View Full Version : 5. Dünya Su Forumu 16-22 Mart 2009
SU İÇİN 15 MART'TA İSTANBUL SOKAKLARINA...
5. Dünya Su Forumu 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul'da düzenlenecek.Sermayenin yeni gösteri alanı İstanbul. İstanbul; ulusötesi sermaye tekelleri ve müstakbel yerli ortaklarının, hükümet sözcülerinin hep bir ağızdan su işini kotarabilenin ancak kendileri olacakları mesajlarını verecekleri; 90 milyar dolarlık pastanın dilimleneceği bir mekan mı olacak?
15 Mart günü, antikapitalist, emekten, doğadan yana olan bizler yaşamı savunmak için tüm dünyadan gelecek, İstanbul sokaklarında buluşacağız.Salonlar onların olsun, İstanbul sokakları bizim! Ekoloji Kolektifi olarak SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR diyen herkesi mücadelemizi ortaklaştırmaya, 15 Mart'ta Kadıköy meydanına çağırıyoruz.
ekolojistler.org (http://ekolojistler.org/)
"Su Savaşları", Kimin Savaşı?
İki Sümer kent devleti, Lagash ve Umma arasında 4500 yıl önce sulamada kullanılacak suların paylaşımı konusunda çıkmış olan savaş, “Su Savaşları”ndan söz eden herkesin değindiği bir olay. Son yüzyılın içinde de Nil, Ürdün, Ganj ve Parana Irmakları, komşu ülkelerin çekişmesine neden olmuştu.
Ama, bu hep te böyle olmadı.
Oregon Devlet Üniversitesi’nden Profesör Aaron Wolf’a göre su için savaşılabilmesinin "… yalın açıklaması, suyun savaşmaya değecek kadar değerli oluşudur. Birleşmiş Milletler sık sık suyla ilgili çatışmaları çözmek zorunda kalıyor.” O’na göre, akbabaların öldürülen Umma savaşçılarının kellelerini almış uçarken kazınmış olduğu bir kaya anıtıyla bugüne kadar belgelenerek gelen Lagash ve Umma arasındaki savaştan bu yana aslında su için pek önemli bir savaş olmamış; buna karşılık, 805-1984 yılları arasında suya ilişkin en az 3600 uluslar arası anlaşma imzalanmış. Gerçekten de, Aaron Wolf’un (1998) çalışmasına göre de suyla ilgili işbirlikleri, çatışmalardan çok daha fazla. Aynı ırmağın kenarında yer alan ülkeler arasında 1918-1994 yılları arasında yaşanan 412 bunalımdan yalnızca yedisinin suyla ilişkili olduğu belirtiliyor.
Reuters’ten Alister Doyle, siyasetçiler hep artan nüfus ve iklim değişikliği nedeni ile ortaya çıkan su yetmezliğinin, bu yüzyılda milyarlarca kişinin temiz içme suyuna erişemediği dünyamızda çatışmalara neden olacağı uyarısını yaptıklarını anımsatıyor. BM Genel Sekreteri Kofi Annan da daha 2001’de “tatlı ve temiz su için şiddetli bir yarışın oluşu gelecekte çatışmaların ve savaşların kaynağı olabilir” demişti
Sık hatırlatılan bir başka şey de İngilizce’deki "rival" (karşıt) sözcüğünün Latince’deki “aynı ırmağı paylaşanlar” anlamı taşıyan "rivalis" sözcüğünden gelişi.
Ama, başka uzmanlar uluslar arası "su savaşları"nın olası olmadığı düşüncesinde. Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü (IWMI) Başkanı Frank Rijsberman "İşbirliğinin yararları o kadar büyük ki su için savaşılacağını hiç sanmıyorum" diyor.
BM Kalkınma Programı (UNEP) yöneticisi Achim Steiner ise suyun ileride çatışma nedenlerinden biri olabileceğini söyleyenlerden. O’na göre, aynı ırmağı paylaşan ülkelerin sınırları bunun için aday: "Üçüncü Dünya Savaşı’nın sudan ötürü çıkacağına inananlardan değilim. Ama, su kıtlığı büyüdükçe çatışma olasılığının artacağı da açık".
Gerçekten de su kıtlığı hızla büyüyor. Rijsberman geçen yıl, BM’in hazırlanmasını desteklediği bir raporunda dünyada her üç kişiden birinin suyun kıt olduğu bölgelerde yaşadığını ve 2050 yılında suya talebin ikiye katlanacağını ve tarımın bütün insanların kullandığı suyun yüzde 74’ünü alacağını yazıyordu. Biyoyakıt üretmek için ek bitkiler yetiştirilmesi ve daha çok erozyon, kuraklık ve taşkına neden olacak olan küresel ısınma da, su sağlama olanakları üzerinde yeni baskılar yaratacak. Rapora göre, yine de iyi bir planlama ile yeterli suya erişmek olanaklı.
"Eğer iki ülke arasında bir savaş çıkarsa, su bunun 15. nedeni olabilir" diyen Su Yönetimi İçin Üçüncü Dünya Merkezi Başkanı Asit Biswas, "Ama, medyada yer almak istersem bunun en kolay yolu bir su savaşının Orta Doğu’da kopacağını söylemem olur. Oysa, sudan ötürü çıkan son savaş binlerce yıl önce idi." Biswas’a göre sorunlardan biri suyun, çoğu zaman petrol gibi, yeniden kullanılamayan bir ürün/mal olarak görülmesi. Oysa örneğin Kolorado Irmağı’nın suyu elektrik elde etmek, sulama ve kullanım suyu elde etmek amacıyla yedi kez kullanılıyor.
İsrail ile su anlaşmalarını yürüten Filistin’li Shadad Attilik "Orta Doğu’da su sorununu doğru koyamazsak bir savaş çıkabilir. Su kıt ve konu su olunca, bu yaşamsal" diyor. Bunu Filistinli birisinin söylemesi anlaşılabilir. Çünkü, Gazze kuşağındaki yaşamsal akiferler kirletilmiş ve sağlık sorunları yaratıyor: "Dişleri sararmış bir Filistinli gördüğünüzde bilin ki o Gazze’den gelmiştir" deniyor.
Pensilvanya Üniversitesi’nden siyasal bilimci Frederick Frey ise suyun “siyasal anlamda dört temel önemi” olduğunu düşünüyor. “Su aşırı önemli, kıt, eşit dağılmıyor ve paylaşılmak durumunda. Bu özellikler, suyla ilgili çatışmaları, başka kaynaklarla ilgili çatışmalardan daha olası kılıyor. Bu çatışmaları, nüfus artışı ve suyu israf eden ekonomik kalkınma modeli kışkırtıyor. ”
Ülkeler arasında suyla ilgili çatışmalar özellikle ırmaklar, göller, vahalar ya da kuyular için çıkıyor. Örneğin, Kenya’da geçen yıl düzinelerce insan kıt su ve otlaklardan yararlanmak için göçebelerle savaşta öldü. Tamil Kaplanları hükümete karşı ayrılıkçı savaşlarında bent ve kanal kapaklarını kapatmakla suçlandılar. 2006 yılında Tamil Kaplanları kuzeydoğu Trincomalea bölgesindeki hükümet denetiminde bulunan 60.000 nüfuslu Kantalai kentine su sağlayan Maavilaru Barajı’nın kapaklarını kapattığında ateşkes bozulmuş ve bombardımanın da eşliğindeki iç savaş kızışmıştı. Su yollarına müdahale ile başlayan bu çatışmalarda 500’den çok kişi öldü.
Steiner’e göre su kıtlığından en çok etkilenen ülkeler zaten çatışma içinde olan Çad, Sudan ve Somali, biraz Etyopya, Pakistan’ın bir bölümü, güney Hindistan ve Çin.
Toronto Globe and Mail’den Thomas Homer-Dixon 1995’te DB Sürdürülebilir Kalkınma Başkan Yardımcısı İsmail Serageldin’in açıkladığı bir rapora değiniyor. Rapora göre Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Hindistan ve Çin’i de kapsayan birçok ülkede "su krizi" yükseliyor. Yakın gelecekte su, pek çok yerde tarım için toprak yetersizliğinden daha büyük bir kısıtlayıcı olacak. Su kıtlığı ve kirliliği birçok yoksul ülkenin ekonomik gelişmesini kısıtlıyor. Her 21 yılda ikiye katlanan küresel su talebi karşılanamadığı için doğan toplumsal gerilimler gittikçe kötülemekte. Serageldin’e göre gelecek yüzyılın savaşları petrolden ötürü değil sudan ötürü çıkabilir.
Oysa, Wolf’un incelemelerine göre, dünyada 1999 öncesi 50 yıl boyunca “su savaşı” olmamış; ama, çeşitli ülkelerin arasında suyla ilişkili 37 askeri eylem yaşanmış. İlginç olan bunun 30’unun İsrail ile komşuları arasında geçmiş olması. Askeri saldırılar arasında İsrail’in 1960’te Suriye’nin Ürdün nehri yukarı kesiminde başlattığı “Tüm Araplar İçin Su” projesinin bir parçası olan çevirme yapılarını yıkışı anılabilir. Ortadoğu Barış Süreci’nde İsrail’li görüşmecilerden olan Hidroloji Profesörü Uri Shamir yine de şöyle söylüyor: “Barış için bir siyasal niyet varsa, su sorunu bunu engelleyemez. Ama, savaşmak için neden arıyorsanız, su size iyi bir fırsat verir. ” Nitekim, ne 1923’te manda topraklarının sınırları çizilirken ve ne de 1948’de ateşkes hatları belirlenirken su kaynakları göz önüne alınmamıştı. Gershon Baskin’in değerlendirmesine göre, İsrail 1993 yılı içinde Batı Yakası akiferlerindeki kadar su satın almış ve yine de suyun mal oluşu İsrail’in ulusal gelirinin %0,67’sini geçmemişti. Su tek başına savaş nedeni olamazdı. Ama, izleyen çatışmalarda Filistin’in su kaynaklarına el koymak ya da komşu arap ülkelerinin su yapılarına zarar vermek İsrail’in bir bölgesel hegemonya taktiği olarak kullanıldı.
Yoksa, işbirliklerinin işaretleri de çok. İndüs Nehri Komisyonu da, Hindistan ve Pakistan savaştayken bile çalışmalarını sürdürmüştü. İsrail ile Ürdün, teknik olarak savaştayken bile 1950’den beri Ürdün Nehri’nin yönetimi için gizli görüşmeler yapıyor. Oxford Üniversitesi’nden Julie Trottier’in (2004) “Su Savaşları”nı bir hegemonik kavram, egemen sınıfların hegemonyalarını pekiştirmede yararlandıkları ve ısrarla yaymaya çalıştıkları bir kavram olarak nitelediği çalışması da, özellikle İsrail siyasal yaşamında Arap-İsrail çatışmalarında suya nasıl ayrı bir yer verildiği ve bazen gerçek dışı propagandalarla bunun nasıl canlı tutulmaya çalışıldığı ortaya konuyor.
Buna karşılık, yenilen, baskı altında tutulan taraf olan Arap topraklarında su kıtlığını sürekli olarak arttırmak ve Arapları bu topraklardan sürmenin bir aracı olarak kullanmak, Araplar arasında da “su savaşları” kavramının yer etmesini sağlayabiliyor.
Geleceğin “su savaşları”na gebe olduğunu düşünenlerin, bu konuda kalıcı bir zaferin nasıl sağlanabileceği üzerine düşünmesi de gerekli. Stockholm Uluslararası Su Enstitüsü’nden Anders Jaegerskog "eğer bir nehrin tümünü denetleyebilecek şekilde bölgeye egemen olursanız, orada yaşayanlara da su sağlamak zorundasınız. Bir su savaşının nasıl kazanılabileceğini düşünmek çok zor." diyor. Bunun gibi, uluslar arası ilişkiler uzmanları, özellikle de Toronto Üniversitesi Barış ve Çatışma Programı araştırmacıları geçmiş savaşlarda yaşanan yenilenemeyen doğal kaynakların talanının, yenilenebilir kaynaklar için geçerli olmadığını düşünüyor. Tarihte ve günümüzde dolaysız biçimde yenilenebilir kaynaklar için çıkmış bir savaş örneği yok. Komşu bir ülke suyu ve tarım topraklarını alıp götüremiyor. Öte yandan ekonomileri yenilenebilir kaynaklara çok bağımlı ülkeler genellikle oldukça yoksul ve saldırıda kullanabilecekleri ordu ve silahlara sahip olmaları da çok zor. Bu nedenlerle su gibi yenilenebilir kaynaklar için savaş çıkması olasılığı daha düşük.
Nehirlerin paylaşımı buna istisna oluşturuyor. Dünya nüfusunun yaklaşık olarak %40’ı birden çok ülkenin paylaştığı 263 nehir havzasında yaşıyor. Bu havzaların üçte ikisinde ortak su yönetimine ilişkin bir anlaşma yok. Konu ilk bakışta göründüğünden daha karmaşık ta olsa, bu havzalarda “su savaşı” riski hızla artıyor. Akış yönündeki ülkeler ulusal varlığını belirleyecek kadar bu suya bağımlı ise; kaynak tarafındaki ülke suyun akışını kısıtlamak durumunda ise; iki ülke arasında tarihten gelen bir çatışma kültürü varsa; ve en önemlisi, akış tarafındaki ülke askeri açıdan daha güçlü ise risk yüksek. Dünyada bütün bu koşulların geçerli olduğu havza ise çok az. En tipik örnek Nil. Mısır nehrin suyuna çok bağımlı, tarihsel olarak havza yukarısındaki komşuları olan Sudan ve Etyopya ile çatışadurmuş ve ötekilerden çok daha güçlü. Açıkçası Mısır Nil’den yararlanabilmek için birçok kere savaşa yaklaşmış ta.
Ancak, Ganj Nehri’ndeki durum daha geçerli. Hindistan şimdilerde burada büyük Farakka Barajını kuruyor ve bu, akış aşağısındaki Bangladeş’in tarım alanları, balıkçılık alanları ve köylerinde yıkıcı etkiler doğuracak. Yine de burada bile savaş olasılığı zayıf. Aynı durum, Mekong, İndüs, Pirana ve Fırat için de geçerli.
Gerilim yaratmaya yatkın girişimler daha çok baraj yapımlarıyla ortaya çıkıyor. Yapılan bir değerlendirmeye göre 5 kıtada 51 ülkenin ilintili olduğu böylesi havzalar var. Postel ve Wolf(2001)’in hazırladığı harita bu havzaları gösteriyor. Siyahımsı renkli olan havzalar risk altındaki havzalar. Koyu kırmızı renkle gösterilenler çatışma ya da anlaşmalara konu olan havzalar. Sarı renkli alanlar uluslar arası havzalar.
Chietigj Bajpaee’nin hazırladığı bir rapora göre, yeni yüzyılda bu gerilimlerde Asya öne çıkacak gibi. Asya’da, 57 ülkeler arası su havzası var. Orta Asya, Güney Asya ve Mekong Havzası en gergin bölgeler. Orta Asya’da Hazar Denizine kıyısı olan ülkeler arasındaki sınır sorunları ve Siri Derya ve Amu Derya nehirlerinin sularının kullanımında kaynak bölgesi ülkeleri olan Kırgızistan ve Tacikistan ile akış aşağı ülkeler olan Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan arasındaki gerilimler başı çekiyor. Güney Asya’da, Wular Barajı ile ilgili Hindistan-Pakistan gerilimi, Farraka Barajı ile ilgili Hindistan-Bangladeş gerilimi ve Mahakali Irmağı Anlaşması ile ilgili olarak ta Hindistan-Nepal gerilimleri önemli. Güneydoğu Asya’da Mekong Irmağı’nı denetleyecek olan barajlar yapmaya kalkışan 6 ilgili ülke, Kamboçya-Çin-Laos-Mynamar-Tayland-Vietnam arasında gerilimler çıkıyor.
Image
Bu bölgelerde, bu anlaşmazlıkları yönetmek üzere oluşturulan 1957 Mekong Irmağı Komitesi ve onu izleyen Mekong Irmağı Komisyonu; Hindistan ve Pakistan arasında yapılmış olan 1920 Sarada, 1954 Kosi ve 1959 Gandak anlaşmaları; yine Hindistan ve Pakistan arasında 1960’ta yapılan İndüs Irmağı anlaşması; 1977 tarihli Hindistan-Pakistan Ganj Irmağı anlaşması; ve Kazakistan-Özbekistan arasında bağıtlanan 1988 tarihli “Siri Derya Havzasının Su ve Enerji Kaynaklarınn Kullanımı Anlaşması” her şeyi çözemeyen gelişmeler oldu.
Olası bir su çatışmasına aday bir bölge de Çin’den doğup Myanmar ve Tayland’a akan Salween Irmağı. Üç ülkenin de barajlar ve kalkınma projeleri var. Ama aşağıdaki iki ülke bir şey yapamazken, yeni süpergüç Çin suyu paylaşmaya yanaşmıyor. BM’in 1997 uluslararası sular konvansiyonunu imzalamamış olan üç ülkeden biri olan Çin’in Tibet’teki kalkışma, Bangkok’taki afyon üretimi ve aşırı artan nüfusundan ötürü de sıkıntıları var. Bu örnek, su kıtlığının aslında var olan anlaşmazlıklar ve gerilimlere ek bir etken olduğunu gösteriyor.
Mekong Havzası en çok sayıda insanı ilgilendiren en gergin yörelerden biri. Asya Kalkınma Bankası Mekong alt havzasında 1992’de ticaret ve iletişim ağlarıyla bir kalkındırma girişimi başlatmıştı. Altı ülke arasında elektrik ağı kurulacaktı. Mekong Havzası 6 milyon kilometre kare alana sahip ve burada 240 milyon kişi yaşıyor. Tibet Plato’sunda doğan 4880 km uzunluklu Mekong Çin’in Yunnan Bölgesi, Myanmar, Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam’dan geçip Güney Çin Denizi’ne boşalıyor. Dünyada iç sulardan elde edilen balığın %20’si buradan elde ediliyor. 70 milyon kişi de besin, su ve ulaşımını bu ırmaktan sağlıyor.
Çin elektriğinin %60’ını hidrolikten sağlıyor ve çok sayıda büyük baraj projesi var. Bunların büyüklerinden bazıları da Mekong Havzası’nda. Burada, ilki 1996’da tamamlanan Manwan Barajı olan birbirini izleyen sekiz büyük baraj yapılacak. Bunlar yapıldığında havzanın aşağı ülkelerinde çok önemli kayıplar olacak. Çin bu girişimleri ile, ilgili ülkelerle işbirliğine yanaşmadığı gibi, bilgi vermekten bile kaçınıyor. Bu durum öteki ülkeleri de kendi projelerini yaşama geçirme doğrutusunda zorladı.
Geçmişte, üç güney Asya ülkesi Pakistan-Bangladeş-Nepal, Hindistan ile su konusunda çatışmalar yaşadı. Dünyanın “Kutsal Sular” bölgesi, “Kutsal Savaşlara” itildi. Aralarında 1960 İndus Irmağı Anlaşması olsa da akarsuların kaynak kesimlerinde egemen olan Hindistan hep Pakistan’ın suçlamalarını göğüslemek zorunda kalıyor. Hindistan, doğusundaki Çin-Bangladeş-Nepal ile de, Amazon’dan sonra dünyanın en çok su akıtan akarsu sistemindeki uygulamalarından ötürü gerginlikler yaşıyor. Mahakali Irmağı üzerinde Tanakpur Barajı’nın yapımı 1998’de gerilimi arttırdı. Hindistan’dan Bangladeş’e tam 54 ırmak akıyor. Başka sınır anlaşmazlıklarının yanında bu suya yaşamsal bağları olan Bangladeş ve Hindistan her şeyden önce aralarındaki sınırın 180 km’lik bölümünü oluşturan Ganj Irmağı kıyılarına beton setler yaparak karşı tarafta erozyona neden olmakla suçluyorlar, birbirlerini. Hindistan’ın 1970’te yaptığı Farraka Barajı’nın Bangladeş’e akan suyu azaltması da bir başka gerilim nedeni. Bangladeş, Hindistanı Yukarı Ganj’daki akım verilerini kendisine vermeyip taşkınların zararlarının önlenebilmesini engellemekle suçluyor. Son olarak Hindistan’ın iki büyük ırmak arasında su aktarımına yönelik 15 milyar dolarlık projesinin de, Bangladeş’in Brahmaputra ve Ganj ırmaklarından bugünküne göre çok daha az su alabileceği kaygısından doğan bir gerginlik var.
Çin’in Tibet ırmaklarından GD Asya’ya su çevirme planları da bu dört ülkeyi birlikte endişelendiriyor.
Kısacası Asya’lıların %20’si zaten yeterli suya erişemezken, kıtadaki 60 kadar su havzası da ülkeler arası gerilimlere konu ya da buna aday.
Güney Afrika’da Bostwana ve Namibya da defalarca çatışmanın eşiğine geldiler, su yüzünden. Kuzey Afrika’da Kaddafi Libya’sının fosil suları tüketmeye başlaması başta Cezayir olmak üzere komşularını germeye başladı.
ABD ve Meksika arasında Kolorado Irmağı suyunun paylaşımı konusunda süregelen anlaşmazlıklar var.
Bütün bunların yanında Mezopotamya’nın yaşam suyu Fırat ve Dicle ırmakları üzerinde Türkiye’nin art arda kurduğu barajlar da, gelecekte su savaşı çıkarmak için olası nedenler arasında sayılmaya başlandı. Orta Doğu’nun yer altı kaynaklarını paylaşmak için her türlü insanlık dışı eylemden kaçınmayan küresel kapitalizm, gelecekte bu suları egemenlik politikalarının gereklerine göre savaş ya da barış nedeni olarak kullanmak üzere, dillendirmek ve ilgiyi diri tutmaya kararlı görünüyor.
Su kıtlığına, dolayısıyla olası su savaşlarına karşı yapılabilecekler var, kuşkusuz. Bunların başında dünyadaki su tüketiminin %70’nin gerçekleştiği tarımda sulama verimliliğini arttıracak geleneksel ve yeni teknikleri yaygınlaştırmak geliyor.
“Su savaşları”nı gündemde tutmaya, dünyanın her yerinde egemenlik kurmak ve bunu sürdürmeye kararlı olan emperyalizm, siyasal ve kültürel hegemonyasını sürdürmenin önemli bir aracı olarak kullanıyor “su savaşı” hayaletini.
Ama, hiç kimse su kıtlığının, yüzmilyonlarca kişiye besin ve hijyen sağlanamamasına, çok büyük insan topluluklarının yoksullaşmasına neden olduğuna, salgın hastalıklardan kırılmasına, toplumsal huzursuzluk ve şiddetin yayılmasına, göçlere neden olduğundan söz etmekten ısrarla kaçınıyor. Su nerede kıtsa orada devasa projelerle baraj ve sulama yapılarını dayatıyor, bunu finanse ediyor gibi yapıp o ülkeleri daha da borçlandırıyor, su çevriminin düzenini bozuyor, insanları topraklarından ediyor. Dayattıkları kütlesel endüstriyel tarım ise aşırı gübre ve ilaç kullanımını, aşırı sulamayı, suların giderek tuzlanmasını, toprakların artık ırmaklardan beslenememesini, tuzlu sularla çoraklaşmasını, … yıkımı dayatıyor. Fazla üretim yüzmilyonlarca yetersiz beslenene ulaşmıyor da, borsa fiyatlarına göre bazen denize dökülüyor.
Yine hiç kimse asıl savaşın yeterli nitelik ve nicelikte suya erişemeyen halk kesimleri ile “su tüccarları”, sudan rant sağlayanlar arasında başladığını kabul etmek istemiyor. Tersine küresel kapitalizm, dünyanın bütün kentlerinde su sağlama, iletme ve dağıtma işletmelerini özelleştirip suyu pahalılaştırmayı, dünyanın bütün akarsularını özelleştirip suya erişime fiyat biçmeyi, her yerde endüstrinin kirlettiği suyu kamu kaynaklarıyla temizlemeye, suyu her yönüyle ticarileştirmeyi hırsla sürdürüyor.
Binlerce yıldır yaşanmayan su savaşları, kapitalizmin egemen olmasıyla kapıya dayanmıştı. Şimdi, küresel kapitalizm bunu bir tehdit, bir silah olarak ta kullanıyor, komşu ülkeleri birbirine düşürüp egemenliğini pekiştirmeye çalışıyor.
Bunun için “Su Savaşları”nın kapıda olduğu inancını yaymaya ve pekiştirmeye çalışıyor.
Hayır, asıl “su savaşı” suyun ticarileştirilmesine karşı çıkan halklarla, suya el koymaya kararlı kapitalistler arasında başladı bile. Bolivya’da, Brezilya’da, Arjantin’de, Hindistan’da, Güney Afrika Cumhuriyeti’nde, İtalya’da, İstanbul Maden Mahallesi’nde, Çorlu’da, Beyşehir’de, Rize’de, Munzur’da, Hasankeyf’te bu savaşın örnekleri izleniyor. Bu savaş kanlı, bombalı değil; ama, çok kararlı ve örgütlü olacak.
Tahir ÖNGÖR, Jeoloji Yüksek Mühendisi
Makale TMMOB JMO Bülteni için hazırlanmıştır.
Kaynak (http://www.ekolojistler.org/su-savaslari-kimin-savasii-tahir-ongur.html)
Böyle güzel bir duyuruyu burada yaptığınız için forum yöneticilerine teşekkür ediyorum. Dünya Su forumu 3 yılda bir yapılan ve çok büyük devlet adamlarının katılımları ile gerçekleşen bir organizasyon.
Bu seneki forumun diğerlerinden bir farkı olacak. Hedeflenen şey Yeşil bir forum olması. Yani böyle bir toplantının getireceği çevresel yükleri en aza indirilmeye çalışacaklar. Daha az taşıt kullanımı, açığa çıkarılan karbondioksiti emecek kadar ağaç dikimi, yeşil otellerde konaklama (oteller yeşil otel olma kapsamında yarışmaya girmişler - kendilerine duyarlılıklarından ötürü teşekkür ediyoruz), atıkların geri kazanımı ve daha nicesi. Dilerim organizasyondan sorumlu kişiler hakkıyla üstesinden gelir ve hepimiz için güzel bir forum olur. Katılımın bol olması dileği ile...
nazmikoc
27-02-2009, 15:16
Dünyanın tüm nimetlerini kirlettiğimiz yetmiyor birde bilinçsiz kullanımdan bitiriyoruz. Bence devlet iyi bir su politikası yapıp damlalama suyu, biyolojik arıtmayı teşvik etmeli. Bu konuda çok geç kaldık. Zararın neresinden dönersek kardayız....
kaktüs;Böyle güzel bir duyuruyu burada yaptığınız için forum yöneticilerine teşekkür ediyorum. Dünya Su forumu 3 yılda bir yapılan ve çok büyük devlet adamlarının katılımları ile gerçekleşen bir organizasyon.
Bu seneki forumun diğerlerinden bir farkı olacak. Hedeflenen şey Yeşil bir forum olması. Yani böyle bir toplantının getireceği çevresel yükleri en aza indirilmeye çalışacaklar. Daha az taşıt kullanımı, açığa çıkarılan karbondioksiti emecek kadar ağaç dikimi, yeşil otellerde konaklama (oteller yeşil otel olma kapsamında yarışmaya girmişler - kendilerine duyarlılıklarından ötürü teşekkür ediyoruz), atıkların geri kazanımı ve daha nicesi. Dilerim organizasyondan sorumlu kişiler hakkıyla üstesinden gelir ve hepimiz için güzel bir forum olur. Katılımın bol olması dileği ile...
Sn. kaktüs, vatandaş olarak Kadıköy katılımının dahada bol olması hayrımıza gibi geliyor. :)
:) Kadıköy olsun olmasın katılım önemli. Herkesin durumdan feyz alması gereken yerler var. Dünya istesek de istemesek de içindeki bütün insanlarla yolculuk etmemiz gereken bir gemi. Gemi su alıyor ve batıyorsa buna sadece bir kişinin çabası yetmiyor... Yetmeyecek
Çevre mühendisleri odası: Eylül 2008’de TÜSİAD tarafından yayınlanan Türkiye’de Su Yönetimi Sorunlar ve Öneriler adlı Raporda su kaynaklarının etkinlikten uzak yönetilmesi, hizmet kalitesinin düşüklüğü, su ve atıksu hizmetlerinin kamu tarafından desteklenmesi sonucunda maliyeti yansıtmayan düşük fiyatlar nedeniyle suyun israf edilmesi, hizmetin getirisinin maliyetlerin altında kalması, aşırı istihdam ve gerekli altyapı yatırımlarının hayata geçirilememesi, bir yandan suyun maliyet unsurlarını içerecek şekilde fiyatlandırılması neticesinde gayri ekonomik bir biçimde kullanılması alışkanlığının terk edilmesi, diğer yandan küresel su krizinin etkilerinin en aza indirilmesi amacıyla yapılması gereken yatırımlar için gerekli finansman kaynağının sağlanması”gibi görüşlere yer verilerek, TÜSİAD’ın suyun metalaştırılması ve ticarileştirilmesini savunan bir “taraf” olduğu ve bu raporun İstanbul’da yapılacak olan 5. Dünya Su Forumu öncesinde yayınlanmış olmasının dikkat çekici olduğu vurgulandı.
http://www.antimai.org/sk/ganasu.htm CAP şu sonuca varıyor: Ülkelerinde önerilen su özelleştirmesi ülkelerinin çıkarına değil, en fakir vatandaşların çıkarına hiç değil. Bu politika kredi veren ülkelerin bir korsorsuyumunun kendi şirket çıkarlarını korumak için sürdürdükleri siyasi manevraların bir sonucu. Bu örgütlenme bazı hizmetlerin sunumunda özel sektörün yer almasına karşı çıkmıyor. Ancak “sürecin yalnızca yabancı şirketlerin çıkarına yönlendirilmesine ve tüm şehir suyu sistemlerin denetimini 25 yılı bulan çok uzun süreli anlaşmalarla tekellere vermeye” karşı çıkıyor. Önerilen özelleştirme ile ilgili tüm dökümanların açıklanmasını ve Gana’nın su sistemlerinin daha iyi hale getirilmesi için alternatiflerin tartışılmasını istiyor.
http://www.spo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=27&tipi=15%E2%8A%86=0 "Mülkiyetin Gayri Ayni Hak Tesisi" de liberalizasyon koşutunda ele alınmalıdır. Bağımsız bölüm mülkiyeti ya da kullanım hakkı verme koşullu yapılan bu işlerde, ya tesisler neredeyse tümüyle yıkımlarına kadar, yapanların elinde kalmakta ya da tesis içinde bağımsız bölümler varsa, eninde sonunda ve yok pahasına belediyelerin elinden çıkartılıp, yapana peşkeş çekilmektedir.
Su, havagazı, elektrik, tramvay, su taşımacılığında sermaye gruplarıyla "imtiyaz sözleşmeleri" imzalamak, kentsel hizmet maliyetlerinin kamu tekelinden çıkarılması, yüksek kar marjlarının halkımızın omuzlarına bindirilmesi sonucunu doğurmaktadır.
http://www.senolbal.com.tr/icerikoku.asp?ids=245 Dış finansmana dayalı küresel su politikaları özellikle büyük kentlerde varlığını sürdürüyor. Kaynak içme suyunda pazara giren Coca-Cola, Danone, Nestle bir hayli yol aldı.
Ufak bir olay anlatmak istiyorum: İzmir'de Menderes bölgesinde çıkan orman yangınından en çok etkilenen Şaşal köyü sakinleri, bu yangın sırasında şaşal suyunu özelleştirmiş Fransız firması Danone'den o panik ve sıkıntıda bir bardak suyun köylülere verilmediğini üzülerek ve ağlayarak anlattılar.
http://www.yapi.com.tr/HaberDosyalari/Detay_dunya-su-konseyine-karsi-dunya-su-forumu_838.html?HaberID=63424 Dünya Su Konseyi’nin yapısı tam olarak nasıl?
Bechtel, Suez, Vivendi, RWE gibi dev su şirketleri, BM’yi finanse eden ülkeler ve onlarla çalışan yerel yönetimler tarafından düzenleniyor. Biz BM nezdinde toplumsal hareketlerin katılımıyla bir toplantının düzenlenmesini talep ediyoruz. An itibariyle bir şansımız da mevcut. Latin Amerika ülkelerinin ekseriyeti ve bazı Avrupa hükümetleriyle hemfikiriz. Hollanda, Belçika, Norveç ve İsveç kesin olanlar. İtalya’da durum muallak. İtalyan hükümetine Su Konseyi’nde yer almaması için baskı yapan birçok örgüt var.
Türkiye’den ortak çalıştığınız bir örgüt var mı?
Şu ana kadar yok. Türkiye Sosyal Forumu’yla bağlantıya geçeceğiz, zaten Akdeniz Sosyal Forumu’nda beraber çalışıyoruz. Dünya Su Konseyi’ne karşı örgütlenmeyi geniş bir platforma yaymak zorundayız. Meksika’daki toplantıya, Sosyal Forum’un yanı sıra, sivil toplum örgütlerinden ve kiliseden de katılım sağlamıştık. Düşman had safhada güçlü, olabildiğince çok sayıda insanı bir araya getirmeliyiz. Herkes suyu ellerine geçirmeye çalışan ulus ötesi şirketlere kendi yöntemleriyle karşılık vermeli.
Türkiye’de suyun özelleştirilmesine, bazı kaynak suları hariç henüz tam anlamıyla başlanmadı. Avrupa’nın izlediği genel rota nasıl?
Akdeniz’de iki farklı rotadan bahsedebiliriz. Güneyde özelleştirme hızlanmış durumda. Kuzeydeyse parçalı bulutlu bir yapı var. İspanya’da özelleştirme hızlandı. Özellikle Aqua de Barcelona gibi ulusötesi şirketler çok kuvvetliler. Suez adlı Fransız menşeli şirket de bayağı etkin. İtalya’da parlamentonun özelleştirmeye karşı bir kanun çıkarması için imza topluyoruz.
Mücadele mahalli düzeye yayılmış durumda. Hükümetin bir kısmı özelleştirmeye tamamen karşı. Fransa ise çoktan kaybedilmiş durumda. Orası Suez ve Vivendi gibi ulusötesi şirketlerin merkezi konumunda. Balkanlar’daysa sosyal mücadelenin zayıflığından dolayı özelleştirme çok yakında gerçekleşecekmiş gibi görünüyor. Yunanistan aşağı yukarı İtalya’ya benziyor. Özelleştirilmiş bölgeler de, kamuya ait bölgeler de var. Ancak orada daha zayıf bir karşı duruş gözlüyoruz. Türkiye ise özelleştirme açısından Doğu ve Batı Akdeniz’i bağlayan bir konumda olduğu için ulus ötesi şirketlerin büyük ilgisine mazhar olacak. ABD kontrolündeki Ortadoğu havzasının kapısını teşkil ediyor Türkiye.
Aynı siteden : Endüstrideki Su kullanımına birkaç örnek; (Teknolojiye bağlı olsa da ortalama olarak) 1 Otomobil üretimi için 300 – 400 ton, 1 ton Çelik Üretimi için 240 ton, 1 Varil (yaklaşık 200 lt) Ham petrolün rafine edilmesi için 7 ton, 1 kg Kumaş(Baskılı boyalı) üretimi için 200 Litre….Evlerdeki su kullanımına örnek; Banyo yapmak için (asgari) 50 - 60 Litre, Diş Fırçalama(Musluk Açık-3 dakika) 4 -5 Litre, Tuvalet için (asgari) 25 Litre, Bulaşık ve Çamaşır Makinesi (1 yıkamada) 100 - 120 Litre, Tarımsal Su kullanımında ise, en büyük kayıplar açık kanal yönetimi ile suyun iletiminde buharlaşma ile oluşmaktadır.
http://alternatifsuforumu.org/index.php?option=com_content&task=view&id=36&Itemid=1 Özel sektörü suya yatırım yapmaya çekmek için iki önemli alanın çekici olduğunu da ekledi: barajlar ve su şebeke hizmetleri. Bakana göre Türkiye’de su hizmetlerindeki potansiyel pazarın büyüklüğü 60 milyar avro. Bu pazarın yüzde 90’ı enerji ve sulama barajlarından oluşuyor. Türkiye hükümeti son yıllarda bu alanlara özel sektör yatırımı almak için kamu-özel sektör işbirliğini kolaylaştırıcı birçok yasa çıkardı. Yatırımlar birçok vergi teşviki almaya başladı.
Türkiye’de özel sektörün lisans için başvurduğu 1400 baraj olduğu söyleniyor. Bunların dışında Devlet Su İşleri’nin yapmayı planladığı 600 civarında baraj var. Bu sayede kısa süre içinde Türkiye’nin yıllık enerji üretimine 10 bin MW’lık bir ek yapılacak. Çevreye vereceği zararları dikkate almayan bir kalkınma hamlesi yapılmak isteniyor.
Çevresel etkilere örnekler vermek gerekirse: Karadeniz’de sadece bir ırmak üzerine 50 baraj inşa edilmesi planlanıyor. Dicle Nehri üzerine yapılacak Ilısu Baraj Projesi ise 313 km2’yi sular altında bırakacak. Burada 10.000 yıllık tarihi kent Hasankeyf yok olmak üzere. Bugüne kadar Türkiye’deki baraj projeleri nedeniyle 350.000 kişi göç etmek zorunda kaldı.
M.Karayalcın'nın Habertürk kanalındaki tanıtım programında : Ankara'da 2008 yılında 300 milyon dolarlık damacana satıldı.
SUYUN TİCARİLEŞTİRİLMESİNE HAYIR PLATFORMU : ....Bugün, İstanbul'un dış çeperlerinden başlanarak evlerimize takılmakta olan kontörlü su sayaçları, Dünya Su Forumu ve destekçilerinin bu gizli hedefini ele veren önemli işaretlerden yalnızca bir tanesidir.
Bu çılgınlığı durdurabilecek yegane güç ise, suyu satmaya çalışan Hükümete ve belediyelere halkın vereceği yanıttır.
Bu yanıt, insanlığın ve tüm canlı yaşamın ortak sesi gibi gür olmalı, su gibi çağlamalıdır.
Bu yanıt, suyun piyasa malı olmasının ardından ücretlerinin yarısı ile su faturalarını ödemek zorunda bırakılan Gana'lı kardeşlerimizin seslerine kavuşmalıdır.
TMMOB Yönetim Kurulu, 40. Dönem Çalışma Programı‘nın sunuş kısmında; "Ülkemizin sukaynakları hızlı nüfus artışı, çarpık sanayileşme ve endüstriyel tarım ile kirlilikunsurlarının baskıları altındadır. Havzalarımız kurumsal, yasal, yönetsel vesosyo-ekonomik unsurlar ile birlikte, planlama/karar verme sürecinden uzak biranlayış ile piyasalaştırılmaya çalışılmaktadır. Esas olarak bugün çoğu ülkede olduğugibi Türkiye‘de de yaşanan su sorunlarının temelinde yanlış ve eksik yönetim vepolitikalar yatmaktadır" tespitlerini yaparak, mücadele alanlarını şöylebelirlemiştir: "Dünya Bankası‘nın baskıları ile suyun özelleştirilmesine karşıçıkılması, suyun, özellikle temiz suyun bir hak olduğunun vurgulanması; Küreselısınmanın olumsuz etkilerinin yanında, sulamada ve sanayide aşırı su tüketimi, kaçakyeraltısuyu kullanımı, çarpık kentleşme, şehir şebekelerindeki kayıp ve kaçaklar,evsel ve endüstriyel atıklarla suların kirletilmesi gibi su kaynaklarının yokedilmesine ve kirletilmesine neden olan uygulamalara karşı çıkılması; Su ve suyabağlı hizmetlerde çevre ve insan esas alınarak suyun mülkiyeti ve hizmetlerininkamuda kalmasının sağlanması amacı ile 2009 yılında yapılacak Alternatif Dünya SuForumu çalışmalarına katkı sağlanması."
Evlerimize su saatı takıldığı günleri (**** saatsiz) hatırlayanlar muhakkak vardır.
Şimdi saatı olmayan (parasız) bir konut, işyeri düşünülemiyor.
İmtiyaz yoluyla su özelleştirilmesi pek çok beldimizde başlayacaktır.
Ankara'da suyun ederi seçimler sonrası zaman içinde görülecektir.(Kesikköprü-Kızılırmak suyunun tüketiciye ulaşması için, Keban barajı elektrik üretiminin yaklaşık yarısı tüketilmektedir)
Tarla, bahçe sulayan çifçi bu günleride hatırlayacak.
İstanbul'da yapılacak olan su forumuna katılımını bildiren ilk devlet başkanı Ahmedinecad oldu. Ayrıca Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'da katılacaklar.
hassoman
16-03-2009, 20:16
67330
Su hakkı savunucularından oluşan Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu çeşitli tarihlerde gösterilerek düzenleyerek İstanbul'da yapılmakta olan 5.Dünya Su Forumu'nun amacının, 1992'de Dublin'deki BM Su ve Çevre Konferansı'nda alınan 'suyun ekonomik bir mal olduğu' kararını meşrulaştırmak ve 2000'de Lahey'deki 2. Dünya Su Forumu'nda açıklanan hedefleri hayata geçirmek olduğunu kitlelere anlatmaya çalışarak ''Türkiye'de su kaynaklarının ve su hizmetlerinin şirketlere satılmasını sağlayacak çalışmaları yapanlardan hesap sorulacağını'' söylüyorlardı.
67331
Forumun açılışını protesto için Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu olarak bir araya gelen 200 kadar su hakkı savunucusu 'Su yaşamdır, yaşamlarımız satılık değil'', ''Su hayattır, satılamaz'', ''Su geleceğimizdir, sattırmayacağız'' "Herkese yeteri kadar su" pankartlarıyla forumun yapıldığı Sütlüce Kongre ve Kültür Merkezi'ne yürümek istedi.
Polis, biber gazı kullanarak, Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı (TOMA) olarak bilinen araçtan eylemcilerin üzerine tazyikli su sıkarak müdahale etmesi sonucu, arbede yaşandı ve 17 kişi gözaltına alındı. Protesto gösterisinde bazı yabancı gruplar da katıldı. Bunlarda barajlara karşı pankart açan Uluslararası Nehirler aktivistleri Schneider ve Parikh de gözaltına alınanlar arasında.
Foto: netgazete
Suyumuz sularımız oluyor,petrolleri petrolleri oluyor.
Madem suyun kullanımında eşitlik söz konusu,yeraltı sularının ortak kullanımı gündemde petrolleri de aynı gündeme alalım ki samimiyeti görelim.
Bana göre gözümüzün alabildiği herşey çevredir. Çevre Bakanlığı ne Tarım nede Sanayi, Sağlık Bakanlıklarına benzer. Çünkü diğer bakanlıklar doğrudan veya dolaylı Çevre Bakanlığını ilgilendirir. Oysa biz Çevre Bakanlığını hep kimyasal variller **** batan gemiler sonrası hatırlarız.
Evet konu su çok hassas. Ama yine su ve çevre konusunda herkes çevreci söylemleri ile tarihe not düşecek. hepsi bu. İnşallah ileride su savaşı filmleri gerçek olmaz!
Bu kadar önemli bir Bakanlığa daha sistemli personel takviyesi yapılmalı. Bütçeden verilen paymı onu yazmıyım onbinde bilmemkaçları telaffuz edemiyorum!
ilahi morluk
18-03-2009, 10:08
Hayrettin Karaca ve Muazzez İlmiye Çığ, 14 Mart 2009 tarihinde Disko Kralı Programında Okan Bayülgen ve gençlerle.
Su Hayattır Satılamaz
http://www.youtube.com/watch?v=zE8Ssen1S2s
Tüketen Tüketim
http://www.youtube.com/watch?v=NFphvzC_WXI
BalıkcıSerdar
18-03-2009, 10:25
Bu kadar önemli bir Bakanlığa daha sistemli personel takviyesi yapılmalı. Bütçeden verilen paymı onu yazmıyım onbinde bilmemkaçları telaffuz edemiyorum!
Bu kadar önemli bir Bakanlığa, personel takviyesi yapılıyor tabi yapılmaz mı? Bankaların, PTT'nin, aklınıza gelebilecek her kurumun personel fazlası ayıklanıp bu kuruma yollanıyor ya bilmiyor musunuz? Devlet Dairelerinde ki en yüksek maaş ta bu kurumda:dilli:
Devlet Dairesinin önemlisi önemsizi diye bir şey mi var gözünüzü seveyim? Siz bir insanın eli-kolu-beyni-kalbi-ayağı-bacağı hangisi önemsiz söyler misiniz bana?
Demek istediğim, Devletin her kurumu, her memuru, Devletin bir organıdır ve organlar arasında önemli önemsiz ayrımını nasıl yaparsınız? Devletin her kurumunda, her biriminde, her kademesinde işinin ehli-bilgili kişileri çalıştırması gerekir.
Ayrıca, çalışma azmi açısından da belirli bir maaş standartını da tutturması, her memuruna gerekli önem ve yetkiyi vermesi gerekir.
Bugün "su" konusu gündeme geldi diye Çevre Bakanlığı önemli, yarın "sağlık" konusu gündeme geldi diye Sağlık Bakanlığı önemli, daha sonraki gün "eğitim" konusu gündeme geldi diye Milli Eğitim Bakalığı önemli vs. vs. diyecek olursak yanlış yapmış olmaz mıyız?
Hem bu devlete sahip çıkmak için sadece Devlet Memurları mı görevli (Devlet Memurlarının bu zaten "işi"), fakat tüm vatandaşların da üstüne düşen görevler yok mu?
Ekmel elden..SU gölden...... Yalnizca Atasozlerinde kalmistir.....
Artik hava parayla...su parayla....OZGURLUK...onu bedeli cok daha fazla......:(
Bu kadar önemli bir Bakanlığa, personel takviyesi yapılıyor tabi yapılmaz mı? Bankaların, PTT'nin, aklınıza gelebilecek her kurumun personel fazlası ayıklanıp bu kuruma yollanıyor ya bilmiyor musunuz? Devlet Dairelerinde ki en yüksek maaş ta bu kurumda:dilli:
Devlet Dairesinin önemlisi önemsizi diye bir şey mi var gözünüzü seveyim? Siz bir insanın eli-kolu-beyni-kalbi-ayağı-bacağı hangisi önemsiz söyler misiniz bana?
Demek istediğim, Devletin her kurumu, her memuru, Devletin bir organıdır ve organlar arasında önemli önemsiz ayrımını nasıl yaparsınız? Devletin her kurumunda, her biriminde, her kademesinde işinin ehli-bilgili kişileri çalıştırması gerekir.
Ayrıca, çalışma azmi açısından da belirli bir maaş standartını da tutturması, her memuruna gerekli önem ve yetkiyi vermesi gerekir.
Bugün "su" konusu gündeme geldi diye Çevre Bakanlığı önemli, yarın "sağlık" konusu gündeme geldi diye Sağlık Bakanlığı önemli, daha sonraki gün "eğitim" konusu gündeme geldi diye Milli Eğitim Bakalığı önemli vs. vs. diyecek olursak yanlış yapmış olmaz mıyız?
Hem bu devlete sahip çıkmak için sadece Devlet Memurları mı görevli (Devlet Memurlarının bu zaten "işi"), fakat tüm vatandaşların da üstüne düşen görevler yok mu?
Serdar Bey merhaba.
Yazdıklarımı ve kendi yazdıklarınızı birdaha okuyun lütfen. Profilinize baktım memur olduğunuz görünüyor. Biz devlet memurları bir kelimeyi hatta bir harfi bile yanlış yazsak **** yanlış yorumlasak vatandaşlar nasıl mağdur oluyor bunuda pek iyi bilirsiniz.
Devletin organları arasında önemli önemsiz ayrımı nasıl yaparsınız gibi çok alakasız bir soruyu bana siz neye dayanarak soruyorsunuz asıl ben anlayamıyorum. Yazdıklarım içinde böyle bir ifade olmadığı açıkca görünüyorken siz beni ne ile itham ediyorsunuz?
İkinci konu su konusunun gündeme gelmesi ile Çevre Bakanlığının önemli bir bakanlık olduğunun ifade edilmesi gibi bir durumda yok( Böyle bile olsa en azından yılda birkaç defa da olsa adı gündeme gelse kime zararı var?)
Üçüncüsü ''Devlet Dairelerinde ki en yüksek maaşta bu kurumda'' ifadeniz. Bu ifadeyi kullanan bir kişi ya devlet dairelerinde kim ne kadar maaş alıyor haberi yok ta işkembei kübradan atıyordur **** başka niyetle yazılmıştır. Siz bir memur olarak nasıl bunu yazarsınız. Bilmezmisiniz hangi kurumda hangi memur ne kadar maaş alır? Bilmeyen biri bile google a girse öğrenir bunu( Ayrıca bakanlıklar içerisinde ek ödeneği olmayan birkaç bakanlıktan biride Çevre Bakanlığıdır)
Benim çevrenin tanımını yaparken kastettiğim şey çok açıktı ama yeterince algılanamamış demekki.
Bakın beyefendi ben 13 yıldır çalışıyorum,Devlet Mmeuruyum ve Ziraat Mühendisiyim. Bu hizmet yıllarımın tam 5 senesi şu an bulunmadığım Çevre Bakanlığında geçti. Benim o mesajda yazacağım o kadar çok husus vardı ki...
Siz böyle bir cevap yazmasaydınız içimde kalacaktı. Ben tam 5 sene geceli gündüzlü 11 arkadaşımla büyük fedakarlıklarda bulunarak çalıştım. Bizler sanayinin en yoğun olduğu illerden biri olan Tekirdağ da gece onikiden sabah dörde kadar denetim yapar sabah mesaiye giderdik. Burada 1500 e yakın sanayi tesisi var ama teknik personel kadrosu kaç kişiydi biliyormusunuz sadece 11. Evet sadece onbir kişi. Arıtma tesisinimi denetlersin, bacagazınımı, Çed dosyalarınımı yoksa kömür denetimi mi yaparsın. Veya vatandaşın şikayetlerinimi cevaplarsın. Bizde memur da olmadığından tüm yazışmalarımızı kendimiz yapardık. İnanmayan açar sorar öyle dönemler geçirdikki mühendis bir bayan aynı zamanda sekreterlik yaptı, telefonlara baktı. Öte yandan başka bir mühendis bayanda tek başına idari mali işler memurluğu yaptı, evrak kayıt etti pul yaladı postaneye zarf attı. Gece oluncada fabrikalara denetimlere gitti. Fazla çalışma ücreti diye birşeyde yoktu. Biz 5 erkek arkadaşa da Valilikten Şöför oluru çıkarıldı ve hem şöförlük hem mühendislik hemde daireye dönünce memurluk yaptık. Farkındaysanız bahsettiğim eski çalıştığım kurum. Çoğu insan gibi eski çalıştığım yeri kötülemiyorum. Diğer özverili çalışan tüm Bakanlıklar personeli gibi benim arkadaşlarımda fedakarlık yaptı yapıyorda.
Ben hiçbir bakanlığı önemli veya önemsiz diye ayırmam buna hakkım da yok kimsenin olmadığı gibi. Ama Çevrecilik gündeme gelince herkes çevreci, iş icraata gelince birşey yok. Bakın ben 5 yıl emek verdiğim Çevre Bakanlığından özel nedenlerden ötürü Tarım Bakanlığına geçtim. Tarım Bakanlığındaki teşkilatlanma ile Çevreyi kıyaslayamazsınız bile. Çevre Bakanlığında iken bizim Laboratuvarda sadece bir arkadaş çalışıyordu. Ben şu anda Tarım Bakanlığının Laboratuvarındayım ve 39 personel mevcut. Ayrıca Çevre Bakanlığının Türkiye genelinde bir tane ilçede bile müdürlüğü yok. Sadece illerde teşkilatlanmış durumda. Diğer Bakanlıklar öylemi? Ayrıca Çevre Bakanlığına Özelleştirilen kurumlardan personel gönderildi, tıpkı diğer tüm bakanlıklara gönderildiği gibi. En yüksek maaşı hangi Bakanlık personeli alıyor ben çok iyi biliyorum sizde bilirsiniz ama eliniz sürçtü heralde. Bakın benim şu an çalıştığım Balanlıkta Döner sermaye den pay ödeniyor personele. Döner sermayeden pay ödenmeyen belkide tek Bakanlık Çevre Bakanlığıdır, öğrenmeniz için yazdım bilmeyebilirisiniz.
Çevre; gözümün gördüğü herşeydir. Siz bundan ne anlıyorsunuz? Ben ne anlıyorum biliyormusunuz;
Gözlerimi açıp baktığım zaman denizi görürüm ve o denizin kirlenmesini, gözlerimi açıp baktığım zaman toprağı görürüm ve o toprağın kirlenmesini, gözlerimi açıp baktığım zaman kirlenen havayı görürüm. Deniz kirlenince denizcilik müsteşarlığı, toprak kirlenince Tarım Bakanlığı, Hava kirlenincede Meteoroloji aklıma gelmez ama. Denizcilik Müsteşarlığı, Tarım, Sağlık, Orman, Bayındırlık kendi alanları ile ilgili çalışırken biz onların hepsi ile beraber çalışırdık. Her komisyonda 16 bakanlık yetkilisi olurdu.
Bakın beyefendi toprak kirlenince tarım hastalanır yani insanlar hastalanır, deniz kirlenincede, hava kirlenincede ve hastalanan insanlar hastaneye koşar. Burada bir sorun var bir tespit yapmaya çalışıyorum. Çevre bilincini insanların kalbine vicdanına oturtursak temiz bir dünyada yaşamak ve beslenmek çok kolya olur. Şu sitede bile onca doğa aşığı insan var ben bile evimin balkonunda organik birşeyler yetiştirmeye çalışıyorum neden sizce?
Ben Çevre Bakanlığı önemlidir diğerleri önemsizdir demedim. Ben Çevre Bakanlığı DA önemlidir dedim. Bu Bakanlıkta personel sıkıntısı var dedim. Çevre felaketleri ile gündeme gelmesin şu Bakanlık dedim.
5 yıl oldu O Bakanlıktan gideli. Oradaki dostlarımla sürekli görüşürüz. Sorunlar hala aynı değişen birşey yok maalesef. İnanın üzülüyorum oğluma nasıl bir çevre bırakacağım diye. Yüzüm kızarıyor düşündükçe. Baba bir dönem çevrede çalışmışsın niye izin verdin inanların kirletmesine diye soracak diye üzülüyorum. Döenmin birinde bir devlet büyüğü her mükellefin başına vergi memuru dikemem demişti. Benzer birşey söyleyeceğim. 1500 fabrikaya 24 saat 1500 personel dikemezsiniz. İyileri tenzih ediyorum ama eğer kötü niyetli iseniz gece arıtma tesisinin şalterini indirirsiniz. Güya elektrik su faturasını düşüreceksiniz ya. Her zaman şunu derim çevre bilinci kişinin vicdanındadır diye. Bu her alanda böyle sadece çevre açısından konuşmamak lazım. Vergisini veren, çevresini kirletmeyen ve saygılı bir toplum olmak çokta zor değil. Yeterki bu konuda eğitimleri verelim, önyargıları yıkalım ve gereken noktalara gereken takviyeleri yapalım.
Şu anda saat gecenin 3 ü yazımda imla hatası olabilir kimse kusura bakmasın. Yatmam lazım mesai ye geç kalmamalıyız Memuruz sonuçta:)
Saygılar
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.