View Full Version : Organik tarım 'hikaye' mi?
mücahit bereket
28-08-2008, 10:47
organik ürünlerle ilgili yapılan çalışmalarda ortaya çıkan son bulgular şaşırtıcı,
organik yöntemlerle ve modern tarımla üretilen ürünler arasında reel anlamda hiçbir fark ortaya konulamamış,
yani deneysel bir bulgu yok,
hayret doğrusu.
Kopenhag ün. İnsan beslenmesi bölümünden Dr. Susanne Bügel ve ekibinin yaptığı çalışmada;
Birinci yetiştirme yönteminde sebzeler, lahana için organikliği onaylanmış böcek ilacı haricinde böcek ilacı bulundurmayan ve düşük miktarda yapı maddesi içeren hayvan gübresinde yetiştirildi.
İkinci yetiştirme yöntemi, düşük seviyede yapı maddesi içeren hayvan gübresi ve yasalarca izin verilen oranda böcek ilacı içerirken, üçüncü yöntemde ise yüksek oranda yapı maddesi içeren gübre ve yasalarca izin verilen oranda böcek ilacı kullanıldı.
Yem olarak kullanılacak ekinlerin ise komşu alanlarda aynı ya da benzer topraklarda, aynı dönemde yetiştirilerek aynı hava koşullarına maruz kalmaları sağlandı. Tüm ekinler aynı zamanda hasat edildi ve işlendi. Organik olarak yetiştirilen sebzelerde ise organik toprak kullanıldı.
Hasat sonrası sonuçlarda temel ve eser miktarda elementler bakımından üç farklı yöntemle yetiştirilen sebze ve meyveler arasında bir farklılık olmadığı görüldü.
Daha sonra organik ve geleneksel metotla yetiştirilenler ürünler iki yıl süresince hayvanlara verilerek farklı mineral ve eser miktar elementlerin giriş ve çıkışları ölçüldü. Sonuçlar, "ürünler nasıl yetiştirilirse yetiştirilsin temel elementlerin seviyesinde bir değişiklik olmadığını" gösterdi.
denizakvaryumu
28-08-2008, 11:17
Bu konuda nette gezen haberler şöyle;
Örneğin;
Organik tarımla yetişen domatesin 100 gramında 10 gram C vitamini var, organik tarımla yetiştirilmeyen domatesin 100 gramında da 10 gram C vitamini var bu durumda reel anlamda fark yok.
Yani vitamin ve mineraller açısından fark olmadığı söyleniyor ki bu doğru.
Ancak tat-ziraii ilaç kalıntıları-hormonlar açısından karşılaştırma yok.
Kimyasal ilaçlarla tarım yapanların doğal olarak uydurdukları para kokan bir görüş. Koskocaman Avrupa boş yere organik gıdaya önem veriyor o halde. Doğal ve hormonsuz meyvaların tadının daha iyi oluşunu nasıl açıklayacaklar peki. Bunlar fasa fiso gerçekten doğal yollarla üretildiyse tadıda güzeldir, içindeki vitamin mineral oranıda yüksektir.
Emine Aktaş
28-08-2008, 20:12
Sayın organik, aynen size katılıyorum...
Teşekkürler Emine hanım, onca delile, bilgiye, aldığımız tada rağmen.. görünen köy kılavuz istemez tabi; ancak halk cahilse kılavuz bile doğru yola iletemez.. Umarız çok büyük araştırmalara dayanan halkın severek okuyacağı organik ürün ve üretimle ilgili kitaplar yazılır, kitapçıklar dağıtılır..
Yani vitamin ve mineraller açısından fark olmadığı söyleniyor ki bu doğru.
Ancak tat-ziraii ilaç kalıntıları-hormonlar açısından karşılaştırma yok.
Sayın Denizakvaryumu söylediklerinize katılıyorum.
Ayrıca bu deneyde ne tür tohumlar kullanıldığı belirtilmiş mi? GDO'lu tohum ile doğal tohum kullanılsaydı ve ürünlerin içerikleri karşılaştırılsaydı sonuç ne olurdu? Organik tarımı değerlendirirken tohumu da ele almak gerekmez mi?
GDO ve kimyasallar sadece ürünü değil, toprağı, suyu da kirletiyor, çevresindeki diğer canlılara zarar veriyor. Organik tarımın amaçlarından biri de doğanın dengesini korumak değil mi?
Bence bu araştırma organik tarımın gereksiz olduğunu kanıtlayamaz; sadece, deneyde uygulanan yetiştirme şartlarının, aynı kalitedeki tohumlarda uygulandığında, ürünün içerdiği elementlerde değişiklik yapmayacağını gösterebilir.
mücahit bereket
31-08-2008, 15:50
yahu amma polemik konusu oldu su konu.
allah aşkına ben ne organik tarımı ne de organık tarım karsıtlarını savunmuyorum.
bi arastırma dikkatımı cektı ve bende konuyla ilgili bişeyler daha ögrenebilirmiyim diye baslık actım hepsı bu.
varsa bilgisi olan buyursun aydınlatsın herkesi
Sayın Mücahit Bereket,
Başlık açıp fikrinizi söylediniz, konuyla ilgilenenler de fikirlerini söylediler. Karşıt görüşler sizinle ilgili değil, konuyla ilgili. Bu konuda karşılıklı bilgi edinmek istiyorsak, fikirlerimizi daha sakin bir şekilde ifade edelim lütfen.
Saygılarımla.
Araştırmayı acaba hangi kuruluşun teşvikiyle yapmışlar merak ettim, kesin organik üretim düşüncesinden va çevrecilikten zedelenen bir iş adamının etkisiyle olmuştur bütün bunlar.
Şimdi düşünelim araştırmayı nasıl yaptılar,
Bu haber Kopenhag Üniversitesinde yapılan bir çalışma, Avrupa azıcık alandan çok karlar elde etmenin peşinde, Avrupa bir tarım ülkesi olamaz, dolayısıyla onlarda kimyasal tarımda üretim artıyor. Araştırmaya bakınca söyleyene değil söyletene bak denmeli..
Araştırma yaptıkları tohumlar genetiği değiştirilmiş tohumlardan veya önceden kimyasal işleme tabi tutulmuş tohumların neslindense bu sağlıklı bir kıyaslama olmaz.
Aynı zamanda araştırmayı yapanlar minimum düzeyde tutuyorlar kimyasal ilaçları, oranını iyi ayarlıyorlar diğer yandan. Halksa bir şekilde onların kullandığının 10 katı kullanıyor. Önemli olanda bu zaten ancak doğal tarıma önem verilerek bunun önüne geçilir.
Genetiği değiştirilmiş ürünlerin kof olduğu bir anda büyüyüp doğal olanlardan daha az besin maddesi içerdiğide ıspatlanmıştır. Doğal ve ırk çeşitlendirmesi yaparak üretilen ürünlerin tadlarıda lezzetli ve tadına dolgundur.
Bazı türler daha çabuk büyüyor diye sırf ondan üretiyorlar. Halbuki karışık veya melezleşmiş ürünler daha dayanıklı ya da çok daha farklı, dolgun lezzetler sunabiliyor. Ticari amaçla yapılan tarımdaysa yine adı organik olabilir ancak tek nesil bir ürünse eğer kısıtlı bir lezzettir, bir de bu var tabi.
mücahit bereket
31-08-2008, 17:20
KONUYLA İLGİLİ ARAŞTIRMAYI BELİRTTİM,KENDİ FİKRİMİ YAZMADIM,DEĞERLENDİRME YAPMADIM,SADECE BİR BİLGİYİ AKTARDIM
nurbahar hanım bilgi edinmek istiyoruz elbette,yani yorum degil bigi-pozitif-objektif bılgi.
sakin olmadıgımı nerden cıkardınız ve konuyla alakası ne.
denız akvaryumunun degındıği konu onemli,suan ona bakıyorum
Cumhur Tonba
31-08-2008, 17:21
İster organik, isterse inorganik tarım olsun. ****** bitkideki organik ve inorganik maddeler( Yağlar, vitaminler, mineraller, tuzlar, vs.) aynı şartlar altında yetiştirilirse değişmez.Mantıkende bu böyledir. Organik tarımda önemli olan Zirai İlaç kullanılmamasıdır.
Tarım yapılan yerin bir çok etkenden ari olmasıdır.
Saygılarımla.
mücahit bereket
31-08-2008, 17:27
sayın organık olayın ideolojık kısmını bılemıcem,
yalnız kopenhag gibi kurumların soyledınız sekıl de tutarsızlık arzedebilmeleri çok uzak bı ıhtımal,yıne de olabilir.
bu arada,bilimin ilerleyişi elbette ideolojilerin etkisinde kalacaktır.bu doğal.işte buyüzden amatörlerin tesbitleri bazen umalmadık yerlere varabiliyo,
TÜBİTAK'a ait tam raporu göremedim, diğer kaynaklar bizi yanıltıyor mu diye bir şüphem de var. Bir bütünün içinden alınan bir parçaya, bir de uygun başlık koyunca bir sürü anlamlar çıkabilir. (???)
mücahit bereket
31-08-2008, 17:36
tubıtagın raporunu goremezsınız zaten cunki bu konuda tübitağın bir raporu yok,
tübitak sadece arastırma sonuclarını yayımlamıs ve bıcok gazete.
bu bır deney zamanla baska deneyler baska verıler cıkarabılır tabıkı.
sonucu degerlendırebılecek teknık bılgı arıyorum,fakat bu harıc her yorum var.
Cumhur Tonba
31-08-2008, 17:46
Sayın Mücahit Bereket. Size nasıl teknik bilgi vereyim. Üstteki yorumumu okudunuz mu?
mücahit bereket
31-08-2008, 18:29
yanı cumhur bey sıze ne dıyeyım
yazıyı okusaydınız deneklerin aynı sartlarda yetıstırılmedıgını anlardınız ve yukarkı yorumu yapmazdınız.
anlamıcak ne var,deney sonucu cok basıt,
farklı yontemlerle(organık-madern)yetıstırılen urunler de temel elementler acısından bı fark yok.bunun dısında bılınen-yorum olarak degıl- bı fark varsa bunu konusmak istedım.
yanı tubıtak itiraz etmemiş,bı bılım kurulu olarak yayınlamıs
ısrarla ve inatla organık faydalı seklınde yorumların ne alemı var.varsa fark ortaya koyan baska bi calısma buyrun...
Cumhur Tonba
31-08-2008, 20:17
Sayın Mücahit Bereket Bey.
Yazınızı çok iyi okudum. Ben de aksini iddia etmiyorum. Sadece ve sadece nerede yetiştirilirse yetiştirilsin, İlaç kullanılsın veya kullanılmasın, Karpuz karpuzdur, biberde biber. Organik olarak yetiştirilsin veya yetiştirilmesin.
Bitki besin maddesi bakımından çok büyük farklılıklar olmaz diyorum. Sadece ve sadece iklim şartları. toprağın yapısı, bazı nüans ayırımları yapabilir. Tad olarak. Koku olarak. Görünüş olarak.
Bünyesinde mevcut besin maddeleri hemen hemen aynıdır.
Sadece ilaç kalıntısı yoktur.
Konuyu ben mi anlatamadım yosa ne demek istediğimi mi ifade edemiyorum?
Aslında ikimizde aynı şeyi söylüyoruz. Yazıları olan arkadaşlarda besin maddeleri bakımından o iyidir **** değildir diye bir yorumda bulunmuyor.
Tartışılan ne?
mücahit bereket
31-08-2008, 22:21
yahu hocam sen ne anlatıyon allah aşkına,
madem aynı düşünüyon o zaman sen neyi tartışıyon,
bizim seninle karşılıklı konuşmamız lazım,
böyle olmicak bu iş hocam
Deneyi ve sonuçlarını buraya taşıdığınız için teşekkür ederim.
Sayın Denizakvaryumu, zirai ilaç kalıntısı ve tat yönünden bir karşılaştırma yapılmadığından söz etmiş. Ama bu deneyin amacı sanırım beslenme yönünden üç farklı yetiştirme yöntemininde yeterince besleyici olduğunu ispatlamak. Sağlık ve lezzet konuları deneyin amaçları dışında.
Kaldı ki, lezzet konusu beslenme bölümünün ilgi alanı dışında diye düşünüyorum. Onlar daha elle tutulur şeylerle uğraşıyorlar. Hani acı biber için scoville birimi kullanılıyormuş ya, domatesin lezzeti için öyle bir birim var mı bilmiyorum. Lezzet olarak en bariz fark köy tavuğu ile fabrikalarda yetişmiş suni ışık altında besi yemleri yemiş tavuk kıysalanırsa organik ürün ile organik olmayan ürün arasındaki fark gözlemlenebilir sanırım. Besin değeri olarak ikiside aynıdır ama.
Sanırım bizim tatmin olabilmemiz için deney biraz daha kapsamlı olmalıydı. doğumundan itibaren üç farklı şekilde yetiştirilmiş bitkilerle beslenmiş deneklerin, üçüncü dördüncü neslinde ikiz doğum oranları, sakat doğum oranları, fizyolojik sorunlar,davranış bozuklukları gibi gözlemler olsa daha tatmin edici olabilirdi.
Sonuçta üniversite bir araştırma kurumu. Siz ne isterseniz onu araştırır. Reklamlarda her gün gördüğümüz X marka diş macununun X üniversitesinde yapılmış deney sonuçları bana inandırıcı gelmiyor.
Bir üniversiteye gidip granül kahvenin faydalarını araştırmalarını isteyebilirim. Elimde, "Sabah içildiğinde uyarıcı etki gösterir, beynin çalışmasını hızlandırır, toplumsal olarak tüketildiğinde toplum refahının yükselmesinde olumlu etkisi vardır." gibi sonuçlar içeren bir rapor olacaktır.
Bir başka üniversiteye gidip, granül kahvenin zararlarını araştırmalarını istediğimde ise, alacağım rapor, " uykusuzluğa yol açar, bağımlılık yaratır, kahve plantasyonlarının yoğunluğu sebebi ile yağmur ormanlarında azalmaya ve küresel ısınmaya endirekt etkisi , milli servetin yurt dışına çıkması vs vs" içerikli olacaktır.
Dolayısı ile ne arıyorsanız onu bulursunuz.
yahu amma polemik konusu oldu su konu.
allah aşkına ben ne organik tarımı ne de organık tarım karsıtlarını savunmuyorum.
bi arastırma dikkatımı cektı ve bende konuyla ilgili bişeyler daha ögrenebilirmiyim diye baslık actım hepsı bu.deneklerin aynı sartlarda yetıstırılmedıgını anlardınız ve yukarkı yorumu yapmazdınız.
anlamıcak ne var,deney sonucu cok basıt,
farklı yontemlerle(organık-madern)yetıstırılen urunler de temel elementler acısından bı fark yok.bunun dısında bılınen-yorum olarak degıl- bı fark varsa bunu konusmak istedım.yahu hocam sen ne anlatıyon allah aşkına,
madem aynı düşünüyon o zaman sen neyi tartışıyon,Tamam abi ikisi arasında fark yok. Buradakiler de bilir bilmez laf ediyor.
Fark yok, buna itiraz eden de yok.
Boşu boşuna "besin değeri arasında fark yok ama işin içinde zirai kalıntı meselesi falan var", diye yazıp can sıkmasınlar. Kimin umurunda bu ayrıntı?
Besin değeri aynı mı değil mi, bitti !
Organik tarım falan hikaye yani... :)
Bir de forumda Türkçeyi doğru ve güzel kullanma meselesi var, benim için önemli olan.
Bazı yazıları okurken yoruluyorum. :p
Cumhur Tonba
01-09-2008, 12:36
Sayın Mücahit Bereket.
Sizden özür dilerim. Anlaşıldıki ben anlama anlatma özürlüyüm. Size iyi günler dileklerimle.
Şimdi başlığı iyi dikkat edelim ''organik tarım 'hikaye''' yani bir işe yaramaz ve yalandır demektir bu. Diğer bir yandan kimyasal tarıma bir teşvik içermekte, sanki kimyasallık doğallıkla yarışabilirmiş gibi.
Burada sadece besin değeriyle ilgili bir tartışma yok, kısıtlı bir araştırmadaki sonuç söylenmiş; besin değeri aynıymış buna göre. Halbuki organik tarım konusu, kimyasal tarım mevzusu bu kadar değil ki; işin içinde kimyasalların zararıda var yani. 10 mg vitamin ondada varsa bu bişeyi değiştirmez; çünkü onda 10 mg zehirde vardır ona kalırsa bilmem anlatabildim mi.. Organik tarımla ilgili yazılmış çizilmiş şeylerin hepsini okuyun, bu kısa cümle bunların hepsine yalan diyor, sanki kimyasal tarım doğruymuş gibi.
İkincisi bilime inanmak ve bilimsel davranış içerisinde olmak sürekli olarak onun yeni verilerle değişebileceğini bilmek, yeni kanıtlara, teorilere, mantıki verilere soğukkanlılıkla açık olmakla mümkündür. Bilimsel bir araştırmanın sonuçlarının geçerliliği diğer kurumlar tarafındandan kabul edilirse kanıtlanırsa bu doğrudur deriz; ancak bu durumda bile bu sonucun bile çürütülebileceğine inanmalıyız.
Sayın mücahit bereket elbette ideolojilerin ve diğer yaşanılan gerçeklerin etkisinde kalmalıyız; çünkü hiçbirşey doğal değil herşeyin içinde bir yalan var, bunu görmek için gereklidir. Avrupa ne kadar güvenilir olduğunu kanıtlıyor zaten her geçen gün, büyük kurumları bile çıkar elde edebilecek şekilde konuşup kararlar alabiliyor. ****** söylediklerim sadece bunlardan da ibaret değil, daha fazla olarak yine aynı kanıtlanmış gerçekler.
Lezzet olarak en bariz fark köy tavuğu ile fabrikalarda yetişmiş suni ışık altında besi yemleri yemiş tavuk kıysalanırsa organik ürün ile organik olmayan ürün arasındaki fark gözlemlenebilir sanırım.
Sanırım bizim tatmin olabilmemiz için deney biraz daha kapsamlı olmalıydı.
...
Sonuçta üniversite bir araştırma kurumu. Siz ne isterseniz onu araştırır. Reklamlarda her gün gördüğümüz X marka diş macununun X üniversitesinde yapılmış deney sonuçları bana inandırıcı gelmiyor.
Bir üniversiteye gidip granül kahvenin faydalarını araştırmalarını isteyebilirim. Elimde, "Sabah içildiğinde uyarıcı etki gösterir, beynin çalışmasını hızlandırır, toplumsal olarak tüketildiğinde toplum refahının yükselmesinde olumlu etkisi vardır." gibi sonuçlar içeren bir rapor olacaktır.
Bir başka üniversiteye gidip, granül kahvenin zararlarını araştırmalarını istediğimde ise, alacağım rapor, " uykusuzluğa yol açar, bağımlılık yaratır, kahve plantasyonlarının yoğunluğu sebebi ile yağmur ormanlarında azalmaya ve küresel ısınmaya endirekt etkisi , milli servetin yurt dışına çıkması vs vs" içerikli olacaktır.
Dolayısı ile ne arıyorsanız onu bulursunuz.
Yukarda Todor un dediği gibi her araştırma birimi kendi sonuçlarını söyleyebilir. Karışık meyva suyunu düşünün biri diyecek ki içinde elma suyu var, diğeride itiraz ediyor portakal suyu var diye.. herkes işine yarayacak kısmı düşünüyor. Bardağın dolu tarafını görüyorlar, boş kısmını görmek işlerine gelmiyor.
Besin değeri hakkında karar verirken nicelik değil nitelik önemlidir, mesela solgar firması diyor ki, bizim ürünümüzün şu vitamini diğerinden daha kaliteli ve güçlüdür, toksik etkisi azdır doğaldır.. Ancak bakıyoruz ki, o da diğer hap gibi 100mg lık ağırlıkta.. peki ne farklı? İçindeki nitelik farklı, kalite yani.
Neden tatları daha dolgun gelen besinler, hormanluya ve genetiği bir anda büyümeye programlanmış meyvalardan daha lezzetli?
İçsel olarak, manevi olarak gördüğümüz bir gerçeği doğruluğu bilimsel verilerin bulması çok zordur. Doğruluk ve ahlak her işte en güvenilir ve üstün sonucu verecektir. Bakıyoruz ki katkı maddelerine bir yasak gelmese kattıkça katıyorlardı. Eğer ki bunlara karşı bir önlem alınmasa halk zehirlenip genetiğini iyice bozmuş olacaktı, hastalıklar artacaktı, zehirlenmeler.. Filanca üniversitenin çalışması gibi itinayla kullanılmıyor ilaçlar, onlar görüşlerini kanıtlamak için en zararsız kimyasalı ve en tutarlı miktarda kullanıyorlardır:
Hadi o zaman bizim çiftçimizi alayım döksün tarım ilacını gönlünce, hasadı alınca ölçsün bakalım yüksek birimler, ne kadar faydalıymış kimyasallar, valla kendisi o an hikaye olur gider..
Şöyle bir gerçeğe değil bir birim tüm kurumlar bir araya gelse iradeli, gerçeği gören birine kabul ettiremez: ''Kimyasal maddelerle,isle,dumanla,kimyası bozulmuş yapılarla yaşamak doğal olanla eşdeğerdir'' İşte aynen böyle bir teori atmışlar önümüze, teoriler çürütülür, insanlar gerçekleri yaşadımı, acılarını çektimi doğruyu görmeye başlar.
Oğuz Karsan
05-01-2009, 11:48
Merhaba,
Değinmek istediğim konu, Halkın güvenini kazanmış olan kişilerin, (Doktor, Bilimadamı, Artist vb.)televizyonlarda bazı holdinglerce, ürünlerinin doğal olduğu hakkındaki şüphelerimizi ortadan kaldıracak söylemler için kullanılabiliyor olmaları.
Kanunlarımız neden böyle aldatmacalara izin veriyor?
Unlu mamul dükkanlarında satılan rengarenk ekmekleri kim denetliyor?
Etiketinde yazdığı halde, Doğal veya organik olmadığı anlaşılan ürünlere karşı uygulanabilen yaptırımlar nelerdir?
Mesela kime uygulanmış?
Saygılar.
Merhaba,
Değinmek istediğim konu, Halkın güvenini kazanmış olan kişilerin, (Doktor, Bilimadamı, Artist vb.)televizyonlarda bazı holdinglerce, ürünlerinin doğal olduğu hakkındaki şüphelerimizi ortadan kaldıracak söylemler için kullanılabiliyor olmaları.
Kanunlarımız neden böyle aldatmacalara izin veriyor?
Unlu mamul dükkanlarında satılan rengarenk ekmekleri kim denetliyor?
Etiketinde yazdığı halde, Doğal veya organik olmadığı anlaşılan ürünlere karşı uygulanabilen yaptırımlar nelerdir?
Mesela kime uygulanmış?
Saygılar.
Organik Tarım Kanunu (http://www.tarim.gov.tr/mevzuat/kanun_son/TKB_Kanunlar/ORGANIKTARIMKANUNU.pdf)
Uygulanmasında etkinlik tartışılır.
Sebahattin
27-04-2009, 22:17
Çok güzel bir tartışma olmuş gerçekten. Daha önceden okuyamadığım için üzgünüm.
Sebahattin
27-04-2009, 22:34
Uygulamadaki aksaklıkları geçelim , genel anlamda organik tarım ürünleri ve konvansiyonel tarım ürünleri arasında kesinlikle fark vardır.
İlk baştaki çalışma bu farklılığı ortaya koymak için yapılmış bir çalışma değil. Sadece temel besin ve iz element miktalarına bakılmış. Oysa organik fosforlu bir zirai ilaç kullanılmış sebzede kalıntı analizi yaparsanız ilacı (zararlı içeriği) bulursunuz, besin analizi yaparsanız buradaki fosfor bitkinin toplam fosfor miktarına dahil olur. Aynı bileşik bir analizde üründe ilaç kalıntısı olduğunu gösterirken , diğerinde bu durum toplam fosfora ilave olur ve bunun kaynağının ilaç olduğunu bilemezsiniz.
Şunu da bilmemiz gerekir ki tükettiğimiz sebze ve meyvelerin bir çoğunda tam olarak tanımlanamamış bileşikler bulunmakta. Sağlık üzerinde olumlu ya da farklı etki gösteren kısımlar da zaten bu bileşikler. Bunların analizlerle tam anlamı ile ortaya çıkarılması da kolay bir iş değildir.
Organik tarımın hikaye diye geçiştirilemeyecek bir metot olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Türkiye de uygulamalarının güvenilir olmaması organik tarımın güvenilirliğini ya da önemini azaltmaz.
Tartışmanın başlangıç kaynağı olan araştırma makalesi, tam metin ya da link olarak gönderilirse yorumlanması daha doğru yapılabilir.
Remzi Sarıoğlu
29-04-2009, 19:59
Merhaba ben organikçi olduğum için bir şeyler söylemem gerektiğini düşünüyorum.
1. Yurt dışına ihraç etttiğimiz sebze ve meyveleri Avrupa birliği, ABD ve Japonya tahlil ettikten sonra içinde kimyasal kalıntı tesbit ettiğinde iade ediyor. Nasıl olsa besin değerleri aynı diyorsunuz.
2. Cernobil kazasından sonra özellikle Karadeniz'de kanser vakaları neden arttı?
3. Kimyasal gübreleri kullana kullana neden topraklarımız verimsiz hale geldi?
4. Bu gün neden çiftçiler organik tarıma dönmek istiyorlar?
5. Kimyasal gübrelerle yetişen ürünlerin damak tatları tatsız ve raf ömürleri kısa?
Nasıl olsa içindeki değerler aynı olduğuna göre kolayca yurt dışına ihraç etmeliyiz ve yetişen ürünlerde damak tatı ile raf ömrü aynı olmalı değil mi?
Dün akşam televizyonda Sayın Mehdi Eker (Tarım Bakanı) artık kimyasal ürünleri reçete ile satacağız. Üretici önce toprak tahlili yaptıracak ihtiyaca göre kimyasal ürün vereceğiz dedi.
Kimyasal gübre sanaayi bir sektör yok etmeleri mümkün değil. Ama organik tarıma geçemek istiyorlar. Foruma üye arkadaşlarımızdan (tavsiye etmiyorum) isteyen kimyasal gübrelerle ve genetiği ile oynanmış tohumlar fidelerle yetiştirilmiş ürünleri tüketebilirler, ben mümkün olduğu kadar bunlardan kaçıp organik ürünleri tüketmeye çalışacağım. Saygılarımla,
Hakan KAYATÜRK
11-05-2009, 16:58
Sayın Remzi bey size tamamen katılıyorum. Peki konuyu acan Beyefendi bize bu örneklerin yazılı **** büyük bir laboratuardan onaylı belgelerini paylaşırmısın?
Bir çalismanin bilimsel değer taşıması için tek bir merkez yeterli değildir .
Çok merkezli , karşılastırmalı , çok yönlü ,kontrollü ve çift kör (yani eken kişi bunun organik toprak mı yoksa değil mi bilmeyecek ,yoksa çalışmanın sonuçlarını yönlendirebilir , objektif olamaz ) olmali.
TUBITAK niye itraz etmedi ? Itraz etmek icin karşı çalışma yapmanız gerekiyor .
Yani bilim boyle yapılıyor :bir kurum calışma yapar , teyit etmek icin başka bir kurum
mesela Arjantinde ayni koşullarda baska bir çalışma yapar , ayni sonuç mu çikti , yoksa
farklı çıkan ne ?Sonuçlardan yayın yapar.Sonuca itirazı olanlar (kurum veya kişi)
başka daha geniş , çift kör placebo kontrollü çalisma yapar .
Bir cumle ile- tek çalisma bilim değil , tek sonuç bilimsel gerçek değil ve de olamaz .
Bilimi kişisel saldırı olarak almamak gerek , tartişma da gerceği aramanın yolu .
Ismarlama çalışmaya dayanarak bu şöyledir , yok bu böyledir denemez ...
kutupaneci
15-05-2009, 08:56
Konu ilgimi çektiği için baştan sona okudum. Öncelikle şunu belirteyim ki, bu organik kelimesini ben kullanmıyorum. Benim gözümde organik kelimesi bizim kurtuluşu bulmaya çalıştığımız katkısız, hormonsoz ve zehirsiz üretimi ifade etmiyor. Ben buna doğal tarım diyorum. Yani doğada kendiliğinden yetiştiği gibi bitkileri yetiştirmek. Bu hayvancılık içinde geçerli. Evlatlarımız gerçekten sağlıklı olsunlar istiyorsak, doğal olanı korumalıyız.
Doğal olmayan yolların hepsine karşıyım. Hastalıkların çoğunun doğadan kopmaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Suni üretimin en önemli sebebi insanların para kazanma hırsıdır. Çünkü doğal olan yavaş ve sağlıklı yetişirken, daha fazla kar elde etmek, hızlı ve daha çok üretmek için suni üretimler yaygınlaşmıştır.
Çok şükür günümüzde insanların çoğunluğu bunun farkında ve suni tarımdan kurtulmak istiyorlar.
gürselbaranlı
20-05-2009, 22:37
Yakınımdaki seralarda yetiştirilen salatalığı görüyorum sabah erkenden güneş doğmadan kopartıp yemek için(serinlikte daha dogaldır diye) ne gezer o köyde çocukken yediğim salatalık dilimi uyuşturup yandaki komşu bile çatttt diye sesini duyardı.Her tarafımız ilac ve kokusu dolu üreticiler kazancının %50 fazlasını tarım ilaclarına veriyor.Her tarafta eczaneden çok tarım ilacı satan var.49 yaşındayım köyde doğdum çocukluğum geçti büyüklerimizin nasıl yetiştirdiğini kokusunu tadını doyuruculuğunu hiç unutmadı.Eskiden yetişen çileğide biliyorum şimdiki pazardakinide.Üretenede hak veriyorum arz talep bizimkiler hep küçük çünkü kilo olsun diye yapmıyoruz.Gözüm görüyor onların ilaclı yaptığı üretimden benim bahçemdeki her şey etkileniyor bu iş sektör olmuş sıraya konmuş ilacların adı köylülerin dilince ezberlenmiş.Bahçemdeki bitkilerime bir yıl boyunca kendimden çok ilac onlara alıyorum.Köyümüzde erik ve elma ya kurt ilacı atılırdı oda sararsa üzüme kükürt başkada hiç bir şey hatırlamıyorum.Pardon birde meyve agaçlarının gövdesine kireç.Sarı ilaç en az bir kere 3 kez göztaşı (katmanlı) bu güne kadar yaptığımız.Patlıcanların yaprakları kararmış buğün gittim hemen bir ilaç güllere haftada bir bit ilacı yabani böğürtlenlere 15 günde zehir sırada önümüzdeki hafta üzümler ve alacalı tafranlar sırada buyrun emekli maaşıyla.
experienced
01-07-2009, 14:51
doğal tarım .
Bu alıntıdaki bilgiye kesinlikle katılıyorum. Öncelikle computer kelimesi yerine bilgisayar kelimesi kullanıldığı ne kadar iyi olmuş değil mi?
Bu organik, doğal, ekolojik tarım ürünüdür den hangisini kullanacağımıza karar verelim ki konuyu anlamış olalım. Bunun doğrusu "DOĞAL TARIM"dır Bilimsel adı ise Ekolojik tarımdır. Organik tarım Türkçeye yanlış bir çeviridir.
Şimdi de gelelim benzer tarım uygulamalarına aslında (bu kişisel görüşümdür) bence HİÇ BİR ŞEY yapmadan ya da ÇOK AMA ÇOK AZ ŞEY yapılarak yapılan tarım insan için en doğal olanıdır.
Biz yeryüzünde var olduğumuzda domatesler bugünkü gibi devasa plantasyonlar halinde değildi değil mi? Ya da aynı şekilde diğer sebze ve meyveler.
Domatese geri dönersek aslında domates sebze değil bir meyvedir. Aslında ilk domates kırmızı değil SARIdır. Aslında domatesin diğer türleri arasında yeşil domates ağırlıklı olarak yer alır. Biz bu ürünü melezleyerek bugün yaklaşık 3000 (üçbin) çeşide çıkarttık ve bu sayı hızla yükseliyor.
Bilmelisiniz ki Japonya’da 55 yıldır hiç sürülmeden, hiç ilaçlanmadan kullanılan ve sulu değil kuru topraklarda ve yazın değil kışın ekilen tarlalarda ki üretim miktarı modern Japon çiftçilerinin tarlalarındaki 680 Kilogramına eşittir.
Ve bu çok uzun zamandan beri hem Japon bilim adamları tarafından araştırılmakta hem de dünyanın dört bir yanından gelen bilim adamları tarafından çok iyi bir şekilde incelenmekte ve bazı ülkelerde (Fransa, İngiltere, Hindistan ve ABD gibi) aynısı kullanılmaya çalışılmaktadır.
Ve bu toprakları ekebilmek için gereken en pahalı aletin en üst fiyatı 3,5 USD dır (Üçbuçuk dolar) bu yüzden bu topraklardaki ürünlerin tadı daha güzel olmasında rağmen görüntüsü diğerlerinden daha iyi ve gerçekçi (eski Japon çiftçileri çocukluklarındaki ürünlerin aynısı olduğunu doğrulamaktadırlar) olmasında rağmen fiyatları (insanlar tarafından elle hasat edilmesine rağmen) yinede daha ucuz olarak piyasaya sunulmaktadır.
Çünkü bu çiftçiler Traktör, Benzin, Traktör bakım onarım masrafı vergileri, traktör aletleri ve ilaçlarına para ödememekte ve sadece 1 kişinin sadece ve sadece Pazar günleri çalışarak 5 dönümlük bir araziyi tek başına rahatlıkla ekebilmesinden dolayı çok düşük fiyatlara mal etmektedirler.
En önemli noktalardan biri de yerli tohumlar kullanmalarıdır. Özellikle bölgeye özgü tohumlar. ( bunların zaten adaptasyonu tamamlanmış olduğunu düşünüyorlar. Kısa kesmek durumunda olduğum için size bir kitap tavsiye edeceğim.
Detaylı olarak orada anlattıklarımı bulabilirsiniz. Sensei Masanobu Fukuoka'nın Ekin Sapı Devrimi isimli eserini sizlerin bu konudaki ufkunu kesinlikle değiştirecektir.
.
kutupaneci
06-07-2009, 09:07
''sadece 1 kişinin sadece ve sadece Pazar günleri çalışarak 5 dönümlük bir araziyi tek başına rahatlıkla ekebilmesinden dolayı çok düşük fiyatlara mal etmektedirler. ''
Arkadaşım, yazdıklarına katılıyorum da, ancak şu bir günde 5 dönümü bir kişinin dikmesi işi çok saçma geldi bana.
Bir kişi,
beş dönümün otlarını temizlemesi 3 gün,
bellemesi bir hafta,
ark açması 3 gün,
tohomu atması bir gün,
dersek toplam 14 gün yapar en sağlam adam için.
Kendim de köyde tarımla uğraşıyorum. Japonların toprağı farklı mı acaba? Ot falan da mı bitmiyor?
Bu işler kolay değil ama seven için çok zevklidir. Ben bu yaz yarın dönüm bir bostan yaptım. Domat, biber, patlıcan, pepino bile var. Ve sadece ilaç olarak arapsabunlu zeytin yağlı karışımı kullandım. Yani hiç zehir atmadık ve bahçe gayet verimli. Geçen haftandan beri toplamaya başladık bile. Şuan sebzeye para vermiyoruz. Bu bahçeyi iki kişi bir günde yaptık. Ama öyle dönümlerce yer dersen çak adam lazım çok. **** traktör.
experienced
06-07-2009, 10:51
[QUOTE=experienced;455063] HİÇ BİR ŞEY yapmadan ya da ÇOK AMA ÇOK AZ ŞEY.
Zaten yeterince açık değil mi topraktaki yabancı otlar ile mücadele söz konusu ancak onları yolarak vs gibi değil.
Ya da toprak sürmesi diye bir şey hiç yok mesela. Tohum direkt tarlaya serpiliyor, tabii doğal düşmanlarından korumak için çok az vakit alan bir işlem ile kaplanarak.
İlaç konusu dediğiniz gibi hiç gerekmeyen bir şey ya da cok az çaba ile yapılan bir işlem ya da kontrollü ekim ile kendi kendine düzenleniyor.
Kitabı okuma fırsatı bulursanız çok şaşıracaksınız. Bu arada kitabı alamayacaklar için de hatırlatıyorum bazı kütüphanelerde mevcut.
.
Organik tarım falan hikaye yani... :)
organik tarım falan hikaye değil yani, insanlığın doğuşundan 1900 lü senelere kadar ve hala yapılan, yapılacak olan, asırlarca, binlerce yıl yapılan doğal tarım hikaye midir, gerçek midir?
Kimyasal tarımda gerçektir, doğal tarımda (iyilikte kötülükte gerçektir)
Doğruluk nerde, biz bunu arıyoruz, yoksa herşey gerçek..
Doğal tarımı savunmakla ,
doğayı ve doğal olanı,
daha yararlı olanı ve sağlığı,
kimyasal zehirlerden uzak durmayı,
doğada daha dayanıklı olarak büyüyüp dengeyi bozmayacak bitkileri,
insanın kimyasını değiştirip hastalıklara neden olan kimyasal bozulmayı düzeltmeyi, dayanıksızlığı, obezite gibi bozulmaları engellemeyi,
daha güzel olanı,
ağaçlar adındaki forumun amacını savunmuş oluruz.
Konuyu tamamıyla okumadan benim mesajımdan alıntı yaparsanız, yaptığım espri güme gider...
"Papa burada genelev var mı?" diye sordu benzeri durum yaşarız :)
Konuyu okudum tabi ki, ancak şu sonucu çıkarmıştım, espiri olarak değilde bi ümitsizlik şeklinde algılamıştım. Birde başka yerde geçtiği halde sizden alıntı yapim dedimde dikkat çekip sözünüz belirginleşsin. Bizde boş konuşmuş olmuyoruz yani, çünkü elinde sonunda üreticiler ahlak,temizlik,kalite,hoşgörü gibi kavramları bünyelerine katarak daha fazla kazandıklarını görüyor ve bu doğrultuda çalışıyorlar. Bazen insan birşeye inansa ve uğrunda savaşsa bile ümütsizliğe düşer. Bende amaç doğruluk,iyilik,yararlılık gibi kavramlarsa elinde sonunda kazanılacağını dile getiriyorum.
Organik, inorganik bunlar hep anlatılır durulur ama tüketici olarak bize hangisi ne şekilde ulaşılıyor veya alırken hangisini alıyoruz bu konularda hep şüphe içindeyim...
Haberturk Gazetesinde gördüğüm ve BBC News de de tekrar rastladığım bir haberi sizinle paylaşıyorum. Benim görüşlerime büyük ölçüde uyduğu ve sözüm ona organik üretim yapıldığının sadece bir idda olduğunu gösteren makale.
Sağlık açısından değerlendirildiğinde, organik tarımla üretilen ürünler, konvansiyonel tarımla üretilen ürünlerden farklı değil. Fransa’da “Tarım Araştırmaları Ulusal Enstitüsü”nün insan beslenmesi ve besin güvenliği üzerine çalışan iki uzmanının bilimsel bir beslenme dergisinde yayımlanan çalışmalarının sonucu bu.
2003 yılından bu yana yayımlanan yüzlerce çalışmayı detaylı olarak inceledikten sonra Léon Guéguen ve Gérard Pascal şunu tespit ettiler: “Bulgulanan zayıf farklar, organik besinlere, diğer normal besinlere oranla beslenme ve sağlık açısından bir üstünlük vermiyor.”
ZEHİRİ DE KARŞILAŞTIRDILAR AMA…
Geçen yaz, iki İngiliz araştırmacının Yiyecek Standartları Ajansı için yaptığı benzer bir çalışma organik tarımcılar ve organik tarım endüstrisi tarafından ciddi biçimde eleştirilmişti.
Eleştiriler, iki araştırmacıyı, sadece meselenin beslenme boyutuyla ilgilenmekle (mesela pestisitlerin risklerini unutmakla) ve sadece dergilerde yazılı makaleleri dikkate almakla suçluyordu. “Bu tartışmayı noktalamak için, organik besinlerde çok daha az olduğu sanılan zehirli etkiler üzerine gittik ve bu konudaki çalışmaları da dikkate aldık” diyor Léon Guéguen. Ama onların çalışmasında da ibre organik besinlerden yana olmamış.
“Mantıksal olarak organik ürünlerde daha az pestisite rastlıyoruz ama yine de rastlıyoruz” diyor Gérard Pascal ve “Paniğe kapılacak bir şey yok” diye ekliyor: “İki durumda da bulunan içerikler çok zayıf.”
DOĞAL AMA ZARARSIZ DEĞİL
2007’de Fransa’da yapılan bir araştırma, analiz edilen sebze ve meyvelerin yüzde 92’sinin yönetmeliklere uyduğunu ortaya çıktı. Maksimum tortu limitleri (ki bu değer, güvenlik amacıyla, zehirlilik eşiğinden 100 kez düşük tutulmuştur), incelenen sebze ve meyvelerin sadece yüzde 8’inde aşılıyordu. Şunu da not etmek gerekir ki, bazen organik üreticilerin bazı parazitlerle mücadele amacıyla yoğun olarak kullandıkları bakır, kükürt, rotenon (kokusuz böcek/tarım ilaçlarında bol bulunan bir kimyasal molekül) ve neem yağının (organik böcek ilacı) etkileri şimdiye kadar hiçbir araştırmanın konusu olmadı. “Oysa insanların zararsız çünkü ‘doğal’ olduğuna inandıkları bu ürünler, bazı sentez moleküller kadar zehirli olabilirler” diyor Léon Guéguen.
ZIT ÇEVRESEL ETKİ
Organik beslenmenin sağlık açısından pek bir fayda sağlamadığı doğrulansa da, bu tür üretim biçiminin çevresel etkisi küresel olarak daha olumlu. Ama yine zıtlıklar var.
Bir tarım çalışma grubunun çalışmaları, organik tarımın, yeraltı ve yerüstü suların nitrat ve pestisit içeriklerini düşürmeyi başardığını gösterdi. Aynı şekilde, toprağın fiziki ve biyolojik kalitesi iyileşiyor ama bu uygulama uzun vadede, “bazı minerallerin fakirleşmesine yol açıyor ki bu da üretim için sınırlandırıcı oluyor.” Yine, ekolojik tarım yapılan topraklarda biyolojik çeşitlilik daha zengin olsa da, sera etkili gazların azalması ve enerji tüketimi üzerindeki etkisinin ölçülmesi zor görünüyor.
Ama pratikte, organik tarım alanlarının yayılması nedeniyle olumlu etkiler kullanışlı olmuyor. Bunu iyileştirmek için akademisyenler, eğimli havzalar ya da su toplama alanları gibi bazı hassas toprakların organik kullanımını öneriyor. Ama bu biraraya getirme de risksiz değil. “Bugün biyolojik tarım sahaları, onların etrafında konvansiyonel tarım yapan çiftçiler tarafından parazitlerden korunuyor” diyor Léon Guéguen. “Eğer onları aynı alana toplarsak, büyük bir salgın sırasında ürünler ortadan kalkabilir.”
Herhangi bir fikri olan yokmu bu konuda. Nasıl kandırıldığımız, organik, doğal, GDO suz başlıklarıyla nasıl bir tezgaha kurban gitiğimiz, yeni yalanlara alet edildiğimiz konusunda ne olur susmayın.
Gerçek organik tarım ile üretilmiş, örneğin bir kilogram domates yemek isterseniz kilogram başına 7 TL ödemeniz gerekmekte.
Bunu yapamayacağınıza göre ( en azından dünya nüfusunun 93 % ü yapamayacağına göre ) elde edebileceğiniz ve parasını ödeyeceğiniz gıdaların ne içerik de olduğunu iyice kontrol etmelisiniz.
budak-botanik
22-05-2010, 19:51
Evet organik tarım maalesef hikaye! oldu. İnsanoğlu tarımsal ilaçları keşfettğinden ve dünyayı kirletmeye başladığından beri bu böyle. Artık organik tarım yapmak imkansız gibi.
Health Checkup: Who Needs Organic Food? (http://www.time.com/time/specials/packages/article/0,28804,2011756_2011730,00.html)
Kendinizi kolayca berbat hissetmenin yolunu mu arıyorsunuz? Öyleyse sağlıklı beslenme fikrini unutun ve vücudunuz ne yemek istiyorsa onu yiyin. Vücudunuz et ister; yağ ister; tuz ve şeker ister. Vücudunuz mecbur kalırsa sebze ve meyveye katlanır, ancak sadece bütün bu et, yağ, şeker ve tuz bitince. Yiyeceklerin nerden geldiği sorusuna gelince - yöresel (kendi yerinde) üretilip üretilmediği, otla beslenmiş hayvansal gıda, kimyasalsız?
Vücudunuz bu konuda şikayet etmez.(bağırmaz)
Fakat bu oyundaki tek bahsi geçen şey siz ve vücudunuz değilsiniz. Doktorunuzun da ne yemeniz gerektiği konusunda görüşleri vardır. Ve ailenizin de. Ve bugünlerde heryerde görünen doğal besinciler dudaklarınızdan geçen herşeyin en doğru şekilde yetiştirildiği, toplandığı ve marketlere getirildiğini iddia ederler. Bunları bezdirici hatta rahatsız edici buluyorsanız yalnız değilsiniz. "Gıda kimliktir" diyor Texas State University de ekolojik tarih profesörü James McWilliams. "İnsanları yeme konusunda duyarlı ve erdemli olmaları için teşvik ediyoruz ve bunu nasıl yapacakları konusunda da çıtayı inanılmaz yüksek tutuyoruz."
American Ziraat Bakanlığının (USDA) güncel verilerine göre her türlü organik besin Amerika pazarının %3ünü temsil etmektedir. Ancak bu hepimizin daha fazla desteklemesi gereken bir sektördür.
Müthiş bir fikir gibi görünüyor ancak bunun için bir bedel ödeyeceğiz. Üründen ürüne ve bulunduğunuz bölgeye göre değişmekle birlikte, organik sebze ve meyveler sıradan üretilenlere göre pound (1 lb.=453 gr) başına 13-36 cent daha pahalı. Antibiyotiksiz ve hormonsuz olarak onaylanmış sütün galonu ortalama 6 dolar. Sıradan market sütü 3.5 dolar.
Otla beslenmiş sığır bifteğinin yağ oranı düşük, kimyasal içermeyen süt iyi bir fikir olmasına karşın organik sebze ve meyvelerin konuşmaya değecek besleyici özelliğinin olduğu çok belirgin değil. 2009 yılında American Journal of Clinical Nutrition ın yayınladığı bir çalışma yiyecek dünyasında fırtına kopardı. Araştırmaya göre 3 vitamin dışındaki vitaminler ve besin değerleri karşılaştırıldığında organik ve alışılagelmiş üretim arasında bir fark bulunamamış
"Organik ve alışılagelmiş gıda arasına bu parlak düz çizgileri çiziyoruz" diyor McWilliams. "Fakat bilim adamları bu çizgileri çizmiyor. Çarpı çiziyorlar ve tartışmanın her iki tarafında da insanlar var." Sağlıklı kalmak ve ailelerini
beslemek isteyen tüketiciler ve herzamankinden daha sıkı olan bütçeleri için bu ideolojik gidiş gelişlerin (tartışmaların) hiçbir faydası bulunmuyor.İhtiyaç duyulan şey tartışmalar değil cevaplar.
Doğal besincileri göz ardı edememenin en büyük sebebi bir çok yönden haklı olmaları. Beslenme alışkanlıklarımız bizi öldürüyor, ve dünyamızı da öldürüyor. Bu ay başında Centers for Disease Control and Prevention in Atlanta
tarafından yayınlanan rapor Amerikan halkının yaklaşık %27 sinin obez olarak değerlendirildiğini ( ideal kilolarının %20 üstünde ) ve dokuz eyalette obezite oranın %30 olduğunu ortaya koymaktadır. Çok fazla et yiyoruz - yıllık Amerikadaki her adam, kadın ve çocuk başına 220 pound - ve sadece %14 ümüz günlük tavsiye edilen sebze meyveyi tüketiyoruz. Yiyeceklerimiz
karşı koyamadığımız iki aroma olan tuz ve fruktoz şurubu açısından oldukça yoğun. Amerikada insanların günlük 3.800 kalori almasını sağlayacak kadar üretim yapılıyor, saklıklı beslenme için sadece 2.350 kaloriye ihtiyacimiz var.
gürkan reisoğlu
14-09-2010, 12:43
Ülkemizde geçmişi henüz fazla olmayan organik/doğal tarım, avrupa ve ABD'de yıllardan bu yana yapılıyor. Özellikle batı avrupa ve ABD'de insanlar, doğal ürünlere daha fazla para vermeyi göze alıyor. Kaldı ki bu insanlar, ne yazık ki, kazandıkları paranın kıymetini bizden çok daha iyi biliyorlar. Buna rağmen doğal ürünleri neredeyse iki katı fiyatına tercih etmeleri, kimyasal tarım ile elde edilen ürünlerden kaçışın en büyük göstergesi diye düşünüyorum. Sadece doğal üretimle elde edilmiş ürünlerin satıldığı marketler ve sadece bu ürünler ile hazırlanmış yemeklerin sunulduğu restaurantların sayısı oldukça fazla. Bu yerler sürekli kalabalık, bu da satışların iyi olduğuna işaret.
yesilgazi
30-09-2010, 17:53
oRGANİK TARIMDA DA YETİŞTİRMEYE NE KADAR UYULUYOR.
yesilgazi
30-09-2010, 17:53
Denetimler yeterlimi
Ilgaz Toydemir
30-10-2011, 20:46
herkese organik tavsiye ederim
AB’nin su koruması konusundaki ana yasama organı olan Su Çerçeve Direktifi (WFD), 33 adet maddeyi tehlikeli olarak niteliyor, bunlardan 11’i böcek ilaçları, ve 20 yıl içinde tamamen ortadan kaldırılmaları gerekiyor. Bu 33 maddenin 29’u Tuna havzasında bulunuyor ve çoğu da tahıl, kolza, mısır, bahçe meyveleri ve üzüm üretiminde kullanılıyor. Bunlardan yalnızca üçünün kullanılması bütün ülkelerde serbest. Yedi tanesi ise bütün ülkelerde yasak; ancak çoğu depolarda ya da taşkına açık yerlerde kaderine terkedilmiş durumda. En büyük tehlikeyi, Avrupa’da yasaklanmış bir böcek ilacı olan ve Tuna’dan alınan su örneklerinin %71’inde, izin verilen düzeyin üstünde bulunan DDT oluşturuyor.
Nehrin aşağısına indikçe seviyeleri artan böcek ilaçları Tuna için ciddi bir tehlike. Roof Raporu’na göre, bazı kollarda ve ana yatağın aşağı kısımlarında ‘tehlike çanlarını çaldıracak yoğunlukta’ böcek ilacına rastlanabiliyor. Böcek ilacı kullanımı 1990’lardan beri %40 azalmış olsa da, ekonomik kalkınma ile birlikte artmasından endişe ediliyor.
Yukardaki tespit ışığında;
Rapor isteyenler, verenler, doğrudur/yanlıştır diyenler, yetiştirenler, alan/satanlar, araştırma yaptıran/yapanlar, yiyenler/yedirenler;
Tüm sevdikleriniz, aileniz, değer verdikleriniz ve KENDİNİZ.
Tuna' nın Karadeniz'e döküldüğü yerde mi yaşamak, yoksa kaynağının orda veya dünyanın başka bir yerinde mi yaşamayı tercih eder?
Saygılarımla lütfen.
Dünyanın her yerine ''Temel Gıda Maddeleri'' ihracat/ithalat işlemleri yapan ve neticede size ulaşacak olan birisi.
Douglas Fir
02-11-2011, 04:40
Şunu söyleyebilirim; zirai ilaç kullanmanın sonu yok. Hep daha fazla kullanmanız gerekecek zamanla. Tarım işi daha da ticarileştikçe ve ila ki yüksek kâr, bol ürün dedikçe bu iş iyice azacak. Aslında tehlike herkesi ilgilendiriyor. Ben meyve sebze yemem, ya da ben dahil (kendim organik yetiştiriyorum) diyenler de tehlikede. Çünkü ilaçlar, bardağımızdaki suyun kaynağına yani yeraltı sularımıza da sızıyor.
Bu konuda geniş bir toplumsal harekete ihtiyaç var. Devlet gübreye, ilaca destek vereceğine, organik mücadele ve üretime destek vermeli. Bilenin aksine organik tarımda o kadar da çaresiz değiliz. Organik tarım çok ilerlemiş durumda. Nadasa bırakma, aynı ürünü aynı yere ertesi sene ekmeme (rotasyon), bitkinin konukçularını cezbecek tuzaklar kullanmak, ya da esas ürünün yanında konukçuların ilgilerini çekecek daha lezzetli başka bitkilerin ekimini yapmak, gübre ve ilaç yerine kompost ve kompost çayı kullanımı gibi...
Ama bunlar hayal... İlaç ve suni gübre pazarı büüüyyyüüükkkk bir pazar...... Çok para dönüyor...
Oğuz Karsan
18-02-2014, 09:51
Merhaba,
Beslenmeye dayalı hastalıklarda çoğalma olunca, önce besinlerimizin doğallığı tartışılmaya daha sonra da organik furyası başladı.
İnsanımız her konuda olduğu gibi işi kolayca çözdü. ORGANİK GIDA
Peki doğal ya da organik gıda nedir?
Nerede bulunur
Her organik denen organik midir?
Bu tip soruları çoğaltabiliriz.
Bazı kurnazlar, çürümüş ya da yere düşmüş meyveleri pis bir örtünün üzerine koyup pazarlarda doğal, organik diye satma yarışına girmişler.
Benzer örneğe Şile yolunda da eskiden rastlayabilirdiniz. Ucuz bilinen marketlerden(B.M, A1.1, Ş.K Vs) satın aldıkları yumurtaları önce kirletip sonra sepete koyup köy yumurtası diye satmaya çalışanlar vardı. Şimdilerde yumurtaların üzerine yazı yazıldığından artık işleri zorlaştı.
Ancak, sahtekarlar her zaman kanunlardan önde giderler ve her zaman bir yol bulurlar onun için her gıdayı organik zannetmemeliyiz.
Saygılar
%100 organik işinin mümkün olmadığını kendi bahçemden biliyorum.
Kavunlarım bile kurtlandığında zirai ilaç kullanmadan ürün elde etmenin zor olduğunu anladım.
Ama konu bu işi nasıl yapıldığı ve hangi miktarda kullanıldığı bence
o nedenle organik diye satış yapanlardan 3 katı fiyatla ürün almam
Oğuz Karsan
19-02-2014, 15:14
Merhaba,
Organik gıdalar yokken ne yapıyorduk ki?
Durmadan daha etkili deterjan ve kimyasallar üretiliyor. Bu işin sonu yok olmayacak da.
Görüşüm şu : Havanın, suyun, dolayısıyla herşeyin bir miktar kirlendiğini ve yapısının bozulduğunu varsayarsak, Ya teknolojinin bize sağladığı nimetlerden vazgeçip, dağbaşına gidip, henüz tamamiyle kirlenmemiş topraklar bulup, genetiği bozulmamış ham tohumlar ile yiyeceklerimizi üretmek.
Bunu hangimiz ne kadar yapabiliriz tartışılır. Ama Anneannem ve Dedem gelişmiş teknolojileri kullanmadan uzun ve sağlıklı bir hayat yaşadılar. Tamamiyle tercih meselesi.
Birkaç ay içinde inşallah, Çanakkale Bayramiç Hacıbekirler Köyünde Anneannemin ve Dedemin hayatına benzer bir yaşam kurmaya çalışacağım.Doğayı kirletmeden asgari ölçüde yaşamaya gayret edeceğim.
Onlardan fazla, Aracım, İnternetim, Çamaşır makinam ve birkaç vazgeçemeyeceğim şey daha olacak.
Ağaçlarımı, tohumlarımı ve bitkilerimi istediğim şekilde yetiştireceğim.
Hayalim bu. Bu şekilde daha mutlu ve sağlıklı yaşayacağımı düşünüyorum.
Saygılar
Yaşadığımız ülke itibarı ile kendim üretmedikten sonra hiçbir ürünün organik olduğuna inanmam. Her şeyden önce organik ürünün yetişebileceği alanı göremiyorum.
Geçtiğimiz yıl, çok büyük bir firmanın ürettiği ve %100 dana eti olarak lanse edilen sucuklarda kanatlı hayvan eti bulunmuştu. Tarım Bakanlığı'nın sitesinde de açıklanmıştı. Geldiğimiz durum itibariyle hiçbir şeye, hiç kimseye güvenmiyorum.
Yukarıda arkadaşların bir kısmı kimyasal gübre ve ilaç sektörünün büyüklüğünden söz ederek, organik tarımın önünde onların engel olabileceğinden bahsetmişler. Ancak bu tür firmalar kendilerine bir rant yaratılsın diye ortaya çıkmamışlar ki. Tam tersi, artan nüfusun gıda ihtiyacına cevap veremez hale gelen doğayı destek ya da taklit amacıyla ortadalar.
Her gün, her saat, her dakika artan dünya nüfusunun beslenme adında çok büyük bir problemi var malumunuz. Organik tarımla ilaç kullanmadan, kimyasal gübreleme yapmadan yetişmiş sebze meyveyi tüketmek elbette çok güzel oluırdu. Fakat bu yöntemle insanlığı bugünkü hızla beslemek mümkün mü?
Toprağın bitkiye verdiği azot, fosfor, potasyum ve diğer elementleri, bu üretim hızında ve mevcut tarım alanlarıyla kesintisiz karşılamak mümkün mü? Şu anda kimyasal gübre kullanımını durdursak, ilaçlamayı kessek domatesin kilosu herhalde 20 liraya fırlar. Belki biraz lezzet getirebilir, ama dünyanın büyük çoğunluğunu oluşturan yoksul insanlara açlık getirir sanırım.
Neredeyse fabrikasyon üretime dönüşmüş tarım sektörü, insanlığın gıda ihtiyacını karşılamakta zorlanırken, bu araçların devre dışı bırakılması kimbilir nelere yol açar. Ne gübre fabrikam var, ne tarım ilacı fabrikam. Sadece gerçekçi düşünmeye çalışıyorum.
Son olarak da, kimyasal gübreyle hormon kullanımını birbirine karıştırmamak ve ikisini aynı kefeye koymamak gerektiğinin de altını çizmek istiyorum.
İsmail Karagülle
05-03-2014, 17:24
Ve küçük çifçi sertifika almadan doğal olarak geleneksel yolla ürettiğini organik pazara götürüp satabilir mi?
organik tarım için gerekli şartları küçük çifçi yerine getirebilir mi?
Ve organik sertifikası için gereken parayı ödeyebilir mi ?
Geçiş süresinde ne ile geçinir ? Bu geçiş süresini göze alabilir mi?
Bu sertifikasyon kontrolu niye ilçe tarım tarafından yapılmaz, çoğunlukla yabancı şirketlerin elindedir ?
Bu soruları köyde üretmeye başladığım ürünlere sertifika almaya çalıştığım için önümdeki zorluklar olduğu için soruyorum .
Ve bendeki intiba, sertifika ancak küçük bir azınlık tarafından alınabilir .Ve küçük bir azınlık tarafından da bu ürünler satın alınabilir .
En doğru çözüm , gerçek köylünün büyük şehirlerin pazarına kolayca ürünlerini götürebilmeleri ve burada ürününü satmak isteyen köylüden ÇKS ye kayıt şartı aranmalı . Ve üretim ilçe tarım tarafından denetlenmeli.
Böylece gerçek üretici pazara malını götürür. Ve tüketici de gerçek köy ürünü tüketir.
Bu ürümler sertifikalı üründen daha sağlıklı olacağınden eminim .
birnefestoprak
07-03-2014, 20:28
Organik uretimde meselenin sertifikasyon olmadigini dusunuyorum. Ne yazik ki, basina "organik" eklendigi zaman, bircogunun aklina ilk gelen sey sertifika. Aslinda bu terim, doganin kendi saf dongusune aykiri olmayan her turlu yontemi ve malzemeyi kapsiyor.
Peki sorun ne? Adina organik dense de dogal dense de, uretilen urunun hakikaten organik ya da dogal olmasi. Urun, koy urunu olur, uretici de kucuk ureticidir ama 30-30-30 kimyasal gubreyi yine de kullanabilir.
ABD'de organik uretim sertifikasi, USDA (ulkenin zirai yonetim birimi, devlet kurumudur) tarafindan onaylanmis firmalar tarafindan veriliyor. Peki, firma bu isi bedava mi yapiyor? Tabii ki hayir. Para aldiginiz bir is karsiliginda, kriterlere cok aykiri olmadigi surece, "musteri"nize sertifika vermeyi reddeder misiniz? :) Ulkede binlerce organik ciftlik var, USDA'in bunlarin hepsiyle tek tek ilgilenmesi mumkun degil; dolayisiyla eger sertifikalandirmayi yapan ozel kuruluslar icinde usulsuzluk yapan varsa, bunun tespiti kolay degil.
Her sartta, konu, ciftcinin durustlugune dayaniyor. Durustluk, olculebilen birsey olmadigina gore, bir denetleme mekanizmasi kurulmasi sart. Bana gore, kucuk ureticinin urununu sattigi yerel organik pazarda (pazar, organik degilse baska mesele), denetleme yetkisi olan pazar yonetimleri kurmak, en etkin yontemlerden biri. Pazar yonetimi de, yorede organik uretimin onculugunu yapan tuketicilerden olusacak. Ureticinin pazara katilmak icin dolduracagi basvuru formundan, arazide denetlenmesine kadar, bu yonetim sorumlu olacak.
Bitkiden alinacak verimden, hastalik ve zararli mucadelesine kadar, tamamen organik urunler kullanarak, kimyasal kullanildiginda elde edilen veya ondan daha iyi sonuclari elde etmek mumkun. Dolayisiyla bu bir bahane degil. Eger pazar organikse ve uretici, cesitli nedenleri bahane edip bilerek organik olmayan urunu organikmis gibi satmaya calisiyorsa, o ureticiyi pazardan atarsiniz.
Butun bunlari yapmadan once de ureticiyi (kucuk ciftci) iyi bir egitimden gecirmek gerek.
İsmail Kuzucu
28-05-2014, 21:52
Büyüklerime bir sorum olacak, acaba yetiştirdiğimiz bir üründe kalıntı olup olmadığını nasıl öğrenebiliriz? Kime göndermemiz gerekli veya nereye başvurmamız gerekli?
limon_sever
28-05-2014, 22:17
Büyüklerime bir sorum olacak, acaba yetiştirdiğimiz bir üründe kalıntı olup olmadığını nasıl öğrenebiliriz? Kime göndermemiz gerekli veya nereye başvurmamız gerekli?
Ankara Zirai Mücadele İlaç ve Aletleri Araştırma Enstitüsü'sü dediğiniz işi yapıyor sanırım. İletişime geçebilirsiniz.
..:: Ankara Zirai Mcadele Merkez Aratrma Enstits ::.. (http://www.zmmae.gov.tr/sayfalar.asp?id=28)
İsmail Kuzucu
30-05-2014, 00:20
Teşekkür ederim, sabah iletişime geçeceğim.
MeyveliTepe
30-05-2014, 00:26
Tahlil laboratuarları 300'den fazla aktif madde için analiz yapıyorlar fakat kalıntılar önceden belirlenmiş limitlerin üzerinde mi diye bakıyorlar. Oysa söz konusu olan organik sebze meyve olduğunda limitin üstündekileri de altındakileri de bilmek gerekir. Bu bakımdan yetersiz kalıyor.
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum. Bunu her seferinde de söylüyorum. :)
Her şey bitkilerde var o ayrı ama organik üretim diye bir şey yok bence. Hepsi milleti daha fazla yolmak için yapılan oyunlar.
Emine Akman
08-08-2014, 10:23
Haklısınız H. Doğan hem de çok haklı, bu organik tarım konusunda.
2000 yılında yani bundan 14 yıl önce yüksek lisanstayken, bir hocamızın odasında hem ders yapıyor hem de sohbet ediyorduk. Sohbet esnasında kendi öğrencilik yıllarında İngiltere'de yaşadığı şeylerden bahsediyordu.
Bir gün kendi odasına başka kültürlerden arkadaşlarını yemeğe davet etmiş onlardan biri de İngilizmiş. Haliyle geleneksel Türk mutfağından örnekler pişirmiş. Sarmalar, tatlılar...O kadar özendim ki demişti...Bayılmışlar....Aradan zaman geçmiş bu kez de İngiliz arkadaşları bir davet vermiş. Bizimki "Bir şey de yemedim, nasıl da açtım, kalktık gittik davete" diye anlatmaya devam ediyor...Neyse sofra mükemmel...Her şey gayet hoş...Bekle bekle yemek yok..."Dayanamadım mutfağa girdim, baktım daha tabakları ısıtıyor, ortada yemek namına bir şey yok bir tek bir tabakta cılız bir tavuk...Bu ne demiş: Cevap, şişine şişine "organik tavuk" diye gelmiş....Hay senin organiğine dedim içimden" diye anlatmaya devam etmişti.
Sınıfta da emeklilik maaşlarını yükseltmek için gelen 1 yarbay, 2 de yüzbaşı, 1 de askere gidişi uzatmaya çalışan mimar vardı. Hepsinin acayibine gitti bu "organik" lafı...O dönem o denli YABANCIYDIK bu söze. İzmit Real'de minicik bir reyon vardı sadece organik ürün satan. Çoğu insanın daha haberi bile yoktu. Şimdi bakıyorum 14 sene sonra pazarda önüne gelen bağırıyor "organik bunlar organik" diye.
Hadi diyelim domatesi, salatalığı, nane, maydanozu kendimiz yetiştirdik "organik" diye. Çay, şeker, sıvıyağ, mercimek,pirinç, buğday,nohut....saymaya gerek var mı, bu liste uzar gider. Tamamen dışa,pazara bağımlıyız. 2 domatese dünyanın parasını vererek SAĞLIKLI kalacağını zannetmek bana o denli gülünç geliyor ki...
Emine Akman
08-08-2014, 10:40
Organik ürün pazarının yükselişini genelde kanser hastalığının yaygınlığına bağlayarak hızlandırdılar. Ve günlük yaşamımızdaki kimyasalların artışına...Ne yalan söyleyeyim ben de inanıyordum bu bağlantıya. Sorgulamadan kabul etmek çok kolay çünkü. Kafamda soru işareti yakan 2 dizi oldu bu konuda.
Biri Jin adında 1800ler dönemini anlatan şahane bir Japon dizisiydi. Bir hastadaki göğüs kanseri anlatılıyordu bir bölümde??? A aa o dönemde göğüs kanseri var mıydı? Hani bu yüzyılın kimyasal patlamasınn sonucuydu kanser??
Daha sonra Downton Abbey adında 1. dünya savaşı dönemini anlatan bir dizi izlediğimde de göğüs kanseri konusu karşıma çıktı.
Kafamda bir soru işareti yandı, araştırmaya başladım KANSERİN TARİHÇESİNİ. Bu konuda çok fazla Türkçe kaynak yok ama kanserin tarihi ta Mısır firavunlarına, hipokrata dek dayanıyor.....Demek ki BEYNİMİZE SOKMAYA ÇALIŞTIKLARI her şey DOĞRU DEĞİL.
Hadi ha bire yediğimiz,içtiğimize saldırıyorlar. Oturduğumuz evler, pvc pencereler, kullandığımız boyalar....Ne kadar kaçabiliriz....Kerpiç evlerde, kireç boyalar kullanılan evlerde kalan kim kaldı. Kaldı ki onlar da ölmedi mi?....
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum.
Aynen bende inanmıyorum, inanmıyorum derken türkiyede yapılana inanmıyorum, bir taraftan verilen zehirlerle zararlılar öldürülürken üremesi az olan faydalılarda öldürülmekte, doğadaki dengeyi bozduk ortalık zararlıdan geçilmiyor.
Diğer taraftan verdiğimiz zehir ve gübrelerle toprağımızı bozduk bir çok mantari hastalık türedi, bu durumlar varken ticari anlamda doğal organik tarım yapılabileceğine inanmıyorum.
Hiç mi yapılamaz, yapılabilir,
Örnek: ahmet bey bahçesine 10 kök 20 kök domates eker ve hiçbir zirai ilaç gübre vermez ve ilaç vererek bir kökten 5 kg domates alabilecekse ilaç vermeyerek 0.5 kg alır (Belkide hiç alamayabilir) ve bunu yer bu doğaldır, ama bunu ticari yapıyorsanız bir kilo domatesin kilosu 10 tl den aşağı olamaz, üreticide kendini düşünmek zorunda 5 kilo almak varken belkide hiç ürün alamama rizki varsa ortada aradaki fark da olması doğaldır,
Benim takıldığım Diğer başka bir konu ürününü ilaçlı mücadeleyle üretmeyi tercih ettiysen şu işi de bilinçli yap daima en az zehirle mücadele et, larva dönemlerini takip et, en etkili olacağı dönemde ilacını at, beş kere 8 kere ilaç atacağına bir kere at.
Haziran ayında trakyada bir zeytin üretisiyle biraz sohpetimiz oldu tüylerim ürperdi, daha henüz haziran ayında olmamıza rahmen 8 ilaçlama yapmış, uzatmayayım, neden bu kadar zehir dediğimde ne yapayım abi ürünümmü mahvolsun,
-İnsanları mahvediyorsun ya
- Banane insanlardan benim ürünüm bahvolursa ben biterim.
Bizim ülkemizde çiftçiler maalesef fakir. (Genel olarak söylüyorum elbette zengin-büyük çiftçiler de var.)
Üreticiler ektiklerinden para kazanamzlarsa nasıl geçinecekler? Bir de bir sezon para kazanamama gibi bir lüksleri de yok, çünkü gırtlağa kadar borca batmış durumdalar. Bazıları ne kadar da ülkemiz büyüyor dese de hepsi rakamlarda yani sanal kısaca fos.
Birkaç sene öncesine kadar ülkemiz tarım ürünlerinde kendine yeten birkaç ülkeden biriyken şimdi samanı bile ithal ediyoruz. Şimdi buna da Allah'ın takdiri diyecek vardır ama ben de onlara Allah bize akıl vermiş diyorum. Aklımızı kullanıyor muyuz? Tabi ki de hayır. Elalem yapıyor biz sadece alıyoruz...
Adamlar genetik kaynakları bizden topladılar, onlar üzerinde çalışıp hibritlediler (GDO ile karıştırmayalım farklı şeyler) şimdi de bize milyonlarca dolara kazıklıyorlar. Bu Allah'ın takdiri değil kusura bakmasınlar bizim salaklığımız. Genetik kaynaklarımızın kıymetini bilmiyoruz adamlar cehennemin dibinden gelip ülkemizden bitki materyallerini ülkelerine götürüyorlar biz uyuyoruz. Sonra vay adamlara bak ne kadar fiyata tohum satıyorlar diyoruz.
Böyle olduğumuz sürece ve de görünen o ki daha çok sırtımıza binerler. Tohum konusunda da teknoloji konusunda da. Biz bir kamyon tarım ürünü gönderip birkaç tane bilgisayar alabiliyoruz o parayla adamlar 1 kamyon mal gönderip bizim 1 yıllık kazancımızı alıyorlar. İstatistik bilgileri tam bilmiyorum, genel olarak söylüyorum.
Organik tarım da bazı kesimlerin ürünlerini daha pahalı satmak için uydurdukları bir üretim biçimi. Tabi bana göre, isteyen inanabilir ben inanmıyorum.
Her ne kadar organik deseler de %100 organik ilaçlar kullanmıyorlar. Bazı istisnalar var ve bunlar nedense artıyor!...
Organik ürün yetiştirecekseniz şehir ortasında üretmeniz mümkün mü sizce? Bir kere hava temiz değil diğer şeyleri saymadan önce. Yağmur yağsa asit yağacak, ürünler mahvolacak.
Sertifika alacaksınız, sizce ne kadar güvenilir?
İlaçlamaları, gübrelemeleri vs kayıt altına alacaksınız? Uygulamaların kayıt altına alınması ülkemizde sizce ne kadar inandırıcı?
Organik ürün değil de kontrollü üretim yapsak eyvallah derim. Sn. liliumun da dediği gibi bilinçli ilaçlama, gübreleme, toprak işleme, münavebe vb. işlemler kayıt altına alınıp ama ilk önce her şey planlanıp üretim yapılırsa eyvallah. Bu koşullarda ne organik üretim ne de kontrollü üretim yapılabilir.
Organik ürün yemek isteyenler dağlardaki kendi kendine yetişen meyvelerle bu isteklerini giderebilirler ancak.
Acınacak durumdayız ve bu sadece insanların suçu.
MeyveliTepe
08-08-2014, 14:57
Organik tarım ile ilgili görüş ifade eden mesajları buraya taşıdım.
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum. Bunu her seferinde de söylüyorum. :)
Her şey bitkilerde var o ayrı ama organik üretim diye bir şey yok bence. Hepsi milleti daha fazla yolmak için yapılan oyunlar.
İnanmıyorum derken, "gereksiz, lüzümsuz" anlamında mı? Yoksa uygulamasının zor olmasını, ülkemiz şartlarında uygulanamayacağını mı kastediyorsunuz?
Çok özetle organik besin ve bitki üretiminin iki temel boyutu var. Biri bitki besleme, diğeri zararlılar ve hastalıklarla mücadele.
Bitki besleme toprak ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile bir konu, nisbeten dolaylı sayılır, şimdilik bir kenara koyalım. Zararlı ve hastalıklarla mücadelenin nasıl yapıldığı ise deyim yerindeyse damardan ilgili. Pestisitler, pestisit kalıntıları, "izin verilen" kalıntı miktarları, pestisitlerin doğadaki diğer canlılara etkilerinin dışında, özellikle kronik hastalıklarla ilişkileri, vs.
Organik ürün yetiştirecekseniz şehir ortasında üretmeniz mümkün mü sizce? Bir kere hava temiz değil diğer şeyleri saymadan önce. Yağmur yağsa asit yağacak, ürünler mahvolacak.
Sertifika alacaksınız, sizce ne kadar güvenilir?
İlaçlamaları, gübrelemeleri vs kayıt altına alacaksınız? Uygulamaların kayıt altına alınması ülkemizde sizce ne kadar inandırıcı?
Bu durumda şehirde hava temiz değil, nasıl olsa tam organik olması mümkün değil, bol bol sentetik toksik pestisit kullanılmasında bir sakınca yoktur şeklinde algılanıyor.
"bilinçli ilaçlama" dediğiniz şeyin adına da sanırım şimdilerde "iyi tarım" diyorlar. Temel aldığı şey de kalıntı miktarlarının "izin verilen limitlerin" üzerine çıkmamasını sağlamak. Bu limitler ise çoğunlukla bu kalıntılı besinler tüketildiğinde "akut" etkilerin görülmemesini sağlayacak seviyeler.
Bir üyemiz bazı kanser türlerinin eski mısırda bile görüldüğünü, dolayısıyla bugünkü kanserlerin (genel olarak kronik hastalıklar da kastediliyor sanırım) pestisitlerle ilgili olamayacağı anlamında büyük harflerle pestisitlerin kronik hastalıkların artmasındaki rolünün bir bakıma yalandan ibaret olduğu hakkındaki inancını nakletmiş (bu konuda Türkçe araştırma var mı bilmiyorum, muhtemelen yoktur çünkü öyle bir kurum da yok, ama dünyada yeterince bilimsel araştırma var).
Bir başka üye de, organik üretimin marjinal tutulmasında propoganda aracı olarak çokça kullanılan masallardan bir versiyon kullanarak toksik pestisit kullanılarak beş kilo alınan ürünün kullanılmadığında yarım kiloya düşeceği mesajını vermiş. Organik ürünlerin yamuk yumuk, kurtlu olduğu mesajı da benzeri şekilde çokça verilmeye çalışılan bir mesaj. Fakat doğru olmaktan bir hayli uzak.
ozanemre
08-08-2014, 15:10
Ben de organik tarım kavramını kabul etmeyenlerdenim.
Organik tarım ve ürün kartelleri kimyasal maddelerin kullanılmadığı ve % 100 dış etkiden arınmış, steril kaynaklarda tarım yöntemlerini bir algı yönetimi ile pompalayarak beraberinde bir inorganik tarım ve gıda algısına neden olmuş, bu furya üzerinden de yıllardır yüksek kazançlar elde etmişlerdir. Parlak etiketler, süslü ambalajlar ile organik ürünleri sun, takip sistemini kurduğunu iddia et ve parayı topla. Dünya topraklarında maalesef doğal kaynakları kirlenmemiş çok az küçük alan bakir olarak geriye kalmıştır. Bu alanlarda da coğrafi ve ekonomik koşullardan dolayı tarım yapılması ve ürün eldesi şimdilik mümkün değildir. Çevre ve doğal kaynaklar bir birleri ile bütünleşik koşulları taşır. Misal vermek gerekir ise bir yerdeki ağır metal bir başka bölgeye yağış, yer altı suları ve fiziksel etmenler ile çok hızlı bir şekilde taşınabilmektedir. Doğa ile uyumlu, karbon yükünü azaltabildiğin bir sistem kurabildiğin zaman organik yapıdan bahsedebilirsin. Tabi bunun için o yapı içinde insanın yer almaması gerekliliği vardır. Organik tarım, amerikan sistemli bir ifade olduğundan amerikanın her şeyinde olduğu gibi bu da saçma bir tanımlama olarak literatüre girmiştir. Bu üretim biçimini tek karşılayabilecek ifade doğal ürün kavramıdır. Yani % 100 doğal değil, ancak kendi koşullarında iyi tarım uygulamaları ile üretilmiş kontrollü, doğal müdahale araçlarının kullanıldığı ürün anlamındadır. Doğal üretim yapılan köylerimize gelen organikçiler zaten doğal olan kaynakların ve döngünün kullanıldığı üretim alanında ek ücretli organik yan sanayi ürünleri takviyesi yapar, verin şu kadar euroları der ve karşılığında da küçük bir sertifika verir, daha çok kazanacaksınız derler. Her değişiklik, her aşama euro demektir. Ürünleri ve uygulamaları da tanımlı takip sistemine aldıklarını söylerler ama ben meslek hayatımda hiç metrik ve parametrik bir sistem kurduklarını göremedim. Diğer gruplar ise kimyasal ürünlerin mümessilliğine soyunur, adeta bu alanda birbirleri iler yarışırlar.
Bilinçli tüketicinin yapması gereken; imkân dâhilinde, bilinçli üretici veya firma edinmesi ve yerel ürüne talepte bulunmasıdır.
Esen kalın.
Sn. Meyvelitepe ben organik tarıma her şeyi paraya dönüştürmek olarak bakıldığı için inanmıyorum. Çünkü organik tarım adı altında amaç daha yüksek fiyata ürünleri insanlara satmak. Bunun için de bir sürü kural koymuşlar ama kuralların içinde de organik olmayan ürünlerin pestisit olarak kullanılabileceği var.
Demem o ki eğer bir ürün organikse tümüyle organik olması lazım. Hiçbir şekilde kimyasal kullanılmamalı.
Ürünleri yamuk yumuk olması ise saçma, bizim kendi yetiştirdiğimiz yerel çeşitlerin şekli gayet düzgün. Onlardan yetiştirerek organik de olsa düzgün meyvelerimiz olur.
Kanserle ilgili sadece pestisitler suçlu değil, insanlar para için her şeyi yapıyorlar ama sonunda bela yine kendilerini buluyor. Bir anlık gaflete düşüyorlar ama sonuç hüsran oluyor.
Kanserin çok eskilerden beri olması normaldir ama çoğalmasının bir çok nedeni var. Çevresel koşulların bozulması öncelikli bence. Sonra diğer faktörler de var tabi ama artık vücut çevreye karşı hassaslaştı daha çok hastalanıyoruz.
İyi tarım uygulaması her şeyin kontrollü olarak ve kayıt sistemiyle üretim şekline dayanıyor. Kalıntı problemi için mutlaka son ilaçlama ve hasat arasındaki süreye uyuluyor. Tabi öyle söylüyorlar ama biz analiz edemediğimiz için de inanmak zorundayız ya da almayacağız.
Benim ise en büyük derdim insanlarımızın malesef bu konuya duyarsız oluşu. Şimdi biz burada yazışıyoruz ama çoğu insan hatta en çok da çiftçilerimiz bu pestisitler konusunda bilinçsiz. Adamlar ilaçlama yapıp arkasından ürünü toplayıp pazara gönderiyorlar. Yani bizde malesef eğitim sorunu var.
Bir örnek vereyim. Amcamın bahçesini ilaçlayacaktım amcam dedi ki kaç gün koparmayalım? Ben de amca en az bir hafta toplama bir şey. Yanımızda da babamın kuzeni vardı. O dedi ki yahu ne olacak ben her zaman yiyorum bir şey olmuyor. Siz de yeyin bir şey olmaz. Ben ne kadar laf anlatmaya çalışsam da dinlemedi beni ama amcama siz yemeyin dedim. Genelde de dinler beni.
Bizim insanlarımız başına gelmeden bir şeyin kötü olabileceğine malesef inanmıyor.
Organik tarım ile ilgili görüş ifade eden mesajları buraya taşıdım.
İnanmıyorum derken, "gereksiz, lüzümsuz" anlamında mı? Yoksa uygulamasının zor olmasını, ülkemiz şartlarında uygulanamayacağını mı kastediyorsunuz?
Çok özetle organik besin ve bitki üretiminin iki temel boyutu var. Biri bitki besleme, diğeri zararlılar ve hastalıklarla mücadele.
Bitki besleme toprak ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile bir konu, nisbeten dolaylı sayılır, şimdilik bir kenara koyalım. Zararlı ve hastalıklarla mücadelenin nasıl yapıldığı ise deyim yerindeyse damardan ilgili. Pestisitler, pestisit kalıntıları, "izin verilen" kalıntı miktarları, pestisitlerin doğadaki diğer canlılara etkilerinin dışında, özellikle kronik hastalıklarla ilişkileri, vs.
Bu durumda şehirde hava temiz değil, nasıl olsa tam organik olması mümkün değil, bol bol sentetik toksik pestisit kullanılmasında bir sakınca yoktur şeklinde algılanıyor.
"bilinçli ilaçlama" dediğiniz şeyin adına da sanırım şimdilerde "iyi tarım" diyorlar. Temel aldığı şey de kalıntı miktarlarının "izin verilen limitlerin" üzerine çıkmamasını sağlamak. Bu limitler ise çoğunlukla bu kalıntılı besinler tüketildiğinde "akut" etkilerin görülmemesini sağlayacak seviyeler.
Bir üyemiz bazı kanser türlerinin eski mısırda bile görüldüğünü, dolayısıyla bugünkü kanserlerin (genel olarak kronik hastalıklar da kastediliyor sanırım) pestisitlerle ilgili olamayacağı anlamında büyük harflerle pestisitlerin kronik hastalıkların artmasındaki rolünün bir bakıma yalandan ibaret olduğu hakkındaki inancını nakletmiş (bu konuda Türkçe araştırma var mı bilmiyorum, muhtemelen yoktur çünkü öyle bir kurum da yok, ama dünyada yeterince bilimsel araştırma var).
Bir başka üye de, organik üretimin marjinal tutulmasında propoganda aracı olarak çokça kullanılan masallardan bir versiyon kullanarak toksik pestisit kullanılarak beş kilo alınan ürünün kullanılmadığında yarım kiloya düşeceği mesajını vermiş. Organik ürünlerin yamuk yumuk, kurtlu olduğu mesajı da benzeri şekilde çokça verilmeye çalışılan bir mesaj. Fakat doğru olmaktan bir hayli uzak.
MeyveliTepe
08-08-2014, 17:19
Organik tarım ve ürün kartelleri kimyasal maddelerin kullanılmadığı ve % 100 dış etkiden arınmış, steril kaynaklarda tarım yöntemlerini bir algı yönetimi ile pompalayarak beraberinde bir inorganik tarım ve gıda algısına neden olmuş, bu furya üzerinden de yıllardır yüksek kazançlar elde etmişlerdir.
Bu ne demek?
"Organik tarım ve organik ürün"ler mi kartelleşmiş? Yanlış anlamıyorum değil mi? Bu kartellerden bir kaç örnek daha iyi anlamamız için iyi olurdu. "Steril kaynak" nedir bilmiyorum ama, söylediğinize göre bu organik kartelleri sentetik toksik pestisitler ve bunların kalıntılarına karşı bir algı yönetimi yaparak kalıntılı gıdayı kötülemiş, bu sayede çok çok paralar kazanmış anlamında söylüyorsunuz.
İlginç bir tez. Destekleyecek araştırmalar, bilgiler bulgular varsa ve sunarsanız boşuboşuna bahçede zehir kullanmayacağız diye kendimizi paralamayalım, dükkanlar dizi dizi zehir dolu, çok da ucuz.
ozanemre
08-08-2014, 18:03
Araştırma bilgi, bulguları ve ilgili tezleri sömürü sistemini yıkıp, akademik kadrolarımızı ve araştırma deneme alanlarımızı geri aldığımızda paylaşırız. Biraz beklemeniz gerekecek tabi, çünkü mesleki kurtuluş savaşı ve liyakat mücadele yıllarındayız.
Esen kalın.
MeyveliTepe
08-08-2014, 18:18
kuralların içinde de organik olmayan ürünlerin pestisit olarak kullanılabileceği var
Söz gelimi?
Özel bir şeyi düşünerek mi bunu söylediniz bilmiyorum. Ben bir tane söyliyeyim.
"Potasyum bikarbonat" ancak kimyasal bir işlem sonucunda elde edilir ama dünyada organik tarımda kullanımına izin vardır. Bu malzeme etkili bir fungusit olarak kullanılır. İşlevi, solusyonu alkali yaparak mantar sporlarını öldürür. Bir yağ ile beraber kullanılırsa funguslara karşı daha da etkili olur. Doğru dozda kullanılır ise fitotoksite de yapmaz.
Bu malzeme aslında bir kabartma tozudur, gayet güzel sodyum bikarbonat yerine kullanılarak kek yapılabilir. Dolayısıyla funguslar dışında canlı hayata, havaya, suya toprağa, yiyenlere bir etkisi yoktur. Ne akut, ne de kronik bir etki yaratmaz. Normalde mutfaklarımızdaki baharat raflarında yer alması gereken bir malzemedir.
Bu malzeme organik tarımda kullanılmaz ise ne olur? Ya da kimyasal prosesden geçerek elde edildiği için kullanılmamalı mıdır? Bunun yerine içinde penconazole de bulunan, herkesin bol bulamaç kullandığı bir fungusit kullansak daha mı iyi olacaktı. Üstelik penconazole düşük akut toksik olarak işaretlenmiş bir içerik ama daha yeni tiroid kanseri ile ilişkilendirildi.
Organik üretimden benim anladığım sürdürülebilir ve, toprak, su, hava ve ekolojiye olumsuz etkisi minimum, tüketenlerde gıdanın kendi doğal içeriğinin etkileri dışında fazladan akut ve kronik bir etki yaratmayacak şekilde limitin altı üstü denilmeden tüm kalıntılardan ari bir üretim metodudur.
Organik tarımın resmi uygulaması üst paragrafta yaptığım basit tanımdan biraz daha farklı. Sertifika uygulaması üreticinin ne nasıl ürettiğinin bilinmediği durumda tüketici için bir güvence olmakla beraber, ülkelerin genel tarım politikalarında sertifika ile beraber organik tarım girdilerinin kısıtlılığı, doğayı tahrip edip kirletmeye yönelik çevre politikaları organik tarımı hep marjinal ölçekte tutmaya yönelik. Söz gelimi organik insektisit olarak çok bilinen azadirachtin içerikli bir girdinin litresi 250 TL civarındayken kutusu 15 liraya organofosfat alabilirsiniz. Üstelik azadirachtin içerikli olanı dükkanlarda ya hiç bulamazsınız ya da zor bulursunuz.
Ülkemizdeki resmi tarım talimatlarına bir bakın, zehir kullanımınından kaçınılacak yöntemleri (var olduğu halde) önermezler. Yeni mezun ziraat mühendisimiz evde yetiştirilen çiçekteki zararlıya bile göğsünü gere gere organofosfat önerir. Bir arkadaşımız kartellerden bahsetmişti. Evet, sanırım kartellerden bahsedilebilir, ama hangi kartellerden? Devletlerin tarımdan sorumlu tüm organlarını teslim almış, buna göre politikalar üreten, eğitimi buna göre düzenlenmiş, şirketleri bayi ağları, rafları, broşürleri, çiftçi eğitimleri buna göre şekillendirilmiş global bir kaç şirketin yönettiği kartellerden bahsedebilmek için yeterli (aslında bitmez tükenmez) kaynak var.
Peki böyle bir ortamda organik tarım hala niye var? Tamamen bitirilmemiş olmasının tek bir sebebi var. Bahsettiğim zincir içindeki yönetenler sadece organik gıda ile besleniyorlar, onlar için bu kadarı hem gerekli hem de yeterli.
MeyveliTepe
08-08-2014, 18:20
Araştırma bilgi, bulguları ve ilgili tezleri sömürü sistemini yıkıp, akademik kadrolarımızı ve araştırma deneme alanlarımızı geri aldığımızda paylaşırız. Biraz beklemeniz gerekecek tabi, çünkü mesleki kurtuluş savaşı ve liyakat mücadele yıllarındayız.
Esen kalın.
Var olduğunu söylediğiniz, işlevini detaylı olarak tarif ettiğiniz kartellerden bir iki tanesinin adını vermek çok da zor olmamalıydı.
ozanemre
08-08-2014, 18:50
Var olduğunu söylediğiniz, işlevini detaylı olarak tarif ettiğiniz kartellerden bir iki tanesinin adını vermek çok da zor olmamalıydı.
Var olduğunu söylediğim, herkes tarafından da var olduğu bilinen, işlevini ise detaylı olarak tarif etmeye bile henüz başlamadığım çok uluslu şirketlerin bir iki tanesinin adını vermek inanın çok da zor geliyor. Canı gönlüm de öyle arzu ediyor. Piyasada araştırarak çok kolay ulaşabileceğiniz kaynaklar ve sonuçlar mevcut. Organik düşüncenin ve organik yaşamın temelinden sakat olduğunu cümle alem biliyor. Çünkü işin içinde bilinen şirketler ve büyük karlar vardır. Yüksek kültürlü ve sağlam yapılı olduğu halde, hayatta isteği kalmamış olduğu için intihar eden insanlar gibi biz de büsbütün Türk Tarımını bu şirketlere mi terk edelim. Asla…
Şimdi organik sektöründen ne kazandık diye soralım.
-7 den 70 bahsedilen organik ürünler ile çok uygun fiyatlara sağlıklı beslenme şansımız var mı?
-Her tarım üreticisi, üretimin her aşamasında organik tarım sisteminin uydurulmuş nimetlerinden yararlanabiliyor mu?
-Organik Tarımın, Tarım ekonomisi içindeki payı nedir? Kimler bundan kar sağlıyor?
-Dünyada bugün organik üretimden bahsediyor isek bundan önceki üretimlerimiz inorganik miydi?
…………
Vay bizim halimize…
MeyveliTepe
08-08-2014, 21:36
Var olduğunu söylediğim, herkes tarafından da var olduğu bilinen, işlevini ise detaylı olarak tarif etmeye bile henüz başlamadığım çok uluslu şirketlerin bir iki tanesinin adını vermek inanın çok da zor geliyor. Canı gönlüm de öyle arzu ediyor. Piyasada araştırarak çok kolay ulaşabileceğiniz kaynaklar ve sonuçlar mevcut. Organik düşüncenin ve organik yaşamın temelinden sakat olduğunu cümle alem biliyor. Çünkü işin içinde bilinen şirketler ve büyük karlar vardır. Yüksek kültürlü ve sağlam yapılı olduğu halde, hayatta isteği kalmamış olduğu için intihar eden insanlar gibi biz de büsbütün Türk Tarımını bu şirketlere mi terk edelim. Asla…
Şimdi organik sektöründen ne kazandık diye soralım.
-7 den 70 bahsedilen organik ürünler ile çok uygun fiyatlara sağlıklı beslenme şansımız var mı?
-Her tarım üreticisi, üretimin her aşamasında organik tarım sisteminin uydurulmuş nimetlerinden yararlanabiliyor mu?
-Organik Tarımın, Tarım ekonomisi içindeki payı nedir? Kimler bundan kar sağlıyor?
-Dünyada bugün organik üretimden bahsediyor isek bundan önceki üretimlerimiz inorganik miydi?
…………
Vay bizim halimize…
Bir kaç global şirket ben sayayım :) Söz gelimi Bayer, Dow Chemical, Monsanto, Sygentia, DuPont, Basf, Makhteshim Agan, Nufarm, Sumitomo Chemicals, Arysta Lifescience. Bunlar dünyadaki pestisit cirosunun %89'unu yaparlar. 2014 yılı için tahmin edilen pestisit global satışı 55 milyar dolar. Pestisitler içinde de en büyük oran herbisitlere ait. Avrupa ülkelerinde yağan yağmurda, insanların idrarında dahi glyphosate bulundu (bizde tahlil eden yok zaten).
Türk tarımını "organik karteller"e (her kimseler) teslim etmemek adına saydığım şirketlerin zaten 60 yıldır ellerinde bulundurduğu tarımı (politikaları, eğitimi, pazarı, bayileri vb. her şeyiyle) teslim etmeyelim, sahip şirketlerin başları ağrımasın, satışlarındaki artış hızları organikmiş, doğalmış, zehirsizmiş vs. safsatalarıyla azalmasın(!) kârlarına helal gelmesin(!)
Toplum zaten ucuzuna parlağına kırmızısına bakıyor. Şimdilerde yeni moda çıkardılar kalıntı filan diye, neymiş kanser yaparmış, vücutta birikirmiş, akıl hastalıklarına, parkinsona, bağışıklık sistemi hastalıklarına, defect doğumlara (şirketler tohumuna para saymıyor nasılsa) ve sonradan ortaya çıkan bir çok kronik hastalığa sebep olurmuş(!). Kanser eski mısırda bile varmış zaten. Pestisit sebebiyle hastalık filan, zaten külliyen yalan(!).
Eski mısırdan bu yana kanser oranları nasıl artmış bir istatistik yok ama Dünya Sağlık Örgütü bu günden 2020'ye kanserlerin %50 artacağını söylüyor, ne gam, bilmem kaç senedir yediği kalıntılı gıdanın etkisini kimse tesbit edemez nasılsa. Zaten bu şirketlerin büyük bir çoğunluğu aynı zamanda insan ilaçları da üretiyor ve en kârlı olanlar da kronik hastalık ilaçları. Böylece para parayı çeker :)
Ha, arada bir mikrobun biri tutup bir araştırma yapar, sağlam bir sonuç çıkarır, sonucunda da bu masum şirketlerin o güne kadar övünçle sattıkları, yayınladıkları broşürlere göre eğitim tezgahından geçmiş, bedava pazarlamacı olarak kullandıkları genç mühendisleri kullanarak onlarca yıl topluma yedirmiş oldukları bir ilacı yasaklarlar. Ne kötü! gitti yeni kârlar. O zamana kadar bunu yemiş, solumuş olanlar ne olacak? Boşver, hesabı mı olur.
Avrupada tarım alanlarının toplamının %4,3'ünde organik tarım yapılıyormuş (2008). Bazı ülkelerde %9'a kadar çıkmış olsa da ortalama böyle. Ülkemizde herhalde yüzde yarımı bulmamıştır. Sadece ilgili yönetici takımının ailelerine yetecek kadar. Fakat son bir kaç yıldır şehirli genç anneler çocuklarına limitin altı üstü bakmadan kalıntısız gıda yedirmek istiyor. Bu yüzden tarımın sahibi şirketler ve sistem aleyhine organik gıda talep ediyorlar. Bulabiliyorlar mı? Çok zor.
Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış.
Korkmanıza gerek yok yani :)
Not: Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
Bu yıl bizdeki sene asya armutları (organik) kabaca bir kamyon armut verdi. Güç bela yarısına yakınını dağıttım (bedava). Diğer yarısı hala ağaçların üzerinde arılar yiyiyor (bal arısı olsa neyse, hornet denilen serçe kadar arılar :)
Anlatılan propaganda masalına güzel cevap olmuş, Teşekkür ederiz.
Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
Tarım dışı gelirleri olanlar için bu işi yapmak hobidir keyfiyettir ya da bir şeyi başarma becerme yetiştirme mücadelesidir, (Türk çiftçisi bunlara tuzu kurular diyor) her türk çiftcisinin tarım dışı geliri olsa bazıları gibi uzayda patates yetiştirir, çiftçi bir yıl ürün alamadı mı borçlardan dolayı haciz kapıdadır,
Bölgemde çeltik üreticiliği yapılıyor daha harmanda kaça paça satıp borçlarını ödeyebiliyorsa ondan iyisi yok,
Bazı yan gelirleri olanlar için her şeyi yapmak konuşmak o kadar kolay ki,
Konuşmaktan daha kolay bir şey var mı?
MeyveliTepe
09-08-2014, 02:02
Zehir kullanırsan bir bitkiden 5 kilo domates alırsın, kullanmazsan belki 0,5 kg, belki de hiç alamazsın. Bitkisi, miktarları değişse de tam zehir propogandacılarının anlattığı masaldır ve tabii ki koca bir yalandan ibaret. Bunların en berbatları da zehirlere aslında karşıymış gibi görünüp başka çare de yok diyerek o rotayı gösterenler olsa gerek.
Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).Bunu alıntılayıp propoganda masalına cevap olarak algılamak her nasıl bir mantıksa artık :) Bu çiftliklerden biri 100 dekar, diğeri 180 dekar arazi üzerinde sertifikalı organik tarım yapar, taze ürünlerini doğrudan bunları talep edenlere ulaştırır. Her iki çiftlik de atalık tohumlarını kullanır, ellerindeki tohumları da gönül rahatlığı içinde paylaşırlar.
Tuzları kuru mudur? Hayır değildir, yaptıklarından iyi kötü maliyetlerini kurtaramazlarsa çiftlik dönmez, kapatmak zorunda kalırlar.
Tuzu kuru olanlar daha çok benim gibiler :) Tarımın doğrudan veya dolaylı gelir kaynağı olması yerine tamamen gider noktası olduğu, aile, akraba ihtiyacından fazlasını üretmemek için özel gayret gösterenler, hasbelkader fazla üretilenleri de gönül rahatlığı içinde çürümeye bırakabilenler olsa gerek.
Gevezeliği herkes yapabiliyor ama belki de bu sayede zehir sektörünün propogandacısı olmadan yapabiliyorum, zehirli üretim şart değildir diyebiliyorum, "bazıları" gibi uzayda patates yetiştirmeyi düşünmesem de araştırma yapıp, rahat rahat bir şeyler hayal edip olur mu diye bakabiliyorum. Ha, çıkıyor da bir şeyler, bir çok kişi de faydalanıyor bundan. Artık trabzon hurması bile değerlenmeye başlandı memlekette, borsasını bile kurdular (ne yazık ki yurdum tacirleri gürcistandan ithal etmeye de başladı).
Çiftçiye gelince, daha da ilginç (aslında ilginç olmaktan çok ülkenin yapılmış gerçeği) şeyler de gördüm. Adamın 500 dekar toprağı var, tahıl tarımı yapıyor, traktörüne koyacak mazot parasını bulamıyor. Harmanda tahılı satıyor, tefeci borçlarını ödüyor, kalan üç beş kuruşu şehre gidip bir haftada bitiriyor. Bütün seneyi de karısının harmandan çaldığı bir kaç çuval ile geçiriyor. Düzen tastamam, her şey bir güzel örgülenmiş (ayni ile vaki).
Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegomonyasından çıkarılması gerekir.
Kalıntı riski olmayan gıdaya ulaşabilmek herkesin hakkıdır. Bunun daha fazla engellenmesi, zorlaştırılması haksız bir durum.
Eğitimli şehirli yeni nesil artık dünya kaynaklarından okuyup bilgileniyor, taleplerini buna göre şekillendiriyor. Zehir propogandacılarının her türlü telkinine rağmen talebin artması ister istemez üretimi de tetikliyor. Üretimin artması girdi ürünlerin hacmini arttırarak teminini de arttırıp fiyatlarının normalize edilmesini de zaman içinde sağlayacak. Nitekim artık organik girdilerde bir kısım biyolojik girdi dışında pek çok şey bulunabiliyor. Hacim artınca uyanık yurdum tacirleri bunu da kaçırmaz, dürüst yaptıkları, hileye hurdaya sapmadıkları müddetçe sorun yok.
Tuzları kuru mudur? Hayır değildir, yaptıklarından iyi kötü maliyetlerini kurtaramazlarsa çiftlik dönmez, kapatmak zorunda kalırlar.
(biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
İnşallah yem bitkisi de doğal organiktir.
Cevap benim için yeterli teşekkür ederim, Başka bir taraflara çekiştirmenize gerek yok, mesaj buradadır (http://www.agaclar.net/forum/1311575-post64.htm) propagandamı yapmışım,zehirlere karşımışım görülüp rotamı göstermişim okuyucular üyeler akıl fikir yürütemiyor da sizi akıl hocası mı tuttular, okurlar yanlıştır doğrudur karar verirler..
Üye fikir ve düşüncelerini yanlış veya doğru paylaşamayacak diye forum kuralı varsa moderatörsünüz buyrun silin.
Bu şartlarda Organik tarıma inanmıyorum. Zorla mı ikna edeceksiniz..
MeyveliTepe
09-08-2014, 08:27
İnşallah yem bitkisi de doğal organiktir.
Cevap benim için yeterli teşekkür ederim, Başka bir taraflara çekiştirmenize gerek yok, mesaj buradadır (http://www.agaclar.net/forum/1311575-post64.htm) propagandamı yapmışım,zehirlere karşımışım görülüp rotamı göstermişim okuyucular üyeler akıl fikir yürütemiyor da sizi akıl hocası mı tuttular, okurlar yanlıştır doğrudur karar verirler..
Üye fikir ve düşüncelerini yanlış veya doğru paylaşamayacak diye forum kuralı varsa moderatörsünüz buyrun silin.
Bu şartlarda Organik tarıma inanmıyorum. Zorla mı ikna edeceksiniz..
İstediğinize inanırsınız, sizi ikna etmek gibi lüzumsuz bir şeyi kim ne diye yapsın.
Siz uluorta zehir propogandası yapacaksınız da üyeler bunun bir yalandan ibaret olduğunu söyliyemiyecek mi? Söylerse, "üyeler sizi akıl hocası mı tuttu" diyeceksiniz, öyle mi?
ozanemre
09-08-2014, 11:34
Sayın Meyveli Tepe öncelikle edep ve terbiye seviyesinde siz büyüklerime saygısızlık ettiysem şimdiden affediniz.
Gelelim ifadeleriniz ve görüşleriniz için vereceğim cevaplara.
Organik tarım sektörünü de saydığınız küresel şirketler yönetmektedir. Bu aileler zaten “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” garabetinden bir türlü vazgeçmezler. İyi ya ben de 60 yıldır kurtuluş savaşı verdiğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Yani Cumhuriyet daha henüz kurulamamıştır. Çünkü Milli mefahirden yoksunuz. Sizlerle aynı şeyi savunuyoruz, ancak dil ve ticari uygulamalar konusunda anlaşamıyoruz. Soma faciası sonrası yüzyıllar öncesinden felaket misaller veren erk ve yarım münevverlerin olduğu bir ülkede, eski Mısır'daki kanserden bahsedilmesi gayet normal. Avrupa'da yapılan permakültür faaliyetleri ve doğal tarım uygulamaları organik tarımın kat kat üstündedir. Avrupa'da benim de uzmanlık alanım olan agroforestry (sosyal ormancılık-orman içi tarımı) faaliyetleri bile organik tarımın kat kat üzerindedir.
“Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış.” Bu tespit ve ifadelerinize katılıyorum. Bu nedenle bu sektörün yatırımcı ruhlu değerli insanları felakete götürdüğünü ifade ediyorum. Çevremde bu nedenle hayatları kararan kaç değerli insan oldu. Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılar. Tabi bu yaşanan hakikati çok öncesinde görenler çıkmamış değildir, fakat susturulmuşlardır.
“Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegemonyasından çıkarılması gerekir.” Bu ifadelerinize de organik tarım algısının ortadan kaldırılarak yerini doğal tarım ifadesinin konulması gerekliliği ile sonuna dek katılıyorum.
Ülkemizde zirai mücadele ilaçları, ticari gübre, hormonlar ve diğer sentetik organik maddeler kullanılmadan yapılan üretime; ekolojik tarım, doğal tarım, organik tarım, sürdürülebilir tarım, biyolojik tarım gibi aynı işlemi tarif eden terimler kullanılmaktadır. Bu tarım şeklinin teknik adı ekolojik tarım, Türkçesi ise doğal tarımdır. Yani, doğal yapıyı bozmadan, sentetik ve üretim bandına girerek hazırlanan maddeler kullanılmadan yapılan tarım şekli olduğuna göre herkesin de kolayca anlayacağı ve doğal olarak yapılan tarıma doğal tarım denmelidir. Doğal tarımda hedef; ürünlerde miktarı değil kaliteyi artırmak, insan sağlığını korumak ve doğayı yaşanır halde tutabilmektir, organik tarım sektöründeki gibi euroları organik yanaşmacılarına, piramitçilerine ve sadet zincircilerine kaptırmak değildir. İşte bir çok sektörde olduğu gibi organik sektörünün başındaki gizli yanaşmacılar da bu yaklaşımı kullanarak zaten var olan ve uygulanan doğal tarımın içini boşalttılar. Yani milli servetimizi ve varlığımızı bu alanda da ortadan kaldırdılar.
Tarımda üretim esnasında kültüre alınmış bitki ve hayvanların sağlıklı beslenmesi, korunması ve bakımı insanlar tarafından yapılır. Onun için tarım da bir kaide vardır. Üretilmeyen bir canlının tüketilmemesi de gerekir. Yani hayvancılık bitkisel üretimi, bitkisel üretim de hayvancılığı destekler. Geleneksel tarımda bir taraftan doğal denge bozulurken, tarımsal üretim sağlıklı yapılamamaktadır. Konvansiyonel tarım sisteminde doğa bozulsa da o sistemi yaratanlar için çok önemli değildir. Burada insanların besleneceği kadar üretim yapmak hedeflenmiştir. Gelecek nesillere bozuk ve yaşaması zor bir doğal ortam bırakılması fazla dikkate alınmamıştır. Zira tarım alanlarının amaç dışı kullanılmaları buna en iyi örnektir. Buraya kadar hem fikiriz. Ancak biz tarımın organiği olmaz diyenlerdeniz. Organik madde bitkilerce sentezlenerek veya yerdeki normal atmosfer koşullarında karbon atomunun diğer elementlerle çok sayıda kararlı bileşiğin oluşumunda etkili olarak meydana gelir. Karbon atomu tüm organik birleşiklerin moleküler iskeletidir. Bu maddeler doğal organik bileşikleri oluşturur. İnsanların yapay olarak ürettiği karbon içeren maddelere de sentetik organik bileşikler denir. Bunlarla uğraşan kimya dalına da organik kimya veya karbon kimyası denir.
Organik tarım, doğal tarımsal üretimi tanımlayamamaktadır. Zira o zaman inorganik tarımdan da bahsetmemiz gerekirdi. Doğal tarımda yıllardan beri süren hatalı işlemlerle bozulan doğal dengenin yeniden canlandırılması ve yaşanır bir ortamın oluşturulması esastır. Bu tarım sisteminde toprak canlılarının tür ve miktarını artırmak gerekir. Toprak canlılarının besin kaynağını ortadan kaldıran ticari gübreler ile insan ve doğal hayatı zehirleyen zirai mücadele ilaçları, hormonlar, her türlü sentetik maddeler ile gen teknolojisi yoluyla elde edilmiş bitkilerin de kullanılmaması gerekir. Bu uygulamalar organik sertifikalar alındığı iddia edilen ticari organik sanayi yan ürünleri ve ilaçları için de geçerlidir.
Organik tarım başarısız bir denemeden ibarettir. Hani yeni nesil demokrasi hareketleri gibi…
Organik Tarım;
-Planlı ekim nöbetini üretimde sağlayamamıştır.
-Toprakta organik madde birikimi ve humus formaların oluşumuna katkı sağlayamamıştır.
-Toprakta yer alan mikroorganizmaların yaşamsal döngülerine doğrudan etki sağlayamamıştır.
-Toprağın uygun şekilde işlenmesine katkısı olmamıştır.
-Gübreleme maliyetini düşürmemiştir çünkü kendi sektörünün girdilerini piyasaya pompalamıştır.
-Devamlı olarak kendini yenileyebilecek bir sisteme sahip değildir.
-Flora ve faunanın devamlılığı için bir alternatif koşul sağlayamamıştır.
-Atalık olmayan, atalık tohum şenlikleri oluşturmuş ve tohum bankaları ile de serbest olan gerçek atalık tohumlarını çekmecelere hapsetmiştir.(yıllar önceki kan bağışları projeleri gibi)
-……….
Siz değerli büyüklerime sonsuz saygı duyuyor, emek ve çalışmalarınızdan birçok yerde istifade ettiğimizi bilmenizi istiyorum.
Esen kalın.
MeyveliTepe
11-08-2014, 23:56
Sn.ozanemre,
Son mesajınızdan anladığım kadarı ile sizin organik üretime eleştiriniz önceki mesajlarınızda anlaşıldığı gibi "sağdan" değil de "soldan" :)
Görüldüğü gibi, zehirsiz, sentetik toksik pestisitsiz tarımsal besin üretimini küçümseyen, zehir kullanmadan bu işler olmaz, olsa da ürün alınmaz, zaten bu zehirler bir şey yapmaz, kanser de eski mısırdan beri varmış, vs.vs. yıllardır devam eden kartel propogandasıyla aynı çizgiye kolayca düşülebiliyor. Kendi adıma öyle olduğunu düşündüm.
Her şeyden önce tanımda hemfikir olmak gerekir.
FAO'nun tanımına (http://www.fao.org/organicag/oa-faq/oa-faq1/en/)göre;
"There are many explanations and definitions for organic agriculture but all converge to state that it is a system that relies on ecosystem management rather than external agricultural inputs. It is a system that begins to consider potential environmental and social impacts by eliminating the use of synthetic inputs, such as synthetic fertilizers and pesticides, veterinary drugs, genetically modified seeds and breeds, preservatives, additives and irradiation. These are replaced with site-specific management practices that maintain and increase long-term soil fertility and prevent pest and diseases.
Organic agriculture is a holistic production management system which promotes and enhances agro-ecosystem health, including biodiversity, biological cycles, and soil biological activity. It emphasises the use of management practices in preference to the use of off-farm inputs, taking into account that regional conditions require locally adapted systems. This is accomplished by using, where possible, agronomic, biological, and mechanical methods, as opposed to using synthetic materials, to fulfil any specific function within the system." (FAO/WHO Codex Alimentarius Commission, 1999)."
Özetin özeti, sentetik gübreleri, pestisitleri, genetiği değiştirilmiş organizmaları (vişneye aşı yapılması değil de bildiğimiz GDO'lar), koruyucuları, veteriner ilaçlarını vb. elimine ederek potansiyel çevre ve sosyal etkileri gözeterek dış girdilerden daha çok ekosistem yönetimini kullanan bir tarım biçimi olduğunu söylüyor.
IFOAM (http://www.ifoam.org/en/organic-landmarks/definition-organic-agriculture)ise kendi çevirileri (http://infohub.ifoam.org/sites/default/files/page/files/doa_turkish.pdf)ile;
"Ekolojik Tarım’ın Tanımı
Ekolojik tarım; toprak, ekosistem ve insan sağlığını devam ettiren, sağlıklı olmasını sağlayan bir üretim sistemidir. Sistem, olumsuz etkisi olan girdilerin kullanımı yerine ekolojik işleme süreçler, biyolojik çeşitlilik ve yerel koşullara uyum sağlamış döngülere dayanır. Ekolojik tarım, içinde bulunduğumuz çevreye fayda sağlamak, adil ilişkiyi ve tüm ilgili taraflar için iyi bir yaşam kalitesini yaygınlaştırmak adına gelenek, yeni buluşlar ve bilimi bir araya getirir."
böyle demiş.
Ne bunlar, ne de daha önce gördüğüm başka tanımların hiç biri ne permakültürü ne agroforest'ı, ne herhangi bir kadim tarım öğretisini, ne de başka bir alan/arazi tasarım, yönetim biçimini yadsır.
Üreticinin organik/ekolojik tarımı nasıl uygulayacağı tamamen kendi pratik şartlarına, imkanlarına, deneyimine, neticede kararlarına bağlıdır. Bunların sonucunda yapmak istediği üretimde çok başarılı olabilir ya da başarısız olabilir. Başarı oranı, ekolojik tarımın ana prensiplerini, konvansiyonel tarımdan temel farklarını özümseyip içselleştirdiği oranda artma potansiyeli gösterir. Söz gelimi, organik tarım yapıyorum diye konvansiyonel tarım yaklaşımlarını uygulayarak sadece girdileri değişmiş monokültür yapanların bir kaç yıl içinde yönetilemez sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.
Organik tarımın toplum ile ilişkisi bu konunun başka ve çok önemli bir diğer boyutu.
Pestisit ve sentetik bitki besleme girdisi kullanmadan kalıntısız üretim yaptınız, sonrası ne olacak? Bu ürünlerin konvansiyonel ürünlerle karışmadan toplumdaki talep edenlere ulaşabilmesi gerekli. Aksi halde yapılan üretimin hiç bir anlamı olmayacaktır.
İşte bu noktada hakim sistemin çarkları devreye girer. ABD, Avrupa, Avustralya ve Japonya'da biribirlerine çok benzer süreçler oluşturulmuştur. Ürünlerin nihai olarak ulaşması düşünülen toplum kesimlerininden hareketle görünürde tüketicinin haklarını garanti etmek adına oluşturulan bir dizi mevzuata dayalı sertifikasyon sistemleri yaratılmış, çoğu çok uluslu sertifikasyon şirketleri ortaya çıkmış, ekolojik üretim yaparak ürünlerini topluma ulaştırmak isteyen çiftçilerin/çiftliklerin denetlenmesi, nihai ürünün ve üretim biçiminin garantilenmesi adına, aynı zamanda bir maliyet kalemi olarak sürece dahil edilmişlerdir.
Üretici ve tüketici arasında bağların zayıf, üreticinin tüketiciyi tanımadığı, tüketici açısından da tamamen bir muamma olduğu durumda tamamen mantıklı ve gerekli gibi görünen bu süreç, uygulamada ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak besin zincirinin bir kamburu olarak da kabul edilebilir.
Çok uluslu ve global tohum, bitki besleme, pestisit ve beşeri ilaçlar pazarını ellerinde bulunduran az sayıdaki şirket gelirlerinin tamamını ürettikleri biyoteknoloji veya hibrid tohumlardan, pestisitlerden, sentetik kompoze gübrelerden ve bazıları bunlara ilave beşeri ilaçlardan elde eder.
Bu şirketlerin pestisit kullanmayan, kompoze gübre kullanmayan, GDO tohum kullanmayan organik/ekolojik tarımdan kazanacakları bir şey yoktur. İkinci dünya savaşını takiben bu güne kadar iyice yerleştikleri dünya pazarlarında devletlerin tarım politikalarını doğrudan ve dolaylı olarak şekillendirmişlerdir. Açılan ziraat okullarında öğretilenlerle yolun sonu hep onların üretip sattıkları pestisitlere, gübrelere ve tohumlara çıkar. Türlü metodlarla toplum taleplerini yönlendirmeye, organik metodlarla üretilmiş besinin konvansiyonel besinlerden farklı olmadığını (http://www.monsanto.com/improvingagriculture/pages/organic-and-conventional-agriculture.aspx), gayet sağlıklı olduğunu, onların pestisitleri sayesinde daha çok ürün alınabileceğini doğrudan kendileri, ve dolaylı olarak toplumda oluşturdukları gönüllü "image maker"ları vasıtasıyla yaymaya çalışırlar. Bunlar kültürel yapısı nisbeten zayıf toplumlarda (Mesela Hindistan, Pakistan, Türkiye vb.) zehir kullanımı sayesinde 10 misli daha fazla ürün alınabildiği imajını dahi yayarlar.
Ziraat okullarından mezun olarak sahaya dağılan bireylerin okul sonrası aldıkları tek ilave eğitim ezici çoğunlukla şirketlerin yeni çıkarttıkları ilaç veya gübrelere ait broşürlerdir. Dünyada her gün yayınlanan bilimsel çalışmalara ait makaleleri takip etmek bir yana, bir çoğu varlığından dahi habersizdir.
Devletler, tarımsal üretimi o toplumun beslenmesinin, karnının doymasının temel ve vazgeçilmez unsuru olarak görmek yerine fiyatları dünya borsalarında belirlenen herhangi bir ticari meta olarak görürler.
Tarımsal gıdanın topluma ulaşmasında sanayi ürünlerinin topluma ulaşmasındaki süreçten daha engelleyici ilave kurallar ve bariyerler vardır. Bir sanayi ürününü doğrudan üretenden veya bayisinden doğrudan ve kaynağını bilir olarak alabilirsiniz ama işlenmemiş tarımsal gıdayı alamazsınız, mutlaka aradaki bariyerlerde fiyatı katlanmış ve "anonymous" hale getirilmiş olmalıdır.
Ülkelerin kültürel ve toplumsal sistemleri zayıfladıkça daha da vahim hale gelir. Göstermelik mevzuatlar duruma göre uygulanır. Dünya piyasalarında reddedilmiş gemiler dolusu GDO'lu pirinç getirenin kimliğine bağlı olarak göstermelik mevzuatı aşmanın yolunu kolayca bulur ve Gönendeki, Osmancıktaki çeltik üreticisinin sistem gereği katlanmış borcunu dahi ödeyebilmesine engel olur. Bu gibi ülkelerde ahlaki erozyonu her alanda görmek mümkündür. Rüşvetler (http://www.sec.gov/litigation/litreleases/2007/lr20214.htm), feodal ve taraftar ilişkileri tepeden tırnağa, sahtekarlıkları, dolandırıcılıkları, olağan, kabul edilen, normal karşılanan hale getirir. Üretilen ürünün topluma ulaşabilmesinde bırakılan yegane yol olan sertifikasyon sistemi dahi bu yozlaşmadan payını alabilir.
Organik girdi tescil sistemi ve bu ürünlerin pazarlanma süreçleri de içler acısı. Bilinmeyen, kontrol edilemeyen, spekleri belirlenmemiş, onu gösterip bunu satan, hepsi ayrı ayrı birer "tarım devrimi" olan sahtekarlık ürünlerine veya dolandırıcılık örneklerine rastlamamak mümkün değil.
Öte yandan toplumdaki özellikle şehirli, iyi kötü eğitimli genç kesim şirketlerin gelmiş geçmiş algı yönetimlerini aşarak talep oluşturuyorlar. Esas istedikleri, nerede ve nasıl üretildiğini bildikleri sağlıklı ve kalıntısız tarımsal besin (bunu seneler önce basit bir şekilde test etmiştim). Bulabildikleri ise şayet şansları varsa ulaşabildikleri bir organik pazar ve yeni yeni üreticilerin mevzuat risklerini göze alarak doğrudan ulaştırmaya başladıkları az sayıdaki kutular. Hoş bu alanda da şampiyon, hiç bir gıda güvenliği garantisi olmadan, ne organik veya ekolojik, ne de nerede kimin nasıl ürettiği belirli ürünlerin bir pazarlama dehası tarafından insanların beyinlerinde bırakılan boşlukları kendilerinin doldurması zaafiyetini kullanarak yapabildiği satışlar olsa gerek.
Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılarOrganik üreticilerin kandırıldığını iddia etmek biraz fazla kuvvetli bir iddia, en azından benim bildiklerim için. Kandırıldıklarını filan düşünmüyorum açıkçası, ne yaptıklarını bilir, hepsi daha önce senelerce profosyonel deneyimleri olan insanlar. İddianıza göre kandırılmamış olsalardı kocaman arazilerinde konvansiyonel tarım yapmaya devam edecekler, pestisit, kompoze gübre tüketimine daha çok katkıları olacaktı. O zaman iyi ki de kandırılmışlar sonucuna varmak da mümkün.
Şimdi gübrelerini kendileri üretiyorlar, olabildiğince monokültürden kaçınıyorlar, sentetik toksik pestisit, şirketlerin hibrid tohumlarını kullanmıyorlar. Yazlık kışlık örtü bitkileri, bunların azot bağlama kapasitelerini, maksimum biomass ile toprak canlılığını arttırmaya çalışmak gibi işler yapıyorlar. Bunları yaparken de değirmeni döndürebilmek için sistemin engellerine rağmen ürünlerini tüketiciye ulaştırarak maliyetlerini çıkarmaya çalışıyorlar. Hepsi permakültürden, biyodinamikten hatta ayurvedikten haberdar. Akıllarına yatan iyi pratikleri, tasarımları kendi şartlarında adapte etmeye çalışıyorlar. Tepeden tırnağa toprağın içindeler. Tüm deneyimi mahalle arasında spiral yapmaktan ibaret kişilerin bitkiler hakkında botanik alanında doktoralı ve doçent sıfatıyla ders veren kişiye "sen permakültüre giriş kursu almamışsın, konuşma hakkın yok" demelerindeki dogmatikliğe de prim vermiyorlar. Hiç bir eski öğretinin din yerine konamıyacağını ama her öğretiden alınacak dersler olduğunu biliyorlar.
Uzmanlık alanınızın agroforesty olması çok güzel bir şey.
Avrupa birliği ülkelerinde 2010 itibarıyla organik tarım yapılan alan büyüklüğü 7,6 milyon hektar olarak bildirilmiş (http://ec.europa.eu/agriculture/markets-and-prices/more-reports/pdf/organic_2010_en.pdf). Agroforesty Europe (2012) raporunda (http://www.agroforestry.eu/sites/default/files/pub/docs/report_en.pdf)bir alan büyüklüğü bildirilmemiş ama denemeler yapılabilmesi için kiralanan arazilerden bahsedildiğinde o kadar büyük alanlara kurulu, organik tarımdan ayrı ve ürün veren, verdiği ürün tüketicilere ulaşan büyüklükler göremedim. Benim anladığım organik üretim alanlarının agroforest arazi yönetim biçimiyle de örtüşebilirliği. Nitekim rapordaki konuşmalarda organik üreticilerin agroforest uygulamalarına daha yatkın olduğunu belirtmişler. Başka bir konuşmacı da agroforest uygulama sayesinde bu alanlarda pestisit kullanımının azalma eğiliminde olduğunu belirtmiş. Bu da çok güzel bir şey, ama keşke hiç kullanmasalarmış.
Ben agroforest uzmanı değilim ama sanırım istem dışı bir agroforest'ım var. %95'i yiyecek üreten, yeterli çeşitliliğe sahip ortalama her on metrekarede bir ağaç olacak şekilde ormanlaşmış bir ortamda ağaç altlarında kimi sebze, kimi örtü ve tarla bitkisi, kimi kafasına göre takılan bitki örtüsü içindeyim. En sıkıntılısı da sebze üretmek çünkü ağaçlar git gide bol güneş isteyen sebze alanlarını daraltıyor. Çok güzel birliktelikler de ortaya çıkıyor, söz gelimi frenk üzümü ve bektaşi üzümlerinin kestane çürüntülü toprakta ve kestane gölgesi altında bu kadar güzel gelişip verimli olacağını bilmezdim.
Sertifikasız ama organik tarımın tüm şartlarını asgari olarak taşıyan tarımsal üretim biçimini bir zamanlar sürdürülebilir doğal tarım olarak adlandırmıştık. Doğal deyince onun da tanımı epey tartışma götürür aslında. Pek çok alanda olduğu gibi, "sol"un da daha "sol"u var. Bir bakış açısına göre arayıcılık ve toplayıcılık dışında yaptığınız her tarımsal faaliyet doğaya negatif anlamda müdahaledir. Bir alanda ister permakültür, ister agroforest ne olursa olsun herhangi bir sebze veya meyvenin yetişmesi yönünde tohum atıyorsanız (top da yapsanız farketmez), fidan dikiyorsanız orada doğal olarak olmayacak bir şeyi yapıyorsunuz demektir. Hele ki domates, mısır gibi bambaşka bir coğrafyaya ait türleri yetiştirmeye kalkıyorsanız bu bakış açısına göre "doğa"dan söz etme hakkınız bile yoktur. Kimyasal işlemden geçmiş ne olursa olsun kullanmayalım. Tamam, ellerinizi sıvı katı farketmez sabun kullanarak yıkıyorsanız kimyasal kullanıyorsunuz demektir. Sabunu kendi bahçenizin yağı ve odun külü kullanarak kendiniz yaptınızsa bile durum değişmez, fazladan ağır metal de içerir sabununuz (sodyum/potasyum hidroksit + yağ kimyasal reaksiyon sonucunda sabununuz olur). Her şey doğal olduğunda muhtemelen mineral eksiklikleri, dengeleri vb. şeyleri de gözetmiyorsunuz demektir. Doğulu permakültür ustalarından bazıları gözetiyor, söz gelimi toprağı alkali yapmadan gerektiğinde hızlı kalsiyum sağlamak için yumurta kabuğu ve sirke gibi doğal malzemeleri kullanırlar. Oysa gerçekleşen şey bal gibi kimyasal prosestir. Kalsiyum karbonat asetik asit ile reaksiyona girip kalsiyum asetat oluşturur.
O zaman bunun ölçüsü nedir? "Sol"un neresinde durduğunuza göre sağınızda ne var diye bakabilirsiniz.
Ben nasıl baktığımı söyliyeyim. Canlıları, havayı suyu toprağı zehirleyen sentetik toksik pestisitler kim nasıl tarım yapıyorsa yapsın, tarım yapmayıp bahçesinde çiçek büyütüyorsa bile kaçınılması gereken bir şey. Bana göre öncelik buradadır çünkü başkasının bahçesi bile olsa doğaya salınan zehir aynı zamanda geleceğin de zehirlenmesidir. Tırtıla karşı decis bücüs vb. tavsiye edildiğinde 6,25 gr saf deltamethrin'in ilave olarak doğaya salınımına da bir bakıma onay vermek anlamına geliyor. Bizim forum bile bunun örnekleriyle dolu. Hatta "doğal tarım" yaptığını iddia edenlerden bile ziraate sordum bir zararı yokmuş, decis bücüs kullanabilirsiniz diyenler de oldu. Ortada tırtılları toplayacak kuş veya ateş karıncaları yoksa, elle mekanik temizleme durumu da yoksa "bacillus thuringiensis" en güvenli mücadele metodudur. Bu biyolojik mücadele aracını bilgili ve gereken donanıma sahip biri kendisi izole edip kullanmak üzere muhafaza edebilir, imkansız değil, ama bunun için harcanacak zaman ve paraya değmez. Kullanıma hazır, dormant halde kuru granül olarak hazırlanmışı var. Evet, doğru izolasyonu standart bir yoğunlukta hazırlamanın arkasında bir işletme, diğer devlere göre küçük bir şirket var. İzole ediyorlar, fermentasyon ile çoğaltıp dormant hale sokuyorlar, kurutup su ile kolayca aktivleşecek şekilde granül yapıyorlar ve kutuluyorlar, bir fabrika yani. Bu böyle diye deltamethrin'e ses çıkarmamak kabul edebileceğim bir şey değil. Bir yandan doğal tarım yaptığını söyleyip bir yandan da deltametrin tavsiye edenlerin yaptığı ise maskaralıktan başka bir şey değil.
Daha dün yazılan bir mesajda (http://www.agaclar.net/forum/1312065-post992.htm) hobi olarak yetiştirilen 3-5 domatesin yaprağındaki galeri sineği için "Voliam Targo 063 SC" tavsiye edilmiş. Sygentia'nın abamectin ve chlorantraniliprole aktif maddelerinin ikisini birden içeren toksik bir zehir. Yaprakların hem altına hem üstüne püskürtülmeliymiş. 250 domates yaprağından bir tanesinde galeri sineği izi olsa ne olur, olmasa ne olur? Oysa üyenin esas problemi (bitkilerdeki fungus kökenli hastalığın yanı sıra) tuta absoluta ve çok yaygın ise bacillus thuringiensis hareketli ve açıktaki larvaları avlayarak zararı önemli seviyede azaltır. Şimdi bacillus thuringiensis'i hobi sahibi vatandaş, hadi geçelim çiftçi kendisi izole etmediği müddetçe kullanmasın mı? Bu üye domateslerini agroforest ile yetiştirmediği için sessiz mi kalalım? Bu domatestler ünlü sprial'in içinde yetiştirilseydi tuta absoluta gelmez miydi?
Her neyse, daha yazılabilir, söylenebilir çok şey var. Bu konuda sağlıklı yargılara varabilmek için bir iki adım geri çekilip ne oluyor, nasıl oluyor, pratik durum nedir, uzun vadede ve kısa vadede neler yapılabilir, ben ne yapmalıyım vs.vs. tüm boyutlarıyla görmeye çalışmak biraz daha geniş bir bakış açısı sağlayabilir.
egecafer
20-08-2014, 11:02
Değildir bence çünkü genetik değişimler bitkide hormonal değişimi tetikler buda insan vücudu için sğlıksız olabilmektedir
Marco_Pasha
24-08-2014, 19:39
Bana göre tamamen büyük tohum üretici ve çiftliklerin pazarlama taktikleri. Bir zaman da sigara sağlığa zararlı değil diye açıklamalar yapıyordu el altından beslenen bilim adamları.
E_Özçelik
26-08-2014, 13:29
Organik tarımın hikaye konusu olarak görülmesi bile başlı başına hikaye konusu olur.
birnefestoprak
17-09-2014, 19:39
Organik tarim denilince, dogrudan sertifikalandirilmis tarim algisinin anlasiliyor olmasinda endustriyel bir cabanin etkisinin olmadigini soyleyemeyiz ama bu, organik tarim terimini kullanmamamiz gerektigi anlamina gelmiyor. Dogal tarim diyebiliriz ama bu da cok genel bir terim. Organik malzemeleri kullanip, dogal tarim yapiyorsak oyledir iste. Organik tarim deyince, "oyle deme, dogal tarim de" diyen cok ama bu bence, konuya cok katkisi olmayan bir yaklasim. En azindan, konunun ozunden uzaklastiriyor.
Bence organik tarimda esas olan, toprak sagligi, basta topraktaki canlilarin etkinligi ve populasyonu. Topraga kimyasal gubre boca edildiginde, mikroorganizmalarin isleyemeyecegi ve bu yuzden besinsiz kaldiklarinda koloni populasyonunun dusecegi ve zamanla ortadan kalkacagi asikar (bunun tartismaya acik bir yani yok; konuyla ilgili binlerce akademik calisma var). Bu canlilar, koklerle besin arasinda simbiyotik iliski kuruyor, topraga verilen besinin bitki icin kullanilabilir hale gelmesini sagliyor. Kaldi ki, bitki, verilen organik gubrenin bile kendi ihtiyaci olanini kullaniyor; kimyasal gubrenin asiri dozda verildigi durumda, geri kalan miktarini nasil islesin?
Yararli mikroorganizma kolonilerinin sayisinin dustugu bir topragin ne hastalik dayaniminin yuksek olmasi, ne ordan elde edilecek verimin yuksek olmasi, ne de urunlerin lezzetinin iyi olmasi mumkun. Burda tabii ciftcinin bitki rotasyonunu goz ardi etmesi gibi baska etmenler de etkili ama isin kimyasal malzemeyle ilgili kismi birincil oncelige sahip.
Bir diger nokta: Geri donus sulari. Diyelim ki "hastaliga onlem alacagim" diye yuksek konsantrasyonlu kimyasal ilaclari bitkiye boca ettiniz. Kokten beslemeyi gectim, bitki ortusune puskurterek bile toprakta tuzlanma yaratmamaniz (ozellikle buyuk olcekli uygulamalarda ve uygulama sikligina bagli olarak) mumkun degil. Topraga yapay yollardan aktardiginiz butun bu tuzlar, yagmur sulariyla civardaki yuzey sularina, su tablasi yuksek ve yere yakinsa su tablasina, topragin gecirimliligine bagli olarak belli bir sure sonra akifer sularina karisacak. Hele ki akifer kontaminasyonu soz konusuysa, bunun dogal yollardan sistemden atilmasi soz konusu ciftcinin omur sinirlari icinde neredeyse imkansiz. Kapsamli ve profesyonel bir temizleme calismasiyla bile cok cok zor ve zaten maliyeti de cok yuksek. Koylu, sulamada yeraltisuyunu kullaniyorsa, hepten kaybetti.
Sozun ozu, kendine gore dongusu olan bir sistemin carklarinin arasina bir levye sokuyorsunuz. Simdi olmasa bile bir sure sonra, carklar mutlaka zarar gorecek; butun makineyi kaybedeceksiniz.
Gelelim sertifikalandirmaya. Sertifikanin sart oldugunu dusunmuyorum ve ciftciler ve tuketiciler arasinda ne kadar populer bir konu haline gelebilecegiyle de ilgilenmiyorum. Onemli olan sey sertifikalandirma degil, tuketicinin ciftciyi bire bir tanimasi, o mumkun olmasa bile telefonla veya e-posta yoluyla gorusebilecek kadar yakin olmasi. Fantazi gibi geliyor, dile kolay belki ama imkansiz degil cunku cok basarili uygulamalari var. En azindan kimyasal malzemeyle tarimi imkansiz hale getirmekten cok daha imkanli.
Peki ciftciyi tanimak, tarladaki uygulamalarini bilmek ne demek? Tarim olcegini kucultmek demek. 1000000 kisiyi besleyen holdinglesmis, nerdeyse tek odak noktasi kar etmek olan ciftlikler yerine, hepsi belli bir mesafe capi icinde 1000'er kisiyi besleyen 1000 ciftligi dusunun (burdaki sayiyi ornek olarak veriyorum; bunun ustune cikarak da kucuk olcekli kalabilirsiniz cunku olceginizi kucuk tutarak da dogru uygulamalarla yuksek verimler alabilir, daha cok insani besleyebilirsiniz). Yakinsaniz, urunu elden alabildiginizi, yakin olmasaniz veya arabanizin olmadigi durumlarda siparis verdiginizi ve ertesi gun siparisinize ulastiginizi ya da o ciftcinin urunlerini semt pazarinizda alabildiginizi dusunun. "Ama organik sebze-meyve cok pahali" diyecekseniz de hem bu uc olasiligi hem de organik sertifikasi aldigi domatesleri sizden 1000 km uzakta ureten holdinglesmis bir ciftligin fiyatlarin yukselmesine yol acip acmayacagini dusunun. Dogru organik uygulamalara bagli olarak, yaniniza kar kalacak ust mertebeden lezzet faktorunu de unutmayin.
Duzeltme: Lezzet konusunda bir ek yapayim. Urunun lezzetini aciga cikarmak, bir simyaci titizligi ve calismasi gerektiriyor. Ayni cesit tohumu organik yolla yetistiren iki yetistiricinin urununun ayni lezzeti vermesi mumkun degil. Kullanilan malzemeye/yonteme bagli olarak lezzet, iyi ya da kotu yonde, degisecektir.
Her sektörde tekelleşmenin, holdingleşmenin olmaması için istikrarın olması lazım. Misal; sanayide çalışan mobilyacı yaptığı ürünlerin kendisine getireceği yıllık geliri az çok bilmeli. Yüzde 20 az olur fazla olur sorun olmaz. Ancak kriz oldu, döviz arttı, dolu yağdı gibi sebeplerle birkaç yıl komple zarar ederse bu işverenden hiç bir şey bekleyemezsiniz. Ne iş güvenliğine önem verir, ne asansörüne gereken bakımı yaptırabilir, ne de çalışanlarının sigortalarını yaptırabilir. Fazla da sermaye birikimi yoksa bir kaç sene sonra daha büyük bir mobilyacının yanına işçi olarak çalışmaya girecektir. Çiftçiler de öyle; adam patates ekiyor ve 10 dönüm yerden kazandığı ile ev alıp oğlunu evlendirebiliyor bu yıl. Ancak sonraki birkaç yıl ürünü para etmediğinde yavaş yavaş elindeki kazanımlarını tekrar kaybetmek durumunda kalabiliyor. Peki bu durum dört beş yıl boyunca sürerse; banka ipoteği, stres, kavga vs. Ve ürünün para etmesi muhtemel yıl geldiğinde ise çiftçi tarladan eli boş dönmek istemiyor. En ufak bir sorunda soluğu ziraat mühendisinin yanında alıyor. Müşteri dükkana gelmiş, bu yıl para edecek mahsulün olabildiğince fazla olmasını ve hastalanmamasını istiyor. Satıcı dolduruyor tabi torbayı, üç-dört çeşit ilaç 250 tl. Haftaya kadar düzelmezse "bir de bunları dene, bunlar daha etkili" diye 350 tl. lik bir torba daha. Sezon sonu hüsran olursa da "merak etme herkesin ki böyle oldu" diye teselli. Yani çiftçi kendisini kurtaracak ürünün göz göre göre heba olmasını istemiyor ve kendince elinden gelen her şeyi yapmayı istiyor. Para veriyor ya, sanki daha çok gübre verir ve sürekli ilaçlarsa iyi olacak. Bu durum yıllarla devam ederek alışkanlık haline geliyor. Kendi aralarında konuşan çiftçiler birbirlerinde görüp duyarak kullanılan katkıları her geçen sene arttırıyorlar. Kısa vadede gözüken zarar olmadığından sorun yokmuş gibi geliyor tabi. Yaylada salatalık yetiştiren biriyle konuştuk; çiğ çok, iki-üç günde bir ilaçlıyorum ben dedi.
Geçenlerde tarihini tam hatırlamıyorum, kayınpedere sordum ilaçladıktan sonra bir hafta geçmiş miydi diye. Güzelce yıkarsan bişey olmaz bana yıllardır olmadı ya dedi. İnsanımız ilaçlı, katkılı gıdayı yiyince bir iki ayda öleceğini sanıyor.
Çiftçiyi bilinçlendirmek zaman alacak ve kişileri alışkanlıklarından vazgeçirmek zor. Üstelik bunlar (bizim yöre için konuşuyorum tabi) iyi hallerimizmiş. Zirai ilaç satan arkadaşın dediği, pek çok zararlı ilaç vs. nin kullanımı yasaklanmış. Gübre bayi arkadaşın dediği ise milletin eskiye göre gübresini daha bilinçli ve az verdiği...
Holdingleşmeyi önlemek, küçük esnaf, zanaatkar, çiftçinin birleşmesine, dayanışmasına, bilinçlenmesine, kooperatifleşmesine bağlı. Yoksa her sektörde ülkede 10-15 firma olacak, kalanlarda onların yanında işçilik yapacak.
birnefestoprak
29-09-2014, 20:08
Örnek: ahmet bey bahçesine 10 kök 20 kök domates eker ve hiçbir zirai ilaç gübre vermez ve ilaç vererek bir kökten 5 kg domates alabilecekse ilaç vermeyerek 0.5 kg alır (Belkide hiç alamayabilir) ve bunu yer bu doğaldır, ama bunu ticari yapıyorsanız bir kilo domatesin kilosu 10 tl den aşağı olamaz, üreticide kendini düşünmek zorunda 5 kilo almak varken belkide hiç ürün alamama rizki varsa ortada aradaki fark da olması doğaldır,
Dun gece vakit bulup gorece yeni mesajlari soyle bir inceledim. Verimle ilgili yukardaki paragrafa da bakarak, domates ornegi verildigi icin onun ustunden giderek ve ekleme yaparak dusuncelerimi aktarayim:
1) Burayi okuyan ve organik tarima gecis yapmak/baslamak isteyen ciftcilerimizin, hicbir saha verisine dayanmayan niceliksel ifadeleri, dikkate almamasini oneririm. Ayrica kusuratli deger verince daha inandirici olacaksa 0.5'i 0.25 yapalim; noktadan sonra iki basamakli daha inandirici olur.
2) Domatesin verimi bircok farkli konuya dayanir. Tohum vardir, cok lezzetlidir ama verimi azdir; tohum vardir, yine cok lezzetlidir ama verimi gorece cok iyidir. Hangi tohumu kullandiginiza gore, alacaginiz verim, elbette degisir. Referanslari dogru kullanmak gerek cunku verimi etkileyen parametre sayisi cok. Baska hicbir saha gozlemi/deneyi/olcumu olmadan, "Ilac kullanmadigim icin verim alamadim" diyemezsiniz (guvenli, ayaklari yere basan bir ifade kullanmak istiyorsaniz, "ilac kullanmadim, belki verim ondan dusmustur" diyebilirsiniz). Belki toprak sagliksizdi ve ilac kullansaydi da verim alamayacakti; nerden bilecegiz, degil mi?
3) "E canim biz onlara 'topragi zehre bogacak kadar kimyasal gubre kullanin' mi diyoruz; 'iyi verim almaya yetecek kadar kullanin' diyoruz" gibi ifadelerin de mantikli ve dogaya yararli hicbir dayanagi yok (oksimoron ifadenin kendi icinde gizli). Bir kere 'yetecek kadar'in olcusunu denetleme olanagimiz var mi yok mu bunu dusunmemiz gerek. Bunun yaninda, domatese 30-30-30'u verdiniz diyelim; bunun hepsini bir mevsimde kullanmasi mumkun mu yoksa ihtiyaci olan kadarini mi alacak? Kalan, toprakta kalacak. Ertesi sene ayni gubrelemeyi bir daha yapacaksiniz. Seneler boyu ard arda yapilan gubrelemeyle kumulatif bir kalinti yaratiyorsunuz. Bu sekilde yorulan bir topraktan, gubreye ek olarak istediginiz kadar kimyasal fungisit/insektisit kullanin, takip eden mevsimlerde 'iyi' verim almaniz mumkun degil; bitkiyi ciceklenene kadar yasatirsaniz bile sanslisiniz. Ozellikle simbiyotik mikroorganizmalarla ilisigi kesilmis bir domatesi, ustune bir de rotasyon da yapmiyorsaniz, ne hastaliktan ne bocekten kurtarabilirsiniz.
birnefestoprak
30-09-2014, 20:47
2001 yilinda Washington Universitesi Halk Sagligi ve Toplumsal Tip Arastirmalari Bolumu arastirmacilari tarafindan yapilan bir arastirma (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1240250/pdf/ehp0109-000299.pdf)nin ozu:
Arastirma, Seattle (WA)'da gerceklestiriliyor. Arastirmacilar, Ilkbahar ve Sonbahar 1998 donemlerinde, 96 ayri hanede yasayan ebeveynleri, ayni hanelerde yasayan 2-5 yas arasindaki 110 cocuga yedirmek uzere hem bir kovensiyonel urunler (kimyasallarla yetistirilen urunler) satan marketler zincirinin subesinden hem de organik urunler satan bir kooperatiften alisveris yapmak uzere gorevlendiriyor. Ebeveynlerden, uc gun sureyle, cocuklari icin aldiklari urunlerin listesini gosterir birer gunluk tutmalari da isteniyor.
Uc gunun sonunda, soz konusu urunlerle beslenen cocuklardan alinan idrar ornekleri vucuttaki pestisik artiklari bakimindan analiz ediliyor ve asagidaki sonuclara/cikarimlara/yorumlara ulasiliyor:
- Duzenli olarak organik urunlerle beslenen cocuklarin idrarindaki organofosfor (sadece pestisitlerde degil sinir gazinda da kullaniliyor) konsantrasyonlari, konvensiyonel urunlerle beslenen cocuklarinkinden cok daha dusuk cikiyor (organik urunlerle beslenenlerde de tespit ediliyor cunku cocuklar, ev bahcesinde cesitli kimyasal ilaclarla bakimi yapan cimlerle, ev icinde bocek oldurmek icin kullanilan ilaclarin bulastigi yuzeylerle vs surekli temas halindeler).
- Birbirinden farkli organofosfat bilesikleri bakimindan yapilan inceleme kapsaminda, cocuklarin %99'unun idrarinda en az bir bilesige, %70-75'inde de iki bilesige birden rastlaniyor.
- Icinde bulunulan mevsim, irk, cinsiyet, yas, hane geliri, hane tipi (apartman dairesi, bahceli ev gibi), hanenin bulundugu mahallenin ozellikleri ile yapilan olcumler arasinda bir korelasyon tespit edilemiyor (cocuklar, soz konusu parametreler bakimindan gruplandirilip birbirleriyle karsilastirildiklarinda, cocuklarin idrarindaki degerler bakimindan belirgin bir fark tespit edilemiyor).
- Olculen medyan konsantrasyon degerleri iki farkli bilesik grubu icin sirasiyla 0.11 ve 0.04 micronmol/l olarak belirlenmis.
- Olculen degerlerin bir kisminin cocuklarin tukettikleri yiyeceklerle, bir kisminin da ev bahcesinde kullanilan pestisitlerle baglantili olabilecegi belirtilmis.
- Olculen seviyelerdeki degerlerin olumcul sonuclara yol acmasinin ongorulmedigi ancak soz konusu bilesiklerin uzun vadeli etkilerinin bilinmedigi de ifade edilmis.
MeyveliTepe
30-09-2014, 22:53
"Pestisitler
Zirai veya tarım ilaçları adıyla anılan maddeler zararlı böcekler, yabani otlar, solucanlar, mantarlar ve fare gibi kemirgenleri öldürmek üzere tasarlanmış zehirler ya da namı diğer pestisitlerdir. Pestisitlerin içinde “aktif” (öldürme amaçlı kimyasallar) ve sözde “aktif olmayan” maddeler bulunmaktadır. Bunlar ticari sır addedilerek, çoğu zaman “aktif” içeriklerden daha zehirli olmalarına rağmen açıklanmadığından bu durumdan habersiz tüketiciler tarafından kullanılmaktadır. Tarife uygun olarak kullanıldıklarında dahi pestisitlerin insan sağlığına ve çevreye çok sayıda olumsuz etkisi vardır.
Ruhsatlı, kayıtlı **** satışına devlet tarafından izin veriliyor olsa bile bu tür maddeler güvenli değildir. Bu zehirleri satan veya uygulayanlar zararsız olduğunu iddia etse de bu doğru değildir. Çünkü pestisitlerin zehir ve etki düzeyleri saptanırken karışım halindeki solüsyonlar yerine karışımı oluşturan maddelerin tek tek sağlıklı hayvanlar üzerindeki etkileri ölçülmektedir ve yalnızca derhal yarattıkları etkiye bakılmaktadır. Bu zehirler, uzun dönemde ve karışım haline getirildikten sonraki olası etkileri göz önüne alınmaksızın kullanılabilir onayı alabilmektedir. “Kabul edilebilir” tolerans düzeyi ortalama bir yetişkin erkeğe göre belirlenmekte, çocuk ve kadınların farklı durumları hesaba katılmamaktadır.
Pestisitler memeliler, hem suda hem karada yaşayan canlılar, kuşlar ve balıkların yağ dokularında birikerek bu canlıların büyüme, üreme ve davranışları üzerinde etkili olmaktadır. Pestisitler besin zincirini zehirlemekte, su kaynaklarını kirletmekte ve belli türlerin sayılarının azalmasına yol açmaktadır.
Bunların sağlık üzerinde kısa sürede görülen etkileri bulantı, göz, cilt, solunum yolu ve boğazda tahriş, adele spazmı ve hatta ölümdür.Öte yandan uzun sürede ortaya çıkan etkiler daha da vahimdir. Tekrar tekrar pestisitlere maruz kalınması halinde nörolojik sorunlar, beyin ve akciğer kanserleri, bağışıklık sistemi baskılanması (ki bu çevreye aşırı hassasiyet olarak görülür), lösemi, Parkinson hastalığı, böbrek tahribatı, Hodgkin’s harici lenfoma ve hormonal bozukluk, sperm sayısında azalma ve kısırlığı da içeren üreme bozuklukları görülebilmektedir. Bu zararlar çocuklar üzerinde daha da yıkıcı olabilmektedir.
..."
Zehir Zemberek (http://blog.meyvelitepe.org/2008/07/20/zehir-zemberek/)
Children and Pesticides (http://www.beyondpesticides.org/lawn/factsheets/Pesticide.children.dontmix.pdf)
"
(http://www.beyondpesticides.org/lawn/factsheets/Pesticide.children.dontmix.pdf)
“Vücut yükü, ” adı yanıltmasın bu fazla kilolarla değil, yalnızca etkileriyle farkedilen bir yük. Çevremizde doğal ya da insan eliyle oluşan toksik (zehirli) kimyasallar biz soluk alıp verirken, yiyip içerken, hatta bazen de cildimizden süzülerek vücutlarımıza giriyor. Hatta hamile kadınlarda plasenta aracılığıyla fetüse dahi ulaşıyor. İşte “vücut yükü” belli bir zamanda vücudumuzda birikmiş olarak bulunan bütün bu kimyasalların miktarlarını gösteren rakamlara verilen isim.
Araştırmalarda çoğunlukla belirli bir kimyasalın ne kadar birikmiş olduğuna bakılıyor, örneğin kurşun, civa veya dioksin. Aslında mükemmel tasarlanmış bedenimiz bazı kimyasalları veya onların yan ürünlerini belli bir zaman dilimi içinde atabiliyor. Örneğin arsenik, Agatha Christie’nin romanlarında sık sık malum nedenlerle yer verdiği bu zehirin düşük dozları vücut tarafından 72 saat içinde atılarak organizma temizleniyor, tabii ısrarlı bir biçimde maruz kalınmadığı takdirde. Ancak diğer kimyasallardan kurtulmak o kadar da kolay değil. Bazıları kanda, yağ dokularında, spermada, kas, kemik, beyin dokularında veya diğer organlarda yıllarca kalabiliyor. Örneğin DDT gibi klorinli pestisitlerin vücutta 50 yıl kaldığı saptanmış. Amerika’da yaklaşık 80.000 çeşit kimyasal kullanıldığı, öte yandan insanların bedenlerinde bulunan kimyasalların sadece bir kaç yüzünün ölçülebildiği belirtiliyor.
Bilim adamlarının tahminlerine göre, her insan ister kırsal alanda ister kalabalık metropollerde yaşasın vücudunda en az 700 kirleticiyi taşıyor, çünkü bu maddeler toz, hava ve su aracılığıyla yerkürenin her yanına ulaşabiliyor. Biz insanlara ise bu kimyasal çorbanın içinde yüzmek kalıyor.
Bazı kimyasallar sanayi üretimlerinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkıyor ve tüketicilere ulaşan pek çok üründe bulunuyor. Örneğin belirli bazı plastik ürünlerin üretimi sırasında istenmeden ortaya çıkan dioksin ve furanlar (nylon sentezi sırasında ortaya çıkan renksiz, yanıcı toksik sıvı) bu gruba giriyor. Ne yazık ki ellerini sık sık ağızlarına sokan küçük çocuklar toz partikülleri üzerine yapışan bu kimyasallardan en fazla etkilenenler oluyor. Farkedeilmeden veya istenmeden maruz kalınanların yanı sıra bir de boyalar, cilalar, benzin, yapıştırıcılar, kozmetikler, kuru temizleme yapılmış giysiler, plastik besin kapları, konserve kutulardaki besinler, temizlik malzemeleri, ev ve bahçelerde kullanılan pestisitler (böcek ve ot öldürücü kimyasallar) v.s aracılığıyla bedenimize girenler var.
En zararlı kimyasallardan biri olan dioksinin büyük bir bölümü kirlenmiş besinler aracılığıyla bedenlerimize sızıyor. Bunun için ille de kendi evinizi ve bahçenizi ilaçlamış olmanız gerekmiyor, yakınınızda veya uzağınızda yiyecek zincirine karışan bir pestisit (zehirli tarım ilacı) bir şekilde hedefini buluyor. Hatta anne sütünün yararlarının iyice anlaşıldığı çağımızda, hamilelik sırasında veya anne sütüyle bebeklerin bedenlerine giren ve yıllarca kalan kimyasallar da ironik olarak annelerin bebeklerine bırakmayı hiç istemeyecekleri birer miras olarak aktarılıyor."
Miras (http://blog.meyvelitepe.org/2009/07/03/miras/)
What is body Burden (http://www.chemicalbodyburden.org/whatisbb.htm)
Köylerde yüzde yüz doğal olduğu zannedilen kuşburnu marmelatları ve pekmezler alüminyum kazanlarda kaynatılıyor.
Köylü yeterince bilinçli olmadığı için niyet temiz olsa da sonuç parlak değil.
Yoksa benim de hayalim kendi doğal ürünümü yetiştirmek ve tüketmek.
İsmail Kuzucu
08-10-2014, 20:58
Bu sabah kahvaltı ederken bereket tvde bir program denk geldi. Örtü altı üretimi ve kalıntılar hakkında bilgiler veriliyordu.
İyi tarım, organik tarım, arı ile tozlama, en az derecede hormunsuz üretim derken konu ilaçlamaya geldi. İlaçlanan ürünler zaten toplama, nakliye, depo ve pazara gidene kadar 3 günü geçiyor ve hiç kalıntı kalmıyor dediler.
Oysa ki 1-2 dakika önce kalıntı konusunda en dertli ülke olduğumuzu söylüyorlardı :) Etkisi 14 gün veya sistemik ilaçları hiç kullanmıyorlar sanırım. Memleketimin insanını ne güzelde kandırıyorlar, etkisi geçiyormuş diye.
3-4 sene önce ilaçlama belgesi aldık, bu belgesi olmayana ilaç verilmeyecek ve ilaç attırılmayacak diye. Böylece kimin nereye ne kadar ilaç kullandığı belli olacak. (Burasıda tertışılır tabi) Hep yasa var ama denetleyip uygulayan yok..
MeyveliTepe
08-10-2014, 21:58
3-4 sene önce ilaçlama belgesi aldık, bu belgesi olmayana ilaç verilmeyecek ve ilaç attırılmayacak diye. Böylece kimin nereye ne kadar ilaç kullandığı belli olacak. (Burasıda tertışılır tabi) Hep yasa var ama denetleyip uygulayan yok..
İlaç için belgeye filan gerek yok. Zirai ilaç bayilerinde raflar dizi dizi her türlü zehirle dolu. Birisi gelip bir rafı komple satın alsa kimsenin diyeceği bir şey yok.
ozanemre
11-10-2014, 20:10
Ön Konferanslar Başladı!
18.IFOAM Dünya Organik Kongresi Ön Konferansları, bu sabah Yeditepe Üniversitesi'nde başladı.
Bugünün programı;
09.30- 18.00 Gıda Toplulukları Oluşturmak
09.00-12.30 Organik Pamuk için Daha Sürdürülebilir Bir İş modeli Oluşturmak
14.00-17-30 Küresel Organik Pamuk Topluluğu Platformu Toplantısı
14.00-17.30 Türkiye'de Organik Sektörün Önündeki Zorluklar
14.00-18.00 Küresel GDO Tartışmasında IFOAM'ı Güçlendirmek
MeyveliTepe
12-10-2014, 10:34
520912
Food Inc.'den
vetman996
13-10-2014, 21:08
Değerli Dostlar Merhaba.
Organik Tarım ülkemizde tam olarak irdelenemediği için şüpheyle yaklaşılan bir konu. İşin içine sertifika kuruluşları ve bazı kavramlar ayrıca istismarlar da girince anlaşılması daha zor bir hale geliyor.
Bir ürünün "organik" olabilmesi için "organik sertifikası" olması gerektiği için "doğal tarım" ifadesi daha uygun bence. Ama konu organik tarım olarak işlendiği için organik tarım ifadesiyle devam edelim.
Organik tarımı organik olmayan tarımdan ayıran üç önemli unsur vardır.(sadece en önemlileri yazıyorum)
I) Kullanılan Zirai İlaçlar - Pestisitler
II) Kullanılan Gübreler
III) Kullanılan Tohum
I-Kullanılan Zirai İlaçlar konusunda Sayın Meyvelitepe yukarıda detaylı bilgiler vermiş. Pestisitlerle ilgili kısmı okurken tüylerim diken diken olduğunu itiraf etmeliyim.http://www.agaclar.net/forum/1322378-post88.htm
II- Kullanılan kimyasal gübrelerle ilgili düşüncelerimi daha önce paylaşmıştım.
http://www.agaclar.net/forum/1216903-post25.htm
http://www.agaclar.net/forum/1216904-post26.htm
İlave edilecek hususlar olsa da yazının uzamasını önlemek için detaya girmiyorum.
III- Tohum.
Önemini yeni yeni kavradığım bir sözcük "tohum". Koca koca ağaçların küçücük bir tohumda gizli olduğunu düşündüğünüzde tohumun önemi anlaşılıyor aslında.
Organik tarımda kullanacağınız tohumun da organik olması gerekiyor. Böylece Hibrit veya GDO'lu tohumdan kurtulmuş oluyorsunuz.
Aslında atayadigarı - geleneksel tohumları kullanmak en iyisi. Sayın Birnefestoprak'ın çalışmalarını ilgi ile takip ediyorum. agaclar.net'in tohum paylaşım etkinliğini canı gönülden destekliyorum.
Geneleksel tohum ile üretilmiş domates ile Hibrit tohum ile üretilmiş domates örneklerinin besin içeriği karşılaştırılmış ve aradaki çok önemli farklılıklar ortaya çıkarılmış
Örneğin geleneksel tohumla elde edilmiş domateste kalsiyum 2500 ppm
Fakat hibrit tohum kullanılarak elde edilmiş domateste kalsiyum 155 ppm bulunmuş.
Kanserden koruyucu Lycopen geleneksel tohumda 20 ppm, hibritte 3 ppm.
Aynı şekilde brokolide de karşılaştırılmalar yapılmış; örneğin geleneksel tohumla elde edilmiş brokolide B6 vitamini 34 ppm iken hibrit tohumla elde edilen brokolide B6 vitamini 4 ppm olarak bulunmuş. Bunları tablo halinde paylaşmak gerekir belki ama ben fotoğraf çekerek paylaşıyorum
vetman996
13-10-2014, 21:22
Değerli dostlar, organik tarımın önemini ortaya koyan tohumla ilgili paylaşılabilecek çok değerli bilgiler var ama bir kimya profesörünün düşüncelerini sizlerle paylaşmak istedim.
"Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun yazısı:
Anadolu toprakları ve bitki örtüsü
Dünya, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Anadolu Toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250 bin yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı, Anadolu Topraklarını etkisi altına almamıştır. Buzul dönemde bitki ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi ve evrimini tamamlaması mümkün değildir. Çünkü, bitki ve mikrobiyolojik flora inaktiftir. Bu ne anlama gelir? Tıpkı bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan bitkilerin de gelişmesi söz konusu değildir. Tıpkı donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi… Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler; evrimleşme durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir dahaki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlıda aynıdır. Kendisini geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır. Şüphesiz ki, çevre şartlarının bozulması ile canlıların genetik yapıları da olumsuz etkilenerek bozulur (mutasyon).
İşte, Anadolu Toprakları yaklaşık 250 bin yıl süren buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek evrimini tamamlama yolunda yaşam faaliyetlerine devam etmişlerdir. Anadolu Toprakları, 250 bin yıl farkla, buz altında kalan diğer ülke topraklarına göre önde gitmiştir. 250 bin yıllık bu evrim farkı Anadolu Toprakları üzerindeki bitki florasını rakipsiz kılmıştır. Çünkü, Anadolu Toprakları üzerinde yetişen bitkiler 250 bin yıllık farkla kendilerini en mükemmel şekilde geliştirme fırsatına kavuşmuştur. 250 bin yıllık bu zaman zarfında Anadolu Topraklarının bitki florası kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde evrimini tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede ve evrimleşmede geri kalmıştır (yerinde saymıştır). Anadolu topraklarının mikrobiyolojik florası ve üzerinde yetişmekte olan bitkilerimiz, bizlere Allah’ın bir lütfudur. Bunun kıymetini çok iyi anlamak ve bilmek zorundayız.
Tohumlar
Diyarbakır’ın ve Ceyhan’ın karpuzu, Çankırı’nın eriği, Kemaliye’nin beyaz dutu, Malatya’nın kayısısı, Çengelköy’ün salatalığı, Kırkağaç kavunu, Çukurova’nın yafa ve Finike portakalı, Torosların ve İsfendiyar Dağlarının ahlatı, Amasya’nın elması, Anadolu’nun kara buğdayı ve daha yüzlercesini sayabileceğimiz Anadolu’nun bölgesel ve yöresel bu saygın ürünlerinin bir çoğu kayıp oldu, bir çoğu da kayıp olmak üzeredir. Her geçen yıl daha az bulunuyorlar. Her yıl Anadolu Topraklarına özgü sebze ve meyvenin birçok türü adeta küsmüş gibi ne pazarda ne de kendi yöresinde bulunuyor. Çünkü, çoğaltan yok. Milletin efendisi ve aynı zamanda da sofralarımızın kurucuları modernleştirildiler. Ellerine çeşit çeşit ebter tohumlar ve hormon verildi. Onlar da bu ürünler ile sofralarımızı kuruyorlar. Ne acıdır ki, bu yıl İstanbul’da yafa portakalını aramama rağmen bulamadım. Ülkemizde sebze, meyve, tahıl ve bakliyatta, bölgesel ve yöresel olarak binlerce doğal tohum türü vardı… Bu türlerin sayıları her yıl giderek azalırken bir taraftan da birçoğu kayıp olup gitti.
Bölgesel ve yöresel meyve bahçelerinin önemli bir kısmı yok oldu. Yukarıda adlarını belirtmiş olduğum, sebze, meyve ve tahılın doğal tohumlarının çoğu kayıp olup gitti. Birçoğunu bulmak mümkün değildir. Artık, çarşı-pazar alışverişlerinde bu saygın ürünlerimizi bulamıyoruz. Ne, yamula patlıcanından, ne ispir fasulyesinden ne de heybeli kavunundan eser kalmadı. Yerini ebter tarım ve ebter tohumdan elde edilmiş sebze, meyve ve bakliyat aldı.
Günümüzde üç ayrı tohum vardır. Bunları size kısaca tanıtmak istiyorum:
• Doğal tohumlar
• Melez (hibrid) tohumlar
• Transgen tohumlar
Anadolu’nun doğal tohumları
Evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış tohumlardır. Yüzbinlerce yıl boyunca kendilerini geliştirerek günümüze kadar gelmişlerdir. İnsan sağlığı için gerekli olan etkin maddeleri içerir. Bu etkin maddelerin özellikleri, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sonradan kazanılacak hastalıklara karşı, içerdikleri etkin maddeler bizleri korur. Doğal tohumdan elde edilen sebzenin, meyvenin ve tahılın kokusu, damak tadı, aroması kendine hastır. Tadına doyamazsınız. Çünkü, 250 bin yıllık evrim farkı sayesinde en mükemmel genetik yapıya ulaşmışlardır. Evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış bu tohumlarımızın ürünlerinin,
• Tadı
• Kokusu
• Aroması
• Vitamin zenginliği
• Mineral zenginliği
• Sağlığımız için birinci derecede önemli etkin maddeleri
tamamen o tohumun içerdiği genetik yapıya bağlıdır. Eğer bir tohumun genetik yapısına müdahele edilirse, bu taktirde o tohumdan elde edilen ürünün, tadı, kokusu, aroması, vitamin değerleri, mineral zenginliği ve etkin maddeleri değişir. Bu durumu birkaç örnekle aşağıda açıklamış bulunmaktayım.
Anadolu topraklarında geleneksel tarım uygulaması sadece doğal tohumlar ile yapılırken seksenli yıllardan itibaren yavaş yavaş azalarak yerini sera tarımına terk etmeye başlamıştır. İkibinli yılların başlarından itibaren de geleneksel tarım uygulaması ve doğal tohum kullanımı büyük oranda terk edilerek, yerini sera uygulamasına ve ebter tohum kullanımına terk etmiştir.
Melez (ebter, hibrid) tohumlar
Melez tohumların diğer bir adı da hibrid tohumlardır. Ben bu gruptaki tohumlara ebter tohumlar diyorum. Ebter, soyu kesik demektir. Zürriyeti yok demektir. Bir başka ifade tarzıyla soyunu devam ettiremeyen anlamına gelir. Melez (hibrid, ebter) tohumların genlerine müdahale edilir. Bu tohumların (melez, hibrid, ebter) genlerine müdahale edildiği içindir ki, soyları kesiktir. Bu tohumu toprağa ektiğiniz zaman ürününden tohum almanız mümkün değildir. Yani bir defalıktır. Örneğin, ebter (hibrid, melez) bir salatalık, domates veya biber tohumunu toprağa ekerseniz, ne çıkan salatalıktan, ne domatesten ne de biberden tohum alamazsınız. Yani, tohumluk olarak ayıramazsınız. Kısaca, melez tohumun soyu kesiktir. Her defasında satıcı firmadan yeni ebter tohum almak zorundasınız.
Unutmayınız, bir kilo ebter (melez, hibrid) domates veya salatalık veya da biber tohumu bir kilo altından daha pahalıdır..."
Yazı daha devam ediyor...
vetman996
13-10-2014, 21:31
"Ebter tohumların dezavantajları şunlardır:
• Tohumculukta dışa bağımlı kalmak
• İnsan sağlığı için birinci derecede önemli olan mineral, vitamin, antioksidan ve ana etkin maddelerin çoğunu içermez. İçerse de yeterli düzeyde değildir.
• Genetik yapısına müdahele edildiğinden dolayı, kimyasal özelliklerini dahi bilmediğimiz yeni ve karmaşık ve kompleks polyphenol kimyasallar oluşmaktadır.
• Oluşan bu kompleks polyphenollerin sağlığımızı uzun veya kısa dönemde nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz.
• Ancak, kesin olarak bildiğimiz bir şey var ise, o da şudur; ebter tohumlardan elde edilen mahsulleri (ürünleri) tükettiğimiz taktirde, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucu gücü olan etkin maddeler miktar olarak yok denecek kadar azdır.
• Vitamin ve mineral içerikleri vücudumuzun alımı bakımından son derece düşüktür.
• Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin tadı, kokusu, aroması hemen hemen yoktur.
• Özellikle bağışıklık sistemimizin ihtiyacı olan etkin maddelerin birçoğunu içermemektedir. İçerdikleri de yeterli düzeyde değildir.
• Ebter tohumlar, toprağın mikrobiyolojik florasına yatay geçiş (horizontal transition) yaparak, hem toprağı kontamine etmekte (kirletmekte) hem de toprağın bakteri florasını bozarak, bakteri popülasyonunda kolay mutasyona uğrama yatkınlığını artırmaktadır.
• Toprağa ekilen ebter tohumların çiçeklerinin polenleri çevre bitki florasının tür değişimine sebep olmaktadır ki, ben bu durumu çevre bitki florasının bozulması açısından büyük bir risk olarak görmekteyim.
• Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin (domates, brokoli, biber v.b.) selüloz ve lignin oranları farklıdır. Bu farklılık sindirim sistemi üzerinde kendisini belirgin şekilde göstermektedir. Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin selülozik matris yapısı büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıktan dolayıdır ki, bu ürünler ödemlidir. Yani, su tutarlar. Kestiğinizde su verir. Örneğin, ebter tohumdan elde edilmiş domatesi kestiğinizde su verir.
Değerli okuyucu, size şimdi bir örnek vermek istiyorum. Genleri ile oynanmamış, ebter veya transgen olmayan, evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış olan doğal domatesi ele alalım. Doğal tohumdan elde edilen domates,
• Kalp büyümesine karşı önleyicidir
• Kalbin dış yüzeyinde oluşan yağları eritir
• İyi huylu prostat büyümesine bağlı idrar yapma zorluğunu ortadan kaldırır
• Yaşlılığa bağlı makula dejenerasyonunu önler, başlangıçta ise tedavi eder
• Güçlü antioksidanlar içerir
Ancak, ebter tohumdan elde edilen domateste bu özellikler yoktur. İşte, “Ne ekersen onu biçersin” sözünün tam kullanılacağı noktadayız.
Vitiligo (ala) hastalığına karşı mükemmel önleyici ve koruyucu, mısırdır. Bu nedenledir ki, Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan insanlarda ala hastalığı görülmez. Çünkü, bu yörenin insanları bol bol mısır ve mısır ekmeği tüketirler. Doğal mısır, kür olarak tüketildiğinde deri ve cilt üzerindeki gözenekleri küçülterek cildin pürüzsüz olmasını sağlar. Ancak, ebter tohumdan elde edilen mısır tüketildiğinde bu özellikler yoktur.
Transgen tohumlar
Transgen tohumlar hem toksin içerir hem de ebterdirler. İnsan sağlığı için çok önemli olan koruyucu ve önleyici etkin maddelerin birçoğundan mahrumdurlar. Transgen tohumların içerdiği toksin genlerinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olduğu veya ne olacağı konusunda herhangi bir bilgi de henüz yoktur. Transgen tohumlardan elde edilen ürünlerin lignin-selüloz oranları değişkendir. Amerika'da arılar hızla hastalanmakta ve yok olma sürecine girmiştir. Bunun en önemli nedenlerinde bir tanesi, transgen tohumun (GDO) çiçeklerine konan arıların polen ve çiçeğin özsuyunda bulunan kırık-gen proteinlerini alarak otoimmün rahatsızlıklara yakalanmasıdır.
Değerli okuyucu, hangi canlı olursa olsun, genetik yapısı değiştirildiğinde evrimleşme programı devam eder. Yani, kendisini geliştirme süreci (evrim) devam eder. Ancak, kendisini geliştirme süreci, genleri değiştirilmiş haliyle devam eder. Bu süreç, tamamen doğal sürecin dışında, sonuçlarının ne olacağını bilmediğimiz doğa sistematiğinin kapsamının dışında gelişen bir olaydır. Halbuki, doğal bir tohum (genetik yapısına müdahale edilmemiş tohum), çevre şartlarına bağlı olarak doğal süreci içerisinde evrimini mükemmele yönelik olarak tamamlar. Genlerine müdahale edilmiş (genleri değiştirilmiş) bir canlının mükemmele doğru kendisini geliştirmesi beklenemez.
Ebter buğday ve acı son
Değerli okuyucu, artık genetik yapısına müdahale edilmemiş hiçbir tohum kalmadı. Yediğimiz ekmeğin tadı yok. Buğday artık eski doğal buğday değil. Çünkü, doğal buğday yerine genleriyle oynanmış buğday türleri yıllardır Anadolu topraklarına ekiliyor. Neden, genleriyle oynanmış buğday Türkiye’ye geldi? Amaç ne idi? Neden izin verildi?
Bunun nedenleri,
• Süne paraziti, yurdumuzda buğday üretimini kalite ve kantite yönünden olumsuz yönde etkileyen ana zararlı konumundadır. Süne yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde, mücadele yapılmadığı zaman; ekmeklik, makarnalık ve tohumluk yönünden özellikle buğdayda % 100’e varan oranlarda zarar oluşturabilmektedir. İşte, süne adı verilen bu zararlı parazite karşı daha dirençli buğday üretmek için, buğdayın genleri ile oynanmıştır. Ve süneye karşı dirençli buğday geliştirilmiştir.
• Buğdayın içerdiği gluten oranını amaca uygun hale getirmek için buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
• Başaktaki dane sayısını artırmak için, buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
• Kuraklığa dayanıklı olabilmesi için, buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
Yukarıdaki özelliklere sahip değişik buğday türleri, ülkemizin tarım alanlarında kullanılmaya başlamıştır. Bu sayede köylümüzün elindeki yüzyılllardır kullanılan Anadolu’nun doğal buğdayı kayıp olup gitti. Ekmeğimizin eski tadı yok. Sebebi, doğal olmayan ve genleri ile oynanmış ve bizim olmayan buğdayın kullanılmasıdır. Anadolu topraklarımızda yüzyıllardır evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış doğal buğdayımız yerini ebter buğdaya terk etti. İlk yıllarda bu buğdayların ebter olduğu anlaşılmadı. Ta ki, üçüncü yıldan sonra genleri ile oynanmış bu buğdayın ebter olduğu anlaşıldı. Genleri ile oynanmış bu buğdaylardan ilk üç yıl tohum alınabildi. Üçüncü yıldan sonra adeta programlanmış gibi, bu buğdayların ebter olduğu anlaşıldı. Yani, ilk üç yıl genleri ile oynanmış bu buğdaylardan tohumluk alınabildi. Dördüncü yıldan sonra ekilen buğdayın hem rekoltesi hızla düşmeye başladı hem de tohumluk almak yeteri oranda mümkün olamadı. Genleri üç yıllığa programlanmıştı. Ve bu durum fark edilerek önlemler alınmaya başladı ise de, buğdayda da dışa bağımlı kaldığımız gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Ne acıdır ki, bu arada Anadolu’muzun o muhteşem damak tadına sahip ekmeğimizin esmer buğdayını kayıp ettik. Kim bilir, Anadolu’da birkaç köylümüzün elinde birkaç çuval kalmış mıdır acaba?
Sonuç ve sorular
Birçok özelliği olan bitkilerimizi, tohumlarımızı kayıp ettik. Şimdilerde önemi çok çok büyük olan endişe verici bir problemle karşı karşıya kaldık. Acaba, artık kaybolan ürünlere bir daha sahip olamayacak mıyız? Bir zamanlar muhteşem doğal tohumlara ve geleneksel tarıma sahiptik. Bir zamanlar doğal tohum ve geleneksel tarımla kazanılan ürünlerimiz, insanlara gıda yönünden, tıbbi yönden, doğal olarak sağladığı vitaminlerden, hastalıklara karşı önleyici, koruyucu ve tedavi edici gücünden istifade edemeyecek miyiz?
İnsan vücuduna lazım olan bu maddelerin bulunamaması neticesinde vücudun zayıf düşerek hastalıklar ve diğer problemler ile yakında yüz yüze gelerek bu afetlere boyun eğmek zorunda mı bırakılacağız? Bunları önlemek için alınacak tedbirlerimiz olmayacak mı?
Ebter tohumları kullanarak tohum vermeyen ürünlerimizi ihtiyacı karşılamak için üretmek zorunda olmamız, bizi bu bitki tohumlarını büyük paralarla her yıl bayilerden tekrar tekrar almak zorunda mı bırakacak? Bu bayiler bu tohumları nasıl tedarik edecekler? Bayilerin tekrar tohum üretme niteliği taşımayan sattıkları geriye dönüşü olmayan bu tohumları ne kadar bir zaman için tedarik ederek üreticiye satacak? Bayiler, kilosu bir kilo altından daha pahalı olan, ebter tohum tedarik edemediği taktirde ve tohum bulamayınca üretim yapamayıp aç mı kalacağız? "
MeyveliTepe
13-10-2014, 22:16
...
Melez (ebter, hibrid) tohumlar
Melez tohumların diğer bir adı da hibrid tohumlardır. Ben bu gruptaki tohumlara ebter tohumlar diyorum. Ebter, soyu kesik demektir. Zürriyeti yok demektir. Bir başka ifade tarzıyla soyunu devam ettiremeyen anlamına gelir. Melez (hibrid, ebter) tohumların genlerine müdahale edilir. Bu tohumların (melez, hibrid, ebter) genlerine müdahale edildiği içindir ki, soyları kesiktir. Bu tohumu toprağa ektiğiniz zaman ürününden tohum almanız mümkün değildir. Yani bir defalıktır. Örneğin, ebter (hibrid, melez) bir salatalık, domates veya biber tohumunu toprağa ekerseniz, ne çıkan salatalıktan, ne domatesten ne de biberden tohum alamazsınız. Yani, tohumluk olarak ayıramazsınız. Kısaca, melez tohumun soyu kesiktir. Her defasında satıcı firmadan yeni ebter tohum almak zorundasınız.
Unutmayınız, bir kilo ebter (melez, hibrid) domates veya salatalık veya da biber tohumu bir kilo altından daha pahalıdır..."
Yazı daha devam ediyor...
Sn.Vetman996, alıntıladığınız yazıda yukarıdaki paragrafta yazılı olanlar doğru değil. Hibrid tohumlar farklı çeşitler arasında tozlaşma yapılarak elde edilen çeşitlerdir. Tohum firmaları hibridlemeyi daha albenili, daha verimli, raf ömrü daha uzun vb. ticari bakımdan başka çeşitlere üstünlük sağlayan çeşitler elde etmek için yapıyorlar, ki tohum sektöründen bağımsız olarak hibridleme olayına baktığımızda ille de böyle olması gerekmiyor.
Evet, hibrid tohumlardan yetişen meyveden alınan tohum ilk hibridteki (F1) özelliklerden farklı özellikler gösterir. "ebter"in sözlük anlamı tam olarak nedir bilmiyorum, TDK'da yok, daha çok "kısır" olarak anlaşılıyor, ki bu da doğru değil. Hibrid meyveden aldığınız tohumu ekerseniz çimlenir ve meyve de alırsınız. Bunu terminatör gen aşılanmış GDO'larla karıştırmamak gerek.
Hibrid tohumun F1 seviyesinden sonra elde edilen meyveden alınan tohumun F1'den farklılaşması da tohum şirketlerinin ticaretlerinin devamlılığında bir araç oluyor.
Ticari hibridler hariç bugün üç bin civarında heirloom domates çeşidi olduğu biliniyor. Bunlar bir kaç yüz yıllık bir zaman diliminde melezlenme ve seçme yoluyla ortaya çıkmışlardır. Aynı türün farklı çeşitleri arasında kendiliğinden de gerçekleşebilir. Islahçı melezlediği tohumdan 5-6 yıl içinde seleksiyon ile yeni ve artık her ektiğinde aynı özellikleri gösteren yeni ve hibrid olmayan bir çeşit elde edebilir.
Meyvelerdeki mineral, vitamin, antioksidan vb. içeriklerin farklılaşmasının da bence hibrid olmakla bir alakası bulunmuyor. Aynı türün farklı çeşitleri arasındaki içerik farklılıklarında öncelikle bitkinin nasıl yetiştirildiği öne çıkar. Bitkinin kökünden, yaprağından aldığı besinler yeterli çeşitlilikde değil ise bu eksikliklerin görülmesini bekleyebiliriz. Hepsi 8-10 tane birincil, ikincil ve iz element ile beslenmiş bitkinin organik beslenmiş bitkinin aldığı besinlerin tümünü alamamış olduğunu düşünebiliriz.
"Ebter (Hibrit)tohumların dezavantajları şunlardır:" başlığı altında listelenenler de doğru değil. Listedekilerin bazıları GDO'lu tohumlar için geçerlidir ama hibridler böyledir diye bir şey söylenemez.
vetman996
13-10-2014, 22:20
Değerli dostlar, yetiştiricilerin zihninde organik tarım yapıldığında verim düşecekmiş gibi bir kanı oluşmuş durumda. Bu düşünce kesinlikle doğru değildir. Biz kendi Ar-Ge çalışmalarımızda da bunları gördük. Tarım Bakanlığının da bu konuda çalışmaları var. Örneğin Solucan Gübresi, yarasa gübresi ve güvercin gübresi kullanılarak yapılan bir çalışma:
Gvercin, yarasa ve sv solucan gbresiyle bu hale geliyorlar - Hrriyet EKONOM (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/21412435.asp)
Çanakkale-Biga'lı bir kadın üreticinin pazardan aldığı tohumlara doğal hayvan gübresi kullanarak 82 kg balkabağı ürettiği ile ilgili haber:
Kadın çiftçi 82 kilogramlık bal kabağı yetiştirdi - Neler oluyor hayatta? Haberleri (http://www.haber7.com/neler-oluyor-hayatta/haber/1205983-kadin-ciftci-82-kilogramlik-bal-kabagi-yetistirdi)
Biz solucan gübresi ve bitki gelişimi ile ilgili literatür tararken solucan gübresinin bitkiye hastalıklara karşı direnç oluşturduğunu (tıpkı küçük çocukların hastalıklara karşı aşılanması gibi) ve böylece bitkinin hastalanmadığını okumuştum.
Çiftçiler ise kullandıkları bazı zirai ilaçları her yıl dozunu artırarak kullandıklarını, her yıl aynı miktarda kullandıklarında ise ilacın etkisinin tam göremediklerini ifade ediyorlar. Biz aynı durumu hayvanlarda kullandığımız antibiyotiklerde gözlemliyoruz. Bir mikroba karşı kullandığımız antibiyotik, mikrop bağışıklık kazandığı için hiç bir işe yaramayabiliyor.
Konumuz organik tarım ve biz konuyu fazla dağıtmayalım: Organik Tarım bir hikaye değildir. Ama Türkiye'de organik tarımın yapılış biçimiyle ilgili uzun bir hikaye yazabilirim. Çünkü devrede istismarcılar var ve organik olmayan organik tarım yapıyorlar.
En güzeli kendi evinde, balkonunda, bahçende geleneksel tohumlarla doğal gübre kullanarak kendi meyve-sebzeni yetiştirmek. Bu ürünlerin damak çatlatan lezzetini tadınca zaten pazarda satılan ürünlerin organik olup olmadığını hemen anlarsın.
Varsın bazı dostlar topraklı tarım mı - topraksız tarım mı tartışıp dursunlar. Bazı dostlar ise organik tarımı hikaye sansınlar. Yediğin ürünün mis gibi kokusunu, damak çatlatan lezzetini alamadıktan sonra kısır tartışmalar neye yarar ki...
Her şey gönlünüzce olsun dostlar... Selamlar... Saygılar...
vetman996
13-10-2014, 22:33
Sn.Vetman996, alıntıladığınız yazıda yukarıdaki paragrafta yazılı olanlar doğru değil. Hibrid tohumlar farklı çeşitler arasında tozlaşma yapılarak elde edilen çeşitlerdir. Tohum firmaları hibridlemeyi daha albenili, daha verimli, raf ömrü daha uzun vb. ticari bakımdan başka çeşitlere üstünlük sağlayan çeşitler elde etmek için yapıyorlar, ki tohum sektöründen bağımsız olarak hibridleme olayına baktığımızda ille de böyle olması gerekmiyor.
Evet, hibrid tohumlardan yetişen meyveden alınan tohum ilk hibridteki (F1) özelliklerden farklı özellikler gösterir. "ebter"in sözlük anlamı tam olarak nedir bilmiyorum, TDK'da yok, daha çok "kısır" olarak anlaşılıyor, ki bu da doğru değil. Hibrid meyveden aldığınız tohumu ekerseniz çimlenir ve meyve de alırsınız. Bunu terminatör gen aşılanmış GDO'larla karıştırmamak gerek.
Hibrid tohumun F1 seviyesinden sonra elde edilen meyveden alınan tohumun F1'den farklılaşması da tohum şirketlerinin ticaretlerinin devamlılığında bir araç oluyor.
Ticari hibridler hariç bugün üç bin civarında heirloom domates çeşidi olduğu biliniyor. Bunlar bir kaç yüz yıllık bir zaman diliminde melezlenme ve seçme yoluyla ortaya çıkmışlardır. Aynı türün farklı çeşitleri arasında kendiliğinden de gerçekleşebilir. Islahçı melezlediği tohumdan 5-6 yıl içinde seleksiyon ile yeni ve artık her ektiğinde aynı özellikleri gösteren yeni ve hibrid olmayan bir çeşit elde edebilir.
Meyvelerdeki mineral, vitamin, antioksidan vb. içeriklerin farklılaşmasının da bence hibrid olmakla bir alakası bulunmuyor. Aynı türün farklı çeşitleri arasındaki içerik farklılıklarında öncelikle bitkinin nasıl yetiştirildiği öne çıkar. Bitkinin kökünden, yaprağından aldığı besinler yeterli çeşitlilikde değil ise bu eksikliklerin görülmesini bekleyebiliriz. Hepsi 8-10 tane birincil, ikincil ve iz element ile beslenmiş bitkinin organik beslenmiş bitkinin aldığı besinlerin tümünü alamamış olduğunu düşünebiliriz.
"Ebter (Hibrit)tohumların dezavantajları şunlardır:" başlığı altında listelenenler de doğru değil. Listedekilerin bazıları GDO'lu tohumlar için geçerlidir ama hibridler böyledir diye bir şey söylenemez.
Sayın Meyvelitepe merhaba.
Dediğiniz gibi yazı alıntıdır. Yazarı Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu'dur. Kendisi kimyacıdır. Kendi anladığı şekilde kaleme almış. Ben de "ebter"i anlayamadım.
Siz alıntı yazıdaki yanlışlığı düzelttiğiniz için teşekkür ediyorum.
Selamlar.. Saygılar...
MeyveliTepe
13-10-2014, 23:07
İbrahim bey hiç bilmediği şeyleri biliyormuş gibi yalan yanlış çıkıp anlatıyor, bu yüzden hem insanlara tamamen yanlış bilgi vermiş oluyor, hem de gerçekten bildiği şeyleri değersizleştirmiş oluyor.
vetman996
14-10-2014, 00:09
İbrahim bey hiç bilmediği şeyleri biliyormuş gibi yalan yanlış çıkıp anlatıyor, bu yüzden hem insanlara tamamen yanlış bilgi vermiş oluyor, hem de gerçekten bildiği şeyleri değersizleştirmiş oluyor.
Sayın MeyveliTepe Hocam merhaba.
Yakında profilimdeki meslek kısmını "öğrenci" olarak düzelteceğim. Çünkü öğreneceğimiz çok şey var.
Sayın Saraçoğlunun yazısını derinlemesine incelediğinizde kavramlar birbirine karışmış ve hatalı bilgiler oluşmuş durumda. Bu konuda haklısınız.
Aslında anlatmak istediğim geleneksel tohumun önemiydi ama alıntı yazıyla işi berbat ettik sanırım. Tohumun önemiyle ilgili daha bilimsel yazılar varken neden bu yazıyı paylaştım ben de bilmiyorum. Ben bu tohum işine fena kapıldım herhalde. Rahmetli Babaannemin başörtüsü bezinin bir ucuna çıkın edip sakladığı ve benim yıllar sonra bulup ektiğim karpuzların tadı başıma vurdu galiba. Bizim tarıma başlamamızın temelinde işte bu tohumlar var. Kısaca "Bir Tohumla Başladı Her Şey".
Saraçoğlu'nun Dünya görüşüne katılırsınız-katılmazsınız. Ama bazı konulardaki araştırmaları örneğin sebze ve meyvelerdeki besin değeri araştırmaları benim ilgimi çekti. Aynı araştırmaları Almanya Rostock Üniversitesinin yaptığını da söylüyor.
Hatta İngiltere'de Graham Harvey'in yaptığı bir araştırma "Gıdalardaki Eksiklikler" diye manşet olmuş. Ben yine bu bilgileri fotoğraflayıp vericem.
Eğer yediğimiz gıdalarda eksiklikler varsa bunun sebebini sadece tohuma bağlayamayız tabii ki. Ve bu bilgiler gerçekse organik tarımın önemi daha iyi anlaşılır sanırım.
Amacım üzüm yemek olunca ben bol bol üzüm yiyorum hocam. Eğer yanlış bir şey varsa siz doğru olanı yapar ve yanlışları düzeltiverirsiniz.
Selamlar... Saygılar...
" Organik Tarım" sözü yıllardır önüme çıkardı. Bu yıl bu söz üzerinde biraz durdum ve araştırdım.
Yaz başında bir üniversitenin sadece öncelikle meraklıları için verdiği bir eğitime katıldım. Ülkemiz için ilklerden olduğunu gördüğüm ve inandığım bir eğitimdi.
Katılanların çoğunluğu ülkemizin farklı ve uzak coğrafyalarından katılan üniversite mezunu, farklı mesleklerde ki kişilerdi. O eğitim için de çok değerli insanlarla tanıştım. Ülkemizin önde gelen akademisyenlerinin gönüllü olarak ders verdiğini gördüm.
Bu eğitim sırasında ve sonrasın da tanıştığım bazı arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde MeyveliTepe'nin ismi hep geçti. Tabii bir öncü olarak. Kendisini de şartlarım uygun olduğu zaman Tepe'sin de ziyaret etmeye çalışacağım.
Ama ben ORGANİK TARIMLA İLGİLİ doğru dürüst bir bilgiye ulaşamadım. Eğitim sırasında hocalarımızın verdiği bazı linklerin çalışmadığını gördüm.
Bakanlığın linklerinin çalışmadığını tespit ettim. BİMER'e yazdım. Bana bakanlıktan verilen cevap bir isim ve tlf numarası, bir sürü mazeret.
Forumumuzun bu konuda, internet ortamında en geniş ve doğru bilgilere sahip sitelerden birisi olduğuna inanıyorum.
En başta mevzuatla ve uygulamalarla ilgili doğru bilgilere ulaştığımda bir kısmını burada paylaşacağım.
Organik Tarım Hikaye mi? diye yazan arkadaş ta ne okumak istediğine karar versin.
Sayın MeyveliTepe ağabeyimize de görüş açımızı genişlettiği için tekrar tekrar teşekkür ederim.
Saygılarımla.
birnefestoprak
16-10-2014, 17:25
Ne zamandir besin degeri karsilastirmasiyla ilgili yazacaktim fakat bir turlu firsat bulamadim; simdi Sn vetman996'nin verdigi alinti ustunden yazayim (Sn vetman996, hoca bu karsilastirmayi kendisi mi yapmis, yapmamissa sonuclar nerden almis, yayinda belirtilmis mi?). Saracoglu, karsilastirma vermis fakat ne nasil karsilastiriliyor onu yazmis mi gozukmuyor (umarim onceki sayfalarda vardir). Bir kere karsilastirma yapilacaksa, esas yapilmasi gereken, kimyasallarla yetistirilen sebzeyle organik yolla yetistirilen sebze arasindaki sadece besin degeri degil, ayni zamanda toksisite acisindan yapilacak karsilastirma...
Uluslararasi sirketler, ciftcilerin geri donup tekrar tohum almasi icin, verimi birincil kriter alarak hibritleme yapiyorlar ama kucuk olcekte, besin degerlerini de tadi da on plana cikaran ve kimisi artizan seviyesine ulasan tohum uretimi de vardir. Bunun benim bildigim en yakin orneklerinden birisi, Florida Universitesi'nde (ABD'nin arastirma odakli en iyi universitelerinden birisidir) birkac sene once uretilen Tasti-Lee'dir. Hibritlemede Likopen orani diger cesitlere gore yuksek ve tabii Florida'nin domates icin zorlu iklim kosullarina gore hastalik dayanimi da goz onunde bulundurularak, cesitli hastaliklara gorece direncli bir cesit ortaya cikardilar. Lezzeti de oldukca iyi; en azindan marketten alacaginiz bir domates icin, kalite oldukca yuksek tutulmus. Bu arada lezzet, Likopen, domates icindeki cozunmus kati orani gibi parametrelerin birbirine ve hastalik dayanimina paralel gittigi de biliniyor (hastalik dayanimi tanimini yaparken dikkatli olmak gerek, bu benim her zaman guvendigim bir kavram degil).
Sn MeyveliTepe belirtmis ama tekrar tekrar soylemezsek yanlislik devam edecek. Saracoglu'nun hibrit tanimi da maalesef yanlis. Bugun domateste 'endustri standardi' olarak kabul edilen yuvarlak meyvelerin atasinin Paragon adli cesit oldugu dusunulmektedir. Bununla ilgili surda (http://www.agaclar.net/forum/domates/32406.htm) ayrintili olarak yazmistim; nasil uretildigine bakarsaniz, hibrit tohum hakkinda daha iyi bir fikriniz olabilir. Hibrit domatesin tohumunu cikarirsiniz, begendiginiz ozellikteki bitkilerden aldiginiz tohumlari arka arkaya yetistirip asagi yukari 7 mevsimde stabil, open-pollinated bir cesit elde edersiniz. Bu noktadan sonra aile yadigari olarak da tanimlayabilecegimiz, aile buyuklerinden yeni nesillere aktarilan atalik bir cesit olmayacaktir ama tohumu ekildiginde aslina uygun meyve ve bitki ozellikleri gosteren bir cesit haline gelecektir (sonraki nesillerde kimi meyveler/bitkiler farkli ozellikler gosterebilir ama bu durum da zamanla daha duzelecektir).
Simdi gelelim karsilastirmaya... Bir kere kimyasallarla yetistirilen bir sebze ile organik yollarla yetistirilen bir sebzenin arasinda besin degerleri bakimindan karsilastirma iceren cok sayida akademik calisma yok (calismanin yayinlandigi yerin niteligi de cok onemlidir). Yapilan karsilastirmaninsa bilimsel anlamda dogrulugunun olmasi icin bulunmasi gereken ilk aklima gelen birkac kriteri sayayim:
1) Karsilastirilan her iki sebzenin cesidi ayni olmali. Ornegin Kuzu ispanagi ile Bloomsdale ispanagini karsilastirmada kullanamazsiniz. Yetistirme sartlarindan bagimsiz olarak, tohumun kendi genetik ozelliklerinden kaynaklanacak sekilde belli bir mineral on plana cikabilir. Bir ispanagin Kalsiyum icerigi, cesidin Kalsiyumu alma ozelligine bagli olarak diger ceside gore daha yuksek olabilir.
2) Yetistirme ortamina aldiginiz anda, fidelerin yaslari birbiriyle ayni olmalidir.
3) Bitkiler, ayni mevsimde, ayni iklim kosullarinda yetistirilmelidir.
4) Karsilastirma, ayni yetistirme kosullarinda, bitkilere birbirine denk miktarlarda gubre ve verilecekse eser elementler, ayni miktarda ayni sudan vererek yapilmalidir (or. kimyasal gubre %5 N iceriyorsa, organik gubrede de o kadar N olmali). Uygulamalarin tamami birbiriyle ayni anda gerceklestirilmelidir.
5) Karsilastirma yapilacak cesitlerin ekildigi ortamlar ayni olmalidir. Birini hidroponik yetistirip, digerini topraga ekemezsiniz.
6) Dis mudahaleyle bitkiye belli oranlarda madde verilmeden onceki durumda, yetistirme ortaminin besin ve mineral degerleri birbirine denk olmalidir.
7) Niteliksel/niceliksel karsilastirmalar ve analizler ayni anda yapilmalidir.
Bir de bu daha subjektif gelebilir ama bana gore karsilastirmanin toprakta yapilmasi gerek cunku hidroponik ortamda bitkiye vereceginiz besin degerlerini denk tutabilmeniz icin yapmaniz gereken hesaplamalar daha karmasik ve detayli. Yetistiricinin, ilgili konuda akademik titri yoksa, kimya/matetamik bilgisinin gorece ileri duzeyde olmasi gerek.
Son olarak sunu da ekleyeyim: Diyelim ki cogu arastirmada kimyasallarla yetistirilen sebze ile organik yolla yetistirilen sebze arasindaki besin degerleri birbirine denk cikti. Ayni sebzeler icin toksik madde icerigi acisindan da karsilastirma yapildigini gordunuz mu?
Ne gazetelerde cikan "Isvicreli bilimadamlari soyle soyle sonuc elde etti; gordunuz mu organik tarim aslinda balonmus, patladi" gibi hicbir bilimsel dayanagi olmayan aciklamalara ne de mantik akisi, imla hatalari ve hatta icerigi yayinevinin editoru tarafindan duzenlenmis kitaplarinda, kose yazilarinda ya da manikurlu elleriyle gezindigi TV kanallarinda "tohumlarimizi koruyalim, cok onemli" veya "yav hibrit tohumun besin degeri de ne kadar berbat" deyip konferanslarin kokteyllerinde limon suyu icine batirilmis hibrit havuclari lup lup goturdukten sonra komforlu evine giden, hayatinda elini tezegin icine sokup domates yetistirmemis hocalarin laflarina itibar etmeyin. Babam cok bilinen, saygi duyulan bir orman muhendisligi profesoruydu (TV'ye de cikmisligi yoktur :)); uygulamalarinda sahadaki iscilerin de isini yaptigi icin (hortumu eline alip tek tek agac sulardi, kazmayi kuregi eline alip capalama, gubreleme yapardi) cok kez bahcevan sanildigi olmustur, annemle duyunca kis kis gulerdik (bahcevanlik cok saygi duyulasi bir is, kucuk gordugum icin soylemiyorum). Sabah 6'da kalkardi, isi bitmeden yatmazdi, isi bittiginde de ustu basi camur/toprak icinde olurdu. Akademik snobluk, yukardaki ornekte oldugu gibi birlestigindeyse cok gulunc ve kimi zaman sakincali sonuclar ortaya cikabiliyor.
ozanemre
16-10-2014, 20:52
Organik Köprüler Kuruldu!
Gerçek gıda, sürdürülebilir tarım ve sağlıklı beslenmenin önde gelen isimlerinin biraraya geldiği IFOAM 18. Dünya Organik Kongresi, dün kapanış seramonisiyle sona erdi. 79 ülkeden 1000’e yakın kişinin katıldığı kongre, organik dünyanın birbirinden önemli isimlerini İstanbul’da buluşturdu, organik köprüler kurulmasına vesile oldu.
Kapanış seramonisinde kongrenin ev sahibi Buğday Derneği YK Başkanı Güneşin Aydemir ve IFOAM Genel Müdürü Marcus Arbenz kongreyi destekleyen sponsorlara,medyaya, gönüllülere, ekolojik yaşam ağına teşekkür etti.
Marcus Arbenz, kongrede organik hareketin köprüler kurması konusunda yapılan tartışmaları özetledi.Kongrede çiftçilerin sadece üretken olması değil aynı zamanda girişimci ve yaratıcı olmaları için de çeşitli yöntemlerin konuşulduğunu belirten Arbenz, üretici ve tüketici arasındaki bağın güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı ve “Organik sadece kimyasallardan arınmış değil aynı zamanda yerel, etik, adil ve ulaşılabilir olmalı.” dedi.
Kongrenin sonunda Güneşin Aydemir’in verdiği mesaj ,16 ekim Dünya Gıda Günü için de büyük anlam taşıyordu: “ Hepimizin temiz gıda, temiz doğa, iyi ilişkiler ve kutlamalara ihtiyacımız var.”
vetman996
17-10-2014, 08:10
.....; simdi Sn vetman996'nin verdigi alinti ustunden yazayim (Sn vetman996, hoca bu karsilastirmayi kendisi mi yapmis, yapmamissa sonuclar nerden almis, yayinda belirtilmis mi?). Saracoglu, karsilastirma vermis fakat ne nasil karsilastiriliyor onu yazmis mi gozukmuyor (umarim onceki sayfalarda vardir). ....
Sayın Birnefestoprak merhaba.
Besin değeri karşılaştırmaları ile ilgili Saracoğlu'nun kitabında detay yok malesef. 10 yıl önce meyve-sebzelerin besin değerlerini analiz etmiş, 10 yıl sonra aynı meyve-sebzelerin besin değerlerini tekrar analiz etmiş ve aradaki farkı yayınlamış.
İlk analiz edilen ürünler hangi şartlarda yetiştirilmiş, sonraki ürünler hangi şartlarda yetiştirilmiş, aynı tohumlar mı kullanılmış. Kitapta bunlarla ilgili detaylı bilgiler yok ama tahminim ürünlerin piyasadan toplanarak analiz yapıldığı yönünde.
Tohum işini çok önemseyince elime geçen yayını okumaya çalışıyorum. Tohum paylaşım etkinliğinden gelecek tohumları dört gözle bekliyorum. Seneye gönül rahatlığı ile paylaşacak tohumlarım olacak inşallah.
Aşağıda resimlerini paylaştığım haberleri daha sık okumak temennisiyle ... Selamlar... Saygılar...
Organik tarım hikayemi? Bana sorulursa evet,Kocaman bir kandırmaçadır.Zira paranın olduğu yerde Din iman olmadığı gibi dürüstlükde olmaz.
Bu zamanda moda tabir.Pazarçı ağzıyla .ORGANİKDİR abla.Hala tarım yasası çıkmamış bir ülkede hangi organikden bahsediyoruz.
Şöyleki dağda kendi başına yetişen ALIÇ ağaçında ekin için atılan yabançı ot ilaçı kalıntısına rastlandı.
vetman996
18-10-2014, 06:21
Şöyleki dağda kendi başına yetişen ALIÇ ağaçında ekin için atılan yabançı ot ilaçı kalıntısına rastlandı.
Demek ki ALIÇın yanındaki ekin tarlasında organik tarım yapılıyor olsaydı alıçda yabancı ot ilacına rastlanmayacaktı ;)
MeyveliTepe
19-05-2015, 12:14
Başlığın adı "Organik Tarım Hikaye mi?"
Yani uydurma ve gereksiz bir şey mi anlamında. "Ne güzel sentetik toksik pestisitler (ilaç) kullanılarak nisbeten ucuza ve daha kolay yiyecek üretilebiliyorken birilerinin "organik" diye bir şey icad edip, güya içine zehir ilave edilmemiş, toprağın doğal döngüsüyle beslenen yiyecekleri bir matahmış gibi burnumuza sokmasına ne gerek vardı?" Başlığın çağrıştırdığı şeyler bu gibi düşünceler olsa gerek.
Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Bu düşünce tarzını desteklemek, bazen kendilerini de ikna etmek için bir çok argüman da yaratılmış.
Kimi diyor ki;
- pestisitlerin kanser veya başka akut ve kronik hastalıkların sebebi olduğu geçerli bir şey değil çünkü taa eski mısırda bile kanser varmış, o halde pestisitler kanser sebebi olamaz.
- İyi ürün almak istiyorsan zehirli pestisit kullanmalısın, yoksa iyi ve yeterli ürün alamazsın.
- Zehiri dozunda kullanırsan bir zararı olmaz, iyi tarım diye bir şey var, izin verilenin üzerine çıkmayacak şekilde zehir kullandırıyor, böylece yiyecekler sağlıklı oluyor.
Kiminin yaklaşımı ise daha bir garip. Organik üretimde de çok az da olsa toksik olmayan ama sentetik olan girdiler kullanımını "doğal değil" diye eleştirirken kendi yetiştirdiğinde veya tükettiğinde toksik pestisit kullanmakta ve kullanılmasında hiç bir çekincesi yok.
Kimi de benzeri yaklaşımla organik üretimi tekelci şirketlerin hegomonyasındaki kötü ve zararlı bir şey olarak nitelemekten çekinmiyor. Gerçek öyle olmasa da önemli değil, güncel söylem ile mühim olan algı yaratmak.
Devlet kurumları pestisit aktif maddeleri için maksimum kalıntı miktarları belirliyorlar. Bunun mantığının ne olduğu ilk bakışta belli olmuyor.
Öyle ya, bir ülkede kalıntı miktarı olarak maksimum 50 mikrograma izin verilen bir zehir, başka bir ülkede 10 veya 5 mikrogram olabiliyor. Bunun sebebi ne olabilir ki? 50 mikrogram olan ülkenin insanları başka insanlara göre zehire daha dayanıklı da onun için mi?
İzin verilen maksiumum kalıntı da ne demek? Neden izin veriliyor? Bu zehirlerin insan sağlığına faydası mı varmış? Gıdanın ve beslenmenin bir parçasımıymış? Ne hakla böyle bir izin verirlermiş?
İsveç'te organik tarımı ve üretimi desteklemek için ne mümkünse yapacağını ilan eden Coop adlı süpermarket, İsveçli 3 çocuklu ve pahalı olduğu gerekçesiyle organik tüketmeyen bir aileyi 2 haftalığına sadece organik beslenmeye davet etti. Ailenin mutfağındaki tüm besin maddeleri organik olanlarla değiştiriliyor. Deneyin başında çocuklardan alınan idrar örneklerinde pestisit, fungusit, büyüme hormonları v.b kalıntılarına rastlanırken, iki haftalık organik beslenme sonunda kalıntılardan neredeyse hiç eser kalmıyor.
İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada (https://www.coop.se/PageFiles/430210/Coop%20Ekoeffekten_Rapport_eng.pdf).
Son iki çift laf, organik (zehir ilavesiz ve doğal besleyicilerle büyütülmüş) yiyeceklere hikaye diyen akıl-baliğ olması gereken kişilere. Kendinize ne yaparsanız yapın, istiyorsanız ve az geliyorsa salatanıza birer damla glyphosate ve deltametrin damlatın, ama lütfen çocukları buna kurban etmeyin.
birnefestoprak
19-05-2015, 16:57
İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada.
Bununla baglantili bir klip internette ne zamandir donup duruyor. Bu tip calismalar nadiren yapildigi icin ayrica degerli: https://www.youtube.com/watch?v=oB6fUqmyKC8
Klipte ozetle, butun besinini organik gidalardan temin etmeye baslayan cocuklarin idrar orneklerindeki pestisit kalintisinin buyuk oranlarda azaldigi anlatiliyor.
flying dragon
24-06-2015, 14:49
Bu arastirmanin organik tarimdan zarar goren bir kurulus tarafindan yapildigini sanmiyorum. Lakin, buyuk miktarda urun ureten firmalar birbirleri ile kavga etmekten, organik tarim gibi kucuk bir pazarla ugrasmazlar. Ne aci, organik tarim denilen sey aslinda bizim dedelerimizin, ninelerimizin tarim yontemiyken, bugun ozel bi hal aldi. Bunun da sebebi daha cok urun uretip, fiyatlari assagiya cekip, pazarda rekabet edilemez olmaya calisan firmalar. Organik urun, maliyet olarak endustriyel tarim ile basedemez. Ama kimse de lezzet ve saglik acisindan organik tarimi alassagi edemez. Yuz tane universite arastirma yapsa, ben yetistirdigim urunu ve lezzetini bilirim.
cagajosef
24-06-2015, 18:30
Demek ki ALIÇın yanındaki ekin tarlasında organik tarım yapılıyor olsaydı alıçda yabancı ot ilacına rastlanmayacaktı ;)
EBTER kelimesi sonu kesik demektir. Yani üremeyen nesli devam etmeyen manasında.
(Bilgisayarım bozuk olduğu için telefondan giriyorum. Kısa bir mesaj olduğu için alıntıyı burdan yaptım. )
Ben de gözlemlerimi paylaşayım. Giresunluyum ihtiyaçlarımız için mısır üretiyoruz. Mısır için
kullandığımız iki çeşit tohum var. 1. Köy tohumu dediğimiz dedelerimizden kalma tohum.
2. Ziraatten alinma tohum. Gübre olarak da kendi ineklerimizden elde ettiğimiz gübreyi kullanırız. Ziraatten alınan tohumlar bir sonraki sene ürün vermez. Giresun yağışlı olduğu için mısırlar çok büyür 3 metre boya ulaşabilirler. Gövde çok kalın olur. Ruzgarda gövde yere devrilebilir. Ziraat mısırı devrilirse ürün vermez. Sap olarak durur. Bazen ürün hiç hoş olmaz.
Mısır ekmeği lezzetsiz olur. Bu durumlardan dolayı köy tohumuna döndük tamamen. Çok lezzetli. Unu mis kokulu ve faydalı. Kalitesi hep aynı. Rüzgarla yere devrilse dahi kafasını kaldırıp ürün veren bir yapıda. Artık ziraat tohumu vs aklımızın ucundan geçmiyor. Tarımda doğallık tohumla başlar bence...
birnefestoprak
07-08-2015, 17:20
USGS tarafindan hazirlanan, ABD'de 1992-2012 yillari arasinda Round Up (Glifosat) kullanimini gosteren harita: EWG (http://static.ewg.org/agmag/glyphosate_map/index.html?_ga=1.172438055.503651050.1424835747). Ulkenin misir ambarlarinin oldugu, en iyi misirlarin yetistigi eyaletler kapkara.
birnefestoprak
07-08-2015, 19:58
Hersey benim Turkiye'de -insanlar icin- yiyecek amacli GDO'lu tohum ekiminin yasak oldugunu dusunmemle basladi. Sonra "icerikte cok cok dusuk miktarda" kalmak kaydiyla izin verildigini ogrenmemle olaylar gelisti. Hemen arkasindan da bugun sunu gordum: Banvit, GDO (http://www.bandirmahaber.net/banvit-gdolu-yem-kullandigini-kabul-etti/)
northpower
04-02-2016, 23:25
aslında konu ile alakalı denmez tam olarak konunun deep kısmı denebilir
Şüphe Tüccarları belgeselini izlemenizi tavsiye ederim. youtube da izledim ama kaldırılmış. illa ki eklenir ya da başka yerlerde vardır. Birileri ekliyor hemen kaldırılması için iki kat çaba sarfediyor birileri!
https://www.youtube.com/watch?v=j8ii9zGFDtc
bu trailer videosu . Merchants of Doubt da orjinal adı. amerikada temel olarak sigara ile ilgili bilinen ve 10 yıllarca söylenmeyenlerden başlayıp öyle çarpıcı gerçek bilgiler ve raporlar sunuyor ki belgesel bilseniz bile ayrıntılar sizi hayret ettiriyor.
Nasıl ki devlet sigarayı yasal olarak görüyor esrarı yasal görmüyor organiklik olayıda aynı.Verimin düşeceğini ihracatın azalacağını düşünüyor muhakkak devlet bu yüzden organik tarımı desteklemiyor aynı sigarayıda yasaklamadığı gibi oysa binlerce kişi kanserden ölüyor.Mademki sigara kullanımı yasal kişinin hür özgür iradesine seçimine bırakılmış o zaman sigaradan vergi almayacaksın ki safın belli olsun,hem bu işin ticaretinden hem çiftçiden hem içiciden vergi alacaksın ama diyeceksin ki sigara öldürür.
Hem organik olmayan tarım pestisit kalıntıları vb yönlerden sağlığa zararlı şu bu sonra organik tarım eyidir eyidir.
Bir kere devletin bu tarz insan sağlığına yönelik konulardaki iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp kendi vatandaşını daha çok düşünen politikalar üretmesi gerekmektedir.Bir çok ülkede benzer şekilde çalışmakta bu düzen ancak farklılık yapılamazmı.?
Ben geçtim tamamen organik ürünleri zaten bu imkansız,en azından mrl değerlerini karşılayan ürünlerinin denetimini dahi yapmıyor yapamıyor devlet,emin olun çarşıdan pazardan aldığınız birçok üründe kalıntı bulunmaktadır bunu bilerek alınız.
Mesela hayvan gübresiyle yetiştirilmiş ürünler organiktir vs gibi sığır hayvan gübresini organik sanmak gibi bir hataya düşüyor çoğu arkadaş.Hayvan gübresi nasıl organik olabilir ki belki ne bileyim dağın başında yaylayan keçiden elde edilen gübresi organik olabilir.Ama ne bileyim araştırınca sığır gübresi içindeki humik asitlerin bir nebze olsun bu kalıntıları azalttığı yönünde çalışmalarda yok değil.
Sanırım herşeyi devletten beklememek lazım biraz olsun bilinç,bu bilincin sağlanması için belli bir refah seviyesi.
Eğitim şart.
Evet ancak şunu devletten bekleyebiliriz niye çiftçiler eğitilmiyor çiftçiye organik tarım konusunda bile olmasada en azından bu ilaçalr konusunda bir eğitim verilmiyor,nerede çalışıyor o kadar ziraat mühendisi çks dolduruyorlar dairede,bir kısmı sözde denetim yapıyor bayide bir kısmıda örnek alıyor çiftçiden,sen bunun alt yapısını yapmadan nasıl örnek alıyorsun ki çiftçiden geliyorsun selaymünaleyküm ee örnek alacağım yetiştirdiğin domatesten.Yorumu size bırakıyorum
Nasıl ki devlet sigarayı yasal olarak görüyor esrarı yasal görmüyor organiklik olayıda aynı.Verimin düşeceğini ihracatın azalacağını düşünüyor muhakkak devlet bu yüzden organik tarımı desteklemiyor aynı sigarayıda yasaklamadığı gibi oysa binlerce kişi kanserden ölüyor.Mademki sigara kullanımı yasal kişinin hür özgür iradesine seçimine bırakılmış o zaman sigaradan vergi almayacaksın ki safın belli olsun,hem bu işin ticaretinden hem çiftçiden hem içiciden vergi alacaksın ama diyeceksin ki sigara öldürür.
Hem organik olmayan tarım pestisit kalıntıları vb yönlerden sağlığa zararlı şu bu sonra organik tarım eyidir eyidir.
Bir kere devletin bu tarz insan sağlığına yönelik konulardaki iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp kendi vatandaşını daha çok düşünen politikalar üretmesi gerekmektedir.Bir çok ülkede benzer şekilde çalışmakta bu düzen ancak farklılık yapılamazmı.?
Ben geçtim tamamen organik ürünleri zaten bu imkansız,en azından mrl değerlerini karşılayan ürünlerinin denetimini dahi yapmıyor yapamıyor devlet,emin olun çarşıdan pazardan aldığınız birçok üründe kalıntı bulunmaktadır bunu bilerek alınız.
Mesela hayvan gübresiyle yetiştirilmiş ürünler organiktir vs gibi sığır hayvan gübresini organik sanmak gibi bir hataya düşüyor çoğu arkadaş.Hayvan gübresi nasıl organik olabilir ki belki ne bileyim dağın başında yaylayan keçiden elde edilen gübresi organik olabilir.Ama ne bileyim araştırınca sığır gübresi içindeki humik asitlerin bir nebze olsun bu kalıntıları azalttığı yönünde çalışmalarda yok değil.
Sanırım herşeyi devletten beklememek lazım biraz olsun bilinç,bu bilincin sağlanması için belli bir refah seviyesi.
Eğitim şart.
Evet ancak şunu devletten bekleyebiliriz niye çiftçiler eğitilmiyor çiftçiye organik tarım konusunda bile olmasada en azından bu ilaçalr konusunda bir eğitim verilmiyor,nerede çalışıyor o kadar ziraat mühendisi çks dolduruyorlar dairede,bir kısmı sözde denetim yapıyor bayide bir kısmıda örnek alıyor çiftçiden,sen bunun alt yapısını yapmadan nasıl örnek alıyorsun ki çiftçiden geliyorsun selaymünaleyküm ee örnek alacağım yetiştirdiğin domatesten.Yorumu size bırakıyorum
Bu söze çok güldüm. 2 tane organik elma yetiştiren tanıdığım var ya da vardı demeliyim. Çünkü 1 tanesi organikten vazgeçti. Diğeri ilaç, gübre ve mazota para yetiştiremediği için hiç bir ilaç, gübre kullanmadan ağaçları kendi haline bıraktı.
Her tarafta bir organik hayranlığıdır gidiyor. Bakanlık şöyle yapın, böyle yapın diye hava basıyor. Organik üretim yapana mazotu 1 liradan mı veriyor? Hadi organik üretim yaptınız diyelim, bunu tüketecek olan kim? Her tarafından zehir fışkıran elma 1 lira, organik elma 3 lira, pazarda müşteri geliyor organik bu deyince " aman ne olacak organikse, ucuz olsun ne olursa olsun" diyor. Türk halkı organik değil, zıkkımın kökünü yesin.
Organikten vazgeçtim, iyi tarım uygulamalarına geçeyim dedim. Sözleşme bedeli şu kadar, yol harcırahı bu kadar, yatma kalkma masrafı, senede 3 defa analiz, hesap ettim adamlara bahçeyi versem üste borçlu kalacağım. Ver zehiri boş verrr, sanki pazardaki mala analiz mi yapıyorlar? Yurt dışından geri dönen mallar ne oluyor acaba? Bu ülke de üretici olmada, ne olursan ol.
Bu söze çok güldüm. 2 tane organik elma yetiştiren tanıdığım var ya da vardı demeliyim. Çünkü 1 tanesi organikten vazgeçti. Diğeri ilaç, gübre ve mazota para yetiştiremediği için hiç bir ilaç, gübre kullanmadan ağaçları kendi haline bıraktı.
Her tarafta bir organik hayranlığıdır gidiyor. Bakanlık şöyle yapın, böyle yapın diye hava basıyor. Organik üretim yapana mazotu 1 liradan mı veriyor? Hadi organik üretim yaptınız diyelim, bunu tüketecek olan kim? Her tarafından zehir fışkıran elma 1 lira, organik elma 3 lira, pazarda müşteri geliyor organik bu deyince " aman ne olacak organikse, ucuz olsun ne olursa olsun" diyor. Türk halkı organik değil, zıkkımın kökünü yesin.
Organikten vazgeçtim, iyi tarım uygulamalarına geçeyim dedim. Sözleşme bedeli şu kadar, yol harcırahı bu kadar, yatma kalkma masrafı, senede 3 defa analiz, hesap ettim adamlara bahçeyi versem üste borçlu kalacağım. Ver zehiri boş verrr, sanki pazardaki mala analiz mi yapıyorlar? Yurt dışından geri dönen mallar ne oluyor acaba? Bu ülke de üretici olmada, ne olursan ol.
Yurt dışından dönen malların ne olduğu belli,büyük ihtimal bizde bir sıkıntı olmadığı için iç piyasaya dönüyor.
Evet bahsettiğiniz şekilde organik tarıma bir devlet desteği yok ama desteklemelerden götürülen paralar var birde üstünü kapatma var.
İyi Tarım uygulamaları hakkında diyebileceğim şu,belli bir köy seçiliyor seralara iyi tarım uygulamaları afişi asılıyor deniyorki gelip senden numune alacağız ona göre ürün çıktığında.iyi tarım uygulamaları bundan ibaret.
Yurt dışından dönen malların ne olduğu belli,büyük ihtimal bizde bir sıkıntı olmadığı için iç piyasaya dönüyor.
Evet bahsettiğiniz şekilde organik tarıma bir devlet desteği yok ama desteklemelerden götürülen paralar var birde üstünü kapatma var.
İyi Tarım uygulamaları hakkında diyebileceğim şu,belli bir köy seçiliyor seralara iyi tarım uygulamaları afişi asılıyor deniyorki gelip senden numune alacağız ona göre ürün çıktığında.iyi tarım uygulamaları bundan ibaret.
İyi tarım uygulamalarında olay maalesef bahsettiğiniz gibi olmuyor. Bu sistem de bazı şirketlere rant sağlama aracı haline dönüştü. Önce sözleşme için bir bedel ödüyorsunuz. Bu bedel şirketlerin insafına kalmış, kimi 1200 lira, kimi sizi sevdik 800'e olur diyor(bu gerçekleşmiş bir görüşmedir ;) Adam neredeyse evlenme teklif edecek o kadar sevmiş beni) . Bulunduğunuz şehir ile denetleyicilerin bulunduğu il arasındaki km başına yol ücreti ödüyorsunuz, kaç kere gelirlerse hesap edin. Ayrıca konaklama masrafları size ait. Analiz yaptırıyorsunuz (kaç kere gerekirse artık) ücret sizden. Bu şirketin yaptığı iş; Bahçenize, Bu bahçede İTU yapılmaktadır diye bir tabela asıyorlar ve ürün hasat edildiğinde sizin kaydınızı sisteme giriyorlar.
Ülkede asalakları yaşatmak için olmadık şeyler icat etmede üstümüze yok. Devlet işçi çalıştırmayacak, hizmet alımı yapacak. Buyrun size taşeron denen asalakları yaşatma sistemi. Üretilen her türlü yaş sebze-meyve hale girmek zorunda dediler. Buyrun size kabzımal asalakları. Şimdi de itu uygulamaları diye bir şey icat ettiler, bir kaç şirkete haraç vermek zorundasınız. Devletin ziraat odaları, il-ilçe tarım müdürlükleri ne iş yapar? ÇKS doldurup mühür vurmak için mi ziraat mühendisi oluyor bu insanlar?
İyi tarım uygulamalarında olay maalesef bahsettiğiniz gibi olmuyor. Bu sistem de bazı şirketlere rant sağlama aracı haline dönüştü. Önce sözleşme için bir bedel ödüyorsunuz. Bu bedel şirketlerin insafına kalmış, kimi 1200 lira, kimi sizi sevdik 800'e olur diyor(bu gerçekleşmiş bir görüşmedir ;) Adam neredeyse evlenme teklif edecek o kadar sevmiş beni) . Bulunduğunuz şehir ile denetleyicilerin bulunduğu il arasındaki km başına yol ücreti ödüyorsunuz, kaç kere gelirlerse hesap edin. Ayrıca konaklama masrafları size ait. Analiz yaptırıyorsunuz (kaç kere gerekirse artık) ücret sizden. Bu şirketin yaptığı iş; Bahçenize, Bu bahçede İTU yapılmaktadır diye bir tabela asıyorlar ve ürün hasat edildiğinde sizin kaydınızı sisteme giriyorlar.
Ülkede asalakları yaşatmak için olmadık şeyler icat etmede üstümüze yok. Devlet işçi çalıştırmayacak, hizmet alımı yapacak. Buyrun size taşeron denen asalakları yaşatma sistemi. Üretilen her türlü yaş sebze-meyve hale girmek zorunda dediler. Buyrun size kabzımal asalakları. Şimdi de itu uygulamaları diye bir şey icat ettiler, bir kaç şirkete haraç vermek zorundasınız. Devletin ziraat odaları, il-ilçe tarım müdürlükleri ne iş yapar? ÇKS doldurup mühür vurmak için mi ziraat mühendisi oluyor bu insanlar?
Yani ben Alanya'daki durumdan bahsediyorum tarım ilçe denetliyor ancak iyi tarım uygulaması yapıldığına dair bir sertifika vermiyorlar diye biliyorum sadece bir yazı asıyorlar serada, çiftçi bu ürünü iyi uygulaması yapıldı bu serada diyerek halde farklı bir fiyata satamıyor yani zaten böyle bir piyasa yok halde.Ürün nasıl farklı satılıyor mesela domateste ürünler iri renkleri güzel kaliksleri daha uzun ve yeşilse farklı fiyattan satılır onun dışında ilaç kullanmadım abi desen para etmez.Elinde sertifika olur migros gibi bir markete satarsın belki işe yarar.
Sizin anlattığınıza göre bu sertifika işine devlet bakmıyor yani bakanlık başka özel bir şirket bakıyor o da zaten sizin satacağınız farklı fiyatın üstünde çiftçiden para kırpma derdinde.
Yani farklı birşeyde beklemek hata olurdu,herşeyin içi boşaltılmış bir düzensizlik bir kaos,nasıl oluyorda bu yanlışlarla koskoca bir tarım sistemi hiçbir müdahale edilmeksizin bu şekilde devam edebiliyor anlamak çok güç.
Yani ben Alanya'daki durumdan bahsediyorum tarım ilçe denetliyor ancak iyi tarım uygulaması yapıldığına dair bir sertifika vermiyorlar diye biliyorum sadece bir yazı asıyorlar serada, çiftçi bu ürünü iyi uygulaması yapıldı bu serada diyerek halde farklı bir fiyata satamıyor yani zaten böyle bir piyasa yok halde.Ürün nasıl farklı satılıyor mesela domateste ürünler iri renkleri güzel kaliksleri daha uzun ve yeşilse farklı fiyattan satılır onun dışında ilaç kullanmadım abi desen para etmez.Elinde sertifika olur migros gibi bir markete satarsın belki işe yarar.
Sizin anlattığınıza göre bu sertifika işine devlet bakmıyor yani bakanlık başka özel bir şirket bakıyor o da zaten sizin satacağınız farklı fiyatın üstünde çiftçiden para kırpma derdinde.
Yani farklı birşeyde beklemek hata olurdu,herşeyin içi boşaltılmış bir düzensizlik bir kaos,nasıl oluyorda bu yanlışlarla koskoca bir tarım sistemi hiçbir müdahale edilmeksizin bu şekilde devam edebiliyor anlamak çok güç.
Bu şirketlerin pek çoğu Antalya civarında olduğu için, üreticilerin masrafları daha düşük olabilir. Sertifika verilmiyor ancak her üretici sisteme kayıt oluyor ve ürettiği ürünün hasat tarihi, kim tarafından üretildiği gibi bilgiler bu sistemde oluyor, İzlenebilirlik durumu yani.
Tarımın devam ettiği tezi, ithal ettiğimiz ürünlere bakınca her halde anında çürüyecektir. Ben belki görmem ama borç alarak tüketim yapan bir ülke batmaya ve özgürlüğünü kaybetmeye mahkumdur. Ülkenin tarım bakanı çıkıp, utanmadan "Saman ithal ediyoruz" diyebiliyorsa o ülkede tarım yapıldığı söylenebilir mi? Çiftçi 1 sene uğraşıyor, tam buğdayı biçecek tarım bakanlığından bir duyuru "buğday ithalatı için görüşmelerimiz sürüyor" Tüccar durur mu? 1 liraya mal edilen buğdaya 80-90 krş fiyat veriyor. Bakanlık yaptığını düzeltmek için "şimdilik ithalat yok" diyor. Sen istediğin kadar ithalat yok diye kıvırmaya çalış, bir şeyin dillenmesi olmasından beterdir(Atasözü; Şu'yu vukuundan beterdir). Soru şu; Bu tarım bakanlığı kimin hizmetinde?
Organik tarım hikaye degil elbette. ancak tam anlamıyla organik olma koşulları dünyada organik sertifikalı ürünlerde bile yüzde 1 dir bence.
bu konuda en önemli noktalardan birisi ziraii ilaç kalıntısını minimize edebilmek. örnegin domateste kacmak çok zor oldugu için belirli ilaçları az dozajda ilk meyveler ceviz kadarken yapıyorum. o meyveleri koparrıyorum ve yoluma devam ediyorum. bir daha ilaç vs kullanmıyorum yani.
gelelim bence organikligi asıl engelleyen gübreleme işine. neymiş efendim koyun gübresiymiş, tavukmus veya büyükbaş gubreymiş. hikaye burada baslıyor. bu hayvanların hiçbiri doğal ortam da bulunmuyor artık. suni yemlerle besleniyorlar, hormon ve antibiyotik asılarını saymıyorum bile. suni yemlerde görüntüde organik ama o da yalan. hayvan yemleri komple gdo lu ürünlerden yapılıyor. dolayısıyla gübre de ne ararsanız var.
dogada kendi beslenen solucan yarasa vs gubreleri kesinlikle organik tarım için olmaz sa olmaz durumda. gerci kendi elimizle besledigimiz solucanların veya guvercinlerin gubresinden ne olur o da ayrı bir konu.
Ali alan
21-11-2018, 19:38
Organik Tarım yöntemiyle üretilen ürünlerin ilk etapta yapılan reklamlar ile pazarının çok olacağı zannedilir ancak; albenisi az olan bu ürünlerin pazar değeri azdır ve talebi gittikçe azalır. Unutulmamalıdır ki; pazarlamada paketin içersindeki ürün kadar onun ambalajlanması ve albenisi de ürünün talebini artırır. Kaç tüketici pazarda Nar gibi kırmızı, iri ve parlak elma dururken yandaki ufak tefek ve kurtlu elmayı alır?
Malesef doğal olandan kaçar olduk bana göre organik ekim tamamen bir uydurmacadan ibaret .
MeyveliTepe
21-11-2018, 20:37
Organik Tarım yöntemiyle üretilen ürünlerin ilk etapta yapılan reklamlar ile pazarının çok olacağı zannedilir ancak; albenisi az olan bu ürünlerin pazar değeri azdır ve talebi gittikçe azalır. Unutulmamalıdır ki; pazarlamada paketin içersindeki ürün kadar onun ambalajlanması ve albenisi de ürünün talebini artırır. Kaç tüketici pazarda Nar gibi kırmızı, iri ve parlak elma dururken yandaki ufak tefek ve kurtlu elmayı alır?
Malesef doğal olandan kaçar olduk bana göre organik ekim tamamen bir uydurmacadan ibaret .
Elma organik olduğu zaman ufak tafek ve kurtlu olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Nereden çıktı?
Sorun şu, biri zehirli, diğeri zehirsiz. Afiyet olsun.
selim_50
22-11-2018, 06:52
Nevşehirde bi hikaye anlatılır, "tilki patates tarlasına girmiş, tarlanın diğer ucundan çıkıp yamaca tırmanamadan oracıkta ölmüş" biraz abartı da olsa gerçek bu her yediğimiz, çoluk çocuğa yedirdiğimiz üründen, çok çok fazla kimyasal ilaç ve hormon alıyoruz, belki birinci nesil değil ama ikinci ve üçüncü nesilde mutlaka olumsuz etkileri gözükecektir, organik ve kimyasal gübre ve ilaç kullanılarak yetişen ürünler arasında tat aroma ve besin değeri bakımından da kat kat farklılıklar olduğu kanaatindeyim,
Yeşilhayat
22-11-2018, 15:56
Güzel konu olmuş. Takipteyim ^^
selim_50
23-11-2018, 06:31
Ticari olarak üretim yapan arkadaşlar, organik tarım yaparak piyasa koşulları ile rekabet edemez ama iyi tarım uygulamaları ile hem piyasanın gerisinde kalmamış olur, hem de onlar sayesinde biraz daha sağlıklı ürünler tüketmiş oluruz.
aydemiraydın
23-11-2018, 07:56
2050’de iki kişiden birinin otistik olması bekleniyor.
MeyveliTepe
23-11-2018, 10:55
Ticari olarak üretim yapan arkadaşlar, organik tarım yaparak piyasa koşulları ile rekabet edemez ama iyi tarım uygulamaları ile hem piyasanın gerisinde kalmamış olur, hem de onlar sayesinde biraz daha sağlıklı ürünler tüketmiş oluruz.
Adına "iyi" denilen tarım bildiğiniz zehirli tarım. "İyi Tarım" diye konulan isim tamamen yanıltmaya yönelik.
selim_50
23-11-2018, 12:01
iyi tarımdan anlatmak istediğim veya olması gereken, gereği kadar ve gerektiğinde kimyasal gübre ve ilaç,
Amatör olarak veya hobi olarak bizlerin yaptığı gibi,
Şu an ülkemizde yapılan uygulama adı iyi veya organik olmakla beraber ticari kaygı ve daha fazla kazanç maksadıyla, hem üretici hem pazarlamacı tarafından çığırından çıkarılmıştır.
Dağdan bir yer alınca iyi kötü birşeyler öğrenmeye başladım. Elmanın, kirazın kurtlanmaması için on kere ilaçlandığını öğrenince şaşırmıştım. Ben 6 yılda bir kere elma ilacı mecburen attım. Bana hemen ot ilacı atmam gerektiği söylendi. Biraz araştırınca ot ilacının etkisinin uzun yıllar devam ettiğini öğrendim. Patatesin böcek nedeni ile nerede ise ilaçla meydana geldiğini öğrendim. Yumrular toprağa atılmadan önce ilaçlandığı zaman patates böceği gelmiyormuş. Böcek bile kendisine zararı olan bir yaprağı. dalı yemiyor. Kışlık dikilen patatesler belirli bir zaman geçtiği için ilacın etkisi geçiyor. Zehrin öldürücü etkisi geçiyor. Yazlık ekilenlerde bu kısa olduğu için patatesin kendisinde kaldığını düşünüyorum. Kışlıkta da mutlaka kalıyordur. Zaman içinde etkileri çıkacak. Kendim iki üç yıldır patates yetiştirmeye çalışıyorum. Dağ başına kadar geliyorlar. Az olunca el ile kontrol altında tutabiliyorum. Çiftçinin bunu yapma durumu yok. Kısa zamanda üreyip koca tarlaları bitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar az ilaç kullanarak ürün almaya çalışıyoruz. Daha iyi bakım yapabilirsem daha fazla ve güzel ürün alabileceğim. Eskiden de çok az ilaç kullanıldığı için topraklar henüz zehirli değil. En azından kendimiz ve çocuklarımız için birşeyler yapmaya çalışmak uğraşmak gerektiğini düşünüyorum.
Bir arkadaşım üçüncü kere kansere yakalandı. Şu anda durumu iyi. Çocuklarımızı ben tanıyamıyorum. Hepsi agresif. Bencil. Hiç bir şeyden memnun olmayan. Bilgisayar, cep telefonu yeme içme gezme dışında hayatta hiç bir beklentileri yok. Sürekli ilaç kullanan bir toplum olduk. Kullandıkça daha fazla hasta oluyoruz. Alttan gelen zararları gidermeden tedavi etmeye uğraşıyoruz. Toplumumuzun bütün kesimi nerede ise patates tüketiyor. O kadar ilaç almak yerine bu böceğin doğal düşmanını şimdiye kadar niçin getirmedik.
selim_50
23-11-2018, 12:48
sayın Muda;
"Çocuklarımızı ben tanıyamıyorum. Hepsi agresif. Bencil. Hiç bir şeyden memnun olmayan. Bilgisayar, cep telefonu yeme içme gezme dışında hayatta hiç bir beklentileri yok" benim oğlanı nerden tanıyorsun diye sorsam:))
Ticari olarak patates ekimine 1978 yılında başladık, üzerinden 40 yıl geçmiş o yıl dahi patateste en büyük sıkıntı bu böcekti, bu böceğin doğal düşmanı mutlaka vardır ama tarım ilacı dev bir sektör ve her yıl büyüyen bir sektör, doğal düşmanını getirmek gibi bir riske kimse giremez.
Asıl çözümü kendimiz tükettik...Köyden kente göçün en net sıkıntılarından biri de bu...Organik tarım piyasa reelinde ****** hikaye...ama bireysel gayretlerle belirli bir noktaya varabilmek,markalaşabilmek,güven kaynaklı bir uygulama yla tanıtım yapıp itimat kazanıp gerçekten organik üretim de pratik de mümkün...Ama işin en kökten çözümü noktasında çevremdekilere hep şunu tavsiye etmişimdir..Yarım dönüm de olsa bir bahçe edin,kendin ek,kendin dik,her meyveden(bölgede yetişen) bir iki tane dik..sebzelerini kendin yap.tohumları atadan dededen gelme bir şekilde elde etmeye bak...Hem sağlıklı olursun ,spor yaparsın,hem ne yediğini,hangi koşullarda yediğini bilirsin...Bu mevzu çok uzun mevzu...kendi çözümünü üretmeli bunun bilincinde olan her birey...Olduğu kadarını kendi yapmalı..olmadığı kısmını da güvenilir yerler arayarak,eş dost ahbap çevresinden bulmalı....Elimden geldiğince böyle yapıyorum...ilaç derdim yok...sıkışmadıkça ciddi ağaç kaybı gibi bir problem olmadıkça kimyasal kullanmıyorum...kurtlu meyveleri atıklayıp temizleyerek yiyorum....
Organik tarım,hem uzmanlık,hem extra efor hem sıkı takip hem extra ahlaki bir karakter gerektiriyor...Ülkemiz geneline vurduğumuzda üreticilerin %1 i bile bunu başaramaz..Zaten şu anki tabloda bu %0,1 bile değil...Maalesef tarımda zaten çok gerideyiz...%100 luk potansiyelin %10 uyla %15 ile tarım yapıyoruz...Fikri yenilenme değil,fikrî çağ atlamaya ihtiyacımız var...Genel bu...ama özelde tabi açılım yapmış,sıçramalar yapmış olanlar da yok değil...Velhasıl;Günümüz Türkiye'sinde sadece kendi ekip diktiğime güvenirim...
Patates böceğinin doğal düşmanı Lebia grandis isimli bir böcek. Şu ana kadar hiç mi getiren olmadı.
selim_50
23-11-2018, 13:57
"Patates böceğinin doğal düşmanı Lebia grandis isimli bir böcek. Şu ana kadar hiç mi getiren olmadı"
Sayın Muda; mesajımda belirttiğim gibi 1978 yılından bu yana patates ekeriz, adı geçen böceği bölgemizde hiç görmedim.
patates böceğinin yumurtaları sadece uğur böcekleri yiyor onları da patates böceğini ilaçlarken birlikte öldürüyoruz.
MeyveliTepe
10-02-2019, 01:20
Başlığın adı "Organik Tarım Hikaye mi?"
Yani uydurma ve gereksiz bir şey mi anlamında. "Ne güzel sentetik toksik pestisitler (ilaç) kullanılarak nisbeten ucuza ve daha kolay yiyecek üretilebiliyorken birilerinin "organik" diye bir şey icad edip, güya içine zehir ilave edilmemiş, toprağın doğal döngüsüyle beslenen yiyecekleri bir matahmış gibi burnumuza sokmasına ne gerek vardı?" Başlığın çağrıştırdığı şeyler bu gibi düşünceler olsa gerek.
Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Bu düşünce tarzını desteklemek, bazen kendilerini de ikna etmek için bir çok argüman da yaratılmış.
Kimi diyor ki;
- pestisitlerin kanser veya başka akut ve kronik hastalıkların sebebi olduğu geçerli bir şey değil çünkü taa eski mısırda bile kanser varmış, o halde pestisitler kanser sebebi olamaz.
- İyi ürün almak istiyorsan zehirli pestisit kullanmalısın, yoksa iyi ve yeterli ürün alamazsın.
- Zehiri dozunda kullanırsan bir zararı olmaz, iyi tarım diye bir şey var, izin verilenin üzerine çıkmayacak şekilde zehir kullandırıyor, böylece yiyecekler sağlıklı oluyor.
Kiminin yaklaşımı ise daha bir garip. Organik üretimde de çok az da olsa toksik olmayan ama sentetik olan girdiler kullanımını "doğal değil" diye eleştirirken kendi yetiştirdiğinde veya tükettiğinde toksik pestisit kullanmakta ve kullanılmasında hiç bir çekincesi yok.
Kimi de benzeri yaklaşımla organik üretimi tekelci şirketlerin hegomonyasındaki kötü ve zararlı bir şey olarak nitelemekten çekinmiyor. Gerçek öyle olmasa da önemli değil, güncel söylem ile mühim olan algı yaratmak.
Devlet kurumları pestisit aktif maddeleri için maksimum kalıntı miktarları belirliyorlar. Bunun mantığının ne olduğu ilk bakışta belli olmuyor.
Öyle ya, bir ülkede kalıntı miktarı olarak maksimum 50 mikrograma izin verilen bir zehir, başka bir ülkede 10 veya 5 mikrogram olabiliyor. Bunun sebebi ne olabilir ki? 50 mikrogram olan ülkenin insanları başka insanlara göre zehire daha dayanıklı da onun için mi?
İzin verilen maksiumum kalıntı da ne demek? Neden izin veriliyor? Bu zehirlerin insan sağlığına faydası mı varmış? Gıdanın ve beslenmenin bir parçasımıymış? Ne hakla böyle bir izin verirlermiş?
İsveç'te organik tarımı ve üretimi desteklemek için ne mümkünse yapacağını ilan eden Coop adlı süpermarket, İsveçli 3 çocuklu ve pahalı olduğu gerekçesiyle organik tüketmeyen bir aileyi 2 haftalığına sadece organik beslenmeye davet etti. Ailenin mutfağındaki tüm besin maddeleri organik olanlarla değiştiriliyor. Deneyin başında çocuklardan alınan idrar örneklerinde pestisit, fungusit, büyüme hormonları v.b kalıntılarına rastlanırken, iki haftalık organik beslenme sonunda kalıntılardan neredeyse hiç eser kalmıyor.
İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada (https://www.coop.se/PageFiles/430210/Coop%20Ekoeffekten_Rapport_eng.pdf).
Son iki çift laf, organik (zehir ilavesiz ve doğal besleyicilerle büyütülmüş) yiyeceklere hikaye diyen akıl-baliğ olması gereken kişilere. Kendinize ne yaparsanız yapın, istiyorsanız ve az geliyorsa salatanıza birer damla glyphosate ve deltametrin damlatın, ama lütfen çocukları buna kurban etmeyin.
Epeydir "kanser ta mısırlılarda bile varmış, şimdi kanserler arttı diye yalan söyleyerek organik reklamı yapıyorlar", "organik de neymiş yaw, palavra", "zehirli sentetik pestisit kullanılmadan tarımsal ürün olmaz", "dozunda zehir iyidir" vb. gibisinden söz eden olmamış.
Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından.
Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün.
8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya (http://www.agaclar.net/forum/journals.tubitak.gov.tr/medical/issues/sag-11-41-3/sag-41-3-1-1007-943.pdf)göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba.
2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık.
İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları (http://bianet.org/bianet/saglik/205269-bulent-sik-in-beyani)görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik.
Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı.
Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı.
Pestisitler 1 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/958617/Turkiye_yi_kanser_eden_urunleri_devlet_gizledi__bi z_acikliyoruz__iste_zehir_listesi.html)
Pestisitler 2 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/959284/Bakanlik_gizledi__Cumhuriyet_acikliyor__2____Hangi _sebzede_arsenik__hangi_suda_tarim_ilaci_var_.html )
Su 1 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/959879/Suyumuzu_da_zehir_ettiler....html)
Su 2 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/960489/Bakanligin_gizledigi_aciklama__iste_suyu_icilemez_ 52_bolge_.html)
Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak.
chelik26
10-02-2019, 09:49
"Patates böceğinin doğal düşmanı Lebia grandis isimli bir böcek. Şu ana kadar hiç mi getiren olmadı"
Sayın Muda; mesajımda belirttiğim gibi 1978 yılından bu yana patates ekeriz, adı geçen böceği bölgemizde hiç görmedim.
patates böceğinin yumurtaları sadece uğur böcekleri yiyor onları da patates böceğini ilaçlarken birlikte öldürüyoruz.
Patates böcekleriini tavuk kuş yemiyormu peki?
Portakal Rengi
10-02-2019, 22:30
Epeydir "kanser ta mısırlılarda bile varmış, şimdi kanserler arttı diye yalan söyleyerek organik reklamı yapıyorlar", "organik de neymiş yaw, palavra", "zehirli sentetik pestisit kullanılmadan tarımsal ürün olmaz", "dozunda zehir iyidir" vb. gibisinden söz eden olmamış.
Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından.
Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün.
8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya (http://www.agaclar.net/forum/journals.tubitak.gov.tr/medical/issues/sag-11-41-3/sag-41-3-1-1007-943.pdf)göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba.
2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık.
İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları (http://bianet.org/bianet/saglik/205269-bulent-sik-in-beyani)görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik.
Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı.
Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı.
Pestisitler 1 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/958617/Turkiye_yi_kanser_eden_urunleri_devlet_gizledi__bi z_acikliyoruz__iste_zehir_listesi.html)
Pestisitler 2 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/959284/Bakanlik_gizledi__Cumhuriyet_acikliyor__2____Hangi _sebzede_arsenik__hangi_suda_tarim_ilaci_var_.html )
Su 1 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/959879/Suyumuzu_da_zehir_ettiler....html)
Su 2 (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/960489/Bakanligin_gizledigi_aciklama__iste_suyu_icilemez_ 52_bolge_.html)
Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak.
Kesinkes hak veriyorum, size. Bu konudaki en büyük sorun sürdürülebilirlik. İnsan sağlığına zarar vermeyecek şekildeki üretim (biçimi ne olursa olsun), insan soyunun sürdürülebilmesine yettiği sürece, savunulabilir olacak.
Doğal yöntemlerden farklı olanların zararlı etkilerinin kanıtlanabilmesi önemli. Pestisit bileşimlerin gözden geçirilmesini savunmak ile asla kullanılmamasını savunmak farklı. Buna özen göstermek gerek. Çağdaş yöntemlerde bilim öne çıkarılacak ise bilimin hizmet etme anlayışı insanlığa yönelik olmalı. Bizi kalp krizinden koruyacak ilaç kanser olmamıza neden oluyorsa ilaç olarak adlandırılabilir mi ?
Ancak, salt doğal kalmak adına bilime karşı durmak da sürdürülebilir değil. İnsanlığın hem yaşam süresi artıyor hem sayısı. Azalan toprak alanını da eklersek beslenme sorunu katlanıyor. Buna çözüm üretilmesi gerek.
Zararlı olana karşı çıkar iken, bilime ve gelişime karşı durumuna düşmeden davranış şekli geliştirmek gerek.
Bülent Şık'a da hak ettiği değeri vermek gerekli. Bilim insanı'nın değeri insanlığa ürettiği hizmet kadar değerli olmalı.
MeyveliTepe
11-02-2019, 00:06
Kesinkes hak veriyorum, size. Bu konudaki en büyük sorun sürdürülebilirlik. İnsan sağlığına zarar vermeyecek şekildeki üretim (biçimi ne olursa olsun), insan soyunun sürdürülebilmesine yettiği sürece, savunulabilir olacak.
Doğal yöntemlerden farklı olanların zararlı etkilerinin kanıtlanabilmesi önemli. Pestisit bileşimlerin gözden geçirilmesini savunmak ile asla kullanılmamasını savunmak farklı. Buna özen göstermek gerek. Çağdaş yöntemlerde bilim öne çıkarılacak ise bilimin hizmet etme anlayışı insanlığa yönelik olmalı. Bizi kalp krizinden koruyacak ilaç kanser olmamıza neden oluyorsa ilaç olarak adlandırılabilir mi ?
Ancak, salt doğal kalmak adına bilime karşı durmak da sürdürülebilir değil. İnsanlığın hem yaşam süresi artıyor hem sayısı. Azalan toprak alanını da eklersek beslenme sorunu katlanıyor. Buna çözüm üretilmesi gerek.
Zararlı olana karşı çıkar iken, bilime ve gelişime karşı durumuna düşmeden davranış şekli geliştirmek gerek.
Bülent Şık'a da hak ettiği değeri vermek gerekli. Bilim insanı'nın değeri insanlığa ürettiği hizmet kadar değerli olmalı.
Öyle kasteddiğinizi sanmıyorum ama, yazınızdan sanki doğal olan şeyler ile bilim biribirine zıt şeylermiş gibi anlaşılıyor.
Oysa ne biribirine zıt, ne de herhangi bir şekilde karşılaştırılabilir şeyler.
İnsan, tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğan, büyüyen, yaşlanan, sonuçta yaşayan bir canlıdır. Tüm canlılarda olduğu gibi fiziksel bir yapıya sahiptir, iskeleti, kasları, beyni, kalbi, damarları, sinir sistemi, sindirim sistemi, karaciğer, dalak, pankreas, vb. organları olan bir canlı.
İçilen su, solunan hava, beslenilen gıdalar, yaşanılan ortam bu etten kemikten canlılar için uygun olmak durumunda.
İnsan aynı zamanda, geçmişte üretilen bilgiyi de kullanarak ilave bilgi üretebilen bir canlı. Halihazırda gezegenin hakim türü olmasının sebebi de bu.
Dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğu söylenir. Gezendeki çok hücreli canlıların 2 milyar yıldır var olduğu, basit hayvanların 600 milyon yıl önce ortaya çıktığı, ilk insanların 200 bin yıl önce ortaya çıktığı ve modern insanın da 50 bin yıldır var olduğu kabul edilir (bilimsel bulgulara göre). Dünyanın varlığını 24 saatlik bir zaman dilimine indirgersek insan bu 24 saatin son 3 saniyesinde ortaya çıkmıştır denilir.
Buna karşın, 1800'lerin başında havadaki karbon oranı 280 ppm iken, bu yılın ölçümleri 410 ppm civarındadır. Bu değişim gezegenin milyonlarca yıl süren döngülerinden dolayı değil, insan türünün gezegene doğrudan saldırısının bir sonucudur. Endüstrileşme, özellikle de az kaynakla çok miktarda kâr elde etme amacını şiar edinmiş endüstrileşme, kâr uğruna gezegenin jeolojik takvimine göre 24 saatte biriktirdiği ve oluşturduğu dengeyi son 1 saniyenin binde birinde tüketme ve alt üst etme sürecinde.
Sonucunda insan dahil tüm mevcut canlı türlerinin kendi fiziksel yapılarının gerektirdiği yaşam ortamlarının hızla kısıtlandığı ve bozulduğu bir gerçek.
Yine jeolojik takvime göre 3 saniye sonra (200 bin yıl sonra) bugünkü canlıların ve insanın var olacağı çok şüphe götürür. Hatta herhangi bir canlının var olacağı da çok şüpheli.
Evrim, en basit şekliyle canlıların, nesiller içinde koşullara adapte olarak koşulları avantaj olarak kullanacak değişimlere uğraması şeklinde açıklanır.
Ancak gerçekleşen koşul değişiklikleri o kadar hızlı ki, insan dahil bir çok türün yeni koşullara adapte olacak kadar nesil değişimine fırsat yok.
Bunun gerçekleştiğini bazı böceklerde görüyoruz. Söz gelimi, aynı yıl içinde birden fazla nesil değiştiren bazı eklembacaklıların pestisit aktif maddelerine karşı direnç geliştirdikleri, artık o aktif maddenin o böcek türünde etkili olmadığı şeklinde bir çok örnek var. Benzeri durum bakterilerde de var. Pek çok bakteri artık antibiyotiklerle öldürülemiyor.
Bilim diyordunuz, hizmet anlayışı insanlığa hizmet etmek yönünde olmalı diye. Evet, büyük ölçüde katılıyorum.
Bilim, sadece insanlığa değil, gezegene ve canlılığa hizmet etmek yönünde olmalı. Henüz robot olarak evrimleşmediğimiz için gezegen olmazsa, diğer canlılar olmazsa, havada oksijen, içilebilir ve bitkilere verilebilir su olmazsa, sağlıklı toprak olmazsa insan da olmaz. Henüz sentetik protein veya kaynağı canlılar olmayan besin yok beslenmek için.
Öte yandan, bilim için iki temel gereksinim var. Birincisi tabii ki yeterli eğitim ve bilgi birikimine sahip bilim insanlar, ikincisi bilimsel çalışmaların yapılabilmesi için gereken lab. saha, donanım ve para.
Parayı, kâr edenler daha çok kâr edebilmek harcıyorlar. Kâr etme motivasyonu ise çok nadiren gezegen ve insan dahil canlılar için hizmete isabet eder. Kamu yönetimleri toplumdan parayı toplar ama bu paranın çok kısıtlı bir bölümünü toplum yararına araştırmalar için kullanır. Bizde değil ama dünyada, yine de ortaya çıkan ve çıkmakta olan bulgular az değildir.
Tekrar olacak ama, insan hala canlılardan bir canlı olduğuna göre, doğa da canlılara elverişli olmak zorundadır. Bilim, tüm insan popülasyonunu 48 saat içinde tamamen bitirecek biyolojik silahların yapılması için değil (böyle silahların hali hazırda var olduğu biliniyor) doğanın anlaşılması, yorumlanması, canlılığın ve doğa dengelerinin artan insan nüfusuna rağmen korunması, evet, bu kadar insanın doyurulması (ama açlığı gidereceğiz diye dünya besinini şirketlerin patentli malı yapmadan), bunun için gereken her türlü araç, gereç, yöntem araştırmalarını yapmalıdır. Ancak bunu yaparken kısa vadeli kârlar için binilen dalı kesmeden.
chelik26
11-02-2019, 07:31
Haberimiz olmadan ülkede zihniyet devrimi olmuş :(
Yargıdan ilginç cevap: Tarlan yok, sana ne? - Cumhuriyet Çevre Haberleri (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/1241295/Yargidan_ilginc_cevap__Tarlan_yok__sana_ne_.html)
Fatih_Soydemir
07-03-2019, 22:07
Haberimiz olmadan ülkede zihniyet devrimi olmuş :(
Yargıdan ilginç cevap: Tarlan yok, sana ne? - Cumhuriyet Çevre Haberleri (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/1241295/Yargidan_ilginc_cevap__Tarlan_yok__sana_ne_.html)
Hakime verilecek en güzel cevap Benim Tarlam yok senin de Ziraat mühendisliği ve Biyolok diploman yok o zaman ne işin var bu davada diye bozmak varmış. Artık gıcık ediyor böyle saçma durumlar zoraki Hukuk okuyanların yapacağı işte kendileri gibi MUNDAR maalesef.
s.serdar
16-03-2019, 20:28
İdare Hukukunda, fertler ancak kendisini ilgilendiren konularda dava açmak hakkına sahiptir. Dolayısıyla işlemde hukuken bir yanlışlık bulunmamaktadır.
MeyveliTepe
04-11-2019, 09:52
Basın ve sosyal medyadan izlediğimiz kadarıyla iki gündür ıspanak yiyip zehirlenen, komaya giren çok sayıda insan var.
Sosyal medyada iz takip edildiğinde bir grup, İstanbulda bir marketten alınan ıspanaklar, diğeri de Sakaryada çok yoğun ıspanak zehirlenmeleri var.
Yakını komaya girip kendisine "atropine" lafı edilenlerden anlıyoruz ki, hastaya hastanede atropine verilmiş.
Atropine, organofosfat zehirlenmelerinde hastaya ölümü engellemek için verilen bir antidot.
Organofosfat'lar ise tarımda çok yaygın kullanılan bir böcek ilacı sınıfı. Neuro-toxin olan organofosfatlar yeterli dozda alındığında akut zehirlenmeye (alındıktan hemen sonra meydana gelen zehirlenme belirtileri) sebep olarak insan, hayvan, böcek, ne denk gelirse öldürür.
Alınan doz akut zehirenme ve öldürmeye yetmiyorsa, çok önemli kronik hastalıklara sebep olur. Ne ki, yenen ıspanakla ilişkilendirilmesi artık mümkün olmaz.
Bu defa çiftçi ya sağlam olsun diye dozu yükseltti, ya da bugün zehirleyip ertesi gün toplayıp sattı. Böylece akut zehirlenme görülerek bir ıspanak faciasıdır gidiyor.
Akut zehirlenme olmadan yavaş yavaş alınan organofosfatların (ve diğer aktif maddelerin) vücutta birikerek neden olduğu kronik hastalıkların durumunu ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Bunu çiftçinin cehaleti, hırsı, vurdumduymazlığı, "tohumuna para mı saydım" değerlendirmesine, kontrol ve denetim eksikliğine vb. bağlamak çevre ve halk sağlığı bakımından durumu fazlasıyla hafife almak olur.
Charlaux
04-11-2019, 11:00
Aslinda organik tarim hikaye mi degil mi meselesinde isin bilincli tuketici ve uretici olmasinda yattigina inaniyorum.
Doga harikasi olan ulkemizde bahcecicilikle alakali kac tane dergi kitap vardir ve okunmaktadir? Her hafta 1 saatlik televizyon programlari var midir?
Diyeceksiniz bunlarin onemi ne? Ingiltere'nin dogasini, bahcecilik kulturune hayran kalmis birisi olarak gordugum su oldu. Aylik bahcecilik dergilerinde konusulan konular : 'sonbaharda dusen yapraklardan nasil 'leafmould' (ozel bir teknik oluyor sanirim), acik hava atesinin dogadaki canlilara zarari, kisin dogamizi nasil koruruz'. Turkcede mangal keyfine denek dusecek acik hava atesinde bahcelerdeki boceklere, yararli bakterilere ne olur diye sorgulayabilmek; kendi keyfinin otesinde canlilara ve dogaya sahip cikmak olgusu var.
Uzun lafin kisasi insanlar ulkelerinin kendilerine ozgu dogasina hayranlar ve ogrenerek koruma egilimindeler. Londra gibi bir dunya merkezinde bile nefes alinacak alanlar, dogaya saygi var.
Kacimiz sn.Meyvelitepe gibi dusunuyoruz ve sorguluyoruz? Dusunce seklimizi degistirmeden gelecegi degistirmemiz maalesef mumkun degil. En basitinden evi ne kadar organik urunle doldurursaniz doldurun disariya ciktiginizda soludugunuz havadan, yediginiz yemege kadar hersey kolektif bir davranisin urunu.
İlk sayfaları okuyunca az daha ben de hikaye olduğuna inanacaktım ki konu hakkında doğru bilgi sahibi olanları okuyana kadar. İyi ki varsınız güzel insanlar. Teşekkür ederim :)
Sürdürülebilir, doğal, organik, köy, iyi vs tanımlara boğulmadan bahsettiğiniz gibi “Zehirsiz” tanımını esas alarak tüm verilerin A’dan Z’ye toparlanıp yapılabileceklerin baştan sona anlatıldığı bir kaynak oluşturulsa daha çok insana daha hızlı ve kolay ulaşabilir.
Düzeltme: Aradığım kaynak zaten varmış ancak ben erişmekte zorlanmışım. Deneyimlerinizi ve aranılan doğru bilgileri A'dan Z'ye kendi imkanlarınızla paylaştığınız bir bloğunuz olduğunu bilmiyordum. Aylardır farklı yerlerde, farklı kaynaklarda arayışlardayım ancak şuana kadar denk gelmemiştim. Zehirsiz Sofralar Belgeselinde aynı isimli çiftliğinizi görene kadar :) Belki yanlış yerlerde arıyordum bilmiyorum ama benzer konularla ilgili birkaç bilgi edinmek isteyen insanların birikiminize rahatlıkla erişebilmesi gereken bir kaynaksınız. Tekrardan teşekkür ederim :)
vBulletin® v3.8.5, Copyright ©2000-2025, Jelsoft Enterprises Ltd.