agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 20-03-2011, 18:02   #1
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 03-06-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 16
“Dünya Ormancılık Günü”nüz kutlu olsun! 21 Mart 2011

“DÜNYA ORMANCILIK GÜNÜ” DOLAYISIYLA:
DEVLET ORMANCILIĞI DÜZENİ DE ÖZELLEŞTİRİLİYOR !
Bu başlık kime, ne anlatır acaba? Ancak, adım gibi biliyorum; çok kişiye itici gelecektir. Hegel'in “ Gerçek bütündür ” sözünün gerçekliği neredeyse tümüyle unutulmuştur çünkü. Genelde çok pahalıya mal olan bu unutkanlık, ormancılık alanında da geri dönülemeyecek yıkımlara yol açabiliyor.

Sözgelimi, çoğunlukla, ormancılığın ekolojik temelli teknik bir uğraşı alanı olduğu sanılıyor. Öyle ki, orman ekosistemleri üzerine titreyen yurttaşlarımız bile çoğunlukla ormancılık alanında nelerin olup bittiği ile hemen hemen hiç ilgilenmiyor. Hiç olmazsa 1970'li yıllardan beri 21 Mart'larda ülkemizde de kutlanan “ Dünya Ormancılık Günü ”nde ilgilenebilse ya; hayır hayır yine ilgilenmeyecek; yine orman ekosistemlerinin önemi, güzellikler üzerine söylevleri dinlemekle, deyiş yerindeyse “iman tazelemekle” yetinecektir. Yetinmemek, orman ekosistemlerinin korunması, niteliklerinin “iyileştirilmesi” ve genişletilmesi ile ormanlardan sağlanabilen ürün ve hizmetlerin topluma dengeli ve devamlı olarak sunulmasına yönelik bir etkinlik alanı olan ormancılık düzeninde olup bitenlerle de ilgilenilmesi gerekiyor.

Bu gereği yerine getirmeye kalkışacakların karşılaşacakları ilk olgu devlet ormancılığı düzeninin özelleştirilmesi olacaktır: “İster inanın ister inanmayın”, Anayasadaki yaptırımlara karşın devlet ormancılığı düzeni 1980'li yıllardan bu yana hızla özelleştiriliyor. Hem de, deyim yerindeyse “kraldan çok kralcı” kesilen ormancı teknokrat ve bürokratlarca; hem de çok boyutlu olarak ! Bu, ormancılıkta önemli bir dönüşümdür: Öyle ki, devlet ormancılığı düzeninin özelleştirilmesi, yalnızca kimi tesislerin mülkiyetinin ve/veya kimi işlerin özel kişi ve kuruluşlara devredilmesine indirgenmemesi gerekir. Bu sürecin yol açabileceği ekolojik, toplumsal, kültürel, ekonomik ve dolayısıyla siyasal sonuçları da vardır çünkü.

Ancak, çoğu kişinin bu süreçten haberleri yok, haberi olanların ise bir kesimi bu sürece destek oluyor bir başka kesimi de “ batsın bu dünya ” diyerek hayıflanmakla yetiniyor.
Siz de <<-Özelleştirilsin, ne olur ki?>> mi diyorsunuz? Yanıtınız <<-Evet>> mi,
öyleyse “Dünya Ormancılık Günü”nüz kutlu olsun!

GİRİŞ

Şimdilerde 21,2 milyon hektarın, başka bir söyleyişle, Türkiye yüzeyinin yaklaşık % 27'sinin “ orman ” sayılan yerlerden olduğu öne sürülüyor. Üstelik, bu yerlerin % 99,9, yani neredeyse tümü devlet mülkiyetindedir. Devlet mülkiyetindeki “orman” sayılan yerler ise 1937 yılında 1980'li yıllara değin devlet ormancılığı düzeniyle korunmaya, işletmeye ve genişletilmeye çalışıyordu. Dahası, 1982 Anayasasının 169. maddesinde bile “ devlet ormanı ” sayılan yerlerin devlet tarafından işletilmesi, korunması ve genişletilmesi; yönetimi ve mülkiyetinin devredilmemesi, kamu yararı olmadıkça da ormancılık dışı kullanımlara tahsis edilmemesi gerekiyor. Kısacası, ülkemizde ormancılık, öteden beri kamusal hizmet alanı sayılmıştır. Devlet, bu hizmeti görmek amacıyla ülke yüzeyinde son derece yaygın biçimde örgütlenmiştir:

Sözgelimi, 2000'li yıllarda Orman Genel Müdürlüğü (OGM) merkezde 10 daire başkanlığı ile müşavirlik ve başkanlık; taşrada ise 189 başmühendislik ile 27 orman bölge ve bunlara bağlı, 217 orman işletme ile 1319 orman işletme şefliği ve 139 öteki şeflikler başta olmak üzere etkinlikte bulunmaktadır. Bu birimlerde, % 95,4'ü taşrada olmak üzere 14,8 bin kamu görevlisi ile 13,8 bini sürekli olmak üzere 17,3 bin işçi ve sayıları 300 dolayında olduğu kestirilen köylü de ağaç kesme, tomruklama ve taşıma işlerinde işlendirilmekte; % 64'ü “döner sermaye” olmak üzere 2,2 milyar TL (2008) parasal kaynak kullanılmaktadır.

Öte yandan ülkemizdeki devlet ormancılığı düzeninde Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü, Doğa Koruma ve Milli Parklar ile Orman Köy İlişkileri Genel Müdürlükleri de OGM'nin görev alanı dışında bırakılan ormancılık hizmetlerini görme çabası içindedir .

Gerçekte 19. yüzyılın ortalarından bu yana devletçilik düzeni içinde yürütülmeye çalışılan ormancılık hizmetleri ülkemizde, özellikle 2000'li yıllarda hızlı bir dönüşüm geçiriyor. İki düzlemde gerçekleştirilen özelleştirmeler ise, bu dönüşümün yalnızca bir boyutu.

“Devlet ormanı” sayılan yerler özelleştiriliyor…

Bilindiği gibi, Türkiye'de “ orman ” sayılacak ve sayılmayacak yerlere, 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 1. Maddesinde açıklık getirilmiştir. Yine bilindiği gibi, ağaç ve ağaççık varlığının nitelik ve niceliğine dayanan bu “ orman ” tanımı temel alınarak da “ orman ” sayılacak yerlerin sınırlarının belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Anayasanın ormanlarla ilgili 169 ve 170. Maddeleri ile ormanlarla ilgili çok sayıda hukuksal düzenleme, bu tanımlara göre “ orman ” olarak belirlenen yerlerin mülkiyet ve kullanılma biçimini düzenlemektedir. Ne var ki, 169. Maddesinde; " Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre devletçe yönetilir ve işletilir " diyen Anayasanın yine 169. maddesine göre;
Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım arazilerine dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler;

31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik, gibi çeşitli tarım alanlarında ilerinde veya hayvancılık kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler;

şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler
orman ” sayılmayabilecektir. Ayrıca, “devlet ormanı” sayılan alanlar , “kamu yararı” söz ko nusu olduğunda irtifak hakkına konu olabilecektir. Ek olarak, Anayasanın 170. Maddesine göre de; “ Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından ”; ... 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerler değerlendirilebilecek ”; “bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerler orman sınırları dışına çıkarılarak orman içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesine tahsis edilebilecektir. Böylece, 1970 yılında, 1961 Anayasasının 131. maddesinde yapılan değişikliğin bu doğrultudaki uygulamaları sürekli kılacak biçimde düzenlenmesi sağlanmıştır. Dolayısıyla, başta 6831 sayılı yasa olmak üzere ilgili hukuksal düzenlemeler de bu doğrultuda değiştirilmiştir. Çoğunlukla “ devlet ormanı ” sayılan alanlarda uygulanan ve daha da önemlisi bu yerlerin özelleştirilmesine yol açan bu düzenlemelerin başlıcaları aşağıda sergilenmiştir:

“Orman” sayılacak yerlerin tanımı değiştiriliyor…


6831 sayılı yasanın 1. Maddesinde yapılan “ orman ” tanımı, orman ekosistemlerini ağaç ve ağaççık topluluğuna indirgeyerek, belirli genişlik ve uzaklıklar ile kullanım biçimlerini temel alarak tanımlamakta ve bu nedenle de belirleme ve sınırlandırma çalışmalarının ekolojik ölçütlere dayandırılmasını, en azından rastlantılara bırakmaktadır.

Öte yandan, Yasanın 1.Maddesi, 1987 yılında yapılan değişiklikle, “ orman ” sayma ve saymama durumları ile ilgili belgelendirme koşulları, “ orman ” sayılabilecek yerlerin daraltılmasına yol açabilecek doğrultuda düzenlenmiştir: Yener'e göre; “... geçerli tapu kaydı yerine tapulu; tapu kaydı veya diğer tasarruf belgeleri ifadesi yerine, her türlü tasarruf belgeleri getirilerek “F” bendi yeniden düzenlenmiş; “G” bendindeki devlet ormanlarına bitişik olmama şartı da kaldırılarak orman sınırları dışında olma şartına dönüştürülmüştür. Böylece, devlet ormanlarına bitişik de olsa, orman sınırları dışında bulunan, yüzölçümü üç hektarı aşmayan sahipli arazideki her nevi ağaç ve ağaççık toplulukları orman sayılmamış; “G” bendinin kapsamı orman sınırlarına kadar genişletilmiştir .” Ek olarak, maddede, örneğin “ küme ” sayılabilecek ağaç ve ağaççık toplulukları için getirilen alan genişlikleri ile ilgili sınırların, bilimsel yazındaki ölçütlerin otuz katı düzeyinde olması da “ orman ” sayılacak yerlerin daraltılmasını kolaylaştırmaktadır .

“Devlet ormanı” sayılan kimi yerler “orman” sayılmıyor…

6831 sayılı yasanın 2. Maddesi, bilindiği gibi Anayasanın 169 ve 170. maddelerinden hareketle;
orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım arazilerine dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerlerin,

halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerin,

31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımında orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden... çeşitli tarım alanları veya ... hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen arazilerin;

şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim yerlerine
orman ” sınırları dışına çıkarılmasına olanak vermektedir. Maddede 986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla yapılan son değişiklik, orman sınırları dışına çıkarma iş ve işlemlerinin, anayasadan kaynaklanan amacını parçalamıştır: Anımsanacağı gibi, madde, 1983'te çıkarılan 2896 sayılı yasayla, Anayasanın 170. Maddesi uyarınca, kimi yerlerin orman sınırları dışına çıkarma iş ve işlemlerinin yalnızca, “ Devlet eliyle ihya edilerek kısmen veya tamamen orman içi köyler halkının yerleştirilmesi veya bu amaçla değerlendirilmesi ”ni öngörmüştür. Ancak, söz konusu değişiklik, bu amacı, yalnızca maddenin “A” bendinde sayılan durumlar için geçerli kılarak, bir yandan bu doğrultudaki uygulamaların kapsamı daraltılmış bir yandan da bu amaç dışında da orman sınırları dışına çıkarma işlemlerine olanak sağlanmıştır. Üstelik, bu doğrultudaki uygulamaların hem kapsamı genişletilmiş hem de işlemleri kolaylaştırılmıştır. Sözgelimi, “ halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım arazilerine dönüştürülmesinde yarar olduğu ” saptanan yerler ile fıstık çamı yetiştirilebilecek yerlerin da " orman içi köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi veya bu amaçla değerlendirilmesi... ” dışında orman sınırları dışına çıkarılabilmesi sağlanmıştır. Ayrıca; orman sınırları dışına çıkarılacak yerlerle ilgili olarak daha önce madde yer verilen “ su ve toprak rejimin zarar vermeme ” ve “ orman bütünlüğünü bozmama ” koşulları kaldırılmıştır. Uygulamalar yönünden taşıdıkları önem nedeniyle ilgili bu iki fıkranın ayrıntılı olarak irdelenmesinde gerekmektedir:

i) 6831 Sayılı Orman Kanununun 2. Maddesinin “A” Bendi :
Bendin uygulanması amacıyla ilk olarak 1984 yılında çıkarılan " 6831 Sayılı Orman Kanunun 2 ncı Maddesinin (A) Fıkrasına Göre Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkında Yönetmelik" 2007 yılında yeniden düzenlenerek “devlet ormanı” sayılan alaların hem de ormancılık dışı amaçlara kullanılmak üzere özelleştirilmesi büyük ölçüde kolaylaştırılmıştır.

Bu düzenlemeyle eğer daha önce "orman" sayılıp tapuya "orman" olarak tecil edilmiş yerlerin "orman" sayılmaması için bu yerin;
i) "su ve toprak rejimine zarar vermemesi",
ii) "orman bütünlüğünü bozmaması" ve
iii) arazi kullanım yeteneği sınıflaması yönünden belirli özelliklere sahip olması sağlanmıştır. Başka bir söyleyişle; söz konusu düzenlemeyle siyasal iktidar ormanların yararına olan ancak uygulamayı büyük ölçüde zorlaştıran koşulları da kaldırmıştır.

Böylece, ülkemizde;
i) Anayasadaki ve Orman yasasındaki henüz "orman vasfını" koruyan yerlerin bile orman sayılmaması olanağının kapsamı genişletilmiş, bu doğrultudaki uygulamalar büyük ölçüde kolaylaştırılmış ve keyfileştirilmiştir;
ii) yalnızca üzerlerindeki orman ekosistemleri yok edilmiş, işgal edilmiş "devlet ormanı" sayılan yerlerin değil, neredeyse tüm ormanlarımızın siyasal iktidarlar tarafından partizanca amaçlarla kullanılabilme olanakları pekiştirilmiştir;
iii) ormanların içinde yerleşik 7300 köyde yaşayan 2,5 milyon yurttaşımızın gerçekçi olmayan beklentilere ya da daha önemlisi, kolaylıkla aşılamayacak tedirginliklere kapılmasına yol açılmıştır;
iv) 1980'li yıllarda olduğu gibi, anayasal ve yasal dayanakları da olsa, yurt içinde ve dışında çeşitli siyasal amaçlarla kullanılabilecek yeni bir köy/köylü göçürme tartışmasını gündeme getirme fırsatı yaratılmıştır;
v) AB'nin de yönlendirmesiyle hazırlanan ve yine AB'nin destekleriyle yürütülmekte olan " Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi " belgesi ile " Dokuzuncu Kalkınma Planı "ndaki "Kırsal Kesimde Kalkınmanın Sağlanması" başlıklı "Temel Amaç" ya da "Gelişme Endeksi"nde yer verilen öngörülerin yaşama geçirilmesi sırasında gerek duyulabilecek arazi gereksinmesinin "devlet ormanı" sayılan arazilerle karşılanabilmesi olanaklı kılınmıştır,
vi) "Orman içi köyler halkından" olup da büyük kentlere göç etmiş, ancak buralarda tutunamayan yoksul yurttaşlarımızın yeniden kırsal yerleşmelere dönebilmeleri, dahası, dönmeyerek bu "haklarını" el altından başkalarına devredebilmeleri için gerekli alt yapısal koşulların oluşturulması olanağı sağlanmıştır.

ii) 6831 Sayılı Orman Kanununun 2. Maddesinin “B” Bendi:
Kamuoyunda ormanlarla ilgili olarak en yoğun ve yaygın olarak tartışılan konulardan birisi 6831 sayılı yasanın 2. maddesinin B bendi olmuştur: Anımsanacağı gibi, siyasal iktidar 2003 yılında Anayasanın “Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi” başlığı altındaki 169. maddesinin değiştirilmesine kalkışmıştır. Ormanların işletilmesinin de özelleştirilmesine, kamuoyunda “2B arazileri” olarak anılan yerlerin satılmasına yönelik bu kalkışmanın tarihsel kökeni 1970'lere değin inmektedir: 1961 Anayasasının ormanlarla ilgili 131. Maddesi 1970 yılında çıkarılan 1255 sayılı yasayla değiştirilmiş; 6831 sayılı yasanın 2. Maddesi de bu değişiklik doğrultusunda düzenlenerek ormancılık düzeni dışına çıkarılabilecek yerlerin kapsamı genişletilmiş; bu yolla 1974–1983 döneminde, “ devlet ormanı ” sayılan yaklaşık 1,2 milyon dönüm alan, “ orman niteliğini yitirdiği ” ya da “ tarım ve hayvancılıkta yarar görüldüğü ” yahut “ otlak, kışlak ve yaylak haline geldiği ” ya da “ şehir, kasaba ve köy yapıları toplu olarak bulunduğu ” gerekçeleriyle ormancılık düzeni dışına çıkarılmıştır.

“Orman sınırları dışına çıkarma ” çalışmaları 1982 Anayasasını izleyen dönemde de sürdürülmüştür: Anımsanacağı gibi, 1982 Anayasasının 169. Maddesine göre;
<< Orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım arazilerine dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler>> ile
<< 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik ve zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler>> ve
< <...şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler >>
hukuksal olarak “ orman ” sayılmayabilmektedir. Dolayısıyla, 1980'li yıllarda, 6831 sayılı Orman Kanunu da bu yaptırımlar doğrultusunda düzenlenmiştir.

6831 sayılı Orman Kanunu'nun en son 1986 yılında düzenlenen 2. Maddesinin “ B ” bendine göre;
<< orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ...>>;
<<... halen orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerler ...>;
<<... 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden... çeşitli tarım alanları veya... hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler. ..>>;
<<... şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları ...>>
orman ” sayılmayarak ormancılık düzeni dışına çıkarılabilmiştir. Uygulamalar, temelde, en son 1986 yılında düzenlenmiş olan 6831 Sayılı Orman Kanunu'na Göre Orman Kadastrosu ve Aynı Kanunun 2/B Maddesinin Uygulanması Hakkında Yönetmelik kapsamında yapılmıştır. Bu Yönetmeliği 32. Maddesine göre, herhangi bir yerin “ bilim ve fen bakımından orman niteliğinin tam olarak kaybolması” , şöyle açıklanmıştır: << Üzerinde ağaç ve a ğaççık toplulukları bulunmayan, ormancılık faaliyetleri ve ekonomisi yönünden orman kurulmasında yarar olmayan yerler bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş sayılır.>> devlet ormanı ” sayılan araziler, 1984 ve 1985 yıllarında 224 bin ve 1986–2000 döneminde de 2,5 milyon dönüm daraltılmış; bu arazilerinin bir kısmı “ hak sahibi ” sayılanlara satılmıştır. 1987-2001 döneminde ise 4,6 milyar m2 arazi Hazine adına “ orman sınırları dışına çıkarılmıştır.

“Orman sınırlandırma ve orman kadastrosu” süreci “devlet ormanı” sayılan yerlerin daraltılmasını kolaylaştırabilecek biçimde değiştiriliyor !

6831 sayılı yasanın 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla değiştirilen 7. Maddesine göre: “ Devlet ormanlarının, hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanların, hususi ormanların kadastrosu ve bu ormanların içinde ve bitişiğinde bulunan her çeşit taşınmaz malların ormanlarla müşterek sınırlarının tayini ve tespiti orman kadastro komisyonları tarafından yapılır. ” Aynı maddede bu komisyonların personel bileşimine de açıklık getirilmiştir. Maddeye göre, orman kadastro komisyonları bir orman mühendisi veya orman mühendisinin başkanlığında bir orman yüksek mühendisi veya orman mühendisi ile bir ziraat yüksek mühendisi veya ziraat mühendisi ya da ziraat teknisyeni; yerel ziraat odasından bir temsilci; beldelerde belediye encümeni, köylerde ise köy muhtarlıkları tarafından bildirilecek bir temsilci olmak üzere beş kişiden oluşmaktadır. Orman kadastro komisyonlarının üye bileşiminde, ormancılık biliminin gereklerini gözetebilecek üye sayısının ikiye indirilerek azınlığa düşürülmesi, belirleme ve sınırlandırma çalışmalarının orman ekosistemlerini daraltıcı kararlarının alınmasını kolaylaştırmıştır.

Yasanın 1986 ve 1987 yıllarında 3302 ve 3373 sayılı yasalarla değiştirilen 11. Maddesiyle, orman kadastro komisyonlarının kararlarına itiraz hakkının hak sahibi gerçek ve tüzel kişilerin yanı sıra yalnızca Orman Bakanlığı'na tanınmış olması; buna karşılık devlet orman işletmelerinin bu haktan yoksun kılınması, olası yanlışlıkların sonradan düzeltilmesi olanaklarını da ortadan kaldırarak siyasal baskıların orman belirleme ve sınırlandırma çalışmalarını etkilemesini kolaylaştırmıştır.

Ek olarak, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'yla da, bileşiminde ormancılık öğretiminden geçmiş kişilerin bulunmadığı kadastro ekipleri aracılığıyla da “ orman kadastrosu ” yapılabildiğini de bu bağlamda gözden kaçırmamak gerekiyor.

Sonuçta, 1970'li yılların başından 1999 yılı sonuna değin bu türden hukuksal düzenlemeler temel alınarak, “ devlet ormanı ” sayılan 4,5 milyon dönüm arazi ormancılık düzeni dışına çıkarılmıştır.

Özel kişi ve kuruluşlara “devlet ormanı” sayılan yerlerde “özel ağaçlandırma” yapmaları yaygınlaştırılıyor !

Ağaçlandırma çalışmalarıyla “devlet ormanı” sayılan arazilerin de özelleştirilmesine yol açan uygulamalar iki yasaya dayanılarak yapılmaktadır:

i) 6831 Sayılı Orman Kanunu'nun 57. Maddesi:
6831 sayılı yasanın 1986 yılında çıkarılan 3302 sayılı yasayla yeniden düzenlenen 57. maddesi ise " orman sahasını artırmak " amacıyla; " orman sınırları içinde yangın ve çeşitli sebeplerle meydana gelmiş açıklıklarda; verimsiz, vasıfları bozulmuş ve amenajman planlarında toprak muhafaza karakteri taşımadığı halde muhafazaya ayrılmış orman alanları(nda)... " köy tüzel kişilikleri ve diğer gerçek, tüzel kişilerin "özel orman statüsünde " orman yetiştirmelerine olanak vermiştir. Bu gibi yerlerin çıplak mülkiyeti Hazine'de kalabilecek; ancak buralarda yapılacak ağaçlandırmalar sonucunda ortaya çıkabilecek ormanlardan kişiler özel ormanları gibi yararlanabileceklerdir.. Bu doğrultuda çıkarılan ve 1986'dan bu yana da birkaç kez değiştirilen Ağaçlandırma Yönetmeliği de yürürlüğe konulmuştur. En son 2009 yılında bir kez daha düzenlenen bu Yönetmelikle;
• 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 57. Maddesinde açıklanan “özel ağaçlandırmanın” amaç ve kapsamı genişletilmiştir;
• çeşitli yasalarla koruma altına alınmış alanlarda da “özel ağaçlandırma” ve “imar-ihya” çalışması yapılabilmesi olanaklı kılınmıştır;
• Hukuksal olarak “orman” sayılmayacak ağaçlandırma çalışmalarının kapsamı da genişletilmiştir;
• “Devlet ormanı” sayılan yerlerin bütünlüklerinin bölünmesi olanaklı kılınmış; hukuksal olarak “orman” sayılabilmesi için özel mülkiyet arazilerinde bile 30 dönümden daha geniş olma zorunluluğu “Devlet ormanı” sayılan yerlerin 5 dönüme indirilmiştir.
• “ Köy tüzelkişilikleri ve diğer gerçek ve tüzelkişilerin ” “ devlet ormanı” sayılan alanlarda yapabilecekleri “özel ağaçlandırma, özel erozyon kontrolü, özel imar-ihya” çalışmalarının alan genişliklerinde üst sınırların belirlenmesi siyasal iktidarların keyfine bırakılmıştır.
• Gerçek ve tüzel kişiler tarafından “devlet ormanı” sayılan yerler ile hazine arazilerinde yapılacak özel ağaçlandırma, özel erozyon kontrolü, özel imar-ihya ile özel fidanlık tesis çalışmalarının denetimi keyfi uygulamalara açılmaktadır.
Saptamalara göre, 1986–2010 döneminde, bu yolla yaklaşık 1 milyon dönüm alanda “ özel ağaçlandırma ” yapılması sağlanabilmiştir

4122 Sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu:
1995 yılında ve amacı da; " Devlet ormanlarında, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazilerde, göl ve akarsu kenarlarında, tüzel kişilerin mülkiyet ve tasarrufundaki arazilerde, orman sahasını ve ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak maksadıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenlemek ...". olan bu yasaya da Hazine arazilerinin yanı sıra “devlet ormanı” sayıla arazilerin de özelleştirilebilmesi sağlanabilmiştir. Bu yasanın 2. Maddesiyle de " Orman sınırları içindeki; yangın hariç çeşitli sebeplerle meydana gelmiş olan açıklıklarda, amenajman planlarının ağaçlandırmaya ayırdığı sahalarda, Orman Bakanlığınca belirlenecek esaslar ve önceliklere göre ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapılmak üzere, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilere bedelsiz izin.. ." verilmesi olanaklı kılınmıştır. Yasa, 2007 yılında hazırlanan ve 2008-2012 dönemini kapsayan Milli Ağaçlandırma Seferberliği Eylem Planı'yla yaşama geçirilmeye çalışılmaktadır..

“Devlet Ormanı” sayılan yerlerden yararlanma özelleştiriliyor !

Devlet orman işletmeciliğindeki özelleştirmeci uygulamaların bir başka boyutu da " devlet ormanı " sayılan alanlardan ormancılık dışı amaçlarla yararlanma olanağının özel kişi ve kuruluşlara herhangi bir biçimde devridir. Orman Kanunu”nun 16, 17 ve ll5. maddelerinin yanı sıra 2634 sayılı Turizmi Teşvik, 3213 sayılı Maden Kanun başta olmak üzere çeşitli yasalarla öteden beri yapılagelen bu uygulamaların kapsamı giderek genişletilmiştir.

“Devlet ormanı” sayılan yerler ormancılık dışı yatırımlara tahsis edilyor !

“Devlet ormanı” sayılan yerlerin ormancılık amaçlarla kullanacak kişi ve kuruluşların yatırımlarına tahsis edilmesi, en yaygın biçimde turizm alanında yapılan bir uygulamadır .

Turizm:
Anımsanacağı gibi, ülkemizde, bir yandan 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu 'nun 8. maddesi, bir yandan da 6831 sayılı Orman Kanunu' nun 1983 ve 1987 yıllarında yılında değiştirilen 17 . maddesiyle, başta “devlet ormanı” sayılan alanlar olmak üzere her türlü kamusal arazi yerli ve yabancı turizm yatırımcılarına 49 yıllığına tahsis edilebilmiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesi, 2002 yılında 6831 sayılı yasanın 17. maddesi ile 2007 yılında da 2634 sayılı yasanın 8. maddesindeki “devlet ormanı” sayılan yerlerin turizm yatırımlarına tahsis edilmesi ile ilgili işlemleri düzenleyen yaptırımları büyük ölçüde iptal etmiştir. Böylece, başta golf tesisleri olmak üzere çok sayıda turizm yatırımı amaçlı “orman” arazisi” tahsis işlemi de durdurulmuştu. Ne var ki, siyasal iktidar, en son 2008 yılında çıkardığı 5761 sayılı “ Turizmi Teşvik Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ”la 2634 sayılı yasanın A, C ve D bendlerini yeniden düzenlemiştir.

Bu düzenlemeyle; turizm yatırımlarına tahsis edilecek “devlet ormanı“ sayılan yerlerde;
Turizme tahsis edilecek alan, il genelindeki toplam orman sayılan yerlerin binde 5'ini geçememesi.
Yapılaşmaya esas inşaat hakkının 0.30'u aşamaması,
Turizm yatırımı için tahsis edilen orman alanının üç katı kadar alanın ağaçlandırma bedeli ve ağaçlandırılan bu alanın üç yıllık bakım bedelinin, yatırımcı tarafından Orman Genel Müdürlüğü hesabına, doğrudan belirtilen ağaçlandırma ve bakım işlerinde kullanılmak şartıyla gelir olarak kaydedilmesi
sağlanmıştır. Böylece 1982 yılından bu yana yapılan uygulamanın hem kapsamı genişletilmiş hem de uygulanması kolaylaştırılmıştır: Bu düzenleme; ülke genelinde, “orman” sayılan toplam 1,1 milyon dönüm alanın turizm yatırımları için yerli ve yancı sermayeye tahsis edilebilmesine ve bu alanlardaki orman ekosistemi varlığının da % 30'unun yapılaşma yoluyla yok edilebilmesine, başka bir söyleyişle ormanlarımızın azalmasına yol açabilecektir.

Madencilik:

“Orman” sayılan yerlerin madencilik yatırımlarına tahsis edilebilmesi de iki yasal düzenlemeyle yapılagelmektedir:
6831 Sayılı Yasanın 16. Maddesi:
6831 sayılı Orman Kanunu'nun 16. maddesinin ilk fıkrası 2004 yılında çıkarılan 5177 sayılı yasayla; “ Devlet ormanları hudutları içerisinde maden aranması ve işletilmesi, Maden Kanununun 7 nci maddesinde belirtilen şartlara uyularak, ruhsat grubu gözetilmeksizin yapılır. Orman hudutları içinde alınan muvafakat süresi, temdit dahil işletme ruhsat süresi sonuna kadar devam eder. Ayrıca madencilik faaliyetleri için zorunlu; tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerine fon bedelleri hariç olmak üzere orman mevzuatı hükümlerine göre bedeli alınarak izin verilir. ” biçiminde değiştirilmiştir. Aynı düzenlemeyle maddeye bir de; “ Madencilik faaliyetlerinin ve faaliyetlerle ilgili her türlü yer, yol, bina ile tesislerin hükmi şahsiyeti haiz amme müesseselerine ait ormanlarda veya özel ormanlarda yapılmak istenmesi halinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir. ” fıkrası eklenmiştir.

22 Mart 2007 tarihinde ise bu değişikliğin yaşama geçirilmesini düzenleyen " Orman Sayılan Alanlarda Verilecek İzinler Hakkında Yönetmelik " yürürlüğe konulmuştur. Ne var ki, bu Yönetmelikle Yasada sözü edilmeyen petrol arama ve işletme, define Arama, a rkeolojik kazı yapma izinleri de verilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse, bu düzenlemeler kapsamında başta madencilik olmak üzere çeşitli etkinliklerin orman ekosistemlerine olası olumsuz etkilerinin belirlenmesi ve önlenmesine yönelik gerektiğince etkili olabilecek hemen hemen hiçbir yaptırıma yer verilmemiş; ağırlıkla bu türden izinler karşısında alınacak bedellerin belirlenmesine yönelik işlemlere açıklık getirilmiştir. Öyle ki, bu iş ve işlemlerin, serbest çalışan orman mühendislerine ya da özel orman mühendisliği bürolarına yaptırılması da olanaklı kılınmıştır..

3213 sayılı Maden Kanunu:
3213 sayılı Maden Kanunu'nda en son 2004 yılında çıkarılan 5177 sayılı yasayla 3213 sayılı Maden Kanunu 'nda yapılan değişikliklerle “orman” sayılan alanlarda madencilik yapılması daha da kolaylaştırılmıştır.
• Yasanın 7. maddesiyle “ orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, tarım arazileri, meralar, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölge ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askeri yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda>> madencilik çalışmaları yapılabilmesi sağlanmıştır. Öyle ki, madencilik faaliyetleri, ancak, çevre ve insan sağlığına zarar verdiği saptandıktan sonra, o da gerekli önlemler alınıncaya değin durdurulabilecektir. Ek olarak, maden arama faaliyetleri için herhangi bir izin de alınmayabilecektir.

• Değişikliğin 31. maddesiyle, 4122 sayılı Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu uyarınca ağaçlandırılmış sahalara “ ormansız saha” statüsünün uygulanması; 32. maddesiyle de madencilik çalışmalarının gerektireceği tesis, yol, enerji, su, haberleşme ve alt yapı tesislerinden devlet ormanlarında yapılabilmesi kolaylaştırılmış; bu gibi alt yapı yatırımları için verilecek izinlerden alınması gereken fon bedellerin alınmaması sağlanmış; Geçici 4. maddesiyle de, jeotermal kaynaklar ile mineralli suların işletilmesi ve değerlendirilmesi için gerekli tesislere arazi tahsis edilmesi olanaklı kılınmıştır.

• Anayasa Mahkemesi bu değişikliği 15 Ocak 2009 tarihinde iptal etmiştir. Danıştay 8. Dairesi de 24 Mayıs 2005 tarihli Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'nin kimi maddelerinin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Siyasal iktidar ise bu kez Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği'ni 19 Ağustos 2009 tarihinde yeniden düzenlemiştir. TMMOB Çevre Mühendisleri ve TMMOB Peyzaj Mimarları Odası, Ekoloji Kolektif Derneği ile Türkiye Ormancılar Derneği'nin açtığı dava sonucu 1 6 Kasım 2009 tarihinde Danıştay 8. Dairesi tarafından; “… yapılan değişikliğin yargı kararlarını bertaraf etme amacına yönelik olduğu …'' gerekçesiyle bu düzenlemenin yürütülmesi durdurulmuştur. Orman Genel Müdürlüğü de 23 Aralık 2009 tarihinde ilgili birimlerine gönderdiği yazılı emirle orman alanlarında yeni madencilik izinlerini durdurmuştur.
Ancak, siyasal iktidar Maden Kanunu'nda 2010 yılında çıkardığı 5995 sayılı yasayla yeni bir düzenleme yapmıştır. Bu düzenlemeyle; 3313 sayılı Maden Kanunu'nun 7. maddesinde;
Devlet ormanları içinde yapılacak maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için zorunlu ve ruhsat süresine bağlı olarak yapılan geçici tesislere 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerine göre izin verilir.
Yaban hayatı koruma ve geliştirme sahalarında maden arama ve işletme faaliyetleri ile bu faaliyetler için gerekli geçici tesislere çevresel etki değerlendirme raporunda belirlenen esaslar dahilinde izin verilir. Alınan izinler, temditler dahil ruhsat hukuku sonuna kadar devam eder .”
yaptırımına yer verilmiştir.

683l sayılı yasanın 16, 18 ve 115. maddeleriyle özel kişi ve kuruluşlarının devlete ormanlarının yeraltı ve yerüstü varlıklarından yararlanmaları için izinler verilmekte ve irtifak hakları tesis edilmektedir.

Öte yandan, 2010 yılında çıkarılan 6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü'nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 28. maddesinin 2. bendinde de;
“Karayolu güzergâh planları uyarınca, Devlet ormanları ile milli parklar kapsamındaki alanlarda, durumu ve sınıfına bakılmaksızın 25/2/1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanunu kapsamındaki alanlarda, Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde, 3213 sayılı Kanun kapsamındaki yapı ve inşaat ham maddelerinin üretimine yönelik olarak gerekli olan sahalarda, karayolu sınır çizgisi içinde kalan ve karayolunun yapım, bakım ve onarım işlemleri için gerekli olan alanlar ile ham madde üretim izin alanları ve tesis alanları için ilgili mevzuatına göre alınması gereken izin ve işlemler Genel Müdürlüğün müracaatından itibaren, ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından altmış gün içinde sonuçlandırılır.”
yaptırımına yer verilmiştir. Madde, “devlet ormanı” sayılan alanların yanı sıra milli park ve mera olarak ayrılmış alanlarda yapılacak yol yatırımları için hiçbir sınırlama ve koşul getirilmemiştir. Böylece bu alanların her yerinde hem her türlü yol hem de bu alanların “hammadde” üretimi yapılabilmesi olanaklı kılınmıştır.

Kısacası; TMMOB Orman Mühendisleri Odası'nın da saptamalarına göre, 62 değişik yatırım projesi için yaklaşık 40 bin kişi ve kuruluşa, yine yaklaşık olarak, 155 milyon dönüm genişliğinde orman alanı tahsis edilmiştir. Bunların arasında, toplam 54 milyon m 2 , yani, 54 bin dönüm orman arazisi tahsis edilen, 8'i vakıf üniversitesi olmak üzere, toplam 36 üniversite de bulunmaktadır.

Ormancılık çalışmaları ve hizmetleri özelleştiriliyor…

Anayasanın 169. maddesine göre “ Devlet ormanları kanuna göre devletçe yönetilir ve işletilir. ” Ancak, 1980'lerin ikinci yarısından sonra devlet ormanlarının yönetilmesi ve işletilmesine yönelik çok sayıda iş ve işlem özelleştirilmiştir: Bu süreç, 1987 yılında 683l sayılı yasanın 6. maddesi değiştirilerek; " devlet ormanlarına ve devlet ormanı sayılan yerlere ait her çeşit işlerin " Orman Genel Müdürlüğü tarafından başkalarına yaptırılabilmesi olanaklı kılınmasıyla başlatılmıştır. Bu süreçte, başta ağaçlandırma çalışmaları için toprak hazırlığı ve kısmen de ağaçlandırma olmak üzere orman yönetim planlarının yapımı, orman sınırlandırma vb çalışmaların özel kişi ve kuruluşlara yaptırılması uygulamaları yaygınlaştırılmış; orman ürünlerinin hasadı çalışmalarının da müteahhitlere yaptırılması için “ dikili satış ” uygulamalarına geçilmiştir. Öyle ki, milli park ve tabiat parkı gibi koruma ağırlıklı ormancılık hizmetleri de giriş kapısı, kafeterya, lokanta işletmeciliğine indirgenerek özelleştirilebilmiştir. En son 2006'da yürürlüğe konulan 5531 sayılı “Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun ”unu da çıkarılarak temel ormancılık çalışmalarının özelleştirilmesi için gerekli alt yapı büyük ölçüde pekiştirilmiştir.

Bu alandaki özelleştirmeci uygulamaların başlıcaları aşağıda örneklenmiştir:

Ağaçlandırma Çalışmaları:
Türkiye'de ağaçlandırma çalışmaları, ağırlıkla, Çevre ve Orman Bakanlığı'nın Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü ile Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılmaktadır. 1980'li yılların başında gündeme gelen düzenlemelerle, önceleri, ağaçlandırma yapılacak arazinin uygun duruma getirilmesi (diri örtü temizliği, toprak işleme, dikenli telle çevirme vb) çalışmaları özel kişi ve kuruluşlara ihale yoluyla yaptırılmıştır. Ancak, uygulamalar, 1998 yılından bu yana ağırlıkla “ sari ihale ” yöntemiyle yapılmaktadır. Bu yöntemle, uygulamalar, ağaçlandırılacak arazinin hazırlanmasının yanı sıra fidan dikimi ve dikim yapılan yerlerin da belirli bir süre bakımı ve korunmasını da kapsamıştır.

Planlama:
Orman yönetim (amenajman) planlarının özel kişi ve kuruluşlara yaptırılması ise, ormancılık kesimindeki özelleştirmeci uygulamalarının görece olarak en özgün boyutunu oluşturmaktadır: Orman ekosistemlerinin “orman amenajman planı” olarak adlandırılan planlarla yönetilmesi ülkemizde yasal bir zorunluluktur. “Orman” sayılan alanlarda yapılacak çalışmaların yerini, zamanını, niteliğini ve yoğunluğunu belirleyen bu planlar, ormancılık uygulamalarının, deyiş yerindeyse anayasası sayılmaktadır. 1980'li yıllara değin Orman Genel Müdürlüğü'nün yarı özerk sayılabilecek birimleri tarafından hazırlanan bu planlar, 1980'li yıllardan bu yana özel kişi ve kuruluşlar tarafından yapılabilmekteydi. Ancak, özel kişi ve kuruluşlar tarafından hazırlanan planlar da Orman Genel Müdürlüğü'nün ilgili birimleri tarafından denetlenmekteydi. Böyle iken, tümüyle yeniden düzenlenerek 5 Şubat 2008 tarihinde yürürlüğe konulan Orman Amenajman Yönetmeliği 'nin 4. maddesinin “e” bendinde;
“Arazide yapılan envanter çalışmaları ile planların yapılması aşamaları amenajman denetim başmühendislerince denetlenir. Bu işler gerektiğinde 5531 sayılı Orman Mühendisliği, Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği Hakkında Kanun hükümlerine göre serbest yeminli meslek mensuplarına da yaptırılabilir .”
yaptırımına yer verilmiştir. Böylece; söz konusu planların hazırlanmasının yanı sıra plan hazırlama sürecinin yaşamsal öneme sahip çeşitli envanter çalışmaları ile anılan planların hazırlanması ile ilgili iş ve işlemlerin özel kişi ve kuruluşlar tarafından denetlenebilmesi de olanaklı kılınmıştır.

Orman Ürünü Hasat Çalışmaları:
Orman Genel Müdürlüğü'nün 12 Eylül 1996 tarihinde çıkardığı 5038 sayılı Tamimle dikili durumdaki ağaçların kesme, sürütme, yükleme ve taşıma işleri “alıcılar” tarafından karşılanmak üzere vadeli açık artırmalı satış yoluyla satılması uygulaması gündeme getirilmiştir. Tamim, dikili ağaç satışlarının hem tahsisli hem de vadeli açık artırmalı olarak yapılması ile ilgili iş ve işlemleri düzenlemektedir. Tamime göre, açık artırmalı dikili ağaç satışlarından yararlanan kişiler ve kooperatifler 6831 sayılı yasanın 34. maddesiyle sağlanan “haklardan” yararlandırılmayacaktır. Ayrıca, uygulamalar sırasında kooperatif ve köylülerin iş güçlerinin yeterli bulunmadığı, işe ilgi göstermedikleri, aşırı fiyat istedikleri, işin dağıtımı ve yapılması ile ilgili konularda “çözülmesi olanaksız” sorunlar çıkardıkları yerlere öncelik verilecektir. Öteki yerlerde ise, kooperatif yetkilileri ve orman köylüleri ile ön görüşme yapılarak olurları alınacaktır. Böylece, temel ormancılık iş ve işlemlerinden birisi olan orman ürünü hasadı ve piyasaya sunulmasıyla ilgili iş ve işlemler tümüyle özelleştirilmiş olmaktadır. Tamimin ekinde verilen ve uygulamaların ihale işlemlerin çalışmaların teknik gerekleri ile işi üstlenenlerin yükümlülüklerini ayrıntılı olarak düzenleyen şartnamelere göre,
• devlet orman işletmelerinden dikili ağaç satın alanlar “alıcı”, çalıştıracakları kişiler de “işçi” olarak sayılmaktadır,
• yerli ve yabancı her kişi ve kuruluş açık artırmalı dikili ağaç ihalelerine katılabilecektir,
• işlerin gerektirdiği her türlü kesim, sürütme ve taşıma araç ve gereçleri ile malzemeler “alıcı” tarafından karşılanacaktır,
• işlendirecekleri “işçilerin” çevrelerindeki ormanlara, bina ve tesislere verebilecekleri zararlardan “alıcılar” sorumlu olacaktır,
• “alıcılar”, bu alım satımdan doğan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 4857 sayılı İş Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunlarının getirdiği yükümlülükler ile her türlü iş kazası ve vergi mevzuatından doğacak yükümlülüklerden sorumlu tutulacaktır,
• “alıcı” devlet orman işletmelerinin çalışmasını sakıncalı gördükleri kişileri işe almayacak, almış olduklarını da işten çıkaracaktır,
• “alıcı” kesim, sürütme, yükleme ve taşıma işlerinde çalıştırdığı işçilerin ücretlerini ödemediğinde devlet orman işletmeleri alıcının hasat edip taşıma yerine getirdiği ürününe el koyabilecek ve açık artırmayla satarak ödemeleri yapabilecektir,
• “alıcı”, istediği boyutta ürün hasadı yapabilecek ve istediği yerde, istediği kişilere, istediği fiyatla ve yolla satabilecektir.
Öte yandan; orman yol ağı planlama çalışmalarını özel kişilere yaptırılabilmesi; ormanlar, koruma altına alınmış alanlar ile, orman gençleştirme ve ağaçlandırma yerlerinin korunması işinin “ hizmet-iş protokolü ” olarak adlandırılan bağıtlanmalarla köy tüzel kişiliklerine devredilmesi, onu aşkın araştırma kuruluşunun varlığına ve bu kuruluşlarda onlarca teknik personelin işlendirilmiş olmasına karşın, özellikle dış kaynaklı araştırma çalışmalarını danışmanlık ” hizmeti adı altında, çoğunluğu öğretim üyesi özel kişilere yaptırılması b u bağlamda sayılabilecek uygulamalardır .

***
SONUÇ OLARAK…
1980'li yılların başında gündeme gelen ve giderek neredeyse tüm ülkeleri de kapsayan “ yeni liberal ” ekonomik ve toplumsal politikaların “ kamusal ” olanın her alanda daraltılması ve azaltılması; bu kapsamda da devletin “ küçültülmesi ”; devlet varlıklarının elden çıkarılması; devletçi, halkçı düzenlemelerin olabildiğince etkisizleştirilmesine yönelik olduğu bilinmektedir. Bilinen bir başka gerçeklik de, bu politikaların büyük ölçüde “ başarılı ” olduğudur. Söz konusu politikalar, öylesine “ başarılı ” olmuştur ki, neredeyse yepyeni bir kamu çalışanı kültürü yaratabilmiştir. Öyle ki, artık devletçi, ulusalcı, kalkınmacı, kamucu, halkçı tutum ve davranış içinde olmak, yaygın söylemle “ dinazorluk ” olarak nitelendirilir, dahası, olumsuzlanır olmuştur. Oysa bilindiği gibi, yaşamın hemen hemen her alanında baskıcı, keyfi uygulamalara teslimiyet, kamuya zarar verebilecek gelişmelere karşısında ilgisizlik, duyarsızlık, “ bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın ”, “ benden sonrası tufan vb deyimlerle tanımlanabilecek tutum ve davranışlar, bencillikler ve sorumsuzluklar ahlâk değerleridir; dolayısıyla da olumlanabilir ve/veya olumsuzlanabilir. 1980 sonrasında kamu çalışanlarının çoğunluğu bu türden tutum ve davranışlara kolaylıkla teslim olmuştur. “ Ormancı ” çalışanların da çoğunluğu, son yirmi yirmibeş yıldır her alanda “ kraldan çok kralcı ” bir tutum ve davranış içinde olmuştur; üstelik bu tutum ve davranışlarını da yine son derece özgün biçimde gerekçelendirebilmiş ve sergileyebilmiştir. Öyle ki, milliyetçi, Atatürkçü, liberal, sosyal demokrat, demokratik solcu ya da sosyalist görünümlü “ ormancı ” çalışanların çoğunluğu bu yönden de farklı sayılabilecek bir tutum sergilememiştir.

Açıktır ki, “ ormancı ” çalışanların, özellikle de teknokrat kesiminin temel işlevi, sorumluluklarına bırakılmış “ devlet ormanı ” sayılan yerlerin her türlü olumsuzluğa karşı korunması ve toplumun ormanlardan sağlanabilecek ürün ve hizmetlere yönelik gereksinmesinin yine gerektiğince karşılanmasına yönelik teknik ve ekonomik iş ve işlemleri tasarlamak, planlamak ve uygulamaktır. “ Ormancı ” çalışanların çoğunluğu da, en azından kuramsal olarak bu ger çeğin bilincinde olmuş, bu nedenle de, uzunca sayılabilecek bir dönem, bu doğrultuda çaba göstermiştir. Ancak, 1980'den sonra, özellikle “ işletmeci “ormancı” çalışanların mesleksel kültürel ve davranış özellikleri büyük ölçüde değişmiştir.

Sözgelimi;
• devlet ormancılığı düzeninde işlendiriliyor olmalarına karşın devletçi ve kamucu yaklaşımları artık büyük ölçüde terk etmiş; yapmaya çalıştıkları iş ve işlemlerin, dahası üstlendikleri sorumlulukların çoğunluğunun özel kişi ve kuruluşlara devredilmesini savunmaya, kimileri de emekliliklerinden sonra bu iş ve işlemleri üstlenmeye başlamıştır;
• “ yeni liberal ” olarak nitelendirilen ekonomik ve toplumsal politikaları amaçlarını, yol açabileceği ekonomik ve toplumsal gelişmeleri hemen hemen hiçbir biçimde sorgulamadan desteklemiştir;
• “ katılımcılık ”, “ sivil toplum kuruluşları ”, “ sosyal ormancılık ”, “ agro-forestry ”, “ sürdürülebilir ormancılık ” gibi aktarma, moda, popüler söylemleri benimsemiş, fırsat bulduklarında da bu söylemlerin yaşama geçirmeye çalışmış ve/veya destek olmuştur;
• “ doğaya dayalı ormancılık ”, “ devlet ormancılığından millet ormancılığına geçiş vb anlamlılıkları ve gerçekçilikleri, en azından Türkiye özelinde tartışılabilir serüvenlere kalkışmıştır;

“Ormancı ” çalışanların siyasal kültür ve davranışlarındaki bu türden değişmeler, dünyadaki ve ülkemizdeki değişme ve gelişmelerle koşutluk içindedir. “ Ormancı ” çalışanlar özelinde özgün olan ise, başa özelleştirmecilik olmak üzere bu yönelimlerin çoğunluğunun herhangi bir dışsal baskıdan kaynaklanmamış olmasıdır. Gerçekten de, bu eğilim içinde olan “ormancı” çalışanların çoğunluğu, söz konusu değişmeler sırasında özelleştirmeci düzenleme ve uygulamaları tasarlamış ve planlamış, Anayasanın ve kısmen de yasaların elverdiğince yaşama geçirme çabası içinde olmuş, Anayasaya ve yasalara aykırı düzenleme ve uygulamaların ise çoğunluğu ilgili mahkemeler tarafından yürütülmesi durdurulmuş ve/veya iptal edilmiştir.

Açıktır ki, ormancılık kesimindeki özelleştirmelerin ve yol açtığı gelişmelerin çok yönlü olarak irdelemesi gerekmektedir ve bu gerek de, ormancı teknokrat, bürokrat ve araştırmacılardan çok siyaset ve toplumbilimcilerin doğru yöntem ve eksiksiz bilgilerle yapacakları çözümlemelerle yeterince yerine getirilebilir.

Yücel ÇAĞLAR

Yücel Çağlar Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 07:05.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024