View Full Version : Tarımın bilinçli Yok Edilişi
“Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını, çağdaş ekonomik önlemlerle en yüksek düzeye çıkarmalıyız. Köylünün çalışması sonunda elde edeceği emek karşılığını, onun kendi menfaatine olmak üzere yükseltmek, ekonomi politikamızın temel ruhudur.”
Gazi Mustafa Kemal 1922
Batılı çiftçi kalkınıyor Türk çiftçisi batıyor
TARIMIN BİLİNÇLİ YOK EDİLİŞİ
Atatürk ne dediyse tam tersi yapılıyor!
Büyük Kurtarıcı’nın yaptıkları ve söylevleri ile 'tarımda' Türk ulusuna çizdiği yol haritası, özellikle son yıllarda bir tarafa bırakıldı ve ülke tarımı, Batılılar’ın çizdiği 'çıkmaz yollar'a sokuldu!...
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün demeçlerinden, söylevlerinden yola çıkarak, onun Türk tarımı ve Türk çiftçisi için neler istediğini anlamak hiç de zor değil... 'Ulusal tarım politikamız' da bu olmalıydı kuşkusuz. Ancak yıllardır bu isteklerin tam tersi uygulandı ve kimse buna 'gık'ını bile çıkaramadı.
Toprak ağaları, toprak reformunu engelledi
Atatürk, 1937 yılında yaptığı bir konuşmada 'Memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır' demişti.
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - I, 1945, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 379;380 )
Bu söz özellikle CHP’nin yıllarca düsturu olmuş, ülkede 'toprağı işleyen köylüyü toprak sahibi yapabilmek için' TBMM’de yıllarca Toprak Reformu yapılması için savaşım verilmiştir. Ancak, tarım kentlerinden meclise milletvekili olarak gelenlerin hemen hepsi birer toprak ağası olduğundan, bu öneriye hiçbir zaman sıcak bakılmamıştır.
Devlet arazilerini ve teşvikleri patronlar kaptı!
Devletin arazilerinin fakir köylüye verilmesini yıllarca engelleyenler, şimdi pek çoğu TÜSİAD üyesi olan koca koca patronların devlet arazilerini paylaşması karşısında sus pus kaldılar. Sanayiyi, basını, Türk ticaret hayatını elinde tutanlar, yabancı ortakları da yanlarına katıp, devletin üretme çiftliklerini, teknopark projelerini, hatta mayınlı sınır arazilerini bile tek bir köylüye kaptırmıyorlar. Devletin kaymakamları, valileri, belediye başkanları, yani kamu yöneticileri de, 'Bölgemize yatırım yapılacak. İstihdam sağlanacak' diyerek, bu işadamlarını sevinçle karşılıyorlar.
Atatürk 'tesis kredisi, büyüğe değil küçüğe' diye uyarmıştı
'Patronlar Kulübü'nün güçlü üyeleri, aldıkları topraklara yapılan teşviklerle daha da 'güçlü' hale gelirken, Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı şu notu hatırlamamak imkansız gibi:
'Memleket üretiminin artması, çeşitlendirilmesi için olduğu kadar herkes gibi köylünün de refah içinde yaşamasını temin etmek için bir tesis kredisine ihtiyaç vardır. Bu görüş, büyük çiftlik ve arazi işletenlere ait olmayıp daha çok küçük çiftçileri ilgilendirir.'
[Kaynak: M.K.Atatürk’ün 1931 yılında Anadolu’ya yaptığı seyahat sonunda hazırladığı notlar. Sayfa: II-42;43 (Orijinal belgeler Gnkur. Atase. Başkanlığı’ndadır.)]
Köylüyü 'nakit kredi'den korumaya çalışmıştı
Hatta bu notları arasında bir bölüm daha vardır ki, bu, son zamanlarda Türk çiftçisinin içine düşürülmeye çalışıldığı 'borç batağına' karşı, yıllar öncesinden yapılmış çok düşündürücü bir uyarıdır:
'Varlığından büyük iş tutarak büyük kâr yapmak için her şeyi borçla sağlamanın yolunu bulanlar genellikle üzücü sonuçlarla karşılaşmışlardır. Bu gibilere gerçek varlık ve ihtiyaçlarından çok kredi açmak ve onları kötü neticelerle karşılaşmaya teşvik etmek uygun değildir.
Söz konusu tesis kredisinin köylüye nakit olarak verilmesinin uygun olmayacağı şüphesizdir. Bu amaçla ayrılacak para ile bağ ve meyva fidanlıklarının kurulması, yerli pulluk ve tezgah atelyeleri ve tohum ve hayvan islahı müesseseleri kurulması ve nihayet buralarda dağıtılacak maddelerin fiyatlandırılarak uzun vadelerle toplanması tercih edilir.'
Özel bankalardan köylüye 'kredi kartı' tuzağı
AB’nin zoruyla çiftçiye 'üretimsiz, doğrudan maddi destek' veren hükümet, bu uygulamasıyla çiftçiyi köyden şehre göç etmeye teşvik ederken, bir çoğu yabancı olan özel bankalar da boş durmuyor. Ziraat Bankası’ndan aldığı krediyi bile ödeyememiş çiftçiye kredi kartı verme uygulaması başlatanlar, çiftçiyi geriye dönülmez bir iflasa sürüklemekteler.
Birlikler kurup kalkınmalarını istemişti
Ülkenin ne gibi tehlikelerle karşılaşabileceğini yıllar öncesinden gören ve uyaran ulu önder Atatürk, köylülerin, çiftçilerin kendi aralarında birlikler kurup, güç kazanmalarını da gerekli görmüş ve istemişti. İşte 1925 yılında dile getirdiği bu isteği:
'Makinesiz ziraat olmaz. El emeği güçtür. Birleşiniz. Birliklerle makine alırsınız.'
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 209)
Atatürk’ün söylevlerinden ve aldığı notlardan anladığımız, 'az sayıdaki büyük zengin işletmeleri teşvik etmek yerine, sayıları çok daha fazla ama güçleri az olan çiftçileri, köylüleri teşvik etmeye daha önem verilmesi gerektiğidir.'
Atatürk’ün 1931 yılında yazdığı şu satırlarla da çiftçiye destek verilmesini istemiştir:
'Çiftçilerimizi kredi, üretim kooperatifleri gibi ekonomik kuruluşlara kavuşturmak ve bu kuruluşları ilerletmek ve geliştirmek gayedir.'
(Kaynak: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, M.K.Atatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Derleyen: Nimet Arsan, Sayfa: 550)
'Köylü, yiyecek ve giyecek için para sarf etmemeli'
Çiftçinin, köylünün günlük ekonomik sıkıntılarla boğulmadan ülke yararına üretim yapmasını şart gören Mustafa Kemal Atatürk, köylünün 'beslenme ve giyim' ihtiyacını kendi giderebilmesi için 'ev sanayi' kurulması gerektiğini bile düşünmüş ve 1931 yılında bu düşüncelerini şu notlarında yazıya dökmüştür:
'Bir köylü ev sanayi kurulması için çareler düşünmek akla gelir. Bizde köylü, evine, aile ve çocuklarının yaşamasına gerekli olan yiyecek, içecek ve herkes gibi giyecek için para sarf etmemelidir.
Köylü ailenin, elbisenin aba ve kaba bez dokuma tezgahı, sabanı gibi olmalıdır. Bu esasın yaygınlaştırılması ileriye ait bir ideal olmakla beraber, bu gayeye varmak için tedbirler düşünmek ve teşebbüslerde bulunmak çok lüzumludur. Aksi takdirde her şey yolunda gittiği zaman ancak yaşayabilen ve memleket nüfusunun üçte ikisini oluşturan bu insanlar hava gibi, tarım hastalıkları gibi ve nihayet piyasa gibi tesirlerin müsaade etmemesi halinde bütün kusuru hükümete ve vergilere yüklemekten çekinmeyeceklerdir.'
[Kaynak: M.K.Atatürk’ün 1931 yılında Anadolu’ya yaptığı seyahat sonunda hazırladığı notlar. Sayfa: I-31;32 (Orijinal belgeler Gnkur. Atase. Başkanlığı’ndadır.)]
Çiftçi sayısının çok olması sayesinde yaşıyoruz
IMF ve AB politikalarıyla son yıllarda Türk tarımında köylü nüfus azaltılıp, şehirli nüfus arttırılmaya çalışılıyor. Köyde ısrarla kalan köylüleri de çiftçilikten edip, yeni 'çiftçi' olan işadamlarının zengin ve büyük çiftliklerde köle gibi çalışmalarına yol açan bu düzenle Atatürk’ün istek ve direktiflerinin tam tersi bir politika izleniyor.
Mustafa Kemal Atatürk, o zamanlar Türk ulusunun büyük bölümünün çiftçi olmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabilmesinde ne kadar önemli bir yer tuttuğunu 1923 yılında sarf ettiği şu sözlere ifade etmişti:
'Milletimiz çok büyük elemler, mağlûbiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde olmayacaktık.'
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını. Sayfa: 117)
Çiftçiye verdiği önem
Atatürk’ün bize miras olarak bıraktığı tarımla ilgili yol haritasını izlediğimizde, şu sıralar 'yok edilmeye çalışılan' köylüye ne derece önem verdiğini şu sözleriyle anlayabiliriz:
Yıl: 1922 'Türk köylüsünü ’efendi’ yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez'
(Kaynak: Yakınlardan Hatıralar, Mahmut Esat Bozkurt, 1955, Sayfa: 94)
Yıl: 1922 'Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah , mutluluk ve servete hakkı olan ve daha layık olan köylüdür.'
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - I, 1945, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 219 )
Yıl: 1925 : 'Memleketimiz hakiki çiftçi memleketidir.'
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, Sayfa: 209)
'Memleketimiz çiftçi ve asker memleketidir'
Ulu önder Atatürk’ün bir ülke için tarımın ne kadar önemli olduğunu bizlere anlatan şu sözleri, ne yazık ki yıllardır rehavet içindeki hükümetler tarafından unutuldu gitti. Bakın Ata’mız bu konuda bizleri daha 1923 yılından bugünlere nasıl uyarmıştır:
'Memleketimiz şu iki şeyin memleketidir: Biri çiftçi, diğeri asker. Biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz. İyi çiftçi yetiştirdik, çünkü topraklarımız çoktur. İyi asker yetiştirdik, çünkü o topraklara kasteden düşmanlar fazladır... Bundan sonra da daha iyi çiftçi ve daha iyi asker olacağız. Lâkin bundan sonra asker oluşumuz artık eskisi gibi başkalarının hırsı, şan ve şöhreti keyfi için değil; yalnız ve yalnız bu aziz topraklarımızı muhafaza etmek içindir.
...
Çiftçilerimizin gayretiyle memleketimizin verimli tarlaları birer kalkınma kaynağı olacaktır. Şüphesiz bu kalkınma kaynaklarını dünyadaki düşmanlara karşı savunmak için kıymetli bir ordumuz da bulunacaktır.
(Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt - II, 1952, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını. Sayfa: 131;132)
Serpil Özkaynak
www.yenicaggazetesi.com.tr (http://www.yenicaggazetesi.com.tr/haberdetay.php?hit=4253)
Oğuz Karsan
30-10-2008, 11:05
Merhaba,
Sn. Malina,
Çok güzel bir başlık açmışsınız. Teşekkür ederim. Bu başlık altında yazılacaklar sayesinde, Ulu Önder Atatürk'ün planlamasına rağmen, neden toprak reformunun da gerçekleştirilemediği ortaya çıkacak ve ülkemizin ilerleme trenine taş koyanlar ortaya çıkacaktır.
Eskiden konuşulamayan birçok mesele artık tartışılır hale gelmiştir. En önemlisi de toprak reformudur. Çünkü toprak reformu sayesinde ekip, biçemeyen, yani üretemeyen köylü üretir hale gelecekti. Hep Atatürk'ün traktör üzerindeki resmini düşünürüm. Peki ne oldu da bu kadar iyi düşünülmüş bir proje Atamızın ölümünden sonra, Çok kıymetli arkadaşları tarafından yürütülemedi?.
Bence ilk engel çok kıymetli silah arkadaşlarının hiç birisi Atatürk'ün sezgi ve ilşeriyi görme becerisine sahip değillerdi. Tarıma ilk darbe Köy Enstitülerinin kapatılması ile vurulmuştur.
Atatürk'ün ölümünden sonra 1939 larda kurulan Köy Enstitüleri, Hedeflerine ulaşır da ya ülkeyi kalkındırırsa korkusuyla, Demokrat Partililerin ve Cumhuriyet Halk Partisinin içindeki toprak ağalarının baskısıyla İktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi tarafından kapatıldı.
O güne kadar yetişmiş ve ülkeyi kurtarabilecek hamleleri yapabilecek, Köylüyü eğiterek hem üretimi artıracak hem de devlet yönetimine katılmasını sağlayacak kıymetli öğretmenler komümist ilan edildiler.
İşte ülkemizde yaşanan felaketlerin en önemlilerinden biri de budur. Bu sayede köylümüzün kalkınması önlenmiş ve üretim geriletilmiş oldu. Peki sonra ?
Aç ve bitap halk, Yabancı devletlerin ülkeyi yıkma planlarının bir parçası olan dış borçları harvurup savurdu. Belimizi büken ve bağımsızlığımızı tehdit eden bu dış borç kesintisiz devam ettirilmektedir.
Ülkemiz için tarım çok önemlidir. Bu güne kadar en güçlü ülkeleri bile kahredenen sert ekonomik krizleri tarım ülkesi olduğumuzdan hafif hasarlar ile atlatabildik. Gücümüzün sanayiden değil de tarımdan kaynaklandığını kavrayan dış güçler sonunda tarımımızı da sabote etmeye başladılar.
İşte bu dış borç bitirilrildiğinde ve ülkemiz hakiki vatanseverler tarafından yönetilebildiğinde bağımsızlık günlerimiz başlayacaktır.
Saygılar
hassoman
30-10-2008, 16:05
Birileri, 'Ulkemiz uzerinde oyunlar oynaniyor...' diye feryat ettiginde cogu zaman bunun bir komplo paranoyasinin sizlanmasi oldugunu sanirdim... Ama asagiya aynen aldigim yaziyi okuyunca ulkemiz uzerinde oynanan oyunlarin daha once baska gelismekte olan ulkeler uzerinde de oynanmis oldugunu dehsetle gordum.Gerci ilgi yazi kadinlar icin ele alinmis... Ama yaziyi okudugunuzda somurusu yapilan konularin birbirinden ayri tutulamayacagini, hepsinin birbirleriyle bilesik kaplar gibi bagli oldugunu goreceksiniz... Yazida bizdeki turban, Guneydogu (ic catisma cikarma cabasi) ve tarim sorunlarimiza benzesen olaylari hayretle goreceksiniz...
Buyrun 'ilgi' yaziyi birlikte okuyalim... Belki siz de yorum yapma geregi duyarsiniz...
“Bu sistem (kapitalizm), asırlar boyunca insan aklına hükmeden kölelik felsefesi üzerine kurulu. 'Parçala ve yönet' ilkesi gereği ayrılığa vurgu yapan başka ilkelerle de destekleniyor. Bu ilkeye önce Avrupalı emperyalist düşünürler bağlandı, onların ardından 21. yüzyıldaki Amerikan emperyalizmi düşünürleri geldi.
Bu durum bizlere doğudan batıya, kuzeyden güneye dünya ülkelerinde dinin giderek siyasileşmesinin sebebini de açıklıyor. Oğul Bush da babası gibi ABD'deki köktenci Hıristiyan akımları destekliyor ve bu akımları askeri ve ekonomik savaşlar tutuşturmak için kullanıyor. Baba ve oğul Bush'ların köktenci İslamcı akımlarla ilişkisi de 1980'lerden bu yana biliniyor. ABD hükümeti komünizmin ve Sovyetler Birliği'nin vurulması için, Kaide ve Usame bin Ladin'in yanı sıra Mısır da dahil çeşitli Arap ve İslam ülkelerinden gençleri Afganistan savaşında silahlandırdı.
Enver Sedat döneminde Mısır'daki sosyalist güçleri vurmak için köktenci dini akımlar teşvik edildi. Nasır'ı destekleyenler, komünistler ve diğerleri Arap bölgesindeki ABD ve İsrail politikalarına karşı çıkıyordu. Sedat 1970'lerde Mısır'da Müslüman Kardeşler'le ve onun içinden türemiş veya dışındaki İslami hareketlerle işbirliği yaptı. İstenen oldu ve Mısır ekonomisi Amerikan çıkarlarına bağlı bir ekonomiye dönüştü. Mısır'ın yerli üretimi darbe aldı. Müslümanlarla Kıptiler arasında dini düşmanlık çıkarıldı. Medya ve eğitim kurumlarında köktenci düşünce yayıldı. ABD'ye, Coca Cola'dan baklaya kadar çeşitli tüketim mallarıyla Mısır pazarına saldırma özgürlüğü verildi. Mısır, buğday ve halkın temel gıdalarını bile kendisi üretmek yerine Kaliforniya'dan ithal eden bir ülkeye dönüştü. Mısır'da 'Amerikanlaştırma ve İslamlaştırma' aynı anda yaşandı. Köktenci dini düşüncenin kontrolü altında başörtüsü yayıldı ve bununla birlikte kadınların sünnet edilmesi oranı da arttı.
Fakat, başörtüsü ve sünnet kadını kocasının veya babasının işine yaramak için ev dışında çalışmaktan alıkoymadı. Amerikan şirketlerinde ve onların temsilciliklerinde yüksek ücretlerle çalışmak için bilgisayar kullanmayı öğrenmekten, Amerikan yapımı makyaj malzemeleri almaktan, dengesini bozan yüksek topuklu ayakkabılarla yürümekten, hatta dar kot pantolonlar giymekten de alıkoymadı. Sünnet edilen kadın oranı geçen yıllarda düşüş gösterse de 2007'de yüzde 97,4 arttı.”
NOT: Londra’da Arapça Yayınlanan El-Hayat Gazetesinde Mısırlı feminist yazar NEVVAL EL SAADAVİ ‘Kadın, kapitalizmin en büyük kurbanı’ başlıklı yazısının yukaridaki bolumunu 8 Mart 2007 Radikal Gazetesi Yorum sayfasindan derledim...
Batılı çiftçi kalkınıyor Türk çiftçisi batıyor
Özel bankalardan köylüye 'kredi kartı' tuzağı
AB’nin zoruyla çiftçiye 'üretimsiz, doğrudan maddi destek' veren hükümet, bu uygulamasıyla çiftçiyi köyden şehre göç etmeye teşvik ederken, bir çoğu yabancı olan özel bankalar da boş durmuyor. Ziraat Bankası’ndan aldığı krediyi bile ödeyememiş çiftçiye kredi kartı verme uygulaması başlatanlar, çiftçiyi geriye dönülmez bir iflasa sürüklemekteler.
...Nevşehir’de patates üretici kabus üstüne kabus yaşıyor. Satamadıkları patates depolarda çürüyecek diye kaygı duyan çiftçi, biriken borçlar yüzünden de hapis korkusu içinde. Hacizden kaçan köylüler ne hastaneye gidiyor, ne de namaza…
...Geçimini patates üretimiyle sağlayan Halil Öztürk, ihracatın istenilen düzeyde desteklenmemesi nedeniyle patetesin iç pazarda da 10 kuruştan satıldığını belirterek, “Ürün istenilen düzeyde değer bulmadı. Olan üreticiye oldu. Bankalara, MEDAŞ’a, özel sektöre olan borçlarımız nedeniyle her gün haciz endişesi içerisinde yaşıyoruz.
...Köyümde yaşayan yaklaşık 80 çiftçi patateslerini satamadığı için gece ve gündüz tutuklanma kokusu içinde yaşamaktan bıktı. Akşamları bir araç farı gördüğümüzde evin lambalarının yanı sıra televizyonu bile kapatıyoruz. Haberleri de dinleyemez olduğumuz gibi camiye namaz kılmaya bile gidemiyoruz. Hastaneye, kahvehaneye de bir gören olur da tutuklanırız korkusundan gidemiyoruz.
...Şahinefendi Köyü’nde kahvehane işletmecisi Mesut Yılmaz’da köylü müşterilerinin bir bardak çayı bile veresiye defterine yazdırdıkları söyleyerek, “Köylüde para yok.6 aydan beri veresiye defteri tutuyorum.9 bin TL üzerinde çay parası alacağım var, bir türlü alamıyorum.
Çiftçinin çilesi bir tülü bitmiyor - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=515496)
Bu konuyu yeni farkettim. Tam bu günler için uygun düşen bir başlık. Sayın Malina ve Sayın Serpil Özkaynak'a teşekkür ederim. Mustafa Kemal'in sözlerini bizlere ulaştırdılar. Yüz yıl sonra olsa bile... Sanki bu günü anlatıyor.
Selamlar.
http://www.odatv.com/n.php?n=-tarimda-son-rakamlar-neyi-gosteriyor-0301131200
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
İsmail Karagülle
04-01-2013, 12:37
Atatürk Kalkınmanın Köyden başlanması ve sanayii için ise tarım sanayii ni göstermesi, sadece sözde kalmamış. Bunun için gerekli alt yapı da oluşturulmaya başlamıştı. Sadece Atatürk zamanında değil, bütün iktidarlar boyunca, toprak reformu başarılamamış bir cumhuriyet projesi olarak kalmıştır.
Esas değinmek istediğim konu, şimdilerde toprak reformu yerine konulduğu izlenimi veren ARAZİLERİN TOPLULAŞTIRILMASI projesine dikkat çekmek istiyorum.
Bu proje ilk bakışta toprakların verimli işletilmesine yönelik, tarım işletmelerinin belli ölçeğin üzerinde olmasını sağlıyacak , rekabet imkanlarını geliştirecek bir proje gibi görünüyor.
Ama acaba öyle mi?
Toprağı alacak olan köyde geçimini sağlayan, köylü olacak deniyor.
Ödemesini nasıl yapacak diye bakınca , bunun hiç de öyle olmayacağı anlaşılıyor.
O köylü bugün geçimi temin edemiyor. Aldığı toprağın ödemesini yapamayınca bu topraklar haciz yolu ile kimlerin eline geçecek acaba?
İkici aşamada bu toprakların sahibi , uluslararası büyük sermayenin eline geçecek gibi görünüyor.
Bunun siyasi sonucu da olabilir. O toprağı alan GLOBAL SERMAYE oyuncuları o bölgelerde siyasi bir güç haline de gelecektir.
Bunların sonucunda köylü, o topraklarda ırgat olarak çalışmak için bile zorlanacaktır. Rekabet şartları icabı dışarıdan tarım işçileri getirilmesi kaçınılmaz bir sondur.
Çok daha ileri bir aşamada neler olacağına bakmak için , İzrail'in orta doğuda önce toprak satın alarak yerleşmesini ve sonra devletini kurmasını ve sonrasını biliyoruz.
Olmaz diyecekler olabilir. Olmaz olmaz deme. Orta doğuda olmuşu var.
Dünyanın başka bölgelerinde kurulmuş özerk tarım plantasyonları var.
ayazkentli
04-01-2013, 12:49
Bakırçay ovasında, Denizbank'a (Yunan iştiraki) ipotekli olmayan tarla kalmadı desem abartmış olmam. Sadece zenginler ipoteksiz iş çevirebiliyor.
Diğer orta ve küçük çiftçilerin hepsinin malları (tarla-bağ-traktör.. gibi) şu anda haciz konumunda.
Eğer Avrupa'da ve Yunanistan'da ekonomik kriz olmasaydı, geçen yıl ve bu yıl haciz'de rekor kırılırdı.
Sanırım Yunan bankası, şu anda bu kriz nedeniyle duruyor.
Birşeylerden yakınsak, hemen "paranoya", "komplo teorisi" gibi suçlamalarla karşılaşıyoruz. Kuyulara sayaç takmak zorunlu olmuş. Kaçak ve kontrolsüz kullanımı önlemek için iyi bir önlem diyebiliriz. Ama, yönetmeliği okuyunca, insanın aklına gene kötü şeler geliyor. Hani, bir ara suların özelleştirilmesinden bahsediliyordu ya...
Selamlar.
Kuyulara sayaç takmak zorunlu olmuş. Kaçak ve kontrolsüz kullanımı önlemek için iyi bir önlem diyebiliriz. .
Yavaş yavaş işe çeşmelerden başladılar, bakalım ''kuyulara sayaç takıldı'' haberlerini ne zaman okuyacağız sayın bozon:
Köy çeşmesine belediye sayaç taktı haberi (http://www.internethaber.com/koy-cesmesine-belediye-sayac-takti-480154h.htm)
ayazkentli
04-01-2013, 21:45
Yıllar önce, Zeki Alasya-Metin Akpınar tiyatrosuna gitmiştim İzmir fuarında.
Özal ve vergiler ile ilgili "Bunlar yakında soluduğumuz hava'dan bile vergi alacaklar" diye, espri yapmışlardı.
Bana öyle geliyor ki, o dönemleri bile mumla arayacağız.
Halil Balaban
04-01-2013, 23:03
Sayın Malina,
Bu siteyi kurduğunuz ve bu konuyu açtığınız için çok sağolun. Konuya birşeyler yazmak için çok uğraşmaya gerek yok. Yakın tarihimizde, özelliklede içinde bulunduğumuz dönemde, yaşadıklarımızı şöyle bir aklımızdan geçirmek yeter. Zaten arkadaşlarımızda konuyu çok güzel işliyorlar. Farkına varmamız gereken. Başımıza gelen her şeyin baş sebebinin. Türk tarımının bilinçli olarak yok edilmesinin olduğudur.
Bu kadar laftan sonra benim söylemek istediğim. Bu yok edilmenin bize maliyetine bir kaç örnek vermek.
1-) Enbüyük sorunumuz CARİ AÇIK.
Halkımızın gıdasını, ziraai tohum, ilaç, gübreyi.
DEVAMI VAR
Halil Balaban
04-01-2013, 23:10
Mesajın devamı
Derken hayvan varlığımızın yok olmasını. En sonunda hayvan yemini. Hatta yem bile sayılmayan besleyici değil tok tutucu olan samanı bile ithal etmek. Birde sanayimizin nerdeyse tamamının ithal olduğunu da düşünürsek. Zaten Cari açığa başka sebep aranır mı?
2-) 1950 de Marşal yardımı ile başlayan dışa göbekten bağlılık bugün ve daha kimbilir kaç yıl,
kaç nesil sürücek?
3-) Siyasi kaos zamanında Nato'dan ayrılan Yunanistan, tekrar dönmek istediği zaman. Türkiye ve Yunanistan AB girmek için beklerken, bizi bekletip Yunanistanı aldıkları zaman. Yine AB'ye, hiç hesapta yokken rum Kıbrısın geriden gelip bizi geçerek kabul edildiği zaman. Borçlu olmamız nedeniyle onay verdik.
Var olan, itiraz etme hakkımızı kullanamadık.
Bu kadar yetsin. Cıhazım 800-900 karakterden uzun mesaj göndermiyor. Eksiğimi başka arkadaşlar tamamlar.
Sevgiyle kalın.
Halil Balaban
Halil Balaban
04-01-2013, 23:56
Sevgili Ayazkentli'nin bahsettiği
Denizbank, Şekerbank, HSBC, köylümüzü borçlandırıp, maddi varlığını ipotek altına almakla görevli misyon bankaları olarak ülkemize gelmişlerdir. Bu şekilde topraklarımızı parsel parsel ele geçirmektedirler.
Zaten bütün bankaların çalışması bu yöntemledir diyebilirsiniz. Ancak bu üç banka başta olmak üzere bazı bankalar bu iş için Türkiye'deler. Diğer gelirleri ekstradır.
Peki kabahat onlarda mı? Tabi ki değil. Onlar görevini yapıcak, bizim kendimizi korumamız gerekir. Bakın Ziraat Bankası
Yunanistanda şube açmak istiyor. Ama batmış, bitmiş Yunanistan bizim bir şube açmamıza izin vermiyor. Biz bu batmış Yunanistan'ın ülkemizde iki banka almasına göz yumuyoruz. Neden? Çünkü tarımın yok edilmesi borçlanmamızı arttırmış ve sürekli hale getirmiştir. Borçlu olunca da ne emredilirse, paşa paşa isteneni yapıyoruz.
İpotek konusu çok büyük bir yaradır. Köylü zorla borçlandırılarak ipoteğe bağlamıştır. Kefilsiz borç vermezler. Böylece mütesessil kefalet yoluyla bütün köy halkı birbirine kefil edilerek icraya verilmiştir. Her hanenin en az 4-5 icrası vardır. Bu yolla topraklarımız parsel parsel el değiştirip yabancıların eline geçmektedir.
Devamı var.
Halil Balaban
05-01-2013, 00:34
Sayın Pria'nın bahsettiği patates konusu acı bir örnektir. Dahada acısı bu durum, daha bir çok çeşidin üreticisi olan köylerde, tüm köylüler tarafından yaşanmaktadır.
Özellikle Harran Ovası başta olmak üzere doğu, güneydoğuda başka bir oyun sergilenmektedir. Musevi kürdü olan Barzani ailesinin bizdeki uzantıları ve maşaları sayesinde topraklarımız el değiştirmektedir. Bu bölgede ele geçirilen topraklarımız, zamanla gerçek sahiplerine devredilmek üzere, İsrail adına toplanmaktadır.
Türkiye'de Barzani ailesinin efendisi İsraile hizmeti bununla bitmiyor.
Devamı var.
Halil Balaban
05-01-2013, 00:35
Devam mesajı.
Mersinde Barzani ailesine ait, çoğu zirai ürün işleyen ya da ihraç eden 120 kadar
(Belki daha da artmıştır.) firma bizim mal ve sırtımızdan şakır şakır para kazanıp dışarı götürmektedir. PKK ya finansörlük sağlarlar. Uyuşturucusuna aracılık yaparlar. Ayrıca bu firmalar kaldırımlarda açıkça satılan kaçak sıgaranında kaynağıdır. Kaçak sıgara fabrikası Mersin'dedir. Gemiye yüklenen sigaralara güya ihraç ediliyomuşçasına çıkış yaptırılır. İhrracattan vergi iadesi alınır. Sonra gizlice yurda sokulur.
Bunlar hep kendi tarımımızı yok ettiğimizin sonucudur.
Türk tarımı yok edilerek ve ele geçirere, ülke borca batırıldıktan sonra. 1980 darbesiyle beraber,
ABD de bizim oğlanlar ( My boys) denilen cunta, abilerinin (Big brother) talimatlarıyla karma ekonomiden vaz geçmiştir. Ve liberalizme geçilmiştir. Bunun için Özal kullanılmıştır. İşte o süreç bugün rejimin değiştirilmesi aşamasına gelmiştir. Buyrun tarımın yok edilmesinin maliyeti
Sevgiyle kalın.
Halil Balaban
NOT:Bu konuların işlenmesi sevindirici. Ancak böyle hassasiyet isteyen konularda hep aynı isimleri görüyorum. Oysa aynı hassasiyetleri taşıyan çok arkadaşımız var. Katılımları güç verecektir.
Zeytinyağlı Yiyemem Türküsünün Hikâyesi-Prof.Dr. Kenan Demirkol
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=10085
... bir de bakıyoruz AKP’li tarım bakanı (Mehdi Eker) Fransa’dan legion d’honeur nişanı almış. Biz hazretin Fransız diline, edebiyatına yaptığı hizmetleri düşünüyorduk. Açıklamalardan öğreniyoruz ki, bu ödül Türk bakana, Fransa hükümeti tarafından, kaşla göz arasında Fransa’dan Türkiye’ye 250 milyon dolarlık canlı hayvan ithal ettiği için verilmiş. Ülkemizde tarımı, hayvancılığı bitiren bakana Fransa’dan ödül, güler misin, ağlar mısın? Bizim çiftçi, üretici zararı pahasına elindeki pamuğu, fındığı, narenciyeyi satamazken, benzerlerinin dışarıdan alınması tartışmasız bir yönetim zaafıdır.
Dr. Beşir Doster
Alışveriş - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?c=70409)
İsmail Karagülle
09-01-2013, 17:32
Türkiye'de tarım konusu çok kolay irdelenebilecek bir konu değil. Zira Türkiye Dünyadan kopuk ziraat politikalarına sahip olamaz.
Tarımın Osmanlıdaki devlet politikalarına ve Cumhuriyet ile değişen şartlar ve Planlı kalkınma döneminde devletin bu konudaki politikaları , ve nihayet global dünya tarım politikalarından ayrı irdelenmesi zordur.
Zordur derken , yukarıda kısaca bahs ettiğim faktörleri göz önünde bulundurmadan anlayabilmek zordur. Ve sadece bir döneme bakılarak anlamak mümkün değildir. Tarım devletlerin politikalarına çok sıkı sıkıya bağlı ve denetimi, yönlendirmesine bağlı bir sektördür. Diğer sektörlere devlet müdahalesi tarım sektörü kadar değildir.
Ve devletin tarım sektörüne müdahalesinin çok eskiler gittiğini söylemek mümkündür.
Aklımdaki bir örnek , Mısırın M.Ö 18 yüzyılda ( tarihe bakarmısınız ) devletin ürünün bol olduğu yıllarda köylüden ürün alıp stoklaması ve kıt yıllarda kullanılması şeklinde olmuştu.
Bu metot Osmanlıda ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bizde de uygulanmıştır.
Köylü bu metodla fiat dalgalanmalarından korunmuş . Bu devlet eli ile yapıldığından, spekülatörlere fırsat verilmemiş oluyordu. Ama bugün bu konu spekülatörlerin oyunlarına açık hale getirilmiştir.
Son dönemlerde tarımsal ürünleri alıp köylüyü spekülatörlerden koruyan Tarım ürünleri alım koop leri birer birer yok edilmiştir. Bu gün tarımız en büyük problemi ürün satın alan koop lerin yok edilmesinden kaynaklanıyor.
Farklı bir açıdan da bakalım istedim .
Tarımın saklan(a)maz çöküşü
Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı
Tarımın saklan(a)maz çöküşü (http://www.odatv.com/n.php?n=tarimin-saklana-maz-cokusu--1001131200)
Devamı:
Tarımsal çöküş nasıl gerçekleşti
Prof.Dr.Mustafa Kaymakçı
Tarımsal çöküş nasıl gerçekleşti (http://www.odatv.com/n.php?n=tarimsal-cokus-nasil-gerceklesti--1101131200)
İsmail Karagülle
11-01-2013, 14:47
Hükümet Okullarda süt dağıtma adında bir proje başlattı. Hattı zatında bu proje ONLARDAN ÖNCE DE chp İstanbul belediye başkanı Sözen zamanında başlatıldı. O günlerde buna bıyık altından gülen politikacılar sanki ilk defa kendileri başlatmışlar gibi bir havaya girdiler. Bakın o güzelim projeyi ne hale getirdiler.
Şimdi okullarda öğrencilere süt dağıtılacak , bundan sütü içen çocuklarımız yararlanacak ve sütü üreten köylü yaratılan talep nedeniyle süt ürünü değerlenecek.
Bu güzelim proje ( Sözenin projesi) Ne hale getirildi. Ve köylünün ürettiği sütün fiatı bu vesile ile aşağı çekildi. Yani köylü daha az kazanacak hale getirildi.
Aşağıda link'ini veriyorum . Köylü üretici bu uygulamanın acemiler , köşe dönücüler elinde nasıl mağdur edildiğinin resmidir.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=SendenHaberDetay&ArticleID=1114
selim_50
11-01-2013, 15:26
marshall yardımının şartlarından biride köy ensitülerinin kapatılması idi, herhalde bu hangi şartla hangi günlerin hesabının yapılarak yardım yapıldığının özetidir.
Olup bitenden duyulan rahatsızlıklara, karamsarlıklara katılmamak elde değil. Mevcut gidişat herhangi bir engele rastlamazsa, tüm korkularımız başımıza gelecek.
Sizlerden ayrıldığım yer, çözüm konusunda. Çözümü mutlaka, kendi kültürümüzü esas alarak üretmemiz gerekir. Diğer kültürleri de ihmal etmeden.
Selamlar.
İsmail Karagülle
11-01-2013, 23:50
Tarım ve hayvancılık serbest piyasa şartlarında nasıl tuzaklarla yok ediliyor. İşte yem fiatları artınca ucuz yem almak zorunda kalan köylünün karşılaştığı tehlike.
Hayvan yetiştiricilerine yem uyarısı! (http://www.konyaninnabzi.com/77127-konya-haber-hayvan-yetistiricilerine-yem-uyarisi.html)
sadecegeçen
12-01-2013, 00:31
Eğri oturalım doğru konuşalım arkadaşlar.
Bu duruma düşmemizde hiç mi ÇİFTÇİMİZİN suçu yok ?
Hepiniz az çok tarımla ilgileniyorsunuz ne demek istediğimi anlamışsınızdır herhalde.
İsmail Karagülle
12-01-2013, 00:45
çifçimizin hiç mi suçu yok ? Sorusunun cevabı , bence yok. Suçlu tarım politikalarıdır. Global politikalar ve ona uyumlu çalışan yerel politikalar suçludur. Onların yazıp çizdiği seneryolar karşısında köylü ne yapsın . Köylü bu büyük oyunun ancak figüranıdır. Yönetmen ne derse onu yapmak zorundadır. Nehir üzerindeki bir yaprak gibidir.
Sayın arkadaşlar,
Benim naçizane düşüncem, tarımın yok edilmediği yönünde. Yani tarım yok edilmiyor. Ancak son derece stratejik ve son zamanlarda kar getiren bir alan olması nedeni ile sadece el değiştirme durumu var gibi. Daha önce geçimlik üretimden pazar için üretim yapan köylü yerine tamamen pazar ve kar için üretim yapan kapitalist girişimciler bu alana girmeye başladı.
Bunu yaparken değişik mekanizmalar kullanılıyor. Birincisi politikalar: devlet eli ile alınan kararlarla küçük çiftçinin tarım yapamaz hale getirilmesi sağlaniyor. Desteklerin kalkması bazı ürünlerde kotanın getirilmesi vb. Aynen fındık, şeker pancarı ve tütünde olduğu gibi. İkincisi tarımı destekleyen devlet kuruluşlarının özelleştirilmesi. Bu şekilde çiftçi pazar ilişkilerinde aracı tefeci ve büyük sermaye ile başbaşa bırakılıyor. Üçüncü olarak da piyasa mekanizması ve pazar ilişkileri çerçevesinde fiyat politikaları ile çiftçi rekabet edemez durumu getiriliyor.
Sonuç, küçük üretici tarım yapamaz hale geliyor. Ya tarlasını satmak zorunda bırakılıyor, ya büyük sermaye kontrolünde sözleşmeli tarım yapmak durumunda kalıyor ki bu durum kendi tarlasında ücretli tarım işçisi durumuna düşürüyor. Devamında ya köyü terk ediyor, şehre iş aramaya gidiyor; gençlerin büyük çoğunluğu tarımda gelecek göremediği için bunu yapıyor, ya da çoğunlukla yaşlıların maruz kaldığı gibi yoksulluk içinde zar zor geçinmeye çalışıyor. Son olarak da bir parça bilgi ve mücadele gücü var ise farklı geçim stratejileri araştırıyor.
Tarımın diğer önemi de stratejik bir konumda olması. Gıda ürünlerinin üretimini ve pazarını kontrol edenler (ki dünya genelinde gıda ürünlerinin ticaretinin yüzde doksanından fazlasını 5-6 uluslar arası kuruluş kontrol ediyor) diğer insanları, bölgeleri ve ülkeleri kontrol etme gücünü de elinde tutabiliyor. Son 30 yıldır dünya genelinde olan budur. Son çeyrek asırda dünya tarihinde olmadığı kadar çok gıda ürünü üretilriken (kişi başına düşen miktar) aynı zamanda dünyada hiç bu kadar da çok açlık olmamıştı.
Bunun temel nedeni (açlığın) küçük bir azınlığın daha çok kar güdüsü ile dünya gıda üretimini (tarlalara el koyarak, finans sektörü aracılığı ile ve devletlerin uyguladıkları ekonomi politikaları ile) ve ticaretini kontrol ederek yerel üretimi ve üreticileri yok etmesidir.
Bunları önlemenin yolları var mı? Elbette var ....
Sayın arkadaşlar,
Benim naçizane düşüncem, tarımın yok edilmediği yönünde. Yani tarım yok edilmiyor. Ancak son derece stratejik ve son zamanlarda kar getiren bir alan olması nedeni ile sadece el değiştirme durumu var gibi. Daha önce geçimlik üretimden pazar için üretim yapan köylü yerine tamamen pazar ve kar için üretim yapan kapitalist girişimciler bu alana girmeye başladı.
Bunu yaparken değişik mekanizmalar kullanılıyor. Birincisi politikalar: devlet eli ile alınan kararlarla küçük çiftçinin tarım yapamaz hale getirilmesi sağlaniyor. Desteklerin kalkması bazı ürünlerde kotanın getirilmesi vb. Aynen fındık, şeker pancarı ve tütünde olduğu gibi. İkincisi tarımı destekleyen devlet kuruluşlarının özelleştirilmesi. Bu şekilde çiftçi pazar ilişkilerinde aracı tefeci ve büyük sermaye ile başbaşa bırakılıyor. Üçüncü olarak da piyasa mekanizması ve pazar ilişkileri çerçevesinde fiyat politikaları ile çiftçi rekabet edemez durumu getiriliyor.
Sonuç, küçük üretici tarım yapamaz hale geliyor. Ya tarlasını satmak zorunda bırakılıyor, ya büyük sermaye kontrolünde sözleşmeli tarım yapmak durumunda kalıyor ki bu durum kendi tarlasında ücretli tarım işçisi durumuna düşürüyor. Devamında ya köyü terk ediyor, şehre iş aramaya gidiyor; gençlerin büyük çoğunluğu tarımda gelecek göremediği için bunu yapıyor, ya da çoğunlukla yaşlıların maruz kaldığı gibi yoksulluk içinde zar zor geçinmeye çalışıyor. Son olarak da bir parça bilgi ve mücadele gücü var ise farklı geçim stratejileri araştırıyor.
Tarımın diğer önemi de stratejik bir konumda olması. Gıda ürünlerinin üretimini ve pazarını kontrol edenler (ki dünya genelinde gıda ürünlerinin ticaretinin yüzde doksanından fazlasını 5-6 uluslar arası kuruluş kontrol ediyor) diğer insanları, bölgeleri ve ülkeleri kontrol etme gücünü de elinde tutabiliyor. Son 30 yıldır dünya genelinde olan budur. Son çeyrek asırda dünya tarihinde olmadığı kadar çok gıda ürünü üretilriken (kişi başına düşen miktar) aynı zamanda dünyada hiç bu kadar da çok açlık olmamıştı.
Bunun temel nedeni (açlığın) küçük bir azınlığın daha çok kar güdüsü ile dünya gıda üretimini (tarlalara el koyarak, finans sektörü aracılığı ile ve devletlerin uyguladıkları ekonomi politikaları ile) ve ticaretini kontrol ederek yerel üretimi ve üreticileri yok etmesidir.
Bunları önlemenin yolları var mı? Elbette var ....
Sayın wisdom, "yol"lar neler? Devam etmenizi isterim. Çünkü sorunu güzel bir şekilde dile getirdiniz.
Selamlar.
Beyaz altın nasıl öldü?
Saat: 09:37
Dünyanın sayılı tarım ülkelerinden Türkiye, beyaz altını pamuğu kaybetti. Son 10 yılda 22 milyar dolarlık pamuk ve pamuk ipliği ithal edilirken, ihracat 12.6 milyar dolarda kaldı. Açık 9 milyar dolar oldu.
15 yıl öncesine kadar Türkiye dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri olmakla övünür, ilkokulda çocuklara ilk bu öğretilirdi. Pamuk da Türk tarımının beyaz altınıydı. Ancak o beyaz altın tamamen bitti, pamuk ithalatı Türk ekonomisinin kamburuna dönüştü. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, sektör temsilcileri ile gerçekleştirdiği toplantıların ardından pamuğun röntgenini çekti.
Son 10 yılda tam 22 milyar dolarlık pamuk, pamuk ipliği ve pamuklu mensucat ithal edildi. Pamukta verilen dış ticaret açığı 9 milyar doları buldu. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) verilerine göre Türkiye, Çin’den sonra dünyanın en fazla pamuk ithal eden ikinci ülkesi konumunda bulunuyor.
Pamuk Türkiye’nin en yüksek ithalat kalemlerinden de birini oluşturuyor. FAO’nun verilerine göre 2010 yılında Türkiye, 1 milyar 729 milyon dolar ödeyerek 889 bin ton pamuk ithal etti. 2002 yılında dünya pamuk üretiminde Türkiye’nin payı yüzde 4.6 iken 2012 yılında bu oran yüzde 2.1’e düştü. 2002 yılında 964 bin ton pamuk üreten Türkiye 2011-2012 döneminde ancak 675 bin ton pamuk üretebildi.
Fiyatı ihracatta düşüyor
2011 yılında pamuğun kilosunu 3.05 dolardan ithal eden Türkiye, aynı dönemde yerli pamuğu ancak 2.53 dolardan ihraç edebildi. 2012 yılının ilk 10 ayındaysa pamuğun kilosunu ortalama 2.13 dolardan ithal eden Türkiye kendi ürettiği pamuğu ihraç etmek istediği zaman ürününü 1.69 dolardan satabildi.
Türkiye, her yıl irili ufaklı 30’a yakın ülkeden pamuk ithal ediyor. En fazla ithalat ise ABD’den gerçekleştiriyor. İkinci sırada Brezilya, 3. sırada Yunanistan yer alırken bu ülkeleri sırasıyla Türkmenistan, Özbekistan, Arjantin gibi ülkeler izliyor. 2012 yılının ilk 10 aylık döneminde de bu sıralama değişmedi. TÜİK’in verilerine göre 2002 yılından sonra Türkiye’de pamuk ekilen alanlarda 1 milyon 790 bin dekarlık bir daralma yaşandı. 2002 yılında 7 milyon 211 bin dekar olan pamuk ekim alanları, 5 milyon 420 bin dekara indi.
Umut Oran, dünya ülkelerinin pamuk üreticilerini var güçleriyle desteklerken Türkiye’de ise desteğin her geçen yıl azaldığını söyledi. Pamuk ekim alanlarının kentleşmeye kurban verildiğini de kaydeden Oran, şöyle devam etti:
“Devletin pamuğa özgü yeni bir destekleme politikasıyla pamuk üretimini yeniden ayağa kaldırması gerekiyor. Pamuk destekleme primlerinin artırılmadığı son yıllarda, mazot, elektrik gübre ve benzeri girdilerin fiyatları önemli ölçüde artmıştır. Sektör temsilcileri maliyetlerin yükselmesine bağlı olarak üreticinin pamuk üretiminden vazgeçtiğini dile getiriyor. İç piyasada lif pamukların iplikçiye emanete gönderilmesinin önüne geçilmesi gerekiyor. Bunun en net çözümü lisanslı depoculuktur. Mevzuattaki sıkıntıların aşılarak, pamuklarını lisanslı depoya koyacak olan üreticilerin ve çırçır işletmelerinin desteklenmesi şart. Tarım birliklerinin 2000 yılında çıkan yasası değiştirilmeli. DİFİF kredilerinin faizi affedilmeli, anapara geri ödemesi uzun yıllara yayılmalı. Birliklerde yöneticilik yapanların görev suçları, varsa cezaları da açıkça kanunda yer almalı.”
Beyaz altn nasl ld? - thelira.com (http://www.thelira.com/haber/112592/beyaz-altin-nasil-oldu)
İki ayda 25 milyon doları samana gömdük
İki ayda 25 milyon doları samana gömdük (http://www.odatv.com/n.php?n=iki-ayda-25-milyon-dolari-samana-gomduk-1401131200)
...Çin Komünist Partisi Polit Büro Üyesi Li Yuencao, Türkiye'de ekonomik kriz olduğunu ileri sürdü ve bunun Suriye politikasıyla örtbas edilmeye çalışıldığını iddia etti.
'Ekonomik kriz Suriye'yle örtbas ediliyor' - Siyaset - ntvmsnbc.com (http://www.ntvmsnbc.com/id/25413931)
ayazkentli
15-01-2013, 13:20
TÜRKİYE'de EKONOMİ KÖTÜ ŞEKLİNDE HABER YAPMAK YASAKLANDI:
Amerikalı Bloomberg Haber Ajansı'ndan geçen habere göre;
Türkiye’de, ülke ekonomisi hakkında negatif yorumların basılmasını suç sayan bir yasa yürürlüğe girdi. Kafalarda soru işaretleri yaratan yasayı, siyasi analist Stanislav Tarasov ve Radikal yazarı Uğur Gürses yorumladı. Meclis’ten geçen sermaye piyasasına ilişkin yeni yasa ile borsa manipülasyonlarına ve içeriden öğrenenlerin kötü kullanıma karşı bir dizi cezai madde düzenlemesi yapıldı.
Hükümetin yakın gelecekte ilgili maddeleri netleştirerek “suç” türünü ve gerekli cezayi daha açık şekilde ifade edeceği belirtiliyor. Çeşitli medya organlarında konu ile ilgili yorumlar yayınlanıyor. Siyasi analist Stanislav Tarasov da konuyu Rusya'nın Sesi Radyosu'da yorumladı:
Türkiye ekonomisi çoktan dünya finansal-ekonomik sistemi ile bütünleşti. Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri, milli istatistik kuruluşları ve analiz merkezlerinin yanı sıra ilgili uluslararası kuruluşlar tarafından da kaydediliyor. Dünya ekonomisinin oyun kuralları partnörler arasında içten ilişkiler olmasını gerektiriyor.
Hem de dünya finansal-ekonomik sisteminin denetim mekanizmalarının bugünkükoşullarında şu veya bu ülkenin temel ekonomik göstergelerinin gizlenmesi veya ilgili verilerin çarpıtılması tamamen manasız.
Uluslararası Para Fonu (İMF) ve Dünya Bankası'nın verilerine göre son iki yılda Türkiye ekonomisi ülkenin tarihinde en iyi temposuyla gelişti. 2010 ve 2011 yıllarında Türkiye ekonomisi yüzde 8,9 ve yüzde 8,5 artış gösterdi. Türkiye hükümeti, ülkede ekonomik krizin önüne geçmeyi ve bütçedeki açığı azaltmayı başardı. Öte yandan Türkiye ekonomisinin şimdiki modeli ihracata dayalı olduğu için dünya piyasasındaki her çeşit geçici değişmeler ve dünya ekonomisinde devam eden kriz kaçınılmaz olarak Türkiye ekonomisinin temel göstergelerine etki yapıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre 2012 yılının sonlarında Türkiye’nin gayri safi iç hasılasında artış yüzde1,6'ya kadar düştü. Halbuki bu dönemde yüzde 2,6 artış olacağı tahmin ediliyordu. Aynı dönemde sanayi üretiminin göstergelerinde yüzde 5,7 düşüş kaydedildi. Bu bağlamda pekçok Türk eksperler bu durumun başlıca nedeni olarak dünya ekonomisinin artış hızının yavaşladığına ve Euro bölgesinde kriz yaşandığına işaret ediyor. Zaten tüm bunlar Türkiye’nin yanı sıra pekçok diğer ülkeleri de etkiliyor. Aksaray Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Acar’a göre bunun için hükümetin 2013 yılında Türkiye ekonomisinin artış temposunu arttırmak amacı ile bugünden tedbirleri alıyor.
Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ercan Uygur, hükümeti yeni bir ekonomi modelini oluşturmak için ya ülkenin ihracatını yeni piyasalara yöneltmeye veya iç talebi teşvik etmeye çağırıyor.
Bu çeşit açıklamalar Ankara’da bazıları tarafından eleştirel olarak nitelendirildiği takdirde Ercan Uygun veya diğer uzmanlar cezai sorumluluğa mı çekilecekler?
Böyle bir olasılık, Türkiye’de ve dışında ekonomistler arasında kuşku ve şaşkınlık uyandırıyor.
Bloomberg Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre, sözü geçen yasanın yürürlüğe girmesi sonucunda Commerzbank Alman Bankası, durum aydınlığa kavuşuncaya kadar ofis çalışanlarını Türkiye’den geri çağırdı. Bank of America ve Merrill Lynch tarafından yeni yasanın Türkiye’deki faaliyetlerine yapacağı etki konusunda hukuksal ekspertiz başlatıldı.
GÜRSES: YASAYLA İSTENEN "BOZGUNCU" İLAN EDİLEBİLİR.
Radikal gazetesi yazarı Uğur Gürses de yasayı eleştirenlerden.
Gürses, bugünkü "Hükümet borsadan sonra SPK'ya da el koydu!" başlıklı yazısında, "Bu yasa ile işini iyi yapmayan siyasetçilere, isteyeni ‘bozguncu’ ilan edebilme ve cezalandırma olanağı sağlanıyor" yorumunda bulundu.
Yasada suç tanımının çok muğlak ve öznel ifadeler içerdiğine işaret eden Gürses, Borsa ve Sermaye Piyasası Kurulu'nun son düzenlemelerle tam olarak hükümetin hâkimiyeti altına alındığı görüşünde. Mali piyasalardaki aykırı görüşler, resmi görüşle ya da yürütmenin görüşleriyle uyumlu olmayan her ifade, değerlendirme, yorum ve uzman raporu, artık savcıların masasında kendini bulabilir.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Aslında şu anda ekonomi o kadar kötü ki, Çin'li politbüro üyesi yerden göğe haklı.
Türkiye bu büyük kaybın farkında değil
Türkiye bu büyük kaybın farkında değil (http://www.odatv.com/n.php?n=turkiye-bu-buyuk-kaybin-farkinda-degil-2503131200)
gokselcetin
13-11-2013, 09:02
Tarımı köylünün elinden almak gerek (http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2013/11/12/tarimi-koylunun-elinden-almak-gerek/)
Meraları gece yarısı köylünün elinden aldılar! (http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2013/07/13/meralari-gece-yarisi-koylunun-elinden-aldilar-13-07-2013/)
Yusuf YAVUZ
Türkiye 10 yılda Belçika kadar tarım arazisini terk etti! (http://www.odatv.com/n.php?n=turkiye-10-yilda-belcika-kadar-tarim-arazisini-terk-etti-0412131200)
'Tarım savaşı' (http://www.odatv.com/n.php?n=tarim-savasi-2912131200)
Yusuf YAVUZ'dan
Tarımı bekleyen büyük tehlike ne (http://www.odatv.com/n.php?n=tarimi-bekleyen-buyuk-tehlike-ne-1101141200)
Prof. Dr. İbrahim Ortaş
Çukurova Üniversitesi
İsmail Kuzucu
11-01-2014, 17:34
Kendi bölgemiz için yazıyorum;
Her sene patlıcan, biber, domates ekilen yerlere artık çeltik ekilmeye başlandı.
Köylere kadar olan (sulama giden) yerler temizlenip, dağlar setli hale getiririp çeltik ekilmeye başlandı.
Ver gübreyi ver suyu ver ilacı bilinçsizce topraklarımızı kendi kendimiz yedik bitirdik. Zor olmadan, az iş yapıp çok para kazanmaya bakılıyor..
Oğuz Karsan
20-02-2014, 09:19
Merhaba,
Ülkemiz tarmının kötü durumda olduğunu düşünmüyorum. Sadece eksikleri var.
Çağımızda, eskisi gibi büyük savaşların olmadığını görüyoruz. Emperyalist ülkeler milyarlarca dolar para harcayıp binlerce askerini riske atmak yerine, sömüreceği ülkeyi güçsüzleştirme planı yapıyor.
Kaynaklarını kullanamayan bir ülke her zaman iyi bir pazardır. Önce beslenme gelmektedir. Kömür,petrol,cam,demir,doğalgaz daha sonra gelir.
Düzgün beslenemeyen bir ülkenin insanları sağlıklı düşünemez,çalışamaz verimsiz olur. Tarım her insan için önemlidir. Yakın geçmişte tohum savaşları başladı. Yetiştireceğiniz ürün saf ve temiz değilse, organizmada bir sürü olumsuzluğa yol açabiliyor.
Ülkemiz insanının bir özelliği de, diğer ülke insanlarından daha dayanıklı ve değişen ortamlara çabuk intibak etmesidir. Yaşadığımız birçok olumsuzluklarda bunun örneklerini yaşadık.
Ülkemizde tarım bilinçsizce yapılmaktayken, köylümüz neyi nasıl üreteceğini çok iyi kavramış durumda. Ekonomik krizler sonucu büyük şehirlerdeki bir çok iş sahibi işini tasfiye ederek kırsal kesime yerleşerek köylüye hem komşu hem de destek olmuşlardır.
Bu insanlarımızın köylümüze birçok faydası olmuştur. Tohumu nereden bulacağı, hangi tip gübreyi kullanacağı,sulamayı nasıl yapacağı hususunda bilgiye ulaşmasında da öncü ve yardımcı olmuştur.
Büyük şehirlerden kırsala yerleşen insanımız bu gün dünyadaki gelişmeleri de günü gününe hatta saati saatine izlemektedir.
Ülkemizdeki tarım arazilerinin % 40'ına yakın kısmı pek kullanılmamış her türlü tarımın yapılabileceği ham topraktır. Önümüzdeki yıllarda, yok olmaya yüz tutmuş tarımımızın çok çok verimli bir duruma geleceğini düşünüyorum.
Sadece biraz destek lazım.
Saygılar
Soma ve Küçük Çiftçilerin Başına Gelenler...
TARIM RAPORU
MEVCUT DURUM
14 Mayıs’ta gerçekleşen Soma faciası görmezden gelinen bir gerçeği yeniden gündeme taşıdı. Soma maden ocağında ölen işçilerin çoğu tarımdan ayrılan çiftçilerdi. Facianın, Dünya Çiftçiler Günü’nde yaşanması da trajedinin bir başka acı yönünü ortaya koydu.
Facianın hemen ardından Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nden yapılan açıklamada, tarımdan geçimini sağlayamayan çiftçilerin, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için maden ocaklarında, inşaatlarda çalışmak zorunda kaldıkları belirtiliyordu...
Bir söylenceye göre, Sumak adlı bir yerleşim biriminde yaşayanlar şiddetli bir deprem sonrasında, şu anki Soma’nın bulunduğu bölgeye yerleşmişlerdi. Bölge geçimini tarımdan sağlıyordu ve buraya yerleşenler yaşadıkları yere “ilk damıtılan ve içinde anason bulunmayan rakı” anlamına gelen “soma” adını vermişlerdi. Daha sonra Soma’nın adı, yörenin kaliteli tütünlerini üretmesiyle anılmaya başladı. Ta ki, 80’li yıllarda yabancı tütün ekimine izin verilmesine kadar...
Burada tütün ekimi yapan çok uluslu şirketler için Tütün Yasası’nın çıkarılması ve tütünde liberal bir piyasanın kurulması çok önemliydi. Bu nedenle Uluslararası Para Fonu (IMF) 2000’li yıllarda ekonomik krizle köşeye sıkışan Türkiye’ye, kendi temsilcisi Juha Kahkonen aracılığıyla şu mesajı iletiyordu: “Tütün Kanunu çıkmadan para yok!”
2002’de çıkan Tütün Piyasası Yasası, destekleme alımlarını kaldırıyor ve tütün tarımı serbest olan ilçeler dışında kalan yerler dışındaki tütün fidelerinin sökülüp yok edilmesini öngörüyordu. Yasaya göre üretici, tütününü, yazılı sözleşme veya açık artırma yöntemiyle alıp satacaktı. Bu kararlar, tütün üreticisini çok uluslu sigara şirketlerin eline bırakıyordu.
Yasa çıkarıldıktan ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu kurulduktan sonra TEKEL özelleştirildi ve tütünde destekleme alımları kaldırıldı. Sonuç: 2002’de Türkiye’de 410 binden fazla üretici, yılda ortalama 160 bin ton tütün ekerken 2012 rakamlarına göre, tütün üretici sayısı 70 binin altında ve yıllık üretim 90 bin ton kadar (1). Ve Türkiye ürettiğinden fazla tütünü ithal ediyor.
Soma’da tütün tarımını bırakmak zorunda kalan bazı çiftçilerin, zeytinciliği denedikleri ancak yeterince gelir elde edemedikleri anlatılıyor. Tam da bu sırada tarım alanları Türkiye Kömür İşletmeleri tarafından kamulaştırılmaya başlıyor ve göç yoluna düşmeyen çiftçilere madenlerin karanlık yollarından başka seçenek kalmıyor.
Soma çevresinde kıl keçisi yetiştiren orman köylüsü ise başka bir karar nedeniyle gelirinden oldu. Ormanlara zarar verdiği iddiasıyla kıl keçisinin yasaklanması üzerine, hayvancılığı terk etmek zorunda bırakıldılar. Oysa kıl keçileri kontrollü otlatıldığında ormanlara zarar vermek bir yana yenilenmesini sağlayabilirler. Hayvancılığı terk etmek zorunda bırakılan pek çok köylü de para kazanabilmek için madenlere yöneldi.
Soma’da meydana gelen felaketin ardından geride kalan ailelerin söyledikleri de son 10-15 yılda yaşadıklarını özetliyor:
“Tütün bırkamadılar, domates bırakmadılar, çiftçiliği öldürdüler, üretecek ne bıraktılar ki; madende mecburen çalışıyorlardı.”
Soma’daki acı tablo, tüm Türkiye’de yaşananların bir yansıması… Buzdağı’nın kamuoyu tarafından yeni yeni fark edilen yüzü… Buzdağının altındaysa, tüm Türkiye’de yok olmaya yüz tutmuş küçük çiftçilik ve yüzyılların deneyiminden süzülüp gelen toprak ve tohum kültürü var.
Türkiye tarımındaki durumu anlatmaya geçmeden önce tarımın tarifini yapmakta yarar var: Tarım, bitkisel üretimle hayvan yetiştiriciliğinin bir arada yapıldığı işin adıdır. Başka bir deyişle, hayvan dışkılarının bitkisel üretimde, bitkisel üretimin insan ve hayvan beslenmesinde gıda olarak kullanılması tarımı var eder. Bağımsız kılar. Hayvan yetiştiriciliğiyle bitkisel üretim birbirinden ayrıldığı oranda çiftçi, suni gübre, mazot vs. girdi temin edici şirketlere bağımlı olur. Kimyasal girdiler kullanıldığı oranda ise toprak kirletilir, su kullanılamaz duruma gelir.
Bu anlamda tarım, sadece bir üretim kaynağı olmadığı gibi, gıda ürünü de herhangi bir iktisadi mal değildir. Tarım farklı bir ekonomik birim, başlı başına bir yaşam biçimi ve özgün bir toplumsal sistemdir.
Toprağın Üstü, Altından Daha Değerli!
Soma’nın kuzeybatısında, Kaz Dağları’nın beslediği Çanakkale ve Balıkesir’deki tarım toprakları bir süredir altın madenciliği girişimlerinin tehdidi altında.
Ancak sadece toprak, su varlığı, biyolojik çeşitlilik ve muhteşem peyzaj değil, rakamlar da, toprağın üstünün, altından çok daha değerli olduğunu kanıtlıyor:
Altın madenciliğinden 10 yıllık çalışma sonunda elde edilmesi planlanan gelir 40 milyar dolar. Bölgede tahıl, sebze, meyve, zeytin, zeytinyağı, çam fıstığı gibi bitkisel ürünlerle birlikte hayvansal ürünlerden elde edilen yıllık gelir ise 7,5 milyar dolar. Bu, 10 yılda 75 milyar dolar ediyor. Bunun anlamı ise şu: 10 yılın sonunda altın madenciliğinden elde edilecek gelirin yaklaşık iki katı Kaz Dağları’nın bereketli topraklarında yapılan tarımdan elde edilecek. Üstelik çiftçiler işsiz kalmayacak, inşaatlarda, madenlerde çalışmak zorunda kalmayacak, bildikleri işi yapmaya, gıda üretmeye devam edecekler (2).
Altın madenciliği nedeniyle Kaz Dağları’nda yaklaşık 400 bin ton siyanür kullanılacak ve başta 10 milyon zeytin ağacı olmak üzere bitkisel üretim olumsuz etkilenecek. Geçimini tarımdan sağlayan yaklaşık 750 bin kişiyle birlikte su, toprak, bitkiler ve hayvan varlığı da olumsuz etkilenecek (3).
Fındıktan kazandığıyla çocuk okutanlar artık çocuklarının eline bakıyor.
Bir başka örnek de Karadeniz’den... 20 yıl öncesine kadar Karadeniz’deki fındık bahçesinden elde ettiği gelirle çocuklarını üniversitede okutabilenler, artık aynı fındık bahçesinin geliriyle geçinemiyorlar. Fındık bahçesinden elde edilen gelirle üniversiteyi okuyan bir genç, annesi mutsuz olmasın diye bu kez tiyatrodan kazandığı parayı fındık bahçesine yatırdığını anlatıyor. (4)
Pek çok küçük çiftçinin tarlada ürününe ödenen fiyat, çeşitli aracılar yoluyla markete ulaştığında 6-7 katı fiyata satılabiliyor. Ve çoğunlukla son tüketicinin ödediği fiyat, küçük çiftçiye ulaşmıyor. Bunun sonucunda, çiftçilikten geçimini sağlayan aileler ya göç etmek ya da başka işler yapmak zorunda kalıyor.
Sanayileşmenin ve kentleşmenin yuttuğu tarım alanları
2010 yılında, Kandıra’da 400 kadar köylü, tek geçim kaynakları olan yüzlerce dönüm tarım arazisinin üzerine Gıda İhtisas Organize Sanayi Bölgesi yapılma kararını protesto ettiler. Çiftçilerin hukuki mücadelesi sonucu kamulaştırma iptal edildi. Ancak bu kez OSB’yi yapmak isteyenler, emlakçı gibi köylülerin miras yoluyla bölünmüş arazilerini almaya başladılar. Bu arada yaklaşık 2000 dönüm birinci sınıf tarım arazisi, nazım planda üçüncü sınıf tarım arazisine çevrilmişti. Şimdi OSB yapılmak istenen toplam tarım arazisinin yüzde 80’i bu yolla satılmış durumda. Yüzde 20’sini ekip biçen çiftçilerse arazilerini vermemekte kararlılar.
Kandıralı çiftçi Yadigâr Derin’in söyledikleri toprağında kalmak isteyen çiftçinin durumunu gözler önüne seriyor:
“Biz bu toprakları çocukluktan beri sürdük. Atla, sabanla başladık, bugünlere geldik. Babam yatalak hasta, bitkisel hayatta. Biz kimseden bir şey istemedik, çoluğumuzun çomağımızın karnını doyurduk... Bizim topraklarımıza sanayi yapmak istiyorlar... Bana destek versinler, Tavşantepe’yi besleyebilirim. Çalışarak bunu yapabilirim. 40 milyar borcumu ödedim. Her bir şeyimizi çalışarak aldım. Eti dışarıdan almasınlar bana imkân versinler eti ben yetiştireyim. Kandıra’nın hindisi meşhurdur ama kuş gribi var dediler; tavuk, hindi hapsini telef ettiler. Şimdi de topraklarımızı öldürmeye çalışıyorlar.”
Kentleşmenin ormanları, su havzalarını, meraları, fundalıkları yuttuğu İstanbul’da kentin kıyısındaki tarım alanları da özelleştirmenin tehdidi altında... Kentin sebze ihtiyacının bir bölümünü karşılayan Gümüşdere’deki tarım alanları özelleştirme kapsamına alınmak isteniyor. Bu arazilerin özelleştirilmesi, burada üretim yapan 650 çiftçinin gelirinden olması anlamına geliyor. Binlerce kilometre öteden İstanbul haline giren sebze-meyvenin yüzde 12’sinin heba olduğu düşünülürse, yerel üretim ve tüketimin, dolayısıyla da kentteki tarım alanlarının korunmasının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Türkiye’de tarım alanlarının ve küçük çiftçilerin giderek azaldığını gösteren tabloda, HES’ler nedeniyle sular altında kalan veya otoyol, toplu konut projeleri ve turizm gibi nedenlerle betonlaşan verimli tarım arazileri ile göç etmek zorunda kalan köylüler de var...
Yüz binlerce çiftçi aile, toprağını terk etmek zorunda kaldı
Türkiye’de tarım topraklarının giderek yok olmasıyla küçük çiftçiliğin ya da başka bir deyişle aile çiftçiliğinin giderek yok olmasının birbiriyle doğrudan ilgisi var. Topraktan ürettiğiyle gelir elde eden çiftçi için toprağı herşeyidir. Çünkü kendi gıdasını oradan yetiştirir, oradan elde ettiği gelirle ihtiyaçlarını karşılar. Türkiye’de tarım arazilerinin yüzde 87’si küçük çiftçiler tarafından ekiliyor (5). Ancak rızkını topraktan çıkaranların sayısı hızla azalıyor.
Manisa, Balıkesir ya da İzmir’in sulu tarım yapılamayan köylerinden çıkıp madende çalışmaya giden insanlar gibi milyonlarca insan ya ürünü para etmediği için, ya zirai ilaç, suni gübre, ithal tohum gibi masraflar gelirini kat be kat aştığı için, ya da toprakları betonlaşmaya veya sanayileşmeye terk edildiği için ucuz işgücü olarak başka işlere yöneliyor.
Tarım girdilerinin fiyatındaki artış da küçük çiftçiyi olumsuz etkiliyor. Tarımda ilaç olarak kullanılan etken maddelerin yüzde 80’i ithal ediliyor (6). Eskiden kendi tohumluğunu ayıran çiftçi piyasadaki albenisi yüksek, standardize edilmiş ürünlerle rekabet edebilmek için evladiyelik tohumluklar yerine, tohumunu her yıl tohum şirketlerinden satın alıyor.
Çiftçi Sendfikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah Aysu, 2000-2007 yılları arasında, 560 bin çiftçi ailenin yukarıdaki nedenlerle toprağını terk ederek göç etmek zorunda kaldığını söylüyor.
TZOB’un verilerine göreyse, 1996'da Türkiye’de 9 milyon 259 bin kişi tarımdan ekmek yerken, 2013'te bu rakam 6 milyon 15 bine indi.
İnatla toprağını bırakmayan küçük çiftçilerinse borçları katlanarak büyüyor. Çiftçilerin yaklaşık yüzde 38’i kredi ve borçla tarımı sürdürebiliyor ve bankalardan borç alıyor. (7)
Türkiye tarım arazilerini kaybediyor
1995-2013 yılları arasında Türkiye’nin toplam tarım alanları yüzde 11,3 azalarak 26,8 milyon hektardan, 23,8 milyon hektara geriledi. Türkiye 18 yılda 3 milyon hektar tarım arazisini kaybetti. (8)
TZOB verilerine göre, tarım dışı kullanım özellikle Çukurova, Gediz, Menderes ve Tarsus ovaları ile İzmir, Bursa, Antalya, Mersin, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Trakya gibi verimli tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerde yoğunlaşıyor. Yine orman ve mera olarak kullanılması gereken 6 milyon hektar arazide ise işlemeli tarım yapılıyor. (9)
Üretim maliyetlerinin ürün fiyatlarından fazla olması nedeniyle gelir kaybına uğrayan çiftçilerin terk ettiği, ekilmeyen tarım arazisi 1,5 milyon hektara ulaşıyor. (10)
Köylerini bir anda kaybettiler!
2012’de çıkan Büyükşehir Yasası ile büyükşehirlere bağlı ilçelerin sınırları içinde, mahalleye dönüştürülen 16 bin 82 köy ve beldenin sakinleri, birdenbire “kentli” oldular ve artık köyün değil kentin ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulduğu yönetmeliklere tabiler. Örneğin, yerleşim alanlarına yakın bölgelerde hayvancılık yapmaları “Umumi Hıfzıssıhha Kararı” gereğince yasaklanan eski köylü-yeni kentlilerin, ahır, ağıl ve kümesleri ortadan kaldırılacak. Eski köy-yeni mahalle köylerin ortak varlıkları olan meralar da belediyelerin tasarrufuna geçtiği için, hayvanlar meralarda özgürce beslenemeyecek. Bu yasayla birlikte Türkiye’de köy nüfusu 6 milyon 400 bine düştü ve yüzde 80’lerde seyreden kent nüfusu birden yüzde 90’a ulaştı. (11)
Gerek Dünya Bankası ve IMF yaklaşımlarıyla uyumlu politikalar, gerekse AB'nin Ortak Tarım Politikası’yla uyumlu düzenlemelerin yapılması sonucu ortaya çıkan tablo, küçük aile işletmelerinin tasfiye olduğunu, görece büyüklerin oranının arttığını; orta işletmelerin de tasfiye ile karşı karşıya bulunduğunu gösteriyor.
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bir yandan doğrudan gelir desteği gibi destek programlarını uygularken diğer yandan da tarımsal istihdamı çok daha aşağılara çekme yönünde politikalar uygulamayı sürdürüyor.
Küçük çiftçiler bir yandan serbest piyasa koşullarına diğer yandan da doğa tahribatına ve iklim değişikliklerine rağmen ayakta kalmaya çalışıyor.
1980 yılında tarımın toplam istihdam içindeki payı yüzde 50,6’yken, bu rakam 2008’de yüzde 32,8’e, 2010’da ise yüzde 25,2’ye geriledi. (12)
Son 20 yıl içinde kırsaldaki istihdam içinde tarım dışı alanlarda çalışan oranı yüzde 22,7’den yüzde 38’e yükseldi. (13)
Hükümetin izlediği politikalar, büyük ölçekli çiftçiliği teşvik ediyor. Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından uygulanacak asgari alım miktarı ve toprakların ölçülebilirliğine ilişkin alt limitler büyük çiftçiliği teşvik eden uygulamalar arasında. Oysa tarımda ölçek, sadece toprak büyüklüğü anlamına gelmiyor. Ölçekle birlikte yürütülen hayvancılık faaliyeti ve tahıl dışı ürünlerin payı ve bunların birlikte yapılmasının getirdiği sinerji düşünüldüğünde, ölçek ve verim ilişkisi “küçük ölçekte verim düşük olur” şeklinde kurgulanamaz. Toprakların çok parçalı ve küçük ölçekli olmasının bazı dezavantajları olsa da bu sadece toprak büyüklüğüne bakarak iddia edilemez. (14)
Arazileri büyütmenin verimi artırdığı ise doğru bilinen yanlışlardan. Büyük ölçek endüstriyel tarımı, makineleşme ve bu da daha fazla ilaç, gübre, mazot anlamına geliyor. Bu girdiler ne kadar çok kullanılırsa toprak o kadar fakirleşiyor ve verim bir süre sonra düşmeye başlıyor. Uzmanlar verim için ölçeği büyütmek değil, toprağı beslemek ve iyileştirmenin önemini vurguluyorlar.
Tüketicinin gıdaya verdiği paranın büyük kısmı aracıya gidiyor
Tarım ürünleri işleyen sanayinin ve perakende zincirlerinin standart ve düzenli ürün talebine bağlı olarak sözleşmeli çiftçilik de yaygınlaşıyor. Pek çok geleneksel bağımsız çiftçi, sözleşme yaptığı şirketin işçisi gibi çalışıyor.
Tarım ürünlerini işleyen, satın alan ve pazarlayan kamu kurumlarının aradan çekilmesiyle çiftçi pazarda tüccar, sanayici ve market zincirleriyle karşı karşıya kaldı. Çiftçinin 1 liraya sattığı domatesin fiyatı aracıların elinde 6-7 katı artarak son tüketiciye ulaşıyor. Bu özellikle düşük gelirli tüketicilerin cüzdanına da ciddi bir yük getiriyor. Üreticiyle tüketicinin doğrudan karşılaştığı yerel pazarlar, semt pazarları, alternatif gıda ağları ve gıda toplulukları kısmen de olsa çiftçiye doğrudan gelir desteği sağlıyor.
Meraların üçte ikisi kaybedildi
Hayvancılık sektöründe özelleştirmenin ardından, özelleştirilen pek çok birimin kapanması, yem fiyatlarındaki ciddi artış, fiyat politikaları nedeniyle süt hayvanlarının kesime gitmesi, hormon ve antibiyotik ilaçlarının kullanımı bu sektörde yaşanan problemler...
Hayvancılık sektöründe çarpıcı bir dışa bağımlılık göze çarpıyor: Türkiye, 2002 yılında 15 milyon 932 bin dolarlık canlı hayvan ithal ederken, 2009’da bu rakam 33 milyon 664 bin dolar oldu (15).
1928’de işlenen toplam tarım arazi miktarı 6,6 milyon hektar iken çayır-mera varlığı 46 milyon hektardı. Yani 1928’de çayır mera alanı, işlenen toplam arazi miktarının yaklaşık 7 katıydı. Şimdilerde işlenebilen tarım toprağı miktarı 20 milyon hektara ulaştı. Çayır-mera varlığı ise 1975’lerdeki sayıma göre 21,8 milyon hektara, şimdilerde ise 15 milyon hektarın altına indi. Kısacası 85 yılda çayır mera varlığının üçte ikisi kaybedildi (16). Bununla birlikte meralar toprak kalitesi ve biyolojik çeşitlilik açısından fakirleşti, özellikle kurak bölgelerde yanlış yönetim nedeniyle çölleşme süreci yaşanıyor.
Bitkisel üretimde olduğu gibi hayvancılıkta da verilen teşvikler, piyasa düzenleme mekanizmaları ve diğer düzenlemelerle "ölçek büyütme" yolunda hızlı bir ilerleme yaşanıyor. Bu da aile çiftçiliğini yok ediyor, süt ve özellikle et fiyatlarının manipülasyona çok açık hale gelmesine neden oluyor ve bundan hem üretici hem de tüketici zarar görüyor. Bu ölçek büyütme hamlesi "suni büyütme koşullarının olduğu besleme kabinli" işletmelerin artması, çoğu GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların refahının olumsuz etkilenmesi, istihdamın düşmesi ve köylülerin bu fabrikalarda maaşlı çalışan haline gelmesi gibi sonuçlara neden oluyor.
Ölçeği büyüyerek şirketleşen tarım, giderek yok olan küçük çiftçilik ve aile çiftçiliği ile geleneksel üretim, imece ve komşuluk dayanışması da yok oluyor. Bereket-danayışma-yeterlilik ilişkilerinin yerini maliyet-verim-büyüme ilişkisi alıyor. Münavebeli ekim ve çoklu kültür yöntemleri yerine toprağı yoran sürekli ve monokültür; toprağı fakirleştirerek biyolojik çeşitliliği ve su varlığını tehdit eden zirai ilaçlar ve suni gubrelerle üretim de küçük çiftçiliği sürdürülebilir olmaktan giderek uzaklaştırıyor.
Toprağını kaybeden çiftçiler tüketici oluyor. Bir zamanlar kendi yetiştirdiği gıdayla beslenen insanlar, yanlış tarım politikaları ve tarım topraklarının sanayi ve kentleşmeyle işgali nedeniyle ucuz iş gücü olarak sağlıksız koşullarda, güvencesiz calışmak zorunda kalıyor.
Faciada hayatını kaybeden madencilerin Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarını ödemeleri için kolaylık sağlamak gibi geçici düzenlemeler, ne çiftçiler ne de tarım işçilerinin refahı için bir çözüm olabiliyor.
NE YAPMALI?
Küçük çiftçiler gıda güvenliğinin teminatı
Aile işletmelerinin toprakla ilişkisi şirketlerden çok farklı. Çiftçi aileler hayvanıyla, toprağıyla bir aidiyet duygusu yaşıyor, kitaplardan öğrenilemeyecek bir kültürü nesilden nesile taşıyor. Bu da onları sürdürülebilir tarımın temel taşı yapıyor. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, yoksullukla mücadele ve doğal kaynakların korunması açısından aile çiftçiliğinin önemini vurgulamak amacıyla 2014 yılını Aile Çiftçiliği yılı ilan etti.
Çiftçilerin şu anki temel sorunu maliyetlerin yüksek, verimliliğin düşük olması. Büyük ölçekli araziler verimlilik gereğiymiş gibi gösterilse de, Birleşmiş Milletler 8 Mart 2011’de yayımladığı raporda küçük ölçekli ekolojik tarımın daha verimli olduğunu ortaya koyuyor. 20 Afrika ülkesinde uygulanan son projelerin, 3 ila 10 sene içerisinde verimi iki katına çıkardığını vurgulayan De Schutter imzalı rapor, bugüne kadar endüstriyel olmayan küçük ölçekli ekolojik tarım projelerinin, 57 ülkede verimi ortalama yüzde 80, Afrika ülkelerindeki tüm projelerde ise yüzde116 artırdığını ortaya koyuyor.
Yukarıda saydığımız bütün örnek ve rakamlar, Türkiye’nin de aile işletmeciliğine dayalı kendine özgü bir sistem kurgulaması ve yaygınlaştırması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Gıda güvenliği ve gıda bağımsızlığı için tarım politikalarının yeniden gözden geçirilmesi ve çiftçi ailelerin yaşamıyla doğru orantılı olarak, doğal varlıkların devamlılığını da sağlayacak doğa dostu yöntemlerin politika haline gelmesi gerekiyor.
Küçük çiftçiliğin, dolayısıyla gıda bağımsızlığı, gıda güvenliği ile toprak, su ve yerel tohum varlığının devamlılığı için önerilerimiz:
- Öncelikle Soma’da ve çiftçi ailelerin topraklarını terketmek zorunda kaldığı hassas bölgelerde, ekolojik tarım, katma değerli ürün üretimi, üreten kadınların güçlendirilmesi, toplum destekli tarım gibi projelerle küçük çiftçiler desteklenmeli.
- Türkiye'de tarımın en önemli sorunlarından biri de tarım alanlarının tarım dışı amaçlarla kullanımı. Bunların başında sanayileşme, çarpık kentleşme, turizm, kara ve demir yolları, petrol taşıma hatları, barajlar, tuğla, kiremit, taş ocakları ve Soma’da örneğini acı bir şekilde gördüğümüz madenler geliyor. Bu tesisler bir yandan tarım alanlarının amaç dışı kullanımına neden oluyor, diğer yandan da çevre kirliğine neden olarak doğanın tahribatına yol açıyor. Bu yüzden tarım alanlarının amaç dışı kullanımına son verilmeli.
- Tarım çalışanlarının yaşam standartları geliştirilmeli. Gübrede, ilaçta, tohumda ve teknolojide dışa bağımlılıktan kurutulmak için gerekli düzenlemeler -konuyla ilgili olarak çalışan akademisyenler, sivil kuruluşlar, inisiyatifler ve bilge köylülerle işbirliği yapılarak- uygulamaya sokulmalı. Biyolojik çeşitliliğin ve gıda bağımsızlığının teminatı yerlel/atalık tohumların ekilerek yaygınlaştırılması desteklenmeli.
- Türkiye’de, Osmanlı’dan bu yana çözülemeyen toprak reformu acilen gerçekleştirilmeli. Ancak bu reform küçük çiftçiyi koruyan düzenlemeler içermeli. Bugün kırsaldaki nüfus göz önüne alındığında hane başına düşen tarım toprağı 61 dekar. Bu ölçek, rahatlıkla bir aileyi geçindirebilir ancak dağılım 20 dönümden binlerce hektara kadar ulaşıyor (17). Miras yoluyla bölünmüş tarım topraklarına ilişkin yeni yasal düzenleme de küçük çiftçilerin sorununu çözmüyor. Çünkü 20 dönümden daha az toprağa sahip olmamakla ilgili bir limit varken, bir üst limit yok. Bu durumda büyük çiftçiliğin yolu açılıyor. Ancak arazi ne kadar büyürse fosil yakıt, enerji ve kimyasal kullanımı da o oranda artıyor. Bu nedenle aile başına yeterlilik ölçüsü sayılabilecek 50-60 dönüme denk düşen bir paylaşımın yapılması hem adaletsiz paylaşımı ortadan kaldıracak, hem köylünün topraksız kalarak bilmediği işleri ucuza yapmasını engelleyecek, hem de atalık toprak kültürünün korunarak gelecek kuşaklara aktarılması sağlanacak.
- Aile çiftçilerine, hayvanından elde ettiği gübresinin yanı sıra, enerjisi, suyu ve tohumuyla kendine yetebilecek bir sistem oluşturabilmesi için gerekli destek sağlanmalı.
- Tarımsal kredi fazileri sürekli yükseliyor. Bu faizleri kamu ve özel sektör bankalarının yanı sıra Tarım Kredi Kooperatifleri de veriyor. Ancak kooperatiflerin verdiği faizler, banka fazilerine eşit. Bu nedenle çiftçiler piyasa koşullarına eşit faiz ödemelerini yapmakta zorlanıyor. Tarımsal kredi faizlerinin sübvanse edilmesi gerekiyor.
- Çiftçinin en çok belini büken konulardan biri de mazotta ÖTV ve KDV. Tarımda yılda 9 milyar liralık mazot tüketiliyor ve bunun 7 milyar lirası ÖTV ve KDV olarak ödeniyor (18). Tarıma verilen desteklerden bile vergi kesiliyor. Bu nedenle mazottaki ÖTV ve KDV’nin kaldırılması çiftçiyi rahatlatacak.
- Türkiye’de tarımsal ürünlerin pazarlaması tüccarlar, hal ve market zincirlerinin elinde. Üretimden nihai tüketiciye kadar olan zincirde aracılar, hem elde edilen gelirin çok büyük bölümünü alıyor, hem de ne kadar çok aracı olursa ürünün fiyatı da o oranda artıyor. Oysa aracıların ortadan kalkması hem üreticinin gelirini artıracak, hem nihai tüketicinin gıdaya daha ucuza ulaşmasını sağlayacak, hem de tüketicinin üreticiyi sürekli denetleyerek bozulan güven ilişkisini yeniden tesis etmesine olanak verecek. Üretici ve tüketici kooperatiflerini destekleyecek yasal düzenlemelerin yapılması ve aracıyı ortadan kaldıracak alternatif pazarlama ağlarının yaygınlaşması gerekiyor.
- Büyük ölçekli işletmelere yönelik, hayvan refahı ve kirlilikle ilgili yaptırımların uygulanması gerekiyor.
- Özellikle dağınık ve kamu hizmetinden yeterince yararlanamayan yerleşimlerin sorunları çözülmeli, bu yerleşimlerde üretim yapanların da pazara ulaşabilmeleri için alternatif pazarlama ağları geliştirilmeli.
- Kendini sürdürebilen yerel tohumlar ve toprağı iyileştiren doğa dostu yöntemler sayesinde, çiftçinin kimyasal girdilere bağımlı olmasını engelleyen ve girdi maliyetlerini bertaraf eden doğa dostu tarım yöntemleri desteklenmeli ve bu konuda çiftçilerin ihtiyaç duyduğu bilgiye ulaşmaları desteklenmeli. Sürdürülebilir doğa dostu yöntemler konusunda modeller oluşturulmalı, var olan modeller desteklenerek yaygınlaştırılmalı.
- Tarımda çalışan kadınların güçlendirilmesi için destek programları uygulanmalı.
-Mevsimlik işçilerin çalışma ve yaşam koşulları iyileştirilmeli.
- Çiftçiler ürünlerini doğa dostu yöntemlerle işlemeleri ve katma değer ilave etmeleri konusunda teşvik edilmeli.
- Aile işletmeleri ve tarım için temel sorunlardan biri de, tarım nüfusunun yaşlanması. Genç nüfusun tarımda kalması ve tarımsal faaliyetin kuşaktan kuşağa aktarılması için motivasyon ve teşvik programları uygulanmalı.
- Gıdamızı üreten çiftçi ailelere hak ettikleri itibarı ve saygınlığı geri verecek adımlar atmalıyız.
- Yerleşim planları, yerel/geleneksel kültür ve biyocoğrafik açıdan sürdürülebilirlik ile ekolojik ayak izi hesapları göz önünde bulundurularak yapılmalı.
YSGP (http://t24.com.tr/haber/ysgpden-soma-raporu-o-isciler-ciftciydi-toprak-reformu-yapilmali,260101)
http://onedio.com/haber/ysgp-o-isciler-ciftciydi-toprak-reformu-yapilmali--313759
Analiz: Çiftçinin %88'inin cebinde para yok - Bloomberg HT (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1602943-analiz-ciftcinin-88inin-cebinde-para-yok)
Analiz: 50 bin ton mandalina risk altında - Bloomberg HT (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1668007-analiz-50-bin-ton-mandalina-risk-altinda)
Türkiye'de çiftçi sayısı son 12 yılda 405 bin kişi eksildi - Ekonomi - T24 (http://t24.com.tr/haber/turkiyede-ciftci-sayisi-son-12-yilda-405-bin-kisi-eksildi,278000)
İsviçre sütüne Fransız şekeri ve Amerikan pirinci katılarak yapılmış Türk sütlacı yiyeceğimiz günler yakındır. (http://www.odatv.com/n.php?n=seker-pancarini-da-artik-disaridan-alacagiz-3012141200)
Türkiye tarımı böyle bitirildi (http://www.odatv.com/n.php?n=turkiye-tarimi-boyle-bitirildi-0201151200)
Analiz: Bakliyatta nasıl ithalatçı konuma geldik? (1) - Bloomberg HT (http://www.bloomberght.com/analiz/haber/1712101-analiz-bakliyatta-nasil-ithalatci-konuma-geldik-1)
Cumhur Tonba
27-01-2015, 22:26
Türkiye'de çiftçi sayısı son 12 yılda 405 bin kişi eksildi - Ekonomi - T24 (http://t24.com.tr/haber/turkiyede-ciftci-sayisi-son-12-yilda-405-bin-kisi-eksildi,278000)
405 bin mi?
Adnan Bey, sadece bizim köyde 12 yılda 240 kişi vardı dosyasını doldurduğum ÇKS ye kayıtlı çiftçi. Şu an 123 kişi kaldı.% 50* ye varan bir azalma var. 405 bin bana çok az geldi. Rakam doğrumu acaba?
Türk tütününün sonu geliyor
1- http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1717399-analiz-turk-tutununun-sonu-geliyor-1
2- Analiz: Türk tütününün sonu geliyor (2) - Bloomberg HT (http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1718887-analiz-turk-tutununun-sonu-geliyor-2)
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.