleye çıktık. Kaleden, Ohrid şehri çok güzel gözüküyor. Burada gezdiğimiz en güzel kilise Sv. Bogorodica Perivlepta kilisesi. Burası minicik bir Kilise ama 1295 tarihli ve kilise içinde Rönesans öncesinde, Rönesans dönemi güzelliği ve özelliğinde freskolar var. Ayrıca ilk Slav alfabesi ile yazılan yazılar, kilisenin mermer taşlarına kazınmış. Hemen yan tarafta okul olduğunu öğrendiğimiz bina, Elveda Rumeli dizisinde Kaymakamlık makam binası rolünü oynuyor.
kuru.umit
17-06-2009, 21:39
Kaleden ve Kilise Bahçesinden Fotolar
kuru.umit
17-06-2009, 21:44
Ziyaret ettiğimiz diğer bir kilise de Plaosnik kilisesi. Bu alanda kazı çalışmaları vardı. Burada Bizans dönemine ait eserler çıkartılıyor ve bahçede bu dönemden mozaikler var. Ama buradaki kilise çok yakın tarihte, 2002 yılında yapılmış. Burada aslında bir kilise varmış. Bu kilise yıkılınca, yıkıntılar üzerinde Osmanlı bir cami yapmış. Bu camiyi Makedonlar yıkıp, yerine 2002 tarihinde bu kilise yapmışlar. Sevgili Cengiz bu hikayeyi çok kızgın şekilde anlattı. Makedonların, önce Türklerin burada olan Kiliseyi yıkıp yerine cami yaptıkları için bu olayı gerçekleştirdiğini anlattı ve devam etti “ aslında burada bulunan kilise Türklerden önce yıkılmıştı ve Osmanlı bu yıkık temel üzerine cami yapmıştı”. Bu olay, bu bölgedeki Türkleri ve Arnavutları çok etkilemiş. Keşke cami yanında kiliselerini yapsalardı, 550 yıllık camiyi yıkıp yerine yeni bir kilise yapmak en azından tarihe saygısızlık. Bunun adına, kim yaparsa yapsın, Vandallık denir.
kuru.umit
17-06-2009, 21:48
Daha sonra St Kaneo kilisesine doğru yürüdük. Burası benim en çok görmek istediğim yerlerden. “Before the Rain” filminin çevrildiği St Kaneo kilisesinin, Makedonya tanıtımlarında çok güzel fotoğrafları vardı. Gerçekten çok güzel bir yer ve harika fotoğraflar aldım. Burayı gezdikten sonra şehre dönüyoruz, aslında programda, burada bulunan iskeleden tekneye binip, şehre gölden dönecektik ama ne mümkün! Rüzgar artık tam bir fırtına oldu, tekneleri sahile atıp duruyor. Şu havanın yaptığına bak..
Söz verdiğim gibi bayanları inci dükkanlarına saldık. Ohrid incileri ile meşhur. Hemen hepsi inci kolye, yüzük ya da küpe aldılar. Ufak ufak yağmurda başladı, acıktık da daldık bir lokantaya. Balık çorbalarımızı ısmarladık. Aslında Ohrid’in meşhur bir alabalığı var, Kuran Alabalığı. Çok özel ve sadece burada çıkan bir alabalık. Ama gölden bu balığı avlamak yasakmış. Arnavutluk tarafında ise avlanıyormuş. Zaten gelen aperatifler ve balık çorbası ile doyduk bile. Yemekler Makedonya da her yerde lezzetli ve ucuz.
kuru.umit
17-06-2009, 21:52
Öğle sonrasında otelde Stefan ile buluşup, arabamızla St Naum Manastırına doğru yola çıktık. St Naum, St Clement ile birlikte Cyril ve Metodius adlı azizlerin öğrencileri. St Clement Ohrid’de kalırken, St Naum Ohrid’e 30 km kadar uzaklıkta bu yerde öğretisini yaymaya devam ediyor. Burada Manastır ve kiliseyi gezdik, içeride hayatımda görmediğim kadar çok sayıda tavus kuşu vardı.
kuru.umit
17-06-2009, 21:58
Öğle sonrasında otelde Stefan ile buluşup, arabamızla St Naum Manastırına doğru yola çıktık. St Naum, St Clement ile birlikte Ciril ve Metodyl adlı azizlerin öğrencileri. St Clement Ohrid’de kalırken, St Naum Ohrid’e 30 km kadar uzaklıkta bu yerde öğretisini yaymaya devam ediyor. Burada Manastır ve kiliseyi gezdik, içeride hayatımda görmediğim kadar çok sayıda tavus kuşu vardı.
Burayı gezdikten sonra Kara Drim nehrinin kaynaklarında unutulmaz bir bot turu yaptık. Buradan kaynaklanan Kara Drim Ohrid, gölüne akıyor oradan da Struga şehrinde Ohrid Gölünden ayrılıyor. Bu nehir, deniz yüzeyinden 750 mt daha yukarıda olan Prespa Gölünün fazla sularını, 650 mt rakımlı Ohrid Gölüne taşıyor. Suyun sıcaklığı yaz-kış 8 dereceymiş. Sular o kadar berrak ki, suyun dibindeki balıkların hepsini seçtiğimiz gibi suyun dibinde kumun içinden, kayanın dibinden gelen kaynak suyu bile görebiliyoruz. Ekip bu günden çok zevk aldı. Harika bir tekne turuydu.
Sonrasında hemen kenardaki lokantada kahvelerimizi içtik. Ben zevkten kahvenin yanında bir sigara kaçamağı yaptım. Şöyle berrak sulara, yeşilin en canlı haline karşı.
Oh be, iyi ki gelmişiz Makedonya’ya, gel keyfim gel..
Yarın Makedonya’da son günümüz. Resne’li Niyazi’nin Sarayına, Atatürk’ün Askeri İdadisinin bulunduğu Manastır’a, Elveda Rumeli dizisinin seti olan Makova Köyüne ve Galicica Milli Parkı ile Prespa gölüne gideceğiz.
Paylaşım için teşekkür ederiz.Fotoğraflar çok güzel.Gezmiş gibi olduk.
Tarihi yapısı Safranbolu yu andırıyor.
Sevgiler
kuru.umit
18-06-2009, 23:33
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 5. Gün- Resne-Manastır-Makova Köyü-Prespa Gölü ve Galicica Milli Parkı
Sabah erken kalktım ve kendimi hemen Ohrid sokaklarına attım. Sokaklar boş, ama her gece yatmadan önce çay içmeye gittiğimiz Arnavut arkadaşın işlettiği kahve açık. Çay içmeyi sonraya bırakıp, dünden gözüme kestirdiğim rotadan yürümeye başladım. Hedef Saint Kaneo Kilisesi. Ara sokaklar çok güzel, bol bol fotoğraf çekme şansım oldu. Sahile geldiğimde, dün kıyılardaki lokantaların masalarını, sandalyelerini kendine çeken çılgın Ohrid Gölünün yerini, ölü sessizliğine sahip Ohrid Gölü almıştı. Dipte çakıl taşları seçilecek kadar berrak suları ile tam da fotoğraflarını gördüğüm Ohrid Gölü haline gelmişti. St. Kaneo Kilisesine ulaşıp, aynı yoldan fotoğraf çeke çeke geri döndüm. Bizimkiler kahvaltı salonuna inmişler, kahvaltıyı yarılamışlar bile.
Bugün de doğa ve tarih ağırlıklı bir gün olacak. Dün Stefan ve lokal Rehberimiz Cengiz’le yapmış olduğumuz görüşme ile, İstanbul’da yapmış olduğumuz planda bazı değişiklikler yaptık. Önce Resne’ye gidip daha sonra Manastır’a gideceğiz. Sonrasında Makova köyü ve devamında Prespa Gölü ve Galicica Milli Parkı yolu ile Ohrid’e döneceğiz.
kuru.umit
18-06-2009, 23:36
5. gün sabah Ohrid fotolarına devam.
kuru.umit
18-06-2009, 23:37
5. Gün sabah Ohrid fotolarına devam.
kuru.umit
18-06-2009, 23:39
İlk durak Resne. Ohrid-Resne arası 40 km. Resne’ye, Resneli Niyazi’den dolayı gidiyoruz. Hürriyet kahramanı Niyazi, 1873 Resne doğumludur. Arnavut kökenli bir Bektaşîdir. Askerî okulu bitirdiği yıl, yani 24 yaşında, 1897’deki Yunan savaşında büyük yararlılıklar gösterir ve bir Yunan birliğini toptan esir alır. Ancak Resne’li Niyazi’yi esas olarak iki özelliğinden dolayı biliyoruz. Bir tanesi 1908 devriminin kıvılcımını yakan kişilerin başında gelenlerinden olması, diğeri ise kendisine “rehber-i hürriyet” adını verdiği ve dağlarda bulup yanına alarak beslediği geyiği. Ama aslında bir de bir sözün ona atfedilmesi ile tanıyoruz kendisini; “ ne şehittir ne gazi b.. yoluna gitti Niyazi” . Balkan savaşında alınan yenilgi sonrası gemi ile İstanbul’a dönerken yolda kendi koruması tarafından tek kurşunla öldürülmesinden sonra bu söz ortaya atılmış deniyor.
Resne’li Niyazi’nin Sarayı gerçekten müthiş bir yer, bahçesi çok güzel
kuru.umit
18-06-2009, 23:49
Resne’de bu kısa mola sonrası, Makedonca Bitola denen Manastır’a geldik. Resne Manastır arası 75 km. Manastır’da saat kulesinin bulunduğu parkta buradaki rehberimiz ile buluşacağız. Bu sefer rehberimiz bir bayan çıktı. Bayan Anetta aslında bir arkeolog ama Türkiye’de de eğitim almış ve Türkçe biliyor. Ayrıca Elveda Rumeli dizisinde de görevli. Bundan başka ne isteriz?
Manastır’a Türklerin ilk gelişi 1382 yılları. Yani Manastır aslında uzun yıllardır Türklerin elinde kalmış bir şehir. Manastır’da gezimize saat kulesi (1664) ile başladık. Eski Türk yerleşimlerinde Çarşı varsa, başında veya sonunda saat kulesi de oluyor. Elveda Rumeli dizisindeki Terzi Hasan, Kasap Cabbar ve diğerlerinin dükkanlarının çekimlerini olduğu alan bu çarşıymış. Sağlı sollu dükkanlar, kepenkleri bile eski haliyle duruyor. Bedesten’in artık bir özelliği kalmamış gibi, Haydar (Ajdar) Kadı Camisini (Mimar Sinan tarafından 1561-62 yıllarında yaptırılmış) ise göremedik. İbadete de , geziye de kapalı imiş.
kuru.umit
18-06-2009, 23:51
Manastır Eski çarşı fotolarına devam.
kuru.umit
18-06-2009, 23:54
Daha sonra Şirok sokak gezimiz yaptık. Burası Manastır’ın en güzel sokağı. Sağlı sollu Paris tarzı kafeler var. Evler eskinin barok tarzı ve hala bakımlı, belli ki zamanında zenginler buralarda yaşamışlar.
kuru.umit
18-06-2009, 23:57
Bir alımlı ev önünden geçiyoruz. Ben fotosunu çektim. Sonradan öğrendim ki bu ev sevgili Atatürk’ümüzün ilk aşkı yaşadığı Eleni adlı kız ve ailesinin eviymiş. Hani Manastır Askeri İdadisinde askeri öğrenci iken tanıdığı Mustafa Kemal’e, sonradan yazdığı ve şu satırlarla başlayan mektubun sahibi olan genç kız;
“Kemal Atatürk’e herhangi bir zamanda ve her hangi bir yerde!
Çok seneler geçti, ben halen her gün içerisinde senden haber bekliyorum. Herhangi bir zamanda mektubumu alırsan, beni hatırla ve kağıttaki göz yaşlarımı görebileceksin. Yıllar ve olaylar geçiyor, seninle ilgili çok şeyler konuşuluyor. Mektubu okurken, başka kadını seviyorsan, mektubumu kopar ve kendine sor: inanabiliyor mu ki, manastır’lı bir Eleni Karinte, bir günlük tanıdığı ve aşık olduğu adama bütün ömrünü harcamıştır? “Ve Eleni’nin devam eden mektubundaki son cümlesi:
“Ebediyen seni seven ve seni bekleyen, senin Eleni Karinte.”
Manastır Askeri idadisindeki, 2. Kattaki Atatürk Müzesinde, girişte sizi karşılayan ve duvara asılmış bu güzel dizelerin sahibi olan Manastırlı genç kız işte bu evde yaşamış. Hayatımda bu kadar güzel bir aşk mektubu okumadım.
kuru.umit
19-06-2009, 00:04
Şirok Sokağı sonunda Manastır Askeri İdadisine (lise) geliyorsunuz. Daha kapısında yoğun bir duygu seline kapıldık. 1848 yılında kurulan bu okulda Mustafa Kemal Atatürk 1896-1899 yılları arasında okumuş. Balkan harbinde okulun öğrencileri Kuleli Askeri Lisesine nakledilmiştir (hani bu günlerde siyasetçilerin göz diktikleri o güzelim bina. Bu arada övünerek söylerim ki, Kuleli Askeri Lisesi benimde okulum olur). Manastırdaki bu okul şu anda arkeoloji müzesi olarak kullanılmakta. Binanın ikinci katında Atatürk Anı Odası bulunuyor. 1998 yılında açılmış.
kuru.umit
19-06-2009, 00:12
Manastır’da Askeri Okulu gezdikten sonra 10 km Manastır dışında bulunan Heraklis antik kentini gezmeye gittik. Burada hala kazılar yapılıyor. Çıkartılan mozaikler çok değerli.
Burada rehberimiz Anetta, müzeyi gezmeye gelen bir okulun çocuklarından birini görünce koşturdu. Meğerse bu küçük adam dizinin Hacı Ali'siymiş. Çocuk değil mi işte, o da bir oraya bir buraya koşturup duruyordu. Diğer tüm çocuklar gibi!
kuru.umit
19-06-2009, 00:20
Bu gezimizden sonra ise hastanemde çalışan ve bir kısım aile büyükleri halen Manastır’da yaşayan bir arkadaşın, bu aile büyüklerini ziyarete gittik. Manstır’da ev gezmesi bile yapmış olduk. Hazırlanan güzel sofrada, demli çaylarımızı içerken Türkiye’den selam götürüp, Manastırdan selam getirdik.
Sonraki durak ise 40 km ötedeki Makova köyü. Elveda Rumeli’nin film seti olan bu köyde çok az sayıda yaşayan var. Dizi çekimleri bitmişti, kimse yoktu tabii ki. Ama Anetta’nın rehberliğinde köyü iyice tanımış olduk. Harika bir yer.
kuru.umit
19-06-2009, 00:22
Makova köyü devam
kuru.umit
19-06-2009, 00:27
Tekrar yola düşüp Podmocani denen bir köye geldik. Aslında burası zamanında bir Türk köyüymüş ama şimdi çok çok az Türk yaşıyormuş. Buraya esas olarak Etnografya müzesini gezelim diye gittik. Türkiye’de program yaparken burasını “lonely Planet de yazıyor, vardır bir hayır” deyip yazmıştım. Doğrusu Makova köyü sonrası yeşilden ve ortamdan mest olup dönerken buraya uğrayacağımız unutmuştum bile. İçeriye girerken de bir şeye benzetemiyorsunuz Burası aslında özel bir müze ve sahibi çok şakacı bir adam. Ama içeride benim gördüğüm en zengin eski Türk giysisi koleksiyonu vardı. İnanılır gibi değildi. Makedonya ya giden burayı mutlaka gezmeli…
kuru.umit
19-06-2009, 00:33
Günün son gezisi Prespa Gölüne. Burası Ohrid gölüne göre 100 mt daha yukarıda kalan göl. Yol çok güzel ama bir yağmura yakalandık ki sormayın. Oldu mu bu şimdi? Bir taraftan sis, bir taraftan yağmur. Ohrid gölü ile Prespa Gölü arasında Galicica Milli Parkını görmemiz gerekiyordu. Sadece kısa bir alanı görmeye müsaade var, Stefan pür dikkat yola bakıyor. Zevkle bitireceğimiz geziyi, biraz eziyetle bitiriyoruz. Bu kısım için Makedonya’dan alacağım var.
Akşam otele attık kendimizi, herkez duşa ve dinlenmeye çekildi. Akşama yemeği şirketten. Çalgılı,sözlü veda yemeğimiz olacak.
Yarın bir başka Ülke ve Elveda Makedonya.
Gezekalın.....
kuru.umit
20-06-2009, 00:15
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 6. Gün- Arnavutluk Elbasan-Berat
Sabah saat 08:30 civarı, kahvaltı sonrası kaldığımız otelden ayrıldık. Araç Struga kentini geçerek Makedonya-Arnavutluk arasındaki sınır kapılarından birisi olan Kafasan sınır kapısına geldi. Makedonya tarafında pasaport işlemlerimiz tamamlayıp, 200 mt kadar uzunluktaki insansız alanı aynı araçla geçtik. Aslında bu alanı araçla geçemiyoruz ama sevgili Stefan halletti bu işi ve sınırı elimizde bavullarla geçmek zorunda kalmadık. Götürebileceği son noktada araçtan valizleri alıp Stefan’la vedalaştık. Bu adama çok alışmıştık. Bize sadece bir rehber değil, arkadaş da olmuştu. Umarım Arnavut firması da, Arnavut rehberde aynı güzellikte çıkar. Sonuçta kendimi profesyonel bir gezgin olarak tanımlayabilirim ama tur organize etmek işini profesyonel olarak yapmıyorum. Herkes çok şu ana kadar çok mutlu ve gezi boyu arkadaşlardan günde 3-4 kez teşekkür alıyorum. Ama çok mahcup olabilirdim ve hepsinden fazla mutsuz olabilirdim.
Stefanla vedalaşma aşamasında yanımıza, elinde benim adımın yazılı olduğu Albania Express pankartı ile birinin yanaştığını gördüm. Gelen Arnavut rehberdi ve adı Kliti. Kliti’de çok güler yüzlü gözüküyor. Pasaportlarımızı topladı, hepimiz Arnavut görevliye gittik, bize şöyle bir baktı;” Türk, Türk” diye sordu, kafamızı sallayınca güldü. Kliti, aracımız ileride deyip, 20 mt ötedeki Sprinter Mercedesi ve adının Reşat Ağa olduğunu öğrendiğimiz şoförü gösterdi. Bu kadar kolay bir sınır geçişi beklemiyordum.
Hedefimiz Elbasan üzerinden Berat şehrine varmak. Geceleme orada. Bugün hepimiz için önemli. Berat, Arnavutluk’ta en çok merak ettiğim yerlerden. Bu küçük şehir, Osmanlının en çok izlerini taşıyan şehir. Sınırdan girer girmez Bunker denen sığınakları görmeye başladık. Bunkerler, yani sığınaklar, Enver Hoca’nın Ruslar tarafından işgal edileceğini düşündüğü için bombalara karşı yaptırdığı yerler. Bunların sayısını 700000 ler civarında olarak okumuştum ama Rehberimiz Kliti bu sayının 160000 ler civarında olduğunu söylüyor.
kuru.umit
20-06-2009, 00:17
Elbasan’a doğru yol almaya devam ediyoruz. Sınırdan Elbasan’a kadar olan mesafe 80 km civarında. Elbasan deyince aklımıza hemen kuzu eti ile yapılan süt,yoğurt, yumurta, pirinç ve un kullanılan Elbasan Tava aklımıza geliyor. Elbasan tavayı burada değil ama Berat ta eski çarşıda tatma şansımız oldu. Gerçekten güzeldi. Elbasan şehrine gelince; Elbasan ‘da önce kaleyi gezdik. Kale surları oldukça sağlam gözüküyor. Bu kale Rokalılar döneminden kalma. Zaten Arnavutluk’un 36 eyaletinden biri olan ve 220000 nüfuslu Elbasan İstanbul’dan Roma’ya uzanan ticaret yolu yani Via İgnatia üzerinde. Bu kalede bu yolu koruyan Romalılar için yapılmış. Kaleden sonra Sultan Camisine gittik ama eskiliği dışında (1492-II.Beyazıt) çok da bir özelliği yoktu. Caminin devamında ara sokaklarda tipik eski Türk evleri var. Arnavutluk fakir bir ülke, gelir dağılımı pek iyi değil. Ama hayatımda görmediğim sayıda Mercedes var bu ülkede. Bu ne tezat?
Bu arada Elbasan'da, Arnavutluk parası ile Euroları değiştirdik. Arnavut para birimi Leke. Bir EUR=131.5 Leke ediyor. Yine karşılaştırma için benzinin litresi 100 Leke, bir şişe su 50 Leke, Tirana Birası 150 Leke.
kuru.umit
20-06-2009, 00:21
Elbasan’dan sonra Berat şehrine gittik (43 km). Bin pencereli şehir diye de adlandırılan şehir (Kliti’nin söylediğine göre aslında bir pencere üstünde bin pencere şeklinde tercüme edilmeliymiş ki bence de doğrusu bu) Arnavutluk’a gelinince görülmeden dönülemez bir şehir. Safranbolu’nun şehir halini düşünün.
Önce otelimize yerleştik. Otel Tomorri’de konaklıyoruz. Tomorri buradaki dağın ismi. Otel ismini bu dağdan alıyormuş. Şehrin içinden de bir nehir geçiyor;Osum nehri. Bu otel 15000 nüfuslu bu küçük şehrin en büyük oteli. Tam merkezde ve otelin çatısından tüm Berat ayaklar altında gözüküyor. Kaldığımız odanın penceresinden Berat şehrinin o güzel evleri harika fotoğraf veriyor. Otele valizleri atıp hemen geziye başladık. Bin pencereli şehir ismi ne güzel de uymuş bu kente..
kuru.umit
20-06-2009, 00:23
Önce kaleye gidip oradan şehir merkezine doğru ineceğiz. Kaleye çıkan yolda bir mezarlık gördük. Bu mezarlıkta Kliti aracı durdurdu ve bize Hıristiyanı, Ortodoksu ve Müslümanı yan yana aynı mezarlıkta, ebedi istirahata çekilmiş haldeki insanların mezar taşlarını gösterdi. Bu gerçekten önemli bir mesajdı. Kliti Stefan’a göre daha dolu bir rehber gibi gözüküyor. Zaten arkeoloji eğitimi almış deneyimli bir rehbermiş. Kendisi Bektaşi. Albania Express’in sahibi Fatos beyle (evet bu isimle yazıştığım insanın bayan olduğunu düşünmüştüm ama Fatos erkek ismiymiş) başlangıçta Türkçe konuşan bir rehber anlaşmamız vardı, daha da önemli şartımın çok deneyimli ve bilgili olması gerektiğini ileri sürünce bu rehberde karar kılmış. İsabet oldu, çok bilgilendik ve güzel tartışmalarımız oldu.
Kale içinde ilk ziyaret yeri Onufri müzesi. Onufri 16. Yüzyıldan Arnavut ressam. En önemli özelliği Bizans stili ikon boyamaları yapması. Portreleri de var. Kendine ait çok güzel bir kırmızı renk boyaması ile de bilinirmiş. Sağda-solda görevli olmayınca bastım deklanşöre, tabii ki flaşsız.
kuru.umit
20-06-2009, 00:25
Onufri Müze gezisi devam
kuru.umit
20-06-2009, 00:30
Buradan çıkınca dar kale sokaklarında yürüdük. Yol boyu Bizans stili kiliseleri gördük. İç kalede iki adet cami var. Bu camileri Ortodoks Berat halkı, kale komutanı ve Türk askerleri için yapmışlar. Daha sonra anlatacağım Arnavut ulusal kahramanı İskender bey ile Berat şehri halkının arası iyi değilmiş. Osmanlı ile birlikte bu şehri ona karşı savunmuşlar. Camilerde o dönemden. Osmanlı, bu İskender beyle çok uğraşsa da ve hatta 25 defa savaşsa da ve hatta Fatih Sultan Mehmet’in Fatih olduğu zamanlarda bile uğraşsa da bu İskender beyi yenememiş (2 savaş hariç). Osmanlı ancak bu kendisinin yetiştirdiği devşirme bey ölünce Arnavutluk’u tam olarak alabilmiş.
Daha sonra seyir noktasına gelip buradan şehrin panoramasını aldık. Karşıda Tomorri dağları, diğer yanda Shpirag dağları ortada da Osumi nehri. Efsane bu ya; bir zamanlar Tomorri dağları bir ejder, Shpirag dağları ise bir diğer ejdermiş. Bu ikisi bir güzel için birbirleri ile savaşmış ve ikisi de bu yüzden ölmüşler. Bu ikisi, bugün iki karşı yakada birer ulu dağ olmuşlar. Uğruna öldükleri güzelin gözyaşları yüzünden de Osumi nehri olmuş. Ne güzel bir söylence. Panoroma tepesinin altında Mangalem denen bölge var. Buradan pek görülmüyor. Mangalem en iyi bizim otelin penceresinden gözüküyordu. Gorica denen diğer bölge ise buradan çok güzel görünüyor. Burada da eski Türk evleri birer inci gibi duruyorlar.
kuru.umit
20-06-2009, 00:32
Berat Kalesinden panorama fotoları
kuru.umit
20-06-2009, 00:35
Buradan sonra aşağı şehre doğru iniyoruz. Yol üzerinde Etnografya müzesini gezdik. Müzedeki çok cici bir Arnavut bayan bize müzeyi Fransızca-Arnavutça karışık anlattı. Kaliteli bir müze ama daha iyisini bir sonraki Kruja şehrinde gezeceğiz.
Daha sonra şehrin Mangalem bölgesine geldik. Harika evler var. Dar sokaklar arasına daldık ama akşamın karanlığı da çökmeye başladı. Bazı sokakların arasında sırtımdaki fotoğraf çantası ile geçemediğimden geri döndüm. Düşünün sokakların darlığını.
kuru.umit
20-06-2009, 00:37
Fotolara deva
kuru.umit
20-06-2009, 00:42
Yok bu olmadı! Ertesi gün sabah erkenden yola çıkmadan tekrar gelmeliyim deyip, en son Bekarlar camisini dıştan gezerek geziyi bitirdik. Meğerse gezi daha bitmemiş, gezinin sosyal kısmı başlıyormuş. Neredeyse 15000 kişilik Berat şehrinin tamamı Mangalem alanını doldurmuş. Meğerse Komünist dönemde kalma alışkanlıkla saat 18-21 arası 7 den 70 e herkes bu cadde boyu volta atarmış. Çok renkli görüntülerdi.
kuru.umit
20-06-2009, 00:45
Kim ne derse desin, bu gezi en güzel gezilerden bir tanesi oldu..
Yarın gece (belki yazamam, yarın gece gezi ekibinin bir kısmı toplanacak) son günümüz olacak: Durres, Kruja ve Tiran.
Gezekalın..
kuru.umit
20-06-2009, 00:47
Berat Sabah fotoları
turkuaz6109
20-06-2009, 18:47
En çok gezmek istediğim yerlerden biriside balkanlar.
İlerde inşallah.
Bu güzellikleri bizimle paylaştığınız için çok teşekkürler.
Sizden öğreneceğimiz çok şey var.
İyi geziler...
kuru.umit
21-06-2009, 19:57
Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde 7. Gün- Arnavutluk: Durres, Kruja, Tiran
Sabah kahvaltı sonrasında Arnavutluk gezimizin Durres, Kruja ve Tiran’ı kapsayan kısmına başlıyoruz. Ülkenin Kuzeyine doğru hareket ediyoruz.
Arnavut halkının tarihi çok eskilere dayanıyor. Arnavutların kökeni İliryalılara dayanıyor. Arnavut halkı kendisini Shqipëria olarak adlandırıyor. Bu kelime kartallar ülkesi anlamında. Bayraklarında bulunan çift kartalda herhalde buradan geliyor. Arnavutluk’un yüzölçümü 29000 km2 civarı ve nüfusu da 3600000’e yakın. Tarih boyunca direnen bir ulus olmuşlar. Önce Osmanlıya 40 yıl direnen bir İskender beyleri olmuş. Daha sonra önce İtalya, sonra da Almanya Faşizmine karşı direnmişler. İkinci dünya savaşı sonrasında kendilerini komünist rejim altında bulmuşlar, önce Stalin Rusya’sına, sonra Mao’nun Çin’ine dayanmışlar. Enver Hoca zamanında kurulan sıkı ve kapalı rejim, Hocanın ölümü sonrasında gevşemiş ama ülke hazırlıklı olmayınca kaos ortamında güçlü olan öz kaynakların başına geçmiş. Arnavutlukta özgürlük, açlıkla birleşince tüm Avrupa’da meşhur olan araba hırsızlığı, eskiden komünizmin tarım politikalarının uygulandığı çiftliklerin eroin ve mariuana ekim çiftlikleri haline gelmesi ve bir zamanlar özgürlük ilanı yapılan Vlora liman kentinin, insan kaçakçılığının aktarma merkezi haline dönüşümü gibi olumsuzluklar yaşanmıştır. Biz orada iken Arnavutluk seçim atmosferindeydi. Ortalıkta arabalar bağıra bağıra geziyorlardı ama ortalıkta, caddelere de boydan boya bayraklar yoktu. Sahi bize bu ilkellik ne zaman geldi?
Biz işte bugün önce Arnavutluk’un en büyük liman kenti olan Durres şehrine gideceğiz. Eğer girebilirsek Adriyatikte denize gireceğiz. Sonra Osmanlıya kök söktüren adamın Gyergi Kastrioti, yani İskender Bey dene Arnavut kahramanın kalesinin bulunduğu Kruja şehrine gideceğiz. Sonrada Arnavutluk’un başkenti olan Tiran şehrini gezip gecelemeyi burada yapacağız. Bu gece bize Arnavut firmanın hazırladığı Müzikli yemek programına katılacağız. Geceleme burada olacak, yarında artık gezimizin son günü; İstanbul’a öğle sonrası dönüyoruz
Durres şehri Adriyatik kıyılarında bulunan ve yazlık otelleri ile meşhur ve Tirandan sonra ikinci büyük Arnavutluk şehri. Aracımızı park edip şehri kısaca geziyoruz. Roma amfi tiyatrosu buranın en kayda değer yeri. İlk defa bir amfi tiyatronun en alt bölümlerine kadar görebildim. Buranın bir özelliği de Roma’da mozaiklerin yerde değil, yan duvarlarda yapılmış olması.
kuru.umit
21-06-2009, 19:58
Sonra da bu şehirdeki müzeyi gezdik. Kliti iyi bir tarih bilgisine sahip.Müzeyi gezen sadece biz değiliz;çocuklarda gezmeye gelmişler ama müze çıkışında okul otobüslerine bir kaçışları vardı ki görülmeye değer.
Araca binip, sahilde yüzecek bir yer bakacağız. Geziye katılanlarda bazılarını (yani sevgili eşimi) “ sizi Adriyatik’te denize sokacağım” diye geziye ikna etmiştim. Denize girmeye hiç niyetim yok ama söz, sözdür.
Aracı sahilde bir otelin otoparkına park ettik. Aynı oltelin sahildeki masalarında mevzilendik, önce kahveleri söyledik. Sonrada sahile yürüdük. Sahil uçsuz bucaksız görünüyor. Denize girenler var ama deniz çok dalgalı ve suyu bulanık. Hanım dahil kimse denize girmek istemedi. Ben de üzülmüş ayaklarında bir kahve daha söyledim; öyle ya ben sözümü tuttum, onlar girmediler.
kuru.umit
21-06-2009, 21:01
Buradan sonra Kruja şehrine gidiyoruz, Kruja şehri Osmanlıya kök söktürmüş olan İskender beyin şehri. I. Beyazıt, Arnavutluk’u işgal edince Gjon Kastrioti adlı Arnavut lider ona karşı koyuyor. Ama başarılı olamayınca bu Beyin 4 oğlu Osmanlı tarafından devşiriliyor ve eğitime alınıyor. Osmanlı Sarayı bu 4 kardeşten 3 tanesini saraydan kızlarla evlendiriyor ama bu kardeşler bir şekilde ölüyorlar (rehberimiz bunların öldürüldüğünü söylüyor ama öldürecekleri adama niye kız verilsin ki diye sorunca yanıtını alamadım). Dördüncü kardeş olan Gyergi Kastrioti ise oldukça becerikli çıkıyor ve Sultan’nın güvenini kazanıyor. Öyle ki Macarlarla savaşta komuta etmesi için emrine asker bile veriyorlar ama burada Osmanlıya ihanet edip, baba memleketi olan Kruja ya kaçıp orada beyliğini ilan ediyor. Biraz coğrafyanın etkisi, çokça da becerikliliği sayesinde, Osmanlının eğitime aldığı bu devşirme edilmiş Arnavut kahraman tam 40 yıl Osmanlı ile girdiği 25 savaşın neredeyse tamamını kazanıyor. İstanbul Fatihi II. Mehmet dahil bileği bükülemiyor. Sonunda ölüyor ve 1kısa zaman sonra da Osmanlı buraları ele geçiriyor. İşte gezeceğimiz Kruja şehri, bu ulusal kahramanın şehri.
Kruja şehrine varmadan hemen önce Sarı Saltuk türbesini gezdik. Bir türbede Makedonya da Ohrid şehrinde vardı. Geçi Anadolu’da da birçok yerde Sarı Saltuk a ait olduğu iddia edilen türbeler varmış. Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli'nin fethi sırasında önemli rol oynadığı rivayet edilerek efsaneleşmiş bir evliya'dır. Efsanevi şahsiyet kimliğini daha yaşarken elde ettiği söylenmektedir. Hayatını anlatan Saltukname destanı, bu 13. yüzyıl alperen inin savaşlarını ve çeşitli kerametlerini konu almaktadır. Bu türbede Sarı Saltuk’a ait ayak izlerini gördük.
Sonra Kruja kalesine geldik ama bu arada acıktık. Tam eski Türk Pazarının yanında bulunan bir lokantaya girdik. Burada Elbasan Tava ve Arnavut Böreği başta olmak üzere çeşitli Arnavut yemeklerinden tattık. Gerçekten güzel yemekleri var, tam da ağzımızın tadında.
kuru.umit
21-06-2009, 21:20
Yemek sonrası Kruja kalesini gezmeye diye yola çıktık ama yolda bir güzel Pazar var ki ben dahil herkesin gözü bu dükkanlarda. Sonunda ağırlığı koyup, kale sonrası bolca çarşı gezisi sözü de vererek kale gezisine başladık.
kuru.umit
21-06-2009, 21:23
Kale hakkında bilgilendikten sonra burada bulunan Etnografya müzesini gezdik. Buradaki müze benim gördüğüm en güzel Etnografya müzelerinden bir tanesi. Burada bulunan yaşlıca rehber tane tane İngilizcesi ile (kelimelerin tamamını ezberlemiş, arada soru sorarsanız duralamak zorunda kalıyor) harika bir sunum yaptı. Bu amcam yakında emekli olacakmış, şahit olmanızı isterdim.
kuru.umit
21-06-2009, 21:25
Etnografya müzesi devam
kuru.umit
21-06-2009, 21:27
Kale içinde bulunan bir Bektaşi Tekkesini de gezdik ama esas tavsiyem Tekkenin yanında bulunan terastan Kruja şehrine tepeden bakmanızdır. Eski Türk pazarına hep beraber daldık, kimisi zeytin ağacından kaplar aldı, ben ise keçeden bir çift Arnavut patiği aldım. Burada işimizde bitti, Kruja şehri görülmeden olmazsa olmaz bir şehir.
kuru.umit
21-06-2009, 22:22
Arnavutluğun başkenti Tirana doğru hareket ettik. 1614 yılında Osmanlı Paşası Süleyman Bey tarafından kurulmuş olan bu şehrin aslında ilk ismi Tahran’mış ama zaman içinde bu sözcük Tiran’a dönüşmüş. 1612 metrelik Datji Dağı’nın batısında uzanan geniş düzlüğe yayılan Tiran, 1920 yılında ülkenin başkenti oluyor. Tirana vardığımızda saat ilerlemişti. Hiç otele uğramadan şehir turuna çıktık. Tiran yeni binalar dolu bir şehir. Burada bize ait olan tek şey Ethem Bey camisi. Bu cami 17. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış. Enver Hocanın bile güzelliğinden dolayı yıktıramadığı bu cami, inanılmaz güzel kalem boyamalara sahip. İçerideki çizimler muhteşem. Buraya sabah erken saatlerde gelmeliyim deyip ayrıldım. Bizde niye bu güzellikte cami sayısı az anlamıyorum.
kuru.umit
21-06-2009, 22:25
Ethem Bey camisi içi
kuru.umit
21-06-2009, 22:31
Ethem Bey camisi yanında 1830 larda yapılan saat kulesi var. Bakanlıkların bulunduğu meydanı ve İskender Beyin at sırtında muhteşem bir duruşunun sergilendiği dev heykelinin yanından geçtik. Tam karşısında ise Ulusal Müzeyi gördük. Burayı ertesi gün sabah 10’dan başlayıp saat 12’ye kadar hızlıca gezmek zorunda kaldık. Güzel bir müze tavsiye ederim.
Anlaştığımız firmadan son gece için sazlı sözlü bir Arnavut gecesi talep etmiştim. O da, o gecenin cuma olduğunu, Arnavutluk’ta cumartesi ve Pazar bu tip gecelerin düzenlendiğini söyledi. Doğrusu ben götürmekten kaçınıyorlar diye düşünmüştüm ama o gece bizi bir müzikli lokantaya götürdüler. Sözlerinde durdular derken, bir yaşlı kemancıyı görünce biraz bozuldum. Ama bu kemancı muhteşem bir performans gösterdi ve gözlerimizi ondan ayıramadık.
Gece konakladığımız otel Tafaj çok kaliteli bir otel çıktı. Sabah kahvaltı için indiğimiz bahçesinde aldığımız kahvaltı unutulmazdı.
Gezi bitince Albania Express in sahibi bizimle tanışmak istedi ve bir kafede oturup konuştuk. Birer kahve içtik. Bu bizim hem Arnavutluk’a ve hem de gezimize veda kahvelerimizdi. Uçağımıza atlayıp, güzel anılarla İstanbul’a evimize uçtuk.
Bu bizim kendi başımıza ilk organize ettiğimiz gezi oldu. İnternetten ilgili ülkelerle yazışıp bulduğumuz bu iki firma ile çok güzel bir gezi yapmış olduk. Burada yazdığım bilgiler benim araştırıp bulduklarımdır. Bunları kendi araştırmalarınızla karşılaştırmanızı isterim. Diğer kısımlar ise tamamen yaşadığmız deneyimlerle ilgilidir. Yazdıklarım konusunda teşekkür edenlere, ben daha fazla teşekkür ederim; vakit ayırıp okudukları için.
Bundan sonra Bosna-Hersek, Karadağ ve Hırvatistan gezisi yapacağız, ben eylül-ekim diyordum. Ama biraz zor gibi duruyor. Kim bilir belki de her şey denk gelir, grubu da oluşturduk mu ver elini ”Balkanlar’da Ataların izleri 2 “.
Gezekalın..
Koyu yeşil
23-06-2009, 16:35
Paylaşımınız için çok teşekkürler. Nedense daha önce farketmemişim başlığı. Benim için çok özel bir bilgi oldu. Çünkü eşimin rahmetli babası ve ailesi Makedonya'dan göç etmiş. Eşimin görmeyi çok istediği bir bölge. İtiraf etmeliyim ki şu an sadece hızlıca göz attım. Akşam eşimle birlikte okumak için saklıyorum bu güzel gezi notlarını. Sorularımızı da sonraya saklayalım. Tekrar teşekkürler...
Paylaşımlarınız ve yardımlarınız için teşekkürler...
bitolali
20-12-2009, 05:39
Gezi notlariniz icin tesekkurler, zevkle okudum. Bu arada benzer bir gezi planliyoruz. Ailece olacak. Notlarda adi gecen Cengiz, Anetta gibi rehberlere nasil ulasabilirim. Siz de kontakt bilgileri var mi? Tesekkurler
Sevgili Kuru Ümit,
Ben Makedonya ŞTİP doğumluyum, vede bugüne kadar en az 15 sefer Makedonya ya gitim ama sizin gezi notkarınızı bir çırpıda okurken yapmış olduğum seyahatler sırasında neler kaçırdığımı farkettim.
Gelecek seyahatin planıda şimdiden belli,
Paylaşımlarınız için tesekkürler.
Sevgili Bitolalı.
Sanırım sizde Makedonya ile ilintinizden dolayı BITOLALI rumuzu kullanıyorsunuz. Hoş geldiniz.
Sevgiyle kalınız.
kuru.umit
20-12-2009, 09:38
Beğenileriniz için teşekkür ederim. Adı geçen rehberleri visit macedonia adlı şirket aracılığı ile bulmuştum. Sanıyorum kartlarını almıştım. Ama arşive bakmam lazım. bulabilirsem gönderirim.
Orhan Özbilgiç
16-01-2010, 11:07
Sayın kuru.umit,
Gördüğünüz yerleri ,bol fotoğrafla destekleyerek, abartısız, çok güzel tanıtmışsınız.
Elinize, gönlünüze ve vücudunuza sağlık.
Yeni gezilerinizde buluşmak üzere...
skanatlar
24-02-2010, 15:24
Sn.Kuru Ümit,
Harika bir anlatım, mükemmel resimler. Okurken mest oldum.
Babamın doğduğu toprakları çok zamandır ziyaret etmek istiyorduk. Artık bir tur programımız var.
Paylaşım için çok teşekkür ederim.
moderato
21-05-2013, 12:51
Sevgili ağaç dostum. Bu siteye çok yeni üye oldum ve yazılarını çok gecikmeli de olsa büyük bir keyifle okudum. Gerçekten muhteşem olmuş. Ellerine sağlık. Geçen hafta ablam ile yaptığımız Makedonya ve Ohri'de gezisinde çok faydası oldu.
Teşekkürler
kuru.umit
14-09-2013, 12:26
Çok naziksiniz. Teşekkür ederim..
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.