agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Üretim, Bakım, Düzenleme, Temel Malzemeler > Organik Tarım
(https)




Beğeni Düzeni220Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 08-08-2014, 09:56   #61
Moderatör
 
h_dogan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-07-2007
Şehir: Adana
Mesajlar: 6,003
Galeri: 22
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum. Bunu her seferinde de söylüyorum.

Her şey bitkilerde var o ayrı ama organik üretim diye bir şey yok bence. Hepsi milleti daha fazla yolmak için yapılan oyunlar.

dinozor beğendi.
h_dogan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 11:23   #62
Ağaç Dostu
 
Emine Akman's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-04-2011
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 410
Haklısınız H. Doğan hem de çok haklı, bu organik tarım konusunda.

2000 yılında yani bundan 14 yıl önce yüksek lisanstayken, bir hocamızın odasında hem ders yapıyor hem de sohbet ediyorduk. Sohbet esnasında kendi öğrencilik yıllarında İngiltere'de yaşadığı şeylerden bahsediyordu.

Bir gün kendi odasına başka kültürlerden arkadaşlarını yemeğe davet etmiş onlardan biri de İngilizmiş. Haliyle geleneksel Türk mutfağından örnekler pişirmiş. Sarmalar, tatlılar...O kadar özendim ki demişti...Bayılmışlar....Aradan zaman geçmiş bu kez de İngiliz arkadaşları bir davet vermiş. Bizimki "Bir şey de yemedim, nasıl da açtım, kalktık gittik davete" diye anlatmaya devam ediyor...Neyse sofra mükemmel...Her şey gayet hoş...Bekle bekle yemek yok..."Dayanamadım mutfağa girdim, baktım daha tabakları ısıtıyor, ortada yemek namına bir şey yok bir tek bir tabakta cılız bir tavuk...Bu ne demiş: Cevap, şişine şişine "organik tavuk" diye gelmiş....Hay senin organiğine dedim içimden" diye anlatmaya devam etmişti.

Sınıfta da emeklilik maaşlarını yükseltmek için gelen 1 yarbay, 2 de yüzbaşı, 1 de askere gidişi uzatmaya çalışan mimar vardı. Hepsinin acayibine gitti bu "organik" lafı...O dönem o denli YABANCIYDIK bu söze. İzmit Real'de minicik bir reyon vardı sadece organik ürün satan. Çoğu insanın daha haberi bile yoktu. Şimdi bakıyorum 14 sene sonra pazarda önüne gelen bağırıyor "organik bunlar organik" diye.

Hadi diyelim domatesi, salatalığı, nane, maydanozu kendimiz yetiştirdik "organik" diye. Çay, şeker, sıvıyağ, mercimek,pirinç, buğday,nohut....saymaya gerek var mı, bu liste uzar gider. Tamamen dışa,pazara bağımlıyız. 2 domatese dünyanın parasını vererek SAĞLIKLI kalacağını zannetmek bana o denli gülünç geliyor ki...

YeniBON ve dinozor beğendi.
Emine Akman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 11:40   #63
Ağaç Dostu
 
Emine Akman's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-04-2011
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 410
Organik ürün pazarının yükselişini genelde kanser hastalığının yaygınlığına bağlayarak hızlandırdılar. Ve günlük yaşamımızdaki kimyasalların artışına...Ne yalan söyleyeyim ben de inanıyordum bu bağlantıya. Sorgulamadan kabul etmek çok kolay çünkü. Kafamda soru işareti yakan 2 dizi oldu bu konuda.

Biri Jin adında 1800ler dönemini anlatan şahane bir Japon dizisiydi. Bir hastadaki göğüs kanseri anlatılıyordu bir bölümde??? A aa o dönemde göğüs kanseri var mıydı? Hani bu yüzyılın kimyasal patlamasınn sonucuydu kanser??

Daha sonra Downton Abbey adında 1. dünya savaşı dönemini anlatan bir dizi izlediğimde de göğüs kanseri konusu karşıma çıktı.

Kafamda bir soru işareti yandı, araştırmaya başladım KANSERİN TARİHÇESİNİ. Bu konuda çok fazla Türkçe kaynak yok ama kanserin tarihi ta Mısır firavunlarına, hipokrata dek dayanıyor.....Demek ki BEYNİMİZE SOKMAYA ÇALIŞTIKLARI her şey DOĞRU DEĞİL.

Hadi ha bire yediğimiz,içtiğimize saldırıyorlar. Oturduğumuz evler, pvc pencereler, kullandığımız boyalar....Ne kadar kaçabiliriz....Kerpiç evlerde, kireç boyalar kullanılan evlerde kalan kim kaldı. Kaldı ki onlar da ölmedi mi?....

dinozor beğendi.
Emine Akman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 14:27   #64
Ağaç Dostu
 
Lilium's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-05-2008
Şehir: Balıkesir Gönen
Mesajlar: 7,546
Galeri: 106
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi h_dogan Mesajı Göster
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum.
Aynen bende inanmıyorum, inanmıyorum derken türkiyede yapılana inanmıyorum, bir taraftan verilen zehirlerle zararlılar öldürülürken üremesi az olan faydalılarda öldürülmekte, doğadaki dengeyi bozduk ortalık zararlıdan geçilmiyor.

Diğer taraftan verdiğimiz zehir ve gübrelerle toprağımızı bozduk bir çok mantari hastalık türedi, bu durumlar varken ticari anlamda doğal organik tarım yapılabileceğine inanmıyorum.

Hiç mi yapılamaz, yapılabilir,

Örnek: ahmet bey bahçesine 10 kök 20 kök domates eker ve hiçbir zirai ilaç gübre vermez ve ilaç vererek bir kökten 5 kg domates alabilecekse ilaç vermeyerek 0.5 kg alır (Belkide hiç alamayabilir) ve bunu yer bu doğaldır, ama bunu ticari yapıyorsanız bir kilo domatesin kilosu 10 tl den aşağı olamaz, üreticide kendini düşünmek zorunda 5 kilo almak varken belkide hiç ürün alamama rizki varsa ortada aradaki fark da olması doğaldır,

Benim takıldığım Diğer başka bir konu ürününü ilaçlı mücadeleyle üretmeyi tercih ettiysen şu işi de bilinçli yap daima en az zehirle mücadele et, larva dönemlerini takip et, en etkili olacağı dönemde ilacını at, beş kere 8 kere ilaç atacağına bir kere at.

Haziran ayında trakyada bir zeytin üretisiyle biraz sohpetimiz oldu tüylerim ürperdi, daha henüz haziran ayında olmamıza rahmen 8 ilaçlama yapmış, uzatmayayım, neden bu kadar zehir dediğimde ne yapayım abi ürünümmü mahvolsun,
-İnsanları mahvediyorsun ya
- Banane insanlardan benim ürünüm bahvolursa ben biterim.

Lilium Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 14:56   #65
Moderatör
 
h_dogan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-07-2007
Şehir: Adana
Mesajlar: 6,003
Galeri: 22
Bizim ülkemizde çiftçiler maalesef fakir. (Genel olarak söylüyorum elbette zengin-büyük çiftçiler de var.)

Üreticiler ektiklerinden para kazanamzlarsa nasıl geçinecekler? Bir de bir sezon para kazanamama gibi bir lüksleri de yok, çünkü gırtlağa kadar borca batmış durumdalar. Bazıları ne kadar da ülkemiz büyüyor dese de hepsi rakamlarda yani sanal kısaca fos.

Birkaç sene öncesine kadar ülkemiz tarım ürünlerinde kendine yeten birkaç ülkeden biriyken şimdi samanı bile ithal ediyoruz. Şimdi buna da Allah'ın takdiri diyecek vardır ama ben de onlara Allah bize akıl vermiş diyorum. Aklımızı kullanıyor muyuz? Tabi ki de hayır. Elalem yapıyor biz sadece alıyoruz...

Adamlar genetik kaynakları bizden topladılar, onlar üzerinde çalışıp hibritlediler (GDO ile karıştırmayalım farklı şeyler) şimdi de bize milyonlarca dolara kazıklıyorlar. Bu Allah'ın takdiri değil kusura bakmasınlar bizim salaklığımız. Genetik kaynaklarımızın kıymetini bilmiyoruz adamlar cehennemin dibinden gelip ülkemizden bitki materyallerini ülkelerine götürüyorlar biz uyuyoruz. Sonra vay adamlara bak ne kadar fiyata tohum satıyorlar diyoruz.

Böyle olduğumuz sürece ve de görünen o ki daha çok sırtımıza binerler. Tohum konusunda da teknoloji konusunda da. Biz bir kamyon tarım ürünü gönderip birkaç tane bilgisayar alabiliyoruz o parayla adamlar 1 kamyon mal gönderip bizim 1 yıllık kazancımızı alıyorlar. İstatistik bilgileri tam bilmiyorum, genel olarak söylüyorum.

Organik tarım da bazı kesimlerin ürünlerini daha pahalı satmak için uydurdukları bir üretim biçimi. Tabi bana göre, isteyen inanabilir ben inanmıyorum.

Her ne kadar organik deseler de %100 organik ilaçlar kullanyorlar. Bazı istisnalar var ve bunlar nedense artıyor!...

Organik ürün yetiştirecekseniz şehir ortasında üretmeniz mümkün mü sizce? Bir kere hava temiz değil diğer şeyleri saymadan önce. Yağmur yağsa asit yağacak, ürünler mahvolacak.
Sertifika alacaksınız, sizce ne kadar güvenilir?
İlaçlamaları, gübrelemeleri vs kayıt altına alacaksınız? Uygulamaların kayıt altına alınması ülkemizde sizce ne kadar inandırıcı?

Organik ürün değil de kontrollü üretim yapsak eyvallah derim. Sn. liliumun da dediği gibi bilinçli ilaçlama, gübreleme, toprak işleme, münavebe vb. işlemler kayıt altına alınıp ama ilk önce her şey planlanıp üretim yapılırsa eyvallah. Bu koşullarda ne organik üretim ne de kontrollü üretim yapılabilir.

Organik ürün yemek isteyenler dağlardaki kendi kendine yetişen meyvelerle bu isteklerini giderebilirler ancak.

Acınacak durumdayız ve bu sadece insanların suçu.

h_dogan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 15:57   #66
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Organik tarım ile ilgili görüş ifade eden mesajları buraya taşıdım.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi h_dogan
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum. Bunu her seferinde de söylüyorum.

Her şey bitkilerde var o ayrı ama organik üretim diye bir şey yok bence. Hepsi milleti daha fazla yolmak için yapılan oyunlar.
İnanmıyorum derken, "gereksiz, lüzümsuz" anlamında mı? Yoksa uygulamasının zor olmasını, ülkemiz şartlarında uygulanamayacağını mı kastediyorsunuz?

Çok özetle organik besin ve bitki üretiminin iki temel boyutu var. Biri bitki besleme, diğeri zararlılar ve hastalıklarla mücadele.

Bitki besleme toprak ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile bir konu, nisbeten dolaylı sayılır, şimdilik bir kenara koyalım. Zararlı ve hastalıklarla mücadelenin nasıl yapıldığı ise deyim yerindeyse damardan ilgili. Pestisitler, pestisit kalıntıları, "izin verilen" kalıntı miktarları, pestisitlerin doğadaki diğer canlılara etkilerinin dışında, özellikle kronik hastalıklarla ilişkileri, vs.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi h_dogan
Organik ürün yetiştirecekseniz şehir ortasında üretmeniz mümkün mü sizce? Bir kere hava temiz değil diğer şeyleri saymadan önce. Yağmur yağsa asit yağacak, ürünler mahvolacak.
Sertifika alacaksınız, sizce ne kadar güvenilir?
İlaçlamaları, gübrelemeleri vs kayıt altına alacaksınız? Uygulamaların kayıt altına alınması ülkemizde sizce ne kadar inandırıcı?
Bu durumda şehirde hava temiz değil, nasıl olsa tam organik olması mümkün değil, bol bol sentetik toksik pestisit kullanılmasında bir sakınca yoktur şeklinde algılanıyor.

"bilinçli ilaçlama" dediğiniz şeyin adına da sanırım şimdilerde "iyi tarım" diyorlar. Temel aldığı şey de kalıntı miktarlarının "izin verilen limitlerin" üzerine çıkmamasını sağlamak. Bu limitler ise çoğunlukla bu kalıntılı besinler tüketildiğinde "akut" etkilerin görülmemesini sağlayacak seviyeler.

Bir üyemiz bazı kanser türlerinin eski mısırda bile görüldüğünü, dolayısıyla bugünkü kanserlerin (genel olarak kronik hastalıklar da kastediliyor sanırım) pestisitlerle ilgili olamayacağı anlamında büyük harflerle pestisitlerin kronik hastalıkların artmasındaki rolünün bir bakıma yalandan ibaret olduğu hakkındaki inancını nakletmiş (bu konuda Türkçe araştırma var mı bilmiyorum, muhtemelen yoktur çünkü öyle bir kurum da yok, ama dünyada yeterince bilimsel araştırma var).

Bir başka üye de, organik üretimin marjinal tutulmasında propoganda aracı olarak çokça kullanılan masallardan bir versiyon kullanarak toksik pestisit kullanılarak beş kilo alınan ürünün kullanılmadığında yarım kiloya düşeceği mesajını vermiş. Organik ürünlerin yamuk yumuk, kurtlu olduğu mesajı da benzeri şekilde çokça verilmeye çalışılan bir mesaj. Fakat doğru olmaktan bir hayli uzak.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 16:10   #67
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Ben de organik tarım kavramını kabul etmeyenlerdenim.

Organik tarım ve ürün kartelleri kimyasal maddelerin kullanılmadığı ve % 100 dış etkiden arınmış, steril kaynaklarda tarım yöntemlerini bir algı yönetimi ile pompalayarak beraberinde bir inorganik tarım ve gıda algısına neden olmuş, bu furya üzerinden de yıllardır yüksek kazançlar elde etmişlerdir. Parlak etiketler, süslü ambalajlar ile organik ürünleri sun, takip sistemini kurduğunu iddia et ve parayı topla. Dünya topraklarında maalesef doğal kaynakları kirlenmemiş çok az küçük alan bakir olarak geriye kalmıştır. Bu alanlarda da coğrafi ve ekonomik koşullardan dolayı tarım yapılması ve ürün eldesi şimdilik mümkün değildir. Çevre ve doğal kaynaklar bir birleri ile bütünleşik koşulları taşır. Misal vermek gerekir ise bir yerdeki ağır metal bir başka bölgeye yağış, yer altı suları ve fiziksel etmenler ile çok hızlı bir şekilde taşınabilmektedir. Doğa ile uyumlu, karbon yükünü azaltabildiğin bir sistem kurabildiğin zaman organik yapıdan bahsedebilirsin. Tabi bunun için o yapı içinde insanın yer almaması gerekliliği vardır. Organik tarım, amerikan sistemli bir ifade olduğundan amerikanın her şeyinde olduğu gibi bu da saçma bir tanımlama olarak literatüre girmiştir. Bu üretim biçimini tek karşılayabilecek ifade doğal ürün kavramıdır. Yani % 100 doğal değil, ancak kendi koşullarında iyi tarım uygulamaları ile üretilmiş kontrollü, doğal müdahale araçlarının kullanıldığı ürün anlamındadır. Doğal üretim yapılan köylerimize gelen organikçiler zaten doğal olan kaynakların ve döngünün kullanıldığı üretim alanında ek ücretli organik yan sanayi ürünleri takviyesi yapar, verin şu kadar euroları der ve karşılığında da küçük bir sertifika verir, daha çok kazanacaksınız derler. Her değişiklik, her aşama euro demektir. Ürünleri ve uygulamaları da tanımlı takip sistemine aldıklarını söylerler ama ben meslek hayatımda hiç metrik ve parametrik bir sistem kurduklarını göremedim. Diğer gruplar ise kimyasal ürünlerin mümessilliğine soyunur, adeta bu alanda birbirleri iler yarışırlar.

Bilinçli tüketicinin yapması gereken; imkân dâhilinde, bilinçli üretici veya firma edinmesi ve yerel ürüne talepte bulunmasıdır.

Esen kalın.

Emine Akman beğendi.
ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 16:53   #68
Moderatör
 
h_dogan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-07-2007
Şehir: Adana
Mesajlar: 6,003
Galeri: 22
Sn. Meyvelitepe ben organik tarıma her şeyi paraya dönüştürmek olarak bakıldığı için inanmıyorum. Çünkü organik tarım adı altında amaç daha yüksek fiyata ürünleri insanlara satmak. Bunun için de bir sürü kural koymuşlar ama kuralların içinde de organik olmayan ürünlerin pestisit olarak kullanılabileceği var.

Demem o ki eğer bir ürün organikse tümüyle organik olması lazım. Hiçbir şekilde kimyasal kullanılmamalı.

Ürünleri yamuk yumuk olması ise saçma, bizim kendi yetiştirdiğimiz yerel çeşitlerin şekli gayet düzgün. Onlardan yetiştirerek organik de olsa düzgün meyvelerimiz olur.

Kanserle ilgili sadece pestisitler suçlu değil, insanlar para için her şeyi yapıyorlar ama sonunda bela yine kendilerini buluyor. Bir anlık gaflete düşüyorlar ama sonuç hüsran oluyor.

Kanserin çok eskilerden beri olması normaldir ama çoğalmasının bir çok nedeni var. Çevresel koşulların bozulması öncelikli bence. Sonra diğer faktörler de var tabi ama artık vücut çevreye karşı hassaslaştı daha çok hastalanıyoruz.

İyi tarım uygulaması her şeyin kontrollü olarak ve kayıt sistemiyle üretim şekline dayanıyor. Kalıntı problemi için mutlaka son ilaçlama ve hasat arasındaki süreye uyuluyor. Tabi öyle söylüyorlar ama biz analiz edemediğimiz için de inanmak zorundayız ya da almayacağız.

Benim ise en büyük derdim insanlarımızın malesef bu konuya duyarsız oluşu. Şimdi biz burada yazışıyoruz ama çoğu insan hatta en çok da çiftçilerimiz bu pestisitler konusunda bilinçsiz. Adamlar ilaçlama yapıp arkasından ürünü toplayıp pazara gönderiyorlar. Yani bizde malesef eğitim sorunu var.

Bir örnek vereyim. Amcamın bahçesini ilaçlayacaktım amcam dedi ki kaç gün koparmayalım? Ben de amca en az bir hafta toplama bir şey. Yanımızda da babamın kuzeni vardı. O dedi ki yahu ne olacak ben her zaman yiyorum bir şey olmuyor. Siz de yeyin bir şey olmaz. Ben ne kadar laf anlatmaya çalışsam da dinlemedi beni ama amcama siz yemeyin dedim. Genelde de dinler beni.

Bizim insanlarımız başına gelmeden bir şeyin kötü olabileceğine malesef inanmıyor.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Organik tarım ile ilgili görüş ifade eden mesajları buraya taşıdım.



İnanmıyorum derken, "gereksiz, lüzümsuz" anlamında mı? Yoksa uygulamasının zor olmasını, ülkemiz şartlarında uygulanamayacağını mı kastediyorsunuz?

Çok özetle organik besin ve bitki üretiminin iki temel boyutu var. Biri bitki besleme, diğeri zararlılar ve hastalıklarla mücadele.

Bitki besleme toprak ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile bir konu, nisbeten dolaylı sayılır, şimdilik bir kenara koyalım. Zararlı ve hastalıklarla mücadelenin nasıl yapıldığı ise deyim yerindeyse damardan ilgili. Pestisitler, pestisit kalıntıları, "izin verilen" kalıntı miktarları, pestisitlerin doğadaki diğer canlılara etkilerinin dışında, özellikle kronik hastalıklarla ilişkileri, vs.



Bu durumda şehirde hava temiz değil, nasıl olsa tam organik olması mümkün değil, bol bol sentetik toksik pestisit kullanılmasında bir sakınca yoktur şeklinde algılanıyor.

"bilinçli ilaçlama" dediğiniz şeyin adına da sanırım şimdilerde "iyi tarım" diyorlar. Temel aldığı şey de kalıntı miktarlarının "izin verilen limitlerin" üzerine çıkmamasını sağlamak. Bu limitler ise çoğunlukla bu kalıntılı besinler tüketildiğinde "akut" etkilerin görülmemesini sağlayacak seviyeler.

Bir üyemiz bazı kanser türlerinin eski mısırda bile görüldüğünü, dolayısıyla bugünkü kanserlerin (genel olarak kronik hastalıklar da kastediliyor sanırım) pestisitlerle ilgili olamayacağı anlamında büyük harflerle pestisitlerin kronik hastalıkların artmasındaki rolünün bir bakıma yalandan ibaret olduğu hakkındaki inancını nakletmiş (bu konuda Türkçe araştırma var mı bilmiyorum, muhtemelen yoktur çünkü öyle bir kurum da yok, ama dünyada yeterince bilimsel araştırma var).

Bir başka üye de, organik üretimin marjinal tutulmasında propoganda aracı olarak çokça kullanılan masallardan bir versiyon kullanarak toksik pestisit kullanılarak beş kilo alınan ürünün kullanılmadığında yarım kiloya düşeceği mesajını vermiş. Organik ürünlerin yamuk yumuk, kurtlu olduğu mesajı da benzeri şekilde çokça verilmeye çalışılan bir mesaj. Fakat doğru olmaktan bir hayli uzak.

ozanemre ve Emine Akman beğendi.
h_dogan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 18:19   #69
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ozanemre
Organik tarım ve ürün kartelleri kimyasal maddelerin kullanılmadığı ve % 100 dış etkiden arınmış, steril kaynaklarda tarım yöntemlerini bir algı yönetimi ile pompalayarak beraberinde bir inorganik tarım ve gıda algısına neden olmuş, bu furya üzerinden de yıllardır yüksek kazançlar elde etmişlerdir.
Bu ne demek?

"Organik tarım ve organik ürün"ler mi kartelleşmiş? Yanlış anlamıyorum değil mi? Bu kartellerden bir kaç örnek daha iyi anlamamız için iyi olurdu. "Steril kaynak" nedir bilmiyorum ama, söylediğinize göre bu organik kartelleri sentetik toksik pestisitler ve bunların kalıntılarına karşı bir algı yönetimi yaparak kalıntılı gıdayı kötülemiş, bu sayede çok çok paralar kazanmış anlamında söylüyorsunuz.

İlginç bir tez. Destekleyecek araştırmalar, bilgiler bulgular varsa ve sunarsanız boşuboşuna bahçede zehir kullanmayacağız diye kendimizi paralamayalım, dükkanlar dizi dizi zehir dolu, çok da ucuz.

acolkesen ve YeniBON beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 19:03   #70
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Araştırma bilgi, bulguları ve ilgili tezleri sömürü sistemini yıkıp, akademik kadrolarımızı ve araştırma deneme alanlarımızı geri aldığımızda paylaşırız. Biraz beklemeniz gerekecek tabi, çünkü mesleki kurtuluş savaşı ve liyakat mücadele yıllarındayız.

Esen kalın.

ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 19:18   #71
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi h_dogan
kuralların içinde de organik olmayan ürünlerin pestisit olarak kullanılabileceği var
Söz gelimi?

Özel bir şeyi düşünerek mi bunu söylediniz bilmiyorum. Ben bir tane söyliyeyim.

"Potasyum bikarbonat" ancak kimyasal bir işlem sonucunda elde edilir ama dünyada organik tarımda kullanımına izin vardır. Bu malzeme etkili bir fungusit olarak kullanılır. İşlevi, solusyonu alkali yaparak mantar sporlarını öldürür. Bir yağ ile beraber kullanılırsa funguslara karşı daha da etkili olur. Doğru dozda kullanılır ise fitotoksite de yapmaz.

Bu malzeme aslında bir kabartma tozudur, gayet güzel sodyum bikarbonat yerine kullanılarak kek yapılabilir. Dolayısıyla funguslar dışında canlı hayata, havaya, suya toprağa, yiyenlere bir etkisi yoktur. Ne akut, ne de kronik bir etki yaratmaz. Normalde mutfaklarımızdaki baharat raflarında yer alması gereken bir malzemedir.

Bu malzeme organik tarımda kullanılmaz ise ne olur? Ya da kimyasal prosesden geçerek elde edildiği için kullanılmamalı mıdır? Bunun yerine içinde penconazole de bulunan, herkesin bol bulamaç kullandığı bir fungusit kullansak daha mı iyi olacaktı. Üstelik penconazole düşük akut toksik olarak işaretlenmiş bir içerik ama daha yeni tiroid kanseri ile ilişkilendirildi.

Organik üretimden benim anladığım sürdürülebilir ve, toprak, su, hava ve ekolojiye olumsuz etkisi minimum, tüketenlerde gıdanın kendi doğal içeriğinin etkileri dışında fazladan akut ve kronik bir etki yaratmayacak şekilde limitin altı üstü denilmeden tüm kalıntılardan ari bir üretim metodudur.

Organik tarımın resmi uygulaması üst paragrafta yaptığım basit tanımdan biraz daha farklı. Sertifika uygulaması üreticinin ne nasıl ürettiğinin bilinmediği durumda tüketici için bir güvence olmakla beraber, ülkelerin genel tarım politikalarında sertifika ile beraber organik tarım girdilerinin kısıtlılığı, doğayı tahrip edip kirletmeye yönelik çevre politikaları organik tarımı hep marjinal ölçekte tutmaya yönelik. Söz gelimi organik insektisit olarak çok bilinen azadirachtin içerikli bir girdinin litresi 250 TL civarındayken kutusu 15 liraya organofosfat alabilirsiniz. Üstelik azadirachtin içerikli olanı dükkanlarda ya hiç bulamazsınız ya da zor bulursunuz.

Ülkemizdeki resmi tarım talimatlarına bir bakın, zehir kullanımınından kaçınılacak yöntemleri (var olduğu halde) önermezler. Yeni mezun ziraat mühendisimiz evde yetiştirilen çiçekteki zararlıya bile göğsünü gere gere organofosfat önerir. Bir arkadaşımız kartellerden bahsetmişti. Evet, sanırım kartellerden bahsedilebilir, ama hangi kartellerden? Devletlerin tarımdan sorumlu tüm organlarını teslim almış, buna göre politikalar üreten, eğitimi buna göre düzenlenmiş, şirketleri bayi ağları, rafları, broşürleri, çiftçi eğitimleri buna göre şekillendirilmiş global bir kaç şirketin yönettiği kartellerden bahsedebilmek için yeterli (aslında bitmez tükenmez) kaynak var.

Peki böyle bir ortamda organik tarım hala niye var? Tamamen bitirilmemiş olmasının tek bir sebebi var. Bahsettiğim zincir içindeki yönetenler sadece organik gıda ile besleniyorlar, onlar için bu kadarı hem gerekli hem de yeterli.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 19:20   #72
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ozanemre Mesajı Göster
Araştırma bilgi, bulguları ve ilgili tezleri sömürü sistemini yıkıp, akademik kadrolarımızı ve araştırma deneme alanlarımızı geri aldığımızda paylaşırız. Biraz beklemeniz gerekecek tabi, çünkü mesleki kurtuluş savaşı ve liyakat mücadele yıllarındayız.

Esen kalın.
Var olduğunu söylediğiniz, işlevini detaylı olarak tarif ettiğiniz kartellerden bir iki tanesinin adını vermek çok da zor olmamalıydı.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 19:50   #73
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Var olduğunu söylediğiniz, işlevini detaylı olarak tarif ettiğiniz kartellerden bir iki tanesinin adını vermek çok da zor olmamalıydı.
Var olduğunu söylediğim, herkes tarafından da var olduğu bilinen, işlevini ise detaylı olarak tarif etmeye bile henüz başlamadığım çok uluslu şirketlerin bir iki tanesinin adını vermek inanın çok da zor geliyor. Canı gönlüm de öyle arzu ediyor. Piyasada araştırarak çok kolay ulaşabileceğiniz kaynaklar ve sonuçlar mevcut. Organik düşüncenin ve organik yaşamın temelinden sakat olduğunu cümle alem biliyor. Çünkü işin içinde bilinen şirketler ve büyük karlar vardır. Yüksek kültürlü ve sağlam yapılı olduğu halde, hayatta isteği kalmamış olduğu için intihar eden insanlar gibi biz de büsbütün Türk Tarımını bu şirketlere mi terk edelim. Asla…

Şimdi organik sektöründen ne kazandık diye soralım.

-7 den 70 bahsedilen organik ürünler ile çok uygun fiyatlara sağlıklı beslenme şansımız var mı?
-Her tarım üreticisi, üretimin her aşamasında organik tarım sisteminin uydurulmuş nimetlerinden yararlanabiliyor mu?
-Organik Tarımın, Tarım ekonomisi içindeki payı nedir? Kimler bundan kar sağlıyor?
-Dünyada bugün organik üretimden bahsediyor isek bundan önceki üretimlerimiz inorganik miydi?
…………

Vay bizim halimize…

ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-08-2014, 22:36   #74
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ozanemre Mesajı Göster
Var olduğunu söylediğim, herkes tarafından da var olduğu bilinen, işlevini ise detaylı olarak tarif etmeye bile henüz başlamadığım çok uluslu şirketlerin bir iki tanesinin adını vermek inanın çok da zor geliyor. Canı gönlüm de öyle arzu ediyor. Piyasada araştırarak çok kolay ulaşabileceğiniz kaynaklar ve sonuçlar mevcut. Organik düşüncenin ve organik yaşamın temelinden sakat olduğunu cümle alem biliyor. Çünkü işin içinde bilinen şirketler ve büyük karlar vardır. Yüksek kültürlü ve sağlam yapılı olduğu halde, hayatta isteği kalmamış olduğu için intihar eden insanlar gibi biz de büsbütün Türk Tarımını bu şirketlere mi terk edelim. Asla…

Şimdi organik sektöründen ne kazandık diye soralım.

-7 den 70 bahsedilen organik ürünler ile çok uygun fiyatlara sağlıklı beslenme şansımız var mı?
-Her tarım üreticisi, üretimin her aşamasında organik tarım sisteminin uydurulmuş nimetlerinden yararlanabiliyor mu?
-Organik Tarımın, Tarım ekonomisi içindeki payı nedir? Kimler bundan kar sağlıyor?
-Dünyada bugün organik üretimden bahsediyor isek bundan önceki üretimlerimiz inorganik miydi?
…………

Vay bizim halimize…
Bir kaç global şirket ben sayayım Söz gelimi Bayer, Dow Chemical, Monsanto, Sygentia, DuPont, Basf, Makhteshim Agan, Nufarm, Sumitomo Chemicals, Arysta Lifescience. Bunlar dünyadaki pestisit cirosunun %89'unu yaparlar. 2014 yılı için tahmin edilen pestisit global satışı 55 milyar dolar. Pestisitler içinde de en büyük oran herbisitlere ait. Avrupa ülkelerinde yağan yağmurda, insanların idrarında dahi glyphosate bulundu (bizde tahlil eden yok zaten).

Türk tarımını "organik karteller"e (her kimseler) teslim etmemek adına saydığım şirketlerin zaten 60 yıldır ellerinde bulundurduğu tarımı (politikaları, eğitimi, pazarı, bayileri vb. her şeyiyle) teslim etmeyelim, sahip şirketlerin başları ağrımasın, satışlarındaki artış hızları organikmiş, doğalmış, zehirsizmiş vs. safsatalarıyla azalmasın(!) kârlarına helal gelmesin(!)

Toplum zaten ucuzuna parlağına kırmızısına bakıyor. Şimdilerde yeni moda çıkardılar kalıntı filan diye, neymiş kanser yaparmış, vücutta birikirmiş, akıl hastalıklarına, parkinsona, bağışıklık sistemi hastalıklarına, defect doğumlara (şirketler tohumuna para saymıyor nasılsa) ve sonradan ortaya çıkan bir çok kronik hastalığa sebep olurmuş(!). Kanser eski mısırda bile varmış zaten. Pestisit sebebiyle hastalık filan, zaten külliyen yalan(!).

Eski mısırdan bu yana kanser oranları nasıl artmış bir istatistik yok ama Dünya Sağlık Örgütü bu günden 2020'ye kanserlerin %50 artacağını söylüyor, ne gam, bilmem kaç senedir yediği kalıntılı gıdanın etkisini kimse tesbit edemez nasılsa. Zaten bu şirketlerin büyük bir çoğunluğu aynı zamanda insan ilaçları da üretiyor ve en kârlı olanlar da kronik hastalık ilaçları. Böylece para parayı çeker

Ha, arada bir mikrobun biri tutup bir araştırma yapar, sağlam bir sonuç çıkarır, sonucunda da bu masum şirketlerin o güne kadar övünçle sattıkları, yayınladıkları broşürlere göre eğitim tezgahından geçmiş, bedava pazarlamacı olarak kullandıkları genç mühendisleri kullanarak onlarca yıl topluma yedirmiş oldukları bir ilacı yasaklarlar. Ne kötü! gitti yeni kârlar. O zamana kadar bunu yemiş, solumuş olanlar ne olacak? Boşver, hesabı mı olur.

Avrupada tarım alanlarının toplamının %4,3'ünde organik tarım yapılıyormuş (2008). Bazı ülkelerde %9'a kadar çıkmış olsa da ortalama böyle. Ülkemizde herhalde yüzde yarımı bulmamıştır. Sadece ilgili yönetici takımının ailelerine yetecek kadar. Fakat son bir kaç yıldır şehirli genç anneler çocuklarına limitin altı üstü bakmadan kalıntısız gıda yedirmek istiyor. Bu yüzden tarımın sahibi şirketler ve sistem aleyhine organik gıda talep ediyorlar. Bulabiliyorlar mı? Çok zor.

Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış.

Korkmanıza gerek yok yani

Not: Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).

Bu yıl bizdeki sene asya armutları (organik) kabaca bir kamyon armut verdi. Güç bela yarısına yakınını dağıttım (bedava). Diğer yarısı hala ağaçların üzerinde arılar yiyiyor (bal arısı olsa neyse, hornet denilen serçe kadar arılar

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-08-2014, 01:19   #75
Ağaç Dostu
 
Lilium's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-05-2008
Şehir: Balıkesir Gönen
Mesajlar: 7,546
Galeri: 106
Anlatılan propaganda masalına güzel cevap olmuş, Teşekkür ederiz.

Alıntı:
Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
Tarım dışı gelirleri olanlar için bu işi yapmak hobidir keyfiyettir ya da bir şeyi başarma becerme yetiştirme mücadelesidir, (Türk çiftçisi bunlara tuzu kurular diyor) her türk çiftcisinin tarım dışı geliri olsa bazıları gibi uzayda patates yetiştirir, çiftçi bir yıl ürün alamadı mı borçlardan dolayı haciz kapıdadır,
Bölgemde çeltik üreticiliği yapılıyor daha harmanda kaça paça satıp borçlarını ödeyebiliyorsa ondan iyisi yok,

Bazı yan gelirleri olanlar için her şeyi yapmak konuşmak o kadar kolay ki,

Konuşmaktan daha kolay bir şey var mı?

syıldıran beğendi.
Lilium Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-08-2014, 03:02   #76
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Zehir kullanırsan bir bitkiden 5 kilo domates alırsın, kullanmazsan belki 0,5 kg, belki de hiç alamazsın. Bitkisi, miktarları değişse de tam zehir propogandacılarının anlattığı masaldır ve tabii ki koca bir yalandan ibaret. Bunların en berbatları da zehirlere aslında karşıymış gibi görünüp başka çare de yok diyerek o rotayı gösterenler olsa gerek.

Alıntı:
Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
Bunu alıntılayıp propoganda masalına cevap olarak algılamak her nasıl bir mantıksa artık Bu çiftliklerden biri 100 dekar, diğeri 180 dekar arazi üzerinde sertifikalı organik tarım yapar, taze ürünlerini doğrudan bunları talep edenlere ulaştırır. Her iki çiftlik de atalık tohumlarını kullanır, ellerindeki tohumları da gönül rahatlığı içinde paylaşırlar.

Tuzları kuru mudur? Hayır değildir, yaptıklarından iyi kötü maliyetlerini kurtaramazlarsa çiftlik dönmez, kapatmak zorunda kalırlar.

Tuzu kuru olanlar daha çok benim gibiler Tarımın doğrudan veya dolaylı gelir kaynağı olması yerine tamamen gider noktası olduğu, aile, akraba ihtiyacından fazlasını üretmemek için özel gayret gösterenler, hasbelkader fazla üretilenleri de gönül rahatlığı içinde çürümeye bırakabilenler olsa gerek.

Gevezeliği herkes yapabiliyor ama belki de bu sayede zehir sektörünün propogandacısı olmadan yapabiliyorum, zehirli üretim şart değildir diyebiliyorum, "bazıları" gibi uzayda patates yetiştirmeyi düşünmesem de araştırma yapıp, rahat rahat bir şeyler hayal edip olur mu diye bakabiliyorum. Ha, çıkıyor da bir şeyler, bir çok kişi de faydalanıyor bundan. Artık trabzon hurması bile değerlenmeye başlandı memlekette, borsasını bile kurdular (ne yazık ki yurdum tacirleri gürcistandan ithal etmeye de başladı).

Çiftçiye gelince, daha da ilginç (aslında ilginç olmaktan çok ülkenin yapılmış gerçeği) şeyler de gördüm. Adamın 500 dekar toprağı var, tahıl tarımı yapıyor, traktörüne koyacak mazot parasını bulamıyor. Harmanda tahılı satıyor, tefeci borçlarını ödüyor, kalan üç beş kuruşu şehre gidip bir haftada bitiriyor. Bütün seneyi de karısının harmandan çaldığı bir kaç çuval ile geçiriyor. Düzen tastamam, her şey bir güzel örgülenmiş (ayni ile vaki).

Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegomonyasından çıkarılması gerekir.

Kalıntı riski olmayan gıdaya ulaşabilmek herkesin hakkıdır. Bunun daha fazla engellenmesi, zorlaştırılması haksız bir durum.

Eğitimli şehirli yeni nesil artık dünya kaynaklarından okuyup bilgileniyor, taleplerini buna göre şekillendiriyor. Zehir propogandacılarının her türlü telkinine rağmen talebin artması ister istemez üretimi de tetikliyor. Üretimin artması girdi ürünlerin hacmini arttırarak teminini de arttırıp fiyatlarının normalize edilmesini de zaman içinde sağlayacak. Nitekim artık organik girdilerde bir kısım biyolojik girdi dışında pek çok şey bulunabiliyor. Hacim artınca uyanık yurdum tacirleri bunu da kaçırmaz, dürüst yaptıkları, hileye hurdaya sapmadıkları müddetçe sorun yok.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-08-2014, 04:53   #77
Ağaç Dostu
 
Lilium's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-05-2008
Şehir: Balıkesir Gönen
Mesajlar: 7,546
Galeri: 106
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster

Tuzları kuru mudur? Hayır değildir, yaptıklarından iyi kötü maliyetlerini kurtaramazlarsa çiftlik dönmez, kapatmak zorunda kalırlar.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
(biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir).
İnşallah yem bitkisi de doğal organiktir.

Cevap benim için yeterli teşekkür ederim, Başka bir taraflara çekiştirmenize gerek yok, mesaj buradadır propagandamı yapmışım,zehirlere karşımışım görülüp rotamı göstermişim okuyucular üyeler akıl fikir yürütemiyor da sizi akıl hocası mı tuttular, okurlar yanlıştır doğrudur karar verirler..

Üye fikir ve düşüncelerini yanlış veya doğru paylaşamayacak diye forum kuralı varsa moderatörsünüz buyrun silin.

Bu şartlarda Organik tarıma inanmıyorum. Zorla mı ikna edeceksiniz..

syıldıran ve ykaya194 beğendi.
Lilium Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-08-2014, 09:27   #78
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Lilium Mesajı Göster
İnşallah yem bitkisi de doğal organiktir.

Cevap benim için yeterli teşekkür ederim, Başka bir taraflara çekiştirmenize gerek yok, mesaj buradadır propagandamı yapmışım,zehirlere karşımışım görülüp rotamı göstermişim okuyucular üyeler akıl fikir yürütemiyor da sizi akıl hocası mı tuttular, okurlar yanlıştır doğrudur karar verirler..

Üye fikir ve düşüncelerini yanlış veya doğru paylaşamayacak diye forum kuralı varsa moderatörsünüz buyrun silin.

Bu şartlarda Organik tarıma inanmıyorum. Zorla mı ikna edeceksiniz..
İstediğinize inanırsınız, sizi ikna etmek gibi lüzumsuz bir şeyi kim ne diye yapsın.

Siz uluorta zehir propogandası yapacaksınız da üyeler bunun bir yalandan ibaret olduğunu söyliyemiyecek mi? Söylerse, "üyeler sizi akıl hocası mı tuttu" diyeceksiniz, öyle mi?

acolkesen ve Remlak beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-08-2014, 12:34   #79
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Sayın Meyveli Tepe öncelikle edep ve terbiye seviyesinde siz büyüklerime saygısızlık ettiysem şimdiden affediniz.

Gelelim ifadeleriniz ve görüşleriniz için vereceğim cevaplara.

Organik tarım sektörünü de saydığınız küresel şirketler yönetmektedir. Bu aileler zaten “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” garabetinden bir türlü vazgeçmezler. İyi ya ben de 60 yıldır kurtuluş savaşı verdiğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Yani Cumhuriyet daha henüz kurulamamıştır. Çünkü Milli mefahirden yoksunuz. Sizlerle aynı şeyi savunuyoruz, ancak dil ve ticari uygulamalar konusunda anlaşamıyoruz. Soma faciası sonrası yüzyıllar öncesinden felaket misaller veren erk ve yarım münevverlerin olduğu bir ülkede, eski Mısır'daki kanserden bahsedilmesi gayet normal. Avrupa'da yapılan permakültür faaliyetleri ve doğal tarım uygulamaları organik tarımın kat kat üstündedir. Avrupa'da benim de uzmanlık alanım olan agroforestry (sosyal ormancılık-orman içi tarımı) faaliyetleri bile organik tarımın kat kat üzerindedir.

“Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış.” Bu tespit ve ifadelerinize katılıyorum. Bu nedenle bu sektörün yatırımcı ruhlu değerli insanları felakete götürdüğünü ifade ediyorum. Çevremde bu nedenle hayatları kararan kaç değerli insan oldu. Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılar. Tabi bu yaşanan hakikati çok öncesinde görenler çıkmamış değildir, fakat susturulmuşlardır.

“Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegemonyasından çıkarılması gerekir.” Bu ifadelerinize de organik tarım algısının ortadan kaldırılarak yerini doğal tarım ifadesinin konulması gerekliliği ile sonuna dek katılıyorum.

Ülkemizde zirai mücadele ilaçları, ticari gübre, hormonlar ve diğer sentetik organik maddeler kullanılmadan yapılan üretime; ekolojik tarım, doğal tarım, organik tarım, sürdürülebilir tarım, biyolojik tarım gibi aynı işlemi tarif eden terimler kullanılmaktadır. Bu tarım şeklinin teknik adı ekolojik tarım, Türkçesi ise doğal tarımdır. Yani, doğal yapıyı bozmadan, sentetik ve üretim bandına girerek hazırlanan maddeler kullanılmadan yapılan tarım şekli olduğuna göre herkesin de kolayca anlayacağı ve doğal olarak yapılan tarıma doğal tarım denmelidir. Doğal tarımda hedef; ürünlerde miktarı değil kaliteyi artırmak, insan sağlığını korumak ve doğayı yaşanır halde tutabilmektir, organik tarım sektöründeki gibi euroları organik yanaşmacılarına, piramitçilerine ve sadet zincircilerine kaptırmak değildir. İşte bir çok sektörde olduğu gibi organik sektörünün başındaki gizli yanaşmacılar da bu yaklaşımı kullanarak zaten var olan ve uygulanan doğal tarımın içini boşalttılar. Yani milli servetimizi ve varlığımızı bu alanda da ortadan kaldırdılar.

Tarımda üretim esnasında kültüre alınmış bitki ve hayvanların sağlıklı beslenmesi, korunması ve bakımı insanlar tarafından yapılır. Onun için tarım da bir kaide vardır. Üretilmeyen bir canlının tüketilmemesi de gerekir. Yani hayvancılık bitkisel üretimi, bitkisel üretim de hayvancılığı destekler. Geleneksel tarımda bir taraftan doğal denge bozulurken, tarımsal üretim sağlıklı yapılamamaktadır. Konvansiyonel tarım sisteminde doğa bozulsa da o sistemi yaratanlar için çok önemli değildir. Burada insanların besleneceği kadar üretim yapmak hedeflenmiştir. Gelecek nesillere bozuk ve yaşaması zor bir doğal ortam bırakılması fazla dikkate alınmamıştır. Zira tarım alanlarının amaç dışı kullanılmaları buna en iyi örnektir. Buraya kadar hem fikiriz. Ancak biz tarımın organiği olmaz diyenlerdeniz. Organik madde bitkilerce sentezlenerek veya yerdeki normal atmosfer koşullarında karbon atomunun diğer elementlerle çok sayıda kararlı bileşiğin oluşumunda etkili olarak meydana gelir. Karbon atomu tüm organik birleşiklerin moleküler iskeletidir. Bu maddeler doğal organik bileşikleri oluşturur. İnsanların yapay olarak ürettiği karbon içeren maddelere de sentetik organik bileşikler denir. Bunlarla uğraşan kimya dalına da organik kimya veya karbon kimyası denir.

Organik tarım, doğal tarımsal üretimi tanımlayamamaktadır. Zira o zaman inorganik tarımdan da bahsetmemiz gerekirdi. Doğal tarımda yıllardan beri süren hatalı işlemlerle bozulan doğal dengenin yeniden canlandırılması ve yaşanır bir ortamın oluşturulması esastır. Bu tarım sisteminde toprak canlılarının tür ve miktarını artırmak gerekir. Toprak canlılarının besin kaynağını ortadan kaldıran ticari gübreler ile insan ve doğal hayatı zehirleyen zirai mücadele ilaçları, hormonlar, her türlü sentetik maddeler ile gen teknolojisi yoluyla elde edilmiş bitkilerin de kullanılmaması gerekir. Bu uygulamalar organik sertifikalar alındığı iddia edilen ticari organik sanayi yan ürünleri ve ilaçları için de geçerlidir.

Organik tarım başarısız bir denemeden ibarettir. Hani yeni nesil demokrasi hareketleri gibi…



Organik Tarım;

-Planlı ekim nöbetini üretimde sağlayamamıştır.
-Toprakta organik madde birikimi ve humus formaların oluşumuna katkı sağlayamamıştır.
-Toprakta yer alan mikroorganizmaların yaşamsal döngülerine doğrudan etki sağlayamamıştır.
-Toprağın uygun şekilde işlenmesine katkısı olmamıştır.
-Gübreleme maliyetini düşürmemiştir çünkü kendi sektörünün girdilerini piyasaya pompalamıştır.
-Devamlı olarak kendini yenileyebilecek bir sisteme sahip değildir.
-Flora ve faunanın devamlılığı için bir alternatif koşul sağlayamamıştır.
-Atalık olmayan, atalık tohum şenlikleri oluşturmuş ve tohum bankaları ile de serbest olan gerçek atalık tohumlarını çekmecelere hapsetmiştir.(yıllar önceki kan bağışları projeleri gibi)
-……….

Siz değerli büyüklerime sonsuz saygı duyuyor, emek ve çalışmalarınızdan birçok yerde istifade ettiğimizi bilmenizi istiyorum.

Esen kalın.

acolkesen, YeniBON ve TRAKLI beğendi.
ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2014, 00:56   #80
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
Sn.ozanemre,
Son mesajınızdan anladığım kadarı ile sizin organik üretime eleştiriniz önceki mesajlarınızda anlaşıldığı gibi "sağdan" değil de "soldan"

Görüldüğü gibi, zehirsiz, sentetik toksik pestisitsiz tarımsal besin üretimini küçümseyen, zehir kullanmadan bu işler olmaz, olsa da ürün alınmaz, zaten bu zehirler bir şey yapmaz, kanser de eski mısırdan beri varmış, vs.vs. yıllardır devam eden kartel propogandasıyla aynı çizgiye kolayca düşülebiliyor. Kendi adıma öyle olduğunu düşündüm.

Her şeyden önce tanımda hemfikir olmak gerekir.

FAO'nun tanımına göre;
"There are many explanations and definitions for organic agriculture but all converge to state that it is a system that relies on ecosystem management rather than external agricultural inputs. It is a system that begins to consider potential environmental and social impacts by eliminating the use of synthetic inputs, such as synthetic fertilizers and pesticides, veterinary drugs, genetically modified seeds and breeds, preservatives, additives and irradiation. These are replaced with site-specific management practices that maintain and increase long-term soil fertility and prevent pest and diseases.

Organic agriculture is a holistic production management system which promotes and enhances agro-ecosystem health, including biodiversity, biological cycles, and soil biological activity. It emphasises the use of management practices in preference to the use of off-farm inputs, taking into account that regional conditions require locally adapted systems. This is accomplished by using, where possible, agronomic, biological, and mechanical methods, as opposed to using synthetic materials, to fulfil any specific function within the system." (FAO/WHO Codex Alimentarius Commission, 1999).
"

Özetin özeti, sentetik gübreleri, pestisitleri, genetiği değiştirilmiş organizmaları (vişneye aşı yapılması değil de bildiğimiz GDO'lar), koruyucuları, veteriner ilaçlarını vb. elimine ederek potansiyel çevre ve sosyal etkileri gözeterek dış girdilerden daha çok ekosistem yönetimini kullanan bir tarım biçimi olduğunu söylüyor.

IFOAM ise kendi çevirileri ile;
"Ekolojik Tarım’ın Tanımı
Ekolojik tarım; toprak, ekosistem ve insan sağlığını devam ettiren, sağlıklı olmasını sağlayan bir üretim sistemidir. Sistem, olumsuz etkisi olan girdilerin kullanımı yerine ekolojik işleme süreçler, biyolojik çeşitlilik ve yerel koşullara uyum sağlamış döngülere dayanır. Ekolojik tarım, içinde bulunduğumuz çevreye fayda sağlamak, adil ilişkiyi ve tüm ilgili taraflar için iyi bir yaşam kalitesini yaygınlaştırmak adına gelenek, yeni buluşlar ve bilimi bir araya getirir.
"
böyle demiş.

Ne bunlar, ne de daha önce gördüğüm başka tanımların hiç biri ne permakültürü ne agroforest'ı, ne herhangi bir kadim tarım öğretisini, ne de başka bir alan/arazi tasarım, yönetim biçimini yadsır.

Üreticinin organik/ekolojik tarımı nasıl uygulayacağı tamamen kendi pratik şartlarına, imkanlarına, deneyimine, neticede kararlarına bağlıdır. Bunların sonucunda yapmak istediği üretimde çok başarılı olabilir ya da başarısız olabilir. Başarı oranı, ekolojik tarımın ana prensiplerini, konvansiyonel tarımdan temel farklarını özümseyip içselleştirdiği oranda artma potansiyeli gösterir. Söz gelimi, organik tarım yapıyorum diye konvansiyonel tarım yaklaşımlarını uygulayarak sadece girdileri değişmiş monokültür yapanların bir kaç yıl içinde yönetilemez sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Organik tarımın toplum ile ilişkisi bu konunun başka ve çok önemli bir diğer boyutu.

Pestisit ve sentetik bitki besleme girdisi kullanmadan kalıntısız üretim yaptınız, sonrası ne olacak? Bu ürünlerin konvansiyonel ürünlerle karışmadan toplumdaki talep edenlere ulaşabilmesi gerekli. Aksi halde yapılan üretimin hiç bir anlamı olmayacaktır.

İşte bu noktada hakim sistemin çarkları devreye girer. ABD, Avrupa, Avustralya ve Japonya'da biribirlerine çok benzer süreçler oluşturulmuştur. Ürünlerin nihai olarak ulaşması düşünülen toplum kesimlerininden hareketle görünürde tüketicinin haklarını garanti etmek adına oluşturulan bir dizi mevzuata dayalı sertifikasyon sistemleri yaratılmış, çoğu çok uluslu sertifikasyon şirketleri ortaya çıkmış, ekolojik üretim yaparak ürünlerini topluma ulaştırmak isteyen çiftçilerin/çiftliklerin denetlenmesi, nihai ürünün ve üretim biçiminin garantilenmesi adına, aynı zamanda bir maliyet kalemi olarak sürece dahil edilmişlerdir.

Üretici ve tüketici arasında bağların zayıf, üreticinin tüketiciyi tanımadığı, tüketici açısından da tamamen bir muamma olduğu durumda tamamen mantıklı ve gerekli gibi görünen bu süreç, uygulamada ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak besin zincirinin bir kamburu olarak da kabul edilebilir.

Çok uluslu ve global tohum, bitki besleme, pestisit ve beşeri ilaçlar pazarını ellerinde bulunduran az sayıdaki şirket gelirlerinin tamamını ürettikleri biyoteknoloji veya hibrid tohumlardan, pestisitlerden, sentetik kompoze gübrelerden ve bazıları bunlara ilave beşeri ilaçlardan elde eder.

Bu şirketlerin pestisit kullanmayan, kompoze gübre kullanmayan, GDO tohum kullanmayan organik/ekolojik tarımdan kazanacakları bir şey yoktur. İkinci dünya savaşını takiben bu güne kadar iyice yerleştikleri dünya pazarlarında devletlerin tarım politikalarını doğrudan ve dolaylı olarak şekillendirmişlerdir. Açılan ziraat okullarında öğretilenlerle yolun sonu hep onların üretip sattıkları pestisitlere, gübrelere ve tohumlara çıkar. Türlü metodlarla toplum taleplerini yönlendirmeye, organik metodlarla üretilmiş besinin konvansiyonel besinlerden farklı olmadığını, gayet sağlıklı olduğunu, onların pestisitleri sayesinde daha çok ürün alınabileceğini doğrudan kendileri, ve dolaylı olarak toplumda oluşturdukları gönüllü "image maker"ları vasıtasıyla yaymaya çalışırlar. Bunlar kültürel yapısı nisbeten zayıf toplumlarda (Mesela Hindistan, Pakistan, Türkiye vb.) zehir kullanımı sayesinde 10 misli daha fazla ürün alınabildiği imajını dahi yayarlar.

Ziraat okullarından mezun olarak sahaya dağılan bireylerin okul sonrası aldıkları tek ilave eğitim ezici çoğunlukla şirketlerin yeni çıkarttıkları ilaç veya gübrelere ait broşürlerdir. Dünyada her gün yayınlanan bilimsel çalışmalara ait makaleleri takip etmek bir yana, bir çoğu varlığından dahi habersizdir.

Devletler, tarımsal üretimi o toplumun beslenmesinin, karnının doymasının temel ve vazgeçilmez unsuru olarak görmek yerine fiyatları dünya borsalarında belirlenen herhangi bir ticari meta olarak görürler.

Tarımsal gıdanın topluma ulaşmasında sanayi ürünlerinin topluma ulaşmasındaki süreçten daha engelleyici ilave kurallar ve bariyerler vardır. Bir sanayi ürününü doğrudan üretenden veya bayisinden doğrudan ve kaynağını bilir olarak alabilirsiniz ama işlenmemiş tarımsal gıdayı alamazsınız, mutlaka aradaki bariyerlerde fiyatı katlanmış ve "anonymous" hale getirilmiş olmalıdır.

Ülkelerin kültürel ve toplumsal sistemleri zayıfladıkça daha da vahim hale gelir. Göstermelik mevzuatlar duruma göre uygulanır. Dünya piyasalarında reddedilmiş gemiler dolusu GDO'lu pirinç getirenin kimliğine bağlı olarak göstermelik mevzuatı aşmanın yolunu kolayca bulur ve Gönendeki, Osmancıktaki çeltik üreticisinin sistem gereği katlanmış borcunu dahi ödeyebilmesine engel olur. Bu gibi ülkelerde ahlaki erozyonu her alanda görmek mümkündür. Rüşvetler, feodal ve taraftar ilişkileri tepeden tırnağa, sahtekarlıkları, dolandırıcılıkları, olağan, kabul edilen, normal karşılanan hale getirir. Üretilen ürünün topluma ulaşabilmesinde bırakılan yegane yol olan sertifikasyon sistemi dahi bu yozlaşmadan payını alabilir.

Organik girdi tescil sistemi ve bu ürünlerin pazarlanma süreçleri de içler acısı. Bilinmeyen, kontrol edilemeyen, spekleri belirlenmemiş, onu gösterip bunu satan, hepsi ayrı ayrı birer "tarım devrimi" olan sahtekarlık ürünlerine veya dolandırıcılık örneklerine rastlamamak mümkün değil.

Öte yandan toplumdaki özellikle şehirli, iyi kötü eğitimli genç kesim şirketlerin gelmiş geçmiş algı yönetimlerini aşarak talep oluşturuyorlar. Esas istedikleri, nerede ve nasıl üretildiğini bildikleri sağlıklı ve kalıntısız tarımsal besin (bunu seneler önce basit bir şekilde test etmiştim). Bulabildikleri ise şayet şansları varsa ulaşabildikleri bir organik pazar ve yeni yeni üreticilerin mevzuat risklerini göze alarak doğrudan ulaştırmaya başladıkları az sayıdaki kutular. Hoş bu alanda da şampiyon, hiç bir gıda güvenliği garantisi olmadan, ne organik veya ekolojik, ne de nerede kimin nasıl ürettiği belirli ürünlerin bir pazarlama dehası tarafından insanların beyinlerinde bırakılan boşlukları kendilerinin doldurması zaafiyetini kullanarak yapabildiği satışlar olsa gerek.

Alıntı:
Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılar
Organik üreticilerin kandırıldığını iddia etmek biraz fazla kuvvetli bir iddia, en azından benim bildiklerim için. Kandırıldıklarını filan düşünmüyorum açıkçası, ne yaptıklarını bilir, hepsi daha önce senelerce profosyonel deneyimleri olan insanlar. İddianıza göre kandırılmamış olsalardı kocaman arazilerinde konvansiyonel tarım yapmaya devam edecekler, pestisit, kompoze gübre tüketimine daha çok katkıları olacaktı. O zaman iyi ki de kandırılmışlar sonucuna varmak da mümkün.

Şimdi gübrelerini kendileri üretiyorlar, olabildiğince monokültürden kaçınıyorlar, sentetik toksik pestisit, şirketlerin hibrid tohumlarını kullanmıyorlar. Yazlık kışlık örtü bitkileri, bunların azot bağlama kapasitelerini, maksimum biomass ile toprak canlılığını arttırmaya çalışmak gibi işler yapıyorlar. Bunları yaparken de değirmeni döndürebilmek için sistemin engellerine rağmen ürünlerini tüketiciye ulaştırarak maliyetlerini çıkarmaya çalışıyorlar. Hepsi permakültürden, biyodinamikten hatta ayurvedikten haberdar. Akıllarına yatan iyi pratikleri, tasarımları kendi şartlarında adapte etmeye çalışıyorlar. Tepeden tırnağa toprağın içindeler. Tüm deneyimi mahalle arasında spiral yapmaktan ibaret kişilerin bitkiler hakkında botanik alanında doktoralı ve doçent sıfatıyla ders veren kişiye "sen permakültüre giriş kursu almamışsın, konuşma hakkın yok" demelerindeki dogmatikliğe de prim vermiyorlar. Hiç bir eski öğretinin din yerine konamıyacağını ama her öğretiden alınacak dersler olduğunu biliyorlar.

Uzmanlık alanınızın agroforesty olması çok güzel bir şey.
Avrupa birliği ülkelerinde 2010 itibarıyla organik tarım yapılan alan büyüklüğü 7,6 milyon hektar olarak bildirilmiş. Agroforesty Europe (2012) raporunda bir alan büyüklüğü bildirilmemiş ama denemeler yapılabilmesi için kiralanan arazilerden bahsedildiğinde o kadar büyük alanlara kurulu, organik tarımdan ayrı ve ürün veren, verdiği ürün tüketicilere ulaşan büyüklükler göremedim. Benim anladığım organik üretim alanlarının agroforest arazi yönetim biçimiyle de örtüşebilirliği. Nitekim rapordaki konuşmalarda organik üreticilerin agroforest uygulamalarına daha yatkın olduğunu belirtmişler. Başka bir konuşmacı da agroforest uygulama sayesinde bu alanlarda pestisit kullanımının azalma eğiliminde olduğunu belirtmiş. Bu da çok güzel bir şey, ama keşke hiç kullanmasalarmış.

Ben agroforest uzmanı değilim ama sanırım istem dışı bir agroforest'ım var. %95'i yiyecek üreten, yeterli çeşitliliğe sahip ortalama her on metrekarede bir ağaç olacak şekilde ormanlaşmış bir ortamda ağaç altlarında kimi sebze, kimi örtü ve tarla bitkisi, kimi kafasına göre takılan bitki örtüsü içindeyim. En sıkıntılısı da sebze üretmek çünkü ağaçlar git gide bol güneş isteyen sebze alanlarını daraltıyor. Çok güzel birliktelikler de ortaya çıkıyor, söz gelimi frenk üzümü ve bektaşi üzümlerinin kestane çürüntülü toprakta ve kestane gölgesi altında bu kadar güzel gelişip verimli olacağını bilmezdim.

Sertifikasız ama organik tarımın tüm şartlarını asgari olarak taşıyan tarımsal üretim biçimini bir zamanlar sürdürülebilir doğal tarım olarak adlandırmıştık. Doğal deyince onun da tanımı epey tartışma götürür aslında. Pek çok alanda olduğu gibi, "sol"un da daha "sol"u var. Bir bakış açısına göre arayıcılık ve toplayıcılık dışında yaptığınız her tarımsal faaliyet doğaya negatif anlamda müdahaledir. Bir alanda ister permakültür, ister agroforest ne olursa olsun herhangi bir sebze veya meyvenin yetişmesi yönünde tohum atıyorsanız (top da yapsanız farketmez), fidan dikiyorsanız orada doğal olarak olmayacak bir şeyi yapıyorsunuz demektir. Hele ki domates, mısır gibi bambaşka bir coğrafyaya ait türleri yetiştirmeye kalkıyorsanız bu bakış açısına göre "doğa"dan söz etme hakkınız bile yoktur. Kimyasal işlemden geçmiş ne olursa olsun kullanmayalım. Tamam, ellerinizi sıvı katı farketmez sabun kullanarak yıkıyorsanız kimyasal kullanıyorsunuz demektir. Sabunu kendi bahçenizin yağı ve odun külü kullanarak kendiniz yaptınızsa bile durum değişmez, fazladan ağır metal de içerir sabununuz (sodyum/potasyum hidroksit + yağ kimyasal reaksiyon sonucunda sabununuz olur). Her şey doğal olduğunda muhtemelen mineral eksiklikleri, dengeleri vb. şeyleri de gözetmiyorsunuz demektir. Doğulu permakültür ustalarından bazıları gözetiyor, söz gelimi toprağı alkali yapmadan gerektiğinde hızlı kalsiyum sağlamak için yumurta kabuğu ve sirke gibi doğal malzemeleri kullanırlar. Oysa gerçekleşen şey bal gibi kimyasal prosestir. Kalsiyum karbonat asetik asit ile reaksiyona girip kalsiyum asetat oluşturur.

O zaman bunun ölçüsü nedir? "Sol"un neresinde durduğunuza göre sağınızda ne var diye bakabilirsiniz.

Ben nasıl baktığımı söyliyeyim. Canlıları, havayı suyu toprağı zehirleyen sentetik toksik pestisitler kim nasıl tarım yapıyorsa yapsın, tarım yapmayıp bahçesinde çiçek büyütüyorsa bile kaçınılması gereken bir şey. Bana göre öncelik buradadır çünkü başkasının bahçesi bile olsa doğaya salınan zehir aynı zamanda geleceğin de zehirlenmesidir. Tırtıla karşı decis bücüs vb. tavsiye edildiğinde 6,25 gr saf deltamethrin'in ilave olarak doğaya salınımına da bir bakıma onay vermek anlamına geliyor. Bizim forum bile bunun örnekleriyle dolu. Hatta "doğal tarım" yaptığını iddia edenlerden bile ziraate sordum bir zararı yokmuş, decis bücüs kullanabilirsiniz diyenler de oldu. Ortada tırtılları toplayacak kuş veya ateş karıncaları yoksa, elle mekanik temizleme durumu da yoksa "bacillus thuringiensis" en güvenli mücadele metodudur. Bu biyolojik mücadele aracını bilgili ve gereken donanıma sahip biri kendisi izole edip kullanmak üzere muhafaza edebilir, imkansız değil, ama bunun için harcanacak zaman ve paraya değmez. Kullanıma hazır, dormant halde kuru granül olarak hazırlanmışı var. Evet, doğru izolasyonu standart bir yoğunlukta hazırlamanın arkasında bir işletme, diğer devlere göre küçük bir şirket var. İzole ediyorlar, fermentasyon ile çoğaltıp dormant hale sokuyorlar, kurutup su ile kolayca aktivleşecek şekilde granül yapıyorlar ve kutuluyorlar, bir fabrika yani. Bu böyle diye deltamethrin'e ses çıkarmamak kabul edebileceğim bir şey değil. Bir yandan doğal tarım yaptığını söyleyip bir yandan da deltametrin tavsiye edenlerin yaptığı ise maskaralıktan başka bir şey değil.

Daha dün yazılan bir mesajda hobi olarak yetiştirilen 3-5 domatesin yaprağındaki galeri sineği için "Voliam Targo 063 SC" tavsiye edilmiş. Sygentia'nın abamectin ve chlorantraniliprole aktif maddelerinin ikisini birden içeren toksik bir zehir. Yaprakların hem altına hem üstüne püskürtülmeliymiş. 250 domates yaprağından bir tanesinde galeri sineği izi olsa ne olur, olmasa ne olur? Oysa üyenin esas problemi (bitkilerdeki fungus kökenli hastalığın yanı sıra) tuta absoluta ve çok yaygın ise bacillus thuringiensis hareketli ve açıktaki larvaları avlayarak zararı önemli seviyede azaltır. Şimdi bacillus thuringiensis'i hobi sahibi vatandaş, hadi geçelim çiftçi kendisi izole etmediği müddetçe kullanmasın mı? Bu üye domateslerini agroforest ile yetiştirmediği için sessiz mi kalalım? Bu domatestler ünlü sprial'in içinde yetiştirilseydi tuta absoluta gelmez miydi?

Her neyse, daha yazılabilir, söylenebilir çok şey var. Bu konuda sağlıklı yargılara varabilmek için bir iki adım geri çekilip ne oluyor, nasıl oluyor, pratik durum nedir, uzun vadede ve kısa vadede neler yapılabilir, ben ne yapmalıyım vs.vs. tüm boyutlarıyla görmeye çalışmak biraz daha geniş bir bakış açısı sağlayabilir.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-08-2014, 12:02   #81
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 21-06-2014
Şehir: istanbul
Mesajlar: 7
Değildir bence çünkü genetik değişimler bitkide hormonal değişimi tetikler buda insan vücudu için sğlıksız olabilmektedir

egecafer Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-08-2014, 20:39   #82
Yeni Üye
 
Marco_Pasha's Avatar
 
Giriş Tarihi: 05-06-2014
Şehir: Gaziantep
Mesajlar: 10
Bana göre tamamen büyük tohum üretici ve çiftliklerin pazarlama taktikleri. Bir zaman da sigara sağlığa zararlı değil diye açıklamalar yapıyordu el altından beslenen bilim adamları.

Remlak beğendi.
Marco_Pasha Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2014, 14:29   #83
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 26-08-2014
Şehir: Bursa
Mesajlar: 1
Organik tarımın hikaye konusu olarak görülmesi bile başlı başına hikaye konusu olur.

E_Özçelik Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-09-2014, 20:39   #84
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Organik tarim denilince, dogrudan sertifikalandirilmis tarim algisinin anlasiliyor olmasinda endustriyel bir cabanin etkisinin olmadigini soyleyemeyiz ama bu, organik tarim terimini kullanmamamiz gerektigi anlamina gelmiyor. Dogal tarim diyebiliriz ama bu da cok genel bir terim. Organik malzemeleri kullanip, dogal tarim yapiyorsak oyledir iste. Organik tarim deyince, "oyle deme, dogal tarim de" diyen cok ama bu bence, konuya cok katkisi olmayan bir yaklasim. En azindan, konunun ozunden uzaklastiriyor.

Bence organik tarimda esas olan, toprak sagligi, basta topraktaki canlilarin etkinligi ve populasyonu. Topraga kimyasal gubre boca edildiginde, mikroorganizmalarin isleyemeyecegi ve bu yuzden besinsiz kaldiklarinda koloni populasyonunun dusecegi ve zamanla ortadan kalkacagi asikar (bunun tartismaya acik bir yani yok; konuyla ilgili binlerce akademik calisma var). Bu canlilar, koklerle besin arasinda simbiyotik iliski kuruyor, topraga verilen besinin bitki icin kullanilabilir hale gelmesini sagliyor. Kaldi ki, bitki, verilen organik gubrenin bile kendi ihtiyaci olanini kullaniyor; kimyasal gubrenin asiri dozda verildigi durumda, geri kalan miktarini nasil islesin?

Yararli mikroorganizma kolonilerinin sayisinin dustugu bir topragin ne hastalik dayaniminin yuksek olmasi, ne ordan elde edilecek verimin yuksek olmasi, ne de urunlerin lezzetinin iyi olmasi mumkun. Burda tabii ciftcinin bitki rotasyonunu goz ardi etmesi gibi baska etmenler de etkili ama isin kimyasal malzemeyle ilgili kismi birincil oncelige sahip.

Bir diger nokta: Geri donus sulari. Diyelim ki "hastaliga onlem alacagim" diye yuksek konsantrasyonlu kimyasal ilaclari bitkiye boca ettiniz. Kokten beslemeyi gectim, bitki ortusune puskurterek bile toprakta tuzlanma yaratmamaniz (ozellikle buyuk olcekli uygulamalarda ve uygulama sikligina bagli olarak) mumkun degil. Topraga yapay yollardan aktardiginiz butun bu tuzlar, yagmur sulariyla civardaki yuzey sularina, su tablasi yuksek ve yere yakinsa su tablasina, topragin gecirimliligine bagli olarak belli bir sure sonra akifer sularina karisacak. Hele ki akifer kontaminasyonu soz konusuysa, bunun dogal yollardan sistemden atilmasi soz konusu ciftcinin omur sinirlari icinde neredeyse imkansiz. Kapsamli ve profesyonel bir temizleme calismasiyla bile cok cok zor ve zaten maliyeti de cok yuksek. Koylu, sulamada yeraltisuyunu kullaniyorsa, hepten kaybetti.

Sozun ozu, kendine gore dongusu olan bir sistemin carklarinin arasina bir levye sokuyorsunuz. Simdi olmasa bile bir sure sonra, carklar mutlaka zarar gorecek; butun makineyi kaybedeceksiniz.

Gelelim sertifikalandirmaya. Sertifikanin sart oldugunu dusunmuyorum ve ciftciler ve tuketiciler arasinda ne kadar populer bir konu haline gelebilecegiyle de ilgilenmiyorum. Onemli olan sey sertifikalandirma degil, tuketicinin ciftciyi bire bir tanimasi, o mumkun olmasa bile telefonla veya e-posta yoluyla gorusebilecek kadar yakin olmasi. Fantazi gibi geliyor, dile kolay belki ama imkansiz degil cunku cok basarili uygulamalari var. En azindan kimyasal malzemeyle tarimi imkansiz hale getirmekten cok daha imkanli.

Peki ciftciyi tanimak, tarladaki uygulamalarini bilmek ne demek? Tarim olcegini kucultmek demek. 1000000 kisiyi besleyen holdinglesmis, nerdeyse tek odak noktasi kar etmek olan ciftlikler yerine, hepsi belli bir mesafe capi icinde 1000'er kisiyi besleyen 1000 ciftligi dusunun (burdaki sayiyi ornek olarak veriyorum; bunun ustune cikarak da kucuk olcekli kalabilirsiniz cunku olceginizi kucuk tutarak da dogru uygulamalarla yuksek verimler alabilir, daha cok insani besleyebilirsiniz). Yakinsaniz, urunu elden alabildiginizi, yakin olmasaniz veya arabanizin olmadigi durumlarda siparis verdiginizi ve ertesi gun siparisinize ulastiginizi ya da o ciftcinin urunlerini semt pazarinizda alabildiginizi dusunun. "Ama organik sebze-meyve cok pahali" diyecekseniz de hem bu uc olasiligi hem de organik sertifikasi aldigi domatesleri sizden 1000 km uzakta ureten holdinglesmis bir ciftligin fiyatlarin yukselmesine yol acip acmayacagini dusunun. Dogru organik uygulamalara bagli olarak, yaniniza kar kalacak ust mertebeden lezzet faktorunu de unutmayin.

Duzeltme: Lezzet konusunda bir ek yapayim. Urunun lezzetini aciga cikarmak, bir simyaci titizligi ve calismasi gerektiriyor. Ayni cesit tohumu organik yolla yetistiren iki yetistiricinin urununun ayni lezzeti vermesi mumkun degil. Kullanilan malzemeye/yonteme bagli olarak lezzet, iyi ya da kotu yonde, degisecektir.


Düzenleyen birnefestoprak : 17-09-2014 saat 21:43
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-09-2014, 11:53   #85
TCM
Ağaç Dostu
 
TCM's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2014
Şehir: İzmir
Mesajlar: 3,856
Her sektörde tekelleşmenin, holdingleşmenin olmaması için istikrarın olması lazım. Misal; sanayide çalışan mobilyacı yaptığı ürünlerin kendisine getireceği yıllık geliri az çok bilmeli. Yüzde 20 az olur fazla olur sorun olmaz. Ancak kriz oldu, döviz arttı, dolu yağdı gibi sebeplerle birkaç yıl komple zarar ederse bu işverenden hiç bir şey bekleyemezsiniz. Ne iş güvenliğine önem verir, ne asansörüne gereken bakımı yaptırabilir, ne de çalışanlarının sigortalarını yaptırabilir. Fazla da sermaye birikimi yoksa bir kaç sene sonra daha büyük bir mobilyacının yanına işçi olarak çalışmaya girecektir. Çiftçiler de öyle; adam patates ekiyor ve 10 dönüm yerden kazandığı ile ev alıp oğlunu evlendirebiliyor bu yıl. Ancak sonraki birkaç yıl ürünü para etmediğinde yavaş yavaş elindeki kazanımlarını tekrar kaybetmek durumunda kalabiliyor. Peki bu durum dört beş yıl boyunca sürerse; banka ipoteği, stres, kavga vs. Ve ürünün para etmesi muhtemel yıl geldiğinde ise çiftçi tarladan eli boş dönmek istemiyor. En ufak bir sorunda soluğu ziraat mühendisinin yanında alıyor. Müşteri dükkana gelmiş, bu yıl para edecek mahsulün olabildiğince fazla olmasını ve hastalanmamasını istiyor. Satıcı dolduruyor tabi torbayı, üç-dört çeşit ilaç 250 tl. Haftaya kadar düzelmezse "bir de bunları dene, bunlar daha etkili" diye 350 tl. lik bir torba daha. Sezon sonu hüsran olursa da "merak etme herkesin ki böyle oldu" diye teselli. Yani çiftçi kendisini kurtaracak ürünün göz göre göre heba olmasını istemiyor ve kendince elinden gelen her şeyi yapmayı istiyor. Para veriyor ya, sanki daha çok gübre verir ve sürekli ilaçlarsa iyi olacak. Bu durum yıllarla devam ederek alışkanlık haline geliyor. Kendi aralarında konuşan çiftçiler birbirlerinde görüp duyarak kullanılan katkıları her geçen sene arttırıyorlar. Kısa vadede gözüken zarar olmadığından sorun yokmuş gibi geliyor tabi. Yaylada salatalık yetiştiren biriyle konuştuk; çiğ çok, iki-üç günde bir ilaçlıyorum ben dedi.
Geçenlerde tarihini tam hatırlamıyorum, kayınpedere sordum ilaçladıktan sonra bir hafta geçmiş miydi diye. Güzelce yıkarsan bişey olmaz bana yıllardır olmadı ya dedi. İnsanımız ilaçlı, katkılı gıdayı yiyince bir iki ayda öleceğini sanıyor.
Çiftçiyi bilinçlendirmek zaman alacak ve kişileri alışkanlıklarından vazgeçirmek zor. Üstelik bunlar (bizim yöre için konuşuyorum tabi) iyi hallerimizmiş. Zirai ilaç satan arkadaşın dediği, pek çok zararlı ilaç vs. nin kullanımı yasaklanmış. Gübre bayi arkadaşın dediği ise milletin eskiye göre gübresini daha bilinçli ve az verdiği...
Holdingleşmeyi önlemek, küçük esnaf, zanaatkar, çiftçinin birleşmesine, dayanışmasına, bilinçlenmesine, kooperatifleşmesine bağlı. Yoksa her sektörde ülkede 10-15 firma olacak, kalanlarda onların yanında işçilik yapacak.

YeniBON ve TRAKLI beğendi.
TCM Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-09-2014, 21:08   #86
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
Örnek: ahmet bey bahçesine 10 kök 20 kök domates eker ve hiçbir zirai ilaç gübre vermez ve ilaç vererek bir kökten 5 kg domates alabilecekse ilaç vermeyerek 0.5 kg alır (Belkide hiç alamayabilir) ve bunu yer bu doğaldır, ama bunu ticari yapıyorsanız bir kilo domatesin kilosu 10 tl den aşağı olamaz, üreticide kendini düşünmek zorunda 5 kilo almak varken belkide hiç ürün alamama rizki varsa ortada aradaki fark da olması doğaldır,
Dun gece vakit bulup gorece yeni mesajlari soyle bir inceledim. Verimle ilgili yukardaki paragrafa da bakarak, domates ornegi verildigi icin onun ustunden giderek ve ekleme yaparak dusuncelerimi aktarayim:

1) Burayi okuyan ve organik tarima gecis yapmak/baslamak isteyen ciftcilerimizin, hicbir saha verisine dayanmayan niceliksel ifadeleri, dikkate almamasini oneririm. Ayrica kusuratli deger verince daha inandirici olacaksa 0.5'i 0.25 yapalim; noktadan sonra iki basamakli daha inandirici olur.

2) Domatesin verimi bircok farkli konuya dayanir. Tohum vardir, cok lezzetlidir ama verimi azdir; tohum vardir, yine cok lezzetlidir ama verimi gorece cok iyidir. Hangi tohumu kullandiginiza gore, alacaginiz verim, elbette degisir. Referanslari dogru kullanmak gerek cunku verimi etkileyen parametre sayisi cok. Baska hicbir saha gozlemi/deneyi/olcumu olmadan, "Ilac kullanmadigim icin verim alamadim" diyemezsiniz (guvenli, ayaklari yere basan bir ifade kullanmak istiyorsaniz, "ilac kullanmadim, belki verim ondan dusmustur" diyebilirsiniz). Belki toprak sagliksizdi ve ilac kullansaydi da verim alamayacakti; nerden bilecegiz, degil mi?

3) "E canim biz onlara 'topragi zehre bogacak kadar kimyasal gubre kullanin' mi diyoruz; 'iyi verim almaya yetecek kadar kullanin' diyoruz" gibi ifadelerin de mantikli ve dogaya yararli hicbir dayanagi yok (oksimoron ifadenin kendi icinde gizli). Bir kere 'yetecek kadar'in olcusunu denetleme olanagimiz var mi yok mu bunu dusunmemiz gerek. Bunun yaninda, domatese 30-30-30'u verdiniz diyelim; bunun hepsini bir mevsimde kullanmasi mumkun mu yoksa ihtiyaci olan kadarini mi alacak? Kalan, toprakta kalacak. Ertesi sene ayni gubrelemeyi bir daha yapacaksiniz. Seneler boyu ard arda yapilan gubrelemeyle kumulatif bir kalinti yaratiyorsunuz. Bu sekilde yorulan bir topraktan, gubreye ek olarak istediginiz kadar kimyasal fungisit/insektisit kullanin, takip eden mevsimlerde 'iyi' verim almaniz mumkun degil; bitkiyi ciceklenene kadar yasatirsaniz bile sanslisiniz. Ozellikle simbiyotik mikroorganizmalarla ilisigi kesilmis bir domatesi, ustune bir de rotasyon da yapmiyorsaniz, ne hastaliktan ne bocekten kurtarabilirsiniz.


Düzenleyen birnefestoprak : 29-09-2014 saat 22:54
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-09-2014, 21:47   #87
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
2001 yilinda Washington Universitesi Halk Sagligi ve Toplumsal Tip Arastirmalari Bolumu arastirmacilari tarafindan yapilan bir arastirmanin ozu:

Arastirma, Seattle (WA)'da gerceklestiriliyor. Arastirmacilar, Ilkbahar ve Sonbahar 1998 donemlerinde, 96 ayri hanede yasayan ebeveynleri, ayni hanelerde yasayan 2-5 yas arasindaki 110 cocuga yedirmek uzere hem bir kovensiyonel urunler (kimyasallarla yetistirilen urunler) satan marketler zincirinin subesinden hem de organik urunler satan bir kooperatiften alisveris yapmak uzere gorevlendiriyor. Ebeveynlerden, uc gun sureyle, cocuklari icin aldiklari urunlerin listesini gosterir birer gunluk tutmalari da isteniyor.

Uc gunun sonunda, soz konusu urunlerle beslenen cocuklardan alinan idrar ornekleri vucuttaki pestisik artiklari bakimindan analiz ediliyor ve asagidaki sonuclara/cikarimlara/yorumlara ulasiliyor:

- Duzenli olarak organik urunlerle beslenen cocuklarin idrarindaki organofosfor (sadece pestisitlerde degil sinir gazinda da kullaniliyor) konsantrasyonlari, konvensiyonel urunlerle beslenen cocuklarinkinden cok daha dusuk cikiyor (organik urunlerle beslenenlerde de tespit ediliyor cunku cocuklar, ev bahcesinde cesitli kimyasal ilaclarla bakimi yapan cimlerle, ev icinde bocek oldurmek icin kullanilan ilaclarin bulastigi yuzeylerle vs surekli temas halindeler).

- Birbirinden farkli organofosfat bilesikleri bakimindan yapilan inceleme kapsaminda, cocuklarin %99'unun idrarinda en az bir bilesige, %70-75'inde de iki bilesige birden rastlaniyor.

- Icinde bulunulan mevsim, irk, cinsiyet, yas, hane geliri, hane tipi (apartman dairesi, bahceli ev gibi), hanenin bulundugu mahallenin ozellikleri ile yapilan olcumler arasinda bir korelasyon tespit edilemiyor (cocuklar, soz konusu parametreler bakimindan gruplandirilip birbirleriyle karsilastirildiklarinda, cocuklarin idrarindaki degerler bakimindan belirgin bir fark tespit edilemiyor).

- Olculen medyan konsantrasyon degerleri iki farkli bilesik grubu icin sirasiyla 0.11 ve 0.04 micronmol/l olarak belirlenmis.

- Olculen degerlerin bir kisminin cocuklarin tukettikleri yiyeceklerle, bir kisminin da ev bahcesinde kullanilan pestisitlerle baglantili olabilecegi belirtilmis.

- Olculen seviyelerdeki degerlerin olumcul sonuclara yol acmasinin ongorulmedigi ancak soz konusu bilesiklerin uzun vadeli etkilerinin bilinmedigi de ifade edilmis.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-09-2014, 23:53   #88
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,958
"Pestisitler

Zirai veya tarım ilaçları adıyla anılan maddeler zararlı böcekler, yabani otlar, solucanlar, mantarlar ve fare gibi kemirgenleri öldürmek üzere tasarlanmış zehirler ya da namı diğer pestisitlerdir. Pestisitlerin içinde “aktif” (öldürme amaçlı kimyasallar) ve sözde “aktif olmayan” maddeler bulunmaktadır. Bunlar ticari sır addedilerek, çoğu zaman “aktif” içeriklerden daha zehirli olmalarına rağmen açıklanmadığından bu durumdan habersiz tüketiciler tarafından kullanılmaktadır. Tarife uygun olarak kullanıldıklarında dahi pestisitlerin insan sağlığına ve çevreye çok sayıda olumsuz etkisi vardır.

Ruhsatlı, kayıtlı **** satışına devlet tarafından izin veriliyor olsa bile bu tür maddeler güvenli değildir. Bu zehirleri satan veya uygulayanlar zararsız olduğunu iddia etse de bu doğru değildir. Çünkü pestisitlerin zehir ve etki düzeyleri saptanırken karışım halindeki solüsyonlar yerine karışımı oluşturan maddelerin tek tek sağlıklı hayvanlar üzerindeki etkileri ölçülmektedir ve yalnızca derhal yarattıkları etkiye bakılmaktadır. Bu zehirler, uzun dönemde ve karışım haline getirildikten sonraki olası etkileri göz önüne alınmaksızın kullanılabilir onayı alabilmektedir. “Kabul edilebilir” tolerans düzeyi ortalama bir yetişkin erkeğe göre belirlenmekte, çocuk ve kadınların farklı durumları hesaba katılmamaktadır.

Pestisitler memeliler, hem suda hem karada yaşayan canlılar, kuşlar ve balıkların yağ dokularında birikerek bu canlıların büyüme, üreme ve davranışları üzerinde etkili olmaktadır. Pestisitler besin zincirini zehirlemekte, su kaynaklarını kirletmekte ve belli türlerin sayılarının azalmasına yol açmaktadır.

Bunların sağlık üzerinde kısa sürede görülen etkileri bulantı, göz, cilt, solunum yolu ve boğazda tahriş, adele spazmı ve hatta ölümdür.Öte yandan uzun sürede ortaya çıkan etkiler daha da vahimdir. Tekrar tekrar pestisitlere maruz kalınması halinde nörolojik sorunlar, beyin ve akciğer kanserleri, bağışıklık sistemi baskılanması (ki bu çevreye aşırı hassasiyet olarak görülür), lösemi, Parkinson hastalığı, böbrek tahribatı, Hodgkin’s harici lenfoma ve hormonal bozukluk, sperm sayısında azalma ve kısırlığı da içeren üreme bozuklukları görülebilmektedir. Bu zararlar çocuklar üzerinde daha da yıkıcı olabilmektedir.
..."
Zehir Zemberek
Children and Pesticides


"

“Vücut yükü, ” adı yanıltmasın bu fazla kilolarla değil, yalnızca etkileriyle farkedilen bir yük. Çevremizde doğal ya da insan eliyle oluşan toksik (zehirli) kimyasallar biz soluk alıp verirken, yiyip içerken, hatta bazen de cildimizden süzülerek vücutlarımıza giriyor. Hatta hamile kadınlarda plasenta aracılığıyla fetüse dahi ulaşıyor. İşte “vücut yükü” belli bir zamanda vücudumuzda birikmiş olarak bulunan bütün bu kimyasalların miktarlarını gösteren rakamlara verilen isim.

Araştırmalarda çoğunlukla belirli bir kimyasalın ne kadar birikmiş olduğuna bakılıyor, örneğin kurşun, civa veya dioksin. Aslında mükemmel tasarlanmış bedenimiz bazı kimyasalları veya onların yan ürünlerini belli bir zaman dilimi içinde atabiliyor. Örneğin arsenik, Agatha Christie’nin romanlarında sık sık malum nedenlerle yer verdiği bu zehirin düşük dozları vücut tarafından 72 saat içinde atılarak organizma temizleniyor, tabii ısrarlı bir biçimde maruz kalınmadığı takdirde. Ancak diğer kimyasallardan kurtulmak o kadar da kolay değil. Bazıları kanda, yağ dokularında, spermada, kas, kemik, beyin dokularında veya diğer organlarda yıllarca kalabiliyor. Örneğin DDT gibi klorinli pestisitlerin vücutta 50 yıl kaldığı saptanmış. Amerika’da yaklaşık 80.000 çeşit kimyasal kullanıldığı, öte yandan insanların bedenlerinde bulunan kimyasalların sadece bir kaç yüzünün ölçülebildiği belirtiliyor.

Bilim adamlarının tahminlerine göre, her insan ister kırsal alanda ister kalabalık metropollerde yaşasın vücudunda en az 700 kirleticiyi taşıyor, çünkü bu maddeler toz, hava ve su aracılığıyla yerkürenin her yanına ulaşabiliyor. Biz insanlara ise bu kimyasal çorbanın içinde yüzmek kalıyor.


Bazı kimyasallar sanayi üretimlerinin bir yan ürünü olarak ortaya çıkıyor ve tüketicilere ulaşan pek çok üründe bulunuyor. Örneğin belirli bazı plastik ürünlerin üretimi sırasında istenmeden ortaya çıkan dioksin ve furanlar (nylon sentezi sırasında ortaya çıkan renksiz, yanıcı toksik sıvı) bu gruba giriyor. Ne yazık ki ellerini sık sık ağızlarına sokan küçük çocuklar toz partikülleri üzerine yapışan bu kimyasallardan en fazla etkilenenler oluyor. Farkedeilmeden veya istenmeden maruz kalınanların yanı sıra bir de boyalar, cilalar, benzin, yapıştırıcılar, kozmetikler, kuru temizleme yapılmış giysiler, plastik besin kapları, konserve kutulardaki besinler, temizlik malzemeleri, ev ve bahçelerde kullanılan pestisitler (böcek ve ot öldürücü kimyasallar) v.s aracılığıyla bedenimize girenler var.


En zararlı kimyasallardan biri olan dioksinin büyük bir bölümü kirlenmiş besinler aracılığıyla bedenlerimize sızıyor. Bunun için ille de kendi evinizi ve bahçenizi ilaçlamış olmanız gerekmiyor, yakınınızda veya uzağınızda yiyecek zincirine karışan bir pestisit (zehirli tarım ilacı) bir şekilde hedefini buluyor. Hatta anne sütünün yararlarının iyice anlaşıldığı çağımızda, hamilelik sırasında veya anne sütüyle bebeklerin bedenlerine giren ve yıllarca kalan kimyasallar da ironik olarak annelerin bebeklerine bırakmayı hiç istemeyecekleri birer miras olarak aktarılıyor."
Miras
What is body Burden

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2014, 20:27   #89
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 03-10-2014
Şehir: Erzurum
Mesajlar: 8
Köylerde yüzde yüz doğal olduğu zannedilen kuşburnu marmelatları ve pekmezler alüminyum kazanlarda kaynatılıyor.
Köylü yeterince bilinçli olmadığı için niyet temiz olsa da sonuç parlak değil.
Yoksa benim de hayalim kendi doğal ürünümü yetiştirmek ve tüketmek.

MeyveliTepe beğendi.
iremsu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-10-2014, 21:58   #90
Ağaç Dostu
 
İsmail Kuzucu's Avatar
 
Giriş Tarihi: 13-01-2011
Şehir: Balıkesir/Gönen
Mesajlar: 3,802
Galeri: 7
Bu sabah kahvaltı ederken bereket tvde bir program denk geldi. Örtü altı üretimi ve kalıntılar hakkında bilgiler veriliyordu.

İyi tarım, organik tarım, arı ile tozlama, en az derecede hormunsuz üretim derken konu ilaçlamaya geldi. İlaçlanan ürünler zaten toplama, nakliye, depo ve pazara gidene kadar 3 günü geçiyor ve hiç kalıntı kalmıyor dediler.

Oysa ki 1-2 dakika önce kalıntı konusunda en dertli ülke olduğumuzu söylüyorlardı Etkisi 14 gün veya sistemik ilaçları hiç kullanmıyorlar sanırım. Memleketimin insanını ne güzelde kandırıyorlar, etkisi geçiyormuş diye.

3-4 sene önce ilaçlama belgesi aldık, bu belgesi olmayana ilaç verilmeyecek ve ilaç attırılmayacak diye. Böylece kimin nereye ne kadar ilaç kullandığı belli olacak. (Burasıda tertışılır tabi) Hep yasa var ama denetleyip uygulayan yok..

İsmail Kuzucu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla

Konu Araçları
Mod Seç

Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 16:10.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024