agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Hayvanlar > Yabani Hayvanlar > Yabani Hayvanlar / Genel
(https)




Beğeni Düzeni59Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 02-11-2009, 12:01   #211
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 01-09-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 27
Fotoğraf karın doyurmaz.

pozitifköpek Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2009, 19:48   #212
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
...........
Oysa avcılığı spor olarak bir düzen getirilip yönlendiren o kacınılmaz eşitsizlik faktörünü kabul etmek bana daha ince bir gerçeklik gibi geliyor.
............
Bu anlamda avcılıkta ahlak açısından elde edilen başarıyı küçümsemeyiz.
Avcılık seçkin değerler düzeyinde kendine özgü ahlak kuralları içerdiği gibi gerçek avcının avcılığı zor bir iştir , her zaman formda kalması, aşırı yorgunluğa katlanabilmesi, hayatını tehlikeye atabilecek durumları kabullenmesi v.b hep bunlar özveri isteyen şeylerdir.

Ayrıca avcılığı zevk sözcüğüne hapsetmemek gerekiyor, elbette mutluluklarda zevk vardır, ancak bu onun küçük bir parçasıdır.

Yaşanan zevk ten öte, içinde zahmet de vardır ama onun ötesinde avcılığı oluşturan eylemin ta kendisi vardır.

Aristo, '' mutluğun kaynağı her zaman eylemdir, gösterilen enerji çabadır'' derken mutluluk veren uğraşlar yalnızca zevk değil birer çabadır ve gerçek sporda gösterilen çabanın yorgunluk derecesinden ayırabilir misiniz?

Peki fark nedir?

Spor kişinin özgür seçimiyle ve alacağı zevk uğruna gösterdiği bir çabadır, iş ise maddi çıkar gözeten zorlama bir çaba....

Rast gele

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2009, 20:06   #213
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi pozitifköpek Mesajı Göster
Fotoğraf karın doyurmaz.
Paleolitik dönemlerdeki atalarımız gibi temel gıdalarımızı sağlamak için avlanmak zorunda değiliz.

Evet avcılık günümüzde zorunlu uğraş olmaktan çıkmıştır.

Toprağı işleyen, hayvanları ehlileştirip üreten, temel gıdalarını av hayvanlarının dışında (_ hiç olmazsa kaçma şansı olmayanları boğazlayarak_) rahatca karşıladığı çağımız insanı hayatından avcılığı zorunlu işler olmaktan çıkarıp atmıştır.

İşte tam burada avcılığı, ona mutluluk verecek istekli uğraş larına sokmuştur.

rast gele

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2009, 23:34   #214
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avlanmak_dansetmek_yarışmak_konuşmak=mutluluk

Kendi içinde yok olup boşa harcanmış,zorlama uğraşlarla dolu bir yaşamın_ iş hayatının_ aksine, bize mutluluk ve doyum verecek başarılı bir zaman tasarlamışızdır hep...

Bize mutluluk verecek olan, belirli çaba göstermek üzere kendimizi yönlendirdiğimiz bu garip olguya '' isteki uğraş '' diyoruz.
Mutluluk dediğimiz şey, bizlerin istek duyduğu uğraşlar_işlere adanmış bir yaşamdır.
İstek ve özlemlerden arınmış olarak tümüyle doyuma ulaşmış bu duruma kendimizi kaptırdığımızda başka bir şey aramayız.

Zorunlu işlere_uğraşlara yoğun çaba harcamamız, onlara itibar ettiğimizden değil, elde edilen sonuçlar içindir.
Oysa, istekli uğraşlarımız hiç bitmesin sürüp gitsin isteriz ve zevk için, hiçbir madi çıkar gözetmeksizin gönülden katlanırız.

İşte böyle zorlama çabalar gerektiren, diğeri zevk veren uğraşlar ve bu birbiriyle çelişen iki uğraş arasında asılı kalan insan.

Ve işte, işlerle bu örülü yaşam biçiminde ufacık bir aralık bulduğumuzda hemen dışarı sızarak kendimizi mutlu kılacak uğraşlara yöneliriz, koşarız adeta firar ederiz.

Kendimize şu soruları sorabilir miyiz acaba...! Ya da sorduğumuz olmuş mudur?

Koşular elverdiğinde ne tür bir mutlu yaşam arzulamıştık?

Mutlu yaşam ne gibi şekiller almıştı.? Bunlar sayılamayacak kadar çok olsada aralarından bazıları öncelikli değil miydi?

Mulutluluk veren uğraşlarımızın ışığında yine önümüze bizlerin istekli uğraşları çıkıyorsa bu çok önemli duruma ise;
Ve bu soruların hiç araştırılmamış olması hayret ve utanç verici değil midir?

Bakın işte inanılması ne kadar güç değil mi; mutluluğumuzu oluşturan ögeler hakkında insanını görüşünü içeren bir tarihten yoksun oluşu...

Şaşırtıcı bir gerçek değil midir; sıradışı isteklerimizin dışında, insanını evrimi boyunca zorunlu uğraşları_işleri köklü değişikliklere uğrarken mutlu yaşam anlayışının hiç değişmemiş oluşu.

İş hayatının baskısını en az hissedenler ve mutluluk veren uğraşlara en kolay yönelenler, yaşamlarını dilediği uğraşlarla doldurma özgürlüğüne sahip olduklarında neler yapmışlar.

AVLANMAK, DANS ETMEK, YARIŞMAK, kONUŞMAK
Şimdi bize garip mi geliyor, içinde avcılık olması?

İsterseniz bkz. o geniş ve kesitisiz akan tarihin içine, hangi döneme; orada orta ve fakir tabakaların ve hatta o dönemin soylularının (yozlaşmışları hariç) en büyük mutluluk kaynağı olarak avcılığı görürsünüz?

Rast gele


Düzenleyen Halil Önen : 21-11-2009 saat 09:05
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2009, 23:44   #215
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,457
Galeri: 225
Sevgili Halil Önen'in görüşlerini gerçekten ilgiyle ve zevkle okudum; gerçekten yararlandım. Ne var ki pek çok tartışmalı hususun kapılarını da sonuna kadar açmış. Bunlar nasıl karşılanır, nasıl derlenip toparlanıp haklarında ne gibi yazı yazılır bilemiyorum.

Önce, şu fotoğrafla avlanma işini ihmal ederek bildiğimiz avcılık hakkında az biraz kafa yoralım:

Avcılığın neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğu biliniyor...
İnsanlık avcılık sayesinde beslenerek bedensel evrimini tamamlamış ve bu sayede bu günkü zeka seviyesine ulaşmış.
Düşünün, insan öyle bir canlı ki evrenin içinde bir hiç denecek kadar küçük, zerre biel denilmeyecek bir cisime sahip; ama, bütün evreni algılayabilecek, kavrayabilecek bir beyne sahip olmuş.
Neyle?
Avcılık sayesinde elde ettiği yeterli beslenmeyle.
İnsanlardaki çoğrafya keşif ruhunun yine avcılık sayesinde oluştuğuna inanıyorum. Av peşinde koşma sayesinde kendilerine yeni mekanlar keşfetmiş olmalılar.
Bu yüzden avcılığı insanlık tarihi için de şükranla yadediyorum.

Eyvallah...
Binlerce yıllık avlanma geçmişine sahip olan insanda avcılık güdüsünün temel bir özellik olarak genlerine yapışıp kalmaması mümkün değildi zaten. Bu yüzden bireysel ve toplumsal davranışlarının etkilenmesine; tinsel güçlere kurbanlar, adaklar sunmasına şaşmamız gerekir. Kendisi için öldürdüğü yetmiyormuş gibi -kendini kutsamak ve kurtarmak için- Tanrıları için öldürerek onlara yaranma yolunu seçmiş.
Gerçekten karmaşık bir konu bu avcılık ve kurban meselesi ama insanların avcılık sayesinde cinsiyetlerine göre uzmanlaşmasına neden olduğu bir gerçek. Haliyle bu özellikleri genetik olarak kodlanmış... Erkek ve kadınlarını temel özelliklerinden söz ediyorum. (Gerçekten kadınların neden taş atamadıklarını hiç düşündünüz mü?)
Evet, kadınların içerlek ( evcimen), erkeklerin dışarlak (eve-barka sığmaz) olmasının nedeni de avcılıktır.
Erkekler avlaklarda, savanlarda, açık arazide av peşinde koşar; avladıklarını sürükleye sürükleye mağara önüne kadar getirirler sonra bir kenara çekiliyorlardı -heralde-. Kadınlar erkeklerin getirdiği av hayvanlarını parçalama, pişirme işlerini yapıp, av postlarını giyime hazırlıyorlardı -herhalde-. Çünkü, hamilelikleri ve çocukların kendilerine bağımlılıkları yüzünden kadınların av peşinde koşacak halleri yoktu -herhalde-.
Boş boş oturacak değillerdi ya.
Steril bir ortam için mağarayı silip, süpürüp; çocuklarını koruyup kolluyorlar, erkeklerin avdan dönme zamanı da hoş görünmek için süslenip püsleniyorlardı -hehalde-...

Günümüzde marketten ya da pazardan eli dolu gelen erkeğin elindeki paketleri mutfağın ortasına bırakıp kendisini koltuğa atması, evin hanımının da getirilenleri , "ay ne çok şey almışsın..." diyerek minnetle dolap ve raflara yerleştirmeye koyulması boşuna değildir. (Bunları bir yerlerd yazmıştım sanırım. Her neyse...) bu bir teoridir ve her teori gibi itirazlara açıktır...

Ancak, taş, sopa sapan ile başlayıp, ok ve mızrakla gelişen ve günümüz ateşli silahlara kadar gelişen av aletleri karşısında zavallı hayvanların kaçmak için ihtiyaçları olan kas güçleri hep aynı kalmıştır.

İşin ironik yanı, insanlar karınlarını doyurmak için avlandıklarında ellerinde ilkel silahları varmış, avcılığı hobi haline getirdiğinde ise gelişmiş modern ateşli silahlar... İki canlı arasındaki ilkel karın doyurma kaygısı daha sonra modern hobi-zevk haline gelmiş...
Ölümcül bir hobi-zevk...

İyi de hal böyleyken, avcılar asıl amaçlarının doğada yaban dolaşan, özgürce uçan canlıların canını almak olduğu gerçeğini görmezden gelerek; yaptıkları işin salt sportif yanını ve doğaya olan sevgilerini öne çıkarmaya çalışırlar. İçlerindeki o önleyemedikleri öldürme tutkusuyla yüzleşmekten, nedenlerinin ortaya çıkmasından kaçınırlar; insancıl ve doğacıl görünmeye çalışırlar. Yanlış anlaşılmasın, bunu insanları kandırmak için yapmazlar. Belki vicdanları bir şekilde susturulması, bastırılması gerekiyor. Mesela pek çok avcı gözleri açık gitmesine neden oldukları hayvanın gözüne bakamaz. O hayvanın ölü gözüyle gözgöze geldiği zaman içinde beliriveren pişmanlığı derhal bastırır ve sanki o avı başkası vurmuş gibi, 'Ah yazık ya, şuna bakın!..' der.
Devam edeceğiz efendim...

hassoman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2009, 11:16   #216
Ağaç Dostu
 
cello's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-09-2006
Şehir: iSTANBUL
Mesajlar: 298
Galeri: 1
Hayatın her evresinde hem av, ham de avcı olduğumuz gerçeğini yadsımayalım. Şu gün içinde bulunduğumuz dünyada Domuz Gribi denen virüs insanları öldürebiliyor. Herkesi öldürüyor demiyorum dikkat edin. Eğer savunma mekanizmanız sağlamsa avcısınız virüsü yenersiniz, değilse malesef avsınız...

cello Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2009, 21:35   #217
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 12-09-2007
Şehir: izmir
Mesajlar: 1,323
Galeri: 3
Sayın hassoman,

Göze bakamama tesbitiniz yerinde ama ölü hayvanın gözü değil, henüz yaşayan avın bakışıdır insanı alt üst eden. Kara avı hiç yapmadım ama balık avında yakaladığım büyük balıklarda bunu yaşadım.

Hayvanın o bakışını hala hatırlarım ama avcılık öyle bir tutkuki, onun evreleri içinde o bakışın size etkisi, bir dahaki avınızda yakalanan hayvan ile göz göze gelmemenin çarelerini yaratmaktan öte olamamakta.

Yıllar sonra aynı durumu yaşasa bir avcı eminim ki o avı geri salar sularına.

Hoşçakalın.

hosseda Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2009, 22:00   #218
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,457
Galeri: 225
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
Evet, fotoğrafla avlanmak incelik değil şekiciliktir ve aynı zamanda da avlanmanını özüne aykırıdır.
"..........."
Kusura bakma sevgili hassoman ama, fotoğrafla avlanmanın saçmalığı _ ki İngiliz buluşudur_ özünde hiçbir kayda değer nitelik olmadığından, buna iyi bir örnek oluşturmamaktadır.
".............."
Sevgili hassoman, şayet fotoğraf makinası güzel bir kızın_ yukarıdaki resimde olduğu gibi_ karla örülü bir yamacın, piza kulesinin ya da Einştein' in saçlarının resmini çekmek için kullanılıyorsa buna diyeceğimiz yoktur.
"............."
İngilizler silahı fotoğraf makinasıyla değiştirerek herhalde duyarlılığın en üst düzeyine ulaştıklarına inanmaktadırlar.
"..........."
Dolayısıyla biz avclılar, fotoğrafla avlanmaya karşı çıkmaz zorundayız, çünkü bu bir gelişme değil, aksine bir sapmadır ve erdemlik taslanan hiçte hoş olmayan bir ahlak tarzıdır.

Evet sevgili hassoman, gerçek anlamda incelik eşit olmayan iki canlı arasında bir çatışma dediğimiz avcılığın gerçeğini bir bütün olarak korunmalı_ hatta avcıları koruma altına almalı_ onun öz yapısına dokunulmamalıdır.

İnsanın özen göstermesi gereken gerçek husus av hayvanını kendisine eşit kılmak için çaba göstermek değil_ bu budalaca bir ütopyadır_ aksine üstünlüğünün fazlasını gidermeye çalışmak olmalıdır.

Avcılık alt konumdaki bir türün üstün bir türe karşı özgür müçadelesidir.
"................."
Evet kabul ediyorum, fotoğrafla avlanmak avlanmanın özüne aykırıdır.
Çünkü avlanmanın özü öldürmektir, fotoğrafın ise tarihe tanıklık etmektir.

Gelelim İngilizlerin silahı fotoğraf makinasıyla değiştirmiş olmalarına.
İlk kez Sevgili Halil ÖNEN'den duyduğum bu olay doğrusu üzerimde ne olumlu ne de olumsuz bir etki yaptı.
Olabilir; ama ne hikmetse av denilince aklıma İngiliz soyluların av boruları ve köpekleriyle tilki avı şölenleri aklıma gelir.
Sadece bununla kalsa iyi. Sömürge dönemlerinde Afrika'da, Hindistan'da yerlileri hamal ve av köpeği yerine kullanarak (sahi onlar sahip diyorlardı değil mi kırmızı ceketli asılzade avcılara) yaban hayatının av aşkıyla kökünün kazınması aklıma geliyor. O koca fillerin dişleri söküldükten sonra ölülerinin bırakıp gidilmesi, bengal kaplanlarının çaresizce fillerin üzerindeki avcılara saldırırken yedikleri kurşunlarla devrilmesi ve postlarının Londra'da bir malikanenin şöminesi önüne serilmiş, beş çayı içen İngiliz leydileri geliyor... Bu asilzadeler Afrikanın sadece elmaslarını, altınlarını söküp götürmediler; yaban hayatın da kökünü kazıdılar... Olsa olsa ondan sonra fotoğraf makinası akıllarına gelmiş olabilir. Çünkü günümüzde Afrika'nın artık park haline gelmiş olan savanalarında, çayırlarında sadece fotoğraf çekimine izin vardır. Avlanmak yasaktır...

Halil Önen avcılığı, "eşit olmayan iki canlı arasında bir çatışma" diye ne güzel tanımlamış. İnceliğin burada olduğunun da altını özellikle çizmiş. Yani fotoğraf çekiminde olmayan incelik. Bununla da kalmamış Halil Önen -anlaşılan bana ya çok kızmış, ya da çok içerlemiş- .İnsanın, av hayvanını kendisine eşit kılmak için çaba göstermesinin budalaca bir ütopya olduğunu söylemiş. Haklıdır. Çünkü tüm idealler budalacadır aslında, idealistler de birer budaladır

Her ne kadar, yanlışlıkla "Avcılık alt konumdaki bir türün üstün bir türe karşı özgür mücadelesidir... " demişse de aslında asıl muradının bir Nietzsche kimliğiyle Darwin'in "üstün ve güçlü olanın ayakta kalacağını zayıf olanın ise yeryüzünden silineceği" gerçeğini acımasızca anımsatmak olduğu anlaşılıyor.
Maalesef haklı...
Baksanıza, insanlar kontrolsuz bir şekilde çoğalırken avcılar yüzünden pek çok hayvan türü yok olmak üzere...( yok olanları da var)

Avcı avcıdır, av avdır değil mi?
İç Anadolu'nun bozkırında köpeklerinin kaldırdığı bıldırcanlara ateş eden de avcıydı, Amerika'nın çayırlarında zevk için Kızılderililer'i öldürmek için ateş eden de avcıydı.
Beyaz adam avladıı Kızılderili'nin kafatasını yüzüp ilgililere teslim ettiğinde vaadedilen parayı alıyordu...( Evet, kafatası yüzme olayı böyle başlamıştır ve ilk yüzen de bilinenin aksine beyaz adamdır...)
Elbette eşit olmayan iki canlıydı o eli tüfenkli Avrupa göçmeni ile elinde sadece ok ve balta olan kutsal toprakların yerlisi...

Afrika'da köle ticareti yapanlar da köle avcılarıyla işbirliği yapıyorlardı. Bu avcılık yine eşit olmayanlar arasında geçiyordu.
Hadi bunlara avcılıkla ilgisi yok diye itiraz edilebilir.

Benim yaşımda olanlar anımsayacaktır. 1970'li yıllarda İtalya'da bir turizm şirketi Afrika'ya insan avı için tur düzenliyordu.
Gelelim daha yakın tarihlere...
Rusya'dan kalkan özel gemiler, Somali'deki Cibuti'den Kenya'daki Mombasa'ya seyahat ederek zengin müşterilerini günde 5 bin 790 dolar karşılığında insan avına çıkarıyor. Ek ücret karşılığında roketatarlar ve Kaleşnikof silahlar edinen zenginler zevk için insan avlaması için Somali Korsanlarının gemilerini işgale gelmeleri için pusuya yatıyorlar...

Zaten insan avı batılı adamın (silahla avlanma yerine fotoğraf makinasıyla avlanmayı icat ederek eski köye yeni adet getiren keferenin) insan avı hayalleri beyaz perdeye bile yansıtılmıştır. ( Bknz: Yapımcı Quentin Tarantino'nun, yönetmenliğini Eli Roth'un yaptığı Hostel II - Rodrigo Plá'nın Yasak Bölge vs...)
Sonuçta kabul edersiniz, etmezsiniz; bıldırcın da bir avdır, insan da... Onları avlıyanlar da avcı...

Name:  Avcı 1.jpg
Views: 12379
Size:  44.8 KB


Hadi daha insaflı örnekler bulalım...
Bakın Antalya Akseki yaban keçisi av turizmi ihalesi sadece 32 yaban keçisi için 460 bin TL artı KDV fiyat veren bir tur şirketinde kaldı. Bu avlak sahaya dünyanın çeşitli yerlerinden özel uçaklarla birçok avcı kafilesi geliyor. Dendiğine göre bir turist günde ortalama 600-700 euro bırakırken bu avcılar günde 3.000 euro bırakıyormuş. İyi para ha... Buralarda keçi avlamak öyle bizim yalınayak avcılara göre değil... Bu avcılar vurduğu keçinin boynuz uzunluğuna göre ayrı bir ücret daha ödüyor. Öldürdüğü yaban keçisiyle fotoğraf çektirip boynuzlarını malikanesinin duvarlarındaki diğer keçi boynuzlarının ararsında yer alması için yanına alarak geldiği özel uçağına atlayıp gidiyor.

Yani diyeceğim, Halil Önen kardeşimin yaptığı avcılık felsefesi ne sömürge avcılarının, ne zengin Avrupa ve Rus avcılarının umurunda değildir...
Çünkü üsütün olan onlardır.
Sevgili Halil Önen alınmasın ama onun gibi avcılar kekliği anca düz ovada avlarlar... Ve avladıkları kekliğin o minicik yüreğindeki hayat denen kıvılcımı söndürdükleri için felsefeye sarılarak avcılığı aklamaya çalışırlar.
Ha, benim böyle bir derdim yok.
Av hayatında benim fotoğraf makinam masumdur.
Denklanşörün sesi, ateşli bir silahın çıkardığı sesin yanında hiç kalır, ama avı ibret-i alem için kalıcıdır...

hassoman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2009, 23:51   #219
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi hassoman Mesajı Göster
Her ne kadar, yanlışlıkla "Avcılık alt konumdaki bir türün üstün bir türe karşı özgür mücadelesidir... " demişse de aslında asıl muradının bir Nietzsche kimliğiyle Darwin'in "üstün ve güçlü olanın ayakta kalacağını zayıf olanın ise yeryüzünden silineceği" gerçeğini acımasızca anımsatmak olduğu anlaşılıyor.
Maalesef haklı...
Baksanıza, insanlar kontrolsuz bir şekilde çoğalırken avcılar yüzünden pek çok hayvan türü yok olmak üzere...( yok olanları da var)

Avcı avcıdır, av avdır değil mi?
İç Anadolu'nun bozkırında köpeklerinin kaldırdığı bıldırcanlara ateş eden de avcıydı, Amerika'nın çayırlarında zevk için Kızılderililer'i öldürmek için ateş eden de avcıydı.
Beyaz adam avladıı Kızılderili'nin kafatasını yüzüp ilgililere teslim ettiğinde vaadedilen parayı alıyordu...( Evet, kafatası yüzme olayı böyle başlamıştır ve ilk yüzen de bilinenin aksine beyaz adamdır...)
Elbette eşit olmayan iki canlıydı o eli tüfenkli Avrupa göçmeni ile elinde sadece ok ve balta olan kutsal toprakların yerlisi...

Afrika'da köle ticareti yapanlar da köle avcılarıyla işbirliği yapıyorlardı. Bu avcılık yine eşit olmayanlar arasında geçiyordu.
Hadi bunlara avcılıkla ilgisi yok diye itiraz edilebilir.

Benim yaşımda olanlar anımsayacaktır. 1970'li yıllarda İtalya'da bir turizm şirketi Afrika'ya insan avı için tur düzenliyordu.
Gelelim daha yakın tarihlere...
Rusya'dan kalkan özel gemiler, Somali'deki Cibuti'den Kenya'daki Mombasa'ya seyahat ederek zengin müşterilerini günde 5 bin 790 dolar karşılığında insan avına çıkarıyor. Ek ücret karşılığında roketatarlar ve Kaleşnikof silahlar edinen zenginler zevk için insan avlaması için Somali Korsanlarının gemilerini işgale gelmeleri için pusuya yatıyorlar...

............
Yani diyeceğim, Halil Önen kardeşimin yaptığı avcılık felsefesi ne sömürge avcılarının, ne zengin Avrupa ve Rus avcılarının umurunda değildir...
Çünkü üsütün olan onlardır....
Sevgili Hassoman, neden siz ve avcı dostlarımız avcılığı anlamakta zorlanıyor anlayamıyorum.

Ben ve gerçek avcı dostlarım avcılığı, bir hayvanının kendinden daha aşağıdaki bir türe ait diğer bir yaratığı ölü ya da diri olarak elde amacıyla yürüttüğü bir eylem olarak görüyoruz.

Avcılık, birinin etken diğerinin edilgen, birinin avlayan diğerinin ise avlanan olduğu iki hayvan arasında bir olduğu bir olgu değil midir?

Ama siz yukarıdaki yazınızda bir çatışmadan hatta ötesinde bir dövüşten bahsediyorsunuz.

Burada avlanan aynı zamanda avcı ise_ ne fark eder ister insan olsun ister gladyatörün Arenada karşılaştığı aslan oluşu_ olay avcılık değil bir çatışmadır.

Öyle değil midir? her iki tarafın aynı amaç ve benzer davranışla hareket etmesi; bu döğüş değil midir?

Dövüş karşılıklı bir eylem değil midir?
Köşeye sıkışan hayvan elbette saldırabilir, hani can havliyle; ama bu bir rastlantıdır, istinadır avcılığın içinde küçük bir desendir.

Bırakın insanı _ ne yapayım üzgürlükleri için dövüşmüyorlarsa örnek alsınlar büyük önderimizi ya da che'yi _avlanan hayvan normal olarak avcıyla dövüşürse ve aralarındaki ilişkiyi bu dövüş şekillendiriyorsa o zaman ortada farklı bir olay vardır, av ve avlanma olayı yoktur. Bu avlanma değildir.
Dövüşmek karşılıklı hiddet içermez mi?

Zira avcılıkta her zaman bir hayvan avlanmaya çalışırken diğeri avlanmamaya çalışır.

Sevgili hassoman, dövüşmek ya da çatışmak karşılıklıdır. Oysa avcılık karşılıklı değildir.

Evet bu söz hoşunuza gideçektir belki; bunu böyle olmasının sebebi, iki hayvan arasında yaşamsal düzeyde her hangi bir düzeyde eşitliği yok sayan bir ilişkinin varlığıdır.

Hatta daha ileri gidelim bir alt türün üst türdeki bir hayvanı avlama ihtimalinin hiç olmamasıdır.

Ben sizi yolda gördüğümde avlamayı düşünüyor muyum? bırakın aslan bile aslan ile karşılaştığında onu avlamayı düşünüyor mu?

Ama sizi yolda gördüğümde _yukarıdaki yazdığınız bir çok iletiden dolayı_ çatışmayı, dövüşmeyi düşünürüm ama sizi bir tavşan ya da düz ovadaki bir keklik gibi görmem.

Sonra ya siz beni döverseniz.

Hani ne oldu avcı ile avı arasıdaki temelde var olan eşitsizlik kavramına?

Hadi rast gele

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 06-11-2009, 00:05   #220
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,457
Galeri: 225
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
Sevgili Hassoman, neden siz ve avcı dostlarımız avcılığı anlamakta zorlanıyor anlayamıyorum.

Ben ve gerçek avcı dostlarım avcılığı, bir hayvanının kendinden daha aşağıdaki bir türe ait diğer bir yaratığı ölü ya da diri olarak elde amacıyla yürüttüğü bir eylem olarak görüyoruz.

Avcılık, birinin etken diğerinin edilgen, birinin avlayan diğerinin ise avlanan olduğu iki hayvan arasında bir olduğu bir olgu değil midir?

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi hassoman Mesajı Göster
Size, gerçek avcılardan bir iki örnek sunmak istedim. Sevgili Halil Önen, kusura bakmasın bu avcıların üzerine avcı tanımıyorum ve bunlara sanırım kimsenin söyleyecek sözü yoktur...
Fotoğraflar BBC Wildlife Dergisi'nden... İşte doğanın gerçek avcıları :

Evet, sanırım ben de aynı şekilde düşündüğümü sizden çok daha önce belirtmişim. Yani anlamakta zorluk çekmem söz konusu olmamış.. .

Her neyse, ama sizin döğüş dediğiniz şeyin adı ne yazık literatürde av olarak geçiyor. Tarih, av ve avcı ilişkisinde ille de bir tarafın insan diğer tarafın hayvan; ya da, her iki tarafın hayvan olmasını av tanımı için yeterli bulmuyor anlaşılan...

hassoman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-11-2009, 10:04   #221
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avı sanata dönüştüren mükemmel ikili.

İnsanın, insan olmadan önceki avlanma ve tüm diğer içgüdülerini evrim süreci içinde yitirmeye başlamış bu gün belli belirsiz izleri kalmıştır.

Yok olan içgüdülerin bıraktığı boşluğa doldurmaya çalışan akıl, kuşkuyla gizlenen hayvanı ortaya çıkaramamaktadır.

Ançak bir gün, dahice bir düşünüşle, her an tetikte olan avını bulabilmek için başka bir hayvanın dedektiflik içgüdülerinden yararlanmayı düşünür, bu hayvanın yardımına başvurur.

'O' aslında kendisi için avlanmaktadır. Her zaman kendi dürtüleri içinde çoşkulu bir avcıydı.

İnsanını yaptığı yalnızca 'o' nun içgüdüsel avlanma biçimini yönlendirmek, işbirliği haline getirmekti.

Kendi avcılığını 'o' nun avcılığıyla bütünleştiren insan avlanma olayını en mükemmel hale getirecekti. Zira 'o', insanın en eski ehli hayvandıydı.

Ancak onu insanoğlu mu ehlileştirmiştir pek bilinmez. Kesin de değildir. Kesin olan; insanoğlunun yerleşim alanlarına yaklaşması, onu çeken yemek artıklarıyla beslenmesiydi.
Ama ondan öte bir başka şey daha vardı ki, o da ateşin ''sıcaklığı''.

İnsan herşeyden önçe elinde ateş olan, ateşe hükmeden tek hayvandı. Ateş insanoğlunun ilk fiziksel buluşuydu ve bu diğer buluşların temelini oluşturmaktaydı.

O zamanlar doğada alev güçüne, alavi hükmetme gücüne sahip olmak onu hayvan olarak yüçeltmişti. Günümüz insanının avcı dostunun; alevin yanındaki, onu sarhoş eden keyif veren bu '' sıcaklık '' olsa gerek.

Zaten ehlileşmenin gizemi, tam olarak çözülmüş değildir. İnsan geçmiş çağlarda bazı hayvanları ehlileştirmiştir. Kısa bir dönem içermektedir bu..Ancak daha sonra bu güne kadar ehlileştirdiği arasına bir yenisini katamamıştır. Aksine ehlileştirdiklerini bazıları _'o' hariç _ yine yabani olmuştur. Mısır firavun figürlerinde ehli sırtlanın ve leoparın resimlerinin olması bundandır. İnsanın ehlileştirme marifeti bir dönemle sınırlı kalmış, son yıllarda bu yeteneği kaybolmuştur.

'O' ise tarihin eski dönemlerinden günümüz modern insanın hep en sadık dostu olarak kalmıştır.

İnsan öğretim yoluyla 'o' na bir takım davranışlar aşılamıştır ki; 'o' nu ehlileştirmek, onu hayvan niteliğinden uzaklaştırarak kısmen insanlaştırmak olsada...ehli hayvan katışıksız hayvanla insan arasında bir ara gerçektır.

'O' artık, İnsan ile 'o' kendilerine özgü avlanma biçimlerini bütünleştirerek, müzikte çok sesliliğin keşfi gibi ava senfonik bir görkem katmışlardır, böylece avlanmanını doruk noktasına ulaşmışlardır.

'O'nunla avlanmak avlanma sanatını en mükemmelini oluşturmuştur.




(bu güne kadar yitirdiğim en sadık dostlarımın anısına..)


Düzenleyen Halil Önen : 12-11-2009 saat 09:06
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-11-2009, 20:18   #222
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avcıyı anlamak.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
Sevgili Hassoman, neden siz ve avcı dostlarımız avcılığı anlamakta zorlanıyor anlayamıyorum.
İnsanlık tarihi kadar eski avlanma tarihine birazcık dalınca, başıma işler mi açtım ne...?

İnsanın avcı olmayanını anlarım da, avcının karşısındaki aynı zamanda avcıysa bunun altından nasıl kalkılır bilemedim.
Bazı avcı dostlarım alınmışlardır.
Avlanmayı anlatırken, '' kendilerini hayvanlar dünyasına katmış '' olmamdan ve avlanmanını getirdiği zevki, hayvan olayı açısından değil, insan açısından bakmam gerektiği'' şeklinde eleştiriler olmuş.

Değerli dostlarım, avlanma olayını anlatırken, kendimizi hayvanlar dünyasına katmadan avlanma olgusunu açıklayamayız ve anlayamayız.

Zira avcılığın yarattığı bütün yücelik ve mutluluk duygusu bu haliyle avlanma olayında saklı durmaktadır.

Günümüz modern insanı hayvanlardan, bitkilerden, dağlardan, taşlardan özellikle yaban yaşamından ister istemez uzaklaşmak eğilimindedir. Onun yaşamının tamamını sarıp sarmalamaya başlayan, omuzlarına ağır yükümlülükler getiren zorunlu uğraşları buna sebeb olmaktadır.

Kontrol edemediği dünyanın yapmakta zorunda olduğu uğraşlarla örülü yaşamından sızma çabasıyla, mutluluk duyacağı istekli uğraşlarını kovalama çabası bundandır.
İnsanın avcı olmayanı evlerinin balkonlarında, önlerindeki küçük toprak parçasında, hobi bahçelerinde, doğanın küçüçük bir yerine sığındığı yerde mutluluk aramasının altında bu yatıyor olsa gerek.

Bu aslında onun öz'e yapay bir dönüş çabasıdır.Doğa'ya dönüşü sağlayan tek uğraş olarak bunu görmektedir.

İnsanın avcı olanı ise, farklı bir yol seçmiştir. Kendini insan olma özelliğinden saptırmayı ve uzaklaştırmayı ancak avcılık yoluyla başarabilmektedir. Bu söz bize ağır gelebilir, ama başka türlü anlatmak mümkün olmamaktadır.
Her ikisininde yaptığı yani doğaya tekrar dönüşü; onun en temel ve köklü değişikliğidir.
Yaşarken henüz yapılmamış bir şeyi yapmak durumunda olmak. Yaşam 'burada ve şimdi olmak', şimdi yapmamız gerekeni yapmak; yaşam bir görev ve ucu sonuna kadar açık problemler yumağı... fırtınalı denizlerin göbeğinde ağır hasarlı gemi gibi bir o yana bir bu yana yalpalayıp durmakta...

Ona geçmişteki bir yaşam, daha iyi görünmektedir. Yaşadığı dönemin büyük karmaşalığına gömülmüştür. Bu nedenle geçmişe doğal olarak nostalji duymaktadır. Her zaman boğazına kadar suda yaşamıştır. Onun geçmişe özlem duymadığı hiç bir dönem olmamıştır.

Yaşam onun için bir oyun olabilirdi. Tabii bir mucize olup da eski yaşamına dönebilseydi. Ancak onu da kendisi için yetersiz olduğunu görecektir. O mutluğu kendi döneminin yaşam biçiminde bulamazsa öz'de mutluluğa hiç erişememeye mahkumdur.

İnsanın avcı olanı bugünün getirdiği zorluklardan, teneke uygarlığından, çağımızın adamı olmaktan usandığından, zorunlu uğraşların kıskacından bıktığından; kapıyor tüfeğini, yanına köpeğini alıyor vuruyor kendini yaban hayatının kollarına atıyor, başka bir şeye gerek kalmadan, böylece mutlu üç beş saat ya da bir kaç gün için '' Paleolitik '' olmanın keyfini sürüyor.

Sürekli olan tek şey doğadır; Doğal insan; değişken tarihsel insanın içinde her zaman gizlice yaşamaktadır. Ona bir az seslenirseniz 'o' çıkar gelir; bir az uykuludur, biraz uyuşuktur, biraz baskılanmıştır, içgüdüsel avcılık yeteneğini yitirmiştir ama hala her şeye rağmen canlıdır. İsterseniz bir çağırmaya görün; aklında hiç avlanma yok iken yaşına başına bakmaz; bak neler yapar.

Onun içindeki insan; 'Doğal' insan, avcı olan ilk tarih öncesi insandır. O dönemde avlanmak yaşamak demekti. Sonraları avlanan sayısız insan oldu; ancak bunların arasında hiç biri _yani yalnızca_ avcı değildi.

Sonradan gerçek kişiliğinden bir süre için sıyrılıp kendini yapay bir biçimde '' avcı '' olmaya adayanlar hala olmaktadır. Yapay olan ava çıkmadan öncesine aittir ve avlanma olayının dışında kalır.

İnsan avlanarak aslında bütün tarihsel evrimi ortadan kaldırmakta, kendini içinde buluduğu zaman diliminden ayırarak ilkel yapısına dönmektedir. Onun özünde yaptığı Paleolitik insanın yaptığının aynısıdır. Onun en büyük lüksü, ilk insandan miras olarak devraldığı avlanma olgusunu yaşatmasından başka bir şey değildir.
Doğanın içinde gerçek anlamda var olmak budur. Öyle kolay değildir onunla kuçaklaşmak.

Avlanmak yaban hayvanı ile girişilen ilişkinin adı ise; insan ancak doğadayken gerçek anlamda yaban yaşama dalmakta; Doğa'nın ta kendisine açılmaktadır.

Ve yalnızca içinde avlanılan bölge gerçek yabandır.

İnsan orada, insan olma durumundan uzaktır.

Rast gele


Düzenleyen Halil Önen : 20-11-2009 saat 23:33
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-11-2009, 11:44   #223
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avcılık, aklın rolü ve hayal gücü

Avcılığı hep dışardan bakmışızdır, onların anatomisini tanımakta ve avcılık gerçeği hakkında bu yolu izlemişizdir. Her kanlı sahnenin ününe koymuşuz iç yaşamını düşünmeden.

Sabahın ayazında, karda kışta, yağmurda çamurda, bıçak gibi kesen rüzgarda, sıcacık yataktan kalkıp neden bir kuşun peşinden gidilir; 'git şuradan iki kg. tavuk eti al ye', karşısında yüz kişiye sorduk doksan kişi en popüler cevabı verdi şeklindedir; ''sorma dostum hastalık bizimkisidir'' cevabıdır.

Hastalık yani 'aklın' sağlıklı olmama durumu... Aklın yetersiz oluşu... Ya da akılcı olamama durumu... Yok yok avcılıkta aklın rolü; böyle olmalı...Yoksa avcılıkta ''aklın rolü'' olmadığını kim söylüyebilir.

Ancak bir sorun olmalı, avcılıkta aklın rolü nasıl ve ne orandadır? Eşi yıllardır hep söylenmiştir; 'adam, sende hiç akıl yok mu, aklından zorun mu var bu karda kışta ava mı gidilir' diye. 'O' her seferinde şu kadına akıl sır erdirememiştir, yoksa ''bu kadın avcının en büyük düşmanı mı'' diye hep iç geçirmiştir.

İnsan, insanı akılcı bir yaratık olarak görürken, bu genelde anlaşılmamıştır hep. Teoride değil uygulamada önemli hatalara yol açmamış mı? İnsanın insan olmadan önce düşünce gücüne bütünüyle sahip olduğunu kabul etmek budalaca yapılan bir hata olmalıdır.

İnsan düşünme yetisini tarih boyunca büyük zorluklara engellere rağmen çok zorlu çabalarla geliştirmiştir. Bu hala devam etmektedir. Evrim sürecinin başından bu yana insanoğlu, yeterince akıllı olmaktan uzaktır. Bu geçiş dönemi olmalı akılcı olabilme yönünde; ama hala insanın akılcı olduğunu söylemek çok zor. Bir damacana su kadarsa günümüz insanında, bir barak su olmalıdır ilk insanda...

Avlanmak insanoğlunu ilk zorunlu uğraşıydı, ilk zanaatiydi ve yaşamını sürdürmek için yaşamını tamamen avcılığa adamak zorundaydı. Avlanmak kaçınılmazdı ve hemen hemen tek yapılan uğraştı. Bu kabullendiği ilk yaşam biçimiydi, var oluşu avcılıktan ibaretti.

İşte bu ait olduğumuz evrimli tür bu sırada ortadan kalksaydı ' insan' sözcüğünün bir anlamı olmayacaktı. Ve o yaratığa 'insan' değil 'avcı' diyecektik o zaman.

Ancak o yok olmadı varlığının merkezine avcılığı koydu. Daha sonra uğraşının yerine başka uğraşları aldı, hepsini gerçekleştirme olanağı sağladı. İnsan sözcüğünün taşıdığı gerçek özellik buydu.

Ama ilkel insan avcılığı kendisi mi bulmuştu? Bu günün modern insanı avcılığı ondan miras mı almıştı, acaba. Yoksa onun özelliklerinin kaynağı olan primatlardan (insansılar) almış olamaz mı? Bir zamanlar onun da hayvan olduğunu nasıl unuturuz. Tabii insan aynı zamanda vejeteryendi de, köpeğinkine benzeyen, etoburlara özgü dişleri bunun kanıtı değil mi? Koyunla kurt arasında bocalamak; diğer memelilerin birbirinden farklı bu iki zıt özelliğini insan bir araya getirmiş olmalı.

Ancak doğa boş durmamış, antropid hayvanla, az buçuk insan özelliği taşıyan Paleolitik adam arasında bir sıçrama yapmış. Neden?... Hiç sıçrama yapmaz denen doğa pek çok sıçrama yapmış. Ama o ilk insan yine de hayvana çok yakın olmalı. Farklı yönü iç güdülerini kaybetmiş , körleşmiş olmasıdır.
Öte yandan iyi bir hafızaya ve buna ters orantılı bir yeteneğe sahiptir.

Hayal gücü...

Yani hayvana inat, daha çok izlenim ve deneyim toplayıp bunları bir araya getirmek. Hayvana verilmemiş bir ''iç yaşama'' a kavuşmak.
İç güdülerinin işlemediğini gören zavallı yaratık ne yapacağını şaşırmış durumda, hayal güçüne sarılır ve çıkış yolu görür. Davranışının hayalperes yansımaları kısa ve budalacadır. Fakat çok denemeler yapar, bazıları işe yarayınca bu önemli kazanımları aklına adeta çiviler.
İnsanın aklını kullanması bu yolla böyle olmalıdır. Hayvandan arta kalan, eksik kalan iç güdü böylece desteklenmiş oluyordu.

Ancak eksik kalan iç güdülerinin henüz etkinliğini sürdürmesi onu hala hayvan türünden ayırmıyordu. Sahip olduğu düşünme yeteneği yaşamında bir değişim için yeterli değildi. Ancak düşünme güçü yeteneğinin desteği olmasaydı insan altı bir düzeye inerdi. Aldığı bu destekle hayvan düzeyinin üstüne çıkmayı becerebiliyordu.

Evet raslantılar sonucu iyi bir avcı olan paleolitik insan_ raslantıya bağlı konularda mükemmellik (kusursuzluk) aranmamalıdır, çünkü bu boyutta belirlenmiş hiçbir ölçü, orantı ya da sınır yoktur_ henüz hayvan çarkı içindedir.
Bu koşullarda avlandı, sahip olduğu içgüdüleri avlanmasını sağladı ve bu süreç içinde düşünme yeteneğini vargüçü ile kullandı. 'Akıllı kovalamaca' dediğimiz avlanma biçimlerini deneyerek düşüncesini geliştirdi. Av için tuzaklar içat etti. Ağlar, kapanlar kurdu. İlk aldatmacalı uygulamalarını av hayvanlarını yakalamada kullandı. O gerçekten başından beri hilebazdı.

Daha sonraki gelişmeleri biliyorsunuz. Ok, mızrak yerine daha etkili silahlar içat etti.
Ancak bir taraftan da kendini hayvan düzeyinin üstüne çıkarırken yitirdiği iç güdülerini kaybetti. Onda bölük_börçük kaldı. Ve doğa ile dostluğundan, yakınlığından uzaklaştı. Avcı dan çobanlığa oradan yarı yerleşik yaşama geçti. Çobanlıktan çiftciliğe giden yolda toprak eksenli yerleşik topluma ulaştı.
Artık avı karşışında bacaklarını eskisi gibi kullanamıyor, çiğerleri yetersiz kalıyordu. Koku alması, yön bulması oldukca zayıflamış, tecrübeli iz sürücülüğünü yitirmişti. Artık avına karşı avantajlı değildi.

Buna karşın silahlarını geliştirmişti. Bu defa da yaban olmaktan, dağ adamı olmaktan çıkmıştı. Artık eskisi gibi dağlarda, ormanlarda yaşamamaktadır. Paleolitik insanın formunu kaybetmiş, bir kaç saatliğine bir iki günlüğüne doğa kaçkını olmuştur.
Bu arada silahtaki gelişme ile kaybettiği formunu avı karşısında dengelemiştir.

Düşünme yeteneğinin kısa sürede gelişmesiyle kendini hayvan düzeyinin üstünde bulan insan, bu üstünlüğü kesin bir hakimiyete dönüşünce, avcılıkta olan akılın rolü ters yönde etkin olmaya başlamış avcılık dışı uğraşlara girmiştir.
Artık o bilimsel yollarla hayvan türlerini geliştirmekte, köpek cinslerini terbiye etmekte, av üretim sahaları kurmakta, avlanma kanunları çıkarmak yasaklar koymakta, daha etkin hassas silahlar icad etmektedir.

Tek amacı kendisi ile avı arasındaki eşitsizliğin aşırı boyutlarını ortadan kaldırmaktır. Hatta tarihin başından beri yaptığı bu uğraşta, hayvanın lehine gelişmeler ortaya koymaktadır.

Ancak üzülerek değil, sevinerek söylüyorum ki, avlanma an'ı gelip çattığında akıl aynen ilkel çağlarda olduğu gibi fazla bir rol oynamaz. O dönemlerde akıl ancak iç güdülere destek olur nitelikte idi, bu gün avcılıkta akılın rolü daha fazla değildir. Yani ana hatlarıyla Paleolitik dönemin avcılığı ile aynıdır.

Onun zamanda yolculuğu paleolitik olmak gerçeğinde, gezegenlere, galaksilere, onların sicimlerine, solucan deliklerine giden aklın gücü yolunda şimdilik hayal gücü olsa gerek. Aklın rolü ile hayal gücünü bir araya getirdikce yeni keşifleri için evrenin boşluğuna dalması kaçınılmaz kılınmıştır.

Rastgele


Düzenleyen Halil Önen : 21-11-2009 saat 08:51
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-11-2009, 08:50   #224
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 04-02-2008
Şehir: istanbul-Gelibolu
Mesajlar: 1,829
Avcı olmadığımdan anlıyamadım.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
Avcılığı hep dışardan bakmışızdır, onların
Onun zamanda yolculuğu paleolitik olmak gerçeğinde, gezegenlere, galaksilere, onların sicimlerine, solucan deliklerine giden aklın gücü yolunda şimdilik hayal güçü olsa gerek. Aklın rolü ile hayal güçünü bir araya getirdikce yeni keşifleri için evrenin boşluğuna dalması kaçınılmaz kılınmıştır.

Rastgele
Bu satırlarında neyi açıklamış oluyorsun

epsody Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-11-2009, 10:58   #225
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi epsody Mesajı Göster
Bu satırlarında neyi açıklamış oluyorsun
Sevgili epsody,
yukarıdaki kısa alıntı fantaziydi biraz; aslında iletinin tamamı aynı gün Sn.rabenek' in ( zaman ve evrim konulu) 1331, beraberinde sonra silinen 1332 nolu (ahmak içerikli) iletilerine verilen tepkiydi. Benimkisi duygusal tepki biraz da işgüzarlık işte; bu da benim zayıf tarafım olsa gerek.
Şimdi silindiler ve Felsefi Sohbetler Kahvesi olması gereken yerde. Ayrıca konunun buraya taşınmasını da istemem, yeri orasıydı belki, avcılık üzerine yazılanlara daha uygundur diye düşündüm. Beni mazur görün, ne yapayım doğanın çekim gücü illede kütle çekimiyle sınırlı olmasa gerek...

(sizi solucanın gizemi buraya çekmiş olmasın) şaka şaka.

Saygılar efendim

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-11-2009, 18:57   #226
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 04-02-2008
Şehir: istanbul-Gelibolu
Mesajlar: 1,829
Sayın Halil Önen bahçeyle toprakla işlerinizi bitirdinizde kendinize konular içinde konuşacak arkadaşlıklar temin etmede zorluk çekiyorsunuz her halde, bizim çevemizdeki büyüklerimiz derlerdiki boş oturup laflığıcağınıza adam olunda bedava çalışın siz işte görsünlerde adamlığınız zarar görmesin şeklinde tembihler verirlerdi, bende derim ki bahçelerimizde sonbahar temizliğini yaparak değerlendirmiş olursunuz kıssadan hisse .

epsody Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-11-2009, 20:38   #227
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avcılık ve taklit

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi gece Mesajı Göster
...Evet, bunun için bazı ezberlerin kırılması gerekiyor ve evet şu an bu noktanın çok uzağındayız ama 'avcıların ne kadar taklit insanlar olduğu', ...[bunlar gibi konular tartışılsın isterim doğrusu.
(sağol sevgili gece)

Avcılık aynı zamanda av hayvanını taklit etmektir.

Avlanmayı İnsanının gerçekleştirdiği bir zoolojik olay değil de bir insan olayı açısından görürsek avcılığı anlamamız zorlaşır.

İlkel insandan ya da onun insansılarından devraldığımız, avcılık denen gaddar dürtüyü yaşatmamız gerekiyor çünkü bize tek başına en büyük lüksü sağlayan odur.
Gerçekte doğa ile kucaklaşma genel anlamda sanıldığı kadar kolay değil, onun içine gerçek anlamda dalmak, insan olma durumundan uzak, bir tatilin keyfini sürdürebilmek...
Doğa'ya yeniden girmeye çalışan insanoğlu, ançak yapısındaki hayvan niteliği taşıyan o tarafını geçici olarak tamir etmesiyle mümkündür. Bu da ançak kendisini bir hayvanla ilişki içine koymasıyla gerçekleşir. Zira yaban hayvanı dışında saf, katıksız anlamda hayvan yoktur. İşte onunla aynı yabanda girişilen ilişkinin adı avlanmaktır.

Evet yaban hayatta tam anlamıyla var olanlar yaban hayvanlarıdır. Onlar için kırsal sadece üzerinde gezindikleri alanlar değildir. Onları içgüdüleri, yaşam biçimleri, hayatta kalma her an tetikte olmasını oluşturur ki, insandaki gibi bölük börçük kalmış yitirilmiş değildir.

İşte burada yabanda avını izleyen avcı, izlediğinin görüşünü kendi görüşüne katmazsa avını izleyemez. Avı ile avcı arasında oluşan bu büyülü beraberlikten ansızın bir akım oluşur ve avcı avı gibi davranmaya başlar.

Sanki içgüdüleri harekete geçer görünmemek için siner, saklanır, giydikleriyle doğanını renginin uyumunu yakalar, ormanda çıt çıkarmadan yol alır, bir ağacın arkasında bir çukurun içinde onun rengindedir, o saklanan bir yaratıktır; çevresini hayvanın ayrıntıya olan o garip ilgisiyle, onun görüş açısından algılar.

İşte gerçek kırsalda olmak buna denir.

Avcılığı ancak avlanırken önümüzde kat kat açılan bu olaylar dizisi yoluyla gördüğümüz zaman onun kendine özgü zenginliğini özümseyebiliriz. Küçük bir zoolojik trajedi olan bu olguya, rüzgarın, ışığın, ısının, cukurların ve tümseklerin, taşların, kayaların, bir kurumuş dal parçasının, otların, kardelenlerin, tüm bitkilerin, hepsinin katkısı vardır.

Bütün bunlar turistler, doğa gezginleri ya da botanikciler için onların gözünde farklı bir konumdadır. Onlar için yalnızca var olmalarına karşın avcı için her birinin bir işlevi vardır. Ve bu işlevler tarımda olduğu gibi hasatta tek yanlı, ayrıcalıklı ve soyut bir yarar sağlamak değildir.
Her biri avın dramına tüm varlığıyla kendi özünde katılır.

İnsan avlanırken havanın tenini okşayıp geçmesi ya da çiğerlerine dolmasından bambaşka bir haz duyar. Onun için kayalar değişik ve daha zengin bir anlatım, bitkiler değişik anlamlar taşır.

Avcı avını oluştururken, avladığı hayvanın kendi türüyle ilgili özelliklerini taklit etmekle kalmaz, bir takım avcılık tekniklerini uygular. En ilkel avlanma şeki olan avına yaklaşma alabildiğince sokulma eylemi uygular.
Bu da hayvana benzemekle, kendini ona benzer bir biçime sokmakla mümkündür.

Üstünde geyik postu ve kafasında boynuzla, mağara resimlerinde görülen ilkel avcı, bizim algıladığımızdan daha ciddi bir anlam taşımaktadır. Ondaki mantığın işleyişi, bizim soyutlamalarımıza öncel ve onlardan farklı olarak, birbirine benzeyen şeylerin aynı olduğu inancına itiyordu onu. İlkel insan için bir şeyin imgesi o şeyin kendisiydi ve bir hayvanın şekline giren insan o hayvanın ta kendisi olmaktaydı.
Evet bizon postuna sarılıp boynuzlarını kafasına takan ilkel adam kendini bizon olmuş sanmaktaydı.

Avın taklit edilmesi avlanmanın öylesine yerleşik ilklerindendir ki, avcı taklit ettiğinin farkına bile varmaz.

Aynen kişinin içinde bilince ermiş olduğu ortamı fark etmediği gibi.

Rastgele


Düzenleyen Halil Önen : 24-11-2009 saat 21:32
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-11-2009, 08:28   #228
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 02-05-2008
Şehir: Afyonkarahisar
Mesajlar: 132
"Sayın Halil Önen bahçeyle toprakla işlerinizi bitirdinizde kendinize konular içinde konuşacak arkadaşlıklar temin etmede zorluk çekiyorsunuz her halde, bizim çevemizdeki büyüklerimiz derlerdiki boş oturup laflığıcağınıza adam olunda bedava çalışın siz işte görsünlerde adamlığınız zarar görmesin şeklinde tembihler verirlerdi, bende derim ki bahçelerimizde sonbahar temizliğini yaparak değerlendirmiş olursunuz kıssadan hisse ."

Evet Halil Önen bunu hep yapıyor. Avcılık konusunu lüzumsuz felsefi konular içinde boğup daha sonra yapılan eleştirileri görmezden geliyor.

omereser Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-11-2009, 17:13   #229
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi omereser Mesajı Göster
"Sayın Halil Önen bahçeyle toprakla işlerinizi bitirdinizde kendinize konular içinde konuşacak arkadaşlıklar temin etmede zorluk çekiyorsunuz her halde, bizim çevemizdeki büyüklerimiz derlerdiki boş oturup laflığıcağınıza adam olunda bedava çalışın siz işte görsünlerde adamlığınız zarar görmesin şeklinde tembihler verirlerdi, bende derim ki bahçelerimizde sonbahar temizliğini yaparak değerlendirmiş olursunuz kıssadan hisse ."

Evet Halil Önen bunu hep yapıyor. Avcılık konusunu lüzumsuz felsefi konular içinde boğup daha sonra yapılan eleştirileri görmezden geliyor.
Şunu hiç unutmadım; avlanmak kadar sorunlu bir eylem olan derin düşünmek de eli boş dönmenin _aynen avdan eli boş avcı gibi_ riskini her zaman taşır.

Rastgele

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-11-2009, 20:04   #230
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Neden rastgele denir.

Avcıya neden rastgele denir?

Günümüzde yaşı ilerlemiş kimselerin ya da avcıların av hayvanlarının giderek büyük ölçüde azaldığı, eskiden bol olduğu hep ileri sürülmüştür.

Avın az olmasının nedenleri, silahlardaki ileri gelişmeler, bu silahları kullanan avcı sayısının aşırı artışı, ülkemizde ve dünyada tarım alanlarının genişlemesi ve bu tespitleri içeren yüzlerce neden gösterilmiştir.

Av hayvanı gerçekten eskiye gidildiğinde çok muydu? Yoksa av her zaman az mıydı?
Şimdi burada iki olguyu ayırmamız gerekecek.

Sadece av hayvanlarının değil diğerlerlerinin de azalma olgusu kendi içinde doğrudur ve gerçek bizi bu olguya böylece kabullenmeye zorladığında içimizdeki soyut düşünceler dizisi de harekete geçmektedir.

Eğer küçüklüğümde ( 40 yıl önçe ) bu günden daha çok av hayvanı olduğunu kabul edersem, zaman süreci içinde gerilere giderek; dedemin döneminde daha büyük bolluğa, nihayet avın olağanüstü bol olduğu ortaçağa, eski çağa, ve oradan Paleolitik döneme ulaşmam gerekir.

Şimdi burada, insan aklının kendince doğru olan bir izlenimin ya da görüşün itici gücüyle belli belirsiz ve robot gibi aynı yönde çalışmayı sürdürmesidir bu; ve bizi yanılgıya sürüklemektedir.

Şunu ayırmak gerekiyor; burada anlatılmaya çalışılan avın her zaman az oluşu' nu son dönemlerde av hayvanlarında açıkca görülen azalmayla karşılaştırmamak gerekir. Evet günümüzde sorun avın aşırı boyutta ve hızla ilerleyen bir azalmadır. Her gün biraz daha azalan hayvan sayısıdır. Bu çok acı bir gerçektir. Hele bu azalmadan avcılar sorumlu tutuluyor ise...! Av hayvanları yok olmakta, avcılık ölmektedir.

Yakın bir gelecekte insanlar avcı olmayı sonlandırmak zorunda kalacaklar ve seçkin mutluluk kaynağı yok olma eşiğine geleçektir. İronik olarak ' avcının nesli korunmalıdır' derken bunu anlatmaya çalışmıştım; kimin uğrunda Dünya'nın insanlaştırılmasının devamında Doğa' nın kendine özgü oluşum biçiminden bir şeyleri alıp götürmesi.

Av hayvanları için parklar, barınaklar yapılması, özel avlakların teşvik edilmesi, av kanunları ve uygulanmasındaki aşırı ciddiyet belki bazı av hayvanların kurtuluşu olabilmektedir. Ancak bütün bunlar avcılık uğraşını aşırı yapay boyutlara ulaştırmakta onun en güzel tadını yok etmektedir. Doğaya, dağlara, taşlara tepelere tırmanmak ve bir hedefe ateş etmek: İnsan, düşünce yeteneğinin gereği olarak gelişmeye mahkumdur.

Diğer yandan avın eskiden çok olduğunu düşündüren ' süreduran düşünce ' yerine ' uyanık düşünce ' ile az olduğuna bakmak gereği doğmaktadır. Ancak tarih öncesi çalışmalar yapan bilim adamları _ uzun canbaz ayakları üzerinde bir kronoloji kullanadıkları için _ on bin yıllık süreleri hiç bir şeymiş gibi anlatmaları bizleri yanıltır.

Örneğin, bilim adamı Obermaier üst paleolitik çağda Styria' daki Ejderhalar Mağarasında 30. 000 ile 50. 000 dolayında üst üste yığılmış mağara ayısı iskeletlerinden bahseder. Bunların çoğu avcıların elinden değil de doğal nedenlerle ölmüştür. Ne kadar çok ayı diye düşünüyoruz değil mi? Ama kazın ayağı hiç de öyle değil.

Şöyle ki; mağarada 5 ya da 6 ayı ailesi yaşamıştır. Bu hayvanlar mağarayı barınak olarak 10. 000 yıldan uzun süreyle sürekli kullanmışlar. Şimdi 30. 000 sayısını ele alır bunu 10. 000 yıllık süre ile bölersek yıl başına 3 ayı düşer.
Ne kadar az değil mi? Hani av eskiden çoktu? Yoksa av eskiden az mıydı?

Eğer av gerçekten bol olsaydı ilkel insan on binlerce yıl boyunca avcı olarak avın var olması ve çoğalmasını sağlamak amacıyla büyük çaba gerektiren ayinlere girişir miydi?

On binlerce yıl, avın bol olması, bulunabilmesi ve ele geçirilmesi için av büyüsü yapar mıydı?

İşte burada ilkel avcı avın bol olmadığını açıkca itiraf etmektedir. Dolayısıyla avlanmanını ilk adımı zaten kendiliğinden bol olmayan ve her zaman, bulunmayan avın var olmasını sağlamaktır. İlkel avcı için büyü, ayin yapmak avın başlangıcını oluşturur. Aynı şey bugün Avusturalya' da, Seylan' da, Sumatra' da, Andaman Adaların' da, Afrika' nın bir çok bölgesinde yaşayan paleolitikler için de söz konusudur.

Eğer av bol olsaydı ona rastgelmek hiç de sorun olmayacaktı, ona ulaşmanın zorluğu konu edilmiyecekti.

Bitmeyecek kadar çok ve her zaman bulunması kolay olsa, avı arama sorunu ortadan kalksa, avı öldürmenin ya da ele geçirmenin hiç bir önemi kalmıyacaktı. Attın vuramadın ne olacak ki, bir daha at, olmadı bir daha at. dene dene dur, nasıl olsa hemen ileride bir başka hayvan var...

Belki aptalca gelecek ama, hiç evden çıkmadan, evin penceresinden hiç bir çabaya girmeden de avlanabilirdik. Tabi buna avcılık denirse..

Halbuki avlanmanındoruk noktası, av hayvanını uygun bir uzaklıkta görülmesi ama bir an sonra kaçması, gözden kaybolması, genelde gidenin yerine bir diğerinin alamıyabilmesidir.

Avcının gözünde her av görüldüğü an sanki tekmiş, bir başkasına rastgelme olanağının yokmuş duygusu uyandırır. Avcının kullanması gereken an' lık fırsattır bu...

Belki o gün aynı fırsat bir daha ele geçmeyeçektir. En eski avcı bile tekrar tekrar bu heyecanı yepyeni taptaze olarak duyar.

İşte bunların tümünde de avı görmenin kendi başına bir başarı, olağan üstü bir şans olduğu varsayılmaktadır.
Avın az'lığı avlanma olayının özüdür.


İşte bunu için ' rastgele ' denir.

Rastgele


Düzenleyen Halil Önen : 01-12-2009 saat 09:12 Neden: az-çok
Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-12-2009, 10:22   #231
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Avcılığın amacı ve avlanmanının son durağı

Evet avcılığın amacına ve avlanmanın son son durağına geldik, çattık.
Yani Avcılık ve öldürmek zorunda olmak...
Avcılık olayında hayvanı öldürmeyi kaçınılmaz kılan boyutuyla ilgili ahlak kuralları açısından derin bir incelemesini yapmak oldukca çetin bir konu olsa gerek.
Avcılığın küçük ama önemli bir an' ını oluşturan hayvanın öldürülmesi olayı ahlak konusuna geldiğinde içinden çıkılmaz olmakta, avlanmanın bütününü içine alır yok eder görünmektedir.

Günümüz insan topluluklarının başında bir sürü bela varken, avcılıkta ahlak konusu bir çok bilim adamı tarafından ele alınması incelenmesine cesaret gösterilmemiştir; benim de hiç harcım değildir.

Ancak insanla hayvan arasındaki farkı inceden inceye belirlemek için Descartes'in kendini herşeyden önce hayvanını minerallerden oluşan bir yapısı _ yani bir makina _ olduğuna inandırması gerekmekteydi.

Platon' un devlet adlı eserinde adaleti tanımlamaya çalışırken, kullandığı bazı pasajlarda kendisinin de avlanmış olduğunun gerçek kanıtlarına rağmen_ ki sık sık av peşinde ormanlara gitmiş biri o satırları tutkuyla yazamazdı_ idealist felsefede mükemmellik araması boşuna çaba olmuştur.

Avcılıkta öldürmek zorunda olmanın önündeki zorluklar nasıl anlatılır, anlaşılır ki...
Bu öylesine bir zorluk ki ölümle bağlantılı ahlak değerinin, insanını karşılaştığı en güç ve en az anlaşılabilir kavram olmasıdır. Avcılık ahlakında ölümün gizemi hayvanın gizemiyle katlanarak çok büyük boyutlara ulaşmaktadır.

Sonra bir başka olasılık konunu içinde saklıdır. Ölüm hastalık, yaşlılık, ya da güçten düşme gibi kendiliğinden oluştuğunda bile yeterince gizemlidir.

İşte burada ölümün kendiliğinden değil, bir diğer canlı eliyle geldiğinde gizemi daha da artar, içinden çıkılmaz hal alır.

Katletmek evrendeki en şaşırtıcı eylem, katil ise hala, belki hiç bir zaman anlayamadığımız bir kişidir. Onun bu kanlı eylemi her zaman korkunç kefaretlerin ödenmesini zorunlu kılmış ve kendiside toplumun dışına itilmiştir.

Aynen ilk katil ve tüm katillerin atası olan Kabil gibi. O suçlu bulunmuştur. Adem' in Tanrısı, suçluyu dışlayan kavim töresinin yerine getirilmesini ister. ' Ne yaptın? Kardeşinin kanının sesi topraktan bana bağırıyor'. ( Telvin 4:10)

Kabil geleceğin acımasızlığını görür. Kavminin korunmasından uzak, başı boş dolaşmaktadır. Tanrı'ya haykırır; ' Yeryüzünde kaçak ve serseri olacağım; ve vaki olacak ki, her kim beni bulursa, beni öldürecektir'. (Tekvin 4:14)

İşte avcılığı ahlak yönünden baktığımızda merhamet duygusunun dışında çok garip gerçekler ortaya çıkmaktadır ve hatta başka bir gerçek daha vardır ki hiç dikkatimizi çekmemiştir.

Kan:

Ve hiç bir şey onun gibi lekeleyemez...

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-12-2009, 10:58   #232
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 01-12-2006
Şehir: orta anadolu, karasal iklim
Mesajlar: 68
kırlarda ve dağlarda temiz hava, tamamen organil olarak yetişmiş av hayvanı, pınardan akan buz gibi soguk su, mangalın üzerine keklikleri ve tavşanı koymuşsan gerisi hikaye. kim ne düşünürse düşünsün kim fotoğrafını çekerse çeksin yeterki yasal sınırlar içersinde avlanılsın. selamlar

eser42 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-12-2009, 16:15   #233
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 03-11-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 99
Galeri: 1
Alıntı:
Avcı av oldu!

Avlanmaya giderken keçi postuyla kendisini kamufle eden avcı, diğer avcılar tarafından öldürüldü!

milliyet.com.tr

Yunanistan'ın Nemea kasabasında ava çıkan 48 yaşındaki Christos Constantinou, kendisi gibi avlanmaya çıkan diğer avcılarca hayvan zannedilip vurularak öldürüldü.
Yunanistanlı avcının bir hayvan postu giydiği ve diğer gruptaki avcıların da bu yüzden kendisine ateş açtığı öğrenildi.
Constantinou ormanın derinliklerinde ilerlerken, diğer grupla yolları kesişti ve diğer avcıların kendisini farkedip ateş açmasıyla hayatını kaybetti.
Constantinou, ormandaki hayvanlara daha rahat yaklaşabilmek için bir keçi postu giymişti.
Nemea kasabasında yürütülen soruşturmada, 25 ve 28 yaşlarında iki avcı gözaltına alınırken, diğer şüpheliler aranıyor.
Constantinou hastaneye kaldırıldı, ancak hastaneye geldiğinde öldüğü açıklandı.
http://www.milliyet.com.tr/Yasam/Son...0&ref=haberici

brody Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-12-2009, 01:55   #234
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Halil Önen Mesajı Göster
Kan:

Ve hiç bir şey onun gibi lekeleyemez...
Bu sözün açıklanması gerektiği konusu doğrudur.

Avcılığın ahlaki yönünün derinlerine inmek, kan ve ölüm sorununa geldiğinde adeta olanaksızlaşıyor.

Ancak avcılığın en eleştirel yönünüde bu oluşturuyor.Avcılık uğraşının en kısa an' ı ve en önemli tarafı.

Haklı olarak Sn gece'nin dediği gibi avcılığın bu yönü gizlenirse avcının bohcacıdan farkı kalamazdı.

Ayrıca avcılığı düzmece kutsallığa boğan avcı durumuna da düşerdik.

Dr. John Izzo '' Ölmeden önce keşfetmemiz gereken 5 sır '' isimli kitabında; '' ölmek ve ölüm gibi kelimeleri sevmeyiz. Gençken, ölümün uzakta olduğunu hissederiz fakat her yaşta insanlar bize bir hatırlatmada bulunur. Her zaman yanımızdadır ve bize hayatımıza devam etmemizi hatırlatır'' der.

Sokakta kavga eden iki kişinin kana bulanmış suratlarını gördüğümüzde içimizde bir huzursuzluk yaratır.

Acıma hissetmemiz gerekirken kanla lekelenmiş görüntüleri karşısında yoğun ve farklı bir tiksinti duyarız.

Sanki yüzleri iğrenç biçimde lekelenmiştir. Kan onların yüzlerini lekelemekle kalmamış, onları kirletmiştir.

Adeta aşağılamış düşük bir düzeye indirmiştir.

Postunun orası burası kana bulanmış hayvanın başında duran avcı da buna benzer bir duygu yaşar.

Bu ahlak çizgisinin ötesinde ve ondan daha derinde bir şeydir.

Kan döküldüğü yerde _ ister canlı olsun ister cansız_ alçaltıcı bir
görüntü verir.

Kanla ıslanan toprak da lanetlenmiş sayılır.

İşte bu kan'ın korkutan gizemidir.

Daha ileri gidersek, gövdenin içinde saklı ve gizemli şekilde akıp duran _ durması gereken _ yaşamı taşıyan ve simgeleyen sıvı dökülüp saçıldığıda ve içindeki içerik dışa çıktığında Doğa' ya karşı kökten hatalı bir suç işlenmiş görünür.

Fakat ölümde tam budur.

Zira kadavra, mahremiyetini yitirmiş, artık kimsenin gizlenmediği bir saf maddeye dönüşmüştür.

Ancak kan kendini sunmakta devam ederse, oluk oluk boşalmaya devam ederse tam tersi bir etki yaratır.

İnsanı ve hayvanı da sarhoş eder., heyecanlandırır. Geçmişte Arenalara koşan halk böyleydi. Gladyatörlerin, hayvanların, boğaların _ ki bu gün hala İspanya' da sürüyor_ kanı insanda sersemletici bir etki yaratır.

Aynı şekilde savaşta her zaman bir çılgınlığa dönüşür.

Kanda benzeri olmayan çıldırtıcı bir güç saklıdır.

Ancak bu anlatılan kanlı sahneleri avcıların çok az bir kısmı yaşar. Onlarda trofe yani büyük baş avcılarıdır.

Keklik, üveyik, sülün, bıldırcın v.b kuş avlarında bu kanlı sahneler yaşanmaz. Saçmanın felç eden öldürüçü gücü dış kanamalara yol açmaz.

Burada ahlaki durumu büsbütün arttıran daha karmaşık bir olay daha söz konusudur ki, oda öldürmek zorunda kalmak.

Bazen düşmanı, sapığı ya da suçluyu öldürmek kaçınılmaz olur. Bu durum her insanın başına gelebilir. Öldürmekten başka seçeneğin olmaması... ölümü oluşturmak ve biçimlendirmek zorunda kalmak...

Bu durumda ölüm için feci dendiğini zaman çok az şey söylenmiş olur. Çünkü genelde tüm sıfatlar gibi bu sözcükte hiç bir şeyi çözemez.

Öte yandan bazı hayvanlara bazı özel günlerde gösterilen en büyük kutsal saygının, onları belirli yollarla ve törenlerle öldürmek olduğu konusunda da hiç bir şey söylenmiş değildir.

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-12-2009, 03:32   #235
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Mağara adamı yaşıyor

Uyarı: Bu başlık ve yazı avcıların hocası ve bilge kişi
Sn. Mehmet Emin Bora' nın'' Arpacık '' isimli avcılık sitesinden alınmıştır.

Aslında yazı 18 Mart 2006 da Hürriyet yazarları adıyla Sn.Ahmet Altan tarafından kaleme alınmıştı.

Erkeğin Milyon Yılı


Doğrusu, erkeklerin sevişmek istedikleri kadınları önce lokantaya götürüp ''
beslenmesine, '' yeni yeni birlikte olan kadınlarla erkekler arasındaki ilişkide
akşam yemeği, sevişme kalıbının bulunmasıda, ben geçmişin alışkanlıklarını
görmeye yatkınım.



Milyonlarca yıl önce '' mağara devrinde '' yaşayan '' avcı '' avcı ataları gibi
hayatın içinde avını avlayarak dolaşıyor, hiçbir avın başında fazla
oyalanmıyordu.



Erkeklerin ''büyük'' sırrı da sanırım milyonlarca yıl öncede yatıyor.


Kadınlarla erkekler arsındaki en temel en keskin farkın hayata ve ruhumuza
vurduğu damganın izi o çağlara gidiyor.



Mutluluklarını ve mutsuzluklarını birbirine borçu bu iki cins arasındaki ilişkiyi
en belirleyici özellik, bugün en çok küçümsenen en önemsiz görülen özellik bence;



Fiziksel güç.


+ + +


Milyonlarca yıl önce, dinozorların, saldırgan hayvanların, yırtıcı kuşların
dolaştığı, insanların mağarada saklandığı dönemde yiyecek,
(dinazorlar
döneminde insanlar yoktu ya neyse) ancak o iri ve vahşi hayvanları
avlayarak sağlıyordu.



Taş baltalar, ucu sivriltilmiş dallardan oluşan mızraklarla o hayvanları
avlayabilmek için ciddi bir kas gücü, hız ve çeviklik gerektiriyordu.

Kadınların güzel ama zayıf vücutları bu iş için uygun değildi.


Sadece bebeklerine bakabilmek için değil, dışarıdaki vahşi dövüşe güçleri
yetmediği için de mağarada oturup beklemek zorundaydılar.



Mağaralar kadınların oldu böylece.


Kadınların '' bekleyen '' erkeğin '' gezen '' rolleri onların bedensel yetenekleriyle belirlendi.


Adam hayvan avlıyordu, yiyeceği vardı.


+ + +


Kadının, adamın yiyeceğini paylaşabilmesi için ona bir şey vermesi gerekiyordu.

Verecek bedeninden başka bir şeyi bulunmuyordu.


Erkeğin kadını '' hoş tutmaya '' ihtiyacı yoktu, onun paylaşacağı yiyeceği vardı, bir hayvanı avlayacak kadar '' güçlü '' olmak bir kadını kazanmak için yeterliydi onun için.


Ama kadın?

Ne yapacaktı?


Erkek bir kadını bulabilmek için diğer erkeklerle yarıştığında tek amacı en güçlü olmak, en iyi avı vurmaktı, kadın o avı erkekten alabilmek için diğer kadınlarla nasıl rekabet edecekti.


Daha güzel, daha süslü, daha yumuşak, daha çekici olarak elbette.


Erkek, saatlarce bir ağacın dibinde saklanmayı ya da günlerce bir avın peşinden yürümeyi becerirken '' sabırlı '' olmayı ruhuna yerleştirdi.


+ + +



Kadın ise akşama mağarada bir erkeğin ve yiyeceğin gelip gelmiyeceğini bilemiyordu, hergünü merakla, telaşla, sabırsızlıkla geçirir oldu.


Bu telaşlı merakın huzursuzluğundan kurtulmak için erkeğin '' akşam geleceğine '' dair söz vermesini istiyordu, kendini güvende hissetmesi bir güvenceye ihtiyacı vardı.


Bütün gün dolaşan, avlanan, değişik kadınlarla karşılaşan erkeki elinde paylaşacak bir av bulunduğu sürece istediği kadınla birlikte olacağını kestiriyor, güvence vermekten hoşanmıyordu. Belki o akşam daha hoşuna gidecek bir kadına rastlardı.


Gezmeyi, diğer erkeklerle yarışmayı, hergün değişik maceralar aramayı, her av seferinde yeni zaferler kazanarak güçünü kanıtlamayı sevdi.


Onu aynı yerde tutmak mümkün olamıyordu.


Hep aynı yerde oturduğunda avlanamıyor, macera yaşayamıyor, güçünü kanıtlayamıyordu.


Kalın bilekleri ve keskin silahlarıyla korkutucuydu ve kadınlar ruhlarına yerleşen, en derinlerinde varlığını hep sürdüren korkuyu, erkekten korkmayı, onun kızgınlığından ürkmeyi ta o zamanlardan miras aldılar.


+ + +


Bugün, iki bağımsız eşit, birbirine '' av '' için muhtaç olmayan kadınla erkeğin oluşturduğu ailelerde bile '' yatıştırıcılığın '' genellikle kadına düşmesinde, bu tuhaf ve anlaşılmaz '' rolde '' sanırım hala milyonlarca öncesinin izleri var.


Doğrusu, erkeklerin sevişmek istedikleri kadınları önce lokantaya götürüp, '' beslenmesinde '' yeni yeni birlikte olan kadınlarla erkekler arsındaki ilişkide '' akşam yemeği, sevişme '' kalıbın bulunmasında da ben geçmişin alışkanlıklarını görmeye yatkınım.


Erkek sevişmeden önce '' beslenmesi '' gerektiğini ruhuna kazınan bilgilerle biliyor, kadın ise önce yemek yemesini, kendisine ne tür bir '' av '' sunulacağını görmeyi milyonlarca yıl önceki ninelerinden deneyimlerinden kendisine kalan mirasla istiyor.


Mağara devrini ve '' fiziksel güç ''farkını bilmeden bugünkü erkeği anlamak kolay olmaz.


Her ne kadar uygarlaşırsa uygarlaşsın, erkek henüz o dönemin alışkanlıklarını tümüyle unutmuş değil.


Bizim için milyonlarca yıl çok uzun olsa bile, kainatın nerdeyse sonsuz mekanı ve zamanı içinde bu çok kısa süre çünkü.


Erkek hala kadını etkilemek için zarafetten ve '' hoşluklardan '' ziyade güçüne güvenir, her yeni tanışmada uzun uzun kendisini, başarılarını, zekasını anlatması bu güçlülük gösterisinin parçasıdır zaten, bütün erkekler böyle yaptığını bilmeden yapar bunu, kadınların bununla gizli gizli alay ettikleri aklına bile gelmez.


Kadınlara kıyasla çok daha sabırlıdır.




+ + +




Akşam gelecek '' av etini '' garantiye almak isteyen kadının aksine, sırtındaki av etiyle mağara mağara dolaşmayı, bu '' eti '' hak edecek daha iyi bir olup olmadığını araştırmayı tercih eder.


Avı paylaşmadan önce övülmeyi bekler.


Gücünü kanıtlamak, sürekli güçlü kalabilmek için maceraya, onu hep dikkatli kılacak, her an tetikte durmasını sağlacak heyecana ihtiyacı vardır.


Paylaşacak bir '' av '' olduğu sürece kabalaşmanın sınırlarında gezinmekten kaçınmaz.


Kadınların büyük çoğunluğu hayatlarının önemli bir kısmını böyle '' yabani '' bir yaratığı '' evcilleştirmeye '' uğraşmakla geçirir ve hep '' bütün çabalarına karşın hala niye evcilleşmiyor, niye güven vermiyor, niye hep mağarada yanımda oturmuyor '' diye sorarlar.


Sanırım, bir erkeği mağara içinde tutmanın bir tek yolu vardır.


'' Avın '' ve '' maceranın '' mağaranın içinde olmasını sağlamak.


+ + +



Hayatını '' av sahası '' ve '' mağara '' diye ikiye bölen erkeğin alışkanlıklarını kıracak, aklını karıştıracak, geçmiş deneyimlerini unutturacak bir şok yaşatmak


Ancak '' sabırlı '' birinin alışkanlıklarını, '' sabırsız '' birinin değiştirmesi çok zordur.


Zaten o yüzden, kadınlar kendi '' alışkanlıklarını '' değiştiremedikleri için erkeklerin alışkanlıklarını değiştiremezler.


Herşeyin çok çabuk olmasını isterler.


Erkek için hiçbir şey o kadar çabuk olmaz.


Onlar milyonlarca yıl bir ağacın altında beklediler.


+ + +



O kadar umutsuz olunmamalı canım! ; bakın ne diyor Sn. Ahmet Altan.


'' Beyaz At '' romanını yazan Elsa Triole, '' Mutlu Aşk Yoktur '' diyen şiiriyle, küstah ve kendini beğenmiş genç şair Aragon ' un dünyasına bütün duygularını altüst eden bir kasırga gibi girmiştir.


Aralarında edebi çekişmelerle, ilişkilerine yansıyan başkalarına ait gölgelerle huzursuz ama tutkulu yıllar geçirdiler.


Elsa Triole, karşılaştıklarında Fransa'nın en başarılı şairlerinden olan Aragon' a
'' komünizmi '' öğretmiş, ihtilal karmaşasından çıkıp tek başına Paris' e gelecek kadar güçlü ve kararlı oluşuyla onu şaşırtmış, ona hem cinsellik hem edebiyat alanınıda meydan okuyarak onun kendi gücüne olan güvenini hırpalamış, onu gerektiğimde övdüğü gibi gerektiğinde eleştirmiş, onun gücünden korkmamış ve edebiyat tarihine geçeçek bir aşk yaşatmıştı.



Bütün alışkanlıkları debreme uğrayan Aragon ise '' Mutlu Aşk Yoktur '' diye yakınırken Elsa' dan kopamamıştır.


Elsa da oturup kahramanı erkek olan '' Beyaz At '' yazmıştı.


Sanki bir erkeğin '' temel içgüdülerini '' anlatıyordu, kadınların bir türlü açmayı beceremedikleri '' erkeklerin dünyasının kapısını '' aralıyordu biraz.


Belki yanılıyorum ama bence o romanda milyonlarca yıl önceki erkeğin günümüze yansıyan gölgesini yakalıyor Triole.


Erkeklerin '' büyük '' sırrı da zaten sanırım milyonlarca yıl öncede yatıyor.


Kadınla erkek arasındaki en temel ve en keskin farkın hayatımıza ve ruhumuza vurduğu damganın izi o çağlara gidiyor.


Milyonlarca yıl önceki alışkanlıklarını sürdüren çağdaş bir erkeği anlatan romanı...


Hep giden, hep giden, hep giden, hep yeni maceralar arayan bir erkeği...


Belki Elsa bunu anlatabildiği, bu gerçeği görebildiği için Aragon bir yere gidememiş, gitse de bu Rus kızı Elsa' ya geri
dönmüştür.

Saygılar / Rastgele

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-01-2010, 21:32   #236
Ağaç Dostu
 
Arnavut's Avatar
 
Giriş Tarihi: 13-12-2009
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 209
Arkadaşlar kimse kırılmasın veya darılmasın lütfen! Tüm yorumları okudum ve ilgi alanımda olduğu için birkaç şey yazma ihtiyacı duydum.Tamam konuşalım,yazalım tartışalım ama bende dahil hepimiz "BOŞ" konuşuyoruz!
Nedenine gelince bu konuda tarımda,hayvancılıkta,sanayide v.s. olduğu gibi sadece ve sadece "Devlet Politika"sıdır.Bunun yanısıra en çok görev yine halka düşer düşmeside gerekir. Bizde hep bir ihbarcı,muhbir için aşağılık kompleksi vardır.Belkide mahalle baskısından kaynaklanmakta ya bilinirse ya duyulursa tarzı sanırım ama edeceksin kardeşim.Kaçak avlananı gördünmü edeceksin! Hayvanlara eziyet edeni gördünmü edeceksin! Ağaçları keseni gördünmü edeceksin! Kim insana,doğaya kanuna karşı yanlış yapıyorsa şikayet edeceksin.Devlette burada devletliğini gösterecek şaka yapar gibi değil(Son yıllarda bir nebzede olsa arttı sanırım cezalar) adam gibi caydırıcı hatta yıldırıcı şekilde cezayı kesecek.İcab-ı Halinde kişiyi bu cürümlere tövbe ettirecek! Gerekirse her dağa her tepeye her ovaya her göle bekçi dikecek! Ben ava karşı değilim.Ülkesindeki ormanların toplamı İstanbul şehrimizden küçük olan ülkeler milyar $ ile telafuz edilen paraları "Av Turizmi" nedeniyle ülkelerinin kasalarına koyuyorlar.Tabii ki tüm bunlar tamamen ve tamamen Devlet kontrolü altında gerçekleşiyor.Ne enteresan değilmi? Hoşumuza gitsin ve ya gitmesin bu bir sektör arkadaşlar "Av Turizmi".Biz içinde turizm geçen (Örnekse;"Sağlık Turizmi,Spor Turizmi,Kültür Turizmi v.s..) hiçbirşeyde istikrarlı olamadığımız ve gereken önemi göstertemediğimiz için bu konuda da sonuca şaşırılmaması gerekir.Konu iyi değerlendirilirse öldürtmeden önce üretmek mantığıyla yaklaşılırsa bence olumlu sonuçlar alınacaktır.

Allah umarım bizede birgün bilinçli bir toplum ve fertleri olmayı nasip eder... AMİN!

(Daha önce kendi imkanlarımla yetiştirdiğim bazı sülün ve keklikleri bulunduğum ortamda doğaya saldım.****** akıbetleri hakkında birdaha haberdar olamadım! Devlet projelerinin yanında bizimde bireyler olarak elimizden geldiğince konuya hakim olması gerektiğini düşünmekteyim.)

Sağlıcakla...

Arnavut Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-01-2010, 01:48   #237
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,457
Galeri: 225
Eskişehirde bir mahalle kahvesinde avcılar birbirlerini ava çıkmak için kışkırtıyorlardı. Muhabbetleri ortalığı kaplayınca yaşlı bir adam hepsini susturdu:

-Haberiniz olsun dedi dağda, bayırda ne kadar domuz, tilki, tavşan varsa sizi şikayet için karakola başvurmuşlar. Çıkardığınız boş çatırtılar, patırtılar yüzünden rahatları kaçıyormuş...

Nedense bu karaya benzeyen mizah anlayışı pek hoşuma gitti.
Çünkü bu avcıların tek bir av bile avladıklarını gören olmamış...

pria beğendi.
hassoman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2010, 10:58   #238
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-03-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 850
İnsanoğlu tarihinin ilk zamanlarında bakmış ki hayatını sürdürmek için bir şeyler yemesi gerekiyor, önce otların, ağaçlarda ki meyvaların tadına bakmış.

Kimini yemiş yeterli gelmemiş, kimini yemiş zehirlenip ölmüş.

Sonra bakmış ki doğada büyük küçük tüm hayvanlar avlanıyor, bir diğerini yiyor.

İyi bir taklitçi olduğu için başlamış oda kendi gücüne göre hayvanları avlamaya.

Avladığı hayvanı yarım yamalak değerlendirmeye başlamış ilk zamanlar da. Yarım yamalak diyorum zira ne pişirmeyi biliyormuş ne de derisinden, kemiğinden, bağırsağından yararlanmayı.

Bu avcılık sayesinde zamanla hızlı üremeye, kürkünden giyecek ve çeşitli eşyalar, kemiğinden takı, kesici, delici gibi aletler yapmaya başlamış.

Nüfus arttıkça o daha fazla avlanmış. Eee evde çocuklar aç, taşmı yesinler.

Zamanla küçük av hayvanları yetmeyince büyüklerine yönelmiş.

Ama bu hayvanları avlamak için de avlanma tekniklerini geliştirmesi gerekiyormuş.

Böyle böyle derken insan daha fazla üremiş, daha fazla avlanmış, tarımı da öğrenmiş, ve daha daha fazla üremiş, daha daha fazla tüketmeye başlamış.

Artık mağaralar da yaşaması gerekmiyormuş, hele hele bazı hayvanları evcilleştirince artık hem onları yiyor, bazılarına biniyor, yük taşıtıyor hem de bu sayede uzak ve varılmaz denilen yerlere de gidebildiği için her yere yayılıyormuş.

Git gide avcılığa ihtiyacı kalmamış, evcil hayvanından her türlü besinini, pamuktan, ipekten, ketenden giyeceğini, eşyasını yapabiliyor olmuş.

Avcılık artık sadece bir eğlence haline, soyluların soyluluk aktivitelene dönmüş.


Aslında ateşli silahlar bulunana ve insan nüfusu çok faza artana kadar fazla bir tehlike yokmuş.

İşte o silahlar bulunduğunda da iş işten çoktan geçmiş.

Ben kendi namıma balık avcılığını en büyük hobilerimden birisi olarak görüyorum. Ama balığımı avlamak için misina, iğne, ağırlık olarak da kurşun kullanmak yerine muadili bir sistem kullanıyorum.

Miktar olarak da aileme ve bir kaç da dostuma hoş bir sofra kurup avcılık maceralarımı anlatarak o hikayesi olan balığı tattıracak kadar avlıyorum.

Üreme dönemlerine, balıkların boylarına, ağırlıklarına yönelik getirilmiş tüm kurallara uyuyorum.

Bu kuralları nereden mi biliyorum? Yasal balık avcılığı belgemi aldım ve bu belgenin kakkını tam yerine getirmek için de seminer ve bilgilendirme kurslarına katıldım.

Adana nın Yumurtalık ilçesinin isminin nereden geldiğini bilen vardır. Ben bilmeyenler için söyleyeyim.

Bu ilçemizin sığ, geniş, verimli suların da ticari değeri yüksek doğal çipura, levrek başta olmak üzere yaklaşık 30 çeşit balık yavrulamaya geliyor.

Bıraktıkları yumurtaların büyük çoğunluğu da canlı kalabilen balıklara dönüşüyor. Ve bu balıklar bir kaç ay sona buradan ayrılarak Suriye, İsrail, Mısır hattını takip ederek Akdeniz e yayılıyorlar.

Bu yüzden bu ilçeye Yumurtalık adı verilmiştir. Bize fayda vermeden giden bu balıklardan yararlanmak için o yavru balıklar 5 gr iken yasal, kuralları olan, ihalesi yapılan sistemler ile toplanarak balık üretim çiftliklerine gönderiliyor.

Bualarda büyütülen balıkları da tüketiyoruz. Tabi Yumurtalık sahillerinden toplanan balık miktarının tüm popülasyonun 25% oranını geçmesine de izin verilmiyor.

Böylece balık sayısını azaltmakla aslında doğada bırakılan miktarın daha hızlı ve daha iyi gelişmesine de katkıda bulunuluyor.

Neyse konumuz bu değil ya, ben de zaman zaman o bölgeden yavru balık satın alıp, Marmara ve Saroz kıyılarına getirtip aralıklarla doğaya salıyorum.

Bu bölgelerde ben çocukluğumda çipura da levrek de bolca avlardım. Ama geçtiğimiz 10 yıl içerisinde tükendiklerini görünce bu yönteme başvudum.

Ve başarılıda oldum. Şimdi 5 yaşında anaçlar bile yakalanır olmaya başlandı tekardan.

Dolayısı ile balığı avlarken kullandığım yöntemler ile balığa yakalanmaması için yeterli şansı da veriyor ve tükettiğimden fazlasının üremesi içinde anlattığım yöntemle katkıda bulunuyorum.

Ateşli silahlar ile, trol, büyük tekneler ve ağlar ile avlanmıyorum.

Ateşli silah yerine zaman zaman tavşan tuzağı, kuş tuzakları kuruyorum. Canlı olarak yakalayabildiğim hayvanları evcilleştirmeye, tür zenginliği sağlamaya çalışıyorum.

Doğaya şimdilik ada tavşanı, süşün, orman tavuğu, keklik, bıldırcın gibi kanatlıları salıyorum.

Neden bunu yapıyorum?

Artık hayatta kalabilmek için avlanmama gerek yok.

Ateşli silah kullanıp, avladığın hayvana şans tanımadan öldürmenin de vediği bir zevk yok.

Diyebilirsiniz ki sen zevk almıyıyor olabilirsin, ama biz alıyoruz.

Haklısınız, kanunen de hakkınız var. Ha bu kurallara uymanız halinde bile günden güne vurabildiğiniz canlı sayısı ve çeşidi azalıyor ve hatta Takya, Anadolu, Ege dağların da çok değil 30 yıl önce geyik ve ceylan, yaban koyunu görebiliyorken, şimdi belgesellerini seyretmekle yetiniyorsak o kanunda ve o kanuna uyduğunu söyleyen avcıda bir yanlışlık da vardır.

Bir de tabi şu açıdan bakmak gerekli bence. Artık hayatta kalmak çok kolaylaştı, yiyecek, içecek, giyecek, aksesuar ve saire parasını verebildiğiniz sürece kapınıza kadar getiriliyor.

Yani eskiden hayatta kalabilmek için temel ihtiyaç olan avcılığa şimdi ki zaman da bol keseden atarak karşı çıkmak, o zamanın şartları ile bu zamanın şatlarını birbirine karıştırmak kolay.

Ama bu yandan da bakarsak, artık sadece keyif amaçlı olarak türü, sayısı azalmış, '' HEPİMİZE AİT '' yabani hayvan popülasyonunu bu şekilde keyfinize alet etmeye de hakkınız yok.

Birileri keyif alsın diye ortak varlığımıza zarar vermek mümkün olmadığı gibi, ateşli silahlarla yapılan avcılık sırasın da doğaya verdiğimiz en büyük diğer bir zarar da gözden kaçırılıyor.

Nedir bu zarar? avcının kullandığı av fişekleinin içerisinde bulunan, saçma diye tabir edilen, kurşun elementi.

Sembol: Pb

Atom numarası: 82

Atom ağırlığı: 207.2 g/mol

Oda koşullarında (25°C 298 K): Mavimsi-beyaz katıMetalp-blok elementi


İşte her yıl, sırf avcı keyif alsın diye kullandığı fişeklerden dolayı tüm doğaya bu zehirli elementi tonlar la saçıyor.

Peki ben gerçek organik, doğal tarım yapmaya çalışırken, haberim olmadan sen bu saçmaları benim kullandığım arazilere saçınca bana ve doğaya verdiğin zararı kim ödeyecek.

Sevgili İdis Şenol

Resimler ne büyük keyif aldığınızı gösteriyor ama, o gün kullandığınız fişeklerin sayesinde, resimin aka fonunu oluşturan o ekili alanları nasıl perişan ettiğinizi biliyormusunuz.

O tarlalarda üretilen ürünlerin, yapılan tahlillerin de ağır metal zehirlenmesi çıktığı için ihracatının yapılamadığını, dolayısı ile de o zehirli ürünleri sofralarımız da bizim tükettiğimizi de düşünürsek şimdi ki zamanda yapılan avcılığın hepimize zarar verdiği aşikardır.

Bu işin savunulacak, mağzur görülecek tarafı yoktur.

Cumhur Tonba ve dinozor beğendi.
balbay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2010, 11:16   #239
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 10-03-2009
Şehir: Balıkesir
Mesajlar: 907
Galeri: 43
Başlıkta da bahsedildiği üzere avlanmak eyleminin zaaf olduğunu düşünüyorum. Babam gençken hızlı ve kendi deyimiyle zalim bir avcıymış. Avlanmakta da zorlanmıyormuş aslında çünkü keklik, tavşan, bıldırcın gibi türlerle doluymuş dağ taş. Bir gün bir tavşan vurmuş, kestiklerinde karnından yavrusu çıkınca o gün tövbe etmiş. Elinden bırakmış tüfeği...

Yasak olmayan zamanlarda izin verilen türlerin avlanması yasal, ama ben de sevgili balbay gibi düşünüyorum. Yasal kısıtlamalara, koruma çabalarına rağmen bazı türler yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Tabiatın dengesi, döngüsü kişisel tatminden çok daha önemli. Bu topraklarda, tabiattaki her bir karıncada, her ağacın her bir yaprağında sonraki nesillerimizin de hakkı olduğunu düşünüyorum.

YeniBON beğendi.
köknar Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-08-2010, 14:27   #240
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Şu avcı milletini hiçbir zaman anlayamadım..
Hele hele hali vakti yerinde olan,bu işi keyif denen his için yapanları hiç anlayamıyorum.

Ben yolda yürürken bile bir karınca,bir böcek görsem üstüne basmamak için herşeyi yaparım..

Bakın benim Çanakkale'de bir fidanlığım var..
Etrafı çevrili,kapısı olan bir yerdir.
Senede 5-6 kere giderim..Toplamda bir yılda 30-40 günüm geçer orada..
Kasaba kıyısındadır yerim.
Yabani hayvanların sevdiği tüm ot çeşitleri vardır içinde..
Sürdürsem bile baharda yağmurların ardından başta semizotu olmak üzere yeni otlar belirir..
Her gittiğimde minik kaplumbağalar görürüm..Boyunlarını okşayarak severim onları..
Kirpiler görürüm..
Fidanlarımın üstü kuş yuvalarıyla doludur..Yumurtalarını,yavrularını seyrederim..Hele kuşların yavruları yumurtadan çıktığında fidanlığa gittiğimde kuşlar başlar feryat etmeye..Ben gezindikçe,yuva olan fidanların yanına gittikçe erkek dişi kuşlar cıgır cıgır bağrışırlar etrafımda..Bağrışmalarının nedeni benim varlığımdan rahatsız olmalarıdır,yavrularını koruma içgüdüleridir..
Benim fidanlık onlar için bir hayat alanıdır,korunaklı bir barınma alanıdır.
En son fidanları sularken,yerde oturuyordum..Her bir fidanı sulamak için 10 dakika kadar beklerim hortumun başında..
İşte böyle beklerken bir an kafamı arkaya doğru çevirdim..Bi de baktım..Bir yılan kafayı kaldırmış,30 cm. yukardan benim bir metre arkamda bana bakıyor..Böyle durumlarda çok soğukkanlıyımdır..Hiç telaş yapmam..Belli ki yılan su sesine gelmiş..
Hortumun ucunu yavaşça kaldırdım,aniden dönerek yılana suyu fışkırttım..Yılan korkmuştu..Başladı kaçmaya..O kaçtıkça ben su sıkarak kovaladım keratayı..
Geçen yıl da,bir akraba ile çıkmıştım fidanlığa..
Yerde duran 6 metrelik eternit tabakasını kaldırmamız gerekti..
Kaldırdık ama..altından neredeyse 1.5 metrelik bi yılan çıktı..şaşkındı..
Akrabama işaret ettim panik yapma diye..Bizler ani hareket,telaş yapmadık ama yılan korkmuştu ve tam gaz kaçmıştı..
Yani çok alışkınım böyle şeylere..

En son 4 yıl önce çok iri bir tavşanın yaşlı bir incir ağacının dibinde yuva yaptığını anladım..
Kimseye söylemedim,çünkü duyulsa o avcı denen kişiler kesinlikle gelip pusuya yatarak öldürürler onu..
Bir yıl sonra yine fidan sularken,bir fidanın dibindeki kuru ot ve zeytin dallarının altından 13-15 santim boyunda bir tavşan yavrusu fırlayıverdi yanıbaşıma..Demekki bir tavşan ailesi mesken tutmuştu benim fidanlığı..
Hortum suyundan ıslanmış yavrucuk..
Kaçmadı..ama titriyordu yanımda..
Sevdim..sevdim..sevdim..ama pek kar etmedi,hala korkudan titriyordu...
En son zıplaya zıplaya başka bir fidan dibime kaçmasına müsaade ettim..
Bu yıl da son gittiğimde fidanlığın kapısını açtım..5-6 metre yürüdüm..
Baktım toprağı oymuş,geceyi orada geçirmiş bir tavşan..
Sonra gün aydınlanınca fidanların dibindeki ot kümesinin altına girmiş..
Durdum öylece..
Sonra bir fidanın altından pıt diye çıkıverdi kerata..başladı aşağı doğru kaçmaya..
Yaaa..işte böyle..

Nasıl vururlar,öldürürler bu zavallı hayvanları anlamak mümkün değil..
Geçim derdin yoksa..et alamıyacak kadar fakir değilsen..
Ne zevk alırsın bu masum yaratıkları yok etmekten..
Onların her birinin doğada görevi var..

Eklenen Resimler
 
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 18:05.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024