agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 17-11-2007, 12:17   #1
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 03-06-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 16
Ormanlarımızda Şimdi de "2A" Sorunu Gündemde...

Ormanlarımızda Şimdi de "2A" Sorunu Gündemde...

Ö Z E T


"Devlet ormanı" sayılan alanlar ve ormancılık düzeni, Türkiye'de, tarihin tüm dönemlerinde toplumsal, ekonomik ve siyasal amaçlarla kullanılmaya çalışılmıştır. Bu yönelim özellikle 1980'li yıllardan sonra iyiden iyiye kurumsallaşmış, AKP iktidarıyla birlikte de yeni boyutlar kazanmıştır. Siyasal iktidar, son olarak, şimdilerde "2A" sorununu gündeme getirmiştir, hem de tam da genel seçimlere birkaç ay kala !

Bu, "2B arazilerinin" satılmasından çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek bir girişimdir: 6831 sayılı Orman Kanunu'nun, "2A" maddesi, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık orman sayılmayan ve bir kısmı da işgal edilmiş yerleri değil, "orman" sayılan yerleri kapsıyor çünkü. Gerekçesi de bu kez "orman içi köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi". Bu amaçla, "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen" ve "... aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar" bulunan ormanlarımızın, artık orman sayılmayarak tarım ve yerleşme arazilerine dönüştürülmesi öngörülüyor; hem de devlet eliyle !..

Dayanağını 1982 Anayasası'ndaki 169 ve 170. Maddelerinin oluşturduğu bu girişim, gerçekte, 1984 yılında yürürlüğe konulan bir Yönetmelikle gündeme gelmiş, ancak, hemen hiç uygulanmamıştı. Şimdiyse, Siyasal İktidar, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu bir Yönetmelikle;

"orman" sınırları dışına çıkarılacak yerlerin
i) orman bütünlüğünü bozmayacak,
ii) su ve toprak rejimine zarar vermeyecek ve
iii) arazi kullanım yeteneği sınıflaması yönünden "Akdeniz, Eğe, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz Bölgelerinde I, II, III ve IV. sınıf , diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf arazilerden olması koşullarını kaldırmıştır;

Duyarlı yurttaşlarımızın orman yıkımına yol açan ya da açabilecek uygulamaların durdurulması için yargı yoluna başvurmasını olanaksızlaştırmıştır;

Bu gibi yerlerin belirlenmesine yönelik çalışmalar sırasında ilçe yerine köy ve beldeler temel alınarak keyfi uygulamaların gözdelerden kaçırılmasını büyük ölçüde kolaylaştırmıştır;

"2A" uygulamasının hemen ardından artık "orman" sayılmayacak bu gibi yerlerde hemen "2B" uygulamasının yapılması koşulunu getirmiştir;

3402 sayılı Kadastro Kanunu uyarınca üyeleri arasında yetkili orman mühendisi bulunmayan kadastro ekiplerinin 1987 yılından bu yana yaptıkları ve yapacakları orman kadastrosu çalışmalarının bu uygulamalara da dayanak olmasını olanaklı kılmıştır;

uygulamanın siyasal iktidarlarca yeni bir orman talanı olanağı olarak kullanılamaması için gerekli alt yapı koşullarının herhangi birisinin sağlanması öngörülmemiştir.

Böylece, ülkemizde, şimdi de;

Anayasadaki ve Orman yasasındaki henüz "orman vasfını" koruyan yerlerin bile orman sayılmaması olanağının kapsamı genişletilmiş;

bu doğrultudaki uygulamalar büyük ölçüde kolaylaştırılmış ve keyfileştirilmiş,

yalnızca üzerlerindeki orman ekosistemleri yok edilmiş, işgal edilmiş "devlet ormanı" sayılan alanların değil, neredeyse tüm ormanlarımızın siyasal iktidarlar tarafından partizanca amaçlarla kullanılabilme olanakları pekiştirilmiş,

ormanların içinde yerleşik 7300 köyde yaşayan 2,5 milyon yurttaşımızın gerçekçi olmayan beklentilere ya da daha önemlisi, kolaylıkla aşılamayacak tedirginliklere kapılmasına yol açılmıştır;

1980'li yıllarda olduğu gibi, anayasal ve yasal dayanakları da olsa, yurt içinde ve dışında çeşitli siyasal amaçlarla kullanılabilecek yeni bir köy/köylü göçürme tartışmasını gündeme getirme fırsatı yaratılmıştır.

Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, tam da ilgili Bakana "Yılın Çevrecisi Ödülü"nün (!) verildiği bir günlerde, 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe koyduğu "6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik", uygulaması durdurulamadığında aşağıdaki ormanlarımızın da "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu" yerlerden sayılması olasıdır. Sayılmasın mı ?

Böylesi bir aymazlığa fırsat verilmemelidir. Bu değini, duyarlı davranıp gereğini yapmaya çalışacakların çabalarına katkıda bulunabilir umuduyla hazırlanmıştır. Duyarlı kişi ve kuruluşların nesnel değerlendirmeler yapabilmeleri için değinide yalnızca konuyla ilişkin kişisel yorumlara değil, hem 1984 ve 2007 tarihli yönetmeliklerdeki ilgili maddelere ve bu maddelerde dikkat edilmesi gereken yaptırımlara hem de 16 Mart 2007 tarihli Yönetmeliğe yer verilmiştir.

Anayasanın 44, 56 ve 169. Maddesindeki yaptırımlar açıktır:

"Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz."

"Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez."

Ne yapılmasının gerektiği ve nelerin, kimlerle, nasıl yapılacağı sorularının yanıtlanması artık, deyiş yerindeyse, insafınıza, aklınıza, bilginize, gönlünüze ve sorumluluk anlayışınıza kalmıştır.


G İ R İ Ş

Ülkemizde "orman" sayılan alanların 212 milyon dönüm dolayında olduğu öne sürülmektedir. Tümüne yakın bir kısmı devlet mülkiyetinde olan bu alanlar öteden beri hem siyasal iktidarların hem de arazi gereksinmesi içinde olanların ilgisini çekmiştir. Deyiş yerindeyse, gözlerden ıraktaki bu alanlar çoğu zaman gönülden de ırakta kaldığı için olsa gerek, hem ormancılığımızda olup biten aymazlıklar hem de bu ilginin yol açtığı talancı düzenlemeler ve uygulamalar, kolaylıkla kotarılabilmiştir:

Sözgelimi, ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan yoksul köylülerin tarım arazisi ve yerleşme yeri, turizm yatırımcılarının ve vakıf üniversitelerinin tesis ve alt yapı yatırımları, belediyelerin çöplük alanı, sanayicilerin ve depremzedelerin arazi gereksinmesi çoğu durumda öncelikle "devlet ormanı" sayılan arazilerden karşılanmaya çalışılmıştır.

1961 Anayasası'nın ormanlarla ilgili 131. maddesi 1970'li yılların başında bu amaçla değiştirilmiş, 1982 Anayasası'nda da bu amaçlarla kullanılabilecek çok daha geniş kapsamlı yaptırımlara yer verilmiştir.

Siyasal iktidarlar da her zaman bu anayasal olanaklardan yararlanma çabası içinde olmuş; bu doğrultuda hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmıştır. Anımsanacağı gibi, 12 Eylül sonrasında yeni boyutlar kazandırılan bu hukuksal düzenlemeler ve uygulamaların kamuoyunda en çok bilineni AKP iktidarının 2003 yılındaki "2 B arazilerinin" satılması amacıyla Anayasayı değiştirmeye kalıkışmasıdır.

Oysa, "2B" uygulamalarına dayanak olan son yasal düzenleme, 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla gerçekleştirilmiştir. Ancak, 1982 Anayasası'na bile aykırı olan bu değişiklik ve yirmibeş yıldır süregelen bu doğrultudaki uygulamaların yol açabileceği ve de açtığı orman yıkımları ne ormancılık ne de ormancılık dışı kamuoyunda gerektiğince tartışılmıştır.

2003 yılına gelindiğinde ise bu uygulamalarla 6 milyon dönüm dolayında orman alanı, "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmamış, bir kısmı da orman yok edicilerinin, işgalcilerin insaflarına bırakılmıştır.

Ne var ki, 1982 Anayasası ve Orman Kanunu'nda, uygulandığında çok daha büyük orman yıkımlarına yol açabilecek bir başka yaptırıma daha yer verilmiştir. Her türlü kamusal varlığın satıcısı ve ülkemizin "pazarlamacısı" olduğunu açıkça söyleyebilen AKP iktidarı, sonunda, yirmibeş yıldır gözlerden kaçan bu yaptırımın da ayırdına varmış ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendindeki yaptırımların uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği, tam da genel seçimler öncesinde yeniden düzenlemiştir. Doğaldır ki bu düzenlemeyi de "pazarlamacı" ve "satıcı" şanını (!) pekiştirecek doğrultuda yapmıştır, hem de Çevre ve Orman Bakanı'nın "Yılın Çevrecisi" seçildiği günlerde.

Anımsanacağı gibi, Çevre ve Orman Bakanı daha önce de 2003 yılında, "2 B" sorununu gündeme getirerek 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "B" bendi uyarınca "orman vasfını yitirmiştir" gerekçesiyle artık "orman" sayılmayan arazileri satmaya, bu amaçla da Anayasada değişiklik yapmaya kalkışmıştı. Ancak, başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Ana Muhalefet Partisi ile ilgili demokratik kitle örgütlerinin yoğun karşı çıkışları, siyasal iktidarın "devlet ormanı" sayılan arazilerin talanına yol açabilecek bu kalkışmasını sonuçsuz bırakmıştı.

Siyasal iktidar, ormanlarımıza yönelik yaklaşımını sonraki yıllarda da sürdürmüş; sözgelimi 6831 sayılı Orman Kanunu'nu bir kaç kez değiştirmiş, 3402 sayılı Kadastro, 2634 sayılı Turizmi Teşvik, 3213 sayılı Maden yasalarında değişiklikler yapmış, Ağaçlandırma Yönetmeliği'ni yeniden düzenlemiştir. 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendinin uygulanmasıyla ilgili Yönetmeliği yeniden düzenlemesi de bu doğrultuda girişimlerinden birisidir.

Şimdi, gündemde, deyiş yerindeyse "2 A Meydan Savaşımı" vardır. Doğaldır ki, bu savaşımın da temel dayanağı hukuk olacaktır. Ancak, bu dayanağın güçlendirilmesine katkıda bulunabilecek bilgilerin yeterince üretilmesi, tartışmaların gerektiğince yapılması da zorunlu olmaktadır. Başka bir söyleyişle, "2A", içeriği aşağıda sergilenir ve tartışılırken de görülebileceği gibi "2B"den çok daha karmaşık ve çok daha yıkıcı, çok boyutlu bir süreçtir:

Öncelikle, bu sürecin tüm boyutlarıyla kavranabilmesi, yöntemsel bir zorunluluktur. Tamam, "2B Savaşımı"nda Siyasal İktidarın girişimi sonuçsuz bırakılmıştır; ancak, bu yöntemsel gerek yeterince yerine getirilemediği için de kalıcı çözümler üretilememiş, üretilebilenlerin de yaşama geçirilmesi sağlanamamıştır. Bu nedenledir ki, sözü edilen savaşıma katılan kişi ve kuruluşların kimileri, daha önce öne sürdükleriyle neredeyse tümüyle karşıt çözümlere destek verebilmiştir.

"2A Savaşımı"nda bu olumsuzluğun aşılması gerekmekte, aşılabilmesi için de ayrıntılı ekolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel çözümlemelerin yapılması, bu amaçla uygun verilerin üretilmesi ve demokratik tartışma ortamlarının oluşturulması zorunlu olmaktadır.

Açıktır ki, orman ve tarım ekolojisi, ekonomisi, hukuku ve siyaseti alanında etkinlikte bulunan bilimci, araştırmacı, uygulamacı ve kırsal çevre gönüldaşları akıl, gerektiği gibi iş ve güç birliği yapmadıklarında bu zorunlulukların yerine getirilebilmesi, büyük ölçüde rastlantılara kalabilecektir. Bu durumda da, deyiş yerindeyse, yine "atı alan Üsküdar'ı geçebilecektir." Geçememelidir. Bu değini bu isteğin bir ürünüdür ve "2 A" sürecinin tüm boyutlarıyla kavranabilmesine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmış, hazırlanırken de gereğinin gerektiği gibi yapılacağına inanılmıştır.

Yücel Çağlar Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-11-2007, 12:17   #2
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 03-06-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 16
HUKUKSAL ÇERÇEVE

Siyasal iktidar, 16 Mart 2007 tarihli Resmi Gazete'de "6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik" adıyla bir yönetmelik yayımlamıştır. Bu yönetmelik, gerçekte, 1984 yılında "6831 Sayılı Orman Kanunun 2 nci Maddesinin (A) Fıkrasına Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik" adıyla çıkarılan yönetmeliğin yeniden düzenlenmiş biçimidir. İki Yönetmeliğin de hem anayasal ve yasal dayanakları hem de kamuoyuna açıklanan temel amaçları büyük ölçüde aynıdır: Amaç maddelerine bakılırsa, iki Yönetmelik de;

"devlet eliyle ihya edilerek kısmen veya tamamen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu anlaşılan yerlerin tespit edilmesi ve orman sınırları dışına çıkarılmasına ilişkin usul ve esasları..."
düzenlemeyi amaçlamaktadır. Yine, iki Yönetmelik de 1982 Anayasası'nın 169 ve 170. maddeleri ile 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" beninde yer verilen yaptırımlara dayanmaktadır. Bilindiği gibi 1982 Anayasası'nın;

i) 169. Maddesinin üçüncü bendinde;
"Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler(in)...dışında orman sınırlarında daraltma yapılamaz."

ii) 170. Maddesinin de birinci bendinde;

"...bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin tespiti ve orman sınırları dışına çıkartılması; orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen bu yerlere yerleştirilmesi için Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına tahsisi kanunla düzenlenir."

Yaptırımlarına yer verilmiştir. Bu gelişme üzerine 1983 yılında önce 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. maddesi bu yaptırımlar doğrultusunda yeniden düzenlenmiştir. 2. Madde bu düzenlemeyle iki bende ayrılmış ve her iki bendin amacı "orman içi köyler halkının yerleştirilmesi veya bu amaçla değerlendirilmesi" olarak belirlenmiştir. Bir ay sonra da 2924 sayılı "Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Hakkında Kanun" çıkarılmıştır. "...nakline karar verilen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi ve orman sınırları dışına çıkartılmış ve çıkartılacak yerlerin değerlendirilmesi suretiyle, orman köylülerinin kalkınmalarının desteklenmesi(ni)..." amaçlayan bu yasada da "Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyip aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar görülen..." yerlere gönderme yapılmıştır: Yasanın, 4. Maddesine göre;

"Orman içi köyler halkının yerleştirilmesi maksadıyla orman sınırları dışına çıkarılacak Hazine adına tescil edilip, Tarım ve Orman Bakanlığı emrine geçen yerler; iklim ve toprak yapısına en uygun tarım arazisine dönüştürülmek ve yerleşim yeri halinde düzenlenmek üzere... ıslah ve imar...ihya edilir."

Öte yandan, 1984 yılında da "6831 Sayılı Orman Kanunun 2 nci Maddesinin (A) Fıkrasına Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik" yürürlüğe konulmuştur. Hemen belirtilmesinde yarar var: Aralarında kimi anlatım farklılıkları bulunmakla birlikte, birbirleriyle uyumlu olan bu düzenlemelerin "orman köylülerinin kalkındırılması" gibi ortak bir temel amacı bulunmaktadır. Ancak, hemen hemen hiç yaşama geçirilmeyen bu düzenlemeler yürürlükteyken, 6831 sayılı yasanın 2. maddesi, 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla bir kez daha değiştirilmiş ve "A" bendi;

"Orman sayılan yerlerden:

A) Öncelikle orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler,...
orman sınırları dışına çıkartılır."
biçiminde düzenlenmiştir. Böylece;

"2 B arazileri için "orman içi köyler halkının yerleştirilmesi veya bu amaçla değerlendirilmesi" koşulu kaldırılmış;

"2 A arazilerinin" de, ancak "öncelikle" ve "orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla"
değerlendirilmesi olanaklı kılınmıştır. Kolaylıkla kestirilebileceği gibi, izleyen yıllarda da, "2 A" neredeyse hiç uygulanmamıştır. Ancak, anımsanabileceği gibi, "2B" uygulamalarına ağırlık verilmiş ve "2 B arazileri" de bir süre "hak sahibi" sayılan köylülere satılmıştır. 2001 yılında ise 4706 sayılı çıkarılarak söz konusu satışların kapsamı genişletilmişse de, bu düzenleme, 2002 yılında Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş; AKP iktidarı da, bu kez Anayasayı değiştirmeye kalkışmıştır.

Yeniden düzenlenen "6831 Sayılı Orman Kanunun 2 nci Maddesinin (A) Fıkrasına Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik"in*(Ek 1) böylesi bir hukuksal çerçevenin bir bileşeni olarak ele alınması ve "devlet ormanı" sayılan arazilerin daraltılmasına yol açabilecek bir hukuksal olanak yanıyla tartışılması gerekmektedir.

TARTIŞMA

Düzenlemenin tartışılması gereken dört temel boyutu bulunmaktadır. Ancak, öncelikle, aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekmektedir:

Tartışma konusu Yönetmeliğe dayanak olan Anayasal ve yasal yaptırımlara neden gerek duyulmuştur ?

1982 yılından bu yana yürürlükte bulunan bu anayasal ve yasal yaptırımlara karşın, neden 1984 tarihli Yönetmelikle belirlenen usul ve esaslar doğrultusunda hemen hemen hiçbir uygulama yapılmamıştır ?

1984 yılında yürürlüğe konulan Yönetmeliğin yeniden düzenlenmesine neden gerek duyulmuştur ?

İlk soruya iki bileşenli bir yanıt verilebilir: Orman içinde yaşayan köylü yurttaşlarımız çevrelerindeki ormanlara çeşitli biçimlerde zarar vermekte, ormancılık çalışmalarının tekniğine uygun olarak yapılmasını güçleştirmekte, yer yer ve dönem dönem de olanaksızlaştırmaktadır. Üstelik, bu yurttaşlarımızın bir kesiminin bulundukları yerlerde kalkındırılabilmeleri de olanaksızdır. Dolayısıyla, bu durumdaki yurttaşlarımızın;

(1) çevrelerindeki ormanlara zarar veremeyecekleri ve bu ormanlardaki ormancılık çalışmalarını engellemeyecekleri,

(2) kalkındırılabilmeleri olanaklı yerlere taşınması gerekebilecektir.

Ancak, her iki durumda da, bu yurttaşlarımızın yerleştirilmeleri için neden akla ilk olarak "Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler..." geldiği sorusunun yanıtlanması gerekmektedir. Sorunun yanıtı çok açıktır: Bu gibi yerler devlet mülkiyetindedir ve yukarıdaki gerekçelerle tarımsal üretim yapmaları ve yerleşmeleri için anılan yurttaşlarımıza dağıtılması, daha doğru bir söyleyişle "yararlanmalarına tahsis edilmesi" kırsal egemenlere herhangi bir zarar vermeyecek ve dolayısıyla da siyasal olarak hiçbir tepkiye yol açmayabilecektir çünkü. Böylece, Dünyada belki de ilk kez ülkemizde siyasal olarak kazasız belasız bir "toprak reformu" da (!) yapılmış olacaktır...

İkinci soruya verilebilecek yanıt da iki bileşenlidir: Yanıtın ilk bileşeni, bir bakıma, üçüncü soruya verilebilecek bir yanıtla da ilgilidir ve görece olarak daha karmaşık ve daha teknik içeriktedir: 1984 tarihli Yönetmeliğin 5. Maddesinde "Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen , aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler" tanımlanırken, bu yerlerin orman sınırları dışına çıkarılması durumunda;

i) orman bütünlüğünü bozmaması,

ii) su ve toprak rejimine zarar yermemesi ve

iii) bu koşulları sağlayan "devlet ormanı" sayılan arazilerin de "detaylı toprak etütleriyle arazi kullanma kabiliyet sınıflaması bakımından Akdeniz, Eğe, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz Bölgelerinde I, II, III ve IV. sınıf , diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf araziler"den olması Koşulları da sayılmıştır. Açıktır ki, bu koşullar, "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlerin" kapsamını hem yersel hem nitelik hem de genişlik olarak sınırlandırmaktadır.

İkinci soruya verilebilecek yanıtın ikinci bileşeni ise uygulamayla ilgilidir: 1980'li yılların ortasında Yönetmeliğin uygulanmasına yönelik çalışmalar başlatılmış, ancak, akıl almaz içerikte ve boyutta toplumsal ve siyasal tepkilere yol açmıştır. Yol açmıştır, çünkü, çalışmalara tersten başlanmış; önce, başka yerlere taşınacak köylerin belirlenmesine kalkışılmış, üstelik bu yapılırken de öncelik, "bulundukları yerlerde kalkındırılmayacağı" düşünülen köylere verilmek istenmiştir. Ancak, bu köylerin belirlenmesi sırasında nesnel tekniklere başvurulmamış, ayrıntılı ekolojik, toplumsal ve kültürel sorgulamalar yapılmamıştır. Dolayısıyla, deyiş yerindeyse yer yerinden oynamış; kabul edilebilir ve uygulanabilir çözümler üretilemeyince de Yönetmelik, deyiş yerindeyse, rafa kaldırılmıştır.

Üçüncü soruya verilebilecek yanıt daha karmaşık sorgulamaları gerektirmektedir: 1984 tarihli Yönetmelik hemen hemen hiç uygulanamamıştır, çünkü, "orman" olup da yukarıda sayılan üç koşulu ve özellikle de i) orman bütünlüğünü bozmama, ii) su ve toprak rejimine zarar yermeme koşullarını sağlayabilecek "ormanlar", en azından kolaylıkla bulunamazdı ve büyük bir olasılıkla da, bulunamamıştır. Bu durumda söz konusu koşulları kaldıracak bir düzenlemenin yapılması uygun (!) bulunmuştur. Zaten, 1983 yılında yapılan değişiklikle 6831 sayılı yasanın 2. Maddesindeki bu önkoşullar da kaldırılmıştı. Öte yandan, 2000'li yıllarda, yurttaşlarımız genel olarak çevreye, özel olarak da ormanlara karşı göz ardı edilemeyecek bir bilinç düzeyine erişmiştir. Çevreye ve ormanlara zarar verebilecek hukuksal düzenlemelerin ve uygulamaların durdurulması için sıkça yargıya başvurabilmekte, çoğunlukla da bu düzenlemeleri iptal ettirebilmekte, uygulamaları da durdurabilmektedir. Oysa, 1984 tarihli Yönetmelik yurttaşlarımıza yargı yoluna başvurma olanağı da sağlıyordu, dolayısıyla bu olanağın da kaldırılması gerekli (!) görülmüştür.

Sorgulanması gereken Dört temel boyut ve tezler...

Konunun, deyiş yerindeyse enine boyuna sorgulanması gereken dört temel boyutu bulunmaktadır:

1) Devlet ormanı sayılan yerlerden olmasına karşın "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlerin" belirlenmesi ve orman sınırları dışına çıkarılması yani artık "orman" sayılmaması.

2) Artık "orman" sayılmayan bu yerlere yerleştirilecek orman içindeki köyler halkının ve yerleştirilecekleri yerlerin belirlenmesi.

3) "Orman" sayılmayan bu yerlerin Devlet eliyle "ihya" edilmesi; yani tarımsal etkinliklere ve yerleşmeye uygun duruma getirilmesi.

4) Tarımsal etkinliklere ve yerleşmeye uygun duruma getirilen yerlerin orman içi köyler halkının "yararlanmasına tahsis edilmesi".
Aşağıda tartışmaya açılan tezler, bu boyutlar temel alınarak geliştirilmiştir.

Tez 1:

Üzerinde orman ekosistemi bulunan herhangi bir yerin "orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmemesi", en azından ekolojik olarak söz konusu edilebilecek bir durum değildir !

Yönetmeliğin 9. Maddesine göre "2 A", "6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre orman tahdit ve kadastrosu yapılan..." ve henüz "orman tahdit ve kadastrosu yapılmamış ise öncelikle orman kadastrosu yapılıp..." da "devlet ormanı" sayılan ve sayılacak olan yerlerde uygulanacaktır. Bilindiği gibi, orman kadastrosunda öncelikli işlemlerden birisi, alanın niteliğinin yani "orman" olup olmadığının belirlenmesidir.

Orman kadastro komisyonları, eğer alanın "ormanı" olduğuna karar vermiş ve bu kararı da kesinleşmişse eğer, orası, açıktır ki, "ormanıdır" ve dolayısıyla da her orman ekosistemi gibi bu alanın da "orman olarak muhafazasında", her durumda kesenkes bir yarar vardır. Bu nedenle, üzerinde orman ekosistemi olup da, "orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmemesi", en iyimser anlatımıyla, bu ekosistemlerle ilgili hiçbir bilgiye sahip olunmamasıyla olanaklı bir vargı olabilir, ki, bu, ülkemizde bile görülebilecek bir durum değildir. Bu, temelde, gerçekliği hiçbir gerekçeyle, bu kapsamda, "bilim ve fen bakımından da" tartışılamayacak denli açık bir olgudur.

Tez 2:

Üzerinde orman ekosistemi bulunan herhangi bir yerin "orman olarak muhafazasının "sağlayabileceği yararların" yalnızca niteliği ve/veya büyüklüğü başka bir kullanım amacıyla ya da biçimiyle karşılaştırılabilir; ki, ülkemizde böyle bir karşılaştırma yapabilmenin nesnel koşulları yoktur !

Söz konusu hukuksal düzenlemelerde, böyle bir karşılaştırmanın, ele alınan "devlet ormanı" sayılan alanın "tarım alanına dönüştürülmesinin" sağlayacağı "ekonomik verim gücü" göz önünde bulundurularak yapılması öngörülmektedir. Çünkü, "Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler", Yönetmeliğin 4. Maddesinin "n" bendinde;

"Devlet ormanı sayılan yerlerden olmasına rağmen, orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen, iklim ve coğrafi özellikleri itibariyle bazı kültürel ve teknik tedbirlerle tarım ürünleri yetiştirilmesi veya çok yönlü zirai işletme olarak kullanılması, ekonomik verim gücü bakımından, orman yetiştirilmesinden daha faydalı bulunan araziler" olarak tanımlanmaktadır.

Oysa, artık herkesçe bilinmektedir ki, orman ekosistemlerinin gördüğü işlevlerin pek çoğunun ekonomiklik düzeyi hemen hemen hiçbir teknikle ölçülememektedir. Ayrıca, kimi işlevleri için hesaplanabilecek ve "ekonomik verim gücü" görece olarak düşük bulunabilecek orman ekosistemleri, ölçülemeyecek büyüklükte ve/veya değerde ekolojik, toplumsal ve kültürel, dahası askersel işlevler de görebilmektedir.

Öte yandan, orman ekosistemlerinin kimi işlevlerinin "ekonomik verim gücü" ölçülebilmesi ise farklı yapısal özelliklere sahip tüm ormanlar özelinde yersel ve yapısal olarak yeterince ayrıntılı ve tutarlı veri tabanlarının bulunmasını ve sürekli olarak güncelleştirilmesini gerektirmektedir; ki, ülkemizde böyle bir veri tabanı oluşturulmamıştır.

Ek olarak "ekonomik verim gücü" yönünden yapılabilecek bir karşılaştırma sırasında "orman olarak muhafazası" ile "tarımsal etkinliklerin" ekonomik getirilerinin aynı alan özelinde eşzamanlı olarak hesaplanması yöntemsel bir zorunluluktur. Oysa, 1980'li yıllarda da yapılmaya kalkışıldığı gibi yeni Yönetmelikte de bu zorunluluğun yerine getirilmesine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Bu nedenlerle, söz konusu karşılaştırmanın ve değerlendirmenin nesnel temellerde yapılabilmesi olası değildir ve düzenleme, bu yanıyla da her durumda keyfi uygulamalara açıktır ve siyasal iktidarlar, "dün" ve "bugün" olduğu, "yarın da" olabileceği gibi, her fırsatta bu keyfiliğe başvurabilecektir. Anayasal ve yasal dayanakları da olsa, Yönetmeliğin bu yaptırımı ormanlarımızın yıkımına yol açabilecektir.

Tez 3:

"2 A" uygulamalarının yapılacağı ormanlar için hemen hemen hiçbir kısıtlamanın getirilmemiş ve uygulamaların neredeyse tüm ormanlarda yapılabilecek olması, ender yapısal özelliklere sahip olan, dolayısıyla çok özel ekolojik, toplumsal ve kültürel işlevler görebilen ormanlarımıza onarılamayacak zararlar verebilecek, temel ormancılık çalışmalarının da etkenlik düzeyini düşürebilecektir !

Yönetmeliğin 8. Maddesinde "2 A" uygulamalarının, yalnızca, "yanan orman sahalarındat" kesinlikle, buna karşılık "muhafaza ormanı, milli park alanları, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları, izin ve irtifak hakkı tesis edilen ormanlık alanlarda ve 6831 sayılı Orman Kanununun 3 üncü maddesiyle orman rejimi içine alınan yerlerde..." ise "bu niteliklerinin devamı süresince" yapılamayacağı belirtilmektedir. Yönetmelikte, bunların dışında uygulamanın yapılabileceği ormanların yapısal özellikleri, işlevleri, yönetim amaçları ve bu ormanlarda yapılmakta olan ve/veya yapılması gereken ormancılık çalışmalarıyla ilgili hiçbir açıklama yapılmamakta, herhangi bir kısıtlama da getirilmemektedir.

Sözgelimi, 1984 tarihli Yönetmelikteki
i) orman bütünlüğünü bozmama,
ii) su ve toprak rejimine zarar yermeme ve
iii) "detaylı toprak etütleriyle arazi kullanma kabiliyet sınıflaması bakımından Akdeniz, Eğe, Marmara, Doğu ve Batı Karadeniz Bölgelerinde I, II, III ve IV . sınıf , diğer bölgelerde I, II ve III. sınıf araziler"den olması koşullarına da yer verilmemiştir.

Öyle ki, "muhafaza ormanı, milli park alanları, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları, izin ve irtifak hakkı tesis edilen ormanlık alanlarda" bile "2 A" uygulaması, ancak alanların bu nitelikleri sürdükçe yapılamayacaktır. Ülkemizde, turizm, madencilik vb etkinlikler için bu gibi yerlerin de sınırlarının değiştirildiği göz önünde bulundurulduğunda bu kısıtlamanın bile yeri geldiğinde kaldırılabileceği kolaylıkla kavranabilir.

Daha açık bir söyleyişle, "2 A", "muhafaza ormanı, milli park alanları, tabiat parkları, tabiatı koruma alanları" gibi özel olarak koruma altına alınmış ender orman ekosistemlerinde de bu statüler kaldırılarak ya da gerek duyulduğu gibi daraltılarak uygulanabilecektir. Bilindiği gibi, bu gibi yerlerin koruma statülerinde, sözgelimi BodrumMilas arasındaki Sırtlandağı Halepçamı Tabiatı Koruma Alanı ya da Artvin'deki altın madeni işletmeciliği için Hatila Milli Parkı'nda olduğu gibi sınır/statü değişiklikleri kolaylıkla yapılabilmiştir.

Kısacası, "2A" uygulaması, yanan ormanların bulundukları alanların dışındaki tüm "orman" sayılan alanlarda yapılabilecektir. Bu gerçek, Yönetmeliğin 10. Maddesinin ilk bendinde de; "Köy veya beldede başlatılan çalışmalar o köy veya belde dâhilinde kalan bütün Devlet ormanlarını kapsayacak şekilde yapılır." biçiminde açıklıkla belirtilmektedir.

Oysa, bilindiği gibi, ormanlarımızın yapısal özellikler, dolayısıyla görebildikleri işlevler hem yatay hem de dikey olarak son derece değişkendir. Bu değişkenlik, doğal olarak da ormancılık çalışmalarına da yansımıştır. Dolayısıyla "2 A" uygulamaları sırasında, bu değişkenliğin göz önünde bulundurulmaması, onarılamayacak orman yıkımlarına ve temel ormancılık çalışmalarının gerektiğince yapılamamasına yol açabilecektir.

Tez 4:

"2 A" arazilerine taşınacak orman içi köyler halkının ve yerleştirilecekleri yerlerin nasıl belirleneceğine, buralara nasıl yerleştirileceklerine herhangi bir açıklık getirilmemiş olması, bu yurttaşlarımızın tedirgin olmalarına, hem kendi aralarında hem de ilgili kamu yönetimleriyle çatışmalara yol açabilecektir !

Ormanlarımızın içinde yedi bin beş yüz olayında köy bulunmakta ve bu yerleşmelerde yaklaşık 2,5 milyon köylü yurttaşımız yaşamaktadır. Çevrelerindeki ormanlardan yasal ve yasa dışı yollarla çeşitli biçimlerde yararlanabilme olanakları, bu yurttaşlarımızın ekonomik durumlarına yaşamsal önemde katkılar sağlamaktadır. Öyle ki, Orman Genel Müdürlüğü'nün (OGM) bu doğrultudaki çeşitli uygulamalarının yanı sıra bu amaçla örgütlenmiş OrmanKöy İlişkileri Genel Müdürlüğü'nün (ORKÖY) hem bu yurttaşlarımızın hem de kooperatiflerinin projelerine, köylerinin alt yapı yatırımlarına sağladıkları destekler göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaşmış, önemli ekonomik, toplumsal ve siyasal işlevler görmüştür. Ne var ki, Yönetmelik;

bu köylerden hangilerinin, 7. maddede sözü edilen "yerinde kalkındırılmaları mümkün görülmeyen" ve özellikle de "su ve toprak rejimi bakımından bulundukları yerleşim yerlerinden kaldırılmaları zorunlu bulunan" köylerden olduğunun hangi ölçütler temel alınarak ne zaman ve nasıl belirleneceği,

Anayasanın 169 ve 170. maddelerine göre "2 A" uygulamasıyla orman sınırları dışına çıkarılacak yerlerin mülkiyeti buralara yerleştirilecek orman içi köylüsü yurttaşlarımıza verilemeyecek, yalnızca "yararlanmalarına tahsis" edilebilecektir; bu durumda, bulundukları yerde yerleştikleri ve tarım yaptıkları arazilerin mülkiyetine sahip olan yurttaşlarımız taşınacakları yerdeki arazilerin yalnızca "yararlanma hakkına" sahip olmasıyla yetinmediklerinde ne yapılacağı,

Taşınmaları gerekli görülen (!), ancak, bulundukları yerlerden ayrılmak istemeyen orman içi köyler halkına ne türden uygulamaların yapılacağı,

"yararlanmalarına tahsis edilebilecek" yerlerdeki koşullar gereksinmelerini tam olarak karşılayamadığında "uygun" (!)" bulunacak "2 A" arazilerine yerleştirilecek orman içi köyler halkına başka hangi olanakların sağlanabileceği,

vb sorulara hiçbir açıklama getirmemektedir. Yönetmeliğin 7. Maddesinde ise "2 A" arazilerine yerleştirilecek köylerle ilgili olarak yalnızca;

yerinde kalkındırılmaları mümkün görülmeyen, su ve toprak rejimi bakımından bulundukları yerleşim yerlerinden kaldırılmaları zorunlu bulunan köyler açıklaması yapılmaktadır. Oysa, ne Anayasasının 170. Maddesinde ne de 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. Maddesinin "A" bendinde böyle bir açıklamaya dayanak olabilecek bir yaptırım bulunmaktadır. Öte yandan; bu açıklamalar veri alındığında, doğal olarak, bu kez de akla;

hangi köylerin bulundukları yerde kalkındırılamayacaklarına hangi köylerin su ve toprak rejimi bakımından bulundukları yerleşim yerlerinden kaldırılmalarının zorunlu olduğuna kimlerin, nasıl karar verebileceği sorusu akla gelmektedir. Çünkü, bu sorular, 2924 sayılı yasada da yanıtlanmamaktadır.

Bu durumda, "2 A" uygulamaları, kaçınılmaz olarak, orman içinde yerleşik köylerde çeşitli tedirginliklere, ekonomik ve toplumsal çatışmalara yol açabilecek ve bu köylerdeki yurttaşlarımızın çevrelerindeki ormanlara ve ormancılık uygulamalarına yabancılaşmalarını pekiştirecektir. Ayrıca, Yönetmelik bu yetersizlikleri nedeniyle, ülkemizin, özellikle şimdilerde içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal koşullarda, kimi köylerin/köylülerin bulundukları yerlerden başka yerlere/yörelere taşınması gibi yurt içinde ve yurt dışında çeşitli siyasal tartışmalara yol açabilecektir. Öyle ki, Anayasanın 170, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun "2 A" ve Yönetmelikte yer verilen gerekçeler de bu tartışmaları önleyemeye yetmeyebilecektir.

Tez 5:

Sonuçlarına yalnızca Çevre ve Orman Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü ile "hak sahibi gerçek ve tüzel kişilerin" itiraz edebilecek olması, Anayasanın 56. Maddesine aykırı bir düzenlemedir ve "2 A" uygulamalarının kamu yararı yönünden denetlenebilmesini rastlantılara bırakmaktadır !

Bilindiği gibi, ormanlar, varlıkları ve yoklukları tüm canlıları doğrudan ve dolaylı olarak etkileyebilen ekosistemlerdir. Dolayısıyla, ormanlara zarar verebilecek her türlü uygulamanın durdurulmasını istemek, bunu sağlayabilmek için de her türlü demokratik hakkı kullanmak, bu kapsamda yargı yoluna başvurmak tüm yurttaşlarımızın hakkıdır.

Kaldı ki, Anayasanın 56. Maddesine göre de; "Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.". Açıktır ki, bu ödevin gerektiğince yerine getirilebilmesi, çevre ve özellikle de orman ekosistemleri söz konusu olduğunda, tüm yurttaşlarımızı "hak sahibi" kılmaktadır. Oysa, Yönetmeliğin 26/5c bendine göre; "Tutanak ve kararlara karşı askı tarihinden itibaren altı ay içinde kadastro mahkemelerine, kadastro mahkemesi olmayan yerlerde kadastro davalarına bakmakla görevli mahkemeye müracaatla sınırlamaya ve 6831 sayılı Orman Kanununun 2 nci maddesinin (A) ve (B) bentlerine göre orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü ve hak sahibi gerçek ve tüzel kişilerin itiraz..." edebilecektir.

Buna karşılık, Yönetmelik, "hak sahibi" sayılacakların kimler olduklarına da herhangi bir açıklama getirmemektedir. "Hak sahibi" sayılabilecekler, konuyla ilgili hukuksal düzenlemeler arasında yalnızca 2924 sayılı yasasının 11. Maddesinde, "31.12.1981 tarihinden itibaren orman köyü nüfusuna kayıtlı olanlar" olarak tanımlanmaktadır.

Oysa, "2 A" arazilerine yerleştirilebilecekler, yalnızca "orman içi köyler" nüfusuna kayıtlı olanlardır ve toplam sayıları 20 bini bulan "orman köyleri" nüfuslarında kayıtlı 7,5 milyon yurttaşımızın yalnızca % 32'sini oluşturmaktadır. Açıktır ki, Yönetmelik, bu içeriğiyle "hak sahibi" sayılabilecekleri de belirsizleştirmektedir. Bu belirsizlik, "2 A" uygulamalarının kamu yararı yönünden denetlenmesini tümüyle olanaksızlaştırmaktadır.

S O N U Ç

Ormanlarımızın içinde ve bitişiğinde yaşayan yurttaşlarımızın bir kesiminin, içindeki bulundukları ekonomik yetersizliklerin de bir sonucu olarak çevrelerindeki ormanlara çeşitli biçimlerde zarar verebildikleri bilinmektedir. Öteden beri, bu yurttaşlarımızın bir kesimin bulundukları yerlerde kalkındırılabilmelerinin olanaklı olmadığı öne sürülmektedir.

Anayasada ve 6831 sayılı Orman Kanunu'nda bu durumdaki yurttaşlarımızın uygun yaşama koşullarına kavuşturulmasına yönelik yaptırımlara yer verilmesi ise, kuşkusuz, olumlanabilecek bir yaklaşımın ürünüdür. Ne var ki, tüm bu gerçeklikler, ormanlarımıza zarar verebilecek düzenlemeleri haklı kılmamaktadır.

Bu nedenle, Anayasanın 169 ve 170. . maddelerinde, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 2. maddesinin "A" bendinde yer verilen "Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlerin" orman sınırları dışına çıkarılmasına olanak veren yaptırımlar, özellikle ülkemizin şimdilerde içinde bulunduğu koşullarda, önünde sonunda orman yıkımına, kimi dönemlerde de "devlet ormanı" sayılan alanların talanına, toplumsal çatışmalara yol açabilecektir.

Anayasanın ve Orman Kanunu'nun anılan yaptırımlardan hareketle hazırlanarak 16 Mart 2007 tarihinde yürürlüğe konulan "6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik", hemen hemen tüm yaptırımlarıyla bu olasılığı artırmaktadır. Bu aşamada öncelikle yapılması gereken, konunun ilgili tarafları başta olmak üzere duyarlı kişi ve kuruluşların Yönetmeliğin tüm yaptırımlarını çok daha ayrıntılı biçimde sorgulaması, ormanlarımızın ve orman içlerindeki köylerde yaşayan yurttaşlarımızın yararına olabilecek çözümleri üretmeleridir.

Ancak bu gerekler yeterince yerine getirildikten sonra bu çözümlerin yaşama geçirilmesine yönelik her türlü demokratik ve hukuksal çabaya girilmelidir.

Yücel ÇAĞLAR

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği



EK :
16 Mart 2007 Tarihli ve 26464 Sayılı Resmî Gazete
6831 Sayılı Orman Kanununun 2 nci Maddesinin (A) Bendine Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik

Yücel Çağlar Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 22:00.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024