agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğa ve yaşama dair her şey > Geziler, Gezilecek Yerler, Türkiye'de önemli doğa alanları
(https)




Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 13-06-2011, 01:10   #1
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Mavi yolculuk

Urla Amatör Balıkçılık ve Doğa Şenliği.

Uzun ve uykusuz geçen dokuz saatin sonunda, sabah saat 07.00 de Urla otogarında, dağıtıma gelmiş acemi asker gibi elimde ağır bavullarla tek başına kalakaldım. Bir süre sonra bindiğim küçük minibüs ile Urla’nın gerçek yerleşim merkezini dolaşıp “Çeşmealtı” istikametine doğru yöneldik. Araca binen insanlar genellikle aynı semtin insanları olduğu için birbirlerini tanıyorlardı. Erkekler, erkeklerle, kadınlar, kadınlarla; birbirleriyle içten, samimi duygular ile sohbet ederlerken ben sessizce olup biteni izliyor, dışarıda ilk kez gördüğüm yerlerin fotoğraflarını çekiyordum.

Daha önce solumda gördüğüm bir pazarı bu kez sağımda görünce “neler oluyor” demeye kalmadı; aracın son durakta durmadan geri döndüğünü fark ettim. Hiç bozuntuya vermeden “sağda inecek var” deyip indim. Bu Urla’da ki ilk olumsuz izlenimimdi.

Bir süre yanlış durakta araç bekledikten sonra (!) nihayet doğru araçla son durağa “Çeşmealtı”na geldim. Minibüs şoförüne önceki aracın hiç durmadan ve hatta “son durak” demeden, tekrar Urla’ya döndüğünü söylediğimde; Şoför önceki aracın şoförü adına benden özür diledi! Burada iki tip araç olduğunu söyledi; bunlardan İzmir – Çeşmealtı hattında çalışanlar Çeşmealtı durağında beklediğini ama Urla- Çeşmealtı hattında çalışanların hiç bekleme yapmadan geri döndüklerini söyledi.

İyi de ben buranın yabancısıyım; Söz konusu şoför, hemen arkasında oturduğumu görüyordu. Son durağa geldiğimizde bana “burası son durak” diyemez miydi? Böylelikle buradaki araç işleyiş düzenini de öğrenmiş olduk.

Neyse efendim elimdeki ağır çantalarla son duraktaki bir çay bahçesine oturdum. Bir çay istedim. Genç bir kardeşimiz çayı getirdi ona burada “Pazar yeri” neresi? Diye sordum. “Vallahi ben bilmiyorum buranın yabancısıyım ağabey” dedi. (Sonradan öğrendiğime göre sorduğum yer ile aramızda beş altı metrelik bir yol vardı) Ona nereden geldiğini ve adını sordum. Bana adının Tansu olduğunu ve Adana’dan buraya yaz sezonu için çalışmaya geldiğini söyledi. Bu hoş sohbetten sonra taze çaylar gelmeye başladı! Sağ olsun Tansu kardeşim yanımda taşıdığım ağır çantamı, ben buradan ayrılıncaya kadar emanetine aldı.

Melih Gülan ile telefonda bir saat kadar önce görüşmüş ve daha sonra gelip, beni oturduğum Cafe de bulmuştu. Hazır yeri gelmişken “Tomurcuk Cafe” çalışanlarına; müşterilerine karşı, saygılı ve samimi davranışları için tek tek teşekkür ederim. (Çayların biraz daha demlenmesine dikkat etmeliler )

Sanaldan çıkıp yüz yüze geldiğim ilk kişi, Melih kardeşim olmuştu. Hoş beş yaptık. “Abi çok işim var. Daha saha çalışması yapıp pist kuracağız” filan dedi. Kendisine sen bak işine ben buralardayım dedim…

Yakındaki marketten yiyecek bir şeyler alıp limanın güneş gören doğu tarafında, sandalyesi masası olan bir yerde, kedi ve martılar ile ilginç bir sabah kahvaltısı yaptım! Susamlı simitler ile (Kumru) sabah kahvaltımı yaparken, martıların bir parça kumru için çok sesli koro eşliğinde soframa icabet etmesi, kedilerin bir parça kaşar peynirine takla atması; Çeşmealtı limanındaki balık popülâsyonunun sıfır çektiğinin açık bir göstergesiydi aslında.

Sabah otobüsten indiğimden beri İstanbul’dan bu yana etkili olan poyraz rüzgârı; İzmir’in sırtını yasladığı Manisa’nın sıra dağlarındaki soğuk havayı da alıp, batı istikametinde önüne çıkan her şeye tokat gibi yapıştırıyordu! Dağların soğuğunu iliklerimize kadar hissediyorduk. Urla amatör balıkçılık ve 23 Nisan doğa şenlikleri için soğuk hava; çocuklarımız ve bizim açımızdan kötü bir şanstı!

Soğuğu yedikçe soluğu “Tomurcuk Cafe” de alıyordum. Bir ara Çeşmealtı ilkokulunun 23 Nisan yürüyüşü vardı. Bu geleneğin sürmesinden oldukça memnun oldum ve deklanşöre bastım.

&&&

Çok erken gelmiş olmam benim için her ne kadar şanssızlık olsa bile, ben bunu maksimum değerlendirmeye çalışıyordum. Bir ara etkinliğin yapılacağı alana gidip hazırlıklarını sürdüren balıkçı adası ekibine yardım ettim. Ne de olsa metal söz konusu olunca meslek çekiyordu. Bu arada Melih Gülan’dan sonra; Rıdvan İskeçeli, Sefa Gücün, Hüsnü Yardımcı, Kamil yılmaz, Adnan Yaran ve daha ismini hatırlayamadığım birçok balıkçıadası dostumuzla yüz yüze gelmiş, omuz omuza çalışmıştık

Poyrazın Soğuk esintisine rağmen duyarlı, vakti ve imkânı olan insanlarımız nihayet orkestranın sesine doğru gelmeye başladılar. Rıdvan beyin konuşmasıyla açılış yapıldı. Küçük engelli çocuklarımızın folklor ve özel gösterileri hakikatten görülmeye değerdi.

Yaptıkları el işi sergileri de birbirinden güzel emek verilmiş objelerden oluşuyordu. Tüm öğretmenleri bu özverili çalışmalarından dolayı kutlarım. Bu kişiler hakikatten büyük insanlar ve ben bunlara her zaman saygı duyuyorum. Onları alınlarından öpüyorum. Daha sonra bu küçük çocuklarımız denize binlerce yavru levrek balığını saldı. Burada amacın, verilen mesajın ne olduğunu aklıselim insanlar kavramıştır muhakkak!

Küçük çocukların birbirleriyle kaynaşması ve onların bu ortamdan zevk aldıklarını görmek; benim için kazanılan en büyük ödül olmuştur. Sanırım benim gibi birçok dostumuzda bu mutluluktan üzerine düşeni almıştır. Ancak havanın rüzgârlı ve soğuk olması bu etkinliğe katılımı yarı yarıya düşürdüğüne inanıyorum.

Unutmadan Tema vakfı üyelerinin topluca bu etkinliğe katılarak destek vermeleri; tüm balıkçı camiasını sevindirmiştir. Kendilerine arkadaşlarım ve camiamız adına teşekkür ederim.

Melih Gülan ve Rıdvan İskeçeli’nin tüm telâşesini anlayabiliyordum. Organizatörlük kolay değil tabi sorumluluk ister. Sabah erken saatlerden başlayan hazırlıklar etkinliklerin başlama saatine yetişmedi ama gün içine rahatlıkla sığdı. Melih kardeşime yerel yöneticilerin Stratejik destek vermemesini yadırgamadım dersem yalan olur!

Ben 600 kilometrelik yolu her ne kadar Melih kardeşime destek vermek için gelmiş olsam da, bu destek aynı zamanda Urla’nın tanıtımı için de önemliydi. Ayrıca engelli çocuklarımızın gösterilerine katılmak onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek bu etkinliğin en önemli bölümüydü! Bir çocuğun yüzündeki mutluluk ifadesi, onun kendine olan güvenini ve insanlara bakış açısını etkileyeceğini çok iyi biliyorum. Unutmamalı ki bu insanlara vereceğimiz bir günlük destek, onların günlerce aylarca mutlu olmasını sağlamak demektir.

Yerel yönetimlerden ricam; bu tür etkinliklere tam kadro katılmaları ve organize edenlere destek olmalarıdır. İlk gün pistin hazır olmadığını gören belediye başkanının daha sonra geleceğini söylemesi ve gelmemesini ben şahsen yakıştıramadım, “Ciddiye alınmanın karşılığı, Ciddiye almaktır” Korkarım ki inşallah bu ciddiyetsizlik değildir!

Çocuklarımızın oyunları ve denize balık salma eylemlerinden sonra etkinlik; 8 amatör balıkçının katılımıyla, Türkiye’de ilk kez olta ile en uzağa kurşun atma yarışı " SURFCASTING" yapıldı. Yarışmalar sonucunda 378 puan ile Belki Birgün Eresin birinci, 370 puan ile Faruk Geçkin ikinci, 365 puanla Hakan Aydın üçüncü oldu.

Planladığım gibi diğer sitelerden gelen Yaşar, Faruk, Hamdi, Yalçın, Haluk Deniz ağabey,Vehbi Özdemir kardeşim ve ismini hatırlayamadığım arkadaşlarla tanışmam görüşmem son derece güzeldi.

Etkinliğin devamında lokma partisi, akşamüzeri yapılacak konser eğlencesi ve yarın yapılacak teknede balık avı yarışması + eğlence, mangal partisi ve kupa töreni vardı. Ama ben, maalesef; Haluk Deniz ağabeyimin ve Vehbi kardeşimin benim için planladıkları balık avına gitmek için buradan ayrılmak zorundaydım.

Etkinliğin yapıldığı alanda bulunan arkadaşlarla tek tek vedalaşıp, Çeşmealtı bölgesinden Seferihisar’a gitmek için saat 17.30 gibi ayrıldık.

Konu ile ilgili resimler

M.Talip Girgin

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-06-2011, 01:13   #2
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Seferihisar Balık Avımız...


Çeşmealtı şenliklerinden ayrılmış, Seferihisar’a doğru yola çıkmıştık. Vehbi bizden ayrılmış, karar verilen yere daha sonra; Devrim isminde bir arkadaşla birlikte geleceğini söylemişti. Haluk ağabey direksiyonda, ben sağ ön koltukta; Lidyalılar, İranlılar, Atinalılar, Ispartalılar, Kayralılar, Giritliler, Romalılar ve Selçuklulardan sonra Osmanlının toprakları olan bu güzel yarımadanın engebeli yollarından geçerken, fotoğraf makinem elimde hiçbir güzelliği kaçırmak istemiyordum.

Haluk ağabey, ordusuna hükmeden komutan “Çaka Bey”in atını dizginlemesi gibi altındaki arabanın homurdanmasına aldırış etmeden, dönemeçleri bir bir gerimizde bırakıyorduk!

Doğanbey beldesine geldiğimizde, Haluk ağabeyin evinde rengârenk güzel çiçekleriyle karşılaştım. Bu çiçeklerden Saray yavrusu evine, adeta güvenlik duvarı oluşturmuştu. Özellikle renk renk “aslanağızları” görülmeye değerdi. Yengemizin yaptığı nestcafe’leri yudumlarken, Haluk ağabey bahçesindeki çiçekleri, ağaçları ve meyvelerin yanı sıra; yakaladıkları bir bıldırcını anlatmıştı. Bahçelerinin dışında; hazineye ait doğal bahçedeki gelinciklerin, haluk ağabey ve komşularının çiçeklerine nazire edercesine boy göstermesi bir başka güzellikti.

Haluk ağabey bana, deniz kıyısında, denize 20-30 metre mesafede, teknesini karaya çekmek için elektrikli calaskal’dan yaptığı ırgatı gösterip onun hakkında bana bilgi verdi. Bir ara komşusu Cemal ağabeyin evine gittik. Cemal ağabeyin ikram ettiği çayları içtikten sonra, Doğanbey köyünden arkadaşlarımız Vehbi ve Devrim ile buluşacağımız, Azmak bölgesine doğru hareket ettik.

Saat 20.00 sırası azmak bölgesindeydik ve hemen oltalarımızı hazırlamaya başladık. Ancak akşam oynağı için çok geç kalmıştık. Bir saat kadar sonra Vehbi ve Devrim arkadaşımızda bize katıldı. Birlikte yaptığımız ve boş çektiğimiz atçeklerden sonra ben yemli atmaya karar verdim.

Saat 22.00 gibi üç iğneli bir takımı yolda aldığımız sülünesler ile yemleyip denize attım. Bu arada arkamızdan esen poyraz rüzgârı öyle sert esiyordu ki, bizi, soğuk bir kış mevsimindeymişiz gibi üşütüyordu. Rüzgârı kesen büyük bir kum tepesinin önüne kampımızı kurduk. Ayağa kalktığımızda rüzgâr bizi yalayıp yutuyordu! Oturduğumuzda ise nispetten rüzgârın soğuğundan korunuyorduk.

Bir taraftan yaktığımız ateşi sürekli besliyor, etrafta ne kadar yakacak ağaç dal poşet pet şişe, ne varsa yakıyorduk.

Gelirken marketten aldığımız yiyecekleri yere serdiğimiz bir örtünün üzerine koyduk. Yanan ateşte acılı sucukları ve tavuk kanatlarını pişirdik. Ancak en önemli şey tuz almayı unutmuşuz. Vehbi kardeşimiz onun da çaresini buldu! Denizden aldığı bir bardak deniz suyu; hemen hemen aynı şeyi görmüştü.

Saat 24.00 sırası Vehbi’nin daha önce telefonda konuştuğu iki arkadaşı Serkan ve Ercan yanımıza geldi ve yaktığımız ateşin etrafında yerlerini aldılar. Şu ana kadar her şey çok mükemmeldi. Bir tek havanın rüzgârlı olması tüm hesaplarımızı alt üst etmişti. Yaptığım araştırmalara göre Seferihisar'da yıllık ortalama rüzgâr hızı, yaklaşık olarak 3, 5 m/sn civarındadır. Ocak, Şubat, Mart aylarında rüzgâr hızında nispi bir artış gözlenirken Mart ayından Haziran ayına kadar bir azalma daha sonra tekrar yükselme gözlenmekte ise de bunlar önemli bir değer değildir. Diğer yandan kışın ve geçiş mevsimlerinde rüzgârın hızı zaman zaman oldukça artmaktadır. İşte bizim şansımıza esen poyraz o bahsedilen zamanlardaki rüzgârlardan olmalıydı!

Ercan ve Serkan dostlarımız aramıza katıldığında Devrim kardeşimin tepkisi şu olmuştu. “Aaa ben bunları tanıyorum biri tamirci biri çamaşırcı.” Devrim kardeşimin bu lafı değil ama söyleyiş tarzı benim çok hoşuma gitmiş ve buna epey gülmüştüm.

İlerleyen saatlerde sazlı sözlü güzel bir gece oldu. Serkan dostumuz sazının tellerine vururken, hep birlikte şarkılarına eşlik ediliyordu. Zaman zaman alevlenen ateşin karşısında ısınıyor, fer’i geçtiğinde ise üşüyorduk.

Rüzgârın kuvvetini arttırmış olması kurduğum oltanın zilini sürekli çaldırıyordu. Bu arada periyodik yem değişimi sırasında iki tane yılan balığı çektim. Bu balıklardan ilk defa yakalıyordum. Bizim oralardaki (İğneada) yılan balıklarından çok farklı balıklardı bunlar.

Geldiği gibi bu balıkları geri saldık. Evet, tartışmasız balık bakımından çok verimsiz bir geceydi ama yeni tanıştığım dostlarla sohbet çok güzeldi. Hele ki kendimize yarattığımız macera ortamı süperdi. Saat 03.00 gibi oltamı sarmaya başladım oltada bir ağırlık vardı ama o ağırlığın balık olmadığını biliyordum!

“ Bir Amerikalı arkadaşım, yedi yaşındaki çocuğunu bir gün balık tutmaya götürdü. Oltayı göle atıp, kaldıkları otele geri döndüler. Bir saat sonra, oltaya balık takılıp takılmadığını öğrenmek için göle gittikleri vakit, dört beş balık takıldığını gördüler. Çocuk, “Baba, ben balıkların oltaya takılacağını biliyordum.” dedi.

Babası sordu: “Nerden biliyordun?”

“Dua ettim de onun için.”

Oltayı yeniden hazırladılar ve yemek için otele gittiler. Yemekten sonra döndükleri vakit, yine oltaya balık tutulmuştu. Çocuk, “Ben biliyordum, ” dedi.

Babası sordu: “Nereden biliyordun?”

“Dua ettim de onun için.”

Oltayı tekrar göle attılar ve otele döndüler. Yatmadan önce göle gidip oltalarına baktıkları vakit, bir tek balığın bile yakalanmadığını gördüler.

Çocuk, ”Ben, balıkların tutulmayacağını biliyordum, ” dedi.

Babası sordu: “Nereden biliyordun?”

“Çünkü dua etmedim.”

“Niye etmedin?”

“Çünkü oltaya yem takmadığını hatırladım da, onun için.”

-Oltayla çektiğim, rüzgârın önüne katıp denize attığı kocaman içi su dolu bir poşetti. En son yemleri tazelemediğimi biliyordum!

Daha fazla uykusuzluğa dayanamadım ve arabanın içine uyumak için saat 03.15 gibi gittim. Devrim kardeşimizde benden beş on dakika önce Vehbi’nin Niva cipine uyumaya gitmişti.
Haluk ağabey, Vehbi, Ercan ve Serkan ateşin başında sazlı sözlü devam ediyorlardı. Arabanın içine girer girmez, Haluk ağabeyin battaniyesine sarılıp, ilk bir veya bir buçuk saat güzel uyudum. Bir ara Haluk ağabey’de arabanın arka koltuğuna uzanmıştı. Saat 06.00 gibi Devrim kapıya vurdu ve beni kaldırdı.

Birlikte bir süre atçek yaptık. Daha sonra Haluk ağabey de bize katıldı. Ama maalesef kuzey batı rüzgârı tüm kıyıdaki balıkları açığa derinlere taşımıştı. Balık yoktu. Rüzgâr, gece estiği kadar etkili değildi ama halen devam ediyordu. Güneşi ne kadar özlediğimi, vücudumu ısıttığında daha iyi anlamıştım. Herkes uyandı ve günün önemini belirten birlikte bir fotoğraf çektirdik.
Haluk ağabey ile şimdiye kadar sanal ortamdaki muhabbetlerimizde, bana nasıl bir izlenim verdiyse, şu ana kadar gördüğüm karakteristik özellikleri aynıydı.

Kendisi son derece sakin, uyumlu, sevgi dolu bir insandı. İyi ki seni tanımışım Haluk ağabey, iyi ki sayende Vehbi kardeşimi, Devrim kardeşimi, Serkan ve Ercan kardeşimi tanıdım.

Biliyorum ki, Azmak kıyısında olta atan benim candan dostlarım var. Onlara bir kez daha buradan selam olsun diyorum...

Konuyla ilgili resimler

M.Talip Girgin


Düzenleyen Talip Girgin : 26-08-2011 saat 18:52
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-06-2011, 01:18   #3
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
İzmir Gezim Ve Dost Ziyaretlerim


24 Nisan 2011 İzmir: Saat 11.00 civarı Basmahane’ deki bir otobüs yazıhanesine gidip, bulabildiğim gece saat 22.00 arabasına 18 numaraya, Alanya için bir bilet aldım. Ağır olan çantamı burada bırakıp en son 24 sene önce geldiğim İzmir sokaklarında körfeze doğru yürümeye başladım.
İlk önüme çıkan börekçide su böreği yiyerek karnımı doyurdum. Daha sonra bir kuaför aramaya başladım. Birden kendimi bitpazarının içinde saçı sakalına karışmış insanların sattığı, az kullanılmış eşyaların arasında buldum.

&&&

Ayıp olmasın dedim racondandır, gözlerimle de olsa kaldırıp attım tersine az kullanılmış gömlekleri, kot pantolon ve ceketleri...
Sırasıyla denedim ayağıma olmayan, topukları yanlanmış iskarpinleri...

Boncukları eksik, imamesi püskülsüz tespihler ile gazı taşı bitmiş çakmaklar tezgâhta... Gözlerinin feri gitmiş sarı dişli işportacılar “buyur bey abi” derken, klasik bir müzik çalıyor bu, dar sokakta.
...
Acıdım adama, hani sigara da içmem ya, içen birine hediye ederim dedim. Az kullanılmış bir çakmak ilişti gözüme. “Ne kadar bunun fiyatı?” Dedim.
“150 TL” dedi.

!!!

Bozuntuya vermedim tabi içimden, bu adam “deli” herhalde dedim. Bir diğerini gösterip “Peki, bunun fiyatı ne kadar?” dedim. “ 175 TL” dedi.

Yok efendim bu adam zır deli!

Peki, “bu deri kılıflının fiyatı ne?” dedim.

Meczup “200 TL” dedi.

Yani birden, deli meli demeden suratının ortasına bir tokat çakasım geldi!
Tamam dedim. Bu adam hakikatten kafayı sıyırmış. 10 lira dese çıkarıp parayı vereceğim. Belki çakmak iki lira bile etmez! Ben “gariban bir yemek yesin çay içsin” diye düşünürken; bizim gariban inadına ben sordukça fiyatını yükseltiyor çakmakların.
Saçı sakalına karışmış aşırı nikotinden bıyıkları sararmış ağzında dişleri eksik adam bana baktı;

"Bey abi: İlk sorduğun çakmak 1960’ların Alman yapımı İbelo Monogas çok az bulunur ve antika bir çakmaktır. İkincisi ise yani şu; 1970’lerden yine Alman yapımı İbelo ile ünlü Colibri firmasının ortak, altın kaplama çakmağıdır. Bunlar antika olduğu için her yerde bulamazsın. Bu son sorduğunda ömür boyu garantili orijinal zippo dur..."

Deme be ya!

&&&

Ana cadde üzerinde bir kuaför bulup saç sakal traşımı oldum. Sonra ver elini İzmir kitap fuarı; Alanya için bilet aldığım yazıhanelerin tam karşısından fuar alanına girdim. Kitapların içine girince matbaa kokusu aklımı başımdan aldı. Sırasıyla tüm küçük, büyük sergi demeden kitapları inceliyordum. Bazen patlamış fişek kokusunu içime çeker gibi; kitabı ortadan bölüp, burnumu kitabın tam kalbine sokup o kâğıt kokusunu içime çekiyordum.
Bazen İstanbul Beylikdüzü’nde, Tüyap’ta yapılan kitap fuarlarından, tanıdık aşina yüzlerle sohbet ediyor, bazen bana ikram ettikleri çayları içiyordum.

Nerden haberleri oldu bilmiyorum, o kocaman devasa hoparlörden; M.Talip Girgin’in İzmir kitap fuarına teşrif ettiği tüm İzmir halkına anons edildi ve birden bir alkış tufanı içinde kalakaldım.

Orta yerde kurulan devasa demir platformun üzerindeki bir kürsüye nasıl, kimler tarafından çıkarıldığımı anlayamadım. Önüme bir mikrofon konuldu ve benden bir konuşma yapmamı istediler!

&&&

Mikrofona eğilip; deneme 1.2.3... mikrofonun çalışıp çalışmadığını kontrol ettikten sonra konuşmama başladım.

-Sevgili İzmir halkı, dostlarım, arkadaşlarım yoldaşlarım... Dün sabah, Urla’daydım ve akşama kadar güzel insanlarla birlikte unutulmaz bir gün yaşadım. Sonra akşamüzeri davet üzerine, benim için organize edilen Seferihisar balık avına katıldım. Daha dün; akşam için hiçbir planım yoktu ama birden kendimi güzel bir maceranın içinde buldum.
Varlıklarından haberim olmayan insanlarla iç içe, can cana sohbet deryasında gark oldum. Burada siz güzel insanların arasında bulunmaktan da son derece memnunum.
Şimdi size küçük bir hikâye anlatmak ve sonucu üzerinde sizleri düşünmeye davet ediyorum.

-Geçen asırlarda Türkiye’yi ziyaret eden ecnebiler hatıralarında, Türk insanının asaletini, zarafetini, nezaketini, terbiyesini, dürüstlüğünü anlata anlata bitiremiyorlardı. Tarih Hazinesi mecmuasının Haziran 1951 tarihli sayısında, geçen yüzyılların o asil Türk’ü şöyle anlatıyor:

İstanbul’da Bahçekapı’da, meşhur bir terzihanenin sahibi olan Macar Mösyö Bak, bir gün, Serkl Doryan Kulübü’nde, aralarında İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Rum, Ermeni ve Yahudi bulunan bir topluluğa şunları söyledi.

Ticarethanemizde kapıcılık yapan bir Türk, harbe giderken, daha evvelden ticarethanemizden aldığı on. onbeş lira borcu veremeyeceği için af diledi. Fakat harpten sağ dönerse bizzat kendisinin, şehit olursa, ailesinin bu borcu mutlaka ödeyeceğini söyledi.
Umumi harp bittikten bir müddet sonra, bir gün pek genç bir delikanlı ziyaretime geldi ve kapıcının oğlu olduğunu söyleyerek, “Babam harpte şehit oldu,” dedi. “Vasiyeti mucibince size olan borcunu getirdim. Paramız olmadığı için, daha evvel getiremedim. Kusuruma bakmayın.”

Ben parayı almamakla ısrar edince, çocuk çok müteessir oldu ve “Bu babamın vasiyetidir,” dedi. “Eğer almazsanız, onun ruhu muazzep olur. Bu, bir namus borcudur.”

Gerçek bir Türk dostu olan Mösyö Bak, fıkranın sonunda gözleri yaşarmış olarak, gür sesiyle ve kendine mahsus edasıyla şöyle dedi:

“Efendiler! Dünyanın en asil, en doğru, en namuslu milleti Türk milletidir.”

&&&

“Sevgili İzmir halkı, dostlarım, arkadaşlarım ve yoldaşlarım. Ben bu güne kadar yazdığım tüm yazılarda, Sayın Mösyö Bak’ın işaret ettiği Türk halkının ruhunun, batılılarca asimile edilemeyeceğini ve edilmemesi gerektiğini, bunun için hep birlikte her alanda savaş vermemiz gerektiğini yazdım.

Benim bütün davam, hırçınlığım, geçimsizliğim, Türklere ait değerlere sahip olamayan ülkeler tarafından asimile edilmesi yolunda, onlara yardım eden zihniyetin, gizli nifakların, neşriyatta satır aralarına yerleştirdikleri kelimelerdir. Bu nifaklara üzerimizde hâkimiyet kurma fırsatını vermemeliyiz.

Bugün burada kitap fuarında bulunan tüm insanlar, alacakları kitapların içine ruhen girdiklerinde, muhtemelen, hiç kuşkusuz sayfalarını araladıkları kitaplarda gururlu, onurlu bir kaptan edasıyla yeni ufuklara doğru yelken açacaklar!

Burada alacağımız kitapları seçmek bizim elimizde, önsüzlerini okumak, sayfalarını aralamak bedava! Sizlere tavsiyem; deryalarda korsan gemisi kaptanı olmak yerine, insanları serüvenden serüvene sürükleyen bir aşk gemisi kaptanı olun!
Sizlere tavsiyem; görünürde güler yüzlü, tatlı dilli olan yazarların; satır aralarına gizledikleri mesajlara dikkat etmenizdir.

Ülkemiz insanının birliğini ve dirliğini savunan, değerlerini koruyan her dergi, mecmua, kitap ve gazeteye eyvallah.

Tam aksine ülkemiz insanını bölmek, parçalamak, aşağılamak, isteyen neşriyata ilgi göstermemenizdir.

İnsanları sürekli nifak ve iftiralar ile bataklığa çekmek isteyenler, kesinlikle başka ülkelerce zehirlenmemiş (!) bir Türk olamaz! İnsanlara devamlı olumsuzluklar empoze etmek isteyenler, halkı psikolojik olarak yıkmaya ve birbirlerine olan bağlılıklarını çözmeye çalışanlardır.

Toplumumuzda “Hoş görü” bunlar yüzünden yok olmuştur. “Lütfen” kelimesini kullanan toplum; şimdilerde daha çok “hadi lan” demektedir. İşte tüm bunlar güzel yurdumuzu bölmek parçalamak isteyen, kendilerini yazar diye tanımlayan bölücülerin ortaya saçtığı nifakların getirisidir. Türk halkının bu kepazeliğe daha fazla tahammül göstereceğine inanmıyorum.

Allah hepimizi satır aralarına gizlenen ve ortalığa zehir saçan neşriyattan korusun...
Benim bütün meselem bu! Yanlış anlaşıldıysam af ola. Umarım sizlerin o değerli zamanınızı almamışımdır. Beni dinleme nezaketi (okuma) gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim.”

&&&

Kitaplarından satın aldığım, İstanbul’dan bir yayınevi sahibi arkadaşım, içimin geçtiğini görünce;“Talip Bey bir çay daha alır mısınız uykunuz açılır,” dediğinde, bulutların üzerinden indim. Ayaklarım yere bastı!

&&&

Tam çaprazımızda, Muzaffer Cellek Beyefendiyi sergisinin başında gördüm. Zaten buraya birazda onu görmek ve kitabını almak için gelmiştim. Arkadaştan izin alıp hemen Muzaffer beyefendinin yanına gittim. Kendimi ona tanıttım çok sevindi tabi! Bu arada yanında “Ayşen Kuran” MB yazanı arkadaşımız vardı ve bu vesile ile kendisiyle de tanışmış oldum.

Muzaffer Bey’den ücreti karşılığında (15 TL) “Ört ki, Ölem” adlı imzalı kitabını satın aldım! Bir kez daha verdiğim sözü yerine getirmenin verdiği huzurla, dostlarımızdan izin alıp yanlarından ayrıldım. Sağ olsun Muzaffer Bey yemek davetinde bulundu ama İzmir’de bulunduğum süre içinde yemek ve içecekten sorumlu sponsorum olduğu için bu nazik teklifi üzülerek geri çevirmek zorunda kaldım

Çıkışa doğru giderken “Eller ve Yüzler” Ara Güler fotoğraf sergisinden, haliçte eski bir sandalda kürek çeken ihtiyarın resmi hoşuma gitti. Rıfat Ilgaz’ın “Hababam sınıfı” resim sergisinde bulunan resimlerin altındaki notlardan Rıfat Ilgaz’ın hayat biyografisini bir kez daha okudum.

Tam bu arada cep telefonum titreşim verdi. Kuzenim bana evden çıktığını nerede olduğumu sordu.

Bende ona fuarda olduğumu söyledim. Kendisiyle konakta saat kulesinin orada buluşmaya karar verdik. Fuarın Basmane kapısından çıktım ve Metroya binerek Konağa geldim. En son 24 yıl önce geldiğim Konak Meydanı çok değişmişti. Eskisi gibi körfezin ağır kokusu yoktu. Manisa’dan gelen iki genç Fenerbahçeli taraftar ile bankta oturuyor ve onlarla sohbet ediyordum. Bugün Fenerbahçe’nin Buca sporla, maçı vardı ve bu yüzden İzmir sokakları oldukça kalabalıktı.

Türk Balık Avı’ndan Dostum, arkadaşım, kardeşim İsmail Esencan ile telefonda birkaç kez konuşmuştum. Kendisi, bugün İzmir’deki maçlar yüzünden diğer arkadaşları gibi görevinin başındaydı. Urla’ya da bu yüzden gelememişti. Telefonda “sen gelmezsen ben gelir seni bulurum” dediğimde “İsmail kardeşim çok sevinirim ağabey buyur gel” dedi.

Kuzenim ile konak önünde buluşup doğrudan yemek yemek için bir balıkçı restorana gittik. Hem balığımız yedik, hem sohbetimizi ettik. Kuzenimle 1987 yılından sonra 2008 yılında; rahmetli halam ile İstanbul’a oğlumun sünnetine geldiklerinde görüşmüştük. O günün, önceki buluşmamız ile arası tam 21 yıl! Oğlumun düğününden bu yana msn ve telefon görüşmesi dışında üç senedir yüz yüze görüşememiştik.

Kuzenim Yemekten sonra MB yazanlarının meşhur ettiği Şükrü Beyin mekânına gidip Türk kahvesi içelim dedik. Zor bela sora sora Türk kahvecilerinin olduğu yeri bulduk. Ama Şükrü beyin dükkânı neresidir diye özellikle sormadık. Daha fazla dayanamadık ve Polat Cafe’ye girip iki tane kahve siparişi verdik. Kahveler gelip ilk yudumu almak için fincanı dudaklarıma götürdüğümde tam karşımdaki dar sokağın üzerinde “Şükrü Beyin yeri” yazan tabelayı gördüm. Kuzenime tabelayı gösterince gülmeye başladık tabi.

Aslına bakarsanız ben burayı sahile yakın bir yerde hayal ediyordum. Meşhur olmayan (!) Polat Cafe’nin kahvesi bu kadar güzelse, meşhur olmuşların kahvesi kim bilir nasıl güzel olur diye geçirdim içimden. Bana göre bu Türk kahvesinin kalitesi buradaki tüm mekânlarda aşağı yukarı aynıdır. Başka türlü, hepsinin bir arada iş yapması mümkün olamaz!

Sevgili İsmail Esencan’ın görev yaptığı Boğaziçi polis karakoluna gitmek için bize tarif ettiği otobüse binip saat 17.45 gibi Boğaziçi’ne geldik. Bizi karakolun bahçe kapısında karşılayan İsmail kardeşim ile bu, sanaldan çıkıp gerçekte ilk karşılaşmamızdı.“Kırk yıllık dost gibi” sözü bu gezimde dilimde pelesenk oldu ama görünen gerçekte buydu. Çaylar içildi resimler çekildi. Kuzenim; 1987 yılında yaptığım “İstanbul- İzmir- Fethiye” gezimde 6 ve 7 bölümlerde anlattığım, Bornova’da düğünü olan kişiydi.

Kuzenim sanaldan gerçeğe dönüşen bu dostluğun samimiyetine canlı şahit olduğu için inanılmaz heyecanlıydı. Bunun olağan üstü güzel bir şey olduğunu, bana kendisinden ayrılıncaya kadar defalarca söyledi durdu.

Kısacık bir sürede karakolda ilginç olaylara şahit olduk. İsmail kardeşimin zaman zaman takındığı tavır, yaptığı işin ne kadar ciddi olduğunu gösteriyordu. Allahtan onun imdadına teneke mahallesindeki Hacı baba yetişiyordu! Ha hacı baba, ha hacı baba tekkesi siz ne derseniz deyin artık bu bizim aramızda küçük bir sır

Yaklaşık bir veya bir buçuk saatlik sohbetimiz sonunda saat 19.00 gibi “More” ve İsmail Esencan kardeşim bizi Basmane’ye otobüs yazıhanelerinin olduğu yere bıraktılar ve kendileriyle vedalaşıp ayrıldık.

Bu gezimde de görüşüp tanışıp tam olarak doyamadığım dostlardan ayrılmak, inanın bana çok zor geliyordu ama sınırlı bir zamanım vardı ve programım devam ediyordu.
Kuzenimi de Buca otobüslerinin olduğu yere bırakıp, beni garaja götürecek servisi beklemek için bilet aldığım yazıhaneye gittim. Saatim geldiğinde İzmir’den tadı damağımda güzel anılar ile ayrıldım...

Şimdi sırada Alanya vardı...
KONUYLA İLGİLİ RESİMLER
M.Talip Girgin

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-06-2011, 01:28   #4
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Rauf Usluer ile Derindeniz Balık Avım.


Sanaldan gerçeğe dönüşüm sürecinde en fazla dikkate aldığım, kişilerin sanal âlemde sergilediği duruşudur! Bilgi ve becerilerini samimi şekilde, hiç bir menfaat gözetmeden paylaşıma sunan, insanda; tanışma ve sohbet arzusu yaratan renkli kişiler ile ortama uyum gösteren sağduyulu samimi insanlar, benim, her zaman kendime yakın bulduğum ve yüz yüze görüşmekten haz duyacağım insanlar olmuşlardır.

Rauf Usluer, bunlardan birisidir. Kendisini sanal ortamda paylaşıma açtığı konulardan tanıdım. Tuttuğu balıklarla, çekildiği fotoğrafları büyük bir hayranlık ile izledim. Yazdığım veya yazılan yorumlara verdiği cevaplar da çok samimiydi.

(Sanal âlemden gerçeğe dönüşümlerde şu ana kadar yoluma firesiz devam etmekteyim...)
Rauf Bey ile kararlaştırdığımız gibi Saat 07.15 Alanya yat limanında buluştuk. Samimi bir kucaklaşmadan sonra, Rauf Beyin o birbirinden güzel derya kuzularını yakaladığı şirin teknesine konuşlandık. Balığa çıkmadan evvel tekneyi ve jig kamışlarını hazır hale getirmek tam 30 dakikamızı almıştı.

Nihayet Alanya yat limanından 07.45 gibi sırtı çekerek esas av mahallimize doğru yol alıyorduk. Rauf Beyin yaptığı avları internette üye olduğum sitelerden herkes gibi bende izliyordum. Bugün burada kendisiyle av yapma şansını yakaladığım için kendimi çok şanslı hissediyordum.
İlk jig denemelerimizi Alanya sırtındaki Toros dağlarından görünen ikisinin ayaklarının yere değdiği vadinin karşısında, kıyıya 2-3 km mesafede 70-90 metreler arasında saat 08.30 gibi yaptık.
Deniz, bazen kıpraşıyor bazen çarşaf gibi oluyordu. Akıntı ve ağır dalgalar aksiyonunu bozmadan şirin teknemizin altından sabun köpüğü gibi kayıp, kıyıya; sabah suyuna, dere ağzına levrek avlamaya gelen kıyı balıkçılarına selamımızı iletiyordu!

Oltalarımız bazen dipsiz bir kuyuya düşer gibi kanala düşüyordu. Deniz dibi coğrafyasının bu kadar değişken ve bizi ilgilendiren durumu karşısında şaşkındım. Evet, daha önce Karadeniz de İğneada da liman burnundan kerteriz alıp iki saat açıklarda ki deniz dibi adalarının varlığına, kalkan ağları atarken şahit olmuştum; ama ilk defa kıyıya bu kadar yakın bir yerde bu müthiş derinlik karşısında şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım.

Rauf Bey ceketini çıkardı ve iç cebinden aldığı not defterine bakıp, daha önce balık aldığı kerterizlerinin yerlerine baktı. Yeni koordinatları balık bulucuya vererek başka bir noktaya hareket ettik. Saat 09.00 olmuştu. Rauf Bey jig kamışını ustaca kullanıyordu. Ben ise “aşağı yukarı” klasik tarzda kullanıyordum. Ama üstadın hareketlerini, tarzını beynime ufak ufak kaydediyor, gözlerimle bu stili prova ediyordum!

Rauf Bey tekrar ceketini giydi, gözlüklerini taktı ve yeni koordinatları balık bulucuya verdi. Saat 09.42 ve yeni noktamızdayız. Oltalarımızı suya saldık saat 09.46 Rauf Bey “Yakaladım onu” dedi. Ve aşağıdan gelen misafirin ne olduğunu merakla beklemeye başladık. İki dakika sonra gelen balığın, hatırı sayılır altın benekli bir lagos olduğunu gördük.
İlk defa canlı canlı yanımda jig ile bir balık yakalandığına şahit olmuştum. Üstelik bunu videoya kaydetmiştim. Üstadımı tebrik edip birkaç resim çektikten sonra oltalarımızı tekrar suya bıraktık. Bu kez gözümle aşina olduğum jig taktiğini yeni stilim ile kullanmaya başladığımda Rauf üstadımdan tam not aldım Bölge değiştirmek için oltalarımızı sudan çekerken, saat 10.12 suları son yirmi metrelerde aldığım bir vuruş ile bende “Yakaladım seni” diye heyecanla bağırdım.

Kamışın ucundan gelen misinaya bakılırsa bu muhtemelen orta veya yüzeye yakın sularda dolaşan ve yaşamını dibe bağımlı kalmadan sürdüren bir balık olmalıydı. Daha önce jig ile balık yakalamadığım için aksiyondan gelen balığın cinsi hakkında yorum da yapamıyordum. Bir iki dakika sonra gelenin bir palamut olduğunu gördük.

Rauf Bey bu anı videoya çekerek ölümsüzleştirdi. Bu benim jig ile yakaladığım ilk avımdı. Ayrıca bu balığın kanının hemen akıtılması gerekiyormuş! Sevgili üstadım balığın başaltına bir bıçak darbesi atarak, kanını denize akıttı.

Saatler 10.30

Jig avcılığını bırakıp derin su avı için hazırlığımızı yapmaya başladık. Üstadım not defterine bakarak yeni kerteriz ve yeni derinlik için balık bulucuya yeni komutları verdi. Saat 11.30 sularında manüel el çıkrığı ile 350-400 metrelerde ilk mercan gelmişti. Balık vardı ama çıkrığın beklenmedik arıza yapması balıkların hayatını kurtarmıştı.
Tam on parça balık almıştık. Bunlardan biri de sevimli küçük bir lipsöz; onu güzel bir törenle suya salarken, kulağına büyük babalarına selam söyleyip, yarın beni görmeye gelmelerini tembihlemiştim! Saat 14.30 gibi derin su avımızı noktalayıp Alanya yat limanına dönüş yoluna girmiştik.

Dokuz mercan bir palamut ve bir lagos ile Akdeniz’deki ilk balık avımızı sonlandırmıştık. Limana geldiğimiz de balıkları küçük çocukların misket sayması gibi saydık, yan yana getirip resimlerini çektik. Sonra, sırayla elimize alıp resimlendirdik. Bu bizim için büyük bir mutluluktu. Sabah 07.15 de buluştuğum Rauf Beyden saat 16.00 da ayrıldığım, yaklaşık dokuz saatlik süre içinde; bu beraberliğin her anından müthiş bir keyif almıştım.

Bizler İnsan olarak; sevmeye, güvenmeye, arkadaşlığa, dostluğa önem veren bir toplumuz. Belkide son yıllarda, kaybolan değerlerimizden kalanlara sahip çıkma duygusu ile hareket ediyoruz!

Günden güne asimile olan insan ilişkilerimizi değerlerimizi, kaybetme korkusunu içinde taşımayan insan var mı?

Her ne için olursa olsun hayat güzel ve onu insan hak ettiği gibi yaşamalı.

Sevgili Rauf Beye bana bu güzel günü yaşattığı ve ilk defa jig ile balık yakalama şansı verdiği için kendisine çok teşekkür ediyorum. Umarım yolumuz tekrar kesişir. Allah yolunu açık etsin reis; rastgele...

Kardeşin:
M.Talip Girgin.

KONUYLA İLGİLİ RESİMLER


Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-06-2011, 01:34   #5
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alanya Derindeniz Balık Avım-2


Zaman Ondan daha uzun bir şey yoktur, zira ezeli ve ebedidir. Ondan daha kısa bir şey yoktur, zira projelerin gerçekleşmesi için yeterli değildir.
Bekleyen biri için ondan daha yavaş(ağır); zevklenen biri için ondan daha çabuk bir şey yoktur. Büyüklüğü ile sonsuza kadar uzanır; küçüklüğü ile sonsuz parçalara bölünebilir.
Herkes onu ihmal eder; herkes onun geçip gitmesine esef eder; onsuz bir şey yapılamaz. İstikbalin nesillerine aktarılmaya layık olmayan ne varsa, onları karanlıklara iter ve gerçekten büyük olan hareketleri ebedileştirir.

İnsanın en kıymetli hazinesi zamandır.”

“Oltacı Yem Market” sahibi Sevgili dostum Armağan Aygün’ün organize ettiği, Alanya ikinci derindeniz balık avımıza start verildi.

Sabah 06.15 gibi, çıkacağımız teknenin sahibi Mehmet Bey ve misafiri Ankaralı adaşı Mehmet Bey ile Mahmutlar beldesinden geçerken beni de araçlarına aldılar. Yolda benzin alırken simit ve çay ile ufak bir kayıntı yaptık.

Saat 06.45 gibi limanda Armağan kardeşimizi bizi beklerken bulduk. Kendisiyle daha önce birkaç kez telefonda görüşmüştüm ama şu an ilk defa yüz yüze geliyorduk. Birbirinin izini kaybetmiş iki eski dost, arkadaş, kardeş, özlemiyle sarıldık sımsıkı; evimden ayrılalı tam beş gün olmuştu ama şu ana kadar tanıdığım insanlardan aldığım pozitif enerji ile kendimi oldukça mutlu ve huzurlu hissediyordum.
Sevgili Armağan kardeşim benim rahatım ve balık tutmam için her şeyi düşünmüştü. Oltalarım bile özel yapılmıştı. Üç yüz-dört yüz metrelerde balık avlayacağımızdan, özellikle benim için elektrikli çıkrık düzeneği bile ayarlamış! (sağ olsun)

Saat 07.00 gibi limandan ayrıldık Av sahamıza giderken yüksekliği 250 metreyi bulan yarımadanın üzerindeki Alanya kalesini surlarını ve burçlarının heybetini izledik. O zamanın teknolojisi ve tecrübesiyle günümüze kadar ayakta kalabilecek bu surları ve burçları yapan nasıl bir zekâ ve beceriye sahip; insanın inanası gelmiyor.

Armağan ve ben çıkışta bir süre sahtelerle sırtı çektik ama bir şey yoktu. Teknenin balık bulucu cihazı arızalıydı Kaleye sırtımızı verip açıklara doğru yol aldık. Daha önce kerterizi işaretlenen yerler de takımlarımızı Akdeniz’in mavi suları ile buluşturduk.

İğnelerimizin ucunda yem olarak ithal uskumru kullanmıştık. Derin denizin özelliği oltalarınıza her türlü balığın gelme olasılığı olmasıydı. Ayrıca suyun derin olması takımının da özel olmasını gerektiriyordu. Tabi ki bölgenin usta avcılarının yaptıkları takım en iyi takım olmalıydı. Bir kulaçlık bedende altı adet 20 cm bir, uçları bedene fırdöndü ile geçirilmiş köstek vardı. Fırdöndünün her iki tarafına konan fosforlu boncuklar, (karanlıkta fark edilsin diye) stoperler tarafından sabitlenmişti.

Atçeklerimiz yemlemelerimiz sürekli devam ediyordu ama henüz daha bir vuruş alamamıştık. Sevgili Armağan ve tekne sahibi Mehmet Bey, balığın olmaması karşısında mahcup olduklarını düşünüyorlardı ama ben onlara rahat olmalarını söylüyordum. Benim için balığın olması iyi olurdu tabi ama o kadar da önemli değildi. Çünkü ben, dün bu sularda o zevki tatmıştım.

Şu anki dostluğu arkadaşlığı sohbeti kurmak ve Akdeniz’in mavi sularında geziyor olmak bile güzel bir şeydi benim için.
Tekrar yerimizi değiştirirken sağ olsun Ankaralı Mehmet Beyin hazırladıkları ile karnımızı doyurduk demlenen çayda üzerine iyi geldi.

Derken ilk vuruşu Ankaralı Mehmet Bey aldı ve akabinde iri bir istavrit çekti. Derken balıklar oynamaya başladı. Ben derin su olduğu için önceleri balığın vuruşlarını hissedemiyordum ama sonra akıntı ve vuruş aksiyonu arasındaki o nüansı çözdüm
Alanya’nın kıyı şeridine bu kadar yakın, derin kanalların olduğunu açıkçası bilmiyordum 780 metre ip misine boşaldı ve halen dibini bulamadığımız yerler oldu. Kıyıya uzaklığı ben diyeyim 2, siz deyin 4 kilometre kesinlikle daha fazla değil.

Efendim öyle bir damar bulduk ki sağdan iki katlı sarı bina solda ise beyaz apartman ortada kale kerteriz mükemmel. Balıklar önce birer sonra ikişer sonra üçer beşer gelmeye başladı... Elektrikli çıkrık mükemmel bir icat, ancak otomatik stop’u olmaması bir anlık dikkatsizlik sonucu takımı içine alıyor balıklı iğneler geldiği zaman takımı koparıp atıyordu. Benim başıma bu bir kere geldi ve üstten gördüğüm üç balık dâhil fırdöndü’den kopan olta balıklarla birlikte karanlık sulara gömüldü.

Bir keresinde ise oldukça ağır gelen olta takımı sonlara doğru birden hafifledi ve en üstte iri bir lipsözden başka ne boş bir iğne vardı ne bedenden bir parça. Sanki aşağıdan saldıran bir balık en üstteki lipsöze kadar her şeyi, bir kilogramlık kurşunla birlikte yutmuştu! Başta iri istavrit ve sonrasında yakaladığımız cins mercanlar artı lipsöz ve iri mezgit ile güzel bir av yapıyorduk.

Hava hakikatten Armağan kardeşimin yazdığı gibi; kapanıyor, açıyor, yağıyor, serinliyor dört mevsimi yaşıyor gibiydik. Balıkların ilk önceleri nazlanmasına rağmen sonra arsızca yemlerimize saldırması, bugünkü avımızın mükemmel geçmesini sağlamıştı. Deniz bugün yine bonkördü ve herkesin yüzü gülüyor neşesi yerindeydi. Keyfimiz kaymaklı kadayıf tadındaydı.

Tekne sahibi Mehmet Bey; Muğla’da ki asker arkadaşım Birol’a, sesiyle tipiyle, hareketleri ile o kadar benziyordu ki, sanki karşımda bütün gün asker arkadaşım Birol vardı. Sağ olsunlar başta Armağan kardeşim, Mehmet Bey ve adaşı güzel bir günde, güzel sohbet edip; güzel balıklar yakalamıştık. Ben merakımı fazlasıyla almış, zevkimi yapmıştım.

Hava hafif kapalıydı ve saat 18.00 suları limana dönmeye karar verdik. Dönüş yolculuğunda Yarımada üzerindeki Alanya kalesini inceliyor ve not alıyordum.

“Alanya Kalesi: zamanımıza kadar korunan tek Selçuklu kalesidir. 1225 yılında Roma kale kalıntılarının yerine Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat tarafından yeni bir kale yaptırılmıştır. 83 kule ve 140 burca sahip, üç sıra surlarla çevrili olan kale, bütün olarak iç ve dış kale bölümlerinden oluşur.
Aya Yorgi Kilisesi, Kanuni Sultan Süleyman Camii, Akşabe Sultan Türbesi, Selçuklu Hamamı, Arasta, Bedesten, Sitti Zeynep Türbesi, Sultan Alaaddin Sarayı, irili ufaklı sarnıçlar, deniz feneri ve zindandan oluşan kale, bir tarih hazinesidir.

Alanya Kalesi 'nin etrafını 6 km lik surlar ile 140 gözetleme kulesi çevrelemektedir. Saldıracak olan ya da saldırma niyetinde bulunanların fark edilmemesi neredeyse imkânsız hale getirilmiş. Kale surlarını tırmanırken ve bazen bozuk yollardan geçerken kale içerisine homojen bir biçimde dağılmış büyük küçük kafeler ve restaurantlarla karşılaşmanız mümkündür.
Korsanlar Mağarası, Alanya Kalesi'nin bulunduğu tarihi yarımadanın altında bir deniz mağarasıdır. Teknelerle gidilir. Yarımada çevresindeki tekne turlarında ilk mağaradır. Korsanlar Mağarası, eskiden etrafına korku saçan korsanların soygunlardan elde ettikleri malları depoladıkları ve kaçırdıkları kızları tuttukları yer olarak ün salmış.

Korsanlar Mağarası'nın tahminen 10 m. genişliğinde, 5-6 m. yüksekliğinde olan ağız kısmı küçük teknelerin rahatlıkla içeri girip çıkmalarına imkân verir. Bir söylenceye göre mağaranın içinden kaleye çıkan gizli bir yol varmış ve antik çağın korsanları ganimetlerini bu yoldan yukarı çıkarırmış.”**
Aldığım notlar doğrultusunda sonradan yaptığım tarihi araştırmalar, gezdiğim yerlerde harcadığım zamanın boşa gitmediğini gösterir nitelikteydi. Yazımın sonunda göreceğiniz gibi, buraların en son halini; size kendi ellerimle çektiğim fotoğraflar ile tanıtmak istedim. Benim, Akdeniz gezimin özünde sadece balık tutmak yatmıyor arkadaşlar; gezdiğim yerlerdeki olayları siz değerli okuyucularıma hem günümüz gerçeği ile hem tarihimizden küçük anekdotlar ile sunmaya çalışıyorum. Belki de buralardan çıkarılacak bir ders, değerlerimize bakış açımızı değiştireceği gibi gevşeyen taraflarımızı tekrar gözden geçirmemizi sağlayacaktır.

&&&&

Teknede ve liman taşında resim çekildikten sonra Armağan kardeşimin dükkânına gidip fotoğraf makinesindeki resimleri flaş disk’e attık. Bu arada yorgunluk çaylarımızı da içmiştik. Alanya’dan gitmeden önce Armağan kardeşimle tekrar görüşmek için anlaştık ve ondan ayrıldık. Mehmet Bey ve adaşı beni aldıkları yere Mahmutlara bıraktılar. Bu vesile ile kendilerine bana göstermiş oldukları misafirperverlik için çok teşekkür ederim.

Elimde balık poşeti ve bende savaş kazanmış komutan edası; beni bekleyen dostlarımın hep birlikte söyledikleri “en büyük balıkçı bizim balıkçı” tezahüratları...
Yarın için sırada, Torosların zirvesinde alabalık avım var...

* Voltaire ** internet

M.Talip Girgin

KONUYLA İLGİLİ RESİMLER


Devam edecek...

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-06-2011, 14:06   #6
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Toroslar’da Alabalık Avım.


Sabah 07.30 gibi Mahmutlardan, Manavgat’ta gitmek ve Spinci Murat ile buluşmak için harekete geçtim. Yağmurun aşırı şiddetinden yol boyu, silecekleri ikinci kademede çalıştırmak zorunda kalmıştım. Manavgat’ın ilk girişini kaçırdıktan sonra yolumun üzerindeki ilk sağdan içeri girdim ve arkadaşımı cepten arayıp nerde olduğumun bilgisini verdim. Bana, doğru yolda olduğumu ve 3-4 km daha Antalya istikametine devam etmemi söyledi. Bu arada yağmur dinmişti, ama hava kapalıydı. Yanında bulunduğum bir marketten Toroslarda yemek için yiyecek ve içecek aldım.
Sponsorum “Saruhan Grand Bazaar” sağlamış olduğu araç ile Side girişinden biraz daha ilerdeki buluşma noktasına, tarif edilen yere geldim. Spinci Murat karşı caddeden koşarak yanıma geldi.
Size kısaca bu arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Kendisinin “Facebook” ta yayınladığı balık av resimlerden birinin altına, avlandığı bölgeyi çok beğendiğimi yazmıştım. Sağ olsun bana “Abi buralara gelirsen seni o yerlere götürürüm” demişti. Akdeniz gezi planımı yaparken bende bunu dikkate almış ve kendisiyle irtibata geçmiştim.
Nihayet o gün geldi. Araçtan indim yanıma koşarak gelen Murat kardeşimle, diğerlerinde de olduğu gibi sıcak ve samimi; iki eski dostun birbirine olan özlemi, hasreti ile sarıldık. Hemen ayaküstü hal hatır faslından sonra Murat’ın yakındaki evine, olta takımlarını almaya gittik.
Spinci Murat aynı zamanda “BLAU LAGUNA” adlı bir gezi, rehberlik firması sahibiydi. Ve Toroslarda bugün için bu hizmeti; gönüllü olarak sadece bana verecek olması; benim için gurur vericiydi.
Neyse efendim gelelim sadede; Spinci Murat evinden spin kamışları ve takım çantasını alıp geldi. Bir kısmını bagaja bir kısmını arka koltuğa yerleştirdikten sonra ver elini Manavgat’ta bir börekçiye. O’ az yağlı, az peynirli, az kıymalı hafif lezzetli börekleri yedik çayımızı içtik.
Murat kardeşle telefonda görüştüğümüz de “Havanın yağışlı olacağını ama buralarda yakınlarda güzel yerler var oralarda takılırız abi” dediğinde vallahi benim aklıma Manavgat’ın içinde bir yerler de olta atacağımızı düşünmüştüm.
Meğerse Murat kardeşim “Az buralar da” dediği, öyle az buz değil (Manavgat’tan gidiş geliş 260 km! Alanya’dan gidiş geliş 380 km!)
Bizde, Manavgat şelalesini takiben dağa tırmanmaya başladık. Aracın maşallahı var altı da yüksek, keçi gibi tırmanıyor! Keçi deyince yakınlarda birkaç köy geçtikten sonra zirveye doğru epey bir yol almıştık ki bir demir köprü üzerinde durmuş, dağdan gelen küçük bir şelaleyi ve etrafı resimliyorduk.


Düzenleyen Talip Girgin : 28-07-2011 saat 02:15
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-06-2011, 14:07   #7
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Bu arada yanımıza doğru çekine çekine 70-75 yaşlarında Yörüklerden olduğunu sandığım bir ihtiyar geldi, dağılan keçi sürüsünü toplamaya çalışıyormuş.

Spinci Murat kardeşim bu ortamı videoya alıp doğa hakkında yorum yaparken, ihtiyara da, bir takım sorular soruyordu. İhtiyarın keçilerini kaybettiğini söylediği anda dağa doğru tırmanan siyah bir keçi gördüm ve hemen resimlemeye çalıştım. Vallahi yurdum insanın keçileri kaçtığı gibi, birde gruplara ayrılmışlar. İşi zor yani, üstelik bir km geride arabamıza saldıran kangal çoban köpekleri vardı ve biz arabanın içinde korktuk!
Murat dostumuz ihtiyara birtakım sorular soruyordu.
Murat: Kaç tane keçi var abi?
İhtiyar: 50 dane gadar var.
Murat: Ee 50 gadar var demek... köpekler vardı dayı gelirken gördük!
İhtiyar: Aha-şuurda, başka-sunun-ya onlar.
Ben: Peşimize takıldılar dayı!
İhtiyar: Gülümsüyor...
Murat: Abi sen buralarda güzel yerlerde yaşıyorsun ya!
İhtiyar: (gülümseyerek) Eee davarların sayesinde yaşıyoruz işte.
Murat: Evet, Vallahi şuna baksana ya buralarda yaşamak için insanlar bin km yol geliyorlar. Yaşamak için değil, sadece görmek için! Bak Talip abi bin km yol geldi. Siz ne kadar şanslısınız.
Bu arada ihtiyar bana: “Siz nereden geliyorsunuz?” dedi. Ben de kendisine “İstanbuldan” diye cevap verdim.

İhtiyarın ağzından laf almak çok güç, zaten şivesinden dolayı söylediklerinin pek çoğu anlaşılmıyordu. Ben ne kadar kamera karşısında konuşmaya alışık değilsem, yurdum insanı da yabancı insanlarla konuşma konusunda biraz sıkıntılıydı. Efendim yolumuza devam edecekken ihtiyar, kaybolan keçilerini bulmak için bizimle gelmek istediğini söyledi ve Murat kardeşim hemen ona ön koltuktaki yerini verdi.

Zirveye doğru tırmanmaya devam ediyorduk. İnsan doğa ile buluşup kucaklaştıkça daha bir özgür daha bir kuvvetli hissediyor kendini. Özüne dönüş mü desek vallahi bilemiyorum! Birkaç kilometre sonra yolun sağında gümbür gümbür akan tarihi bir çoban çeşmesinin önünde durduk ve akan buz gibi suyundan içtik. Elimizi yüzümüzü yıkadık, çeşmenin video ve resimlerini çekip yolumuza devam ettik.

İhtiyar keçi çobanı, ben ve Murat dağın zirvesine doğru devam ederken, yolun üzerinde ve yamaçlara yayılmış bir grup keçi gördük

İhtiyar, keçilerin kendisinin olduğunu ama biraz daha yukarı da ineceğini söyledi.


Düzenleyen Talip Girgin : 28-07-2011 saat 02:17
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-06-2011, 14:08   #8
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218

Yolumuza devam ettik...

Spinci Murat: Abi sizin burada kurt çakal var mı keçileri yiyorlar mı?
İhtiyar: Var tabi yiyorlar arada...
Spinci Murat: Peki bunlar size saldırmıyor mu? Keçileri yiyen sizi der yer burada?
İhtiyar: Yok ya yiyemez, bize bir şey yapamaz.
“Tamam” dedi ihtiyar, “beni şurada indirin.”
Arabayı sağa çektim ihtiyar “sağ olun” dedi. Önce ben, “sen de sağ ol dayı” derken...
Spinci Murat: Sende sağ ol dikkat et kurda kuşa çakala yedirme kendini buralarda.
İhtiyar gülümsedi ve: İki ayaklı kurtlara kaptırmazsak kendimizi berikiler bir şey yapamaz.. dedi.
Spinci Murat: Anladım “Adam kurt” yani; “dört ayaklılardan değil, iki ayaklılardan korkun” diyorsun!
İhtiyar: Tabi ya onlar; alacak bir şey bulamazsa insanın canını alır!

Daha sonra Yörüklerin tek tük duman tüten çadırlarına yakın geçtik...

Evet, böyle demiş Mustafa Kemal ATATÜRK. Hızla Dağa doğru yolumuza devam ediyoruz. İlk defa bu kadar yükseklere gündüz gözüyle çıkıyorum desem yalan olmaz sanırım. Doğanın o muhteşem güzelliği karşısında şaşkınlık içindeyim. Hakikatten Allahın yarattığı bu güzellikleri görmek, yaşamak ve korumak gerektiğine inanıyorum.


Düzenleyen Talip Girgin : 28-07-2011 saat 02:20
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-06-2011, 14:09   #9
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218







Düzenleyen Talip Girgin : 28-07-2011 saat 02:25
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-06-2011, 14:10   #10
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218



“Jeolojinin üçüncü zaman ortalarında oluşan Toroslar, geçmişle sonsuzluk arasındaki keskin çizginin eşiğidir. Bulutlarla nikâh kıyan gökyüzüne yakın karlı zirveleri, sisli yaylaları, kaynakları, şelaleleri, binlerce çeşit nebatı, geyikleri, dağ keçileri, Yörükleri ve mitolojik ruhların fısıltılarıyla örtüşen büyülü coğrafyasıyla, yabanıl bir güzelliktir. “


Düzenleyen Talip Girgin : 28-07-2011 saat 02:26
Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:27   #11
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218



Hakikatten buraları anlatmak pek kolay değil, gezip görmek lazım. Toroslar saklı bir cennettir.
Sağ olsun Spinci Murat kardeşim bana hem yöreyi tanıtıyor, hem yöre hakkında bilgiler veriyordu. Bunları daha sonra hazırlayacağım videoda yayınlayacağım kısmetse.
Saat 12.00 gibi Toros dağlarının tepesinde “İbradı“ isminde güzel bir kasabaya geldik. Etraf tertemiz ve bakımlı; Atatürk büstünün olduğu küçük meydan ve hemen yanında “Atatürk düşünce derneği,” kenarlarında bir birine paralel parti binaları, "otel İbradı," belediye binası ve devlet kurumları... belediyenin geri dönüşüm için, kâğıt şişe gibi atıkları toplama ünitelerini de görünce çok sevindim.
Bir an için buraya ait olduğumu düşündüm! Gerçekten İbradı, yaşamak için çok güzel bir yer.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:28   #12
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218

Sevgili Murat ile bu kasabanın ahşap bir kıraathanesinde, birkaç bardak çay içtik. Murat, kahvenin içinde ve dışında resim, video çekimleri yaptı.


Yaklaşık on beş dakika sonra ilk avlağımıza geldik. Yağmur fazla şiddetli değildi ama oldukça iri taneliydi.


Oltalarımızı hazır hale getirip, nehir’in berrak suları ile buluşturduk. İlk defa böyle güzel derin bir suya, olta atmanın heyecanı içindeyim. Alabalık avının olmazsa olmaz kurallarını bırakın uygulamayı; İlk anda hiç biri aklıma bile gelmedi!

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:29   #13
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Bir yandan oltayla uğraşırken, diğer yandan seyrettiğim bu muhteşem doğanın havası ve görüntüsünü içime çekmem bana huzur veriyordu.

Sarı meps’im kelebek gibi akıntının üzerinden bana doğru gelirken onu takip eden gökkuşağı alabalığı ile son anda göz göze geldik. Onun, son anda ne kadar büyük bir balık olduğunu gördüm. Balığın başı suya yunus gibi dalarken, kuyruk kısmı henüz suyun içinden çıkmamıştı! Bu görüntüyü ifade ederken “kaçan balık büyük olur” denileceğini biliyorum ama size tüm samimiyetimle söylüyorum ki, balığın kuyruk ve başı su içindeyken o koca devasa gövdesi su üzerinde duruyordu. Tıpkı yunus balıklarının dalışı gibiydi.
Murat kardeşim az yukarıda avlanıyordu. Kendimi içeri çekip oltamı aynı istikamete tekrar attım. Atar atmaz bir başka alabalık oltama yapıştı. Fakat bu az önce kaçan balık değildi. 30 cm boylarında normal bir gökkuşağı alabalığı idi. Suyun akıntısı çok kuvvetli olduğundan dolayı, misine gerilmiş balık atlaya zıplaya geliyordu ki, ters dönerek meps’i ağzından çıkardı.
Bu benim için kötü bir deneyimdi. Murat kardeşim yanıma geldi ve olayı ona anlattım. Daha ileriye doğru gitmek için arabamıza gittik ve birkaç km daha ileriye gittik.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:31   #14
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218




Fakat tüm çabamıza rağmen, buralardan bir sonuç alamadık ve tekrar aynı yere döndük. Murat ile birbirimize engel olmayacak mesafelerde olta atıyorduk. Ben biraz daha aşağıya indim. Çok geniş bir yer buldum. Bazen taştan taşa atlayıp su içindeki büyük bir kayanın üzerine çıkıyor, bazen yine taştan taşa atlayıp bir ağaç kökünün üzerinde durmaya çalışıyordum.
Buraları derin olduğu için kasık çizmesi iş yapmazdı, ayrıca akıntının kuvveti, insan gücü ile karşı durulamayacak kadar fazlaydı. Bazen çok geniş ve sığ yerler vardı tabi ama oraları için yanımızda maalesef çizmemiz yoktu.
Sudan yüksekliği iki üç metre kadar olan bir taşın üzerine çıktım. Akarsuyun buradaki takribi genişliği 20-25 metre vardı. Uzak noktadaki su içindeki bir kayanın önüne meps’imi düşürür düşürmez kamış elimden gidecek gibi bir vuruş aldım. Makinenin kalaması, balığın hızına yetişemiyordu. Balık kılıç balığı gibi sudan yaklaşık bir metre sağa sola kafa atarak fırladı ve tekrar suya daldı. Karşı kıyıdan aldığım balık, akıntının tesiri ile saliseler içinde durduğum taşa paralel, uzakta kıyılamıştı.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:32   #15
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Ancak taşın üzerinden aşağıya inip kıyıya paralel gitmemin mümkünü yoktu. Çünkü akarsu içeriye doğru girintili çıkıntılı ve kıyılar, sular yükselince içine aldığı ağaçlarla doluydu. Tek çare, durduğum yerden balığı çekmeliydim. Akıntı çok kuvvetliydi, misinanın yakalanan balığı çekebilmesi için çok sağlam olması gerekiyordu.

Heyecandan fazla bağırmış olmalıyım ki, Murat kardeşim panik atak, videosu açık vaziyette kayaların üzerinden, dağ keçisi gibi koşarak yanıma yaklaştığı son birkaç salisede; ben balık ile bocalıyordum. Kalama süratle açıldığı için balık akıntıyla epey aşağıya akmıştı. Oltama ileriye doğru uzatıp kıyıdaki ağaçlara takmadan balığı çekmeye çalışıyordum.
Aniden çaat diye bir ses geldi... eyvahlar olsun! Misina kopmuştu. Balık yine ilkinde olduğu gibi kafa atarak sudan bir metre kadar havalandı ve o anda gerilmiş olan misinayı bir kafa darbesiyle kopartmıştı. Bilemiyorum... belki o an kalamayı kapatmışta olabilirim. Heyecandan ne yaptığımı doğrusu hatırlayamıyorum ki

Murat kardeşim videosu açık şekilde bana doğru koştu ama balığın görüntüsünü alamamıştı. Ve ardından bana, balığın büyük olup olmadığını sorduğunda; boşta bulunup “aha da bu kadar” deyip kolumu gösteriyordum. En az beş kiloluk bir gökkuşağı olmalıydı bu belki de daha fazla!

Hemen Kırmızı beyaz bir meps bağladım ve balığı aldığım karşı kıyıya yakın su içindeki kayanın önüne düşürdüm. Henüz iki tur sardım ki yine bir vuruş aldım. Balığı çekiyordum. Murat yine videoyu açıp bana doğru gelmeye başladı. Bana “yavaş abi, sakin ol ağır ağır çek“ derken bu sefer balığı o da görmüştü. Bir önceki kadar büyük değildi ama 40-50 cm aralığında güzel bir gökkuşağı alasıydı.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:34   #16
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218

Su o kadar berraktı ki, balık, ağzında ki meps ile akarsuyun gelişine doğru su üstünden yüzüyor ve onun o muhteşem görüntüsünü kayaların üzerinden seyrediyordum. Sonra uzaklaşmaya başlayınca makineyi sarmaya başladım. Balık kısa bir direnç gösterdiğinde kamış gerildi ve yine balığın ağzından kurtulan meps ok gibi dibimize kadar geldi!
Bu kaçırdığım üçüncü balık olmuştu.
Adrenalin olarak müthiş bir heyecan yaşadım. Murat kardeşim, makinedeki misinanın 4lb lik olduğunu söyledi! Oysa yakalanan balıklar 1lb ile 10 lb arasındaydı! Meps seçimlerimiz doğru fakat misine seçimimiz yanlıştı. Aşağıdan sağ taraftan çektiğim balığa fazla yol vermiş, balık soluma akıntıya doğru yol almıştı. Balığın arkasından kuvvetli çektiğim için meps balığın ağzından kurtulmuştu.
Kopan misinanın dışında kaçan iki balıkta da benim hatam vardı! Sonuçta üç tane balık yakalamış fakat karaya çıkaramamıştım. Murat kardeşim benim attığım kayanın önüne doğru bir atış yaptı ve o da hemen bir vuruş aldı. Oturduğum yerden onu izledim. 30 cm bir gökkuşağı alabalığıydı gelen. Bu kez balığı karaya çekmeyi başarmıştık



Benim için güzel eğlenceli bir gün oldu. Çok derin ve aşırı akıntı da alabalık avındaki eksiklerimi de görmüş ve tecrübe edinmiş oldum böylelikle.
Yeterince eğlenmiştik. Daha fazla geç kalmadan dönmeye karar verdik. Yine birbirinden güzel doğa harikası yerlerin önünden geçtik.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 02:35   #17
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218


Tam olarak yerini hatırlamadığım, fakat Side yakınlarında yol üzerindeki bir çarşıya geldik. İlk önce, balıkçı arkadaşımız İzzet’in havlucu dükkânına uğradık ve sağ olsun, İzzet kardeşimizin ikram ettiği çayları içerken... hem muhabbet ettik, hem dinlendik. Bu arada bu hatıra resmi çektirdik.

Daha sonra buradan ayrılıp Spinci Murat'ın dükkânına gittik. Bahadır ve Mehmet’te, iş yerinden kısa bir süreliğine izin alıp beni görmeye gelmişlerdi. Bu kardeşlerimi de gördüğüm için çok mutlu oldum. Aslında amacımız, hep birlikte, Side de barakuda avı yapmaktı, ama bu sefer kısmet olmadı. İnşallah başka bir zaman birlikte güzel avlar yapacağız.

Saat 20.00 sıraları bu güzel kardeşlerimden ayrılıp Alanya Mahmutlara dönüşe geçtim. Ancak Alanya yolundayken Armağan Aygün kardeşime telefon açtım. “Adana’ya gitmeden önce bir kez daha görüşürüz” diye söz vermiştim. Kendisini aradığımda eşi ile birlikte şu an sahnede olduğunu ve benim, tarif edecekleri yere gelene kadar, işlerinin bitebileceğini söyledi.
Bir süre sonra buluştuk ve Alanya’nın meşhur “Köyüm Gaziantep Başpınar” kebapçısına oturduk.
...
Sözün başındayken, müessese sahibine ve bize ilgi alaka gösteren tüm çalışanlarına teşekkür ederim. Hakikatten, sessiz, sakin nezih bir ortam; hem yemek yedik, hem güzel bir sohbet ettik. Sevgili Armağan kardeşim ve değerli eşi tanıdığım kadarıyla çok iyi insanlar. İnanın şu ana kadar bu gezimde gördüğüm bütün insanlar, birbirinden değerli, birbirinden yetenekli ve nitelikli insanlardı.
Talip Girgin’e gösterilen ilgi alaka sıcak yaklaşım; balık dünyasındaki insanların görünen sıcak yüzüdür. Ben şu ana kadar onların aynası oldum. Bu güzel insanları, anlatmaya ve tanımaya devam edeceğiz.
Tüm okuma zahmeti gösterenlere teşekkür ederim...
Saygılarımla...
M.Talip Girgin.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 12:09   #18
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
Bizde size, bu güzel geziyi paylaştığınız için teşekküer ederiz Talip bey.

Son 1 haftadır İz tv'de, Toroslarda çekilen belgeselleri izliyorum.

Namarast yörükleri (bu isim bana, Navajo kızılderililerini çağrıştırdı nedense), Gidengelmez dağı, Ermenilerin yaptığı ilginç taş evler, oralarda yetişen çeşitli soğanlı bitkiler, eski değirmenler gibi.. görsellikler var.

Biz Torosları tv'de izlemekle yetiniyoruz (şimdilik).

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 14:00   #19
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ayazkentli Mesajı Göster
Bizde size, bu güzel geziyi paylaştığınız için teşekküer ederiz Talip bey.

Son 1 haftadır İz tv'de, Toroslarda çekilen belgeselleri izliyorum.

Namarast yörükleri (bu isim bana, Navajo kızılderililerini çağrıştırdı nedense), Gidengelmez dağı, Ermenilerin yaptığı ilginç taş evler, oralarda yetişen çeşitli soğanlı bitkiler, eski değirmenler gibi.. görsellikler var.

Biz Torosları tv'de izlemekle yetiniyoruz (şimdilik).
Ben teşekkür ederim efendim okuyup yorumladığınız için sağ olun. Toroslar büyük bir hazine bakmasını bilene! Ben buraya doyamadım... yine aynı arkadaşla 16 eylülde bir gece kalmasına (çadır da) tekrar gideceğim Allah kısmet ederse. Yörüklerin yaşantıları kızılderelilerin yaşantısına çok benziyor. Orta Asyadan gelen Türklerin en belirgin özelliğidir bu. Hemen hepimizin ortak yönü vardır bu konuda Selamlar...

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-07-2011, 19:35   #20
Ağaç Dostu
 
limon's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-03-2007
Şehir: istanbul
Mesajlar: 6,265
Galeri: 637
Talip Bey, öyle güzel yazmışsınız ki yaşadıklarınızı, belgesel seyreder gibi, tamamen gözümde canlandırdım.


Düzenleyen limon : 01-08-2011 saat 14:27
limon Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-07-2011, 01:01   #21
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi limon Mesajı Göster
Talip Bey, öyle güzel yazmışsınız ki, yaşadıklarınızı, belgesel seyreder gibi, tamamen gözümde canlandırdım.
Teşekkür ederim efendim beğendiğinize sevindim. Selamlar...

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-07-2011, 23:13   #22
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 09-03-2010
Şehir: kırklareli
Mesajlar: 757
Balığın akibetini merak ettim. Suya gerimi salındı gibi.
Yazılarını okumak değil, beklemek zahmet.

ligustrum Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-07-2011, 00:36   #23
Ağaç Dostu
 
Cumhur Tonba's Avatar
 
Giriş Tarihi: 07-07-2008
Şehir: EDİRNE-ANTALYA
Mesajlar: 11,420
Galeri: 80
Yazılar herzamanki gibi Talip Girgin klasiği. Benim anlatmak istediğimi en güzel ve kestirmeden sevgili ligustrum kardeşimiz anlatmış.
Harika, doyumsuz. Ne diyebiliriz ki başka.

Sanki okurken orada ben varmışım gibi Talip beyin yerine ve ben yaşıyormuşum gibi hissediyorum.

Cumhur Tonba Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-07-2011, 00:49   #24
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ligustrum Mesajı Göster
Balığın akibetini merak ettim. Suya gerimi salındı gibi.
Yazılarını okumak değil, beklemek zahmet.
Balığı geri salacaktık ancak, ava gelirken Mahmutlar'da ki arkadaşlara balık getireceğime dair söz vermiştim ve balığı götürdüm, bir öncekilerle beraber pişirip yedik. Aslında tadını da merak etmiyor değildim yani. Ancak ben balıkçılığı spor olsun diye yaparken, yemiyeceğim balığı da tutmam! Tutmayacaksam onları ekmekle beslerim! Geri saldığım balıklar şu ana kadar limit altı balıklardır. Onun dışında hafta da üç kez balık yeyin der doktorlar. Kuralcıyımdır ama melek değil Ben İstanbulda oturuyorum. Lüleburgaz'da akrabalarım var ne zaman İğneada'dan balık getirirler ve beni telefonla arayıp "akşama yemekte lüfer ızgara var" derler. Ben tam saatinde orda olurum. Balık haline gider, kasayla balık alırım. Bir keresinde hesaplı buldum tam altı kasa; palamut, sarıkanat, kalkan, dil balığı, tekir, istavrit karışık balık aldım ve eve geldim. Hanım ne yapacağını şaşırdı. Buzdolabımız en büyüğünden ama hepsini almadı. Mağazayı aradım dilfiriz sordum var ama depoda, yarın getiririz dediler. Balığın tam ondört kilosunu rahmetli kayınpederime götürdüm Hanım günlerce kapıdan çıkarken peşimden bağırıyordu "Sakın balık almaaaa!" Kontrolsüz Trole, voliye, gırgıra ve tırıvıya karşıyım ancak gösteriş için balık salmaya da karşıyım. Balıkçı avcıdır ve avı için dağ bayır gezer. Avınla köşe kapmaca oynar, ona saygı duyar, onu incitmez, onu sever...ve sonra pişirip yer Garip ama dünyanın kanunu bu! Pazardan balık almakta bir çeşit avcılıktır! Sadece tutan başka yiyen başka... Beklettiğim için özür dilerim ama geniş takılmak zorunda kalıyoruz mecburen. İş var, hesapta olmayan durumlar oluyor. Başka sitelere başka konular yazıyorum. Aslında bende sıkılıyorum inanın yazıyı yayınladığım sitelerin (15 - 20 arası!) daha yarısının yorumlarına cevap yazamadım vakit yetmiyor. Saygılar efendim.
"Butik Fayda" sonbahar, kış aylarında devam edecek! Bir takım olayların sonucunu bekliyorum! Selamlar...

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-07-2011, 01:00   #25
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Cumhur Tonba Mesajı Göster
Yazılar herzamanki gibi Talip Girgin klasiği. Benim anlatmak istediğimi en güzel ve kestirmeden sevgili ligustrum kardeşimiz anlatmış.
Harika, doyumsuz. Ne diyebiliriz ki başka.

Sanki okurken orada ben varmışım gibi Talip beyin yerine ve ben yaşıyormuşum gibi hissediyorum.
Teşekkür ederim Cumhur Bey Sizlere bu duyguyu yaşatabiliyorsam ne mutlu bana. Beni okuyan okuyucularımın en iyisine layık olduklarını düşünerek biraz daha fazla özen göstermeye çalışıyorum. Güzel yorumlarınız bana ayrı bir heyecan ve şevk veriyor. Aslına bakarsanız bu son avımdan önce Alanya derindeniz balık avcılığı yaptım ve orada da tuttuğum balıklar var. Ben bu balıkların tamamının akibeti anlatan bir başlık atmıştım zaten Şimdi sıradaki ya o yazı var, ya da sonraki! Tekrar görüşmek üzere efendim selam ve saygılar....

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-07-2011, 22:55   #26
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 09-03-2010
Şehir: kırklareli
Mesajlar: 757
Kaçan balık büyük olduğu gibi, tutulan balıkta 30 cm yok gibi. Ama 22-25 cm kesin vardır.
Buradan bir çağrışımla kaçanların da büyük olduğu ve o büyüklükte heyecan yaşattığından; neşeniz, zevkiniz bol olsun ki bizede yansısın derim.
Sağlıklı günler dilerim.

ligustrum Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-08-2011, 15:04   #27
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ligustrum Mesajı Göster
Kaçan balık büyük olduğu gibi, tutulan balıkta 30 cm yok gibi. Ama 22-25 cm kesin vardır.
Buradan bir çağrışımla kaçanların da büyük olduğu ve o büyüklükte heyecan yaşattığından; neşeniz, zevkiniz bol olsun ki bizede yansısın derim.
Sağlıklı günler dilerim.
Teşekkür ederim efendim Allah kısmet ederse 16 eylülde tekrar buralara balık avına gideceğim. Bu kez daha hazırlıklı olacağım kuşkusuz. Yeni görsel şölende buluşmak üzere selamlar saygılar...

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2011, 18:19   #28
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Mahmutlar Beldesi ve Gözlemlerim


(29.04.2011) “Mahmutlar Antalya ili Alanya ilçesine bağlı bir beldedir. Alanya`nın, ilk belde belediyesidir. Belde sınırları içersinde “Laertes” Antik Kenti ve “Naula” Antik Kenti bulunmaktadır. Antalya`ya 150 km, Alanya`ya 8 km mesafede bulunmaktadır.”
Üç gün arka arkaya yaptığım balık avlarından sonra iyi bir uykuyu hak etmiştim. Öğlen saat 13.00 kadar deliksiz uyumuş, rüyalarımda yakaladığım ve kaçırdığım balıklar ile tekrar yüzleşirken, kâh gerilmiş kâh sevinmiştim!
Saat 13.00 sırası uyanıp önce duş sonra kahvaltı ve sohbet için Mahmutlar sponsorum olan Saruhan Grand Bazaar sahiplerinin yanına gittim.



Birlikte hoş sohbet ettik. Gezimi ve amacımın ne olduğu sorulduğunda yurdumu ve yurdum insanını tanımanın dışında, yaptığım balık avlarının hikâyesini yazacağımı söyledim.
Amacım gezdiğim yerlerin görselliklerini ve güzelliklerini tüm dünyaya duyurmaktı.
Daha sonra Mahmutlar beldesini tanımak için yapacağım küçük gezi de, bana Mustafa Saruhan rehberlik yaptı. Alanya’dan sonra kıyıya paralel kurulmuş Mahmutlar beldesi bir Avrupa şehrini andırıyordu; planlı yapılmış lüks binalar tertemiz sokaklar, caddeler ve parklar. Yaklaşık beşyüz metre ile bir kilometre eninde kıyıya paralel uzanan bu beldenin hemen arkasında muz bahçeleri ve köy hayatı devam ediyordu.


Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2011, 18:22   #29
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
Devamı...

Bazı insanların, atadan babadan kalma yerleri, yurtları güzel rant yapmış ve bol para kazanmış olmalarına rağmen, kazandıkları bol paralar, onların gelişimleri üzerlerinde, ev ve araba yenilemekten başka bir olumlu katkı yapmış mıdır bilemem! Ama zenginliğin milli piyango zenginliğine benzediğini ve bazılarına birkaç beden büyük geldiği, maalesef abartılmış yaşam şekillerinden anlaşılıyordu!


Ancak, bu sadece buraya özgü bir hareket olmadığını da çok iyi bilenlerdenim. Trakya da en verimli zirai alanlarını, fabrikalara satan milli piyango zenginlerini çok gördüm. Tabi ki daha sonra, o fabrikalarda çalışmak için müracaat ettiklerini de duymuştum!
Tatil için Mahmutlar beldesine gelen yabancı turistlerin, yerli halk ile uyum içinde olduklarını ve süratle Türkleştiklerini gördüm! Sanırım onlar, burada birlikte yaşamak için bunun gerekli olduğuna, bizden daha fazla inanmışlar!
Muz, Güneydoğu Asya'nın tropikal bölgelerinde doğal olarak yetişen bir ağaçsı bitkiye ve bu bitkinin sarı kabuklu uzun meyvelerine denir. Türkiye'de daha çok Anamur ile Alanya arasında üretilmektedir.”

“Muz bahçelerinden sonra; Malta eriği (Eriobotrya japonica), muşmula veya yenidünya doğal yaşam alanı Çin olan, gülgiller familyasından bir ağaç ve bu ağacın meyvesi.”

Hemen her evin bahçesinde ve arazisinde yetiştiğini gördüm. Mahmutlar beldesinin hemen arkasında Toros dağlarının eteklerinde bir köy evine yaptığımız ziyarette, malta erikleri ve kırmızı dutlar arasında resim çekildim.

Ahırlarını dolaşıp çiftlik hayvanlarının resimlerini çektim.

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2011, 18:23   #30
Ağaç Dostu
 
Talip Girgin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-01-2008
Şehir: Kırklareli
Mesajlar: 218
devamı...

İki yüz metre aşağıda en ileri seviyede inşa edilmiş bir turizm görselliği ve cenneti; burada ise bizim vazgeçemediğimiz yaşam biçimimiz, kendini muhafaza ediyordu. Mahmutlar yaşamak için güzel bir belde ve ben fırsat buldukça burayı ziyarete gelmeye devam edeceğim...


Mahmutlar beldesini gezip dolaştıktan sonra tekrar kaldığım daireye döndüm.
Akşam yemeği için üç gündür tuttuğum balıklardan, Saruhan Grand Bazaar çalışanlarına balık ziyafet vermeyi düşünüyordum...
Bana müsaade mutfağa geçiyorum dostlar....
Karnı acıkan buyursun

Talip Girgin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 12:26.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024