agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Beğeni Düzeni8Beğeniler
  • 6 Gönderen birnefestoprak
  • 1 Gönderen evandevan5
  • 1 Gönderen birnefestoprak

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 11-08-2009, 22:47   #1
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
D-8 Tohum Bankası "Genetik Soygun"a maske midir?

D8 (Developing 8) veya G8 (Gelişmekte olan 8) ülkenin tohum bankası olmak üzere Tarım Bakanlığı tarafından Tohum Bankası temeli atıldı.


Düzenleyen karinca70 : 11-11-2009 saat 20:16
karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:32   #2
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
http://gidahareketi.org/D-8-Tohum-Ba...67-haberi.aspx adresinden alıntı:

D-8 tohum bankası kuruyor. Peki bu yeterli mi?

D-8 ülkeleri gıda güvenliği konusunda ortak politikalar oluşturmak amacıyla tarım alanında üretilen projeleri hayata geçiriyor. Ancak buna karşın Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi bu çalışmanın eksik ve yetersizliğine dikkat çekiyor.

D-8 Haber bülteninte yer alan açıklamaya göre "D-8 ülkeleri gıda güvenliği konusunda ortak politikalar oluşturmak amacıyla tarım alanında üretilen projeleri hayata geçiriyor. Bu projelerin ilk adım olan D-8 Tohum Bankasının kuruluş çalışmaları Türkiye’nin öncülüğünde başlıyor.

TOHUM BANKASI KURULUYOR


Geçtiğimiz Şubat ayında Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da gerçekleştirilen D-8 Tarım Bakanları Konferansı'nda alınan kararla Tohum Bankasıyla ilgili çalışmaların Türkiye'nin liderliği ve İran'ın katkısıyla Türkiye'de kurulması görüşü benimsenmişti. Bu doğrultuda D-8 Tohum Bankası Çalışma Komitesi ilk toplantısını 21-24 Temmuz 2009 tarihleri arasında Türkiye'de gerçekleştirecek. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) evsahipliğinde İzmir’de düzenlenecek olan Çalışma Toplantısına üye ülkelerin Tarım bakanlıklarından yetkililer katılacak.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker daha önce yaptığı açıklamada D-8 ülkeleri Tohum Bankasının Türkiye'de kurulmasının, D-8 Ülkelerinin ortak çıkarını maksimize edecek bir uygulama olacağını belirtmişti. Tarımsal üretimde en önemli girdileri mazot, hayvan yemi, gübre ve tohumun oluşturduğunu vurgulayan Eker, şunları kaydetti: 'Bilindiği gibi dünyanın temel gıda maddelerinden olan tahılların vatanı Türkiye'dir. Bu ülkede tahıl tarımı 10 bin yıl öncelerinden beri yapılmaktadır. Tarımsal araştırma kapasitemiz hayli yüksektir. Konuyla ilgili resmi ve özel sektör teşkilatlanması uygundur. Bu ve benzeri sebeplerle, D-8 Ülkeleri Tohum Bankasının Türkiye'de kurulması D-8 ülkelerinin ortak çıkarını maksimize edecek bir uygulama olacaktır.' Şubat ayındaki Tarım Bakanları Konferansında üye ülkelerde uygun fiyata kaliteli tohum, gübre ve hayvan yemi temin etmek için ortak projeler üretilmiş bu doğrultuda Türkiye’nin liderliği ve İran’ın katkısıyla Türkiye’de Tohum Bankası kurulması, hayvan yemi tesislerinin Malezya’nın liderliği ve Endonezya’nın katkısıyla Malezya’da; gübre üretim tesislerinin Türk özel sektörünün de desteğiyle Mısır’da kurulması görüşü benimsenmişti.

21 Temmuz’da başlayacak ve dört gün sürecek olan D-8 Tohum Bankası Çalışma Toplantısında gıda güvenliğinin sağlanmasında biyo-çeşitlilik, genetik kaynaklar, Gen Bankası gibi temel konular tartışılarak, kurulması planlanan tohum bankası ve tohum sektörüyle ilgili üye ülkelerin görüşleri alınacak. Toplantıya Türkiye'nin yanı sıra D-8 üyeleri Endonezya, Malezya, Bangladeş, Pakistan, İran, Mısır ve Nijerya'nın temsilcileri katılacak."


Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin konu ile ilgili görüşü:

D-8’lerin tohum konusunu gündeme alarak proje geliştirmesi son derece sevindirici bir gelişme. Bu gelişme sevindiricinin yeterliliği ise son derece tartışmalı. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi olarak bu konuda büyük endişeler taşıyoruz. Bu endişelerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:

“Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” bu cümlelerinden bile ABD’nin gıdayı bir silah olarak gördüğünü açıkça anlayabiliriz. Kaldı ki ABD’nin son 40 yılda yürüttüğü çalışmalarda bunun en büyük ispatı.

D-8’in bu tür çalışmalarını şeytanları davet edercesine aleni yapması bazı sorunları beraberinde getireceği muhakkak.

GDO’lu tohum testleri ve GDO’yu yasalaştırma çalışması yapan D-8 üyesi Türkiye’nin tohumları korumasının ne kadar anlamlı olduğu üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntı.

GDO’lu ürüne taraftar olan çevrelerin ve ülkelerin tohumlarını korumasının çok büyük önem arz etmediği ortada. GDO’ya göz yummak bile dolaylı yönden izin vermektir. Türkiye ve benzeri ülkeler önce gümrüklerden GDO’lu ürünlerin serbestçe geçişine izin verdiler. Ardından da GDO’ya meşruiyet sağlamak için yasa çalışmaları…

Her ne kadar bazı yetkililerimiz “ülkemizde GDO yasak” türünden inandırıcılığı olmayan açıklamalar yapsalar da ülkemiz kelimenin tam anlamıyla bir GDO cennetidir ve tohumlarımız büyük oranda kaybolmuştur. GDO’yu aklının ucundan bile geçiren ülkelerin bu şartlarda tohum saklamaları, “bir şeyler yapıyormuş gibi görünme” ötesinde bir anlam taşımayacağı gün gibi ortadadır.

Asıl olan tohumları korurken bir kıyamet projesi olan GDO’nun engellenmesi için, ağır müeyyideli kararlar almak ve bunu tavizsiz bir şekilde uygulamaktır.

Türkiye gibi ülkeler, tarım ve gıda konusunda kelimenin tam anlamıyla a’raftadırlar. “Hem GDO, hem tohum koruma” şeklindeki politika ne şiş yansın ne kebap türü politikadır ki: Bu tür politikaların sonu hayırlı gözükmemekte. Hâlbuki Türkiye gibi ülkelerin önünde sadece iki seçenek var. Ya tümüyle GDO ve GDO’culara teslim olmak! Yahut da tohum ve toprağı koruyarak tümüyle doğal üretime yönelmek! Her açıdan a’raftaki uygulamalar toplumun moral değerleri ile ümitlerini zayıflatır ki bu durum gıda savaşında kaybeden tarafta yer almak anlamına gelir.

‘Tohumlarımızı en güvenli yerlerde depolayınca tüm sorunlarımız çözülecek mi? Artık bir şey yapmamıza gerek yok mu? Hayır, hayır! Tohumları saklamak hiçbir şeyi çözmez, çözemez. Bu durum tıpkı, ilacı hastaya vermek yerine kilitli dolaplarda saklamaktan farksız. Dolaptaki ilaç hastaya ne kadar yarar sağlıyorsa tohum saklayıp GDO’lu üretim yapmakta aynıdır. Hasta ölünce tedavi edici iksir elinizde olsa ne yarar olabilir?

D-8’e çağrımız o dur ki: Geliniz, GDO konusunda bir yol haritası ortaya koyunuz! Üyelerinizi Dünya Ticaret Örgütü (WTO), IMF ve Dünya Bankası’nın kumpasından kurtarıcı politikalar geliştiriniz! GDO’nun ve GDO’cuların şerrinden korunmak için geliştireceğiniz politikaları İslam Konferansı Teşkilatı ile birlikte ivedi olarak hayata geçiriniz! Biz özellikle İKT’nın geçtiğimiz hafta açıkladığı “Helâl Standardı” çalışması ile ilgili basına yaptığı açıklamada yer alan “GDO’lu ürünler helal değildir” şeklindeki yaklaşımından hareketle bu konuda bir mutabakat sağlanabileceği ümidini taşıyoruz.

Bu bağlamdaki çalışmalara Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi tüm imkânlarını seferber ederek katkı sunmaya hazırdır”

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:34   #3
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Türkiye tohum bankası: Biyo-korsanlığa kolaylık..

http://www.haberanaliz.net/detay.asp?hid=47856 adresinden alıntı:

Türkiye tohum bankası: Biyo-korsanlığa kolaylık..

Domates, biber, patlıcan gibi çokça tükettiğimiz ürünlerin Amerika kıtasından geldiğini biliyoruz. Eğer bu bitkilerin tohumları ülkemize gelmese idi, bu güzel ürünlerden mahrum kalacaktık. Tohumları için de kimseye bir bedel ödemedik. Anadolu başta buğday olmak üzere birçok ürünün geliştirildiği, tarım devrimine beşiklik etmiş bir coğrafyanın parçasıdır. On binlerce yıl dünya çiftçileri tohumlarını karşılıksız paylaştı. Bu nedenle “tohumlarımızın patentini alalım, parasını vermedikçe kimseye vermeyelim” demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu mantık bizi de birçok üründen mahrum eder. Ancak şimdi bütün bu tohumlara şirketler el koymak istiyor. On bin yıl önce tarım devriminden başlayarak çiftçilerin geliştirdiği bütün bu tohumlara şimdilerde birkaç gen koyarak bunların patentini çıkarmaya çalışan yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hırsızlığına biyo–korsanlık diyoruz. Hâlbuki “yaşam patentlenemez”. Bizim karşı olduğumuz; bütün dünya çiftçilerinin geliştirdiği bu tohumlara şirketlerin el koymasıdır.

Türkiye Tohum Gen Bankasının temeli atılırken konuşmaları dinleyenlerin bir kısmı “işte sonunda tohumlarımıza sahip çıkıyoruz” diye düşünmüşlerdir. Acaba öyle mi? Yoksa Tarım Bakanlığımızın bu yatırımı, sonunda tohum şirketlerine mi yarayacak?

Tohum şirketlerinin yerlisi, yabancısı çok fark etmez. Zaten yerli zannettiklerimizin de çoğu artık yabancı tohum şirketleri tarafından satın alındı. Bunların çoğunun amacı on bin yıldır çiftçilerin yarattığı biyoçeşitliliği yok edip, çiftçileri birkaç çeşide bağlayarak paraları cebe indirmek. Buğdayı örnek alalım. Çiftçilerin geliştirdiği kimi çeşit kılçıklı olduğu için domuzlar yiyemiyor, böylece korunuyor. Kimi çeşit ekmek yapmaya, kimisi bulgur yapmaya elverişli. Kimi köylerin çorak topraklarında yetişebilen özel buğday çeşitleri var. Bu biyoçeşitliliğe şirket tohumları nasıl rekabet edecek idi? “Yeşil devrim” denilen yıkımda, bunun çaresini çevreyi ve ürünleri kirleten tarım ilacı ile kimyasal gübrelerle uyuşan güya “modern” tohumlar ile buldular. Verim bazen daha yüksek oluyordu, ancak bu pahalı girdiler bir taraftan üreticiyi yoksullaştırırken, diğer taraftan ürünleri zehirli oluyor ve besin değerleri düşüyordu.

Tohum bankası açılırken bir tarım bakanlığı yetkilisi ne söylemiş bakalım:

“Günümüz ıslah programları için önemli olan bitki genetik kaynakları bakımından, ülkemiz önemli bir potansiyel oluşturmakla beraber, ileriki nesillerin de bu kaynaklardan yararlanması için korunmaya alınmalıdır”

Gördüğünüz gibi amaç ıslah programlarına tohum sağlamak olarak açıklanmaktadır. Burada köylüye yer yoktur. Şirketlerin ıslah programları katılımcı değildir, çiftçiyi dışlar. Katılımcı ıslah; bilim insanları ve köylülerin en baştan itibaren tohum ıslahını beraber yaptıkları ve tohum üzerinde köylünün haklarının devam ettiği bir yaklaşımdır. Şüphesiz biyoçeşitlilikten yanadır. Bakanlığımız “katılımcı ıslahtan” habersizdir veya ilgilenmiyor. Diğer yandan, Türkiye Irak’ı işgal eden Amerikan kuvvetlerinin çıkarttığına çok benzer bir tohum yasasını çıkaran, yetmedi üstüne de büyük tohum şirketlerinin çıkarlarını garantileyen ve kısaltılmışı UPOV olan “Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğine” girip anlaşma imzalayan bir ülkedir. Tohum yasamızda köylünün kendi tohumunu kullanmaması için ne gerekirse yapılmıştır. Köylünün kendi tohumunu satması ağır cezalarla karşılanan bir suçtur. Yeni yönetmeliklerle bu zulüm pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Şimdi böyle bir ülke tohum bankası kurarsa bundan kim yararlanacaktır? Köylüler değil herhalde. Bu banka yabancı ve yerli tohum şirketlerinin milyar dolar koysa zorla yapacağı bir şeyi bakanlık eliyle gerçekleştirecektir. Kendi elimizle bu tohumları soyabilsinler diye toplayacağız, zaman zaman tarlalara ekip yenileyeceğiz ve onlar için bu masrafları yapacağız. Bedava bir derleme, araştırma ve geliştirme merkezi ve sistemi.

Dr. Melaku Worede Etiopyalı meşhur bir bitki genetikçisidir. Ülkesinde yürüttüğü, çiftçilerin ıslah çalışmalarında en öne konduğu (katılımcı ıslah) ve kendi tarlalarındaki biyoçeşitliliğin esas alındığı çalışmaları ile 1989’da Doğru Yaşam Ödülünü (alternatif Nobel ödülü) kazanmış idi. Seedling dergisinin 2009 Nisan sayısında (www.grain.org) kendisi ile yapılan konuşmayı bu konuyla ilgili herkesin okuması gerekli. Dr. Worede çiftçiyi ve tarlada, bahçede biyoçeşitliliği öne almayan bu gibi tohum bankalarının eninde sonunda büyük şirketlere hizmet etmekten başka bir şey yapamayacağını ortaya koymuştu.

Bürokratlarımızın yaptığı açıklamalarda bu banka ile birçok ülkeye örnek olacağımızdan söz edilmekte. Norveç’te kurulan bir gen merkezi için de bürokratlarımızın “ülkemizden acele tohumlar gönderilerek uluslararası toplumun gözüne girmemizin yararlı olacağına” dair raporlarını okumuş idim. Bu anlayış çok tehlikeli. Uluslararası toplum denilen şey aslında büyük tekellere hizmet eden bazı Birleşmiş Milletler kuruluşları ve Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlar olduğuna göre yandık.

Aslında biri Menemen’de biri de Ankara’da iki gen merkezimiz halen var. Bu kurulanın banka olduğu söyleniyor. İyi de, bu bankadan yararlanacaklar büyük ölçüde tohum şirketleri olacak. Tohumlarımızı saklamak –sonra da soydurmak- değil korumak ve yaşatmak gerekli. Koruma ve yaşatmaya kim karşı olabilir?

Binlerce köyümüzde köylünün yönetiminde, tohumların korunup, değişebileceği tohum bankaları kurulması çok yararlı olacaktır. Bunlar desteklense olmaz mı? Biyoçeşitliliğe en büyük tehdit oluşturan tohum yasasının da ülke, köylü ve tüketici çıkarları doğrultusunda değiştirilmesi zorunlu.

Tohum bankasının bu şekilde kurulmasını uluslararası tohum şirketleri sahipleri ellerini ovuşturarak izliyorlardır.

Bu gibi üreticiyi ve biyoçeşitliliği dışlayan merkeziyetçi yaklaşımlar, küresel ısınmanın getireceği tehditlerle baş edemez.

11 Ağustos 2009
Prof. Tayfun ÖZKAYA

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:39   #4
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Mahşerin dört atlısı: Gıda tekelleri, tohum bankaları, patentleme, GDO

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=25955 adresinden alıntıdır:

Mahşerin dört atlısı: Gıda tekelleri, tohum bankaları, patentleme, GDO


10 Ağustos 2009 - Mustafa Eberliköse

Bankalar; batışlarıyla, yaptığı yüksek kâr oranlarıyla, geri ödemesini yapamadığımız kredilerle gündelik hayatımızın bir parçası haline geldi. Katılım bankası, mevduat bankası, yatırım bankası gibi çeşit çeşit bankaya sahipken yeni bir banka türü daha icat edildi: Tohum Gen Bankası...

Peki nedir tohum bankası ve neoliberal tarım politikalarında işlevi nedir?

1)Tohum bankası nedir?

Tohum bankaları son yıllarda dünya gündeminde önemli bir yer kaplıyor. Tarım, insan türünün devamlılığı açısından yaşamsal bir faaliyet. Tarımın olmazsa olmazı ise tohum. Tohum bankaları en kısa ifadeyle organik tohumların toplanarak uygun koşullarda depolandığı binalardır. Tohum bankaları, depolama işlevinin yanı sıra “bilimsel” araştırmaların da yapıldığı merkezler konumunda.

Tohum bankasını icat edenler, bankayı “dünyada gıda üretiminin ve çeşitliliğinin küresel ısınma, kuraklık, bilinçsiz üretim vb nedenlerle tehlikede olduğu tezi” doğrultusunda, tarımda üretimin sürerekliliğini sağlamanın ve çeşitli teknolojik müdahalerle (hibritleme, genetik müdahale vb) dışsal etkenlere dayanaklı yeni tohumları üretmenin aracı olarak tanımlıyorlar. Banka popülerleştirilmiş söyleme göre, “olası bir küresel felaket (nükleer savaş, doğal afetler vb. ) sonrası Nuh’un Gemisi olarak tanıtılıyor.

2) Tohum bankalarının faliyetleri hakkında ne biliyoruz?

Tohum bankası faaliyetleri hakkında, sahiplerinin verdikleri yüzeysel bilgiler dışında bilgi yok. Tohum bankalarının birçok faaliyeti “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmıyor. Yani insan neslinin varlık yokluk sınırı ticari sırlar üzerine çiziliyor.

3) Neden “tohum deposu” değil de “tohum bankası”?

Büyüklerimizin dediği gibi herşeyin vitamini kabuğundadır. Tohum politiklarının özü de kabuğunda yani “tohum bankası” isminde saklı. Tohumlar bir depoda değil, bir bankada saklanıyor. Bir bankanın temel ereği her zaman için finansal kârdır. İnsan yaşamına dair tüm öğelerin hızla metalaşmasına paralel “canlılığın kaynağını içeren tohum” da metalaştırılıyor. Domates, salatalık, pirinç, bulgur ne varsa artık, insanlığa verilecek ya da verilmeyecek bir krediye dönüştürülüyor.

4)Tohum bankası : Tohum patentleme mi?

Tohum bankalarında bilimsel (genetik değişim, hibritleme) araştırmalar yapılarak yeni tip tohumlar elde ediliyor. Tohum bankalarında üretilen yeni tip tohumların mülkiyet hakları uluslararası tarım tekelleri tarafından patentleniyor. Patenteleme çalışmaları, tohum bankalarında yapılanlarla sınırlı değil. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki organik tohumlar, doğrudan satın alma veya üzerinde küçük genetik değişilikler yapma yoluyla hızla patentlenmekte. Tarım tekelleri sırf bu amaçla özel ekipler(1) oluşturuyor. Patent hakkı alınmış bir tohumun köylüler tarafından patent hakkı ödenmeden ekilmesi durumda ciddi tazminat davaları açılıyor ve ekilen ürünler sökülüyor. Monsanto firması yetkilileri, 1997 yılında Kanada‘da yaptığı incelemelerde çiftçi Percy Schmeiser´in 560 hektarlık tarlasında, genetik değişime uğramış ”Roundup” denilen kolza buldular. Monsanto, Schmeiser´in ürettiği kolza için patent hakkını satın almadığı, böylece patent yasasının çiğnenmiş olduğu gerekçesiyle Schmeiser´in hektar başına 15 dolar ödemesini talep etti. Ancak buna çiftçi Schmeiser’in itiraz etmesi üzerine dava açan Monsanto iki alt mahkemede de haklı görüldü. Schmeiser GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) tohumların polen yoluyla tarlasına taşındığını ve kendi tarlasının zarar gördüğünü belirtiyordu.

5) GDO kullanımı nedeniyle organik tohumlar yok olurken tohum bankaları işlevi ne olacak?

Bilindiği gibi tarım tekelleri tarafından üretilen GDO’lu tohumlar dünyada hızla yayılıyor. GDO’lu tohum çeşitlerinden olan “Terminatör Tohumlar” organik tarım alanları ile temas ettiklerinde (Gen kaçışı yoluyla) tam bir soykırım yaşanıyor. Organik tohumlar, tarım tekellerinin GDO’lu ürünleri nedeniyle ciddi risk altında. Organik tohumların GDO nedeniyle ortadan kaldırıldığı bir gelecekte, tohum bankaları hayati bir öneme sahip olacak. GDO’lu tohumların egemen olduğu bir dünyada tohum bankaları aracılığıyla organik tohumları elinde tutan tekeller, tarımda mutlak bir egemenlik sağlayabilirler. Henry Kissinger’ın 1970’lerde ifade ettiği gibi: ‘Petrolü kontrol ederseniz ulusları kontrol edersiniz; ama yiyeceği kontrol ederseniz, insanlığı kontrol edersiniz.”

6) GDO’yı üretenler ile tohum bankalarını kuran ve destekleyenler kimler?

Tohum bankaları arasında en dikkate değer olanı Norveç’in Svalbard kasabasında 2008 yılında kurulan Kıyamet Tohum Bankası. Dünyanın en büyük tohum bankası olan Kıyamet Günü Kasası, Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü (GCDT) tarafından yönetiliyor. Bankanın, isminden de belli olduğu gibi olası bir “kıyamet” senaryosu üzerinden, tarımın sürekliliğini ve biyoçeşitliliği korumak üzere kurulduğu açıklandı. Peki kim “Nuh’un gemisinin” kaptanları: Bill&Melinda Gates Vakfı, Rockefeller Vakfı, ABD’li tarım tekelleri DuPont/Pioneer Hi-Bred, Monsanto, son olarak İsveç kökenli tarım şirketi Syngenta. Bu kuruluşlar arasından ikisinin faaliyetlerine mercek tutmak yeterli olacaktır.

Rockefeller Vakfı: Dünyayı “Yeşil Devrim” kavramıyla tanıştıran aile şirketinin vakfıdır. Rockefeller ailesi yürütülen tohum bankası çalışmalarının en önemli parçası durumunda. Rockefeller ailesi 1900’lü yılların başından beri genetik saflaştırma (öjenik) çalışmalarına astronomik yatırımlar yapıyor. Öjenik(2) çalışmalarının en ünlü uyguluyucuları bizzat Adolf Hitler ve Benito Mussolini’dir. Rockefeller ailesinin Hitler’in çalışmalarına kayda değer finansal destekte bulunduğu biliniyor. Rockefeller Vakfı bünyesinde nüfus planlama çalışmalarına dair faaliyet yürüten yan kuruluşlar da (Uluslararası Tarım Araştırmaları Küresel Danışma Grubu CGIAR) mevcut. Ayrıca ailenin Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda Örgütü, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşlarda önemli lobi faaliyetleri yürütttüğü bilinmektedir.(3) Bitkisel ürünleri arîleştirme çalışmaları GDO’lu tohum üretimi şeklinde gerçekleşiyor. Yani Rockfeller ailesinin bir eli GDO üretiminde bir eli tohum bankası çalışmalarında.

DuPont/Pioneer Hi-Bred: ABD menşeili tarım ve kimya firmasıdır. Kurucusu Henry Wallace,(4) 1942 yılında hayvancılıkta hibrit çalışmalarını ilk gerçekleştiren kişidir. Kıyamet Tohum Bankası’nın en önemli ortaklarından biri olmakla birlikte, dünyanın en büyük patentli GDO’lu tohum ve tarım kimyasalları devidir. Türkiye temsilciliği olan Pioneer tohumculuk şirketi 1998 yılında ISO 9001 Kalite Belgesi’ne “layık” görülmüştür. Yani DuPont/Pioneer Hi-Bred şirketi hem dünyada bir GDO devi hem de tohum bankasının en önemli ortaklarındandır.

7) Türkiye ve Tohum Gen Bankası

Türkiye Tohum Gen Bankası’nın kurulma kararı, 2008 Şubat ayında Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da gerçekleştirilen D-8 (5) Tarım Bakanları Konferansı'nda alındı. Aynı konferansta tohum bankası çalışmalarını Türkiye ve İran’ın ortak yürütmesi karara bağlandı. Ankara’da temel atma töreni Tarım ve Köyişleri (5) Bakanı Mehdi Eker tarafından 30 Temmuz’da yapılan banka, sessiz sedesız bir şekilde hayata geçmiş oldu. Tohum gen bankasının kuruluş amacı Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker tarafından “Yurtiçi ve yurt dışından topladığımız tohumları burada hem genetik olarak muhafaza etmiş olacağız insanlık adına, hem de bilim insanlarının yapacakları çeşitli çalışmalarda bu materyal olarak kullanılabilecektir” şeklinde açıklandı.

Tohum bankasının işletme hakkı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’ne (TAGEM) verilmiş durumda. Tohum bankasının nasıl işletileceği, 350 milyon dolar tutarındaki kaynağının nereden bulunacağı ve katılımcı ülkelerin tohum bankasında pozisyonlarına dair 21-24 Temmuz tarihlerinde İzmir’de bir toplantı gerçekleştirildi. Türkiye özel sektörünü İzmir toplantısında Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) tesmil etti. TÜRKTOB Başkanı Hakkı Şafak Ses projeye mali destek verecek olan kurumları Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Gıda Örgütü (FAO) ve Avrupa Birliği (AB) olarak açıkladı.

Türkiye’de kurulacak tohum gen bankasına dair Türkiye Tohum Endüstrisi Derneği (TÜRKTED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday’ın yapmış olduğu açıklamalar da hayli dikkat çekici;”Türkiye D-8 ülkeleri arasında kendine özgü bitki türleri en fazla olan ülkedir. Bu nedenle tohum bankasının burada kurulması, ıslahçı kuruluşların ileride bu genleri araştırma geliştirme çalışmalarında kullanması ve diğer ülke kaynaklarının da korunması ve geliştirilmesi son derece önemli.” Özbuğday konuşmasının devamında Türkiye’nin bir an önce Norveç’te kurulu olan tohum gen bankasına üye olması gerektiğini belirtiyor. Ali Özbuğday Türkiye’de biyoteknoloji konusunda 2 milyon avroluk yatırımla Yerel Genetik Araştırma Merkezi merkezini kurmuş olan bir isim. Özbuğday’ın yapmış olduğu çalışmalara Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, TÜBİTAK ve AB’nin kayda değer mali yardımlarda bulunduğu kendisi tarafından açıklandı.(6) TÜRKTED yönetim kurulunda bulunan diğer isimler de dikkat çekici. Monsanto temsilcisi Muhasip Üye İ.Hamit ESİN, SYNGENTA temsilcisi Üye Argun Şahin. Her iki şirket de Norveç’teki “Kıyamet Günü Kasası” projesinin ana sahipleri.

Türkiye’de kurulacak olan Tohum Gen Bankası daha şimdiden tarım tekellerinin ağzının suyunu akıtmış durumda. TÜRKTOB ve TÜRKTED gibi tarım tekeli birlikleri projeyi ayakta alkışlıyorlar.

Bu bilgiler dışında kamuoyuna tohum gen bankasının nasıl yönetileceğine, bankanın tarım şirketleri ve tarım emekçileriyle nasıl bir ilişki içerisinde olacağına dair hiçbir bilgi verilmiş değil. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tohum Gen Bankası ile ilgili popülist söylemlerin dışında ayrıntılı bir bilgilendirme yapma zorunluluğundadır!

8) Biyogüvenlik yasası ve tohum bankası

Türkiye’de henüz bir biyogüvenlik yasası yok. Hazırlanan biyogüvenlik yasası taslakları ise GDO'lu ürünlerin ülkeye girişine resmi olarak kapıları açar nitelikte. Zaman gazetesinin itiraf niteliğindeki bir haberine göre (7), biyogüvenlik yasası hazırlanırken; Pioneer, Monsanto, Cargill gibi uluslararası tarım/GDO tröstlerinden hem görüş alındı, hem de bu kuruluşlar komisyonda temsil edildi.

Taslakların hazırlandığı bilgisi Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından “GDO bebek ürünlerinde kullanılmayacak” şeklinde “teselli edici” bir üslupla kamuoyuyla paylaşıldı. Yani GDO’lu ürünlerin bebekler için tehlikeli olduğu kabul edildi. Bebekler için tehlikeli olan bir besinin yetişkinler için neden tehlike ifade etmediğine dair bir açıklama yapılmadı. Ayrıca biyogüvenlik yasa taslağı hakkında bilgilere göre GDO’lu mamalar yasak, ancak yenilebilir aşıların (aşı içeriğine sahip haplar), vitaminlerin bebekler için özel geliştirilmiş olanlarının kullanımı konusunda bir sınırlama yok.

Kısaca biyogüvenlik yasa taslağı varolan haliyle GDO’lu ürünlerin üretimini ve ithalatını engeller nitelikte değil. Bu çerçevede bir yasa taslağı hazırlayan zihniyetin, tohum bankalarını GDO’lu ürünlerin geliştirmesi noktasında kullanmayacağına nasıl bir garanti verilebilir?

9) Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli ve tohum bankası

Tohum gen bankasının kurulma süreci ile tarım alanında üretici ile devlet arasındaki ilişkiyi tamamen değiştireceği ilan edilen “Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modelinin” açıklanması aynı sürece denk geldi. Tarım Havzaları Üretim modeliyle GDO teknolojisinin yoğun olarak kullanıldığı mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği üretimine “tam destek” verileceği açıklandı. Örneğin Türkiye’de üretimi yıllık 2 bin 280 ton olan aspirin, modelle birlikte 50 bin tona çıkarılması planıyor. Bu paralellik GDO’lu ürünlerin piyasaya girişinin ve üretiminin yasal düzenlenmelerle hazırlanması çalışmalarının hızlanmasıyla birlikte, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın organik tohumları bankada toplama derdine düştüğüne dair şüpheler oluşturuyor. Bakanlık kıyamet öncesi son hazırlıklarımı yapıyor?

Ayrıca belirtmek gerekir ki, model ile tam destek verilen tarımsal ürünler (mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği) dünyada sıklıkla biyoyakıt üreiminde kullanılmakta. Bu besinlerin biyoyakıt üretiminde kullanılmasının dünyada başgösteren gıda krizinin temel tetikleyicisi olduğu söylenmekte.

10) İtalya G8 zirvesi ve tohum bankası

Bu yıl İtalya’da 8 Temmuz'da gerçekleştirilen G-8 zirvesinin temel başlıklarından biri de “Gıda Güvenliği”idi. İtalya’da gıda sorunun başlı başına bir sorun olduğunu ve bu sorunun artık “gıda yardımı” programları aşılmayacağına kanaat getirildi. Bu çerçevede gelişmekte olan ülkelere tarımsal kalkınma için 15 milyar dolarlık katkıda bulunma kararı alındı. Bu karar, doğrudan yatırımın önünü açan ve bunu teşvik eden bir çerçeve içerisinde kabul gördü.(8)

Gıda yatırımlarının önünün açılması için G-8 ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerle işbirliğini sıkılaştırılarak korsan üretime karşı mücadeleye hız vermek niyetini de açıkladı. Bu zirvede fikri mülkiyetin korunması, gelişmenin temel taşlarından biri olarak açıklandı. Fikri mülkiyet olarak açıklanan ifade, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurucu anlaşmasının ekinde bulunan ve 134 ülkenin katılımıyla (Türkiye’de imzacılarındandır) imzalanan Ticari Zihinsel Mülkiyet Hakları Anlaşması’nın (TRİP) güçlendirilmesine bir gönderme olarak okunuyor. Bu anlaşma tarım tekellerinin patentleme çalışmalarının önünü tamamen açması nedeniyle ciddi eleştirilere maruz kalmıştı.

İtalya G8 zirvesi, yeni sömürge ülkelerle kurulacak tarımsal ilişkilere dair ciddi bir değişimi ifade etmekte. Doğrudan yatırımın artırılması ve telif haklarının (patentleme) korunmasına yönelik göndermeler gıda alanında yeni bir emparyalist aşamaya girildiğine dair önemli ipuçları veriyor.

Bütün bu çerçeve içersinde;

•“Dünya tarımında 1900’lü yılların başından beri tarım ve kimyasal tekelleri tarafından dillendirilen “Yeşil Devrim” yönelimin yeni bir aşamasına girildiğine,

•Gıda yardımı gibi dolaylı emperyal sömürünün yerini doğrudan “yatırıma” bırakarak tarım tekellerinin nüfus alanlarının arttırılacağına; yeni sömürge ülkelerinin tohum potansiyelinin hızlı bir patentleme saldırısıyla karşı karşıya kalacağına ve bu noktada tohum banklarının özel bir yer teşkil edeceğine,

•Tarım ürünleri içerisinde mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği gibi biyoyakıt üretiminde kullanılılan tarım ürünlerinin özellikle yeni sömürgelerde teşvik edilmesiyle yeni gıda krizlerinin kapıda olduğuna ve bu ülkelerin her zamankinden daha fazla GDO tehlikesiyle karşı karşıya kalınabileceğine” dair öngörülerde bulunulabilir.


Dip notlar:


(1) Dünya Ticaret Örgütü'nün kuruluş sürecinde (DTÖ) Uruguay'da yapılan toplantıda imzalanan Ticari Zihinsel Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRİPS) genetiği değiştirilmiş ürünlerin patent hakkının satın alınabilmesinin yolunu açmıştır. Uluslararası tekellerinin basıncıyla ortaya çıkan anlaşma sonrası tarım şirketleri yerli halkların yetiştirmiş olduğu bitkilerin patent hakkını satın almaktadır. Örneğin 1997`de Teksas`da yerleşik, "Rice Tec" isimli ABD`li bir firma Hindistan`ın geleneksel "Basmati" pirincini çok az değiştirerek patent altına aldı.Basmati pirinçi Hindistan’ın en önemli tarım ürünlerindendir.
TRİPS 26.01.1995 tarih ve 4067 sayılı Kanunla onaylanarak 31.12.94 tarihinden itibaren Türkiye’de yürürlüğe girmiştir.

(2) Öjenik modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir

(3)Uluslararası Tarım Araştırmaları Küresel Danışma Grubu’nun (CGIAR) İtalya’nın Bellagio kentindeki konferansının katılımcıları; Rockefeller Vakfı’ndan George Harrar, Ford Vakfı’ndan Forrest Hill, Dünya Bankası’ndan Robert McNamara ve 1972 yılında Stockholm’de yapılan BM Yeryüzü Zirvesi’ni Rockefeller Vakfı Mütevelli heyeti üyesi olarak örgütleyen, Rockefeller ailesinin uluslararası çevre örgütçüsü Maurice Strong’du. (Ölüm Tohumları-F.William ENGDAHL)

(4)Wallace'nin biyografisini yazan D.McDonald'a göre Henry Wallace tam anlamıyla Amerika'nın yeni dünya düzenini inşa etmesi için tanrı tarafından seçildiğine ve kendisinin de mesih olduğuna inanıyordu.

(5) Yakın zamanda başlatılan çalışmalar çerçevesinde Tarım ve Köyişleri Bankanlığı’nın isminin Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirilmesi gündemde

(6)Özbuğday'ın açıklamaları

(7) Zaman gazetesi haber

(8) Ne tasadüftir ki Başbakan Erdoğan “Gıda Güvenliği” başlıklı konferansa konuşmacı olarak çağrılan isimlerden biriydi

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:41   #5
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Sektörde Banka ve GDO Hareketliliği

http://www.ekolojistler.org/sektorde...ketliligi.html adresinden alıntıdır:

Sektörde Banka ve GDO Hareketliliği

Cuma, 24 Temmuz 2009

D-8 Tohum Bankası ve GDO'lar ile hareketli günler yaşayacak olan tohumculuk sektörünün, önümüzdeki 10 yıl iç nde hacmini 1 milyar dolara çıkarması hedefleniyor Sektörde 'banka' ve GDO hareketliliği Türkiye'de kurulacak olan D-8 Tohum Bankası ve Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı'yla gündeme gelen GDO tartışması, tohumculuğun iki yeni konusu olarak gündeme oturdu.

1980'lerde toplam tohumluk pazarının 80 milyon dolardan daha az olduğu tahmin edilen Türkiye'de, 2009 yılında toplam ticari tohumluk hacminin 400 milyon doları aşması bekleniyor.

Tohumculuk sektörünün son dönemdeki gündem maddesi hiç şüphesiz genetiği değiştirilmiş organizmalar, kısaltılmış haliyle GDO'lar oldu. Geçtiğimiz şubat ayında yapılan gıda güvenliği toplantısında Türkiye'de kurulmasına karar verilen tohum bankası için görüşmelerin İzmir'de başlamış olması ise, sektörde bir anda gündeme oturdu. Bu iki önemli gelişme ile hareketli günler yaşayacak olan tohumculuk sektörü, uluslararası anlamda etkin bir oyuncu olmaya hazırlanıyor.

Hükümetin, şu anda taslak halinde bulunan Ulusal Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı'yla yasal giriş kapısı aradığı GDO'lar toplumun büyük bir kesimi tararından tepkiyle karşılanıyor. GDO'ya tepki gösteren kesim tarafından 'frankeştayn gıdalar" diye anılan GDOlar, en basit anlatımla; biyoteknoloji yöntemi kullanılarak kendi dışındaki bir türden gen aktarma yoluyla belirli özellikleri değiştirilen bütün organizmalara deniliyor. Çevre ve insan sağlığına etkilerinin tam olarak saptanamaması ise GDO karşıtlarının temel çıkış noktasını oluşturuyor.

Günümüzde 25 ülkede yaklaşık 125 milyon hektar alanda yapılan GDO'lu ekime Türkiye'de kanunen izin verilmiyor. GDO'lu ürünlere Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ile çok sayıda AB ülkesi tarafından kau sınırlamalar ve yasak getirilirken, Türkiye ise yasalaşması beklenen Ulusal Biyogüvenlik Kanunu Taslağı'yla GDO'lar için gün sayıyor. Türkiye'de GDO'lu ekime kapıyı aralayacak olan biyogüvenlik yasasının yalnızca GDO'lu ürünleri kapsamadığım ve bu nedenle bu teknolojiye önyargıyla yaklaşmanın yanlış olacağım düşünenler de var. GDO'lu ürünlerin ithal edilmesinin yerine bu teknolojinin Türkiye'de kullanılmasının ülke açısından daha olumlu olacağım savunan bazı sektör temsilcileri, bunun ekonomik olarak da caha doğru olacağı görüşünde. Biyoteknolojiye karşı çıkan ülkelerin bu teknolojiden yoksun ülkeler olduğu da sektörde konuşulanlar arasında yer alıyor. Bu görüşe göre biyoteknolojiyi kullanan ülkelerin oluşturacağı 'ticari tekel' bu teknolojiye kapılarını kapayan ülkelerin asıl çekincesi olarak gösteriliyor.

350 milyon dolarlık 'banka' yolda Gıda güvenliği konusunu konuşmak üzere D-8'in yani gelişmekte olan sekiz ülkenin (Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Pakistan, Mısır ve Türkiye) tarım bakanlarının katıldığı toplanu, geçtiğimiz şubat ayında Malezya'da yapdmışn. İki gün süren toplantıda D-8 Tohum Bankası'mn kuruluş yeri olarak Türkiye belirlenmişti. Bankanın kuruluş çalışmalarını yürütmek amacıyla oluşturulan komite 21-24 Temmuz tarihleri arasında İzmir'de bir araya geldi.

Kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olmasıyla, alanındaki tek girişim olarak gösterilen projenin yanma maliyeti 350 milyon dolar. Banka projesi aynı zamanda Türkiye ve dünya gen kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşıyor. Banka bir özelliğiyle de GDO karşıtlarım sevindireceğe benziyor. Alman bilgilere göre banka, genetigiyle oynanmamış yani GDO'suz ürünlerden oluşacak 19801i yıllarda toplam tohumluk pazarının 80 milyon dolardan daha az olduğu tahmin edilen Türkiye'de, 2009 yılı itibariyle toplam ticari tohumluk hacminin 400 milyon dolan aşması bekleniyor. Yaklaşık 30 yıllık süreçte Türkiye, tohumculuk sektöründe 5 kat artış göstererek, dünyadaki seyre paralel bir büyüme gösterdi. Özelleştirmenin hızlanması ile birlikte özellikle hibrid sebze, ayçiçeği, mısır ve patateste özel sektörün üretimdeki payı yüzde 100lere ulaştı.

Ticaret hacmi 10 yılda 1 milyar S'a ulaşacak Dünyada 100 yılı aşkın geçmişe sahip olmasına rağmen Türkiye'de henüz çok yeni sayılan tohumculuk sektörü, son yıllarda yabancı sermayeli firmaların da ilgisiyle atılım yapn.

Bugün Türkiye'de 250 kadar tohumculuk şirketi faaliyetini sürdürüyor.

Sektörde 25 yıllık geçmişi olan Türkiye, bugün pek çok tohumculuk firması ile uluslararası pazarlarda çok uluslu firmalarla rekabet eder hale geldi. Dünyanın en büyük tohumculuk firmalarının yaptıkları yatırımlarla Türkiye'ye ilgi göstermeye devam ettiği sektörde, Türk firmalan da her yıl yeni tohum çeşitieri ile ürün yelpazelerini genişletiyor.

Sektör bugün yaklaşık 450 milyon dolarlık ticaret hacmine ulaşmış durumda. İthalat rakamının 90, ihracat rakamının da 60 milyon dolar olduğu sektör, gelecek 10 yılda ticaret hacmini 1 milyar dolara taşımayı hedefliyor. Tohumluk üretiminde kullanılan yerli çeşitlerin oranı yüzde 60-70 arasında bulunuyor. Türkiye'de şimdiye kadar toplam 73 türde çeşit tescil ettirildi. Toplam tescilli çeşit sayısı ise bin 710.

Biyoteknoloji yalnızca GDO demek değil

Biyoteknolojinin tohumculuk sektöründe de uygulama alam bulmasıyla gündeme gelen Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili tartışmalar bitmek bilmiyor. Sanılanın aksine biyoteknolojinin sadece GDO'larla ilgili olmadığım, tohum ıslahında da çok geniş uygulama alanları bulduğunu söyleyen Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği (TÜRKTED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday, bu teknolojiye önyargıyla yaklaşılmaması gerektiğini belirtti. Özbuğday, biyoteknolojiden sakınmanın yanlış olduğunu kaydederek, "Biyoteknoloji sadece GDO'lardan oluşmadığı gibi tohum ıslahında çok geniş uygulama alanları buluyor. Önemli olan teknolojinin kendisinden sakınmak değil, teknolojinin bilimsel sınırlar çerçevesinde kanuni düzenlemelerini tamamlayarak dünyadaki gelişmelere paralel bilimsel ve teknolojik çalışmaların önünün açılmasıdır" diye konuştu.

Türkiye'nin daha fazla vakit kaybetmeden bu teknolojiyi kullanabilmesi için konuyla ilgili mevzuatın hazırlanmasının önemine dikkat çeken Özbuğday. aynı zamanda kamu ve özel sektörde eğitimli bir uzman kadro oluşturulması gerektiğini ifade ederek, "Biyoteknolojinin risk analizleri yapılarak, tohum teknolojisinde de kullanılmasıyla bitkisel üretimde karşılaşüan yetiştiricilik ve kalite sorunlarının daha ekonomik, kolay ve etkin yöntemle çözümünde hızlı basan sağlanacak. Bu teknolojinin bitki ıslahı ve üretiminde güvenilir bir şekilde kullanılmasıyla ilgili olarak düzenlenecek uygulanabilir yasalarla mümkün olacak" dedi.

Gerçek çekince, 'tekelleşme korkusu' Biyoteknoloji tartışmalarının temelini, bu teknolojinin insan sağlığına etkileri oluşturuyor. Bu teknolojilere mesafeli yaklaşımda çevre ve insan sağlığına etkilerin ön plana aktığını anlatan Özbuğday, asıl çekincenin ticari tekelleşme korkusundan kaynaklandığım ileri sürdü. Özbuğday, şunları söyledi: "Bu teknolojilere mesafeli yaklaşımın görünür çekincesi çevresel ve insan sağlığı faktörleri gibi olsa da, gerçekte pek çok teknoloji sahibi olmayan ban ülkesinde esas çekincenin ticari tekelleşme korkusu olduğunu gözlemlemekteyiz. Dünyada belli başlı firmaların önderliğinde 'çeşit koruma' üzerine ileri düzeyde 'gen patenüeme' uygulamalan üzerinde çalışılıyor. Böylece bugün geçerli olan UPOV çeşit koruma uygulaması 'ıslahçı hakkı' tanımasına rağmen yani herhangi iki ticari çeşidi ıslatıcısının iznine gerek olmadan kullanarak yeni genetik materyal türetme hakkı mevcut iken bu uygulamayı "patent'e dönüştürerek izinsiz kullanımı kısıdamak istemektedir." Bu konuyla ilgili dünya genelinde önemli ve kritik bir kutuplaşmanın başladığım ve gelecek dönemde bu Biyoteknolojinin yalnızca GDO'lardan ibaret olmadığını söyleyen TÜRKTED Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday, "Bu teknolojiye önyargıyla yaklaşmak yanlış olu-" dedi.

tarnsmalann alevlenerek devam edeceğini ileten Özbuğday, tarnsmalann temelinde GDOTara ticari ve rekabetçi ortamda ulaşma fikrinin bulunduğunu savunarak, "Ülkemizin de yakın gelecekte durusunu tam olarak belirlemesi ve ülke politikalarım buna göre yönlendirmesi gerekecek" dedi.

Tohum bankası stratejik açıdan önemli Şubat ayında Malezya'da yapılan gıda güvenliği konusundaki toplantısında alman kararla Türkiye'de kurulmasına karar verilen D-8 Tohum Bankası'nın Türkiye açısından önemli bir gelişme olduğunu kaydeden Özbuğday, 'Türkiye, D-8 ülkeleri (Gelişmekte olan 8 ülke) arasında kendine özgü bitki türleri en fazla olan ülkedir.
D-8 Tohum Bankası çalışmalamun Türkiye merkezli yapılması da özellikle Türkiye'de var olan yerel çeşitler veya ıslahla geliştirilen türlerin muhafaza edilmesi ve Ar-Ge materyali olarak kullanılması açısından stratejik değer taşıyor" diye konuştu.

Türkiye'nin ayrıca Norveç'te buzullada kaplı bir alanda yer alan ve 1ayamet günü kasası' olarak bilinen tohum bankasına da üye olması gerektiğine dikkat çeken Özbuğday, şunları söyledi: "Norveç'teki banka ile küresel bir felaket yaşanması durumunda tohum çeşitliliğinin güvence altına alınması amaçlanıyor. 25 ülkenin üye olduğu bu bankaya Türkiye'nin de katılması büyük önem taşıyor." D-8'in tohumları Türkiye'de toplanacak GDO tartışmalarının hızla sürdüğü tohumculuk sektörü, aynı zamanda güzel gelişmelere gebe.

Türkiye'yi gelişmekte olan sekiz ülkenin tohum merkezi yapacak olan proje, sektörde yeni fırsat kapılarım aralayacak.

Toplantı ile birlikte D-8 Tohum Bankası'nm fonksiyonu, kapasitesi ve hangi kaynaklardan finanse edileceği netlik kazanacak.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) tarüşmalannın tüm hızıyla devam ettiği Türkiye'de, aynı zamanda tohum sektörüyle ilgili güzel gelişmeler de yaşanıyor.

D-8 Tohum Bankası'nm proje çalışmasını yürütecek komite 21-24 Temmuz arasında İzmir'de yaptığı ilk toplantıda ise, bankanın hangi şehre kurulacağı, fonksiyonu, kapasitesi, hangi tohumların kullanılacağı ve finansman kaynaklan konularını ele aldı. 350 milyon dolara mal olacağı belirlenen projede, kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olması bu alandaki tek girişim olarak gösteriliyor. 350 milyon dolara mal olacağı belirlenen projede, kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olması bu alandaki tek girişim olarak gösteriliyor.

Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) olarak tohum bankasının Türkiye'deki özel sektör ayağım oluşturduklarım dile getiren Hakkı Şafak Ses, projenin Türkiye için önemli bir kazanç olduğunu kaydetti. Bankada GDO'lu ürünlerin yer almayacağını vurgulayan Ses, projenin finansmanmda Avrupa Birliği, Dünya Gıda Örgütü ve Birleşmiş Milletler kaynaklan kullanılacağını ifade etti. Ses, Türkiye'nin tohumluk potansiyeli bakımından proje için uygun bir ülke olduğunu ifade ederek, 'Türkiye'nin coğrafi konum ve tohumluk potansiyeli bakımından böyle bir projeye öncülük yapması çok doğal. Tohumculuk geleceğin stratejik sektörlerinden biri olacak. Türkiye, böyle bir projeye imza atarak diğer ülkeler açısından bir merkez durumuna gelecek. Ayrıca bu proje D-8 ülkeleri dışında da dünya ölçeğinde Türkiye'ye prestij kazandıracak.

Bundan böyle gerek kamuoyu gerekse diğer ülkeler Türkiye'yi tohumculukta daha çok ciddiye alacak" diye konuştu.

"Biyolojik çeşitlilik için; biyoteknoloji gerekli" Son dönemde tarım sektöründe en fazla konuşukn bir diğer konu da genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) oldu. Hükümetin, Ulusal Biyogüvenlik Kaıun Tasarısı Taslağıyla GDO üretimine ışık yakmasıyla hızlanan tartaşmalann odağında ise GDO'lann insan sağlığı üzerindeki etkileri yer aldı.

Bu tartışmaların sona ermesi için konuyla ilgili yasal düzenlemenin bir an evvel yapılması gerektiğini dile getiren Başkan Ses, modern biyoteknolojinin Türkiye'nin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin değerlendirilmesi açısından büyük önem taşıdığım söyledi. Ses, "Ülkemizin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynak zenginliğini göz önüne aldığımızda, modern biyoteknolojinin, bu zenginliğin değerlendirilmesinde çok önemli katkılar sağlayacağının farkındayız. Bu nedenle önceliğimiz, ithal ürünlerin üretiminin yerine bu teknoloji kullanılarak sahip olduğumuz böyle bir zenginliğin ülke içinde değerlendirilmesi ve ekonomik bir değere dönüştürülmesidir" şeklinde konuştu. Bu ürünlerle ilgili verilecek kararlara toplumun katılımının sağlanması gerektiğinin altını çizen Ses, yasal düzenleme yapılırken tarımsal ve ticari yapı, insan sağlığı ve yerli tohumculuk sektörünün durumu gibi hususlann öncelikli olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı.

Ses diğer yandan bu ürünlerde varlığı kabul edilen risklerin bilimsel olarak tespit edilmesi ve önlemlerin alınması gerektiğini söyleyerek, "Kanun taslağı bu anlamda en az Avrupa Birliğinde alman tedbirlere yakm tedbirler getiriyor" dedi.

Modern biyoteknolojinin "önemli bir teknoloji" olduğunu belinen Ses, bu teknolojinin tek kullanım alanının GDO'lar olmadığını hatırlattı. Bu nedenle yapılan tartışmaların farklı boyutlara taşınarak gerçeklerin hasıraln edildiğini ifade eden Ses, "Yapılacak taraşmalann ülkemiz öncelikleri ve hassasiyetleri dikkate alınarak, bilimsel esaslar kaybedilmeden ve her türlü politik mülahazadan uzak olarak yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.

Protokolün temel yaklaşımını benimsiyoruz TÜRKTOB olarak konuyu daha geniş bir bakış açısıyla ele aldıklarına dikkat çeken Ses, bu ürünlerin yapı itibanyla bir risk taşıdıklannın doğru olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti: "Türkiye'nin de imza attığı Birleşmiş Milletler Cartagena Biyogüvenlik Protokolü bu temel varsayıma dayanıyor. Halihazırda 156 ülke bu protokole imza am ve taraf oldu. Biz de bu temel yaklaşımı benimsiyoruz. Protokolün getirdiği üç temel ilke olan 'ihtiyati tedbir yaklaşımı', 'her bir ürünün ayn değerlendirilmesini' ve 'tam eşdeğerlilik ilkesini' destekliyoruz. Şu anda taslak halinde olan kanunda da aynı yaklaşımların bulunmasını bekliyoruz."

24.07.2009 Dünya Sektör Araştırması

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:43   #6
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Bomba ve Tohum Birlikte: Irak ve Afganistan'da ABD (Tayfun ÖZKAYA)

http://www.ekolojistler.org/bomba-ve...un-ozkaya.html adresinden alıntıdır:

Bomba ve Tohum Bilikte: Irak ve Afganistan'da ABD

Tayfun ÖZKAYA
10 Ağustos 2009

ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinde tarım alanında yaptığı tahribatlar ve şirket tohumlarını hâkim kılmak için yaptığı çabalar bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Stratejik ortağımız olduğu ileri sürülen ABD’nin Irak’tan çekilecekmiş gibi yaptığında (aslında gerçekten çekilmeyecek) tarım veya tohum da önemli rol oynayacak. Diğer yandan bu aşamada Irak’ta ordumuzu kullanmak için “yeni Osmanlıcılık” safsatası ülkemizde dolaşıma sokuluyor. Şeriatçıların bir kısmı hemen bu rolü kaptılar. Türkiye “doğal alanına” (Osmanlıya) geri dönüyormuş. Emperyalizmin maşa varken (burada Türkiye) elini ateşe sokmadığını bilmemek için tarihten habersiz olmak gerekiyor.
Afganistan ve Irak olayına geri dönelim. ABD’nin savaş ve tarımı birbirini destekler tarzda kullandığını görüyoruz. Bomba ve tohum ABD için etkili iki silah. ABD kendini vazgeçilmez yapmak için Irak ve Afganistan’da köylüleri tohum alanında kendine bağladı. ABD’nin işgal ettiği ülkelerde tarım alanındaki tahribatlarına daha yakından bakalım.

Afganistan


2002’de Afganistan’da eski bir Sovyet havaalanı olan Shindand’a ABD kuvvetleri yerleşti. ABD kuvvetleri 2008 yılında bu havaalanının hemen yanına laboratuarlar, dershaneler, balık havuzları da içeren bir tarımsal eğitim merkezi kurdular. Amaç bağımlılık yaratmaktı. Güneydoğu’da Helmand eyaletinde amerikan yardım kuruluşu USAID başka bir tarımsal merkez oluşturdu. Tarımsal merkezin yer seçimi de daha çok askeri amaçlarla yapılmış idi. Diğer yandan kırsal alanda çalışan tarımsal kalkınma takımları adı verilen gruplar oluşturuldu. Bunlar aslında askerlerden oluşuyordu. Tarımsal etkinlikler askeri operasyonlara destek sağlıyordu. Askeri güçler de çoğu ABD’li yabancı şirketlerin isteklerini Afgan hükümetine kabul ettirmek için çalışıyordu. Temel amaç neo-liberal tarım politikalarının benimsenmesi idi. Otuz yıl önce Afganistan net gıda ihracatçısı iken, bugün gıda ithaline ve yabancı yardımına muhtaç oldu. Uluslararası kuruluşların desteği ile Afganistan’da tarımın yeniden yapılanması konsorsiyumu adlı bir kuruluş oluşturdular. Bu kuruluş Afgan çiftçilerinin zengin yerel çeşitlerini görmezden geldi. Bunun yerine dışardan gelen tohumları dağıtmaya başladı. Daha sonra birkaç yerel tohum firması kurdurdular. Sonra bunları ABD firmaları satın alabilirdi. Daha sonra yerel bir tohum yasası çıkarttılar. Bu yasa köylü tohumlarının yaşamasını güçleştirecek özellikler taşıyordu. 2008’de Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım örgütünün (FAO) yardımıyla Ulusal Tohum Birliği kuruldu. (Seedling Dergisi, Nisan 2009,The soils of War, Grain, www.grain.org) Amerika’nın düşmanı olan Taliban ne mi yapıyor? Aynı şeyi ters yönden. Onlar da kendi tohumları ile çiftçileri kendilerine bağlamak istiyorlar. Ne Amerika’nın, ne de Taliban’ın çiftçilerin kendi zengin tohum sistemlerini destekleyerek onlara yardım etmek gibi bir amacı yok. Amaç bağımlılık yaratmak. Tohum silah olarak kullanılıyor.

Irak

Türkiye gibi uygarlığın beşiği sayılan bu ülkede tarım onbin yıl önce gelişmiş idi. Bugün ise amerikan sert kırmızı buğdayı ile amerikan pirinci için bir numaralı ithal ülkesidir. (Seedling dergisi, aynı sayı) amerikan şirketleri işgalden önce bu ülkeye kolay giremiyorlardı, şimdi ise ABD tarım şirketleri için 1,5 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor. ABD için bu ülkenin tarımını kontrol etmek o kadar önemli idi ki Cargill’in eski yöneticisi ve uluslararası ticaret görüşmelerinde ABD hükümetinin yetkili temsilcisi Dan Amstutz’u bu ülke de tarım için görevlendirdi. İşgal sonrası tarımsal destekler kaldırılarak tarımsal pazarlar ithalata açıldı. Yerel tarım sistemi çöktü. Amerika Birleşik Devletleri Koalisyon Geçici Otoritesinin görev süresinin sonlarına doğru 81 numaralı kararname ile çiftçilerin tohumları saklama hakları ellerinden alındı. Kararname tohum yasasını da kapsayacak şekilde fikri mülkiyetler yasası olmuştu. Amerikalı uzmanlar İngilizce olarak hazırladılar. Amerikalı komutan imzayı bastı. Arapça’ya çevrildi ve yasa oldu. Bu kadar kolay. Hatırlayacaksınız ülkemizde benzer bir yasayı meclis kabul etti.

Dan Amstutz Amerikan yardım kuruluşu USAID’in tarımsal yeniden yapılanma ve Kalkınma programının sorumlusu yapıldı. Ele alınan en önemli ürün buğdaydı. Sertifikalı buğday tohumunun ithali, çoğaltılması ve dağıtımı, Irak’ın buğday sektörünün özellikle kamusal sisteminin liberalleşmesi kolaylaştırıldı. Bütün bunlar Amerikan hububat şirketlerine milyarlarca dolar kazandırdı.

Obama döneminde Amerikan askerlerinin bazılarının görevleri yeniden adlandırılarak asker olarak değil de, tarım alanında eğitmen ve yardımcı olarak belirlendi. Bu oyun sayesinde Pentagon 2011’den sonra 70 000 askerini Irak’ta tutma imkânına kavuşacak. Bildiğiniz gibi 2011 ABD-Irak Silahlı Kuvvetler Durum Anlaşmasının başladığı tarihtir. (İngilizce kısaca SOFA deniyor) Böylelikle Obama 16 ay içinde Irak’tan askerlerini geri çekme seçim vaadinden pratik olarak vazgeçmiş olmaktadır.

Yeni Osmanlıcılık masalları ile Türkiye’yi Irak’ta veya başka yerlerde maşa yapma heveslileri acaba nelere alet olduklarını anlıyorlar mı? Sözümüz şüphesiz bilmeden maşa olanlara.

Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
Bornova 35100 İzmir

tayfun.ozkaya@ege.edu.tr

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:44   #7
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Tarım Havzaları (Abdullah AYSU)

http://www.ekolojistler.org/tarim-ha...llah-aysu.html adresinden alıntıdır:

Tarım Havzaları


Abdullah AYSU
06 Ağustos 2009

Tarımın serbest piyasa içine alındığı bu yeni evrede şimdi Tarım Havzaları ortaya atıldı. Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in bu sıra çokça “devrim” diye açıkladığı “incileri” arasında yer alan Tarım Havzaları meselesi ülke tarım ihtiyaçlarıyla örtüşmediği gibi çiftçilerin yararına da değil.

Cumhuriyetin başından günümüze kadar tarım çeşitli evrelerden geçti. Cumhuriyetin başlangıcından 1950 yılına kadar tarımda yapılmaya çalışılanlar ülke ve köylü ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun bir çabaydı, denilebilir. Ancak bu evrede de, tarım sektörü, sanayi ve tüccara kaynak aktarma ve ucuz hammadde sağlama alanı olarak yönetenlerce görüldü, değerlendirildi.
Cumhuriyetten 1950’lere kadar olan süreçte tarıma destek verecek ve geliştirecek Devlet Üretme Çiftlikleri (DÜÇ), Toprak Mahsuller Ofisi, Şeker Fabrikaları, Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri (TSKB), Tarım Kredi Kooperatifleri (TKK), TEKEL gibi piyasayı üretici ve tüketici lehine düzenleyecek kimi kamu kuruluşları kuruldu. Bu evrede kamu öğreticilik, eğiticilik ve öncülük görevini yerine getirmeye çalıştı.

Türkiye tarımında makas değişikliği diyebileceğimiz evreye 1950’lerden sonra girildi. Bilindiği üzere II. Dünya Savaşı sonrasında dünya yeniden düzenlemeye başlandı. Tarım da bu yeni düzenlemeden nasibini aldı. Tarımda uygulanan politikalar değişti(rildi). Bu dönemde gelişmiş ülkeler tarım ve sanayilerini eş anlı geliştirecek, az gelişmiş ülkeler üretim girdilerinde dışa bağımlı tarım ülkeleri olarak kalacaktı. Bu yeni dünya düzeninde Türkiye’ye biçilen rol üretim girdilerinde dışa bağımlı tarım ülkesi olma rolüydü. Bu çerçevede örneğin, DÜÇ’ler, bağımsız ıslah, geliştirme görevini terk edecek; gelişmiş ülkelerde yetiştirilmiş tohumların, hayvanların Türkiye’de deneme çalışmalarının yürütüldüğü kurumlar haline dönüştürülecek; denemelerde bize uyan çeşitler yetiştirildiği gelişmiş ülkelerden satın alınacak, üretimde kullanılacaktı. Bilgiye, bilgeliğe, dayanışmaya ve bilgi paylaşımına dayalı üretim modeli terk edildi. Türkiye dışardan üretim girdisi ilaç, gübre, traktör ve diğer alet ve ekipmanlar alarak üretim yapmaya başladı. Kimyasal kullanımına dayalı endüstriyel üretim modeline geçildi. TKK dışardan gelen bu endüstriyel üretim girdilerine finans imkanı sağlayacak biçimde yönetildi, yönlendirildi. Kısacası bağımsız ıslah ve geliştirme çalışmaları terk edildi. 1950’lere kadar kurulan tarımsal KİT’ler ve kooperatifler yeni sisteme göre işlevlendirildi. Türkiye’de 1980’lere kadar tarım politikaları böyle yürütüldü.

Bilindiği gibi 1980’lerle birlikte dünya yeniden bir kez daha dizayna tabi tutuldu. Bu yeni dizaynda üretici ve tüketici lehine olan tüm tarımsal KİT’ler özelleştirildi. Elden çıkarıldı. Üstü açık, doğa koşullarına bağlı olan tarım, serbest piyasaya terk edildi. Ve yeni bir evreye girildi.

Serbest piyasayı belirleyenler de, dünyada sayıları 30’a varmayan büyük tarım, gıda ve ecza şirketleri olduğu biliniyor.

Tarımın serbest piyasa içine alındığı bu yeni evrede şimdi Tarım Havzaları ortaya atıldı, konuşuluyor. Tarım Bakanlığınca Türkiye’de halen prim desteği ödenen 16 üründe 30 tarım havzası belirlendiği kamuoyu ile paylaşıldı. Ayrıntıları tam olarak bilinmeyen Tarım Havzaları için üretim planlaması amaçlı olduğuna dair özlü güzel sözler söyleniyor. Ancak ihracata dayalı üretim planlaması yapılacağı gibi kaygı verici açıklamalar da yapılıyor. Endişe verici diyoruz çünkü şu an ülkemizin acil ihtiyacı temel besin maddelerinde kendine yeterlilik sağlamaktır. Sözünü ettiğimiz şirketlerin çıkarı ise ihracata dayalı üretim yapılmasında.

Ayrıca söz konusu havzalarda tarım yapan çiftçiler bu uygulanması düşünülen politikadan hiç haberdar değil. Herkes gibi onlar da basından duyuyor her şeyi. Bu yanıyla hazırlanan Tarım Havzaları demokratik değil.

Havzalarda arpa, aspir, ayçiçeği, buğday, çavdar, çay, çeltik, kanola, kuru fasulye, mercimek, mısır, nohut, pamuk, soya, yulaf, zeytin ürünlerinin destekleneceği belirtiliyor. Türkiye’de mısır, buğday, arpa, mercimek, nohut, kuru fasulye hemen her havzada zaten yetiştirilebiliyor. Destekleme kapsamına alınmış olan çayın yetiştiği alan belli değiştirilemez. Pamuk alanları da ha keza belli ve oralarda yetiştiriliyor. Yenilik bunun neresinde. Bir tek bizim için yeni olan aspir, kanola ve soya. Ona da Hükümet tarafından sürekli destek verilmesine karşın ne verimliliği ne de ekici sayısı kayda değer bir oranda arttırılamıyor. Çünkü bu ürünlerin üretilmesinde çiftçi isteksiz!

Asıl olması gerekenler yok!


Tarım Havzaları modelinde yem bitkileri ve meyve sebze üretimi yer almıyor. Ülkemizde 400 yıldan bu yana yetiştirilen tütünün ismi bile anılmıyor. Yine Türkiye’nin ihracatta söz sahibi olduğu ürünler olan kayısı, fındık, üzüm, incir desteklenecek ürünler listesinde sayılmıyor.

Kuru fasulye, mercimek, nohut gibi baklagil bitkilerimiz tarım için yetiştirilmesi zorunlu ürünler. Çünkü baklagiller kendinden sonra ekilecek ürünlere doğal azot gübresi sağlıyor, bu nedenle önemli. Baklagiller, İç Anadolu’da nadası ortadan kaldırabilecek bitkiler iken bu konunun önem ve mahiyetinde bir belirleme yok. Bu amaçlı uygulamasına yönelik bir planlamadan söz edilmiyor.

Bitkisel üretim ile hayvan yetiştiriciliğinin adı tarım. Tarım Havza politikalarında hayvancılık yok. Hayvan yetiştiriciliği nasıl ve nerelerde olacak belli değil. Hayvanlar ile bitki çıktılarının birbirlerine kullanılması ve kullanılabilir olması önemli. Tarım Havzaları modelinde hayvan yetiştiriciliği ile bitkisel üretimin birlikte uygulanması için bir çalışma var mı, bilen yok. Bu sağlandığında çiftçiler için asıl o zaman tarımda devrim yapılmış olunacak. Çünkü hayvan yetiştiriciliği ile bitkisel üretimin bir arada yapılması şirketlere bağımlılığı azaltır. Çiftçilerin şirketler tarafından sömürülmesi engellenmiş olur. Üretim doğaya uyumlu olur, doğa zarar görmez. Bu konu tamamen belirsiz!

Havzalarda yapılacak üretimdeki çeşit sınırlaması ile biyolojik çeşitliliğe verilecek zarar ve doğanın bu konudaki yaşayacağı yoksulluk hesabı da yok.

Kamuoyunda Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker’in bu sıra çokça “devrim” diye açıkladığı “incileri” arasında yer alan Tarım Havzaları meselesi ülke tarım ihtiyaçlarıyla örtüşmediği gibi çiftçilerin yararına da değil. Bizim çiftçiler olarak yönetenlerden açıkladıkları içerikte bir Tarım Havzaları talebimiz olmadı. Yoksa ülke gerçekliğine ve ihtiyaçlarına uygun, çiftçilerin ve doğanın yararına bir üretim planlaması biz çiftçilerin talebidir. Hükümet tarafından açıklanan bu şirket yanlısı Tarım Havzaları değil…

Çiftçi-Sen Genel Başkanı
1.8.2009 sendika.org

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:47   #8
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Tohum ve Gıda Emperyalizmi (Turhan ÇAKAR)

http://www.ekolojistler.org/tohum-ve...han-cakar.html adresinden alıntıdır:

Tohum ve Gıda Emperyalizmi


Turhan ÇAKAR
4 Ağustos 2009

ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Henry Kissinger 1970'li yıllarda “Petrolun kontrolü ile bütün bölge ve kıtaların, gıdanın konrolüyle bütün insanları kontrol edebilirsiniz.” , demişti. “Dünyanın Tohumları, Kişisel mi Yoksa Umumi Bir Kaynak mı?” adlı kitabın yazarı “ Pat Roy Mooney” de “Eğer tohumları kontrol ederseniz, bütün besin sistemini kontrol edebilirsiniz: hangi ürünlerin yetiştirileceğini, hangi girdilerin kullanılacağını ve ürünlerin nerede satılacağını” , demişti.

Açlığa çözüm getireceği, daha çok ürün alınacağı gerekçesi ile ABD ve AB'deki tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda uygulanmış ve uygulanmakta olan Yeşil Devrim denilen endüstriyel ya da modern tarım yöntemleri ile açlığa çözüm bulunamadığı gibi, tam tersine özellikle Afrika ve Asya'daki geri bıraktırılmış, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim azalmış, açlık ve yoksulluk artmıştır.
Bunun en belirgin örneği 1950'lerden itibaren az gelişmiş ülkelerin yaptığı ithalatta gıda ithalatının giderek artmasıdır. !950'de buğday ithalatı az gelişmiş ülkeler toplam ithalatında %10 gibi bir seviyeden 1980'de %57 gibi inanılmaz bir boyuta yükselmiştir.Bu belirgin artış, dünya gıda pazarındaki tekelci eğilimin artışına paralel ve birkaç uluslar arası şirketin bu alandaki hakimiyeti ile beraber seyreden bir artıştır.* (Zülküf Aydın – Leeds Üniversitesi )

Bu uygulama ile tarım ilacı ve tarım ilacına bağışıklık kazanan zararlı böcek sayısında artış olmuştur. Gıda, su, enerji ve temz hava sağlayan doğal kaynakların %60'ı ciddi olarak tahrip edilmiştir.

ABD ve AB kökenli emperyalist tarım şirketleri bu kez geri bıraktırılmış ve gelişmekte olan ülkeler için çok daha tehlikeli sonuçlar yaratacak şekilde bitki yaşamının patentlenmesi ve tarımda gen teknolojisini uygulama yöntemini devreye koydular.

Açlığa çözüm, üretim artışı, tarım ilacı kullanımında azalma sağlıyacağı gerekçesi ile 1995'lerden itibaren piyasaya çıkartılan GDO'lu ürün tohumlarının sahibi olan ve gelişmekte olan ülkelerdeki yerel tohumları ve gıdayı kontrol etmek isteyen 3-5 dolayındaki emperyalist tarım tekeli bu konuda her yola başvurmaktadır.

Aşağıda, Tüketici Hakları Derneği'nin de üyesi olduğu Consumers İnternational'ın “GM Foods” adlı yayınında konu ile ilgili bir bölüm aynen aşağıda okurlarınızın görüşlerine sunulmuştur.

UYGULAMA İHTİYACI

Patentlerle korunmakta olan genetik mühendislik ürünü tohumlar, büyük ve çok uluslu tohum ve kimyasal firmaları için çok büyük karlar sağlamaktadır. Bu karlarını korumak için tohumlar üzerinde sıkı bir kontrol sağlamaya ve onları koruyacak patentleri hayata geçirmeye ihtiyaçları vardır. Firmalar bu nedenle, çiftçilerin her sene yeni tohumlar satın almaktan başka seçenekleri olmadıklarına inanmaları için çok sıkı çalışmaktadır.

Büyük şirketler için asıl sorun, gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunun patent haklarının korunmasında ve uygulanmasında endüstriyel rakiplerinin çok gerisinde kalmış olmalarıdır. Dolayısıyla, buralar GD tohumlar için büyük pazarlar iken, çiftçilerin tohumları ertesi senelerde de kullanmaları engellenememektedir. Gelişmekte olan ülkelerin, büyük şirketlere telif ücretleri ödemek zorunda kalacaklarından patent koruması getirmek için fazla neden görmemektedirler.

TRİPS ANLAŞMASI

Büyük firmalar, Ticaretle İlişkili Sahiplik Hakları (TRIPS) anlaşması sayesinde istedikleri sonuca ulaşmışlardır. Bu, 1994'te GATT'ın Uruguay Oturumu'nda imzalanan uluslar arası ticaret anlaşmasna yapılan tartışmalı bir eklentidir. Bu, firmaların mevcut bir genin izole edilip başka organizmalara aktarıldığı genetik mühendislik durumlarında da buluşlarıyla ilgili dünya çapında sahiplik haklarını güvence altına almaktaydı. Özellikle Uruguay Oturumu'nu imzalayan ve Dünya Ticaret Örgütü üyesi olan (Yani dünyanın çoğu ülkesi) ülkelerin, genetik mühendislik gibi birçok biyolojik süreç için patent sağlamalarını gerektirmekteydi.

Gelişmekte olan ülkeler başlangıçta, sahiplik haklarının Dünya Ticaret Örgütü ilkelerinin arasına girmesine oldukça karşıydılar. Ekonomilerinin büyük bölümü halen doğal ürünlere dayalı olduğundan, TRIPS içerisindeki biyoteknoloji ve genetik mühendislikle ilgili koşullardan kaygı duymaktaydılar.

Bu kaygılar genetik kaynakların bir çoğunun Asya, Afrika ve Latin Amerika'da bulunuyor olması ve ülkelerin genetik olarak değiştirilmiş yeni tarım ürünlerine yapacakları katkıyı belirleyen mekanizmalar gerçeği ile daha da artmıştır. Birçok ana tarım ürününün köken aldığı genetik çeşitlilğin merkezindeki tek gelişmiş bölge, Akdeniz'in Avrupa tarafıydı. Diğer büyük bölgeler; Yakın Doğu, Afganistan, Hindu-Birman (İndo-Burma), Malezya-Cava, Guatemala-Meksika, Peru ve Etiyopya'dır. Bu bölgeler için TRIPS, kendi bölgelerinden alınan genlerden hazırlanan ürünler için telif hakkı ödemeleri gerektiğidir ve bu “biyo-korsanlık” anlamına gelmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler tüm itirazlarına rağmen gönülsüz bir biçimde TRIPS anlaşmasına dahil edilmiştir. Anahtar maddelerden birisi, Dünya Ticaret Örgütü üyelerinin, bitki türlerinin sahiplik haklarının patentler ya da yasal sistemlerle korumalarını zorunlu kılan 27.3(b) maddesidir. Çoğu gelişmekte olan ülke, 27.3(b) maddesi ile ilgili yükümlülüklerini kendi yasalarıyla ya da bu olmazsa 1978'de imzaladıkları UPOV sözleşmesiyle yerine getirebileceklerini ummuşlardır.

UPOV 78'e göre, çiftçiler korunmuş türlerden elde edilen tohumları satamazlar, ancak depolayabilir, yeniden ekebilir ve bunlardan yeni türler geliştirebilirler. Fakat UPOV'a 1991'de yapılan bir ek, bu durumu değiştirmiştir. Bundan böyle; 1991 versiyonunu imzalamış ülkelerdeki çiftçiler, hükümetler özel izin vermediği sürece her yıl yeni tohumlar almak zorunda bırakılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu, 27.3(b) maddesinin 1999 yılı sonunda gözden geçirilecek olmasıyla teselli edilmeye çalışılmıştır. Ancak vakit geldiğinde ABD ve AB geri adım atmış ve yeniden değerlendirmenin sadece uygulamayla ilgili olduğunu savunmuştur.

Hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum örgütleri, gözden geçirmeyi eleştirmiş ve yeni bir tarafısız gözden geçirme sağlanana dek 27.3(b) maddesinin uygulanmasına yönelik moratoryum istemişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerin 1991 UPOV sözleşmesini uygulamaya zorlandıklarını savunmuşlardır.

Uruguay Oturumu imzalandıktan sonra, ABD için çok önemli olan Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi gelişmekte olan ülkelerin çoğu patent yasalarının uygulanması için ABD tarafından baskı altına alınmışır. Hindistan gibi dğer bazı ülkeler halen direnmektedirler.

Emperyalist tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda uygulanan Yeşil Devrim (YD) denilen endüstriyel tarım uygulamaları sürecinde yoksulaşmanın artışı ile birlikte verimlilik de düşmeye başlamışttır.

Yeşil Devrimin gereken başarıdan uzak olması , yeni teknikler , teknolojiler ve stratejiler geliştirmesi için yeni çabaların ortaya çıkmasına neden olmuş ve sonuçta Genetik Mühendisliği kurtarıcı olarak sunulmuştur.İlginçtir ki Genetik Mühendisliği de Yeşil Devrimin yaptığı hataları tekrarlama yolundadır.Gıda sorunu ,açlık ve yoksulluk gibi kavramlar genetik yapısı değiştirilmiş yeni tohumların evrensel düzeyde yayılması ve dolaysıyla da bunları üreten Uluslar arası şirketlerin hegemonyasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.*(Zülküf Aydın-Leeds Üniversitesi)

Aşağıda ,Tüketici Hakları Derneği'nin de üyesi olduğu Consumer İnternational'in “GM Foods” adlı yayınında tohumla ilgili bir bölüm aynen aşağıda okurlarmızın görüşlerine sunulmuştur.

GAZAP TOHUMLARI

Tohumların patentleşmesi, gıda güvenliği başka yollardan da tehdit edebilir. Yüksek teknolojinin dünya çapındaki hızlı yayılmasına karşın halen birçok köylü asırlık gelenekleri olan tohumları bir sezonda toplayıp , ertesi seneye ekmeye devam etmektedir.Bu durum , firmalarca üretilen tohumlara olan ihtiyacı azalmaktadır. Dolaysıyla firmalar da bunun engellenmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Genetik Yapısı Değişitirilmiş tohumlar geliştirilmeden önce ,modern teknoloji tohumları saklama davranışını değiştirmiştir.Yeşil Devrimin yüksek verimli melez tohumları çok kötü üremektedirler ve çiftçiler mecburen her seferinde yenilerini satın almaktadır.

Melez olmayan tohumlar başarılı biçimde saklanabilir ve tekrar tekrar üretilebilir.Gelişmekte olan ülkelerde özellikle manyok yetiştiren küçük üreticiler bunu halen yapmaktadır.Genetik olarak değiştirilmiş soya ve pamuk gibi ürünler de melez olmadıklarından kolaylıkla eski tohumlardan üretilebilirler.Günümüzde ,gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçilerin halen %80'ini ,sağladıkları tohumları tekrar tekrar ektikleri tahmin edilmektedir.Bu kadar büyük sayıda çiftçi tohumları tekrar tekrar kullanmayı seçtiğine göre , ticari olarak üretilmiş tohumları mahkum edilme baskına karşı protestoları olması şaşırtıcı olmamalıdır.

Ayrıca bağımsız tohum firmalarının , tamamını satın alarak geleneksel tohum bulmayı zorlaştırmalarından da korkulmaktadır.Pazarda hakimyet kuran büyük firmaların giderek artmasıyla , kaçınılmaz olarak en fazla kazanç sağlayan genetik mühendislik tohumları satma eğilimi başlayacaktır.Bu da, çiftçileri istemedikleri ya da karşılayamayacakları ürünleri seçmek zorunda bırakacaktır.

Bir başka endişe de büyük şirketlerin , güçlerini ruhsatlandırma sistemleri üzerine etki etmekte kullanmalarıdır.Güç , ne kadar az elde toplanırsa , o kadar kuvvetli olmaktadır.1990 yılında Avrupa Patent Bürosu'na yapılan başvuruların yarısı sekiz adet Uluslar arası şirkete aitti ve bunların üçte biri sadece üç firmaya aitti:Monsanto , Ciba Geigy ve Lubrizol .

Patent cephesi zayıfladıkca , Monsanto ve Novartis ,GD tohumları infertil hale getirerek , çiftçilerin onları tekrar kullanma şanslarını ortadan kaldırmaya yönelik teknikler geliştirmeye başlamışlardır.Bu yaklaşım , endüstrinin yeni ürünlerden son damlasına kadar kar etme anlayışını ortaya koymaktadır.

MONSANTO 'NUN TOHUM POLİSİ

Bu süre içinde Monsanto , kendi GD tohumlarını almak isteyen ABD ve Kanada çiftçileri için ayrıntılı lisans anlaşmaları düzenlemiştir.Örneğin ; 1996' daki hazır soya fasulyesi tohumu kontratı Monsanto'nun hazır glikofosfat herbisiti kullanıldığı takdirde üç yıl uzatılmıştır.

Monsanto çiftçinin arazisine gelip tohum örnekleri alarak , çiftçinin kontrata uyup uymadığını belirleme hakkına sahiptir.Çiftçi ayrıca , kendi ürününü alan kişilerin tamamının aynı kurallara uyumasını sağlamak , aksi takdirde ceza ödemekle yükümlüdür.Anlaşmanın yükümlükleri sözleşme sahibinin bütün varislerini ve temsilcilerini bağlamaktaydı ve çiftçinin hakları , Monsanto'nun açık onayı olmadan başka hiç kimseye devredilememekteydi.

Monsanto, patent ihlalcileri hakkında bilgi alabilmek için radyo reklamları ve telefon bağlantılarını kullanıyor ve hatta liderlerini takip etmeleri için özel dedektifler kiralamıştı.1999 başında Monsanto , tohumları saklayan veya tekrar kullanan çiftçiler aleyhinde kendilerini on binlerce dolar zarara soktukları gerekçesiyle 525 tane dava açmıştır. ABD ve Kanada'da yüzden fazla çiftçi , davalardan kurtulmak için ürünlerini yok etmek , tanzimat ödemek veya Monsanto'nun hesaplarını incelemesine izin vermek gibi yollar seçmiştir.

Monsanto vakası , GD tarım ürünleri pazarlayan kimyasal tarım ve tohum firmaları için patentlerin ticari önemini ortaya koymuştur.Ayrıca , şirketlerin patentlerden elde ettikleri hakları korumak için ne kadar ileri gidebileceklerini de göstermektedir.31.07.2009

Turhan ÇAKAR
Tüketici Hakları Derneği
Genel Başkanı

Tüketici Hakları Derneği
Tel: 0 312 425 15 29. 417 93 34, 419 37 74
E-Posta: thd@tuketicihaklari.org.trBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
Web adresi : www.tuketicihaklari.org.tr

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:51   #9
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Bill Gates, Rockefeller ve GDO Devleri Bilmediğimiz Şeyleri mi Biliyor

http://www.ekolojistler.org/bill-gat...lliam-eng.html adresinden alıntıdır:

Bill Gates, Rockefeller ve GDO Devleri Bilmediğimiz Şeyleri mi Biliyor?

F. William ENGDAHL
10 Ağustos 2009

Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in suçlanamayacağı şeylerden birisi tembelliktir. Daha 14 yaşındayken programcılık yapmaya başladı, 20 yaşında henüz Harvard’ta öğrenciyken Microsoft’u kurdu. 1995’te, durmak bilmez hırsıyla kişisel bilgisayarlar alanında fiili tekel yaratan bir şirket olan Microsoft’un en büyük ortağı haline gelerek Forbes tarafından dünyanın en zengin adamı ilan edildi.
Bill Gates, 2006’da bu durumdaki birçok insanın hayal edeceği gibi sakin bir Pasifik adası emekliliğini düşlemek yerine tüm enerjisini Bill&Melinda Gates Vakfı’na aktarmaya karar verdi. Bu, 34,6 milyar dolarlık kuruluş varlığına sahip olan ve vergiden muaf hayırsever statüsünü korumak için dünya çapındaki hayırseverlik projelerine yılda 1,5 milyar dolarlık harcama yapması yasal olarak zorunlu olan dünyanın en büyük “şeffaf” özel vakfı. 2006’da dostu ve iş ortağı mega-yatırımcı Warren Buffet’ın hediyesi olarak gelen, Buffet’ın Berkshire Hathaway şirketinin 30 milyar dolarlık hissesi ise, Gates vakfını, Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü’nün yıllık bütçesinin tamamı kadar harcama yapabilecek bir düzeye yerleştirdi.

O halde Bill Gates zarzor kazanılmış olan 30 milyon dolarlık gelirini Gates Vakfı aracılığıyla bir projeye yatırmaya karar vermişse, dönüp bu karara bir bakmakta fayda vardır.

Şu anda hiçbir proje dünyanın en uzak köşelerinden birisi olan Svalbard’daki merak uyandırıcı bir proje kadar ilginç değildir. Bill Gates milyonlarını Kuzey Kutbu’nun 1,100 kilometre uzağındaki Arktik Okyanusu yakınlarındaki Barents Denizi’ndeki bir tohum bankasına yatırmaktadır. Svalbard, Norveç’in kendisine bağlı olduğunu iddia ettiği ve 1925’te uluslararası anlaşmalarla terk ettiği çıplak bir kaya parçasıdır. (bakınız harita).

Bill Gates tanrının insafına bırakılmış olan bu adada Rockefeller Vakfı, Monsanto Şirketi, Syngenta Vakfı, Norveç hükümeti ve diğerleriyle birlikte, “kıyamet günü tohum bankası” olarak adlandırılan bir projeye on milyonlarca dolar yatırmaktadır. Norveç’in Svalbard adalar grubunun bir parçası olan Spitsbergen adası üzerindeki Proje, resmi olarak, Svalbard Küresel Tohum Deposu olarak adlandırılmaktadır.

Kıyamet Günü Tohum Deposu

Tohum bankası küçük Longyearbyen köyü yakınlarında bulunan Spitsbergen Adası üzerindeki bir dağın içine inşa edilmektedir. Yapılan açıklamalara göre neredeyse “işe” hazır durumdadır Banka hareket sensörleri olan çifte sıcak hava dalgası korumalı kapılar, iki ara bölme ve bir metre kalınlığında çelikle güçlendirilmiş beton duvarlara sahip olacaktır. Tüm dünyadan gelen üç milyon farklı tohum çeşidini içerecek, Norveç hükümetine göre “böylece ürün çeşitliliği gelecek için korunabilecektir”. Tohumlar nemden uzak kalmaları için özel olarak ambalajlanacaktır. Tam zamanlı çalışan personel olmayacak, ama deponun görece ulaşılamaz bir konumda olması, her türlü olası insan faaliyetinin izlenmesini kolaylaştıracaktır.

Burada kaçırdığımız bir şey var mı? Yaptıkları basın açıklamasında, “böylece ürün çeşitliliği gelecek için korunabilecektir” denilmektedir. Peki tohum bankasının destekçileri, neredeyse tümü de dünyanın birçok yerinde bulunan tohum bankalarında zaten gayet iyi korunmakta olan mevcut tohumların küresel ulaşılabilirliğini tehdit edecek nasıl bir gelecek öngörmektedirler?

Bill Gates, Rockefeller Vakfı, Monsanto ve Syngenta ne zaman ortak bir proje için bir araya gelseler, Spitsbergen üzerindeki kayaların altını biraz eşelemekte büyük yarar vardır. Bunu yaptığımızda şaşırtıcı kimi şeyler bulabiliriz.

Dikkate değer ilk nokta, kıyamet günü tohum deposu destekçilerinin kimliği ile ilgilidir. Burada demin de belirtildiği gibi, Bill&Melinda Gates Vakfı; dünyanın en büyük patentlenmiş genetiği değiştirilmiş (GDO) bitki tohumları ve bunlarla ilgili tarımsal kimyasallarının sahibi olan ABD tarımsal ticaret devi DuPont/Pioneer Hi-Bred şirketi; Syngenta Vakfı aracılığıyla, İsveç kökenli büyük GDO’lu tohum ve tarımsal kimyasallar şirketi Syngenta; 1970’lerden bu yana 100 milyon dolardan fazla tohum parasıyla birlikte “gen devrimini” yaratmış olan Rockefeller Vakfı; Rockefeller Vakfı tarafından tarımsal değişim yoluyla genetik saflık elde etme idealini desteklemek üzere yaratılmış olan küresel bir ağ olan CGIAR, Norveçlilere katılmaktadır.

CGIAR ve ‘Proje’

Ölüm Tohumları isimli kitapta da ayrıntılarını verdiğim gibi, 1960’da Rockefeller Vakfı, John D. Rockefeller III’ün Tarımsal Gelişim Konseyi ve Ford Vakfı, Filipinlerdeki Los Baños’taki Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü’nü (IRRI) kurmak üzere güçlerini birleştirdiler. (1) Rockefeller Vakfı, 1971’de, IRRI, Meksika kökenli Uluslarararası Mısır ve Buğday İyileştirme Merkezi ve diğer iki Rockefeller ve Ford Vakfı destekli uluslarararası araştırma merkezi olan, biri Nijerya’daki tropik tarım IITA’sı ve diğeri Filipinler’deki pirinç IRRI’sı ile birlikte, Uluslararası Tarım Araştırmaları Küresel Danışma Grubu’nu (CGIAR) oluşturmak üzere bir araya geldiler.

CGIAR, Rockefeller Vakfı’nın İtalya’nın Bellagio kentinde bulunan konferans merkezinde yapılan bir dizi özel konferansta biçimlendirildi. Bellagio görüşmelerinin başlıca katılımcıları Rockefeller Vakfı’ndan George Harrar, Ford Vakfı’ndan Forrest Hill, Dünya Bankası’ndan Robert McNamara ve 1972 yılında Stockholm’de yapılan BM Yeryüzü Zirvesi’ni Rockefeller Vakfı Mütevelli heyeti üyesi olarak örgütleyen, Rockefeller ailesinin uluslararası çevre örgütçüsü Maurice Strong’du. Konferans vakfın, bilimi, Proje adı verilen bir ırksal saflık geliştirme projesi olan öjeniğin (soy geliştirme) hizmetine sunmayı amaçlayan onlarca yıllık çabalarının bir parçasıydı.

CGIAR, azami etkiyi yaratmak amacıyla Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, BM Kalkınma Programı ve Dünya Bankası’nı da işin içine soktu. Rockefeller Vakfı, ilk başta sahip olduğu kaynakları böylesine planlı bir biçimde güçlendirerek, 1970’lerin başlarında küresel tarım politikalarını biçimlendirecek bir konum elde etti. Ve bu politikaları biçimlendirdi.

Cömert Rockefeller ve Ford Vakıfları tarafından finanse edilen CGIAR, önde gelen Üçüncü Dünya tarım bilimcileri ve agronomistlerini, yeniden anayurtlarına taşıyacakları modern tarımsal ticaret üretimi kavramlarına “vakıf” hale getirmek amacıyla ABD’ye götürdü. Bu süreç içinde bu ülkelerde, ABD tarımsal ticaretinin, özellikle de gelişmekte olan ülkelerdeki GDO’lu “Gen Devriminin” desteklenmesini amaçlayan paha biçilmez bir etki ağını bilim ve etkin-serbest piyasa tarımı adına inşa etti.

Genetik olarak üstün ırk yaratmak?


Svalbard Tohum Bankası tam bu noktada ilginçleşmeye başlamaktadır. Hatta daha da fazlası mevcuttur. “Proje” olarak atıfta bulunduğum proje, Rockefeller Vakfı ile güçlü finansal çıkar çevrelerinin, daha sonra genetik olarak adlandırılacak olan öjenik bilimini, genetik olarak imal edilmiş bir üstün ırkın yaratılmasını meşrulaştırmak amacıyla 1920’lerden itibaren kullanması projesidir. Hitler ve Naziler bunu Ayran Üstün Irkı olarak adlandırmışlardı.

Hitler’in öjeniği de, bugün gezegenimiz üzerinde bulunan bütün tohumların numunelerini saklamak amacıyla bir kıyamet günü deposu inşa etmekte olan aynı Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Konu bu noktada gerçekten merak uyandırıcı bir hal almaktadır. Aynı Rockefeller Vakfı, insan hayatını insan özelliklerini iradi olarak değiştirecek biçimde dönüştürme yeteneğinde olduğunu umdukları “tanımlayıcı gen dizilimlerine” indirgeme peşindeki durmak bilmez çabasının bir parçası olarak, bir sahte bilim olan moleküler biyoloji disiplinini de yaratmıştır. Hitler’in, çoğu Savaştan sonra biyolojik öjenik araştırmalarını sürdürmeleri için sessiz sedasız Amerika Birleşik Devletleri’ne getirilen öjenik bilimcileri, Rockefeller Vakfı’nın cömert bağışları ile Üçüncü Reich’a kadar açıkça desteklenmiş olan, çeşitli hayat formlarıyla ilgili genetik mühendisliğinin temellerini attılar.(2)

Yine aynı Rockefeller Vakfı, Nelson Rockefeller ve New Deal döneminin Tarım Bakanı ve Pioneer Hi-Bred Tohum Şirketi’nin kurucusu olan Henry Wallace tarafından 1946’da Meksika’ya yapılan bir seyahat sonrasında sözüm ona Yeşil Devrimi de yarattı.

Yeşil Devrim, dünya açlık sorununu Meksika, Hindistan ve Rockefeller’ın çalıştığı bir dizi seçilmiş ülkede çözme iddiasında bulundu. Rockefeller Vakfı agronomisti Norman Borlaug, aynı ödülü paylaşan Henry Kisinger’ın çabalarını andıran çabaları için Nobel Barış Ödülü aldı.

Gerçekte, yıllar geçtikçe ortaya çıkacağı üzere, Yeşil Devrim, yarım yüzyıl önce dünya petrol sanayini tekelleştirdiği gibi tekelleştirebileceği küresel bir tarımsal ticaret alanı yaratmak amacıyla ortaya atılmış olan parlak bir Rockefeller ailesi programıydı. Henry Kissinger’ın 1970’lerde ifade ettiği gibi: ‘Petrolü kontrol ederseniz ülkeyi kontrol edersiniz; ama yiyeceği kontrol ederseniz, halkı kontrol edersiniz”.

Tarımsal ticaret ve Rockefeller Yeşil Devrimi iç içe gelişti. Her ikisi de Rockefeller Vakfı tarafından birkaç yıl sonra bitkiler ve hayvanlarla ilgili genetik mühendisliğinin geliştirilmesi amacıyla yapılan araştırmaların finanse edilmesini içeren büyük bir stratejinin parçalarıydılar.

John H. Davis, 1950’lerin başlarında Başkan Dwight Eisenhower yönetimindeki Tarım Bakanı yardımcısıydı. 1955’te Washington’u terk etti ve o günlerde bir tarım uzmanı için alışılmamış bir yer olan Harvard Graduate School of Business’e gitti. Net bir stratejisi vardı. Davis, 1956’da, Harvard Business Review dergisinde aşağıdakileri dile getirdiği bir makale yazdı: “sözüm ona tarım sorununu tek bir seferde ve sonsuza değin çözmenin ve yorucu hükümet programlarından kaçınmanın tek yolu, tarımdan, tarımsal ticarete doğru yol almaktır”. O zamanlar sadece pek az kimsenin aklında bazı ipuçları varken Davis bu konuda netti: tarımsal üretimdeki gıda zinciri üzerindeki kontrolü, geleneksel aile çiftçisinin elinden alarak çokuluslu şirketlerin ellerinde yoğunlaştıracak bir devrim. (3)

Rockefeller Vakfı ile ABD kökenli tarımsal ticaret şirketlerinin çıkarlarının önemli bir yönünü Yeşil Devrimin gelişmekte olan piyasalarda yeni melez tohumların yaygınlaşmasına dayanıyor olması olgusu oluşturuyordu. Melez tohumların yaşamsal özelliklerinden birisi yeniden üretim yeteneğine sahip olmamalarıydı. Melezler, çoğalmaya karşı içsel bir korunma mekanizmasına sahiptiler. Tohumları ebeveynlerine benzer verim veren normal, açık döllenmeye dayalı türlerin aksine, melez bitkilerden elde edilen tohumun ürün verimi ilk kuşağınkinden önemli ölçüde daha düşüktü.

Melezlerin azalan verim özelliği çiftçilerin yüksek verim elde etmek için normalde her yıl tohum satın alması anlamına geliyordu. Üstelik ikinci kuşağın daha düşük verim vermesi çoğunlukla tohum üreticileri tarafından üreticinin izni olmadan yapılan tohum ticaretini ortadan kaldırıyordu. Ticari ürün tohumlarının aracılar tarafından yeniden dağıtılmasını da engelliyordu. Büyük çokuluslu tohum şirketleri herhangi bir kuruma ait parental tohum soylarını kontrol edebildiklerinde, hiçbir rakip ya da çiftçi, melezi üretme yeteneğine sahip olmayacaktı. Melez tohum patentlerinin, DuPont’un Pioneer Hi-Bred ve Monsanto’nun Dekalb şirketleri önderliğindeki az sayıda küresel tohum şirketinin ellerinde yoğunlaşması daha sonraki GDO’lu tohum devriminin temellerini attı. (4)

Gerçekte, modern Amerikan tarımsal teknolojisinin, kimyasal gübrelerin ve ticari melez tohumların devreye sokulması, gelişmekte olan ülkelerdeki bütün yerel çiftçileri, özellikle de daha varlıklı olanları, yabancı, çoğunlukla da ABD kökenli tarımsal ticaret ve petro-kimya şirketlerinin girdilerine bağımlı hale getirdi. Bu onyıllarca sürecek olan, dikkatle planlanmış bir sürecin ilk adımıydı.

Yeşil Devrim kapsamındaki tarımsal ticaret önceden ABD ihracatçıları açısından sınırlı biçimde ulaşılabilen piyasalara önemli giriş kanalları yaratıyordu. Bu trend daha sonra “piyasa-yönelimli tarım”la birlikte sıçrama yaşadı. Aslında söz konusu olan, tarımsal ticaret tarafından kontrol edilen tarımdı.

Rockefeller Vakfı ve daha sonra da Ford Vakfı ele ele, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve CIA’nin dış siyaset hedeflerini Yeşil Devrim aracılığıyla biçimlendirdiler ve desteklediler.

Yeşil Devrim'in önemli etkilerinden birisi umutsuzca iş arayarak kentlerin çeperlerindeki gecekondu mahallelerine göçmeye zorlanan köylülerin kırsal nüfusu azaltmasıydı. Bu raslantısal bir durum değildi; önceki yıllardaki “küreselleşme” dâhilinde bu ülkelere gelmekte olan ABD çokuluslu imalat şirketleri için ucuz emek havuzları yaratma planının bir parçasıydı.

Yeşil Devrim’in kendinden menkul reklamları yatıştıkça ortaya çıkan sonuçlar vaat edilenlerden oldukça farklı oldu. Çoğunlukla ciddi sağlık sonuçları doğuran yeni kimyasal ilaçların ayrım gözetmeden kullanılması önemli sorunlar yarattı. Yeni melez tohum çeşitlerinin monokültürel bir tarzda ekilmesi zaman içinde toprak verimliliğini ve verimi düşürdü. İlk sonuçlar etkileyiciydi: buğday ve daha sonra Meksika’da mısır gibi ürünlerin verimleri iki hatta üç kat arttı. Ancak daha sonra düştü.

Yeşil Devrimin tipik eşlikçilerinden birisi çoğunlukla yeni büyük barajlar inşa etmeye yönelik Dünya Bankası kredilerini içeren ve önceden yerleşim yerleri olan bölgeleri ve zaman içinde de verimli tarım arazilerini sular altında bırakan büyük sulama projeleriydi. Ayrıca, süper buğday, toprağı dönüm başına muazzam miktarlarda gübreye doyurarak verimi büyük ölçüde artırdı; kullanılan gübre de Rockefeller’in hâkimiyeti altındaki Yedi Kız Kardeşler unvanlı büyük petrol şirketleri tarafından kontrol edilen metalar olan nitrat ve petrol yan ürünlerinden imal ediliyordu.

Muazzam miktarlarda zararlı bitki ve böcek ilaçları da kullanıldı ki bu durum petrol ve kimya devleri için ek piyasalar yarattı. Bir analizcinin belirttiği gibi, aslında, Yeşil Devrim temelde bir kimya devrimiydi. Gelişmekte olan ülkelerin muazam miktarlardaki kimyasal gübre ve ilaçların karşılığını ödemeleri hiçbir noktada mümkün değildi. Dünya Bankası kredi ikramları ile Chase Bank ve diğer büyük New York bankalarının, ABD Hükümet garantileri tarafından desteklenen özel kredilerini almak zorunda kalacaklardı.

Bir dizi gelişmekte olan ülkeye verilen bu krediler çoğunlukla büyük toprak sahiplerine gitti. Küçük köylüler için durum daha başka türlü gelişti. Küçük köylü çiftçiler gübre ve diğer modern girdileri karşılayamıyor ve borçlanmak zorunda kalıyorlardı.

Başlangıçta çeşitli hükümet programları çiftçilere kimi krediler vererek bunların tohum ve gübre almalarını sağlamaya çalıştı. Bu tür programlara katılamayan çiftçiler özel sektörden borçlanmak zorunda kaldılar. Gayrı resmi kredilerin üstüne yüklenen tefeci faizleri nedeniyle birçok küçük çiftçi ilk başlarda gözlenen yüksek verimlerden bile yararlanamadı. Hasattan sonra, ürünlerinin tamamını olmasa bile büyük bir bölümünü kredi ve faizlerini ödemek için satmak zorunda kalıyorlardı. Tefecilere ve tüccarlara bağımlı hale geldiler ve çoğunlukla topraklarını kaybetiler. Hükümet kurumlarından alınan yumuşak krediler söz konusu olduğunda bile, geçimlik ürün üreticiliği, yerini nakit ürün üretimine bıraktı. (5)

Aradan geçen on yıllar içinde aynı çıkarlar, ilk Yeşil Devrimi destekleyen Rockefeller Vakfı’nın, Rockefeller Vakfı Başkanı Gordon Conway’in birkaç yıl önce dile getirdiği gibi, GDO’lu patentlenmiş tohumları da içeren endüstriyel tarım ve ticari girdilerin yayılmasını amaçlayan ikinci “Gen Devrimini” desteklemesine yol açtı.

Gates, Rockefeller ve Afrika’daki Yeşil Devrim

1950’lerin Rockefeller Vakfı Yeşil Devrimi’nin gerçek arka planını berrak bir biçimde akılda tuttuğumuzda, şu anda her türlü tohumu olası bir “kıyamet” senaryosu karşısında korumak amacıyla milyonlarca dolarlık yatırımlar yapmakta olan aynı Rockefeller Vakfı’nın, Gates Vakfı ile birlikte bir yandan da Afrika’da Yeşil Devrim İttifakı isimli bir projeye de milyonlar yatırmakta olması, durumu özellikle ilginç kılmaktadır.

Kendisine verdiği isimle AGRA, yine “Gen Devrimini” yaratmış olan aynı Rockefeller Vakfı’nın dâhil olduğu bir ittifaktır. AGRA Yönetim Kuruluna baktığımızda bu durumu göreceğiz.

Yönetim Kurulu başkanı olarak eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ı görüyoruz. Kofi Annan, 2007 Haziran ayında Güney Afrika’nın Cape Town kentindeki bir Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde yaptığı kabul konuşmasında, “Bu meydan okumayı Rockefeller Vakfı’na, Bill & Melinda Gates Vakfı’na ve Afrika kampanyamızı destekleyen tüm kurumlara şükranlarımla kabul ediyorum” demişti.

AGRA yönetim kurulunda bunlara ek olarak Rockefeller Vakfı mütevelli heyeti üyelerinden Güney Afrikalı Strive Masiyiwa da var. Bill&Melinda Gates Vakfı’ndan Sylvia M. Mathews; Dünya Bankası eski Yönetici Müdürü (2000 – 2006) Mamphela Ramphele; Gates Vakfı’ndan Rajiv J. Shah; Rockefeller Vakfı’ndan Nadya K. Shmavonian; Gates Vakfı’ndan Roy Steiner ise diğer üyeler. Ayrıca, AGRA İttifakı’na Rockefeller Vakfı Yönetim Müdürü Gary Toenniessen ve Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Akinwumi Adesina da dâhil.

Diziyi tamamlamak için devam edersek, AGRA Programları, Rockefeller Vakfı Yönetim Müdürü Peter Matlon; Afrika Tohum Sistemleri Programı Müdürü ve Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Joseph De Vries; Rockefeller Vakfı Müdür Yardımcısı Akinwumi Adesina’yı da içeriyor. Hindistan ve Meksika’nın eski müflis Yeşil Devrimi gibi, yeni Afrika Yeşil Devrimi de açık seçik bir biçimde Rockefeller Vakfı’nın yüksek öncelikleri arasında yer alıyor.

Monsanto ve büyük GDO’lu tarımsal ticaret devleri şu ana kadar düşük bir profil sergilemekle birlikte, Kofi Annan’ın AGRA’sını, patentlenmiş GDO’lu tohumlarını, genetik mühendisliğinin ürünü olan patentlenmiş tohumlara verilen yeni aldatıcı “biyo-teknoloji” ismi altında Afrika çapında yaygınlaştırmak amacıyla kullanmaya gönülden razılar. Şu ana kadar Güney Afrika, GDO’lu ürünlerin yasal ekimine izin veren tek Afrika ülkesi oldu. 2003’te Burkina Faso, GDO denemelerine izin verdi. 2005’te Kofi Annan’ın ülkesi olan Gana, biyo-güvenlik yasa taslağını yayımladı ve önemli yöneticiler GDO’lu ürünlerle ilgili araştırmalar yürütme niyetinde olduklarını açıkladılar.

Afrika, ABD hükümetinin GDO’ları dünya çapında yaygınlaştırma kampanyasının yeni hedefi. Zengin toprakları onu ideal bir aday haline getiriyor. Afrika’da GDO’yu Afrika tarımsal sistemlerine sokma amacıyla bir dizi genetik mühendislik ve biyo-güvenlik projesi başlatılırken, birçok Afrika hükümeti de hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde GDO sponsorlarına ciddi kuşku ile yaklaşıyor. Bu projeler arasında ABD hükümeti tarafından Afrikalı bilim insanlarını ABD’de genetik mühendislik alanında eğitmek amacıyla teklif edilen sponsorluk projelerinden, Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) ve Dünya Bankası tarafından fonlanan biyo-güvenlik projelerine; Afrika yerli gıda ürünlerine yönelik GDO araştırmalarına kadar uzanan birçok proje var.

Rockefeller Vakfı, Afrika topraklarına GDO sokma projesini desteklemek için yıllarca, önemli ölçüde başarısızlıkla da olsa çaba gösterdi. Güney Afrika’daki Makhathini Düzlüklerinde GDO’lu pamuk yetiştirilmesini savunan araştırmalara destek oldu.

Güney Afrika’nın GDO’lu melez tohum sanayinde güçlü ayaklara sahip olan Monsanto, küçük ölçekli yoksul çiftçilere yönelik olarak, elbette daha sonra bunu Monsanto’nun patentlenmiş GDO’lu tohumlarının takip edeceği bir yeşil devrim paketini devreye sokan, “Umut Tohumları Kampanyası” isimli bir yerli küçük üretici programı düzenliyor. (6)

“GDO Mahşerinin Dört Atlısından” biri olan İsviçre kökenli Syngenta AG, böceğe dirençli GDO’lu mısır geliştirmek için Nairobi’deki yeni bir sera tesisine milyonlarca dolar akıtıyor. Syngenta aynı zamanda CGIAR’nin de bir parçası.(7)

Svalbard’a yolculuk


Bütün bunlar felsefi uydurmalar anlamına gelebilir mi? Gates ve Rockefeller vakıflarını bir ve aynı anda, patentlenmiş ve çok yakında da patentlenmiş Terminatör tohumların Afrika çapında yaygınlaştırmasını desteklemeye yönelten şey nedir? Bu, dünyanın bütün diğer yerlerinde olduğu gibi Afrika’da da monokültürel endüstrileşmiş tarımsal ticaretin devreye sokulmasıyla birlikte, bitkisel tohum çeşitliliğini imha eden bir süreçtir. Aynı zamanda, bilinen her türlü tohum çeşidini uzaklardaki Arktrik Çemberi yakınlarında bulunan, patlamaya karşı korunaklı bir kıyamet deposunda korumak için milyonlarca dolar akıtmaktadırlar ki resmi açıklamalarını tekrar etmek gerekirse, “böylece ürün çeşitliliği gelecekte de korunacaktır”.

Rockefeller ve Gates vakıflarının Afrika’ya GDO-tarzı bir Yeşil Devrim’i sokmak için ekip halinde çalıştıkları bir dönemde, bir yandan da Svalbard’da sessiz sedasız bir “kıyamet günü tohum deposu” finanse etmeleri tesadüf değildir. GDO’lu tarımsal ticaret devleri, Svalbard projesine boyunlarına kadar batmışlardır.

Aslında Svalbard projesinin tamamı ve bununla uğraşan kimseler, Michael Crichton’un bütün insanlığı tehdit eden dünya dışı ölümcül bir hastalığın kanda hızlı, ölümcül bir pıhtılaşmaya neden olmasını anlattığı bir bilim kurgu kitabı olan Andromeda Strain çoksatarını hatırlatmaktadır. Svalbard’da, geleceğin dünyasının en güvenli tohum deposu, GDO Yeşil Devriminin bekçileri olan Rockefeller ve Gates Vakıfları, Syngenta, DuPont ve CGIAR tarafından korunacaktır.

Svalbard projesi, Küresel Ürün Çeşitliliği Tröstü (Global Crop Diversity Trust -GCDT) isimli bir örgüt tarafından yönetilecektir. Gezegenin tohum çeşitliliğinin tamamı üzerinde böylesine korkunç bir tröst sahibi olan bu insanlar kimdir? GCDT, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve CGIAR’ın bir yan örgütü olan Uluslararası Biyoçeşitlilik (Bioversity International- eski Uluslararası Bitki Genetik Araştırma Enstitüsü-International Plant Genetic Research Institute) tarafından kurulmuştur.

Küresel Ürün Çeşitliliği Tröstü’nün merkezi Roma’dadır. Yönetim Kurulu başkanı aynı zamanda dünyanın en büyük özel su şirketlerinden birisi olan Group Suez Lyonnaise des Eaux’nün de danışma kurulunda olan Kanadalı Margaret Catley-Carlson’dur. Catley-Carlson daha önce 1998’e kadar, John D. Rockefeller’ın, gelişmekte olan ülkelerde “aile planlaması”, doğum kontrol araçları, kısırlaştırma ve “nüfus kontrolü” örtüsü altında Rockefeller ailesinin öjenik programını ilerletmek üzere 1952’de kurmuş olduğu New York merkezli Nüfus Konseyi’ne de başkanlık etmişti.

Diğer GCDT yönetim kurulu üyeleri arasında eski Bank of America yöneticisi şimdiki Hollywood DreamWorks Animation başkanı Lewis Coleman da vardır. Coleman ayrıca Amerika’nın en büyük askeri sanayi Pentagon tedarikçilerinden birisi olan Northrup Grumman Şirketi’nin de Yönetim Kurulu başkanıdır.

Jorio Dauster (Brezilya) aynı zamanda Brasil Ecodiesel’in Yönetim Kurulu başkanıdır. Kendisi eski Avrupa Birliği nezdindeki Brezilya Büyükelçisi ve Brezilya Maliye Bakanlığı adına dış borçlar Baş Müzakerecisidir. Dauster aynı zamanda Brezilya Kahve Enstitütüsü Başkanı ve Brezilya yasaları kapsamında yakın zamana kadar yasak olan genetiğiyle oynanmış tohumların patentlerini yasallaştırmakla uğraşan Brezilya Patent Sistemlerini Modernleştirme Projesi Koordinatörü’dür.

Cary Fowler, Tröst’ün Yürütme Müdürü’dür. Fowler, Norveç Üniversitesi Hayat Bilimleri’ndeki Uluslararası Çevre ve Kalkınma Çalışmaları Bölümü’nde profesör ve araştırma müdürüdür. Kendisi ayrıca Uluslararası Biyoçeşitlilik Genel Müdürü’nün Özel Danışmanı’ydı. Orada Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Anlaşması müzakerelerinde Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Grubu’nun (CGIAR) Geleceğin Hasat Merkezleri bölümünü temsil etti. 1990’larda, FAO’daki Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Programı’na başkanlık yaptı. FAO’nun 1996’da 150 ülke tarafından kabul edilen Bitki Genetik Kaynakları Küresel Planı müzakerelerinin taslağını oluşturdu ve müzakerelere gözetmenlik yaptı. ABD Ulusal Bitki Genetik Kaynakları Kurulu ile yeni bir Rockefeller Vakfı ve CGIAR projesi olan Meksika’daki Uluslararası Mısır ve Buğday İyileştirme Merkezi mütevelli heyetinin eski bir üyesiydi.

GCDT’nin Hindistanlı üyesi Dr. Mangala Rai ise Tarımsal Araştırma ve Eğitim Bölümü (DARE) Sekreteri ve Tarımsal Araştırma Hindistan Konseyi (ICAR) Genel Müdürü’dür. Aynı zamanda Rockefeller Vakfı’nın, dünyanın ilk önemli GDO deneyi olan, başarısız olduğu sonradan ortaya çıkmış, şişirilmiş “Altın Pirinç” deneyini destekleyen Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü’nün (IRRI) Yönetim Kurulu üyesidir. Rai, CIMMYT (Uluslararası Mısır ve Buğday İyileştirme Merkezi) Yönetim Kurulu üyesi ve CGIAR Yürütme Konseyi üyesi olarak da hizmet etmiştir.

Küresel Ürün Çeşitliliği Tröst Donörleri ya da finansal meleklerinin arasında, Humphrey Bogart’ın Casablanca filmindeki klasik sözleriyle “bütün olağan şüpheliler” mevcuttur. Donörler arasında Rockefeller ve Gates Vakıflarına ek olarak GDO devleri DuPont-Pioneer Hi-Bred, İsviçre kökenli Syngenta, CGIAR Dışişleri Bakanlığının enerjik GDO destekçisi kalkınma yardımı kurumu USAID de bulunmaktadır. Aslında Svalbard’daki küresel tohum çeşitliliği deposunda, insan türünün barındığı tavuk kümesi, GDO ve nüfus azaltımı alanlarında faaliyet gösteren bütün eski yaşlı tilkilere emanet edilmiş gibi görünmektedir. (8)

Neden şimdi Svalbard?

Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın, DuPont ve Syngenta gibi genetik mühendisliğiyle uğraşan büyük tarımsal ticaret devleri ile birlikte ve CGIAR ile birlikte Arktiklerdeki Kıyamet Günü Tohum Deposu’nu neden kurdukları sorusunu sorma meşruiyetine sahibiz.

Öncelikle böyle bir tohum bankasını kimler kullanır? Bitki yetiştiricileri ve araştırmacılar gen bankalarının en önemli kullanıcılarıdır. Günümüzün en büyük bitki yetiştiricileri Monsanto, DuPont, Syngenta ve Dow Chemical olmak üzere küresel bitki patentçisi GDO devleridir. Monsanto, 2007 başlarından bu yana Birleşik Devletler Hükümeti ile birlikte “Terminatör” ya da Genetik Kullanımı Kısıtlama Teknolojisi (GURT) ismi verilen bitki patent haklarını elinde tutmaktadır. Terminatör, patentlenmiş bir ticari tohumun hasattan sonra “intihar ettiği” uğursuz bir teknolojidir. Özel tohum şirketlerinin tam kontrolü söz konusudur. Gıda zinciri üzerinde kurulan böylesi bir kontrol ve güç, insan türünün tarihinde daha önce asla var olmuş değildir.

Zeki bir genetik mühendislik ürünü olan bu terminatör cins, çiftçileri pirinç, soya fasülyesi, mısır, buğday ya da her yıl nüfuslarını doyurmak için ihtiyaç duydukları bütün temel ürünleri elde etmek için Monsanto ya da diğer GDO tohumu tedarikçilerine dönmeye zorlamaktadır. Terminatör tohum dünya çapında yaygın biçimde dağıtılacak olursa, belki de yaklaşık on yıl içinde dünya gıda üreticilerinin çoğunluğunu Monsanto ya da DuPont ya da Dow Chemical gibi üç ya da dört dev tohum şirketinin yeni sözleşmeli feodal serfleri haline dönüştürebilir.

Bu da elbette, aynı zamanda özel şirketler açısından, belki de kendilerine ev sahipliği yapan hükümetin, yani Washington’un isteği üzerine, Washington’un güttüğü siyasetle sürtüşme içinde olan şu ya da bu gelişmekte olan ülkeye tohum yasağı konulmasının yolunu açabilecektir. “Böyle şey olmaz” diyenlerin mevcut küresel olaylara daha yakından bakması gerekir. İktidarın üç ya da dört özel ABD kökenli tarımsal ticaret devinin ellerinde böylesine yoğunlaşmış olması, hasatlarının verimli olması halinde bile ki bu söz konusu değildir, tüm GDO’lu ürünlerin yasal anlamda yasaklanmasının zeminini oluşturmaktadır.

Monsanto, DuPont ve Dow Chemical isimli bu özel şirketlerin insan hayatının vekilharçları olarak hiç de masum bir sicilleri yoktur. Bu şirketler diyoksin, PCB’ler (poliklorlu bifeniller), [Vietnam Savaşında kullanılan; ç.n.] Agent Orange gibi kimi yenilikleri geliştirdiler ve yaygınlaştırdılar. Toksik kimyasalların karsinogenik ve insan sağlığı karşısındaki diğer ciddi sonuçlarıyla ilgili açık kanıtları on yıllarca sakladılar. Dünyanın en yaygın zararlı bitki ilacı olan ve Monsanto’nun genetik mühendisliği ürünü olan birçok tohumu için satın alınması zorunlu bulunan Roundup zararlı bitki ilacının temel bileşeni olan glifosfatın, içme suyuna karıştığında toksik etki yarattığına dair ciddi bilimsel raporları sakladılar. (9 ) Danimarka, ülkenin yer altı sularını kirlettiğini teyit ettiği 2003’te glifosfatı yasakladı.(10)

Tohum gen bankalarında depolanan çeşitlilik bitki yetiştiriciliğinin ve önemli ölçüde de temel biyolojik araştırmaların hammaddesidir. Bu tür amaçlar için her yıl yüz binlerce numune dağıtılmaktadır. BM’nin FAO kuruluşu dünya çapında yaklaşık 1400 tohum bankası sıralamaktadır ki bunların en büyüğü ABD hükümetinin elindedir. Diğer büyük bankalar küçülerek sırasıyla Çin, Rusya, Japonya, Hindistan, Güney Kore, Almanya ve Kanada’nın elindedir. Ayrıca CGIAR, dünya çapında seçilmiş merkezlerde bulunan bir tohum bankaları zincirini yönetmektedir.

1972’de Rockefeller Vakfı ve Ford Vakfı tarafından Yeşil Devrim tarımsal ticaret modellerini yaymak için kurulan CGIAR, Filipinlerden Suriye’ye ve Kenya’ya kadar uzanan özel tohum bankalarının çoğunu kontrol etmektedir. Bütün bu mevcut tohum bankalarında neredeyse iki milyonu “farklı” olan altı buçuk milyon tohum çeşidini saklamaktadır. Svalbard’ın Kıyamet Günü Deposu dört buçuk milyon farklı tohuma ev sahipliği yapma kapasitesine sahip olacaktır.

Biyolojik savaş aracı olarak GDO?

Şimdi tehlikenin merkezine ve Bill Gates ile Rockefeller Vakfı’nın Svalbard projesinde içkin olan suiistimal potansiyeline gelmiş bulunuyoruz. Pirinç, mısır, buğday ve soya fasülyesi benzeri yem bitkileri gibi dünyanın en önemli geçimlik ürünleri için geliştirilen patentlenmiş tohumlar nihayetinde korkunç bir biyolojik savaş türü için kullanılabilir mi?

Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğerleri gibi varlıklı seçkin aileler tarafından 1920’lerden bu yana fonlanan öjeniğin açık hedefi, arzu edilmeyen kansoylarının sistematik biçimde imha edilmesi anlamına gelen “negatif öjenik” teriminde içkindir. Uluslararası Planlanmış Ebeveynlik kurumunun kurucusu ve Rockefeller ailesinin bir yakını olan hızlı öjenikçi Margaret Sanger, 1939’da Harlem’de, adına Negro Project-Zenci Projesi dediği bir şey yarattı; bu proje, bir arkadaşına bir mektubunda açarken kullandığı sözlerle, “Zenci nüfusunu bitirme arzusu” ile ilgiliydi. (11)

2001 yılında Kaliforniya’daki küçük bir biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, yiyen erkeklerin menilerini kısırlaştıran bir sperm öldürücü içeren genetik mühendislik ürünü bir mısırın geliştirildiğini açıkladı. Epicyte, o dönemde teknolojisi yaymak için, Svalbard Kıyamet Günü Tohum Deposunun sponsorlarından ikisi olan DuPont ve Syngenta ile bir ortak girişim anlaşmasına sahipti. Epicyte daha sonra Kuzey Carolina kökenli bir biyoteknoloji şirketince satın alındı. Epicyte’in sperm öldürücü GDO’lu mısırını ABD Tarım Bakanlığı tarafından sağlanan fonlarla, yani dünya çapındaki muhalefete karşın, şu anda Monsanto’nun elinde olan Terminatör teknolojisinin gelişmesini finanse eden ABD Tarım Bakanlığı tarafından sağlanan fonlarla yürütmüş olduğunu öğrenmek hayret uyandırmaktadır.

1990’da, BM Dünya Sağlık Örgütü Nikaragua, Meksika ve Filipinlerdeki 15 ve 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadına, paslı çivi gibi şeylerin üzerine basmaktan kaynaklanan bir hastalık olan Tetanos’a karşı olduğu iddia edilen bir aşı yapmak üzere bir kampanya başlattı. Aşı, paslı çivilere basmaları kadınlar kadar muhtemel olan erkeklere ya da oğlan çocuklarına uygulanmadı.

Katolik bir taban örgütü olan Comite Pro Vida de Mexico bu merak uyandırıcı tuhaflıktan kuşkulanarak aşı numunelerini test ettirdi. Testler WHO tarafından sadece çocuk doğurma yaşında olan kadınlara uygulanan tetanos aşısının, tetanos toksiod taşıyıcısı ile birleştiğinde kadının gebeliği tutmasını imkânsız hale getiren antikorları uyaran doğal bir hormon olan human korionik gonadotrophin ya da hCG içerdiğini açığa çıkardı.

Daha sonra Rockefeller Vakfı’nın, Rockefeller’ın Nüfus Konseyi, (CGIAR’ın evsahibi) Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in Ulusal Sağlık Enstitüleri ile birlikte WHO için, tetanos taşıcıyısı içeren gizli bir kürtaj aşısı geliştirmek üzere 1972’de başlayan 20 yıllık bir proje üzerinde uğraştıkları ortaya çıktı. Ayrıca, şu anda, Svalbard Kıyamet Günü Tohum Deposuna ev sahipliği yapan Norveç Hükümeti de özel kürtaj Tetanos aşısının geliştirilmesi için 41 milyon dolar hibe etmişti. (12)

Norveç’ten Rockefeller Vakfı’na ve Dünya Bankası’na kadar uzanan aynı örgütlerin Svalbard tohum bankası projesi ile de uğraşmaları raslantı mıdır? 1989’da ABD Kongresi tarafından çıkartılan Biyolojik Silahlar Anti-Terörizm Yasa’sını kaleme alan Profesör Francis Boyle’a göre, Pentagon 2002’de, “kamuoyunun bilgisi ve denetimi dışında” benimsenmiş olduğunu belirttiği iki Bush ulusal strateji direktifinin parçası olarak “şu anda biyolojik savaşı yürütmek ve kazanmayı amaçlamaktadır”. Boyle, sadece ABD Federal Hükümetinin 2001-2004 yılında sivil biyo-savaşla ilgili çalışmalar için, muazzam bir miktar olan 14,5 milyar dolar harcadığını eklemektedir.

Rutgers Üniversitesi biyoloğu Richard Ebright ise bugün ABD’de 300’den fazla bilimsel kurum ve 12.000 kadar bireyin biyosavaşa uygun patojenlere erişiminin olduğunu tahmin etmektedir. Biyosavaş potansiyeli taşıyan bulaşıcı hastalıklarla ilgili araştırmalar için 497 adet ABD hükümeti NIH hibe programı mevcuttur. Elbette bütün bunlar, bugün olduğu gibi olası terör saldırılarına karşı savunma örtüsü altında meşrulaştırılmaktadır.

ABD hükümetinin biyo-savaş araştırmalarına harcanan paralarının önemli bir bölümü genetik mühendisliği ile ilgilidir. MIT biyoloji profesörü Jonathan King “yaygınlaşan biyo-terör programları halkımıza yönelik ciddi bir yükselen tehdit oluşturmaktadır” demektedir. King, “söz konusu programlar daima savunma amaçlı olarak adlandırılırken, biyolojik silahlarla birlikte, savunma ve saldırı programları neredeyse tamamen çakışmaya başlamıştır” diye eklemektedir. (13)

Bill Gates ve Rockefeller Vakfı’nın Svalbard Kıyamet Günü Tohum Bankası’nın, tanrı korusun, bu kez, Son, Büyük Gezegen Dünya’nın imha edilmesiyle sonuçlanacak bir başka Nihai Çözüm’ün parçası olup olmadığını zaman gösterecektir.

02 Ağustos 2009 - sendika.org
[Global Research'teki İngilizce orijinalinden Sendika.Org tarafından çevrilmiştir.]

Notlar:

1 F. William Engdahl,Seeds of Destruction, Montreal, (Global Research, 2007). (Türkçe’de: Ölüm Tohumları, Çeviren: Özgün Şulekoğlu, Bilim+Gönül, 2009).

2 Age, s.72-90.

3 John H. Davis, Harvard Business Review, 1956, Geoffrey Lawrence, Agribusiness, Capitalism and the Countryside, Pluto Press, Sydney, 1987 içinde alıntı. Ayrıca bakınız Harvard Business School, The Evolution of an Industry and a Seminar: Agribusiness Seminar, http://www.exed.hbs.edu/programs/agb/seminar.html.

4 Engdahl, age., s. 130.

5 Age. S. 123-30.

6 Myriam Mayet, The New Green Revolution in Africa: Trojan Horse for GMOs?, May, 2007, African Centre for Biosafety, www.biosafetyafrica.net.

7 ETC Group, Green Revolution 2.0 for Africa?, Communique Issue #94, March/April 2007.

8 Global Crop Diversity Trust website, in http://www.croptrust.org/main/donors.php.

9 Engdahl, age., s.227-236.

10 Anders Legarth Smith, Denmark Bans Glyphosates, the Active Ingredient in Roundup, Politiken, September 15, 2003, organic.com.au/news/2003.09.15 içinde.

11 Tanya L. Green, The Negro Project: Margaret Sanger’s Genocide Project for Black American’s, www.blackgenocide.org/negro.html içinde.

12 Engdahl, age., s. 273-275; J.A. Miller, Are New Vaccines Laced With Birth-Control Drugs?, HLI Reports, Human Life International, Gaithersburg, Maryland; June/July 1995, Volume 13, Number 8.

13 Sherwood Ross, Bush Developing Illegal Bioterror Weapons for Offensive Use,’ December 20, 2006, www.truthout.org’de.

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:53   #10
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Yeni Kitle İmha Silahı: Gıdalar

http://www.ekolojistler.org/yeni-kit...i-gidalar.html adresinden alıntıdır:

Yeni Kitle İmha Silahı: Gıdalar


Pazar, 09 Ağustos 2009

Eskilerin dediği gibi, "Ne ekersek onu biçeriz..." Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar yaygınlaştıkça, hastalıkların da arttığı gözleniyor.

İdeoloji olarak gıdanın yeni dünya düzeninde kilit rol üstlenmesinin çeşitli nedenleri var.

Öncelikle dünyanın kalabalık nüfusu ve küresel ısınma, ürün kalitesini düşürürken gelişmekte olan ülkelerin sanayi devrimleriyle çabuk sonuca ulaşmak istemesi ve bu nedenle tarıma sırt dönmeleri ya da dış etkenlerle buna mecbur bırakılmalı gıda üretimini düşürüyor.

Petrol devleriyle entegre bir şekilde çalışan hükümetler, bu öngörüyle hareket edip yeni gücün gıda olduğunu fark ettiler.

1970'lerin ortasında ABD'nin ulusal güvenlik danışmanı olarak çalışan Henry Kissinger'ın, "Petrolü kontrol et, ülkeyi kontrol edersin; gıdayı kontrol et, insanları kontrol edersin" sözü, ABD kontrolündeki genetik oyunları gözler önüne seriyor.

1970'lerde ABD hükümetinin oluşturduğu sonsuz fonlardan beslenerek bilim adamlarının gerçekleştirdiği yoğun çalışmalar, genetik tohumların temelini oluşturdu. Bu konuda en çok emek veren isimlerden Dr. Pusztai, Berk lybar konuyla ilgili yazdığı makalelerle tanınan saygın bir bilim adamı.

Uzun araştırmalarının sonucunda 1997 yılında nihayet yaptığı deneylerin olumsuz sonuçlarını almaya başladı. Özellikle GDO ile beslenen farelerde uzun vadede ortaya çıkan rahatsızlıkların sonucunda Pusztai şu açıklamayı yaptı: "Bu yiyecekleri güvenle tüketebiliriz, tamamıyla sağlıklı ve zararsız maddeler. Ama bir bilim adamı olarak vatandaşlarımızın birer kobaya dönüşmesine asla onay veremeyiz. Denekler sadece laboratuvarlarda olmalıdır."

YEŞİL DEVRİM

80'ler bilim adamlarının genetik çalışmalar konusunda ülke liderlerine yenik düşmesine tanık oldu. Yeşil Devrim adıyla pazarlanan tohumlar, gelişmekte olan ülkelere rüyalar vaat ediyordu. Yeşil Devrim'e göre çiftçifer bayram edecek, tohumlardan çok daha fazla hasat alacak, bu tohumlarla beslenen hayvanlar çok daha çabuk büyüyecek, daha çok süt ve et verecekti.

İlk kobay Arjantin oldu. Petrol fiyatlarında Rockerfeller Ailesi'nin planları doğrultusunda oynanması sonucu Arjantin ciddi bir borç ve kredi batağına saplanmıştı.

Ardından tavizler vermeye başlayan ve liberalleşen Arjantin hükümeti yavaş yavaş kontrolü dış güçlere bırakmaya başlamıştı. Bu da GDO tohumlarının ülkeye girmesi için yeterli bir nedendi Çok ucuza yabancılara satılan tarım arazileri, ABD tarafından işlenmeye başladı. Bu alanlar GDO soya fasulyesi için biçilmiş kaftandı. GPS sistemiyle uydudan kontrol edilen tarım araçları, çiftçileri işsiz bıraktığı gibi Arjantin'i robotlarla kontrol edilen soya dikim alanına çevirmişti.

10 sene içinde Arjantin'de Yeşil Devrim gerçekleşti ve ekili alanların % 48'i GDO soya fasulyesine dönüştü. Arjantin, süt ineği bile üretemeyen ve sütü Uruguay'dan ithal etmek zorunda kalan bir denekti.

GDO'lu bitkilerden ve hayvanlardan elde edilen ürünlerin çeşitli sağlık sorunlarına neden olduğu zaman içinde anlaşılıyor.
Göze çarpan ilk belirti alerji.

Nitekim, 1996 yılında, Brezilya kestanesinden ve fındığından soya fasulyesine aktarılan geni içeren ürünler, alerji yapması nedeniyle marketlerden toplatılmıştır.

TERMİNATÖR GENLERİ

GDO'lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, önemli riskler oluşturmaktadır.

Özellikle, GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları bilinmektedir. Öte yandan, sindirim sisteminde tam olarak sindirilmeden dolaşım sistemine geçerek kan hücreleri aracılığıyla normal genoma katılabilen yabancı DNA parçalarının da hastalıklarda etkili olma ihtimali söz konusudur.

Dileğimiz bu gidişe dur diyebilecek bir politika üretebilmemiz. Eskilerin dediği gibi, "Ne ekersek onu biçeriz".

GDO'yu ekmek, ölümden başka bir şey getirmeyecek.

09.08.09 haberturk

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 23:59   #11
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Biyo-Güvenlik ve genetik çılgınlık

http://www.tumgazeteler.com/?a=5155657 adresinden alıntıdır:

Biyo-Güvenlik ve genetik çılgınlık

Önümüzdeki birkaç yıl içinde Asya`nın, Ukrayna`nın, Afrika`nın tarım arazileri çokuluslu şirketler tarafından kapatılacak, gıda üzerinde korkunç bir mücadele başlayacak...

İbrahim Karagül`ün köşe yazısı

Biyo-Güvenlik, genetik çılgınlık ve gıda savaşı

Biyo Güvenlik konusunda hangimiz ne kadar bilgiye sahibiz? Ulusal Biyo Güvenlik Kanunu ne demek ve Türkiye; bu kanunla düzenlenen, dünya genelinde şiddetli tartışmalara neden olan, gıda krizinden tarım politikalarına kadar, askeri-siyasi meselelerden belki daha kalıcı etkiler bırakacak gerçekler hakkında ne biliyor? Sadece `İsrail tohumları` olarak bilinenin, Türkiye`de tohumculuğu öldürdüğü söylenenin dışında hiçbir şey bilmeyen insanların bu konuda biraz aydınlatılması gerekmez miydi?

Birleşmiş Milletler Dünya Tarım Fonu, Norveç ve Global Crop Diversity Trust, Kuzey Kutbu`nda `Nuh`un Gemisi`ni hatırlatan bir hazırlığı girişti. Kıyamet Sığınağı adı verilen projeye göre, Kuzey Kutbu`nun tam ortasında Norveç`e ait Svalbard takımadasında küresel bir felaket durumunda insan ırkını kurtaracak, yeryüzünü yeniden yaşanılır hale getirecek bitki tohumlarını depolamak için sığınak inşa edildi. 19 Haziran 2006`da temeli atılan ve o yıl tamamlanan sığınakta, dünyanın her yerinden toplanacak iki milyon bitki tohumu, binlerce yıl kalacak şekilde depolanıyor. Buzla kaplı toprak tabakasının altında, dağın içinde inşa edilecek sığınak, zırhlı kapılar ve bir metre kalınlığındaki beton duvarlarla kuşatılacak. Bu haber hepimizin ilgisini çekti. Çünkü `Nuh`un Gemisi` ve `Kıyamet Sığınağı` gibi son derece sansasyonel ifadelerle sunuldu. Hepsi bu..

Küresel ekonomik kriz çerçevesinde en önemli tartışma konularından biri gıda kriziydi. Önce enerji kaynakları üzerinde spekülasyon yapıldı. Petrol fiyatları hızla tırmandı. Yüzde 60`ı spekülasyon olarak kasalarına girdi. `Paper oil` sistemini tanıdık. Ardından altın, gümüş, metal ve diğer madenler tartışma konusu oldu. Dünya genelinde kaynaklara yönelik müthiş bir saldırı başladı. Finans baronları daha sonra gıdayı keşfetti. Buğday, mısır ve pirinç üzerinde spekülasyon başladı. Fiyatlar arttı, yoksullar sokaklara döküldü. Wall Street bankaları Afrika`da, Latin Amerika`da, eski Sovyet cumhuriyetlerinde binlerce dönüm arazi kapatma yarışına girdi. Haiti`den Mısır`a yükselen gıda fiyatlarına karşı insanlar sokaklara döküldü. Dünya Bankası, IMF yetkilileri yoksulluğun artmasından, iç insanların isyanından, gıda krizinin derinleşmesinden söz etti. Ve bu durum, küresel istikrarı bozacak muhtemel tehditler olarak görüldü.

Ve biz, `Paper Food` sistemini öğrendik. Çokuluslu şirketlerin, insanlığın üç temel besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç üzerindeki fiyat oyunları gerçekten ürkütücüydü. Bazı gıda şirketlerinin, milyonları açlığa mahkum etme pahasına, sadece üç ayda, kârları olağanüstü arttı. Mc Donald`s, Pizza Hut, Burger King gibi bir çok şirketi besleyen Cargill`in net kârı 553 milyon dolardan 1.030 milyar dolara yükselirken, dünyanın en büyüklerinden Archer Daniels Midland`ın kârı yüzde 42 arttı. Bir başka büyük şirket olan Mosaic Company`nin kârı ise 12 kat artarak, 42.2 milyon dolardan 620.8 milyon dolara yükseldi. 66 ülkede 158 bin çalışanı olan dünyanın en büyük gıda şirketi Cargill bu soygunda başrolü oynuyordu. Son birkaç yıl içinde yeryüzünün tarım bölgelerini kimlerin kiraladığına, hangi şirketin ya da devletin ne kadar büyük arazi kiraladığına dikkatle bakalım. Tarım ve gıda şirketleri hızla tekelleşirken, birkaç şirket küresel sistemi kontrol altına alırken, yerel tarımı yok ederken, ülkelerin tarım politikaları da bu şirketlere göre şekilleniyor.

Tarıma elverişli arazilerin sadece yüzde dokuzuna sahip olan Çin, Afrika ve Güney Amerika`da tarım arazilerine yöneldi. Bu eğilim hem gıda sıkıntısını gidermeyi hem de kârlı bir yatırımı amaçlıyor. Ancak bunun ötesinde, devletler için; tarım üzerinden güvenlik yatırımı anlamına geliyor, stratejik önem kazanıyor. Çünkü insanoğlunun üç besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç, gelecekte barışın ve savaşın habercisi olacağı varsayılıyor. Artık tarım ve gıda silaha dönüşüyor, ülkeler önlemler almaya çalışıyor, gelişmekte olan ülkeler üzerine büyük oylunlar tezgahlanıyor, tohumculuk stratejik güvenlik çerçevesinde değerlendiriliyor.

Bu aşamada genetiği ile oynanmış tohumlar en önemli konu haline geliyor. Hazırlanan Ulusal Biyo Güvenlik Yasası, işte bu genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimini düzenliyor. Türkiye`nin, bu kritik dönemde köklü bir tarım stratejisi geliştirmesinin ne kadar hayati bir konu olduğunda ısrar ettim hep. Ancak genetiği değiştirilmiş tohum ve tarım konusunun küresel düzeyde şiddetli tartışmalara konu olduğunu bilmeli ve bu tartışmaları kamuoyuyla paylaşmalıyız. Gerçekten endişe verici gelişmeler söz konusu.

Kısa süre önce ABD`deki mesleki kuruluşlar, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili moratoryum çağrısı yaptı. Çevreye ciddi zarar verdiği, daha önemlisi insan sağlığı üzerinde telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açtığı, insanın genetik yapısını bozduğu, genetik manipulasyonun kamuoyundan gizlenen gündemi olduğu, 1990`lardan bu yana konunun tartışıldığı, yeterli araştırmaların yapılmamış olduğu duyuruldu. Birleşmiş Milletler de, genetiği değiştirilmiş tohum ve gıdaların ticareti konusunu tartışmaya açtı.

Bugün, söz konusu alanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerin politikalarını da yönlendiriyor. Asya`nın pirincini ele geçirirken Afrika`nın biyolojik zenginliği özelleştiriliyor. Her yerde, her ülkede, gıda ile ilgili her alanda aynı şirketleri görüyoruz. Archer Daniels Midland, Cargill, Bunge, Monsanto, Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibi şirketler, milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıda ticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor, ülkeleri bölüyor. Bu şirketler şimdi de başta ABD olmak üzere bir çok ülkede kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla ülkelerin biyolojik zenginliklerini özelleştirip ele geçiriyor. Monsanto ile ABD yönetimi arasındaki pazarlıklara, genetiği değiştirilmiş tohum sektörüyle Rockefeller arasındaki bağlara, bu şirketleri Afrika`da neler yaptıklarına kısaca bakmak yeterli. Genetiği bozulmuş tohum konusu, biyo güvenlik konusu hep bunların kontrolünde.

Önümüzdeki birkaç yıl içinde Asya`nın, Ukrayna`nın, Afrika`nın tarım arazileri çokuluslu şirketler tarafından kapatılacak, gıda üzerinde korkunç bir mücadele başlayacak, ülkelerin tarım politikaları bunlar tarafından belirlenecek. Büyük şirketler, onlarca ülkenin bitki çeşitliliğini özelleştirme adı altında kontrol edecek.

Bu konu detaylı, derinlikli bir tartışma istiyor.

İbrahim Karagül- Yeni Şafak

ibrahimkaragul@gmail.com

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 00:11   #12
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Tarımda tekel tuzağı

http://www.milligazete.com.tr/makale...agi-125268.htm adresinden alıntıdır:

Tarımda tekel tuzağı


Reşat Nuri Erol
08 MAYIS 2009

Tarımdaki "Hibrid Tohumlar" uygulaması ile tekel oluşturma niyetleri arasında tam bir paralellik var. Rockefeller'in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü sözde "Yeşil Devrim" çalışmalarına bu açıdan bakınca, korkunç niyetler apaçık görünüyor...

Rockefeller Vakfı 1946'da sadece adı yeşil olan "Yeşil Devrim"i başlattı.

Bu sözde "Yeşil Devrim" aslında neydi?

1960'larda Rockefeller'in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra Yeşil Devrim'in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri yeni bir alanın geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; aynen yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde tekelleşme yolunda yaptıkları operasyonlar gibi bir şey.

***

Nasıl tekelleşiyorlar?

Yeşil Devrim, gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesi çalışmalarına dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid tohum patentlerinin DuPont/Pioneer Hi-Bred'in ve Monsanto'nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması, daha sonra GDO'lu tohum darbesi için yolu açtı.

Böylece tarımda tekelleşme yolunda ilk önemli adım atılmıştı.

Daha sonraki ikinci adımda, hibrid tohumlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri "tekel" oluşturan tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hâle getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şirketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçları da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.

Yeşil Devrim aslında tarım sektöründe tekelleşme yolunda bir "kimyasal darbe" idi. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankası'ndan kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar. Borçlanan ülkelerin sonunun ne olduğu herkesin malumu. Sonuç olarak bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; böylece fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.

Tarımda tekelleşme yolunda geçmişte bunlar yapıldı.

***

Dünya tarımda tekelleşme tehdidiyle karşı karşıya...

Günümüzde de Gates ve Rockefeller Afrika'da "Yeşil Devrim" adı altında bir projeye daha milyonlarca doları yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.

Plan onların istediği gibi işler, tarımdaki tekelleşme gerçekleşirse, tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Ondan sonrası kolay; Washington'dan gelen emirler doğrultusunda Washington'un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum vermeme uygulamasına geçilmesi planlanıyor...

İnsanlı düşmanları, ayrıca başka bir şeyler de yapılabilirler.

Pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilirler...

Genetik müdahalelerle bu tohumları öldürücü gıdalara da çevrilebilirler...

***

Sonuç olarak diyebiliriz ki: "Onlar yetkiyi ele geçirince ekini ve nesli bozarlar." âyeti, işte bu gerçeği dile getirmektedir.

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 00:15   #13
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Tohum savaşları

http://www.netpano.com/makale/?makale=1163 adresinden alıntıdır:

Erol DERMAN
buulkem@gmail.com

TOHUM SAVAŞLARI


Bilindiği gibi İsviçre'de gerçekleştirilen CERN Deneyi için Türk Bilim adamlarından oluşan bir ekip kurulmuş ve bu ekip oradaki çalışmalarda yer almıştı.Basında isimleri çıkan bu bilim adamlarımızdan Prof.Dr.Engin Arık Isparta yakınlarında 30.Kasım 2007 tarihinde düşen yolcu uçağında hayatını kaybetmişti.

Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Engin Arık'ın ve ekibi İsviçre'nin Fransa sınırı yakınlarında kurulu, "European Organization for Nuclear Research" (CERN)deki Atlas Deneyi'nde çalışıyorlardı.

CERN ekibinin öldürülme sebeplerini biliyoruz…

Türkiye'de Tohumculuk Bankası için de bir ekip kuruldu. Ancak bu ekip, CERN Deneyi'ndeki gibi isimleri deşifre edilmedi. Kurulan bu ekipte yer alanların isimleri hiçbir şekilde basında yer almadı. Tohumculuk ve gıda güvenliği alanında faaliyette bulunan bu ekip, Türkiye'deki orijinal tohumları topluyor, çoğaltıyor ve bilinmeyen yerlerde depoluyor. Türkiye için hayati öneme sahip tohumlar, gıda güvenliğimiz için güvenli yerlerde depolanmış durumdadır. Kurulan bu ekip, çalışmalarını çok gizili bir şekilde sürdürmektedir. Bu konuda çalışmaların olduğunu 'sezenler' ekibe ulaşamadıkları için ilginç yöntemlerle bu ekibe ulaşmaya çalışmaktadırlar…Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar çabaları beyhudedir.

Son zamanlarda bazı kişilerin bitkilerle ilgili –asıl branşları olmamasına rağmen- televizyonlarda ve basında oldukça sık yer aldığını ve hatta kitaplarının çok sattığını görmekteyiz. Yazılı ve görsel basında öne çıkan bu kişiler, bir nevi çığırtkanlık (1) yapmaktadırlar. Yapılan bu çığırtkanlık elbette boşa gidecektir. Ancak o çığırtkanlara da buradan sesleniyoruz: "Tuzak kurmayın, hile yapmayın. Bu ekibi deşifre edemezsiniz."

Bizim burada kurulan bu ekipten söz etmemizin sebebine gelince; milletimizin içi rahat olsun. Zannedilmesin ki Devletimiz hiçbir çalışma yapmıyor, gıda savaşlarına hazırlıklı değil, tohumculuk konusunda bir hazırlığı yok. Sanılmasın ki tohumculuk konusunda piyasayı başıboş bıraktı? Türkiye için çok önemli bir konuda duyarsız davranılıyor sanılmasın diye bu küçük açıklamaları yapıyoruz. Davulla zurnayla yapılmaz bazı işler. Hayran olduğunuz ülkelerin çalışmalarına karşı, en âlâ çalışmalar bizde de yapılıyor. İçiniz rahat olsun. Bu ekip dışında da, tohumla ilgili çalışmaların yapıldığını basından öğrendik. Hatta bu konuyu yazılı ve görsel basın her ne kadar gündeme getirmese de Netpano bu haberi manşetine taşımıştı. (2)

Ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren gıda güvenliği konusunda bu önemli çalışmayı yapanlar, Anadolu'nun bir köşesinde bir bahçıvan da olabilir, şehrin göbeğinde başka bir meslek erbabı da…

Tohumculuğumuzu yok etmek isteyenlerin önemli adımlar attıklarını, belli aşamaya kadar planlarını uyguladıklarını söyleyebiliriz. Ancak İsrail'in ve şeytanilerin bir planları varsa bizimde onlara karşı planlarımız var.

Gıdaların genleriyle oynayarak öyle tohumlar yapıyorlar ki, böcekler sadece o tohumları yemiyor, onların ürettikleri tohumlar dışındakileri yiyor. Kendi tohumları dışındaki hububatı yok eden virüsler geliştirdiklerini biliyoruz…

Varsın onlar başardıklarını sansınlar. Anadolu'nun tokatı onların yüzlerine her zaman inecek kuvvete ve etkiye sahiptir. O tokat bir kez inince de artık bir daha ortalığa çıkamazlar. Türk Devleti büyük bir devlettir, bu millet büyük bir millettir.

Anadolu köylüsüne, çiftçilerimize de buradan bir uyarı yapmak lazım: Tanımadığınız insanlar, özelliklede yabancılar, köyünüzde kasabanızda sizlerin önem vermediğiniz bitkileri topluyorlarsa bunları hemen güvenlik güçlerine ihbar edin. Güvenlik güçlerine bu şahısların çalışmalar yaptıklarını acilen bildirin. Çünkü bunlar tohumlarımızı, bitkilerimizi toplayarak bir nevi karşı silah yapıyorlar…

Türkiye'de bazı sivil toplum kuruluşları tohum savaşlarına karşı kendileri de bazı yöntemler geliştirmişlerdir. İşte bunlardan biri olan Pembe Domates Ağı (PDA) hakkında bir yazarımız şunları söylemektedir3)

"PDA'nın pembe domatese sahip çıkması, Anadolu'da yetişen 3 binden fazla endemik/kendine has tarımsal bitki türünün korunması açısından da çok önemli. Çünkü binlerce yıldır bu topraklarda yetişen ve henüz lezzeti bozulmamış türler, 2011'de yürürlüğe girecek 'Tohumculuk Yasası' ile yok olma tehdidi altına girecek.

Bu tehlikeyi gören Ziraat Odaları, Anadolu çiftçisine kurulan tuzak konusunda sivil toplumu harekete geçirmeye çalışıyor.

Pembe domatesin yok olmasına karşı örgütlenen PDA, 'Tohumculuk Yasası'na karşı da etkin bir kampanya yürütüyor.

2006 yılında çıkan 5553(4) sayılı yasa, 2011'den itibaren ancak 'kayıt altına alınmış tohumların' ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terk edilecek. Dünya tohumculuğu 6 büyük tekelin elinde bulunuyor, Türkiye'de tohum ıslahı yapan şirketlerin yüzde 90'ını ise bu tekeller oluşturuyor.

2011'den itibaren kayıt altına alınmamış tohumlukları satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu'nun zengin türleri doğallığını yitirecek.

Gözlem Gazetesi'nin Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Kamil Okyay Sındır'la görüşerek yayımladığı haber, Türkiye'nin 2007'de üye olduğu Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği'nin (UPOV) dayatmasıyla buğday başta olmak üzere biyoçeşitliliğin yok olma tehlikesine dikkat çekiyor.

Oysa Anadolu'da yetişen 11 bin farklı bitki türü, Avrupa'nın toplamı kadar.

Ziraatçiler,UPOV üyeliği ile Türkiye'nin genetik çeşitliliğinin yağmalanacağını, tarım ilacı ve gübre kullanımının yaygınlaşmasıyla toprakların, ürünlerin, suların kirleneceğini, sağlıksız kuşaklar yetişeceğini savunuyorlar.

Tohumculuk Yasası'na 'dur' denilmeli.

'Biyogüvenlik Yasası'da süratle Meclis'ten geçmeli.

Yaşasın PDA hareketi, pembe domateslerin özgürlüğü."

Bütün bunlara hak vermemek elde değil. Tohumculuk Kanunu'nun sakıncaları ile ilgili geniş tartışmalar yapılmış (5) hatta Kanun'un Meclis Genel Kurulu'nda kabulü sırasında da bu tartışmalar devam etmişti.(6)

Tohum savaşları devam ediyor…

Dipnotlar:

(1) Çığırtkan denen kuşlar, uzaktan yaklaşan sürüyü işitince öterek hemcinslerine cevap vermeye başlarlar. Bunu duyan sürü de güvenli bir yer olduğunu zannederek dikseye inerek, tuzağa yakalanmış olurlar. Başka bir ifadeyle çığırtkan; bir kafes içinde av yerine bırakılan ve kuşları yakalamada çığırtkan olarak kullanılan kuş.

(2) http://www.netpano.com/haber/3303/Kendi/Tohumumuzu/Kendimiz/Üreteceğiz

(3) http://www.milliyet.com.tr/Yazar.asp...ate=12.04.2009

(4) http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskil...20061108-1.htm

(5) http://www.tarimsal.com/tohumculukya...rtismalari.htm

(6) Tohumculuk Kanunu / Tohum Politikası

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 04:54   #14
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 104
Sayın karinca70... Ben kendimi; kendini komplo teorisyeni sanan bir paranoyak sanıyordum. Senin, benden aşağı kalır yanın yokmuş. Tabi bu işin latifesi!
Öte yandan; GDO, Tohum Bankası, Yeşil Devrim vb.ler pek komploya gerek duyulmayan, günışığı gibi ortada konular. Ama bazen, günışığı o kadar parlak oluyor ki; insanlar gerçeği göremiyor.
Yukarıdaki konulara, bir kaç yorum yapmak istiyorum, ama saat sabahın 5'i oldu. Okumaktan, gözlerim yoruldu; ama yarın mutlaka...
Bu arada, Türkiye'deki Tohum Bankası'nın ortakları G8 ülkeleri, 'yetiş Hoca'm! dediğin Erbakan Hoca'nın gözdeleri değil miydi?
G8 arasında bulunan, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Pakistan, Mısır ve Türkiye'deki hükümetler, ABD yolunda yürüyen hükümetlerdir. İran-ABD çekişmesi de bana göre 'kayıkçı kavgasıdır'.
Bu arada, unutmayın ki, Türkler'de 'bir devlet var kü, devlettenden içeri...' anlayışı kuvvetlidir. Erol Derman'da bundan bahsetmek istemiş!

umas Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 07:42   #15
Ağaç Dostu
 
Volare's Avatar
 
Giriş Tarihi: 07-08-2006
Şehir: Izmir
Mesajlar: 1,390
Galeri: 2
Sn.Kerim bey ,
bunlara dikkatimizi cektiginiz icin teşekkur ederim .
Umarim kureselleşme belasinin hayranları
okur ve kendine gelirler .
Bu dogrultuda acaba ne lazim gelir , ne yapmak gerekir ?
Ulusal bir stateji , bir proje gelistirmek belki .
Bir karsi plan ?
Saygilar.


Düzenleyen Volare : 12-08-2009 saat 17:55
Volare Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 17:47   #16
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Yazılarda bahsedilen ayet: (diyanet meali, diğer mealler için bknz: http://www.kuranmeali.org/kuran_meal...akara&ayet=205)

Önceki ayet: Bakara-204:
İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.

Bakara-205:
O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.

Bakara-206:
Böylesine «Allah'tan kork!» denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!


Düzenleyen karinca70 : 11-11-2009 saat 20:16
karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-09-2009, 12:49   #17
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba.

Sn. karinca70' nın açtığı ve ülkemiz tohumculuğunun geleceği için çok önemli saydığım konu övgüye değer, kutluyorum.

Emperyalizm ve uygulayıcısı olan devletler malesef hep bir adım öndeler. Kullandıkları yöntemler zekice ve normal insanların düşünemeyeceği kadar adice. Bu durumda soyulan devletler ancak iş işten geçtikten sonra farkına varabiliyorlar.

Her dönemde öne çıkan değerler vardır. Sömürücüler bu defa eğer yeterli temiz su ve yiyecek yoksa sahip olacakları döviz, para veya değerli madenlerin ileride bir işe yaramayacağını anladılar.

Genetiği bozulmamış tohumlarımız ve henüz zehirli tarım ilaçları kullanılmamış verimli toprağımız iştahlarını kabartıyor.

Daha önce yediğimiz kazıkları hatırlayıp, Uyanık olmalıyız. Yetmez. karinca70'nın dediği çok doğru hepimiz paranoyakça düşünmeliyiz. Çünkü soygunu yapanlar yardımsever veya doğa korumacılar olarak karşımıza çıkıp barış eli uzatırken diğer elleri ile bu zenginliklerimizi ve farkına henüz varmadığımız diğer zenginliklerimizi çalabilirler.

Tabi vatandaş olarak bizim uyanık olmamız yetmez. Derhal devletimizin de gerekli düzenlemeleri yapıp önlem alması gerekir.

Saygılar

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2009, 14:35   #18
Ağaç Dostu
 
meh12's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-09-2007
Şehir: AFYON
Mesajlar: 585
Galeri: 9
Karinca70 açtığı konu için kutluyorum.Çok önem verilmesi ereken bir konu yıllar ilerledikçe tamamem dışa bağımlı bir ülke haline döndük.


Düzenleyen meh12 : 02-04-2010 saat 18:18
meh12 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-09-2016, 10:14   #19
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-06-2007
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 487
svalbard tohum ambarı

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi karinca70 Mesajı Göster
http://www.ekolojistler.org/tohum-ve...han-cakar.html adresinden alıntıdır:

Tohum ve Gıda Emperyalizmi


Turhan ÇAKAR
4 Ağustos 2009

ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Henry Kissinger 1970'li yıllarda “Petrolun kontrolü ile bütün bölge ve kıtaların, gıdanın konrolüyle bütün insanları kontrol edebilirsiniz.” , demişti. “Dünyanın Tohumları, Kişisel mi Yoksa Umumi Bir Kaynak mı?” adlı kitabın yazarı “ Pat Roy Mooney” de “Eğer tohumları kontrol ederseniz, bütün besin sistemini kontrol edebilirsiniz: hangi ürünlerin yetiştirileceğini, hangi girdilerin kullanılacağını ve ürünlerin nerede satılacağını” , demişti.

Açlığa çözüm getireceği, daha çok ürün alınacağı gerekçesi ile ABD ve AB'deki tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda uygulanmış ve uygulanmakta olan Yeşil Devrim denilen endüstriyel ya da modern tarım yöntemleri ile açlığa çözüm bulunamadığı gibi, tam tersine özellikle Afrika ve Asya'daki geri bıraktırılmış, gelişmekte olan ülkelerde tarımsal üretim azalmış, açlık ve yoksulluk artmıştır.
Bunun en belirgin örneği 1950'lerden itibaren az gelişmiş ülkelerin yaptığı ithalatta gıda ithalatının giderek artmasıdır. !950'de buğday ithalatı az gelişmiş ülkeler toplam ithalatında %10 gibi bir seviyeden 1980'de %57 gibi inanılmaz bir boyuta yükselmiştir.Bu belirgin artış, dünya gıda pazarındaki tekelci eğilimin artışına paralel ve birkaç uluslar arası şirketin bu alandaki hakimiyeti ile beraber seyreden bir artıştır.* (Zülküf Aydın – Leeds Üniversitesi )

Bu uygulama ile tarım ilacı ve tarım ilacına bağışıklık kazanan zararlı böcek sayısında artış olmuştur. Gıda, su, enerji ve temz hava sağlayan doğal kaynakların %60'ı ciddi olarak tahrip edilmiştir.

ABD ve AB kökenli emperyalist tarım şirketleri bu kez geri bıraktırılmış ve gelişmekte olan ülkeler için çok daha tehlikeli sonuçlar yaratacak şekilde bitki yaşamının patentlenmesi ve tarımda gen teknolojisini uygulama yöntemini devreye koydular.

Açlığa çözüm, üretim artışı, tarım ilacı kullanımında azalma sağlıyacağı gerekçesi ile 1995'lerden itibaren piyasaya çıkartılan GDO'lu ürün tohumlarının sahibi olan ve gelişmekte olan ülkelerdeki yerel tohumları ve gıdayı kontrol etmek isteyen 3-5 dolayındaki emperyalist tarım tekeli bu konuda her yola başvurmaktadır.

Aşağıda, Tüketici Hakları Derneği'nin de üyesi olduğu Consumers İnternational'ın “GM Foods” adlı yayınında konu ile ilgili bir bölüm aynen aşağıda okurlarınızın görüşlerine sunulmuştur.

UYGULAMA İHTİYACI

Patentlerle korunmakta olan genetik mühendislik ürünü tohumlar, büyük ve çok uluslu tohum ve kimyasal firmaları için çok büyük karlar sağlamaktadır. Bu karlarını korumak için tohumlar üzerinde sıkı bir kontrol sağlamaya ve onları koruyacak patentleri hayata geçirmeye ihtiyaçları vardır. Firmalar bu nedenle, çiftçilerin her sene yeni tohumlar satın almaktan başka seçenekleri olmadıklarına inanmaları için çok sıkı çalışmaktadır.

Büyük şirketler için asıl sorun, gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunun patent haklarının korunmasında ve uygulanmasında endüstriyel rakiplerinin çok gerisinde kalmış olmalarıdır. Dolayısıyla, buralar GD tohumlar için büyük pazarlar iken, çiftçilerin tohumları ertesi senelerde de kullanmaları engellenememektedir. Gelişmekte olan ülkelerin, büyük şirketlere telif ücretleri ödemek zorunda kalacaklarından patent koruması getirmek için fazla neden görmemektedirler.

TRİPS ANLAŞMASI

Büyük firmalar, Ticaretle İlişkili Sahiplik Hakları (TRIPS) anlaşması sayesinde istedikleri sonuca ulaşmışlardır. Bu, 1994'te GATT'ın Uruguay Oturumu'nda imzalanan uluslar arası ticaret anlaşmasna yapılan tartışmalı bir eklentidir. Bu, firmaların mevcut bir genin izole edilip başka organizmalara aktarıldığı genetik mühendislik durumlarında da buluşlarıyla ilgili dünya çapında sahiplik haklarını güvence altına almaktaydı. Özellikle Uruguay Oturumu'nu imzalayan ve Dünya Ticaret Örgütü üyesi olan (Yani dünyanın çoğu ülkesi) ülkelerin, genetik mühendislik gibi birçok biyolojik süreç için patent sağlamalarını gerektirmekteydi.

Gelişmekte olan ülkeler başlangıçta, sahiplik haklarının Dünya Ticaret Örgütü ilkelerinin arasına girmesine oldukça karşıydılar. Ekonomilerinin büyük bölümü halen doğal ürünlere dayalı olduğundan, TRIPS içerisindeki biyoteknoloji ve genetik mühendislikle ilgili koşullardan kaygı duymaktaydılar.

Bu kaygılar genetik kaynakların bir çoğunun Asya, Afrika ve Latin Amerika'da bulunuyor olması ve ülkelerin genetik olarak değiştirilmiş yeni tarım ürünlerine yapacakları katkıyı belirleyen mekanizmalar gerçeği ile daha da artmıştır. Birçok ana tarım ürününün köken aldığı genetik çeşitlilğin merkezindeki tek gelişmiş bölge, Akdeniz'in Avrupa tarafıydı. Diğer büyük bölgeler; Yakın Doğu, Afganistan, Hindu-Birman (İndo-Burma), Malezya-Cava, Guatemala-Meksika, Peru ve Etiyopya'dır. Bu bölgeler için TRIPS, kendi bölgelerinden alınan genlerden hazırlanan ürünler için telif hakkı ödemeleri gerektiğidir ve bu “biyo-korsanlık” anlamına gelmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler tüm itirazlarına rağmen gönülsüz bir biçimde TRIPS anlaşmasına dahil edilmiştir. Anahtar maddelerden birisi, Dünya Ticaret Örgütü üyelerinin, bitki türlerinin sahiplik haklarının patentler ya da yasal sistemlerle korumalarını zorunlu kılan 27.3(b) maddesidir. Çoğu gelişmekte olan ülke, 27.3(b) maddesi ile ilgili yükümlülüklerini kendi yasalarıyla ya da bu olmazsa 1978'de imzaladıkları UPOV sözleşmesiyle yerine getirebileceklerini ummuşlardır.

UPOV 78'e göre, çiftçiler korunmuş türlerden elde edilen tohumları satamazlar, ancak depolayabilir, yeniden ekebilir ve bunlardan yeni türler geliştirebilirler. Fakat UPOV'a 1991'de yapılan bir ek, bu durumu değiştirmiştir. Bundan böyle; 1991 versiyonunu imzalamış ülkelerdeki çiftçiler, hükümetler özel izin vermediği sürece her yıl yeni tohumlar almak zorunda bırakılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu, 27.3(b) maddesinin 1999 yılı sonunda gözden geçirilecek olmasıyla teselli edilmeye çalışılmıştır. Ancak vakit geldiğinde ABD ve AB geri adım atmış ve yeniden değerlendirmenin sadece uygulamayla ilgili olduğunu savunmuştur.

Hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerdeki sivil toplum örgütleri, gözden geçirmeyi eleştirmiş ve yeni bir tarafısız gözden geçirme sağlanana dek 27.3(b) maddesinin uygulanmasına yönelik moratoryum istemişlerdir. Gelişmekte olan ülkelerin 1991 UPOV sözleşmesini uygulamaya zorlandıklarını savunmuşlardır.

Uruguay Oturumu imzalandıktan sonra, ABD için çok önemli olan Latin Amerika ve Güneydoğu Asya gibi gelişmekte olan ülkelerin çoğu patent yasalarının uygulanması için ABD tarafından baskı altına alınmışır. Hindistan gibi dğer bazı ülkeler halen direnmektedirler.

Emperyalist tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda uygulanan Yeşil Devrim (YD) denilen endüstriyel tarım uygulamaları sürecinde yoksulaşmanın artışı ile birlikte verimlilik de düşmeye başlamışttır.

Yeşil Devrimin gereken başarıdan uzak olması , yeni teknikler , teknolojiler ve stratejiler geliştirmesi için yeni çabaların ortaya çıkmasına neden olmuş ve sonuçta Genetik Mühendisliği kurtarıcı olarak sunulmuştur.İlginçtir ki Genetik Mühendisliği de Yeşil Devrimin yaptığı hataları tekrarlama yolundadır.Gıda sorunu ,açlık ve yoksulluk gibi kavramlar genetik yapısı değiştirilmiş yeni tohumların evrensel düzeyde yayılması ve dolaysıyla da bunları üreten Uluslar arası şirketlerin hegemonyasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır.*(Zülküf Aydın-Leeds Üniversitesi)

Aşağıda ,Tüketici Hakları Derneği'nin de üyesi olduğu Consumer İnternational'in “GM Foods” adlı yayınında tohumla ilgili bir bölüm aynen aşağıda okurlarmızın görüşlerine sunulmuştur.

GAZAP TOHUMLARI

Tohumların patentleşmesi, gıda güvenliği başka yollardan da tehdit edebilir. Yüksek teknolojinin dünya çapındaki hızlı yayılmasına karşın halen birçok köylü asırlık gelenekleri olan tohumları bir sezonda toplayıp , ertesi seneye ekmeye devam etmektedir.Bu durum , firmalarca üretilen tohumlara olan ihtiyacı azalmaktadır. Dolaysıyla firmalar da bunun engellenmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Genetik Yapısı Değişitirilmiş tohumlar geliştirilmeden önce ,modern teknoloji tohumları saklama davranışını değiştirmiştir.Yeşil Devrimin yüksek verimli melez tohumları çok kötü üremektedirler ve çiftçiler mecburen her seferinde yenilerini satın almaktadır.

Melez olmayan tohumlar başarılı biçimde saklanabilir ve tekrar tekrar üretilebilir.Gelişmekte olan ülkelerde özellikle manyok yetiştiren küçük üreticiler bunu halen yapmaktadır.Genetik olarak değiştirilmiş soya ve pamuk gibi ürünler de melez olmadıklarından kolaylıkla eski tohumlardan üretilebilirler.Günümüzde ,gelişmekte olan ülkelerdeki çiftçilerin halen %80'ini ,sağladıkları tohumları tekrar tekrar ektikleri tahmin edilmektedir.Bu kadar büyük sayıda çiftçi tohumları tekrar tekrar kullanmayı seçtiğine göre , ticari olarak üretilmiş tohumları mahkum edilme baskına karşı protestoları olması şaşırtıcı olmamalıdır.

Ayrıca bağımsız tohum firmalarının , tamamını satın alarak geleneksel tohum bulmayı zorlaştırmalarından da korkulmaktadır.Pazarda hakimyet kuran büyük firmaların giderek artmasıyla , kaçınılmaz olarak en fazla kazanç sağlayan genetik mühendislik tohumları satma eğilimi başlayacaktır.Bu da, çiftçileri istemedikleri ya da karşılayamayacakları ürünleri seçmek zorunda bırakacaktır.

Bir başka endişe de büyük şirketlerin , güçlerini ruhsatlandırma sistemleri üzerine etki etmekte kullanmalarıdır.Güç , ne kadar az elde toplanırsa , o kadar kuvvetli olmaktadır.1990 yılında Avrupa Patent Bürosu'na yapılan başvuruların yarısı sekiz adet Uluslar arası şirkete aitti ve bunların üçte biri sadece üç firmaya aitti:Monsanto , Ciba Geigy ve Lubrizol .

Patent cephesi zayıfladıkca , Monsanto ve Novartis ,GD tohumları infertil hale getirerek , çiftçilerin onları tekrar kullanma şanslarını ortadan kaldırmaya yönelik teknikler geliştirmeye başlamışlardır.Bu yaklaşım , endüstrinin yeni ürünlerden son damlasına kadar kar etme anlayışını ortaya koymaktadır.

MONSANTO 'NUN TOHUM POLİSİ

Bu süre içinde Monsanto , kendi GD tohumlarını almak isteyen ABD ve Kanada çiftçileri için ayrıntılı lisans anlaşmaları düzenlemiştir.Örneğin ; 1996' daki hazır soya fasulyesi tohumu kontratı Monsanto'nun hazır glikofosfat herbisiti kullanıldığı takdirde üç yıl uzatılmıştır.

Monsanto çiftçinin arazisine gelip tohum örnekleri alarak , çiftçinin kontrata uyup uymadığını belirleme hakkına sahiptir.Çiftçi ayrıca , kendi ürününü alan kişilerin tamamının aynı kurallara uyumasını sağlamak , aksi takdirde ceza ödemekle yükümlüdür.Anlaşmanın yükümlükleri sözleşme sahibinin bütün varislerini ve temsilcilerini bağlamaktaydı ve çiftçinin hakları , Monsanto'nun açık onayı olmadan başka hiç kimseye devredilememekteydi.

Monsanto, patent ihlalcileri hakkında bilgi alabilmek için radyo reklamları ve telefon bağlantılarını kullanıyor ve hatta liderlerini takip etmeleri için özel dedektifler kiralamıştı.1999 başında Monsanto , tohumları saklayan veya tekrar kullanan çiftçiler aleyhinde kendilerini on binlerce dolar zarara soktukları gerekçesiyle 525 tane dava açmıştır. ABD ve Kanada'da yüzden fazla çiftçi , davalardan kurtulmak için ürünlerini yok etmek , tanzimat ödemek veya Monsanto'nun hesaplarını incelemesine izin vermek gibi yollar seçmiştir.

Monsanto vakası , GD tarım ürünleri pazarlayan kimyasal tarım ve tohum firmaları için patentlerin ticari önemini ortaya koymuştur.Ayrıca , şirketlerin patentlerden elde ettikleri hakları korumak için ne kadar ileri gidebileceklerini de göstermektedir.31.07.2009

Turhan ÇAKAR
Tüketici Hakları Derneği
Genel Başkanı

Tüketici Hakları Derneği
Tel: 0 312 425 15 29. 417 93 34, 419 37 74
E-Posta: thd@tuketicihaklari.org.trBu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır
Web adresi : www.tuketicihaklari.org.tr
sayın ilgili swalbard tohum ambarında türkiyenin tohum numuneleri var mı?
hangi çeşit tohum numunesi bulunmaktadır ?
türkiye olarak swalbard tohum ambarı ile ilgili bir çalışma varmı
türkiyedeki tohum ambarı çalışmaları ne durumdadır.?
tohum bankası çalışmaları varmıdır.

evandevan5 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-09-2016, 19:53   #20
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-09-2016, 22:27   #21
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 11-02-2007
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,117
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.
Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü, gen kaynakları açısından unutulmaması gereken bir kurumdur. Biyoçeşitlilik ve Genetik Kaynakları

Doku_Kültürcü Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-09-2016, 11:24   #22
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-06-2007
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 487
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.
kutuplardaki swalbard tohum ambarı tohumların genetiğinin değiştirilmesi amacıyla mı kuruldu?

evandevan5 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-09-2016, 16:51   #23
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Verimli, hastalık toleransı yüksek, belli besin madde değerleri açısından zengin ve stabil (yani hibrit olmayan, tohumu hasat edilip her sene yeniden dikilebilen) yeni bir biber elde edebilmek için A ve B biberlerini çaprazladığımızda A ve B biberlerinin genetiğini değiştirmiş olmuyoruz. A ve B biberinin tohumlarını da ayrı ayrı koruyoruz ve bir de yeni bir C biberi elde etmiş oluyoruz.

Yukardakini beğenmiyorsanız şöyle de olur ki bu, binlerce yıldır köylülerin, çiftçilerin kullandığı yöntemdir:

C ve D gibi iki balkabağını bahçenizde yan yana ektiniz. Meyveler olgunlaştıktan sonra tohumlarını hasat ettiniz. Ertesi sene o tohumları ektiniz ve önceki sene ektiğiniz meyvelere benzemeyen meyveler elde ettiniz çünkü doğada arılar çalışmış ve insan eli değmeden iki kabağı önceki sene çapraz tozlamışlar. Beğendiğiniz meyveleri seçerek onların tohumlarını her sene hasat etmeye devam ettiniz. Seneler sonra, tam da istediğiniz gibi, stabil yeni bir balkabağınız oldu. Artık yeni bir çeşit bu. C ve D balkabağının tohumlarını da tabii ki korumalısınız. Anadolu, bu şekilde seleksiyon gerçekleştirilerek elde edilmiş binlerce zirai tohum çeşidiyle dolu.

Bu yukarda bahsettiğim iki örneğin hiç birinin A, B, C ya da D tohumlarının genetiğinin değiştirilmesiyle bir ilgisi yok. Ambarlar tohumların ana çeşitlerini korumak için vardır. Eğer bir çaprazlama çalışması yapılsa bile ana tohumlar korunur. GDOlu tohum üretimi konusu başka bir konu, orda gen transferi söz konusu. Ayrıca Swalbard'la GDOlu şirketler arasında özel bir anlaşma mı var?

Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü'nden bahsetmişsiniz. Bu enstitüler ve üretme çiftlikleri değerlidir. Genetik çeşitliliği incelerler ve arşivlerler. Sadece bu işi de yapmazlar. Buralarda geçmişte üretilen ve tarıma kazandırılan birçok çeşit bulunuyor (hala bu çalışmaları yapıyorlar mı bilmiyorum). Örneğin Vaşington karpuz, Yalova Devlet Üretme Çiftliği'nin ürettiği bir çeşittir.

Siz foruma İstanbul'dan katılıyor gözüküyorsunuz. Bayrampaşa Enginarı'nın üreticiler tarafından köklendirme yoluyla çoğaltıldığını, tohum hasadının yapılmadığını ve tohum hasadı yapılmadığı için de tohumunun tehlike altında olduğunu biliyor musunuz? Swalbard'la ilgilendiğiniz kadar Bayrampaşa Enginarı'nı yetiştirerek tohumunu hasat etmekle ilgilenseniz, bu nadir çeşidin tohum devamlılığına çok önemli bir katkıda bulunmuş olursunuz.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi evandevan5 Mesajı Göster
kutuplardaki swalbard tohum ambarı tohumların genetiğinin değiştirilmesi amacıyla mı kuruldu?

MeyveliTepe beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-09-2016, 17:15   #24
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-06-2007
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 487
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Verimli, hastalık toleransı yüksek, belli besin madde değerleri açısından zengin ve stabil (yani hibrit olmayan, tohumu hasat edilip her sene yeniden dikilebilen) yeni bir biber elde edebilmek için A ve B biberlerini çaprazladığımızda A ve B biberlerinin genetiğini değiştirmiş olmuyoruz. A ve B biberinin tohumlarını da ayrı ayrı koruyoruz ve bir de yeni bir C biberi elde etmiş oluyoruz.

Yukardakini beğenmiyorsanız şöyle de olur ki bu, binlerce yıldır köylülerin, çiftçilerin kullandığı yöntemdir:

C ve D gibi iki balkabağını bahçenizde yan yana ektiniz. Meyveler olgunlaştıktan sonra tohumlarını hasat ettiniz. Ertesi sene o tohumları ektiniz ve önceki sene ektiğiniz meyvelere benzemeyen meyveler elde ettiniz çünkü doğada arılar çalışmış ve insan eli değmeden iki kabağı önceki sene çapraz tozlamışlar. Beğendiğiniz meyveleri seçerek onların tohumlarını her sene hasat etmeye devam ettiniz. Seneler sonra, tam da istediğiniz gibi, stabil yeni bir balkabağınız oldu. Artık yeni bir çeşit bu. C ve D balkabağının tohumlarını da tabii ki korumalısınız. Anadolu, bu şekilde seleksiyon gerçekleştirilerek elde edilmiş binlerce zirai tohum çeşidiyle dolu.

Bu yukarda bahsettiğim iki örneğin hiç birinin A, B, C ya da D tohumlarının genetiğinin değiştirilmesiyle bir ilgisi yok. Ambarlar tohumların ana çeşitlerini korumak için vardır. Eğer bir çaprazlama çalışması yapılsa bile ana tohumlar korunur. GDOlu tohum üretimi konusu başka bir konu, orda gen transferi söz konusu. Ayrıca Swalbard'la GDOlu şirketler arasında özel bir anlaşma mı var?

Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü'nden bahsetmişsiniz. Bu enstitüler ve üretme çiftlikleri değerlidir. Genetik çeşitliliği incelerler ve arşivlerler. Sadece bu işi de yapmazlar. Buralarda geçmişte üretilen ve tarıma kazandırılan birçok çeşit bulunuyor (hala bu çalışmaları yapıyorlar mı bilmiyorum). Örneğin Vaşington karpuz, Yalova Devlet Üretme Çiftliği'nin ürettiği bir çeşittir.

Siz foruma İstanbul'dan katılıyor gözüküyorsunuz. Bayrampaşa Enginarı'nın üreticiler tarafından köklendirme yoluyla çoğaltıldığını, tohum hasadının yapılmadığını ve tohum hasadı yapılmadığı için de tohumunun tehlike altında olduğunu biliyor musunuz? Swalbard'la ilgilendiğiniz kadar Bayrampaşa Enginarı'nı yetiştirerek tohumunu hasat etmekle ilgilenseniz, bu nadir çeşidin tohum devamlılığına çok önemli bir katkıda bulunmuş olursunuz.
bayrampaşa enginarı için üzülüyorum sadece heykeli kalmış .
ben eyüp te oturuyorum.bayrampaşa yolundan geçerken bakıyorum tarım yapılacak kadar alan orada malesef yok.
vaşington karpuz mu? portakal değil miydi?pazarda vaşington portakal diye satılıyor diye biliyorum.
youtobe daki tohum ambarı videosunda gdo lu şirketlerle anlaşma yapıp yapmadıklarına dair birşey söylemiyor ..

evandevan5 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla

Konu Araçları
Mod Seç

Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 12:25.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024