View Full Version : Yeşil Hurafeler
Ağaçlarla ve ev bitkileriyle ilgili
zaman zaman duyduğumuz çok hurafe var.
Buraya yazalım bakalım neler çıkacak. :)
Hemen aklıma gelen bir tanesi.
"Evinin bahçesine İncir dikenin ocağı söner."
Ceviz ağacı diken meyvesini görmeden ölür!
Salatalığı dalından erkekler koparırsa daha sonra büyüyen salatalıklar acı olur. (Gerçekten babannem böyle söylerdi :) Gerçi belki de biz yaramazları taze salatalıklardan uzak tutmak için söylerdi, bilmiyorum.)
İncirden düşen iflah olmaz
Aslında Hasan'ın yaptığı gibi muhtemel nedenlerini de bulmaya çalışmalıyız.
Bence incirle ilgili olanı, meyvaları toplarken ağacın üst kısımlarına çıkma gerekliliğinden kaynaklanıyor. Çok çabuk kırılan yapısı olduğu için, düşmek kaçınılmaz. Buna karşı alınmış bir önlem olabilir. Yani hiç olmazsa evin içinde, her an çıkılacak yakınlıkta olmasın diye...
bonsaisever
02-06-2006, 12:11
İncirden düşen iflah olmaz
Arsakay, ben incirden balıklama düşmüştüm :(
Bu mudur acaba :))
Bir daha düşsem düzelirmiyim :p
soztekin
02-06-2006, 12:14
Ceviz ağacı kesen fazla yaşamaz...
Mum çiçeği kaç parmakla dikilirse o kadar senede açar...
Hıdrellez'de gül dibine resim çizilir...
kuşkonmaz uğursuzdur,sebebine hiç aklım ermedi.
salonun köşesine tül gibi pek yakışırdı.
Bizim oralarda, yeni doğan çocuğun bütün vücuduna reyhanın dövülmüş yaprakları ile zeytinyağından hazırlanmış bir karışım sürerler, bu karışım çocuğun bütün hayatı boyunca güzel kokmasını sağlıyormuş...
kılıç çiçeği dua ile dikilirse boyu bir metreye ulaşınca ev sahibi olunurmuş.
benim kılıç pek cimri çıktı :))
Plumbago
02-06-2006, 15:37
İncirle ilgili olarak bir de, kök yapısının suya ulaşma isteğini eklemek gerekir. Evin yakınındaki su borularının ve kanalizasyon sistemini çok sever incir kökleri..
Hele ki bu borular plastik değilse vay haline ;)
okulda sosyal antropoloji okumuştum.
hocamız batıl inançların geleneksel toplumlarda sosyalleşmeyi sağladığını söylerdi.
bazı inançların kökenleri anadolunun en eski uygarlıklarına kadar iner.
şaşılacak şekilde.binlerce yılın gelenekleri biçim değiştirerek varlığını sürdürüyor.
"incir ve zeytin kesmek günahtır"şaşılacak birşey değil ikiside anadolunun antik bitkileri.binlerce yıldan beri geçim kaynağı
Üzerlik otu ve tohumları yaygın bir şekilde nazara karşı kullanılıyorlar köyümde. Bitkiler gelişip bahçe güzelleştiğinde bir köşeye üzerlik yakılıp dumanların bahçe üzerini kaplaması sağlanır. Üzerlik tohumundan yapılan süslemeler evlerin duvarlarına asılır. Bunarın insanları, ev hayvanlarını, hatta diğer değerli eşyayı kem gözlerden koruduğuna inanılır.
Bu inancın kaynağı konusunda açıkçası bir açıklama getiremiyorum. Tek söyleyebileceğim, oldukça keskin ve bence hoş kokusunun bu inancın gelişiminde etkili olabileceği.
Bu konuda kitap yazılır.
"Ocağına incir ağacı dikmek" sözü
eski bir savaştan geliyor.
hangi savaş hatırlamıyorum,
ilginç bir hikayesi vardı.
Yine bildiğim kadarıyla bu savaştan sonra
iftira etmişler, yani uğursuz sayılmış incir.
soztekin
02-06-2006, 20:43
Lale ve Anadoluya göçüp gelen atalarımızla ilgili bir bağlantı vardı; belgeselde izlemiştim, tam hatırlayamıyorum ama yanlarında getirmişler, daha sonra Osmanlılar döneminde de gelenek halindeymiş, savaşa giden padişah uğur gtirsin diye laleli kaftan giyer, çadırların bir yerinde mutlaka lale figürü olurmuş...Hay allah, keşke detaylı hatırlayabilseydim...
Zeus bir çobana aşık olmuş.(o zamanlar bunlar olağan)tam hatırlayamasamda çobanın adı kipros gibi bir şey olacaktı.
adı çağrışım yapmıştır kıbrısta yaşıyor.ama karısı Heranın öfkesinden korkan Zeus bir seferinde yakalanacağından korkup çobanı ağaç haline çeviriyor.
onun ardından bütün mezarlara bu ağaç dikilmeye başlıyor.
cypros tree ,selvi ağacının mezarlara dikilmesi geleneği bu kadar gerilere giden bir adet, böyle bir efsaneye dayanıyor(büyük olasılıkla ingilizce adını yanlış yazdım)
İncir, her yerde yetişir.Dağda, kırda bayırda.İncir ağacı arsızdır.Harabe duvarlarının arasında yetişir.Ocağına incir dikmek deyimi buradan gelir.Yani, ocağı yıkılacak, harabe haline gelecek, yıkıntının arasından da incir çıkacak.
"Meyvelere Kültürel Bir Bakış" adlı bir yazıda geçiyor yukarıdaki cümleler. Yazı Kültür Bakanlığı'nın web sayfalarından birisinde yer alıyor.
hmm ağaçlardan incir sevilmez evet..
özellikle anadoluda yaygındır..
gece ağaç-çiçek-bahçe sulanmaz..
cinler ıslanır:)
aa unutmadan hıdırellez ve gül ağacı...
"Hıdırellezde uygulanan en önemli tören şüphesiz 'niyet oyunu' dur. Genç kızların talihlerini açmak, kısmetlerini belirlemek için uygulanmaktadır. Oyun bölgelere göre niyet çekme, baht çömleği, bahtiyar, bahtıbar gibi değişik isimler almaktadır. Oyun şu şekilde gerçekleşir; bir testi ile getirilen su çömleğe konulur. Su dolu çömleğin içine herkes nişanını atar. Bu genellikle yüzük, küpe vs. işaretler yanında fesleğen, nane, mantuvar çiçeği de olabilir. çömlek arife günü üstü bir örtü ile örtülerek bir gül ağacının dibine bırakılır. Küpün üzerine bir kilit konulur ve usulen kilitlenir. Ertesi günü tekrar biraraya gelen kızlar gül ağacının dibinden çömleği alırlar. Kilit açılır ve bir kişi, niyetleri çekmeye başlar. Bu arada maniler okunur. Her mani işareti çıkanın bahtına kabul edilir. Oyun işaretler bitinceye kadar devam eder. Oyunda söylenen manilere ümit, neşe, metanet, aşk, sevgi, şefkat, iyilik, kardeşlik, gurbet, vatan sevgisi gibi temalar görülür."
Plumbago
22-06-2006, 14:35
Zeus bir çobana aşık olmuş.(o zamanlar bunlar olağan)tam hatırlayamasamda çobanın adı kipros gibi bir şey olacaktı.
adı çağrışım yapmıştır kıbrısta yaşıyor.ama karısı Heranın öfkesinden korkan Zeus bir seferinde yakalanacağından korkup çobanı ağaç haline çeviriyor.
onun ardından bütün mezarlara bu ağaç dikilmeye başlıyor.
cypros tree ,selvi ağacının mezarlara dikilmesi geleneği bu kadar gerilere giden bir adet, böyle bir efsaneye dayanıyor(büyük olasılıkla ingilizce adını yanlış yazdım)
Bitkinin latince ismi de bu isme benziyor Cupressus sp.
Zeus'tan söz açılmışken, defne ağacıyla ilgili mitolojik bir hikaye yazayım Antakya-Harbiye'de geçen bir öykü :
Zeus'un oğlu ışık tanrısı Apollon'un Dafne'ye olan aşkı: Efsaneye göre Apollon Dafne'ye aşık olur, fakat Dafne Apollon'un aşkına karşılık vermez, Apollon Harbiye'nin ormanlarında Dafne'nin peşine düşer, onu kovalamaya başlar. Aralarındaki mesafe gittikçe kısalmaya başlar, Dafne Apollon'un sıcak nefesini saçlarının arkasında hissetmektedir, kurtulamayacağını anlayan Dafne, tanrılara onu kurtarmaları için yalvarır, bu hüzünlü yalvarış üzerine Dafne'nin bedeni ağaç, saçları da yaprağa dönüşür. Apollon ağaca dönüşmüş Dafne'nin yapraklarından taç yapar ve Dafne'nin yapraklarından olan tacı zaferin simgesi olarak ilan eder...
Birçok ağaç türünü Zeus ile oğullarının çapkınlıklarına borçluyuz:D
Dalları dik olarak çıkan ağaçların kökleride dik olarak indiği için mezarlarda tercih edilir çünkü susanları rahatsız etmez.Ayrıca fransız bahçelerinde servi ağacı bulunmaz.
selvi ağacını bizim gibi mezarlıklarda kullanan yok sanıyorum.
Bir Norveçli hayret ederek" bu doğrumu "diye sormuştu bana.
Lale ve Anadoluya göçüp gelen atalarımızla ilgili bir bağlantı vardı; belgeselde izlemiştim, tam hatırlayamıyorum ama yanlarında getirmişler, daha sonra Osmanlılar döneminde de gelenek halindeymiş, savaşa giden padişah uğur gtirsin diye laleli kaftan giyer, çadırların bir yerinde mutlaka lale figürü olurmuş...Hay allah, keşke detaylı hatırlayabilseydim...
Haklısınız. Hollanda-Türkiye ortak yapımı bir belgeseldi hatırladığım kadarıyla. Lale Osmanlılardan Avrupaya geçmiş. Avrupa'ya gidişi iki yolla olmuş.
Birincisi bir elçi (Avusturya elçisi idi sanırım) tarafından götürülmüş. Elçi Trakya'da dolaşırken bir gün bir çiftçinin bir çiçeği başındaki örtüye takmış olduğunu görmüş. Çiçeği göstererek "Bu nedir" diye sormuş ama çiftçi başındaki örtüyü sorduğunu sanarak "tülbent" diye cevap vermiş. Böylece Avrupada uzun süre "tulpan" diye anılmış. Bu elçi soğanları Avrupaya götürmüş.
İkinci gidişi de ticari ilişkiler sonucu olmuş. Bir Osmanlı taciri Hollandalı arkadaşına lale soğanları göndermiş. Ama Hollandalı arkadaşı lale soğanlarını pişirip yemiş! Beğenmediği bir kaç tanesini de bahçeye atmış. İlkbaharda açan çiçeker onun için sürpriz olmuş tabi.
Belki size masal gibi gelecek ama inanın anlattıklarımı bu belgeselden aktarıyorum.
Belgeselde ayrıca kayıp bir Osmanlı lale türünden bahsediliyordu. Çinilerde ve diğer Osmanlı süslemelerinde görülen bu lale nedense yok olmuş ve çalışmalar yapılsa da bu lale yeniden üretilememiş.
Bu konuyu açarken bu kadar çok ilginç
bilgiyle buluşacağımı beklemiyordum.
Neler varmış neler!
Üstelik kendi yazacaklarımı unuttum :(
Lale Devri'nde halkın durumu düşünülmeden peyzaja, mimariye harcanan parayı, sarayın verdiği davetleri(Tarih hocamız anlatmıştı bu dönemde davetlerde mumları yakıp suyun üzerinde ışıktan nehir oluşturmak en büyük eğlencelerden biriymiş, o kadar çok mum harcanırmış ki mum ithal etmeye başlanmış) israf olarak gören bir grup isyan çıkarmış(Patrona Halil İsyanı). Bu isyan sırasında bu sefahatin simgesi olarak görülen lale bahçeleri talan edilmiş... O zamandan beri Osmanlı/İstanbul lalesi soğanına raslanmıyormuş...
Biz Sadece laleleri değil eşi bulunmaz lale kitaplarınıda satmıştık.
Turhan Baytop'un İstanbul Laleleri adlı bir çalışması var.Bu kitapta hemen hemen o dönemde yetişen bütün lalelerin resminin ve açıklamasının olduğu bir kitap.Bu kitabın orjinali Hollandalı bir kolleksiyonere ait Ekrem Hakkı Ayverdi Yazdığı Fatih Devri Adlı Kitapları bastırabilmek uğruna satmıştır bu bulunmaz eseri.
Kayıp İstanbul Lalesi ile ilgili daha önce sevindirici bir habere rastlamıştım
2067
Istanbul Lalesi 150 yıl sonra geri dönüyor
Ersin KALKAN
Avrupa lalelerinden çok farlı bir bitkiydi İstanbul Lalesi. Çiçeği badem şeklinde, çiçek yaprakçıkları hançere benzeyen, uçları da tığa benzeyecek şekilde ince ve sivriydi. Farklı renklerden tam 1588 çeşidi vardı.
19. yy’da ortadan kayboldu. 150 yıl sonra İstanbul Üniversitesi botanikçileri ve Büyükşehir Belediyesi’nin 2 milyon dolarlık projesiyle geri dönüyor. Geriye kalan üç akrabasının genetik yapıları birleştirilerek yeniden İstanbul Lalesi üretilecek. Dört yıl sonra tekrar doğduğu kentte çiçek açacak.
Tam dört yıldır İstanbul Lalesi’nin peşindeydim. Türkiye’nin Rekabet Avantajları Topluluğu’nun bünyesinde yer alan turizm grubunun dışa kapalı portalı http://groups.yahoo.com/group/Sultanahmet ’da bir yazı yazarak ‘150 yıldır ortalarda gözükmeyen İstanbul Lalesi’ni bulamaz mıyız’ diye sormuştum. Grup moderatörlerinden Nurdoğan Şengüler, bu konuda bir kampanya başlattı. Türkiye’nin hemen tüm ziraat fakülteleri ve soğanlı bitki yetiştiricilerinden gelen mesajlar artık umudun kalmadığını gösteriyordu.
İstanbul’un lalesi sanki yer yarılıp da içine girmişti. Oysa 1681 ile 1726 yılları arasında kayda geçirilen ‘Defter-i Lalezar-ı İstanbul’da tam 1108 lale çeşidinden söz ediliyor, 1764 tarihli ‘Ferah-engiz’ isimli risalede ise bu sayı 1588’e kadar çıkıyordu. Türkiye’deki botanik çevrelerine göre, bunlardan geriye bir tane bile kalmamıştı. Bir zamanlar laleyi Osmanlı’dan alan Hollanda’dan geliyordu artık lale soğanları.
Halbuki 17. yüzyılda Osmanlı’da önce ‘Ser Şükufeciyan-ı Hassa’ diye adlandırılan Çiçekçibaşılık kurumu, sonra da ‘Çiçek Encümen-i Danişi’ yani Çiçek Akademisi kurulmuştu. Edirne’den Mardin’e kadar birçok şehirde lale bahçeleri vardı. Lale merakı öyle yoğundu ki imparatorluk lale fiyatlarına narh koymak zorunda kalmıştı. 1725 tarihli lale narhı listesinde en pahalı lale 200 kuruşla Nize-i Rummani’ydi. Bu, 30 Cumhuriyet Altını, yani 3 bin 750 YTL demekti. 1588 lalenin ismini ezberden söyleyecek, ayrıca gülün, zerrinin, şakayıkın binbir çeşidi hakkında üç gün üç gece boyunca meseller anlatacak kişiler yaşardı bu topraklarda. Bu göz kamaştıran kültürün tümü buharlaşıp uçmuş muydu?
Tam pes edecektim, artık İstanbul Lalesi’nin peşini bırakmak üzereydim. Süleymaniye’yi turladığım bir gün Botanik Bahçesi’ne uğradım. Yard. Doç. Dr. Erdal Üzen’le tanıştım. ‘Hocam’ dedim, ‘gönlümde bir sızı var, dindirecek merhem bulamadım.’ Nedir, diye sordu. ‘O sızının adı İstanbul Lalesi’dir’ dedim. Gülümsedi, kısa süren bir sessizlik oldu. ‘O merhem bendedir, bu bahçededir. Evet adı İstanbul Lalesi’dir. Ama lalenin kendisi değil yakın akrabasıdır’ diye cevap verdi. Aldı beni ve bahçenin bir köşesine götürdü. Rengarenk kardelenlerin arasından filizlenmiş bir nebatı gösterdi. ‘İşte bu’ dedi. Ama açmasına üç hafta vardı. Bekledim. Ben uzaklarda başka bir görevdeyken Hoca beni aradı ve müjdeyi verdi. Son demlerine yetiştik. Fotoğrafladık.
GENETİK ÇALIŞMA BAŞLADI
Erdal Üzen, İstanbul Lalesi’nin kendisinin yeniden hayat bulması için iki yıllık bir gen araştırmasının gerektiğini söyledi. Ama, bu araştırma için üniversitenin imkanları yeterli değildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’la görüştük, durumu aktardık. Topbaş, bu araştırmanın bir İstanbul projesi olduğunu, Büyükşehir’in kaynağı bulacağını söyledi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak’ı ziyaret ettiğinde, bu niyetini aktardı. Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü İhsan Şimşek, üniversite yıllarında eğitim için geldiği Botanik Bahçesi’ni ziyaret ederek projenin ön hazırlıklarına başladı.
Projenin ilk aşamasında, başta Osmanlı Lalesi olmak üzere üç tür lale üzerinde genetik inceleme yapılacak. İstanbul Lalesi soyunun genetik özelliklerini taşıyan soğan elde edildikten sonra, uygun bir alan bulunarak soğan çoğaltma işlemine geçilecek. Yeterli üretime ulaşınca İstanbul’un park ve bahçelerine dikilecek, dünyaya satışına başlanacak. Bütün bu sürecin dört yılda, 2 milyon dolar harcamayla gerçekleştirilmesi planlanıyor.
Belediye bugüne kadar eldeki soğanlarla İstanbul’u lalelere bezemeyi sürdürecek. Şimşek, bu sene İstanbul’da 550 bin lale soğanı ekildiğini söyledi. Daha önceki yıllarda 125 bin lale soğanı ekilirmiş. Şimşek, İstanbul’a yakışır bir botanik bahçesi kurmayı planlıyor. Şimşek, bu projeyi İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi’yle Büyükşehir’in birlikte gerçekleştireceğini söylüyor.
SÜLEYMANİYE’DEKİ GİZLİ BAHÇE
İstanbul’da Süleymaniye sırtlarında, Süleymaniye Camii’nin bahçesindeki binada Türkiye’nin en önemli hazinelerinden biri saklanıyor. İçinde bin Kaşıkçı Elması’na bedel bitkiler var. Bir kısmı geçmişte, Türkiye’nin dağlarını, kırlarını şenlendiren çiçeklerdi. Şimdi artık mumla arasanız yoklar. Mesela, yarım asır önce Kadıköy’ün kırlarında yetişen Kalkedon Çiğdemi’nin son 14 örneği burada.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Botanik Ana Bilimdalı’na bağlı botanik bahçesinde sadece Türkiye’de yetişen (endemik) bitki hazinesinden geri kalanlar yaşatılıyor. Bahçede ayrıca dünyanın her yanından gelen nadide bitkiler de var: Borneo’dan Fil Kulağı, Brezilya’dan Ananas, Guatamala’dan Kuğu Çiçeği, Himalaya Dağları’ndan Kokulu Hindistan Sediri, Malezya’dan Demir Ağacı, Japonya’dan Kafur, Angola’dan Kahve Ağacı, Kuzey Amerika’dan Lale Ağacı, böceklerle beslenen çiçekler, zehirli bitkiler. Enstitü binlerce tür tohumdan oluşan dev bir arşive de sahip.
Botanik Bahçesi’nin kurucusu Hitler’in zulmünden kaçıp, Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamları. Botanikçi Prof. Dr. A. Heilbronn, Prof. Dr. Leo Brauner, Zoolog Prof. Dr. Andre Naville 1933’te İstanbul’a gelip Biyoloji Enstitüleri’nde ders vermeye başladı. Ertesi yıl Süleymaniye Camii’nin bahçesinde enstitü binası kurulurken Prof. Dr. Heilbronn’un önderliğinde bir botanik bahçesi yapımına girişildi. Alman bahçe uzmanı Walter Stephan’ın yardımıyla bahçe 1936’da açılışa hazırlandı. Heilbronn’un altı bölümlü bahçe düzenlemesi bugün de korunuyor: Sistematik Bölüm, Taş Bahçe, Tıbbi Bitkiler bölümü, Türkiye Bitkileri, Deney Parselleri ve Arboretum. 127 familyadan 400 ağaç ve çalı ile yaklaşık 3500 otsu bitki parsellere yerleşmiş. Seralarda, bahçede sabit veya saksıya alınmış 2500 bitki, Hamburg Üniversitesi Botanik Bahçesi’nden bağışlanan tropik ve subtropik bitkiler de buna eklenince hazinenin toplamı 5000 bitkiyi buluyor. Bahçede ayrıca 23 havuz var.
Türkiye’de 4 Yunanistan’da 18 botanik bahçesi var
İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi, Türkiye’de resmi konumda çalışmalar yapan botanik bahçelerinin en eskisi ve bitki varlığı açısından en zengini. Ankara, İzmir ve Adana’da üç botanik bahçesi daha var. Botanik Bahçesi Müdürü Yard. Doç. Dr. Erdal Üzen, Türkiye’nin tüm endemiklerini toplayacak büyük bir bahçe kurmak için acele edilmesi gerektiğini savunuyor: ‘Fauna ve flora açısından fakir, endemikler açısından sıfıra yakın bir ülke olan komşumuz Yunanistan’da tam 18 botanik bahçesi olduğunu düşünecek olursak, bu konuda ne denli geri kaldığımızı anlarız.’
http://www.bazaarturkey.com/press/istanbul-lalesi.htm
Sahaflardan Turhan Baytop Hocanın İstanbul Lalesi adlı kitabı almıştım gerçekten bu konu üzerine çok değerli bir eser
Gerçekten insan sormadan edemiyor, 1588 farklı türü olan, kültüre bunca işlemiş, toplumsal hafızada yerini almış bir çiçek nasıl oluyor da sırra kadem basıyor?
Lale'yi Avrupa sadece çiçek olarak görüyor bizde ise çok daha geniş bir anlamı var. Camilerde süsleme olarak kullanılıyor çünkü ebced hesabına göre 'Allah' kelimesi ile aynı ikisininde toplamı 64 ediyor.Osmanlı somut olan nesnelere soyut olarak çok büyük anlam yüklüyor bunda da değişik ırktan ve kültürden çeşitli milletleri bir arada bulundurmasının rolü çok büyük.Şarabıda sadece içki olarak değil edebiyattan tasavvufa kadar bir çok alanda kullanmıştır.
yılmaztaşova
18-08-2006, 15:18
'Ceviz ağacı altında yatan iflah olmaz'.Derler.Anlatılmak istenen ;çok koyu gölgesi olduğundan atının soğuk olması ve insanın uzun süre kaldığında hastalanabilecegi olsa gerek.
gölgesinin koyu olması ne demek?
güneş girmeyen ceviz ağaçı altına, doktor girer :)))
cevizlerin ağaç altında yatanın, kafasına düşmesi ihtimali,
bu sözün başka bir anlamı olabilir.
'Ceviz ağacı altında yatan iflah olmaz'.Derler.Anlatılmak istenen ;çok koyu gölgesi olduğundan atının soğuk olması ve insanın uzun süre kaldığında hastalanabilecegi olsa gerek.
Kim bilir belki de ceviz ağacının yaydığı kimyasal bir koku (ya da madde) vardır. O zarar veriyordur. (Katil ceviz ağacı :D)
Şaka bir yana; alıç ağacımın bulunduğu saksıda, alıcın hemen dibinde bir ceviz çıkmıştı. Bir müddet sonra boyu alıcı geçti. Alıç ağacı günden güne kötüleşmeye başladı. Yaz mevsimi olduğu için saksılarını ayıramadım. Sonra cevizin gövdesini eğerek alıçtan uzaklaştırdım. Şimdi alıç düzeliyor. Yeni yeni yapraklar çıkarıyor. Acaba cevizin gerçekten öldürücü bir etkisi var mı? Yoksa "adı çıkmış dokuza inmez sekize" durumu mu var?:rolleyes:
hiristiyanlık dinindeki noel ağacı inanışı.
NOEL AĞACI
Noel şenlikleri sırasında ışık ve süslerle donatılan ağaca denilmektedir. Yaprak dökmeyen ağaçları ve çelenkleri ölümsüz yaşamın simgesi olarak kullanmak, eski Mısırlıların, Çinlilerin ve Yahudilerin ortak bir geleneği idi. Avrupalı putperestler arasında yaygın olan ağaca tapınma, hıristiyanlığı benimsemelerinden sonra, İskandinavyalıların şeytanı korkutup kaçırmak ve Noel zamanında kuşlar için bir ağaç hazırlamak üzere ev ve ambarlarını yılbaşında ağaçlarla donatma geleneği biçiminde sürdü. Almanya'da da kış ortasına rastlayan tatillerde evin girişine ya da içine bir Yule (yeni yıl) ağacı konuyordu.
Günümüzdeki Noel ağacı Almanya'nın batısından kaynaklandı. Ortaçağda Adem ve Havva'yı canlandıran gözde bir oyunun ana dekoru, Cennet bahçesini temsil eden ve üzerinde elmaların bulunduğu bir çam ağacıydı. Adem ve Havva yortusunda (24 Aralık) Almanlar evlerine böyle bir Cennet ağacı dikerler, üzerine Komünyon'daki kutsanmış ekmeği simgeleyen ince, hamursuz ekmek parçaları asarlardı; bunların yerini daha sonra değişik biçimlerdeki çörekler aldı. Ayrıca bazı yerlerde Hz. İsa'yı simgeleyen mumlar eklendi. Noel mevsiminde ağaçla aynı odada Noel piramidi de bulunurdu. 16. yüzyılda Noel piramidi ve cennet ağacı birleşerek Noel ağacını oluşturdu.
İngiltere'ye 19. yüzyıl başlarında ulaşan Noel ağacı, Kraliçe Victoria'nın eşi Alman prens Albert'in desteği ile bu yüzyılın ortalarında yaygınlaştı. O dönemde Noel ağaçları, dallarına kurdela ve kağıt zincirlerle asılmış mum, şekerleme ve keklerle süsleniyordu. Göçmen Almanların Kuzey Amerika'ya 17. yüzyılda götürdükleri Noel ağacı, 19. yüzyılda moda oldu. Gelenek Avusturya, İsviçre, Polonya ve Hollanda'da da yaygındı. Japonya ve Çin'e 19. ve 20. yüzyılda Amerikalı misyonerlerin tanıttığı Noel ağaçları ince işlenmiş kağıt süslerle donatılıyordu.
- Yahuda iskaryot, isa peygamberi yahudilere 30 gümüş karşılığında ele verdikten sonra, utancından ve pişmanlıktan kendini bir erguvan ağacına asar. Aslında o saate kadar beyaz çiçekler açan ağaç, utançtan artık eflatun açar. İngilizcede erguvan ağacının karşılı Judas tree dir. Yani Yahuda ağacı.
- Adem ile Havva, bilgi ağacının meyvesini yedikten sonra çıplak olduklarını fark ederler. Bu yüzden incir ağacının yapraklarıyla örtünürler.
- Budistler Buda'nın incir ağacının altında 7 yıl meditasyon yaptıktan sonra aydınlandığına inanırlar.
ama bunları hurafe diye adlandırmak pek doğru olmaz zannediyorum.
İskandinav Mitolojisinden;İlk insan Buri. Buri'nin ,bir devin kızı olan Bolthor ile evli bir oğlu vardır;Bor. Bolthor'u Odin,Vili ve Ve birleşerek Bor'a uygun bir biçimde yarattılar.Ve şeklinden dolayı Ymir'i öldürdüler.Ve sonra iki tane ağaç yarattılar. Düşünen, nefes alan,duyan ve de görebilen iki ağaç... Bu ağaçlar insan ırkının ilk modelleriydi. Erkeğe Askr (ash tree => Kül ağacı),dişiye de Embla (Sarmaşık) dediler. Ardından Asgard'ı yarattılar.Tanrıların meskenini. Bazı versiyonlarda kader ağacı Yggdrassil'den bahsedilir. Onun ne kadar ihtişamlı olduğunu, dünyanın merkezinde nasıl görkemli bir şekilde yükseldiğini tasvir ederler. Ağacın altındaki kader kuyusu feminen formu olarak tasvir edilir. Ve insan hayatının buradan başladığı düşünülür. Bazı versiyonlarda da Tanrıların büyük meclisinin burada toplanıp kararlar aldığından bahsedilir. Bu ağaç üç köklüdür; Bu köklerden biri cehenneme kadar uzanır, diğeri devler ülkesine gider ve sonuncu kök de insanların dünyasına gider. Bütün dünyanın mutluluğu bu ilk ağaca bağlıdır.
- Hızır ve İlyas peygamberlerin buluştuğu gün olan hıdırellezde, gül ağacının altına, küçük taşlarla, istenen şeyin resmi yapılır. Böylece dileğin gerçekleşeceğine inanılır.
- Tunceli çevresindeki yıldırım çarpması sonucu yanmış kurumuş ağaç ziyaret işlemi görür. O'na kimse dokunmaz. Bazı hallerde yıldırım çarpması sonucu yanan ağaçların kütükleri özel hanelerde kutsal mekan olarak ziyarete açılırlar. Halk bu türden yerleri muhtelif ihtiyaçları için ziyaret eder.
Uzun yıllar önce budist bir rahip nirvanaya ulaşmak için bi ibadete girişmiş. Rahip dini inanışına göre 3 ay uyumayacakmış. Başlamış oruca. 1 ay geçmiş, 2 ay geçmiş rahipte tık yok derken son ayın son haftası gelmiş. rahip zor dayanıyormuş. Son günler de geçmeye başlamış ve ibadetin son günü yani 90. gün rahibin çok uykusu gelmiş. Öyle ki göz kapakları kendiliğinden kapanıyormuş. Rahip düşünmüş ve ibadetini bozmamak için göz kapaklarını kesmiş ve fırlatıp atarak son günü de uyumadan geçirmiş. Ancak nirvanaya ulaşmış mı ulaşamamışmı bilinmiyor ama fırlatıığı göz kapakları toprağa düşmüş ve düştükleri yerde bir bitki filizlenmiş.
Şu an bu bitkiye de çay diyoruz. O günden sonra o bitkiyi kaynatıp içenlerin uykusu gelmezmiş...
Oğuz Sağlam
01-09-2006, 09:12
'Ceviz ağacı altında yatan iflah olmaz'.Derler.Anlatılmak istenen ;çok koyu gölgesi olduğundan atının soğuk olması ve insanın uzun süre kaldığında hastalanabilecegi olsa gerek.
Kim bilir belki de ceviz ağacının yaydığı kimyasal bir koku (ya da madde) vardır. O zarar veriyordur. (Katil ceviz ağacı :D)
Şaka bir yana; alıç ağacımın bulunduğu saksıda, alıcın hemen dibinde bir ceviz çıkmıştı. Bir müddet sonra boyu alıcı geçti. Alıç ağacı günden güne kötüleşmeye başladı. Yaz mevsimi olduğu için saksılarını ayıramadım. Sonra cevizin gövdesini eğerek alıçtan uzaklaştırdım. Şimdi alıç düzeliyor. Yeni yeni yapraklar çıkarıyor. Acaba cevizin gerçekten öldürücü bir etkisi var mı? Yoksa "adı çıkmış dokuza inmez sekize" durumu mu var?:rolleyes:
İSAK Forumlarında bu konu kısmen geçmişti:
Sn. Murat ÖZDİL Hoca; "Ceviz ve çam ağaçlarının dibinde ot yetişmediğini, genellikle ağacın yaprak çapı kadar bir alanın tamamen boş olduğunu, hatta Anadolu'da ceviz ağacının altında uyunmayacağına ilişkin deyimler ve inanışlar olduğunu (Ceviz ağacının altında yatıp uyunmaz, uykusu ağır olur. baş ağrısı yapar)" söylemişti.
Ardından Sn. Celalettin KIZILKAN Hoca; "ceviz ağacının JUGLANS denen bir madde salgıladığını, o yüzden de dibinde ot bitmediğini eklemişti.
http://www.akvaryumkulubu.org/vbulletin/showthread.php?t=27985&page=8
Saygılar,
Mantıklı görünüyor. Benzer bir olayı da ben duymuştum.
Amerika'da Çin lokantalarının gözde yemeklerinden birisi de chop suey adlı yemekmiş. Amerika'da gözde olsa da, kaynağı biraz iç kaldırıyor. Çinli dilenciler ellerinde bir tabak kapı kapı dolaşarak yiyecek isterlermiş. Her kapıda verilen yiyecekler aynı kapta toplanırmış; tatlı, çorba, sebze, et vs. Bu karışımın adı chop suey imiş.
Portekiz mi yoksa İspanya mutfağına mı ait olduğu tartışılan payela(paella) bir zamanlar yoksul balıkçıların içine ne bulursa koydukları bir çeşit pilavmış. Çeşitli deniz ürünleri, tavuk parçaları, sebze ve pirinçten oluşan bu yoksul yemeği şimdi paylaşılamıyor...
MehmetEmin
02-09-2006, 12:03
Doğrusu, erkenci davranıyorum.
Henüz sitedeki konulara göz atma aşamasındayken, dün kayıtlı kullanıcı olup, bugün ikinci iletimi yazarken bunu düşündüm; aceleci davrandığımı.
Temmuz ayında Ankara’daydım. TÜBİTAK’ın kitap satış yerine uğradım. Oradan aldığım birkaç kitabı hem kendim okumak hem de liseye geçen kızıma okutmak istemiştim.
İşte, aldığım kitaplardan biri de Cenk Durmuşkâhya’nın “Bitkisel Hayat” adlı kitabıydı.
Buradaki yazılarda ceviz ağaçlarının konusu ve Tunceli adı geçince önce Cahit Külebi’nin şiirindeki şu kısım aklıma takıldı:
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Sonra da sözünü ettiğim, yumuşak üslupla anlatılan kitabın 85 inci sayfasında geçen şu cümleler:
“Yine ekonomik önemi bir hayli fazla olan ve dünyadaki ilk çıkış yeri Tunceli olarak kabul edilen ceviz ağacı (juglans regia) ise kahverengi bir oduna sahiptir…”
Merakım şu, bir bitkinin elbette dünyaya yayıldığı bir veya birkaç yer vardır da, bunu nasıl belirliyorlar ve böyle kesin bir cümle kullanıyorlar, bilim adamları Tunceli’ne gidip bu ağacın geçmişini mi incelemişler acaba? Yoksa daha kolay bir yol, yordam mı var?
Burdur ve İçel taraflarında kullanılan bir atasözümüz şöyle diyor:
"Cevizi karga diker, kızılcık kendi biter."
Ağaç besleme bayramı :
Çin- Gelaolar
Gelaolar, Bahar Bayramı ve Gelao Yeni Yılı olmak üzere yılda iki kez bayram kutlarlar. Bahar Bayramı'nın tarihi, örf ve adetleri Han Milliyetiyle hemen hemen aynıdır. Dolayısıyla Gelaolar da Hanlılar gibi bu bayrama büyük önem verirler. Gelaoların ikinci bayramı olan Gelao Yeni Yıl Bayramı ay takvimine göre, yılın 3'üncü ayının 3'üncü günü kutlanır. Gelaolar yaşlı ağaca taparlar. Dolayısıyla Gelaolar, bayram sırasında ağaca yemek verir. Bu, Gelao Yeni Yıl Bayramı'nın en önemli içeriğini oluşturuyor. Gelaoların "Ağaç Besleme" ya da "Ağaca Tapma" geleneği, dünyadaki herşeyin ruhu ve canı olduğuna inanmasından kaynaklanıyor. Bayramın ilk günü "Kaplan Günü" olarak ta adlandırılır. Bu gün her aile, pirinçten yapılan içki, domuz eti, balık ve yapışkan pirinçten yapılmış pilav gibi yemekleri yanlarına alıp dağdaki ağaca tapınmaya giderler. Dağa çıkan kalabalık, en yüksek ve eski ağacı seçerek, ağaca tapınma töreni düzenlerler. Tören sırasında kişiler ağacın önünde fişek patlatır, kağıt para ve tütsü yakar, diz çöküp ve alınlarını yere koyarak ağaca ibadet eder. İbadet bitince, bazı kişiler ağaç kabuğunu üç yerinden keser, bazıları ise ağacın kesilen yerine et, pilav doldurup, içki döker ve sonra kesilen yeri kırmızı kağıtla kapatır. Ağaca yemek verirken, farklı ağaca farklı sözler söylerler. Örneğin, eğer yemek verdiği ağaç meyve ağacı olursa, bu ağaca "Pilav verdim salkım salkım, et verdim topak topak meyve ver" diye bol meyve alımı dileğinde bulunur. Ağaca tapınma töreninden sonra kişiler bir araya gelerek bayramı kutlarlar. Bazı bölgelerde ise Ay takvimine göre yılın 8'inci ayının 15'inci günü köydeki kutsal ağaç olan "Budalık ağacı"na boğa yüreği ve taze pirinçten yapılan pilav gibi yemekler verilerek bereket yılı dileğinde bulunurlar.
Kaynak : Çİn uluslar arası radyosu
Hep yazıcam diyorum, sonra unutuyorum. Aklıma gelmişken yazayım. Gerçi herkes biliyodur ama gene de bulunsun.
Hz. Nuh'a kopacak olan tufana karşı, bir gemi yapması vahiy olur ve her hayvandan bir çift yanına alması buyrulur. Hz. Nuh'ta emre uyarak denilenleri yapar. Tufan kopar. 40 gün suda kalırlar. Artık bütün yiyecekleri bitmiş, ambarlar boşalmıştır. Ambarın dibinde kalanları bir araya toplarlar ve hepsini haşlayarak yerler. Bu şekilde hayatları kurtulur. Daha sonrada karayı bulurlar zaten.
İşte bu olayın anısına her muharrem ayının 13ü aşure pişiriyoruz. (pek severim)
Mine Pakkaner
04-10-2006, 00:45
'Doğaüstü güçlere sahip' ağaç için büyük kavga
Endonezya’da, doğaüstü güçleri olduğu söylentisi yayılan 100 yıllık banyan ağacının dallarının Müslüman bir grup tarafından kesilmesi tartışmalara neden oldu.
Parklardan sorumlu Sarwo Handayani, Cakarta kent merkezinde yeni otobüs hattı yolu yapımı sırasında, Hindistan mitolojisinde önemli bir yeri olan ve ölümsüz kabul edilen banyan (Hint inciri) ağacının kesilmesinin kötü şans getireceği söylentilerinin yayıldığını anlattı.
Handayani, söylentilerin ardından pazar günü saldırıya uğrayan ağacın dallarının kesildiğini, yalnızca gövdesi kalan ağacın yaşayıp yaşamayacağının bilinmediğini söyledi. Ağacın doğaüstü güçleri olduğu iddialarını reddeden Handayani, olayın dün polise yapılan şikayetle ortaya çıktığını kaydetti.
Yerel Müslüman bir grubun lideri olan Zeynel Arifin de, banyan ağacına saldırıyı üstlenerek, ağacın kesilmesinin mistik güçleri olmadığını kanıtladığını söyledi.
Arifin, bir ağacın bir insandan daha güçlü olduğuna kimsenin inanmayacağını, ağacın kesilmesi eylemini İslamı yaymak için yaptıklarını belirtti.
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/2006/10/03/son/sonyas11.asp
"Çiçek çalınırsa kesin tutar" bunu bilmeyenimiz varmıdır?
Konu içeriğinden kaymaya müsait ama yukarıdaki kahve konusundan sonra eklemesemde olmayacak.
Domalan Mantarı denen tür (Tuber melanosporum) domuz tarafından toprak altından bulunur.
Fransız Mutfağinda çok ayrı yeri vardır.
Domuz bulur ama yemesine müsade edilmez. Yani tam tersi.
Aşağıda Mantar avına çıkmış köylü ve av domuzu :dilli:
http://images.encarta.msn.com/xrefmedia/sharemed/targets/images/pho/t044/t044849a.jpg
Çalınan çiçek kesin tutar, hemde çok iştahlı büyür ama, çalınan anaç solar. Birde bu yönü var.
asli gündogar
04-10-2006, 17:32
Ceviz ağacı diken meyvesini görmeden ölür!
Salatalığı dalından erkekler koparırsa daha sonra büyüyen salatalıklar acı olur. (Gerçekten babannem böyle söylerdi :) Gerçi belki de biz yaramazları taze salatalıklardan uzak tutmak için söylerdi, bilmiyorum.)
benim annemde salataligi tersinden isirildiginda aci olucagini söylerdi.Tersini düzünü bir ayirabilsem
http://www.seto.com.tr/urun/o_hiyar_melen.jpg
Sapının olduğu kısım tersi :)
Ateş Öztan
06-10-2006, 13:09
Bakış açımız bizim yemeklere tepkimizi belirliyor.
Bal yiyorsanız, nasıl elde edildiğini de biliyorsunuzdur. Himç kimse buda nereden çıktı demiyor. Değil mi? Bize göre normal,
Çin de iken alışveriş merkezi içinde çekirdek fıstık satıcılarımız gibi çeşit çeşit çekirge kuruyemişleri! satan satıcılar vardı. Onlarda bu çekirgeleri bizim kabak çekirdeği yediğimiz gibi külahlara koyarak dolaşırken yiyorlardı.
Hadi, gelin, boğaza karşı tuzlu, çifte kavrulmuş çekirge partisi yapalım.
Halk İnanışları
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Güneş ve ay tutulmalarında silahla ateş edilir.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Baykuşun evin üzerinde ötmesi evden cenaze çıkacağına işarettir.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Örümceğin, kaygılı, dertli eve ağ ördüğüne inanılır.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Kalabalık halinde bulunan karıncaların üzerine tükülürse bereket getireceğine inanılır.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Yusufcuk kuşu (Gugukcuk), güvercin ve kırlangıç gibi kuşların vurulması günah sayılır. Yusufcuk kuşunun insan olduğuna inanılır.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gif Nazara çok inanılır. Bazılarının ışıklı bir göze sahip olduğuna, bu insanların kötü bir niyetle baktıklarında nazar değdiğine inanılır. Nazar değmemesi için gözboncuğu, eski para ve çörekotu bir beze koyularak dikilir ve nazardan korunmak isteyen kişinin omzuna tutturulur. Nazar için kurşun dökülür, tuz, soğan ve sarımsak kabuğu yakılarak, nazar değdiğine inanılan kişinin üzerlerinden çevrilir.
http://www.muskulekoyu.com/resim/nokta.gifÇocuk sünnet olurken annesi ve yakınları iki adet oklavanın ucuna kurusoğan saplayarak avuçlarında çevirirler. Böyle yapılrsa, sünnetin acısız ve kolay olacağına inanılır.
http://www.muskulekoyu.com
loransay
24-12-2006, 14:58
Mum çiçeğinin yetiştiği evdeki evlenmemiş kızların bahtını kapatacağı ve evlenmelerine engel olacağı gibi saçma bir söylenti duymuştum. Ne isterler bu güzel kokulu çiçekten anlamam ki...Bu söylenti yüzünden bir tanıdığım evindeki balkonu saran büyüleyici mum çiçeğini atmıştı. Sonuç mu: İşe yaramadı, olan çiçeğe oldu :(
Çalınan çiçek kesin tutar, hemde çok iştahlı büyür ama, çalınan anaç solar. Birde bu yönü var.
Bende tam tersi oldu 1 senedir hemen hemen her ay benjamin çaldım.Her türlü şekilde tutturmayı denedim sera yöntemini de denedim burada söylenen her şeyi denedim ama nafile tık yok.Çaldığım anaçlar ise daha bir güzelleşmiş serpilmiş.
Mitolojik değil ama bir gelenekten bahsetmek istiyorum.
Bursa'nın köylerinde oğlan çocuk doğduğunda kavak ağacı dikilir. Askerden gelip evlenme çağına geldiğinde kavak kesilir ve düğününde maddi kaynak sağlanır.
Bu geleneği öğrendiğimde ilk önce niye kavak diye çok düşünmüştüm. Düğününe kadar en az 20 yıl geçeceğinden kavak da büyümüş olacaktı. Kavağın kuruma ihtimalini göz önüne alarak bence birden fazla ekiyorlar. Düğününe maddi kaynak olduğunu çok sonraları öğrendim. Şunu baştan söyleselerdi keşke. Yıllarca niye diye düşünmek zorunda kalmazdım.
Ben deyimlerde ve atasözlerindeki ironileri merak ediyorum.
Mesela "Ocağına İncir Ağacı Dikmek" ne demek? Neden İncir Ağacı?
Anladığım kadarıyla fazla bakım gerektirmeyen ve hemen hemen her toprakta hatta kayalıklarda yetişebilen bir bitki incir. Ve incir terkedilmiş viranelerde sıkça görülür.. Yılan ve Akrep gibi hayvanlarada mesken olurmuş.
Ama daha iyi çıkarımları sizler yapabilirsiniz.
Bu bu bunun gibi içinde ağaçlar kullanılan atasözleri ve deyimler ile bunların anlamları üzerine bilgi ve yorumlarınızı bekliyorum.
Çünkü incir ağacı arsızdır. Ufacık bir çukurda birikmiş toprak üzerine kuşlar vasıtası ile gelen tohum yeşerir ve kocaman ağaç olur. Bu sırada o çukuruda deler, betonuda çatlatır. Başka yerlerden sürgünler vererek iyice yayılır.
İfadede ocak olarak betimlenen şey hane. Yani eve dikilen bir incir ağacı evin yaşanmaz duruma gelmesine sebep olur.
DİDEMNAZ
04-03-2007, 16:53
Adana'nın köylerinde duyduğum bir söz atasözü olma yolunda ilerliyor.Siz önce benden duyun dedim.Her evin tırşığı yenmez.TIRŞIK: Tarla kenarlarında yetişen kabarcık adlı otun çorbası.Çok zehirlidir,bu yüzden saatlerce kaynatılır kazanlarda yoğurt ve nohutta konulur.Pek çok hastalığa iyi geldiğine inanılır.tadı kekremsi olur ama yedikçe yemek istersin.Anneannelerimiz yapardı gençler pişirmeye korkarlar.Umarım unutulmaz.
Denizli'de de yaylalarda taşlık yerlerde yetişen bir bitki vardı.Toprağa ihtiyaç duymadan yetişiyor.Köylüler alıp kapının üstüne asıyorlar.Bitki büyümesine devam ediyor tam kurudu ölecek derken parlak kırmızı kaktüs çiçeğine benzer çok hoş bir çiçek çıkarıyor,o çiçek açınca dileklerinin olacağını varsayıyorlar. Bence bitkinin yok olmasına neden oacaklar gelişimini tamamlamadan sökülüp getirildiği için.O da ender bir bitki benim Ege bölgesi çiçeklerindeki mesajımdaki de öyle.Bu bitkileri kaybetmemek için birşey yapılamaz mı?
Bir arkadaşım anlattı
Denizanasını alıp evde suya koyuyormuşsunuz
Her gün üzerine bir miktar çay ekliyormuşsunuz
Sonra bu denizanası yavruluyormuş
9 tane olunca bunu birilerine dağıtıyormuşsun
ve dileğin oluyormuş
:(
Bunları kimim, nasıl uydurduğuna şaştım kaldım.
Bu nasıl bir hayal gücüdür.
Haklısınız, yeşil olmadı ama yine de doğa ile ilgili...(ya da yeşil çay döküyor olabilirler...)
Denizanasını alıp evde suya koyuyormuşsunuz
Her gün üzerine bir miktar çay ekliyormuşsunuz
Sonra bu denizanası yavruluyormuş
9 tane olunca bunu birilerine dağıtıyomuşsun
ve dileğin oluyormuş
Kabus olmalı.
Bunların içinde saçma sapan olanlar da vardır, gerçek payı olanlar da.
Asl olan, bu sözlerin hangi şartlar altında, nerede söylendiği.
Çalınan çiçek tutar, sözü, çiçek hırsızlarının kendilerini avutmak için uydurdukları bir söz olsa gerek.
Hırsızlık, hırsızlıktır, ne çalındığı değil, bir şeyin çalınmış olması fiili önemlidir.
Kötü bir fiil.:(
İncir ağacı için yorumlar yapılmış, fazla söze gerek yok.
Çamın dökülen ibreleri, toprağı keçeleştirdiği için altında hayat olmuyor.
Her evin tırşığı yenmez, güzel bir söz. Teşekkürler didemnaz.
Çocuk doğunca ağaç dikmek, çok güzel bir düşünce ve uygulama. Ekonomik manası var.
Nazar değmesi haktır. Kur'anda yeri vardır.
Nazarı değen kişinin gözlerinden çıkan bazı şualar, canlıları etkiliyormuş.
Radyo ve benzeri cihazlar keşfedilmeden önce elektromanyetik dalgaları kime anlatabilirdik?
Bazen de hurafe gibi veya aslı olmadan günah diye adlandırılan şeyler, insanı koruyor, şöyle ki:
Geçen yıllarda güneş tutulması olmuş, bütün dünya, sakın güneşe çıplak gözle bakmayın, gözleriniz kalıcı zarar görür diye feryat etmişti.
Bunlar kültür seviyesi yüksek toplumlardı.
Adını hatırlamıyorum bir yerde de büyücü veya eşdeğeri çıkmış, güneş tutulduğunda ona bakan hamile kadınlar çocuklarını düşürür, erkekler bilmem ne olur, buyurmuş.
İleri denen ülkelerin vatandaşları arasında bu alay konusu olmuştu.
Tutulma gerçekleşip, aradan bir hafta geçtikten sonra gelen istatistik, o ileri ülkelerde yüzde (mesela) 3-5 oranında kişinin ikazlara aldırmadan güneşe bakıp, retina zararlarına uğradığı ama o büyücünün ülkesinde güneşe bakanların sayısının, yok denecek kadar az olduğuydu.
İbretlik olaylar yaşanıyor dünyamızda.:p
yılmaztaşova
27-03-2007, 14:56
Her ne kadar güncelliğini yitirmiş olsa da toplum içerisinde bitkilerle ilgili pekçok hurafevari laflara rastlandığı için cevap yazmak ihtiyacı duydum;asla bir bitki uğursuz falan olamaz ancak toplumumuzda bazı konulara dikkat çekmek için caydırıcı ve hurafevari şeyler söylenir.Mesela binaların temeline zarar verdiği için ev yakınlarına incir,ceviz,kavak vsgibi ağaçların dikilmesini engellemek için bu tip uydurmalar söylenmiş.Fakat bunların gerçek sebepleri ortaya çıktıkça bu hurafeler de ortadan kalkmaktadır.
Bir kadın hamile olduğu dönemde sahibinden izinsiz bir meyve alır ve bu meyve hamile kadının vücudunun neresine değerse, aşırılan bu meyvenin vücuda değdiği yerde bu meyvenin şeklinde ben çıkarmış çocukta.Bizim oralarda masumane bi şekilde bilerek yapar bun bazı hamile bayanlar ve çocuklarının nerelerinde ben çıkmasını istiyorlarsa oralara sürerler çalıntı meyve **** çiçeği:rolleyes:
beyaz melek
27-03-2007, 23:25
Saçına bir kekik dalı takan kadının askta sanslı olacagına inanılırmış.
Benimde küçük bir kekik torbam var kolye şeklinde.
Ayrıca kekik dalını yanında tasıyan kisi, korkularından, hastalıklarından ve karabasanlardan kurtulurmuş.
Birde sarımsak var bildiğim vampirleri kovan :))
Bir kadın hamile olduğu dönemde sahibinden izinsiz bir meyve alır ve bu meyve hamile kadının vücudunun neresine değerse, aşırılan bu meyvenin vücuda değdiği yerde bu meyvenin şeklinde ben çıkarmış çocukta.Bizim oralarda masumane bi şekilde bilerek yapar bun bazı hamile bayanlar ve çocuklarının nerelerinde ben çıkmasını istiyorlarsa oralara sürerler çalıntı meyve **** çiçeği:rolleyes:
15 yaşına kadar benim sağ elimde çilek lekesi vardı. Kıpkırmızı, pütürlü. Serçe parmağımdan, orta parmağıma kadar. Annemin bana hamileyken çilek aşerip, yiyememesi sonucu oluşmuş-muş.
10 yaşından itibaren, yavaş yavaş kayboldu. Ama hala, çilek zamanı bir miktar belirir.:)
beyaz melek
28-03-2007, 13:05
beyaz melek merak ettim kekik işe yarıyor mu :)
Kesinlikle yarıyor :)) Denemeni tavsiye ederim.
Hoş kokulu bir bitki bence, kokusunu herkes beğenmeye bilirde tabi.
Eskilerin bildiği vardır diye düşünüyorum ve bildikleride işe yarıyor çoğu zaman.
Ayrıca birçok bitki gibi oda şifa kaynağı.Mikropları öldürüyor, hazmı kolaylaştırıyor, kolesterolü düşürüyor.
Benim bazı tuhaf inanışlarımda var tabi bunun yanında, kekikte bunlardan biri.
mustafakazar
28-03-2007, 13:26
Saçına bir kekik dalı takan kadının askta sanslı olacagına inanılırmış.
Benimde küçük bir kekik torbam var kolye şeklinde.
Ayrıca kekik dalını yanında tasıyan kisi, korkularından, hastalıklarından ve karabasanlardan kurtulurmuş.
Birde sarımsak var bildiğim vampirleri kovan :))
Sarımsağı da yanınızda mı taşıyorsunuz...
beyaz melek
28-03-2007, 13:55
Kesinlikle yanımda taşıyorum sarımsağı da :))
Aslında iyi fikirde denebilir. Sarımsaktan bir kolye yapmışım ve takıyorum, bir düşünsenize çevremdekilerin halini :)
bademagacı
25-04-2007, 12:57
Eskiden oduncular yaşlı ağaçları kesmek için ormana giderken baltanın ağzını bir kumaş parçasıyla sıkıca örterlermiş.
Neden biliyor muydunuz?
Çünkü ağaçların bizim bilmediğimiz yaşama gücü,oduncunun elinde o kesici aleti görünce korkudan bir salgı salgılarmış,bu salgı genç fidanların özsuyunu zehire dönüştürürmüş.
"Yaprağın dili"-Prof.Dr.Necmettin ÇEPEL
Benzer şekilde okuduğum bir yerde (Bilim Teknik Dergisi idi sanırım) yapılan bir deneyde aynı tür salon bitkilerinden oluşan bir grup bitkiye elektrodlar ve ortamdaki değişiklikleri ölçebilecek hassas ölçü aletleri bağlanıyor, daha sonra ortadaki bitkiyi işkence yöntemi ile (dallarını, yapraklarını, teker teker ve parçalamak suretiyle) öldürüyorlar. Sinirleri olmadığı varsayılan bitkilerin tamamının insan kulağının duyamayacağı frekanslarda çığlıklar attıkları (belki aman dileyip, yardım istedikleri) ölçülüyor.
Bu verilerden sonra deneyi sonlandırmayıp, devam ediyorlar ve teşhis yüzleştirme şeklinde şahit bitkilerin önünden farklı insanları belirli aralıklar ile geçiriyorlar. Sonuç mu? Masum (!?) insanlar geçerken değişim ölçülmüyor, fakat katil geçerken, cinayet esnasındakine benzeyen ve çok net ayırdedilen değişiklikler oluyor.
Saygılar...
gece
yerin kulağı var da, bitkilerin duyuları olamaz mı yani diyen forum üyesi...
Merhaba, söyleşiye ben de katılayım:
Dizimden aşağıda, görünüşü çok güzel, iri zeytin büyüklüğünde, bir "ben" var(kabartı şeklinde değil). Yıllarca "annen hamileyken zeytin ya da böğürtlen çalmış" dedi görenler. Çocukken üstünde düşünmemiştim. Sonraları bunun "bir araya gelen renkli deri hücreleri" olduğunu öğrendim. Bana göre doğru bir düşünceydi. Ebeveyn açısından, ülkemizde yaşayan birçok kişi gibi, karışık genler taşıyorum. Baba tarafı Mısırlı (yani Afrika), Ana tarafı Kürt kökenli olunca dizimin tam altında onlardan bir parça bir araya gelmiş işte. (Uzun bir süre de böyle düşünmeye devam ettim.)
Annemin babası 97 yaşında öldü. Erkek kardeşim dedemizin cenazesi yıkanırken, koşarak gusulhaneden dışarı çıktı, yanıma geldi "abla, beninin nereden geldiğini öğrendim. Dedemin poposunda da aynı renk ve büyüklükte ben var" dedi.Sonrası mı? Sonra yıllarca onun alayından kurtulamadım gitti.
Bu da böyle bir öykü işte.
caploonba
05-05-2007, 11:08
Ananem cuma günleri çiçeklerin saksıları değiştirilmez der. Yoksa çiçek yeni saksısına yaşayamazmış,ölürmüş.
Eski takvime göre de ayın 14 ile 15 inde tohum ekilmezmiş.Yani gecesi dolunay olan günlerde....
Penelophe
05-05-2007, 22:45
Ananem söylerdi soğan ve sarımsağın kabuğu yerlere atılırsa evde yedi yıl kıtlık olurmuş.. (herhalde ablam sofrayı bahçeye değilde çöpe silkelesin diye söylüyordu :p )
"URASA YAPMAK"
Yıllar önce bir Ankara yolculuğu sırasında bir yakınıma konuk olmuştum. Ev sahibi bir-iki saat uyumamı önerdiğinde kabul ettim. Salonda, pencereye dik konumda, iki divan vardı, birisi hazırlandı. Pencere çeşitli boy ve genişlikte saksılarla kaplıydı. Açıkçası hiçbirine dikkat edemeyecek kadar yorgundum. Hemen uyudum.
Ne kadar zaman sonra idi, hatırlamıyorum. "Öldüreceğim onu" diyen bir sesle gözlerimi açtığımda karşımda elinde kocaman bir bıçakla üstüme gelen bir kadın gördüm. Kadın devamlı bağırıyor, ev sahibim onu durdurmaya çalışıyordu. Korkudan donup kalmıştım. Kimdi bu kadın, neden beni öldürmek istiyordu? Ben neredeydim? Sisler arasından çıktığımda durumumu farkettiler, bir an durdular. Ev sahibi telaşla yanıma geldi "korkma, urasa yapıyoruz" dedi. Kadın bıçağı masa üzerine bırakınca soluğum düzenleşti, rahatladım. Ama "urasa" ne demekti? Acaba eve ilk kez gelen birine yapılan "hoş geldin "merasimi miydi? Böyleyse olmaz olsun diye düşündüğümü net hatırlıyorum. Kalbim duracaktı neredeyse.
Sonra konuyu açıkladılar. Çiçek açması gereken bitkiler açmadığında, korkutulunca açarlarmış.
Bu, bildiğim bir şeydi ama böylesini duymamıştım. Zaman zaman ben de çiçeklerimi tehdit(!) ederdim, onlar da açarlardı.
Belki de yaşadığım korku, çiçeklerimin intikamıydı. Kim bilir?
Bu da böyle bir öykü işte.
Sevgili Tiya, bu yaşadığınız korkunç.:( İnanılır gibi değil. :( Ben olsam çok tepki verirdim heralde.
caploonba
07-05-2007, 14:13
Film gibi olmuş:D Ama kötü olmuş.
Benim de bildiğim İncir ağacının altında oturacaksanız eğer o gün işiniz olmaması gerekirmiş. Çünkü İncir ağacının altına oturduktan kısa bir süre sonra uyku bastırırmış. Uzun uzun mışıl mışıl uyuturmuş ağacın kokusu ve altındaki serin esinti.
Açıkçası Ege'de bol miktar bulunan İncir ağacı olayını çok yaşadım diyebilirim. O güzel kokusu ve altında esen serin esinti kesinlikle uyumanız için yaratılmış gibi :)
papatyam
10-05-2007, 11:55
İncir ağacından düşen iflah olmaz (iyileşmez) derler.
Birde Ocağıma incir ağacı diktin derler :)
Hurafe midir orasını bilmiyorum ama, kızılcık sopası çok acıtır derler.:D
Hurafe midir orasını bilmiyorum ama, kızılcık sopası çok acıtır derler.:D
:p Hurafe değildir, acı biberden de acı bir gerçektir, kızılcık sopası :p Henüz öğrenmemiş :rolleyes: olmanıza sevindim :p
gece...
"Nus ile uslanmayanı etmeli tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir."*
*Ziya Paşa diye biliyorum, hatalıysam, lütfen kızılcık sopası yerine nus (u uzun okunur!) yöntemine rağbet ediniz! :o
Kızılcık tarhanasını yedim de sopasını yemedim.;)
Bunların içinde saçma sapan olanlar da vardır, gerçek payı olanlar da.
Asl olan, bu sözlerin hangi şartlar altında, nerede söylendiği.
Çalınan çiçek tutar, sözü, çiçek hırsızlarının kendilerini avutmak için uydurdukları bir söz olsa gerek.
Hırsızlık, hırsızlıktır, ne çalındığı değil, bir şeyin çalınmış olması fiili önemlidir.
Kötü bir fiil.:(
Tamamen katılıyorum.Çiçek çalınınca tutarmış derler çalınmayıp izin alıp dikilen bitkide tutar.Yazın sardunyalar çiçek açar yürüyüş yapıp sağlıklı olacağım diyen kadınlar evin önüne gelirler sardunyaları kırmaya çalışırlar.Sonuçta sardunyalar mahvolur kendilerini toparlamaları uzun süre alır emeğiniz çabanız boşa gider siniriniz tepenize çıkar,sokağa çıarak sardunyalarıma zarar vermeye çalışan insanlarla kavga ederim (her ne kadar kavga etmesemde konu bitkilerime gelince:rolleyes: .Lütfen Bitkileri çalmak yerine(kırıp öldürmek,zarar vermek)gidip çiçekçilerden beğendimiz çiçeği alalım.
Benim de bildiğim İncir ağacının altında oturacaksanız eğer o gün işiniz olmaması gerekirmiş. Çünkü İncir ağacının altına oturduktan kısa bir süre sonra uyku bastırırmış. Uzun uzun mışıl mışıl uyuturmuş ağacın kokusu ve altındaki serin esinti.
Açıkçası Ege'de bol miktar bulunan İncir ağacı olayını çok yaşadım diyebilirim. O güzel kokusu ve altında esen serin esinti kesinlikle uyumanız için yaratılmış gibi :)
aydın-incirliovada bastıran o derin uykumu hatırladım birden,anılarım netleşti sayenizde.
nijat_ayvaz
23-05-2007, 21:08
OSMANLI (İSTANBUL)LALESİ Bir efsane olarak bilinse de artık bir gerçek olduğunu son keşfimle kanıtlamış bulunuyorum. Ben Nijat Ayvaz, Tekirdağ da yaşıyorum Fotoğraf ilgi alanıma giriyor. Sık sık doğaya fotoğraf çekmeye çıkıyorum. Yine böyle bir gün insanların erişiminden uzak bir alanda ilk rastladım bu narin bitkiye. Bugüne kadar keşfedilmiş lale türleri içerisinde Değerli araştırmacı Prof. Dr. Turhan Baytop un kitabında da tanımladığı Lale-i Rumi ye tıpatıp benzeyen bir lale türünü Nisan 2006 yılında tespit edip keşfettim. Kaybolduğu düşünülen 200 yıl boyunca herhengi bir fotoğrafı ve soğanı olmadığından genetik olarak analiz edip karşılaştıramıyoruz. Ancak Anatomik olarak İstanbul lalesine bu kadar benzeyen bir tür Bu konuda uzman hocaların söylediğine göre tespit edilememiş. Sevgili doğa sever arkadaşlar... Türk botanik dünyasının bir efsanesi olan Osmanlı Lalesini, bu eşsiz çiçeği Tekirdağ da keşfettim hayırlı olsun. İlk kez 100 lerce kez fotoğrafladığım bu bitkiyi görmenizi arzu ederim. Konuyla ilgilenen dostlara selam olsun. Nijat Ayvaz
nijatayvaz@gmail.com
Derya Özen
24-05-2007, 11:51
Uykuluk denilen birşey var, ağaçlarda kurtlar yapıyor. Genellikle ağaçların küçük dalların da halka şeklinde oluyor. İnsanlar onları çıkartıp küçük çocuklara ya da uyku sorunu olanlara takıyorlar. Bununla uyuyan kişinin derin ve güzel bir uyku uyuyacağını söylüyorlar. Ben de takmıştım ama uyku için değil, şekli çok hoşuma gittiği için kolye niyetine. ;)
Uykuluk denilen birşey var, ağaçlarda kurtlar yapıyor. Genellikle ağaçların küçük dalların da halka şeklinde oluyor. İnsanlar onları çıkartıp küçük çocuklara ya da uyku sorunu olanlara takıyorlar. Bununla uyuyan kişinin derin ve güzel bir uyku uyuyacağını söylüyorlar. Ben de takmıştım ama uyku için değil, şekli çok hoşuma gittiği için kolye niyetine. ;)
Genellikle söğütlerde olur. Ve zannediyorum orda biriken bir hastalık, ur gibi..
Ananem söylerdi soğan ve sarımsağın kabuğu yerlere atılırsa evde yedi yıl kıtlık olurmuş.. (herhalde ablam sofrayı bahçeye değilde çöpe silkelesin diye söylüyordu :p )
Babam da bir hikaye anlatırdı.. Zamanın birinde bir çoban beyin kızına aşık olmuş, bey de demiş ki: şu iki çuval soğanı bi günde ye kızım senin olsun (Taşkalpli beyler) neyse çoban gitmiş bi ağacın altına oturmuş soğanların hepsini yemiş zarını soyarak.. Soğanın asıl acı olan kısmı, zarı ağacı zehirleyip kurutmuş, çoban kızı aldı mı bilmiyorum ;)
Eski takvime göre de ayın 14 ile 15 inde tohum ekilmezmiş.Yani gecesi dolunay olan günlerde....
Evet, ayın evrelerinin dikeceğimiz bitkilerle yakından alakası var diye duymuştum. Hatta www.bugday.org.tr adresinden gelen bültenlerde haftalık ay takvimine göre yapmamız gerekenler vardı.. Mesela şu gün ekmek yapın, şu gün saç boyayın, şu gün yumrulu bitkileri ekin diye...
Benim annem çok ilginçtir bu konuda, sitede söylenen hemen hemen tüm hurafeleri bilir :) her yanda üzerlik vardır. İncir(iklim uygun değil olsa bile kapıya sokmaz) salkımsöğüt, zakkum çiçeği,iğde ağacı yetişmesine asla müsaade etmez. Yuva yıkan ağaçlarmış :D.Ayrıca ilginçtir, mangal ya da ateş yaktığımızda yeşil dal parçalarını kesinlikle yaktırmaz günah diye.. Bir de çörekotunu toprağa ekmek günah der. Allah aşkına ekilmiyorsa biz nasıl alacağız marketten.:D
Ben de çörek otunun nazarlık olarak kullanıldığını biliyorum.
Hatta eve gelen misafirlerin nazarının değebileceği düşünüldüğünde kolonyalı pamuğu tutuşturup bir tutam çörek otu atarlar. Tohumlar patlayarak yandığında nazarın çatladığı düşünülür.:rolleyes:
Ayrıca çocuklara içinde çörek otu olan muskalar taktıklarını hatırlıyorum.
'Ceviz ağacı altında yatan iflah olmaz'.Derler.Anlatılmak istenen ;çok koyu gölgesi olduğundan atının soğuk olması ve insanın uzun süre kaldığında hastalanabilecegi olsa gerek.
Ceviz ağacının havadaki iyotu yakaladığı bu yüzden çevresinin çok sağlıklı bir alan olmadığı yönünde bir rivayeti de ben duymuştum. Havada iyot var mı **** varsa bize ne faydası var bilmiyorum.
Birde zakkumun uğursuz **** cennette yer almayan bir bitki olduğunu,
Hz Adem ve Havva (AS) nın mahremliği oluştuğunda ağaçların hiçbirinin örtünmek için yaprak vermediği yalnızca incir ağacının verdiği bu yüzden pek makbul olmadığını duymuştum.
Bir de annemin anlattığı tırnak yiyen çocuk ,midesi ve ebegümeci hakkında bir hikaye vardı ki içimden atma anne dediğimi çok hatırlarım .
Sayın peta merak ettim şu hikayeyi :D
Sayın peta merak ettim şu hikayeyi :D
Tırnak yiyen bir çocuğun midesinden tırnaklar kenetlenmiş vaziyette çıkarılmış: Tas gibi ......Çocuk bu sebepten ölmüş.
Oğlumu öldüren nesne diye kadın tası saklamış....Gel zaman git zaman derken kadın ebegümecini haşlamış, suyunu da nedense bu tas gibi şeye dökmüş.Tırnaktan oluşma tas erimiş gitmiş" .
hikaye budur sayın fidancı .Tabii ben tırnak yemeyeyim diye söylerdi ama söylediği hikaye de çözüm vardı galiba farkında değildi.
Annemin sık sık anlattığı ve altını çize çize söylediği ebegümeci hikayesi beni hiç korkutmadı.Ben uzunca bir süre tırnak kemirmeye devam ettim.
Benim annem çok ilginçtir bu konuda, sitede söylenen hemen hemen tüm hurafeleri bilir :) her yanda üzerlik vardır. İncir(iklim uygun değil olsa bile kapıya sokmaz) salkımsöğüt, zakkum çiçeği,iğde ağacı yetişmesine asla müsaade etmez. Yuva yıkan ağaçlarmış :D.Ayrıca ilginçtir, mangal ya da ateş yaktığımızda yeşil dal parçalarını kesinlikle yaktırmaz günah diye.. Bir de çörekotunu toprağa ekmek günah der. Allah aşkına ekilmiyorsa biz nasıl alacağız marketten.:D
sayın fidancı
Salkım söğütün ne tür bir zararı varmış.Ben de bunu merak ettim.
Bilmiyorum :D Halam çok severdi. Evin her yanını salkım söğüt yapmıştı annem kızardı ona. Bak uğursuzluk getirir diye. Halam tabii güldü geçti anneme. Sonra bir baktık halam ve eşi çok genç yaşta peş peşe vefat etti, aile parçalandı, çok zor işler geldi başlarına. Annem dedi ki: bakın ben size dediydim inanmadınız. Uğursuz o ağaç...Halama çekmişim ben de( eee kız çocuu malum).. Çok severim o ağaçları, bir de salkım söğüt gibi dutlar var onları da severim. Annem çok kızar bana getirip dikersen bahçeye sökerim diyor :D yapcak bi şey yok. Anne kızıyor....
DevrilgenKayik
21-06-2007, 00:27
Doğayla ilgili bazı atasözleri:
Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz
Toprağı işleyen ekmeği dişler
Gölgesinde oturulacak ağacın dalı kesilmez.
En ünlüsü: Ağaç yaşken eğilir
Ağaç kuruyken meyve vermez
Ağaç dumanlı havada kesilmez
Ağaç sevgisi olmayanda evlat sevgisi olmaz
denizcool
23-06-2007, 09:42
merhabalar bende mavi dikenle ilgili bir inanışı paylşamak isterim inanışa göre bu diken kapı üzerlerine konulur ve bunun altından gecen kişide büyü varsa bozulur **** art niyetli insanın niyeti kendine döner derler bizim evdede bir ara vardı:P (özür dilerim düzelttim)
Kıbrıs'lı bir arkadaşım nazar için kuru zeytin dalı yakar, bu inanç için yapılan küçücük çömlek bir testi içindeki dallar tüterken bütün evi dolaşırdı.
Kıbrıs'lı bir arkadaşım nazar için kuru zeytin dalı yakar, bu inanç için yapılan küçücük çömlek bir testi içindeki dallar tüterken bütün evi dolaşırdı.
Bu rituel sanırım şamanizmden kalma ve de günümüz Ortodoks hristiyanlarında halen yaygınca tatbik edilmekte. Özelikle isa'nın kudüse girdiği son hafta palmiye yaprakları ile karşılanmasını ortodoks alemi zeytin dalı olarak karşılama şeklinde geçmiştir, bu zeytinin dalları o pazar kilisede okunur ve tüm sene sıkıntıya kötü göze kötü düşüncelere karşı bir tür tütsü gibi kullanılmaktadır.
Ancak dediğim gibi nazar boncuğu veya yukarıda bahsi geçen mavi dikenin kötü göze nazara karşı kullanımı ben şamanizmden kalma bir inanış olarak görüyorum.
Ortodoks ritualinde sanırım ayrıca ateşin içine güzel koku vermesi için sığla reçineside katıyorlar.
Ortodoks ritualinde sanırım ayrıca ateşin içine güzel koku vermesi için sığla reçineside katıyorlar.
sığla diye bilmiyorum da benim bildiğim günnük ağacı diye marmarisde çok sulu bir koyda gördüğüm ağaçlardan elde edilen bir reçine ki bu ağaçtan bir marmarisde var bir de yunan adalarında bir yerde diye duydum.
bunun da sebebi sanırım isa doğduğunda yıldızı takip ederek ahıra gelen üç kıraldan birinin de hediyesi bu reçine dolu kutuydu...
ancak sanırım bu ritual de şamanizm kökenli...
bu sığla ağacı hakkında bilgi umarım forumda vardır şimdi aklıma getirdiniz bir taratayım yoksa da bilgilendirecek biri yazarsa sevinirim...
aramızda ethnobotanikle ilgilenen arkadaşlar var mı acaba...?
saygılar
Günlük ağacı ve Anadolu sığla ağacı (Liquidambar oriantalis) aynı ağaç diye biliyorum.
http://www.yemekicmek.com/yararlibitkiler.php?ID=46
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1981
Sayın Todor,
Evet şimdi adını latince yazınca aklım başıma geldi. :)
Liquidambar orientalis
Sanırım fidan bulmam gerekecek :)
Ortodoks ve Gregorian kiliselerinin ayinlerinde vazgeçilmezlerinden. Dumanı insanı rahatlatığı söylenir. Sanırım Rodos Adası'ndan bayağı bir kaynağı da var. Ben Marmaris'tekileri takribi 25 yıl önce görmüştüm sonrası bayağı bir tahribata uğramış. Şimdilerdeki durumu bilemiyorum. Ama bir tek bu iki yerde yetiştiği de demek doğru kalmış aklımda.
Teşekkürler
Üff,içim daraldı.Gidip sökesi geliyor insanın cevizi,söğütü,inciri.Yoksa sökünce de başka bir uğrsuzluk olurmu?Nerden okudum ben şimdi bu sayfayı gece yarısı.Tamda yatacaktım.
kırçiçekleri
19-09-2007, 10:15
Gününüz aydınlık olsun çiçeğim,
Uğursuzluk ve kötülük ağaçlarda, kuşlarda, böceklerde değil, şu bizim sevgiyi taşıyamayan yüreğimizde...
Bir öykü de ben aktarmak istedim, yazılan öyküleri okuyunca. Söğüt ağacının öyküsü bu.
Japon budistler , bazı ağaçların özellikle salkım söğüdün ruhu olduğuna inanırlar.İyilikte yapar bu ruh, kötülükte...Asker olan Matsudeira'nın gümüş yaldızlı,gri renkte dalları yerlere sarkan güzel söğüt ağacı vardı.Onu çok severdi. Birgün eşi aniden hastalandı, oğlunun bacağı kırıldı koşarken. Söğüt yüzünden mi bütün bunlar diye düşündü ve ağacı kestirmeye karar verdi.Komşusu İnabata'ya söyledi düşüncesini." Sakın böyle bir şey yapmayın, bir cana kıymayın... Onu bana satar mısınız?"Dedi ve özenle bahçesine göçürdü söğüdü İnabata...Karısı ve çocuğu yoktu İnabata'nın.
Söğüde yaslanmış çok güzel bir kadın çıktı bir sabah karşısına.Kapalı kapılı bir bahçeye nasıl girmiş bu kadın diye düşünmedi bile İnabata. Gülümseyip selamladı güzel kadını...
Kadın içeri girmeyi kabul etti, çay içtiler.Konuştular. İnabata eşi olmasını diledi kadın kabul etti. Yanagi(söğüt) adında oğulları oldu bir yıl sonra. Beş yıl çok mutlu yaşadı bu aile.
Ama bir gün, Acıma Tanrıçası Kwannon'un 33.333 resminin bulunduğu tapınakta bir direk kırıldı.Onarmak için yüksek ve geniş gövdeli bir söğüt ağacı arandı ve İnabata'nın söğüdünü beğendiler.Derebeyi söğüdün kesilip, tapınağa taşınmasını buyurdu.İnabata çok üzüldü ama karara karşı gelemedi. Karısı yaklaştı ona sevgi ve keder dolu ıslak gözlerle" Bir gizimi açıklayacağım size.Buraya nasıl geldiğimi hiç sormadınız ama açıklamak zorundayım şimdi ,ben.. ben söğüt ağacının ruhuyum!
Söğüdün kesilmesine engel olduğunuz için size candan bağlandım, bahçenize alıp koruyunca bağlılığım bir kat daha arttı.Büsbütün yaşamınıza katılmak istedim.Evlendik, çocuğumuz oldu, çocukların en tatlısı...
Ölmem gerek şimdi , Prense ve tapınağa karşı duramazsınız. Keder içindeyim.Yanagi'yi çok sevip koruyun, onu okşarken beni sevmiş olacaksınız. Bu düşünce duyduğum acıyı hafifletiyor biraz"
"Hayır olamaz, bırakamazsınız böylece beni" diye bağırdı İnabata.Kucakladı onu ama canlı bir insan değildi artık O...Sevgi dolu sesle " Hoşçakal" diye mırıldanan bir hayaldi...Söğüt ağacına doğru yürüdü,içine girip,kayboldu.
Ağacını bağışlaması için Prense gidip yalvardı İnabata. Prens kabul etmedi.Oduncular geldiler ağacın gövdesine baltalarını vurmaya başladılar.Yüreğine iniyordu her balta vuruşu İnabata'nın.Engel olmak istedi tüm gücüyle ama olamadı oduncular devam ettiler kesmeye. Ağaç toprağa devrildi, arabaya koyup tapınağa götüreceklerdi artık...Ama ağacı tüm çabalarına karşın kıpırdatamadılar bile yerinden.Yardıma gelen 20 adamla da kıprdatamadılar ağacı yerinden.300 kişi ağacın gövdesine bağladıkları ipi çekti var gücüyle ama ağaç kıpırdamıyordu bile.
Bu olayı izliyordu İnbata ve 4 yaşındaki Yanagi.. Ve söğüde yaklaştı Yanagi, pırıl pırıl yapraklarını okşadı, bir dalından tutup "Gel" diye fısıldadı. Bu tatlı çağrıya uyup kımıldadı ağaç, kaymaya başladı toprakta...
Küçücük elin çektiği söğüt, tapınağın bahçesine dek çocukla berabar gitti böylece...
Çok güzel bir öykü. Sevgili Kırçiçekleri teşekkürler...
İnanılmaz güzel bir öykü burada bize anlattığınız.
Ellerinize,yüreğinize sağlık,teşekkürler.
goygoyen
19-09-2007, 19:00
Ne zamandır hiç bu kadar güzel anlatılmış bir öykü çıkmamıştı karşıma öğretmenim.Çok teşekkürler.(Hüzünlendim...)
Öykünüz çok güzel kırçiçekleri.Ne iyi etmişsiniz de gelmişsiniz sitemize.
kırçiçekleri
20-09-2007, 10:56
Selam Zenfree,Sevilay, goygoyen,M.Sema,
Öyküyü ilk okuduğumda gözyaşlarımın süzüldüğünü farkettim içimin burukluğu ile. Öykünün insanın yüreğine işleyen bir iletisi var.
Okuyup, beğendiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Sizlerin de güzel, sevecen yüreklerinize sağlık. İyi ki bu güzel siteye ulaşmışım, iyi ki... Sevgiler.
alialitarık
21-09-2007, 12:25
:):):):)
kırçiçekleri
24-09-2007, 09:16
Karadut Efsanesi
Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adi Tipse delikanlının ki ise Piremus idi. Bunlar yan yana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri görüşmelerini istemezler birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı. İki evin arasında gizli bir çatlak vardı aileleri bunu bilmezler onlar da geceleri burada buluşur, o aradan birbirlerine seslerini duyurur aşklarını dile getirirlerdi. Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe ağaca Piremus'dan önce varmıştı. Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bir mağaraya doğru koşmaya başladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü. O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tipse'nin eşarbını parçalıyordu. O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tipse'yi öldürerek yediğiydi. Tispe'siz yaşayamazdı. Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü. Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar
vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı. Bir an mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı ve ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı. Birden vücudu Piremus'un bedeninin üstüne yığıldı. O anda Tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzleştirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı Onların aşkına adadılar. Piremus'un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe'nin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini, (Piremus'un kan
lekesini), dut ağacının yaprakları, (Tispe'nin gözyaşları) temizler..
(Bilir misiniz dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz, ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz.
__________________
Sevgiyle kalın Ağaç Dostları.
Teşekkürler kır çiçekleri, seneye deneyeceğim ömrüm olursa.
Sevgili Kırçiçekleri, http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=4780 başlığını görmüş müydünüz? :)
kırçiçekleri
24-09-2007, 11:52
Sayın Todor,
Site o denli geniş ve güzel içeriğe sahip ki her bölümü hakkı ile gezemedim ble henüz. Verdiğiniz başlığı da görmemişim . Bağışlayın. Bu öykü çok hoşuma gittiği için paylaşmak istemiştim. Tekrarlamak, kirlilik yaratmak istemem. O bölümde olan bir anlatıyı yazmış olmam benim dikkatsizliğim. Silebilirsiniz bu bölümden. Saygılar.
Lale'yi Avrupa sadece çiçek olarak görüyor bizde ise çok daha geniş bir anlamı var. Camilerde süsleme olarak kullanılıyor çünkü ebced hesabına göre 'Allah' kelimesi ile aynı ikisininde toplamı 64 ediyor.Osmanlı somut olan nesnelere soyut olarak çok büyük anlam yüklüyor bunda da değişik ırktan ve kültürden çeşitli milletleri bir arada bulundurmasının rolü çok büyük.Şarabıda sadece içki olarak değil edebiyattan tasavvufa kadar bir çok alanda kullanmıştır.
66 dostum düzelteyim dedim.
Dün arkadaşım kestane ağacıyla ilgili bir batıl inanç anlattı. Bahçedeki kestane meyve vermeden evden biri ölürmüş dedi. Güzelim, beş yaşındaki kestaneyi kesmeyi düşünüyorlarmış. "Kestane olmadığı halde, evden ölü çıkmasını neye bağlıyorlar" dedim ben de.
Allah kelimesinin açılımındaki Arapça harflerin sayısal ebced hesabındaki değeri (66) ve Lale kelimesinin de Arapça açılındaki sayısal ebced değeri (66) olduğu için...
Mazhar-ı ism-i Celal olmasa lale
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vala lale........
Tabip Aşki Mehmed Efendi....
lerdemir
06-12-2007, 11:20
Kusuruma bakmayın lütfen; zira hurafe değil ama efsane bu anlatacağım.
Gece Yasemini (Nyctanthes arbor-tristis, Arbor Tristis, Sad tree, Night Jasmine, Parijat)
Şu bağlantıda (http://toptropicals.com/catalog/uid/nyctanthes_arbortristis.htm) da göreceğiniz üzere Güney Asya, Hindistan kökenli olan, mis kokulu çiçeklerini sadece geceleri açan ve sabah gün doğmadan döken bu ağaç üzerine şöyle bir aşk efsanesi kurulmuş:
Parijataka adında bir prenses varmış...
Prenses güneşe aşık olmuş, ama güneş prensesi terk etmiş. Terkedilen prenses intihar etmiş.
Öldüğü yerde küllerinin arasından bir ağaç filizlenmiş...
Kendini terk eden sevgilisini görmeye dayanamayan ağaç sadece geceleri çiçek açarmış ve gün ağarırken gözyaşı misali tüm çiçeklerini dökermiş.
Mitolojide ise, bu ağaç Tanrı Krishna tarafından dünyaya gönderilmiş bir ağaçmış...
Krishna'nın eşleri Satyabhama ile Rukmini arasında bu ağaç uğruna kavga çıkmış...
Bunu çözmek için de Tanrı Krishna, ağacı Satyabhama'nın bahçesinde öyle bir yere dikmiş ki ağaç çiçeklendiğinde çiçekleri Rukmini'nin bahçesine dökülürmüş.
Sonbaharda, kavak ağacının önce alt kısmındaki yapraklar dökülürse kış normal olur, üsttekiler daha önce dökülürse kış çok sert olur derler bizim köyde. :)
lerdemir
10-12-2007, 13:16
Peki, bu sonbaharda tam olarak hangisi olmuş kavaklarda bilen var mı?
sapudeaure
10-12-2007, 13:19
Sevgili Lerdemir,benim müşterilerden biri üstten döktüğünü va ayvaların çok olduğunu söylemişti ama Konya'da henüz bunları doğrular bir görüntü yok
Oğuz Karsan
15-12-2007, 11:00
"Meyvelere Kültürel Bir Bakış" adlı bir yazıda geçiyor yukarıdaki cümleler. Yazı Kültür Bakanlığı'nın web sayfalarından birisinde yer alıyor.
Sayın Hasan 42
Çanakkale deki tarlama ilk önce 350 sonra 150 adet daha Bursa Siyahı denilen çeşit İncir diktim.Çoğu kurudu, geri kalanı da her sene 20-25 cm kadar gelişip kocaman yapraklar açmalarına rağmen kışa girerken tekrar kuruyorlar. Canlı oldukları için de kıyıp sökemiyorum.
Galiba, İncir yetiştirme işinde, En başarısız kişi ödülü benim olmalı. Kültür Bakanlığı na duyurulur.
Selamlar.
kabablanka
11-01-2008, 00:33
Bu konuda kitap yazılır.
"Ocağına incir ağacı dikmek" sözü
eski bir savaştan geliyor.
hangi savaş hatırlamıyorum,
ilginç bir hikayesi vardı.
Yine bildiğim kadarıyla bu savaştan sonra
iftira etmişler, yani uğursuz sayılmış incir.
benim bu konuda bildiklerim daha farklı....
savaş sonrası incir ağacının iftiraya uğraması ve bu yüzden uğursuz kabul edilmesi, bir EFSANE olsa gerek.
hiç dikkat ettiniz mi, hemen hemen her antik kente hem de en olmadı yerinde bir incir ağacı mutlaka vardır. bir sur duvarının taşları arasından çıkar ve arkeologları sinir eder. çünkü geliştikçe kökleri kalıntılara zarar verir.
ocağına incir ağacı dikilsin/dikerim şeklindeki deyim, ağacın yetişme konusundaki arsızlığından kaynaklanıyor olmalı. şöyle ki, 12. yydan itibaren batı anadoluya ulaşmaya başlayan türkler, burada şöyle bir manzara ile karşılaşmışlardı. eskinin görkemli liman kentlerii alüvyonların doldurması sonucu denizden uzaklaşmış, haliyle ekonomileri bozulmuş ve kimisi de tamamen terk edilmişti.
ağaç kültünün türkler için ne derece önemli olduğu akılda tutlacak olursa, bu terk edilmiş kentlerde onları en çok etkileyen şeyin, terk edilmiş evlerin olur olmaz her yerindn çıkıp dallanmış incir ağaçları olduğunu tahmin edebiliriz. (hemen her antik kentte görülebilir de fethiyedeki kayaköyde buna dikkat ederseniz, gerçekten acıklı bir durum olduğuna siz de kanaat getiriisiniz.)
işte bu durum, o dönemlerden kalma bir deyim halinde günümüzde hala yaşıyor, ocağına incir ağacı dikerim bedduası da, senin ocağını (aileni)kuruturum manasına geliyor.
incir ağacından düşen flah olmaz sözünde ağacın dallarının kolay kırılabilmesnin payı olsa gerektir.
girit göçmenleri arasında şöyle de bir inanış vardır. bebeğini emzirmeyi bırakan anne,memesinden sağdığı az miktardaki sütü, bir incir ağacının dibine döker ve şimdi veriyorum, bir daha çocuğum olduğunda senden alacağım dermiş. incirin dalının kırınca akan süt, halk inançları arasında endisine bu şekilde yer etmiş.
son olarak, hıristiyanlıkta da icir ağacının uğursuz kabul edildiğini belirtelim. inanışa göre, isayı ele veren yahuda iskaryot, isanın çarmıha gerilmesinden sonra pişman olur ve kendisini bir incir ağacına asarak intihar eder.
saygılar
Ceviz ağacının havadaki iyotu yakaladığı bu yüzden çevresinin çok sağlıklı bir alan olmadığı yönünde bir rivayeti de ben duymuştum. Havada iyot var mı **** varsa bize ne faydası var bilmiyorum.
Birde zakkumun uğursuz **** cennette yer almayan bir bitki olduğunu,
Hz Adem ve Havva (AS) nın mahremliği oluştuğunda ağaçların hiçbirinin örtünmek için yaprak vermediği yalnızca incir ağacının verdiği bu yüzden pek makbul olmadığını duymuştum.
Bir de annemin anlattığı tırnak yiyen çocuk ,midesi ve ebegümeci hakkında bir hikaye vardı ki içimden atma anne dediğimi çok hatırlarım .
Ben de ceviz ağacı gölgesinin insan sağlığı açısından iyi olmadığını biliyorum. Kardeşim peyzaj mimarı o söylemişti. Hatta park ve insanların bulunduğu yeşil alanlarda bu sebeple kullanılmamasına dikkat edilirmiş.
hidayetcaliskan
13-08-2008, 10:27
soğan ekerken yellenilirse soğanın acı olacağı söylenir :)
Şeftali ağacının altından duvağıyla gelin geçerse o ağaç kurur derler.
kazim polat
01-09-2008, 21:35
son olarak, hıristiyanlıkta da icir ağacının uğursuz kabul edildiğini belirtelim. inanışa göre, isayı ele veren yahuda iskaryot, isanın çarmıha gerilmesinden sonra pişman olur ve kendisini bir incir ağacına asarak intihar eder.
saygılar[/QUOTE]
Ben yahuda(Judas)'ın kendini incir değil de erguvan ağacına astığını duymuştum. Hatta yabancı sitelere göz atarsanız erguvanın halk dilindeki adı "Judas tree"dir. Sevgi ve selamlar.
- Yahuda iskaryot, isa peygamberi yahudilere 30 gümüş karşılığında ele verdikten sonra, utancından ve pişmanlıktan kendini bir erguvan ağacına asar. Aslında o saate kadar beyaz çiçekler açan ağaç, utançtan artık eflatun açar. İngilizcede erguvan ağacının karşılı Judas tree dir. Yani Yahuda ağacı.
Haklısınız erguvan ağacı. Hristiyanlıkya incir ağacının uğursuz kabul edildiğine dair bir bilgim yok. Sadece bir yerde İsa peygamber, kendisine "Beklediğimiz kişinin sen olduğunu nerden bileceğiz" şeklindeki soruya, "Seni incir ağacının altında gördüm" diyerek cevap verir.
Resimlerde hep Adem ile Havva incir yaprağı örtülmüş olarak canlandırılsa da, kaynaklarda örtünülen yaprağın incir olduğu belirtilmez. Sadece yYasak meyveyi yedikten sonra çıplaklıklarını fark ettikleri ve en yakındaki ağacın yaprakları ile örtündükleri belirtilir. Herhalde incir yaprağı, büyük olduğu için resimlerde tercih edilmiş.
Ayrıca Buda da incir ağacının dibinde 7 gün meditasyon yaptıktan sonra nirvanaya ulaşır.
Ali H. ALI
02-09-2008, 14:09
Orta doguda dogan, 3 buyuk dinin kutsal kitaplarinda gecen incir(Ficus carica) ile Uzak dogudaki dinlerde bahsi gecen incir(Ficus religiosa) farlki incirlerdir.
Budizimden once Hinduzim inancinda da kutsal olan incir(Ficus religiosa= Sacred Fig) Bizim bildigimiz meyvesini yedigimiz incirden oldukca degisik bir incir cinsi.
Yapraklari yurek seklinde ve yaprak uclarinda yapragin yari boyu kadar uzanan ince bir kuyrucuk var. 30 metreye kadar yukselebilen, govde capi ise 3metreye kadar genisleyebilen bir incirdir.
Tamtutulma
02-09-2008, 15:01
" armutun iyisini ayılar yer." bu da hurafenin resmen daniskası.
tolgahann
28-09-2008, 18:29
''mum çiçeği uğursuzluktur''
annem ben küçükken bu hurafe yüzünden 8 yıllık mum çiçeğini atmış. sonradan ne kadar pişman da olsa son pişmanlık fayda etmez...
Tamtutulma
28-09-2008, 18:52
Rahmetli babaannem anlatırdı: Yahya peygamber kendisini öldürmek isteyenlerden kaçıp kavak ağacının oyuğuna sığınmış. Keklikte: " Kavakta kavakta kavakta." diye öterek Yahya Peygamberin yerini zalimlere öğretmiş. Kavağı ortadan keserek peygamberi de şehit etmişler.
Bu hurafeden hareketle rahmetli ne kavak ağacını; ne de kekliği severdi.
Mehmet Can
28-09-2008, 22:07
Rahmetli babaannem anlatırdı: Yahya peygamber kendisini öldürmek isteyenlerden kaçıp kavak ağacının oyuğuna sığınmış. Keklikte: " Kavakta kavakta kavakta." diye öterek Yahya Peygamberin yerini zalimlere öğretmiş. Kavağı ortadan keserek peygamberi de şehit etmişler.
Bu hurafeden hareketle rahmetli ne kavak ağacını; ne de kekliği severdi.
Hurafelere inanmam ama bunu bende duydum.
Yücel Özlem
28-09-2008, 23:57
" armutun iyisini ayılar yer." bu da hurafenin resmen daniskası.
Ban kalırsa, bu bir hurafe değil. Doğyla iç içe yaşayanların tesbiti.
HoneyBunny
25-03-2010, 17:46
[QUOTE=gece;98572]Benzer şekilde okuduğum bir yerde (Bilim Teknik Dergisi idi sanırım) yapılan bir deneyde aynı tür salon bitkilerinden oluşan bir grup bitkiye elektrodlar ve ortamdaki değişiklikleri ölçebilecek hassas ölçü aletleri bağlanıyor, daha sonra ortadaki bitkiyi işkence yöntemi ile (dallarını, yapraklarını, teker teker ve parçalamak suretiyle) öldürüyorlar. Sinirleri olmadığı varsayılan bitkilerin tamamının insan kulağının duyamayacağı frekanslarda çığlıklar attıkları (belki aman dileyip, yardım istedikleri) ölçülüyor.
--------
Evet Sayin Gece:
Bende ayni konuyu, bitkilerin hisleri oldugunu ve cesitli sekillerde reaksiyon verdiklerini asagidaki kitapta okumustum. Ilginc bir kitapti.
"The Intention Experiment: Using Your Thoughts to Change Your Life and the World by Lynne McTaggart"
Ebru
S Güngör
25-03-2010, 20:06
Ayının biri kış uykusundan uyanır uyanmaz, yiyecek birşeyler aramaya başlamış. Bilen bilir, kızılcık ağacı en erken çiçek açan meyvedir. Ayı da kızılcık ağacını açmış görünce hemen dibine uzanmış. Beklemiş beklemiş beklemiş... Bütün ağaçlar meyve dökmüş kızılcık anca yaz sonunda olgunlaşabilmiş. Ayıda sinirlenmiş ağacın tepesini kırıp atmış. O sebeple kızılıcık ağaçları kısa boylu olurlarmış efendim. Öyle der büyüklerimiz. :)
Ayrıca ocağına incir ağacı dikmek sözünün de kökeni hakkında bir bilgimi paylaşayım. Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Bakımsız, viran evler, eski binalar, surlar, hep incir ağaçları kaplıdır. bu sebeple ocağına incir ağacı ekmek, ocağımı söndürdün, evimi harabeye çevirdin gibi bir anlamı vardır ki incir ağacının uğursuzluğu söz konusu değil burda. Sadece kökleri çok kuvvetli olduğu için koskoca sur duvarlarını bile çatlatabilmektedir icabında.
İncir ağacından düşen sakatlanır
Vişne ağacından düşen hastalanır diye de duymuşluğum vardır.
Atalarımız bu tip sözleri, laf anlatamadıkları çoluk çocuğu korkutup, kazadan korumaya çalışmak için uydurmuş olmalı. Zira incir hem çok kaygan ve kırılgan bir ağaç. Vişne ise bence daha kötü. Sapasağlam dediğin dal, hiç anlamadan kağıt gibi yırtılıveriyor budak kısımlarından. Ağaca mı üzülürsün kırılan bacağına mı...
ne kadarda hurafe meraklısı varmış:..!!!! mÜspet bilim desek 3 mesaj alamayız..!!! Uyanamıyacağız bu gidişle..!! iyi hurafeler ve hurafe geyikleri...!!
Kedi Tırnağı
27-05-2010, 21:18
ne kadarda hurafe meraklısı varmış:..!!!! mÜspet bilim desek 3 mesaj alamayız..!!! Uyanamıyacağız bu gidişle..!! iyi hurafeler ve hurafe geyikleri...!!
Yazılanları tatlı tatlı, gülerek okurken, en son bu mesajı okumak, insanda duvara toslamış gibi bir etki yaratıyor. Ne kadar gereksiz bir yorum olmuş. Bir nevi '' öğreten adam '' çemkirmesi olmuş :D
Bu yorumdan sonra konuyla ilgili eklemeler sona ermiş aylardır. Yorumun etkisinde mi kalındı acaba:confused:
Halk söylencelerine, efsanelerine, masallarına baştan hurafe denmesi zaten yanlış bence. Çoğu örnekte görüldüğü gibi bu sözlerin mesnetsiz olmadığı da ortadayken. İncir ağacı, ceviz vs. örneklerde çok açık değil mi bu bitkilerin doğal etkileri nedeniyle bu söylentilerin oluşması?
Başta uyarı amaçlı söylenmiş şeyler(bu bitkilerin dal kırılganlığı, zehirli olması, rehavet yaratması, köklerin evi bile çatlatması vb. özellikler) zamanla çeşitli hikayelere, sözlere dönüşebilir. Bundan doğal ne olabilir. Kırsal kesimde belki mesnetsiz hurafeler de olabilir ama bu söylencelere, deneyimlere kulak tıkanmasını söylemek de bir çeşit hurafe değil mi? Sonuçta, asırlardır büyükten küçüğe aktarılmış deneyimlere hurafe deyip küçümsemek de bir nevi şehirli, modern zaman cehaletidir bence.
Hem hurafe bile olsa ne olmuş yahu:p Kültürü zenginleştiren şeylerden birisi de bu tarz söylenceler değil midir;) Müspet bilimleri önemseyelim derken olayı takıntı boyutuna getirip, halk kültürüne bu kadar düşman olmanın ne alemi varki? Bu konuda geyik yapmanın ne kadar eğlenceli olduğunu da mı fark edemiyor '' müspet ilim tutkunları'' acaba? :dilli:
Bu konuda duyumları olanlar lütfen paylaşmaya devam etsinler.
Hanımeli çiçeğinin de evin duvarlarını sarması uğursuzluk sayılırmış.
Uğursuzluğunu bilmem de Hanımeli köklerinin su şebekesini tıkayıp arızalara neden olduklarına şahit oldum .
Çok güçlü kökleri var ;)
Bu konuyu dikkate almak lazım .
" armutun iyisini ayılar yer." bu da hurafenin resmen daniskası.
Bu mecazi anlamda söylenmiş bir söz ;)
ve de doğru bir söz ...
...güzel şeylere hak edenler değil güçlü olanlar sahip olur...
Urdunlu asker bir arkadasim anlatmisti. Bir hadiste bir agactan bahsediliyormus, simdi internette arastirdim garkad diye bir agac. Kiyamet gununden once muslumanlar ve yahudiler savasacaklarmis. Bu savasta daglar taslar soze gelip " benim arkamda saklanan bir yahudi var, gelin katledin " diyecekmis. Bir tek bu agac sesini cikartmayacakmis. Arkadasimin demesine gore,bu yuzden yahudiler butun askeri bolgelere bu agaclardan dikiyorlarmis. Burada yesili her iki anlamda da dusunebilirsiniz =))))
:confused:sadece askeri bölgelere değil evlerinin önüne,yaşadıkları her yere dikerler bütün yaptıkları şeylere rağmen bu ağacın onları koruyacağını düşünürler:confused:
Doğayla Barış
28-09-2010, 23:49
Çok ilginç bir konu.
Bence çok da eğlenceli bir konu. Küçük bir katkı da benden.
Eskiden köyümüzde mısır hasadı yapldığında, mısırlar soyulup asılmak üzere hazırlanırken yapışık ikili olanlar bereket diye ayrılarak evlere aslılır, bütün sene asılı dururdu, taa ki yeni bereket gelene kadar...
Narın bolluk, bereket ve refahın sembolü olduğu söylenir. Mitolojide adı çok geçer.
Ben de iki senedir yeni yıl akşamı saat 24:00'da kapının önünde nar patlatıyorum. :)
Narı bir poşet içine koyup kapının önünde yere çarpıyoruz. Çok eğlenceli oluyor.
Eğer apartman dairesi değil de, müstakil bir evse dış kapının önünde yapılması daha iyi olur.
Daha önce biryerde okumuştum. Şimdi baktığımda kaynağı Yunan Mitolojisi deniyor.
furkan yıldız
29-12-2010, 11:30
:) Küçükken dedem narın tanelerini dökmeden hepsini yersen sevap kazanırsın derdi :)
''Ceviz ağacı altına yatanı şeytanlar çarpar''
cevizde bulunan bir maddenin etkisinden dolayı insanın kafası güzel olur :) atalar ne demişse doğru demiş.
"Armudun iyisini ayılar yer" çok doğru bir atasözü. Karadeniz'in yüksekdağ köylerinden bir arkadaşım anlatmıştı. Evleri iki katlı ve yakınında büyük armut ağaçları varmış. Armutlar olduğunda ayılar kendilerinden beklenmeyen bir çeviklikle ağaca tırmanır ve en uçta bulunan güzel armutların bulunduğu dalları kırar ve aşağıya atarmış. Sonrada aşağıya iner, oturur ve aşağıya attıkları dallardaki en iyi armutları yerlermiş. Arkadaşım bu gerçeği dolunayda evlerinin penceresinden izlemiş.
YILSONU YAKLAŞIYOR, TEKRAR HATIRLAMAKTA YARAR VAR...
ÇAM
SÜSLEME
GELENEĞİ
Hıristiyanların İsa'nın
doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden
doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı
bulunuyor.
Buna hayat
ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim
bütün halı, kilim ve işlemelerimizde
görebiliriz.
Türkler'de
güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin
kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22
Aralıkta gece gündüzle savaşıyor.
Uzun bir
savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu
güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük
şenliklerle akçam ağacı altında
kutluyorlar.
Güneşin
yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak
algılanıyor.
Bayramın adı
NARDUGAN
(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.
Güneşi geri
verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.
Duaları
Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,
dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler
diliyorlar Tanrıdan.
Bu bayram için,
evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın
etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar.
Yaşlılar,
büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya
gelerek birlikte yiyip içiyorlar.
Yedikleri; yaş
ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve
dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır,
uğur gelirmiş.
Akçam ağacı
yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş.
Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.
Bu olayın Türkler'den Hıristiyanlara geçtiği ve bunu
da Hunlar'ın Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan
görerek aldıkları
söyleniyor.
İsa'nın
doğumu ile hiç ilgisi yok.
"Doğum,
güneşin yeniden
doğuşu"
Sümerolog
Muazzez İlmiye ÇIĞ
furkan yıldız
03-01-2011, 17:20
Sevgili Sonul, bu yazı çok güzel bir paylaşım oldu yeni bir bilgi daha bizler için. Teşekkür ederim
turhanhoca
29-09-2011, 17:34
:p Hurafe değildir, acı biberden de acı bir gerçektir, kızılcık sopası :p Henüz öğrenmemiş :rolleyes: olmanıza sevindim :p
gece...
"Nus ile uslanmayanı etmeli tekrir, tekrir ile uslanmayanın hakkı kötektir."*
*Ziya Paşa diye biliyorum, hatalıysam, lütfen kızılcık sopası yerine nus (u uzun okunur!) yöntemine rağbet ediniz! :o
çok geç kalmış bir düzeltme ama :)
nus değil nush yani nasihat (u uzun okunmaz)
Halit Togay
11-03-2012, 05:45
Ben deyimlerde ve atasözlerindeki ironileri merak ediyorum.
Mesela "Ocağına İncir Ağacı Dikmek" ne demek? Neden İncir Ağacı?
Anladığım kadarıyla fazla bakım gerektirmeyen ve hemen hemen her toprakta hatta kayalıklarda yetişebilen bir bitki incir. Ve incir terkedilmiş viranelerde sıkça görülür.. Yılan ve Akrep gibi hayvanlarada mesken olurmuş.
Ama daha iyi çıkarımları sizler yapabilirsiniz.
Bu bu bunun gibi içinde ağaçlar kullanılan atasözleri ve deyimler ile bunların anlamları üzerine bilgi ve yorumlarınızı bekliyorum.
Ocak ahşap karkas kerpiç veya taş dolgu evlerde ve kütük evlerde evin en iri ve düzgün taşlarla güzelce örülen kısmıdır. Eski ahşap İstanbul evlerinin yıkıntıları çocukluğumun Kadıköy Caddebostan Kızıltoprak ve Aksaray semtlerinde bolcaydı. En başta ocak ve bacaları ayakta kalırdı. Eğer ahşap değilse bir de merdivenleri. Malumunuz merdivenler genellikle bina dış cephesine pek çıkmaz. Zaten çoğu da ahşaptır. Ama ocak ve bacası hem dış cepheden görülür hem de çoğu zaman binanın asli taşıyıcı unsuru olarak da kullanılır. Anadoluda daha da sık olarak böyledir. İncir çekirdeği ufak aralık girinti gibi yerlere kolayca girer ve zaten oralarda büyümeyi de çok sever . Ocak yıkıldı mı evi tutmak gayet müşkül hal alır. Yani ocak tan kastedilen ev-hane değildir. Mecaz yoktur hakiki ocaktır.
Halit Togay
11-03-2012, 05:48
Bu konuda kitap yazılır.
"Ocağına incir ağacı dikmek" sözü
eski bir savaştan geliyor.
hangi savaş hatırlamıyorum,
ilginç bir hikayesi vardı.
Yine bildiğim kadarıyla bu savaştan sonra
iftira etmişler, yani uğursuz sayılmış incir.
Bkz: üstteki mesaj.
Halit Togay
11-03-2012, 05:52
Çünkü incir ağacı arsızdır. Ufacık bir çukurda birikmiş toprak üzerine kuşlar vasıtası ile gelen tohum yeşerir ve kocaman ağaç olur. Bu sırada o çukuruda deler, betonuda çatlatır. Başka yerlerden sürgünler vererek iyice yayılır.
İfadede ocak olarak betimlenen şey hane. Yani eve dikilen bir incir ağacı evin yaşanmaz duruma gelmesine sebep olur.
Bkz: aynı yer.
pembegül
12-03-2012, 19:09
Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı
bulunuyor.
Şurayı düzeltmekte fayda var türkler tek tanrılı dinlere girmediler islam tek ilahlı tek dindir ve islama girdiler,Dinler sözcüğü islamın birkaç din birden barındıyor gibi anlam çıkıyor bu anlam yanlıştır düzeltmeyi uygun gördüm.:)
O ağacın adı Hayat Ağacı'dır.
Türk Mitolojisinde hep olmuştur, İslâmdan önce de sonra da... Eski tarihli Camii girişlerinde hatta çinilerde görebilirsiniz, sıklıkla işlenen bir temadır.
Akçamı duymadım ama birçok destanda birkaç farklı türe rastlayabilirsiniz.
(Bu konuyu forumda yazmak güzel olurdu.)
Türklerin, tek
Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı
bulunuyor.
Şurayı düzeltmekte fayda var türkler tek tanrılı dinlere girmediler islam tek ilahlı tek dindir ve islama girdiler,Dinler sözcüğü islamın birkaç din birden barındıyor gibi anlam çıkıyor bu anlam yanlıştır düzeltmeyi uygun gördüm.:)
Gagavuzya - Vikipedi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Gagavuzya)
Hazar Kağanlığı - Vikipedi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hazar_Ka%C4%9Fanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1)
Dünyada farklı tanrı inancı taşıyan Türk toplumları vardır. :)
Ve ayrıca İslam tek tanrılı tek din değildir. Zerdüşlüğü, Sabiiliği ve Yahudiliği atlıyorsunuz sanırım.
pembegül
13-03-2012, 14:19
Gagavuzya - Vikipedi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Gagavuzya)
Hazar Kağanlığı - Vikipedi (http://tr.wikipedia.org/wiki/Hazar_Ka%C4%9Fanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1)
Dünyada farklı tek tanrı inancı taşıyan Türk toplumları vardır. :)
Ve ayrıca İslam tek tanrılı tek din değildir. Zerdüşlüğü, Sabiiliği ve Yahudiliği atlıyorsunuz sanırım.
Dünyadaki tek tanrılı dinler beni ilgilendirmiyor o dinler ALLAH tealayı temsil etmiyor verdiğiniz kaynakta kuranı kerim kadar hak değil isterseniz kuranı kerimin 3.suresi olan ALİ İMRAN suresi 19. ayete bir bakın ,ALLAH teala aynen şöyle buyuruyor (Allah nezdinde hak din İslâm'dır)dolayısı ile islamdan sonra önceki dinlerin hükmü kaldırılmıştır.dünyadaki türklerin dinlerine gelince onlar din değil sadece inanç biçimidir yani halkların uyduruğu dinlerdir hiçbir dayanağı ve temeli yoktur. Din tebliğ esasına dayanır yani bir peygamber tarafından getirilir Hazreti Muhammed aleyhisselam = İslam gibi..:)
Evet haklısınız. Tüm dünya hatalı.
Kedi Tırnağı
13-03-2012, 15:27
Sn Todor, deveye sormuşlar ya '' sırtın niye eğridir '' diye. aynen o hesap vallahi üstteki mesaj. Yazının neresinden tutsak elimizde kalır. Neyse, ya sabır diyelim biz yine:))
pembegül
13-03-2012, 17:01
Sn Todor, deveye sormuşlar ya '' sırtın niye eğridir '' diye. aynen o hesap vallahi üstteki mesaj. Yazının neresinden tutsak elimizde kalır. Neyse, ya sabır diyelim biz yine:))
Sizin din anlayışınızın ne olduğunu anlayamadım ben islamdan bahsediyorum ve hz kurandan yani ALLAH tealanın ayetini delil göstererek konuştum buna göre sizde inandığınız dine göre o din neyse artık ona göre konuştunuz , benim için tartışma bitmiştir.Sizin dininiz size benim dinim banadır buda Hz.Kurandan bir ayettir sağdan soldan alıntı değildir.:cool:
Ayrıca din hakkında o engin bilginizi yazında bizde öğrenelim.
Merak ettim din kelimesinin anlamını yanlış mı biliyorum, doğru biliyordum da, değişti ve haberim mi yok diye. Hayır, bende bir hata yokmuş.
Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük:
din Ar. d³n
(I) a. (di:ni) 1. din b. Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum, diyanet: “Her dinin mabetleri bütün müminlere açıktır.” -H. C. Yalçın. 2. din b. Bu nitelikteki inançları kurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen: “Yazık ki bu sanat ve din bahsinde bana arkadaşlık edecek kültürde değil.” -R. H. Karay. 3. mec. İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü, kült.
Bayramın adı
NARDUGAN
(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.
Güneşi geri
verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.
Sümerolog
Muazzez İlmiye ÇIĞ
Sayın sonul,
(nar)kelimesi hangi dilden?
-
Kedi Tırnağı
13-03-2012, 19:54
Sizin din anlayışınızın ne olduğunu anlayamadım ben islamdan bahsediyorum ve hz kurandan yani ALLAH tealanın ayetini delil göstererek konuştum buna göre sizde inandığınız dine göre o din neyse artık ona göre konuştunuz , benim için tartışma bitmiştir.Sizin dininiz size benim dinim banadır buda Hz.Kurandan bir ayettir sağdan soldan alıntı değildir.:cool:
Ayrıca din hakkında o engin bilginizi yazında bizde öğrenelim.
Sn Pembegül, sanırım tartışmanın ya da yazışmanın pek manası kalmadı. Siz herkesin ve herşeyin adına karar vermiş ve son noktayı koymuşsunuz zira. Baksanıza yazdıklarımdan nasıl edindiyseniz benim inancıma da karar vermişsiniz( İslamdan çıkarmışsınız mesela beni kafadan).
Yazınızda en hatalı bulduğum şey:; Sn Todor' un da açıkladığı gibi: Din ve inanç vs kavramları çok farklı şeylermiş gibi sunmanızdı.
İslamiyeti benimseme öncesi ve sonrası Türk toplulukları çok farklı inançlara ya da inançsızlıklara mensup olmuştur. Diğer tüm toplumlar gibi. Günümüzde de örneğin Türkiye' de yaşayan vatandaşlar çok çeşitli inançlara mensuptur( nüfus cüzdanında otomatikman yazan din kaydını kaale alarak gayrıreel şekilde ifade edilen '' halkımızın % 99 u müslümandır '' saptamasını gerçek zannedecek kadar mantıksız değilim). İslam' a mensup olanlar yanında ( ki burada da çok farklı mezheplere, yorumlara ait olma durumu sözkonusudur) Hristiyan, Musevi, Ezidi vd. birçok inanç sözkonusudur. Ateist, Agnostik, Deist vs birçok başka inanç ya da inançsızlık mensubu olanlar da hakikat. Örneğin; Alevi toplumunda kimi bireyler kendini İslama ait hissederken, hissetmeyenler de vardır. Bu örnekler çoğaltılarak gider. Hal böyleyken bütün Türklerin islam olduğunu söylemek ancak sizin temenniniz olabilir. Reeli yansıtmaz.
Yazdıklarınızda tutarsızlık var kusura bakmayın. bir yandan '' Müslüman olmayanlar beni ilgilendirmez, herkesin dini kendine '' filan diyorsunuz, bir yandan da Eski Türklerin İslamla alakasız bir geleneklerine, inançlarına uyarı mesajı yazma gereği duyuyorsunuz. Ayrıca, İslamla ilgili verdiğiniz bilgilerde de gariplikler söz konusu. Allah a, meleklerine, ''peygamberlerine'' inanmaktan bahseden bir din değil miydi İslam? Hz Muhammed öncesi binlerce peygambere ve o peygamberlere inanmış insanlara da çöp muamelesi yapınca İslama da aykırılık sözkonusu olmuyor mu. İslam tebliğ edildi öncekiler hükümsüz oldu diyorsunuz da, bu tebliğden yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış, gelenekler oluşturmuş, eserler bırakmış toplumlar ne yapsın yani bu durumda:)
Neyse, mesele kimin neye inandığı, neye inanmadığı filan da değil zaten. Her alanda sıkça yaşadığımız bu fetva verme, ayar çekme, kendi düşüncemizi empoze ettirme ve bizim gibi olmayanları hiçleştirme, önemsizleştirme ve marjinalleştirme çabası, beni rahatsız eden. Dini herhangi bir mertebesi olmayan, sadece dönemlerinin devlet adamları, hükümdarları olan( ki bazısı zamanında önemli nüfuza sahip olmuş) padişahları bile evliyalaştırmaya, kutsallaştırmaya çalışan bir toplumda ve konjonktürde bu tarz yorumlar doğal geliyor tabii.
son olarak, hitap üslubunuz hiç de kibar değil. Gerek yok yani böyle laf sokma, iğneleme filan gibi hitaplara. '' deveye sormuşlar...'' atasözünü kullanmamdan mı alındınız anlamadımki? Mesajın sakilliğini betimlemek için kullanmıştım tabiiki, size yöneltecek kadar nezaketsiz değilim. İyi günler dilerim.
rhepsag67
14-03-2012, 08:11
Merhabalar, yazılanları baştan itibaren okudum, gerçekten güzel bilgiler gün ışığına çıkıyor bu paylaşımlar sayesinde...Paylaşımda bulunan herkese teşekkürler. Ben de neden mezarlıklarda selvi ağaçları çok olur, sorusuna cevap vermek istiyorum, okuduğumda gerçekten hayretler içinde kaldım. Bu sisteme, bu düzene şaşırmamak elde değil.
selvi ağacını bizim gibi mezarlıklarda kullanan yok sanıyorum.
Bir Norveçli hayret ederek" bu doğrumu "diye sormuştu bana.
Topraktaki mikroorganizmalar çürüyen cesetleri en küçük birimlerine kadar ayrıştırırlar. Cesetlerin yapısında en fazla yer işgâl eden proteinler bu sırada nihai olarak amonyağa kadar parçalanır. Amonyak ise gaz halinde buharlaşır. ve toprağın gözeneklerinden geçip havaya karışır. Bilhassa sıcak havalarda çok daha kolayca buharlaşıp çevreye yayılır. Amonyak esasen toksik (zehirli) bir maddedir. Çok fazla miktarda bir yerde birikirse oradaki canlıların büyümesini engeller ve hayati faaliyetlerine olumsuz yönde tesir eder. Meselâ, toprakta ve suda birikirse buralarda yaşayan binlerce tür canlının solunumunu yavaşlatmak ve hatta engellemek suretiyle onların ölümüne kadar varan sonuçlar doğurabilir. Yine buharlaşan amonyak, soluduğumuz havada belli bir düzeyin üzerine çıkarsa beynimize dahi tesir edip, beyin hücrelerinde enerji (ATP) sentezini azaltır. Bu da düşünme zayıflığına ve unutkanlıklara sebeb olur.
Kâinatı hassas dengelerle idare eden Yüce Kudret, bu toksik maddenin diğer canlılara zarar vermemesi için havada rüzgârları, denizde dalgaları, toprakta da bitkileri yaratmış. Rüzgârlar havayı, dalgalar da suları temizlerken, bitkiler de topraktaki hücresiyle amonyağı amonyum hâlinde emerler ve bu maddeyi kendi büyümelerinde kullanırlar. Farkında olmadan da toprağı temizlemiş olurlar.
Bitkiler karbondioksit gazını havadan yapraklarıyla alıp fotosentezde kullanabilirken, havada karbondioksitten daha fazla bulunan azot gazını aynı şekilde alıp kullanamazlar. Çünkü bu sistem yapraklara konulmamıştır. Ancak bitkilerin kökleri azotu toprakta, amonyum veya nitrat iyonları hâlinde alabilirler Topraktaki bu iyonlar ise ya canlıların cesetlerinin çürümesinden kaynaklanır veya bazı mikroorganizmaların faaliyeti sonucu havadaki azot gazının indirgenmesiyle toprağa kazandırılmıştır.
Yapılan araştırmalara göre, bazı bitki türleri azotu topraktan nitrat halinde alırken bazıları da amonyum halinde alırlar. Mesela, tahıl bitkileri, meyve ağaçları ve meşe, gürgen ve çınar gibi geniş yapraklı ağaçlar çoğunlukla azotu nitrat halinde alır. Oysa çayır, üçgül ve yonca gibi otlar ile çam, ardıç, köknar ve selvi gibi iğne yapraklı ve kozalaklı ağaçlar amonyum halinde alırlar. Şu halde amonyak birikimini önlediği için, mezarlıkların otlu tutulması ve geniş yapraklı ağaçlardan ziyade iğne yapraklı ve kozalaklı ağaçların dikilmesi daha uygundur. Zaten mezarlıklarımıza bir göz attığımızda, ecdadımızın mezarlıkları umumiyetle çam, ardıç ve selvilerle donattıklarını görürüz. Yine mezbaha ve kesimhane gibi yerlerin etrafını bu tür ağaçlarla donatmak çevre korumacılığı açısından dikkate değer bir husustur. Çünkü, bu tür bitkiler, amonyağı direkt olarak amonyum halinde aldıklarından toprakta amonyak birikimini daha iyi önlerler. Halbuki diğer bitkiler azot ihtiyacını nitrat olarak karşılarlar. Amonyağın nitrata dönüştürülmesi bakterilerce gerçekleştirilir. Bu yüzden bu yol daha uzun bir zaman alır ve topraktaki kimyevi şartlar uygun değilse, bakteri faaliyeti engelleneceğinden amonyak nitrata çevrilmez ve birikir.
Sevgi ve saygılarımla...
rhepsag67
14-03-2012, 08:17
Bir de "HALİL İBRAHİM BEREKETİ" sözünün hikayesini çok beğenirim.
Zamanın birinde birbirini çok seven Halil ve İbrahim adında iki kardeş yaşarlar. Kardeşlerden Halil evli ve çocuklu, İbrahim ise bekârdır. İki kardeş de geçimlerini sahibi oldukları ortak tarladan sağlamadaydılar. Çıkan mahsulü ikiye pay ederek, geçinir giderler. Yine bir hasat zamanı, buğdayı harmanlarlar ve eşit bir şekilde ikiye ayırırlar. Bundan sonra sıra buğdayları ambarlara taşımaya gelir.
Halil bu sırada iş bölümü yaparak, "Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.” der.
Bunun üzerine İbrahim de “Peki Ağabeyciğim.” der.
Halil çuvalları getirmeye gittiğinde İbrahim düşüncelere dalar. Kendi kendine “Ağabeyim evli ve çocuklu. Bir sürü boğaz O'nun eline bakar. O'nun evine benden daha çok buğday lazım.” der. Ardından da küreği kaptığı gibi kendi payından O'nun payına ek yapar. Kısa bir süre sonra Halil çıkagelir ve der ki:
- Haydi İbrahim...! Önce sen doldur çuvalları da taşı ambara.
- Peki abi...!
İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola. İbrahim yola koyulunca bu sefer de Halil dalar düşüncelere; “Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek. Daha uzun bir yolu var.” der ve bu düşüncelerle kendi payından O'nun payına birkaç kürek ekler.
Velhasıl birbirlerinden habersiz biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp gider...Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.... Hak Teala Onlar'ın bu halini çok beğenir. Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...Günlerce taşır iki kardeş bitiremezler. Şaşarlar bu işe.. Aksine çoğalır buğdayları. Dolar taşar ambarları. Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir...
rhepsag67
15-03-2012, 15:23
Zeytin dalının nazar için evin bir yerine konulması. (Büyüyü tesirsiz yapmak için)
İsrailoğullarının bekledikleri kurtarıcı Mesih sözcüğü 'kutsal yağ ile ovulmuş, kutsanmış' anlamına gelir. Zeytinyağı, Hıristiyanlıkta yeni doğanların vaftiz töreninde kullanılan kutsal yağ...
Kudüs'te bulunan Zeytindağı'ndaki sekiz büyük zeytin ağacının İsa Peygamberin çarmıha gerilişine ve ölümüne tanık olan ağaçlar olduğuna inanılır. İsa zeytinlikler içine gömüldüğü Zeytindağından gökyüzüne çıkar. (İncil)
Nuh'un gemisi belki de Ağrı Dağına konmamış mıydı, güvercin, ağzında zeytin dalı, Tufan'ın sona erdiği müjdesini verdiğinde? ...
M.Ö. 3000'li yıllarda eski Mezopotamya'da Sümerler, sonrada Asurlular ve Babilliler, Akadlar, Anadolu'da Hurriler ve Hititlilerin ortak destan kahramanı Gılgamış "bilgiyi aramak" için çıktığı yolculukta kadınların hoş kokulu yağlar sürdüğünü görecekti....
ÖLMEZ AĞACIN PEŞİNDE kitabından
liquid moon
27-03-2012, 09:05
Sonra konuyu açıkladılar. Çiçek açması gereken bitkiler açmadığında, korkutulunca açarlarmış.
Bu, bildiğim bir şeydi ama böylesini duymamıştım. Zaman zaman ben de çiçeklerimi tehdit(!) ederdim, onlar da açarlardı.
Anadolu'da meyve vermeyen ağacın yanına iki kişi gidermiş. Birinin elinde balta, başlarmış bağırmaya "keseceğim bu ağacı, meyve vermiyor!"
Diğeri yalvarırmış, "n'olur kesme, bu sene meyve verecek, görürsün, kıyma ona" dermiş.
Bunun üzerine ağaç o yıl muhakkak meyve verirmiş :)
Evdeki bitkilerin bir müddet susuz bırakılarak, gölgede bırakılarak, yanında "ümidimi kestim ondan artık açmayacak" diye dedikodusu yapılarak tehdit edildiğinde canlanmasını da bir hocam şöyle açıklamıştı: her canlıda, ölüm bilinci belirginleştiğinde doğurma, çoğalma, üreme içgüdüsü yükselir...
Ben bitkilerime kıyamam, onlara negatif enerji aşılamayı tercih etmem. Ama iletişimimizde bir kopukluk olduysa belki işe yarayabilir masum tehditler ;)
bende nekadar doğru bilmiyorum ama mum çiçeğinin ugursuz oldugunu duymustum bu site sayesinde mum çiçeği edindiğimde annem kızmıs ugursuz o eve sokma dedişti ama bende anneme dinimizde ugursuzluk yok o uydurma inanma dedim dedim ama çiçekten geldikten bi süre sonra kötü bir tesadüf oldu ve babam vafat etti arkadan annemin basına icralık olaylar geldi bunlar tesadüftü biliyorum hala ugursuz olduguna inanmıyorum ama kardeşim falan bu çiçekten isteyince de bir tarafım vermek istemiyor.
Zakkum evinönüne yani bahçeye dikilirse uğursuzluk getirirmiş miş miş :)
Zakkum'un adı zıkkım'dan gelmeymiş. Evin bahçesinde veya yakınında olursa o evden hastalık eksik olmazmış.
Fethiye'nin bazı yerlileri böyle diyor. Seralarda satılan zakkumları genelde turistler alıyor...
İstanbulda ise zakkum çok sevilir.
(Düzeltme= Sayın hira çok özür... garip bir tesdüf oldu. Birinci mesajı okudum en son mesajda sizde zakkumdan bahsetmişsiniz. Yazdım bir baktım benzer yazı yazmışız)
Merhaba,evinde arapsaçı olanın evi bereketli olurmuş diye duymuştum,her nekadar hurafe olsa da arapsaçım güzelleştikçe o düşünce ve enerjiyle bakıyor insan:)
Bazibitkilerin Mitolojideki Yeri (http://www.slideshare.net/guest6048ba/bazibitkilerin-mitolojideki-yeri)
Yazan: Yardımcı Doçent Bintuğ ÖZTÜRK
ayazkentli
24-06-2014, 15:17
Bir de farklı türde efsaneler var:
Eski ağaçların içinde ya da yanında define saklı olduğu efsaneleri.
Bu yüzden kıyılan, kesilen, yıkılan, köklenen ağaçların haddi hesabı yok. Son örnek Bolu'nun Göynük ilçesinde yaşandı.
Göynük'ün Örencik köyü civarında ki bir ağacın içinde (!) define arayan kişiler, ağacı motorlu testere ile oyup, içinde define aradılar.
Fotoğraflarda görünen vatandaşlar Örencik köylüleri.
evandevan5
24-06-2014, 15:34
Zakkum evinönüne yani bahçeye dikilirse uğursuzluk getirirmiş miş miş :)
:p :)
redbullah
26-06-2014, 15:55
Merhabalar.
Sizlere duymuş olduğum iki konuyu anlatayım.Hurafemidir,yoksa gerçeklik payı varmıdır,bilemiyorum.
İlki çelik köklendireceğimiz zaman,çeliğin alt ucuna,orta kısmına bir adet arpa tanesi yerleştirip diktiğimizde,arpa çimlendikçe,çelikte kökleniyormuş.
Diğeride buna benzer.Gül çeliklerinin köklenmesi için alt uçlarını yarım patatese saplıyoruz.Daha sonra yayvan bir kapta su içinde bekletiyoruz.Patates çimlendikçe,çelikte kökleniyormuş...
Esenlikler diliyorum..
Uzun zamandır yazan olmamış.ben de küçük bir ekleme yapayım.rahmetli dedem sobanın üstüne portakal kabuğu koyardı sebebini sordugumda ise portakal kabugunun kokusuna meleklerin geleceğini söylerdi.melekleri bilemem ama ben bayilirdim o güzel kokuya
siyah260
04-06-2015, 16:49
mmm
İlk örneği okuyunca kızılderili hikayesi geldi aklıma;
Bir sonbahar mevsiminde Kızılderililer toplanıp şeflerine kışın nasıl geçeceğini sormuşlar.
Şef konuyla ilgili fikri olmasa da şeflik karizmasını çizdirmemek için kışın soğuk geçeceğini,
ona göre hazırlık yapmaları gerektiğini, özellikle de odun toplamaları gerektiğini söylemiş.
Fakat o da merak etmiş ve yakın bir kasabaya inip oradan telefon açarak meteoroloji yetkililerine
kışın havanın nasıl geçeceğini sormuş. Telefondaki yetkili, `Evet, bu kış soğuk geçecek` cevabını vermiş.
Kabilesine geri dönen şef, odun toplamaları konusunda acele etmeleri gerektiğini söyleyerek odun toplama işini hızlandırmış.
Bir iki hafta sonra şef tekrar kasabaya inerek meteoroloji yetkililerine, kış mevsiminin gerçekten soğuk geçip geçmeyeceğini sormuş.
Telefondaki yetkili `Evet, bu kış gerçekten soğuk geçecek` cevabını vermiş.
Bunun üzerine kabilesine geri dönen şef Kızılderilileri daha çok odun toplamaları gerektiği konusunda uyarıp, emirler vermiş.
Aradan yine bir iki hafta geçince şef tekrar yine kasabaya giderek meteorolojiyi arayarak: `Bu kışın gerçekten soğuk geçeceğinden emin misiniz?, şeklinde aynı soruyu yöneltmiş.
Karşıdaki yetkili 'Evet, kesinlikle eminiz, Çünkü Kızılderililer deli gibi odun topluyorlar'
su teresi
04-12-2018, 19:40
Güzel paylaşımlar olmuş keyf aldım okurken teşekkürler herkese. Bir ilavede benden olsun.
Nur içinde yatsın babaannem ceviz agacının altında uyumayın diye tembihlerdi bahçede oynadığımızda. nedeni;15 yaşında hiç bir hastalığı olmayan oğlu cevizagacının dibinde uyuya kalması ve ertesi gün ölmesi. şimdi birliktedirler.
Ayvanın çok olduğu yıl kışın çetin geçeceği söylenirdi. Bu yıl ayva benim bahçem dışında çok oldu. Kış durumu nasıl olacak bakalım. Geçtiğimiz yıl çok fazla soğuk ve yağışlı olmamıştı.
Güzel paylaşımlar olmuş keyf aldım okurken teşekkürler herkese. Bir ilavede benden olsun.
Nur içinde yatsın babaannem ceviz agacının altında uyumayın diye tembihlerdi bahçede oynadığımızda. nedeni;15 yaşında hiç bir hastalığı olmayan oğlu cevizagacının dibinde uyuya kalması ve ertesi gün ölmesi. şimdi birliktedirler.
Bilimsel açıklaması nedir bilmiyorum, 20 li yaşlarımda benim de ceviz ağacı altında uyumuşluğum var ve uyandığımda yaklaşık 30 dakika boyunca gözlerim görmedi.
Daha sonra ışığı ve şekilleri görmeye başladım. Sonunda görmem düzeldi. Bu sebeple Ceviz ağacının büyüsüne ben de inanırım.
Babaanneniz nur içinde yatsın.
Alıntıdır :Çevrenizde daha önce ceviz ağacı gördüyseniz, altında yetişen pek fazla ot ve benzeri bitki olmadığını da görmüşünüzdür. Bunun sebebi ise ceviz ağacının salgıladığı sülfür gazıdır. Sülfür gazı yapısı gereği havada bulunan diğer gazlardan daha ağır olduğu için dibe çöker ve cevizin dibinde oturanda sersemlik ve uyuşukluk etkisi yapar. Anadolu Üniversitesi (AÜ) Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Botanik Anabilim Dalı tarafından yapılan araştırmalarda, Dr. Ersin Yücel bazı bitkilerdeki zehirli maddenin insana sindirim, deri, solunum ve kan yolu ile bulaşabileceğini belirtiyor. Bu sebeplerden dolayı ceviz ağaçlarının insan yoğunluğundan uzak olan yerlere dikilmesi gerektiğini vurguluyor.
Bu doğrultuda halk arasında dilden dile yayılan bu söz belki birazcık abartılmışta olsa ceviz ağacının altında oturmak bizler için gerçekten zararlı olabilir. Her ne kadar gölgesi güzel olsa da sersemlik ve yorgunluk yaşamamak adına ceviz ağacının altına otururken dikkatli olmalıyız.
su teresi
06-12-2018, 00:36
.
Amin sağ olun var olun. daha iyi hissettirecek bir hurafe yazayım.
barış çiçeği olarak bilinen spathiphyllum rivayete göre adı mutluluk çiçeği açmış halde alıp ne niyetle evinize koyarsanız hızlı evlilik hamilelik arkadaş ev sevgili ancak samimi iyi niyetle alınacak açmış halde alıp eve koyacaksınız ve asla evden çıkarmayacaksınız birisine hediye etmek isteseniz başka satın alıp verebilirsiniz.
bu yazıdan sonra spathiphyllum stoklarda kalmazmış ))
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.