agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Anket Sonuçlarını Göster: GDO'lu besinler tüketmek ister misiniz?
GDO'suz olduğunu bilmek istiyorum 243 98.38%
Binde dokuza kadar GDO'lu içerik benim için sakıncasızdır 2 0.81%
Benim için olmuş, olmamış farketmez 2 0.81%
Oy Verenler: 247. Bu ankete oy veremezsiniz

Beğeni Düzeni200Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 01-11-2013, 17:16   #421
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Sn. pria,

Yine üzülerek, metodoloji konusunda hata yaptığınızı söylemek zorundayım.

Bahsettiğiniz makaleden çok önce alınan gıdalara ait RNA ve DNA parçalarının insanların kanına geçtiği çeşitli deneylerle gösterilmiştir. Bu yeni veya bilinmeyen bir bilgi değil. Ancak, böyle bir bilgi şöyle bir sonuç doğurmaz:

Alınan gıdaların RNA parçaları kanımıza karışır---> Bu parçalar gidip çeşitli hücrelerin DNA'sı ile birleşir ---> Değişen DNA'lı hücreler Otizme yol açar! ---> Bu mekanizma sadece GDO'lı gıdalarda görülür!

Bahsettiğiniz mekanizma aldığınız her türlü gıda için söz konusudur. Hatta siz hiç gıda almayıp saf protein, yağ ve karbonhidratla beslenseniz dahi çevresel nedenler (ısı, ışık, radyasyon gibi) hücrelerinizin DNA'larında bozulmalara yol açar. Hatta bu nedenleri de ortadan kaldırsak bile, basit hücre bölünmeleri sırasında dahi kopyalama hataları olur. (Fotokopide kopyaların gittikçe kötüleşmesi gibi)

Kanser gibi hastalıkların en önemli nedeni de budur.

Ancak, özel bir durum olarak "otizm" gibi hastalıklar bu mekanizmayla açıklanamaz. Şöyle ki;
- Otizm 0-3 yaş aralığında ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu dönemde bebekler genellikle anne sütüyle veya son derece titizlikle hazırlanmış mamalarla beslenir. Yani beslenmenin bu yaş aralığında etkisinin olması oldukça düşük olasılıktır.
- Otizmde beyinde yapısal değişiklikler olması muhtemeldir. Bunlar doğumdan sonra beslenmeden ziyade, doğum öncesi, hatta ana-babaya ilişkin faktörlere bağlıdır. Ha, burada ana-babanın beslenmesi bir faktör olabilir. Ama bunu tespit etmek de oldukça zordur.

Otizm gibi hastalıklarda, genel olarak mekanizma "genetik yatkınlık olması, ancak çevresel etkenlerle rahatsızlığın tetiklenmesi" gibi tarif edilebilir. Bunun doğru bir açıklama olabileceğine dair en önemli bulgu, bazı çevresel düzenlemelerle (örneğin evde TV izlenmesinin yasaklanması, sosyal ilişkilerin arttırılması, özel eğitim verilmesi gibi) otizmin büyük ölçüde düzeltilebilmesidir.

Yine güzel bir örnek olarak, otizmin GIDA ile ilişkisine dair yapılan çalışmalar ne yazık ki uygulanan ÖZEL diyetlerle doğru doğru dürüst iyileşme sağlanamadığını göstermektedir.

******************

Diğer yazdığınız beslenme ile sağlık ilişkisine dair yazınıza da bazı itirazlarım ve katıldığım yerleri var.

Öncelikle fruktoz bir meyve şekeridir ve pek çok doğal gıdayla birlikte alınır. Yani yapay bir şey değil. Diğer taraftan, sanayiciler şeker olarak fruktozdan ziyade ticari açıdan elverişli maltodekstrin gibi ürünleri kullanırlar.

Ben de sizin gibi, yapay gıdalarda çok miktarda tatlandırıcı kullanılmasına karşıyım. Ama bunlar "doğal olmadığı için" değil, gereksiz ve aşırı kalori içerdiği için karşıyım. Bir bardak kolanın ne kadar şeker içerdiğine bakarsanız hayretler içerisinde kalırsınız. Kullanılan şekerin tipi ne olursa olsun, bu çok aşırı miktarda ve doğal olmayan enerji girdisidir. İnsan bedeni bu tür aşırılıklara yanıt verecek şekilde evrimleşmemiştir.

Bence asıl sorun buradadır.

Yani, beslenmenin sağlıklı bir yaşamda tartışılmaz bir önemi olduğu bir gerçek. Ama bunu sadece tukaka ilan edilen bazı moleküllere bağlamak yeterli değil. Sadece doğal gıdalarla bile beslenseniz sağlıklı bir beslenme anlamı taşımaz. Nitekim köylerde yaşayıp obesite sorunu olan çok miktarda insan mevcuttur.

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-11-2013, 17:32   #422
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Amerika'da kurulu, Guvenilir (bir baska ifadeyle GDO'suz) Tohum Sozlesmesi (Safe Seed Pledge)'ni imzalamis kucuk olcekli bir geleneksel tohum sirketinin sahibi olarak birkac noktaya deginmek isterim:

1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret. Turkiye icin konusalim. Ciftciye gerekli egitim verilmiyor; cogu da kendini gelistirmek icin caba sarfetmiyor, okumuyor, arastirmiyor, organik tarim tekniklerini bilmiyor. Kendisine organik tarimin cok masrafli oldugunu soyleyen ziraat muhendisleri olunca buna inanagelmis, bu durum devam ediyor.

Ornekleyecek olursak, tuta kelebegiyle nasil mucadele edilecegi, kurutma disinda tohum hasat yontemleri oldugu, yosun, sivi balik gubresi, yararli mikroorganizmalar gibi urunlerin fonksiyonlari ve faydalarinin ne oldugu gibi konular cogu ciftci tarafindan hala bilinmiyor. Domateslerde capraz tozlasma olmayacagini dusunen muhendisler, yetistiriciler var.

Kokleri yuzlerce, binlerce yila dayanan, insanligin hafizasinda ve tarihinde yer etmis, zamaninin otesinde o kadar cesitli ve hayran kalinasi yontemler var ki, bunlarin bircogunun kullandigi malzemeler Ingilizce tabirle "a little goes a long way" yani "azicigi uzun sure kullanim icin yeter" bilgisiyle uygulanir.

Hersey bir yana, organik tarimda esas olan, ureticinin kendi tohumunu sonraki mevsimde ekmek icin hasat etmesidir. Tek basina bu bile masraftan dusecek. GDO'lu ya da GDO'suz tohum almaniza gerek kalmamis, kaynak bagimliliginiz ortadan kalkmis oluyor.

2) Gectigimiz bir iki sene icinde GDO'lu misirlarla capraz tozlasmadan dolayi Amerika'nin cok eski geleneksel misir tohumlarindan birkac tanesi kontaminasyona ugradi. Eger bu misirlarin yuksek miktarlarda organik uretimini yapan gorece buyuk olcekli bir geleneksel tohum sirketiyseniz (ki boyle sirketler vardir) ve uretim alaninizin yakinindaki (kilometrelerce mesafeden bahsediyorum) ciftlikte GDO'lu misir uretimi yapiliyorsa, uretimi hemen durdurmalisiniz. Tohumu kaybetmektense, katalogunuzdan cikarin daha iyi.

Beraberinde getirdigi butun saglik sorunlarini bir kenara birakarak sormak isterim: GDO'lu tohumlarin insanlik icin faydali oldugunu iddia edenler, geleneksel, insanlik tarihi ve hafizasiyla ozdeslesmis tohumlarin kaybolmasina yol acmasina ne derler?

3) Bir yiyecek paketinin ustunde GDO etiketinin konulmasinda ne gibi bir sakinca var? Belki ozellikle GDO'lu olanindan alacagim ve bunu bilmek istiyorum. Bu hakkim neden elimden aliniyor, bunu da bilmek istiyorum.

Amerika'da bu konunun karsisinda guclu bir sivil toplum olusmustur, guclenmeye devam etmektedir. Bu sivil toplum, paketlerin etiketlenmesi konusunda, milyonlarca dolar harcanarak finanse edilen karsi propagandaya karsin Kaliforniya'da %50'ye yakin bir oyla gorusunu belli etti. Simdi, Washington'da neler olacagini gorecegiz. Washington icin Yes on 522: The campaign to label genetically engineered foods in Washington state adresini takip edebilirsiniz.

4) "Ne yani, Amerika kendi halkina zararli olan birseyi mi istiyor?" sorusu kurnazliktan ibaret. Devlet politikasindan ziyade belli devlet kurumlarinin icinde GDO sirketlerinin lobi faaliyetleri sonucu olarak, karar alma mevkilerinde gorev yapan kisiler var.

Bunun yaninda, Amerika'da anayasal haklar tahmin edemeyeceginiz kadar onemlidir. Bizdeki gibi ileri demokrasi kurallari islemez. Yani bir sirketin fabrikasini, uretim/yonetim merkezini vs maliye mufettisleriyle kafaniza gore basamayacaginiz gibi, ister GDO'lu tohum ureten sirket olsun, ister sade vatandas olsun, kimsenin anayasal haklarina aykiri sekilde politikalar izleyemezsiniz. Kararlar yuksek ve yerel mahkemeler yoluyla, halk oylamalariyla verilir. Parasi olanin propaganda faaliyeti bakimindan bana gore haksiz bir avantaj sagladigi dogru ama bircok eyalette giderek artan, yoredeki ciftliklerin urunlerini alma, ciftlik yoksa organik urun satan yerlerden yararlanma, yiyebileceginden cok daha fazlasini almak yerine mutfak masrafini azaltacak sekilde yetecek kadar ve saglikli tuketme anlayisinin giderek yayilmakta ve guclenmekte oldugunu da belirteyim.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 01:00   #423
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret.
Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 03:25   #424
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Her isin masrafi vardir; para ve emek harcayacaksiniz ki para kazanabilesiniz ve urunu tuketeni de memnun edebilesiniz. GDO'lu ve kimyasalli tarimi parlatip motive etmek adina organik tarimin cok pahali oldugu icin yapilmamasi gerektigini soyleyenler yalan soyluyor diyorum. Organik tarim, muthis bir geri donusum hikayesidir aslinda. Balikci haline gidersiniz, balikcilarin cope atacaklari balik artiklarini (ciftlik degil deniz baligi olacak) istersiniz, alir topraga gomer ekim sezonuna kadar topraktaki nutrientleri ve diger mineralleri guclendirir, gozle gorulecek farklar yaratacak sonuclar alirsiniz. Ayni seyi kahve satan dukkanlara gidip kahve artiklarini toplayarak da yapabilirsiniz. Hayvanlariniz varsa, diskilarini dinlendirir gubre yaparsiniz. Azot fiksleyen alfalfa, bakla gibi bitkileri topragi guclendirmek icin ekersiniz, bitkiler hasada gelmeden yeniden buyumeleri icin koke yakin bolgeden kesip saplarini daha sonra topraga eklemek uzere kompost yapmak icin kullanirsiniz. Domatesin yanina sarimsak ekersiniz, domatese bocekler dadanmaz. Bu liste uzar da uzar. Sonucta, bu tip uygulamalarla uretim masrafinizi dusurur, tuketiciye de ona gore maliyet cikarirsiniz.

Organik urunu yerel ureticiden almalisiniz. Buyuk marketlerden alacaginizdan cok daha ucuza edinebileceginize eminim. Bugun artik CSA (Community Supported Agriculture) yani Toplum Destekli Tarim giderek yayginlasiyor. Gidiyorsunuz organik ciftlige uye oluyorsunuz, her hafta mevsimine gore uretimde ne varsa, aidatiniz karsiligi yiyorsunuz. En onemlisi, yediginiz seyi nerde hangi sartlarda yetistirildigini bilerek ve tadina vararak yiyorsunuz. Su anda bile bu tip uygulamalarla tuketicinin odedigi paralar, icine bir suru kimyasal basilmis meyve/sebzelere kiyasla son derece makuldur. TDT'lerin yayginlasmasiyla, maliyetler daha da dusecektir. Sivil toplum da saglikli besinleri tuketmek adina talep edecek ki, bu dusus daha cabuk gerceklessin.

Geleneksel cesitlerin urun kalitesiyle ilgili gorusunuz tamamen yanlis. Geleneksel tohumlar, ozellikle halkin hafizasinda yer etmis, gastronomik acidan begenisini kazanmis, lezzetinden ve kalitesinden dolayi nesiller boyu uretilegelen tohumlardir. Bu tohumlar zaten kimisi yuzyillardir kimisi on yillardir, basta koyluler ve ciftciler olan ureticileri tarafindan islah edilerek geliyor. Koylu bu sene urun aliyor, tohumu en saglikli bitkinin en lezzetli ve kaliteli meyvesinden hasat edip onumuzdeki sene onu ekiyor ve devinim hic bitmiyor. Sizce, koylunun agzinin tadi sizinkinden cok daha kotu mu ki, o tohumlari saklayip soylarini devam ettiriyor? Geleneksel Turk Mutfagi diyoruz, degil mi? Dunyanin sayili mutfaklarindan... Mutfagin bu kadar guclu olmasinin nedeni sadece tarifler mi, yoksa o tariflerin ortaya cikarildigi eski zamanlarda kullanilan malzemelerin kalitesi ve lezzetinin tariflerin taa o zamanlarda olumsuzlesmesinde bir katkisi var midir? Ayas Domatesi, Adapazari Kabagi, Maras Biberi, Aydin Patlicani, Kirkagac Kavunu, Cengelkoy Hiyari, Marmara'ya gocmenler eliyle getirilen pembe Bulgar domatesleri gibi geleneksel cesitlerden hic yemediyseniz, hibrit cesitleri sevmeye devam edebilirsiniz

Hibrit tohum ocu de degil, hibrit tohumlari kullanarak da organik tarim yapilabilir bunu da soyleyeyim. Cok kaliteli ve lezzetli hibrit cesitler var ama iste hikaye siz hasadi tamamladiktan sonra bitiyor. Urettiginiz meyveden tohumu cikarip sonraki sene yeniden ektiginizde %100 ayni kalite ve lezzette urun almaniz mumkun degil; tohum kaynagina surekli bagimli durumdasiniz, her sene yeniden tohum almaniz gerek. Geleneksel tohumda ise boyle bir sorun yok; lezzet, herhangi bir fizyolojik veya dis etmen olmadigi surece (ki bu etmenler hibrit cesitlerin lezzeti icin de gecerlidir) duraylidir. Tohum kaynagina gidip tekrar para vermenize de gerek yok. Ne guzel, degil mi? Ticari tohum sirketinden aldiysaniz, tohuma bir kere para oduyorsunuz, sonra hep kendi tohumunuzu kendiniz uretebiliyorsunuz.

Bunlarin disinda, organik tarimin yegane secenek olarak kalabilecegini dusunmem icin organik tarimin su anda yegane secenek olmasi lazim Boyle birsey 30-40 yildir yok zaten. Insanlar, simdilerde organik tarimin onemini yeniden farkettikleri icin o tarafa dogru donus yapiyorlar. Yani, organik tarim, seceneklerden biri ve bence en onemlisi olarak, tipki insanligin gecmisinde oldugu gibi geri geliyor.

Misirdan bahsetmissiniz... Cok kaliteli ve lezzetli misir tohumlari, GDO'lu tohumlarin kontaminasyonuna karsin piyasada hala mevcut. Bu forumda cok faydali basliklar ve size yardimci olabilecek cok sayida insan var. Mutlaka danisip, yetistirirken nelere dikkat etmeniz gerektigi konusunda bilgi alin derim.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster
Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?

xenkebikec ve MeTePe beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 10:34   #425
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 10:42   #426
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Sayın MeTePe,

Organik olsun olmasın, ürünlerin büyük kentlerdeki yüksek fiyatlı oluşunun ana nedeni aracılardır.
Tekirdağ/Şarköy'de kilosu 1 lira bile olmayan Kardinal üzüm nasıl olup ta market raflarında 3.5-4 liraya fırlıyor?
Köylünün tarlasından 40 kuruşa alınan ıspanak market rafında niye 3.5 lira olabiliyor?
Bunlara kafa yormak gerek..
Köylüden 1.3 liraya alınan baldo pirinç markette niye 6-6.5 lira oluyor?

Üreticinin cebine biraz daha katkı yapabilecek bir dağıtım ve pazarlama örgütlenmesi yapılabilse, inanın çiftçi daha bir şevkle üretir ve dolayısıyla tüketici de daha ucuza tüketme olanağı bulunur..
Sistemi sorgulamak lazım..
Gıdada hem üreticinin hem de tüketicinin aleyhine işleyen soygun düzeninin çarklarını kırmak gerek..
Bu yapıldığında, organik ürün üretimi de artar..fiyatı da ucuzlar..

MeTePe beğendi.
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 11:14   #427
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum.
Ben organik ürünlerin 4-5 kat daha pahalı olduğu savınıza pek katılamıyorum..Organik ürünler, sıradan ürünlere göre genelde 1-1.5 kat pahalıdır..Bazı kalemlerde bu oran en fazla 3 kata kadar çıkabilir..

Örneğin, sıradan saf keçi peynirini 25 liradan alıyorsanız, organiğini 50 liraya, sıradan keçi tereyağının kilosunu 25 liradan alıyorsanız organiğini 35-40 liradan alabilirsiniz.

Sıradan, orta kalite pirinci 3.5-4 liradan alırken organiğini 10 liradan alabilirsiniz.

Sıradan bir 350 gramlık reçeli 4 liradan alırken organiğini 10 liradan bulabiklirsiniz..

Pazarda sıradan bir elmayı 2 liraya alıyorsanız organik pazarda 4-5 liradan bulabilirsiniz.
Sıradan nohut, fasulye, mercimeğin kilosu 4-5-6 lira ise, organik sertifikalı olanlarının kilosunu 10-11 liradan bulabilirsiniz.
Daha çok örnekler verebilirim..
Ama ben 4-5 kat pahalı bir ürüne tanık olmadım henüz..Siz örnek verirseniz öğrenmiş olurum..

Ayrıca, hibrit türlerin organik ürünlerden daha az lezzetli olduğu savınıza da katılmıyorum..
Bizim Kartal'daki organik pazardan bir demet maydanoz alın bir de sıradan bir maydanozla kıyaslayın, bakalım hangisi damağınızda ben daha bir maydanozum diyecek?
Elma için de, domates için de hepsi için de durum böyledir..
Bir de hibrit türlerin daha dayanıklı olduğu savınıza da katılmıyorum..Ben pazarda Bilecik'li bir köylüden hiç ilaç yüzü görmemiş, bazıları kurtlu elmalardan alırım, evde 3-4 ay dayanır..Diğer elmalarda mümkün değil..lezzet yönünden de öyle..Örneğin, kimyasal gübre ile yetişen bir kavun alın, organik olanından çok daha önce göçüp çürümeye döner..Kimyasal gübre ile yetişmiş domates bile organiğinden çok daha az dayanır.
Daha dayanıklı olanlar yoğurt gibi koruyucu katılan ürünlerdir..Organik yoğurt çabucak ekşir..Süt te öyle..
Belki sizin damak tadınız hibritlerin tadına çok aşina olduğu için artık organik ürünlerin gerçek lezzetini tanıyamıyor olabilir )
Nutella'nın lezzetine müptela olan bir kişiye asla doğal fındık kremasını beğendiremezsiniz..

bahcedenn beğendi.

Düzenleyen pria : 02-11-2013 saat 16:57
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 16:30   #428
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 17:21   #429
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Irili ufakli bircok kentte belediyeler vatandasa 'community gardening (birebir cevirirsek toplum bahceciligi)' icin yer sagliyor. Benim yasadigim yerde, farkli bolgelerde insanlarin ulasim durumlarina ve talebe gore ayrilmis ve birbirinden ayri isimlerle anilan bahceler var. Buralara yillik az miktarda bir para oduyorsunuz, size cok buyuk olmayan ama sebzelerin nasil yetistirilecegini ogrenebileceginiz, toprakla oynayip stres atabileceginiz, yetistirdiginiz sebze/meyveleri dalindan koparip yiyebileceginiz kadar birkac metrekarelik alan saglaniyor. Sanirim cicek yetistirmenize de musaade ediyorlar. Buralarda kompost yapimi, sulama, gubreleme gibi bircok konuda ortak yapilan ve ogrenilen faaliyetler de oluyor.

'Community gardening' ile 'urban farming (sehir tarimciligi)' birbirinden farkli. Sehir tarimciligi genelde ticari oluyor. Amerika'da bahceli evler cok yaygin oldugu icin, bahceleri de evin yerine gore oldukca buyuk olabiliyor. Eger evin bulundugu yer, tapuda tarim arazisi olarak gozukuyorsa, oraya ciftlik kurabilirsiniz. Hayvan seslerinden ve tezek kokusundan komsulariniz bir noktadan sonra rahatsiz olabilir ama bu yasal olarak mumkun ki pratikte de var. Benim tohum uretimini yaptigim keci ciftligi, sehir icinde yer aliyor ornegin. 8-10 donumluk bir alana oturuyor.

Yine sehirle baglantisi yakin olacak, kolay ulasilacak sekilde, uyelik uzerinden calisan daha buyuk ciftlikler de var. Yakinlarda ziyaret etmek istedigim bir tanesinin 80 donum arazisi var. Simdilik bunun 40 donumunu kullaniyorlar. 300 uyeleri var. Ortalama 4 kisiden deseniz, en az 1200 kisiyi besliyor. Urunlerini pazarda da satiyorlar. Yani, 40 donum sadece 1200 kisiye degil, ondan daha fazlasina sebze/meyve sagliyor. Bu, benim ilerde yapmak istedigim birsey.

Sehir ciftliklerinden bazilari da kar amaci gutmeyen ciftlikler; yani aldiklari uyelik aidatlarini ciftligi dondurmek, gonulluluk faaliyetleri ve calisanlarin maaslarini odemek gibi isler icin kullaniyorlar. Evimize 15-20 dakika mesafede olan bir tanesi degisik miktarlarda urun sunan odeme seceneklerine sahip. Bu seceneklerden bir tanesinde senelik 850 dolar oduyorsunuz. Ciftlikte kurduklari pazar yerine gidip hasattan belirtilen miktarda urunleri kutunuza dolduruyorsunuz. Bu, haftalik oluyor ve topladiklariniz 2 kisiye yetecek kadar.

Bunlarin yaninda, kendi evinin bahcesinde sebze yetistirenlerin de zaman zaman basi belaya girmiyor degil. Ara ara garip dava konulari duyuyoruz. Bazen belediyeler, goruntuyu bozdugu ve sehir planlamasina aykiri oldugunu soyleyerek, yola bakan on bahcelerinde sebze yetistiren insanlari mahkemeye verebiliyor. Amerika'da on bahcenin cimle kaplanmasi bir efsanedir. Cim, belli boyda olacak, yemyesil olacak, hastalik belirtisi gostermeyecek diye Amerika'daki sehir suyunun yanlis hatirlamiyorsan %50'si cim sulamasina giderken, planlamaya uymuyor diye bana gore cok daha mantikli ve ic acici olan sebze ekimine karsi cikabiliyorlar. Iki ornegi icin bkz:

Vegetable Garden Brings Criminal Charges in Oak Park, Michigan - ABC News
Florida Man Fights To Keep Vegetable Garden In Front Yard : Freedom Outpost

Bu tip dava ornekleri, urunlerinde GDO barindiran sirketlerin cok hosuna gidiyordur tabii...

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi pria Mesajı Göster
Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?

pria beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-11-2013, 18:05   #430
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.
Ben de diyorum ki, sivil toplum bu tip ureticiler icin talebini ortaya koyarsa, mumkun olur. Iklim ve toprakla ilgili sorunlar bir sekilde asilabilir.

Ince kabuklu pembe domatesi veya depolamaya uygun olmayan cesidi yetistirirseniz, tabii ki daha cabuk bozulur. Hemen tuketmeniz lazim. Depolamaya musait Kirkagac Kavunu'yla ince kabuklu Duvelek'in raf omru bir olamayacagi gibi domatesler arasinda da kullanim acisindan farklar bulunur. Dunyada bilinen 5500 civarinda geleneksel domates cesidi var. Bunlarin icinde kalin kabuklu olan, raf omru uzun olanlar da vardir. Binlerce domates arasindan 4-5 tanesini yetistirip butun geleneksel tohum cesitleri icin genelleme yapmaniz dogru degil.

Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster
Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2013, 00:32   #431
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?
Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.

Aynı mısırın yanında hibrit mısırlar ve tohumunu kanadadan getirdiğimiz geleneksel renkli mısırlar vardı. Hepsi aynı toprakta, yanyana aynı koşullarda yetişmesine rağmen yerli mısır oldukça sönük kaldı. Koçanlarda tane sayısı az oldu. Boyları da diğerlerinin yanında güdük kaldı. Aldığım kişiye ulaşabilirsem adını öğrenip yazarım.

Şimdi siz bir üretici olarak kullandığınız tohumların niteliklerine göre tercihlerde bulunabilir, bilinçli hareket edebilirsiniz. Ben bir hobi üreticisiyim. Yani aslında tüketiciyim. Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur. Ucuz domates, bir de salkım domates. Belli dönemlerde de Ayaş domatesi gibi yerli ürünler olur. Bunlarda genellikle normalin 2 katı fiyatla satılır. (Aslında bunların da doğal yollardan yetişmediğini bizzat Ayaş'tan domates alırken görüyorum. Her türlü gübre, kimyasal, ilaç vs. kullanılıyor. Hatta Ayaş'ta yetiştirilen hibrit veya ıslah edilmiş domatesler bile Ayaş domatesi diye satılıyor.)

İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor. Bahsettiğiniz şehir tarımı veya hobi üreticiliği güzel şeyler. Ben de yapıyorum. Ama kışın biber domates yemek istersem Antalya'da serada yetiştirilmiş ürünlere mecburum. Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok. Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor. Benim söylemeye çalıştığım da bu. Yanılmıyorsam Türkiye'ye her yıl tonlarca kaçak hibrit tohum giriyor. Belki de GDO'lu tohum bile giriyordur.

En başta tartışmaya açmak istediğim de işin tam bu kısmı... Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir? Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir. Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz. Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2013, 02:27   #432
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.
Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz Varsayalim ki, size kocani gonderen uretici size aslinda o kadar da iyi olmayan bir cesidi cok kaliteli oldugunu soyleyerek gonderdi. Ya da belki de size gonderdigi geleneksel cesit, aslinda o kadar iyi sonuc vermeyen bir cesit. Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?

Alıntı:
Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur.
Size 5000 cesit domatesi birden ayni anda yetistirin demiyorum ki. Belli ki 5000 cesit icinden begeninize uymayan, raf omru cok kisa olan 2 cesidi yetistirmissinizdir diyorum. Sizdeki de ne sans, 5000 icinde gidip 2 tane begenmeyeceginiz cesit bulmussunuz Raf omru kisa geldiyse, raf omru uzun olan kalin kabuklu bir geleneksel cesidi yetistirirsiniz, bu kadar basit. Madem karsilastirma yapacaksiniz, kalin kabuklu geleneksel cesitle kalin kabuklu hibriti karsilastirmaniz lazim.

Alıntı:
İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor.
Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun. Biz de uzayda yasamadigimiza gore, gercekte yasadigimiz dunyada meydana gelen artistan bahsediyorum. Organik urunu ciftci yetistiriyor. Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor. Adam urununu yetistiriyor, sonra pazara getirip satiyor ya da markete satiyor, musteri de gidip marketten aliyor. Urun, talebe gore gunluk geliyor cunku yetistirilirken kimyasal kullanilmamis. Eger market, kullanim suresi gecen mali satiyorsa, markete sikayette bulunacaksiniz, ciftcinin o iste bir rolu yok.

Alıntı:
Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok.
Teknik ve istatistiklerle ortaya konan konularda inanc ustunden karar vermemiz mumkun degil.

Alıntı:
Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor... Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir.
Ciftci, piyasaya uretim yapsa dahi, kendi evinin arka bahcesinde geleneksel cesitlerini ekmeye devam eder. Geleneksel tohumlar bugune nasil ulasti saniyorsunuz? Bu ifadeniz de maalesef hibrit tohumla geleneksel tohum arasinda kalite acisindan bir degerlendirme sunmuyor.

Alıntı:
Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir?
Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki Kar ediyor ki organik tarim yapiyor.

Alıntı:
Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz.
Ben boyle bir konudan bahsettigimi hatirlamiyorum. Kendi evinizin bahcesinde sebze yetistirebilirsiniz. Aldiginiz urun ev ahalisini doyurmaya yeter veya yetmez, bu baska bir konu. Evde sebze yetistirmenizle ciftcinin yaptigi uretim arasinda nasil bir baglanti var?

Alıntı:
Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.
Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?

Bakin, Washington Eyaleti'yle ilgili ilk arayista buldugum bir rapor:
http://aenews.wsu.edu/july02aenews/o...s/organics.pdf.

Sekil 1'e bakarsaniz 1993-2002 yillari arasinda acre (yaklasik 4 donume tekabul eder) olarak organik tarim arazilerindeki degisim goruluyor. 1993'te 6188 acre'ken 2002 yilinda 43166 acre olmus. Artmis mi azalmis mi?

USDA (United States Department of Agriculture)'in organik tarimla ilgili hazirladigi istatistiki calismanin ozunu Chicago Tribune gecmis: Organic farms on the rise - chicagotribune.com

Ne diyor haberde?

The survery said there are 14,540 farms that were USDA certified organic or exempt from certification because sales are less than $5,000 -- including 129 in Maryland. The number has doubled at least twice since 1990.

USDA'in 5000 dolarin altinda yillik kazanci olan ciftliklere, organiklik sertifikasini bedava verdiginden bahsediyor. Yani diger bir ifadeyle organik tarim yapan kucuk uretici devlet eliyle tesvik ediliyor. Bu kucuk ciftliklerin sayisi 14540 civarindaymis ve bu sayi 1990'dan bu yana 2 kat artmis. Yani daha fazla ciftci organik tarima gecis yapmis.

They farm 4.1 million acres of land in all 50 states, though California is home to 20 percent of the farms. That's up from about 1 million acres in 1990. (It's still only about a percent of all farmed crop and pasture land.)

Bu ciftlikler ulkenin tamaminda 4.1 milyon acre (~16 milyon donum) yer kapliyormus ve bunlarin %20'si Kaliforniya'daymis. Bu sayi, 1990'daki 1 milyondan 4 kat artarak bugune gelmis. Toplam tarim faaliyetleri icindeki orani hala cok dusuk, %1 civarinda diye de ekliyor.

In 2008, sales of organic products nationwide totaled $3.16 billion. Some $1.94 billion was spent on crops and $1.22 billion on livestock, poultry and their products.

2008'de ulke genelinde organik urun satisi 3.16 milyar dolar civarindaymis.

Organic farming is largely local with about 44 percent of sales were made within 100 miles from the farm. Though, just 7 percent were direct to consumers at farmers' markets and other means. The rest went to wholesalers and retailers.

Organik ciftcilik buyuk oranda yerelmis ve soz konusu ciftliklerin satislarinin %44'unun buyuk kismi ciftlikten 160 km mesafe icindeki marketlere dagitiliyormus (daha once bahsettigim yerellik). Pazarlarda dogrudan pazar musterisine satilan oran ise henuz %7'ymis.

Haberin alt basligi:
Survery shows farmland dedicated to organic crops is growing

Arastirma, organik tarima ayrilan arazilerde artis oldugunu gosteriyor.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2013, 18:06   #433
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Sn. birnefestoprak,
Yorumlarınız için teşekkür ederim ama bunlar benim sorularıma yeterli yanıtı vermiyor.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz
...
Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?
Öncelikle bahsettiğim mısır tohumu sadece bir örnek idi. Elbette tek bir örnekten yola çıkarak bir genelleme yapacak değilim. Bundan başka deneyimlerim de oldu ama hepsini tek tek analiz etmek bizi bir yere ulaştırmaz. Zaten bu benim uzman olduğum bir konu da değil.

Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.

Çiftçinin organik tarım yerine konvansiyonel tarımı tercih etmesi benim ektiğim mısırın başarısız olması ve buradan bir genelleme gitmem değil... piyasanın tercihlerini bu yönde kullanmasıdır. Yani piyasa kendi "genellemesini" yapmış, kendi tercihlerini belirlemiş.

Alıntı:
Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun.
...
Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor.
Doğru diyorsunuz da, bildiğiniz gibi bir ürünün satışındaki önemli bazı kriterler ulaşılabilirliği ve fiyatıdır. Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

Alıntı:
Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki Kar ediyor ki organik tarim yapiyor...
Kazansın, yapsın... benim itirazım yok. Ancak sizin verdiğiniz yazılarda da bu işin teşvik edildiğinden bahsediyorsunuz. Bir şeyi ne zaman teşvik edersiniz? Eğer insan o işi yapmaktan kaçınıyorsa, öyle değil mi?

Ayrıca verdiğiniz yazıda, bu teşvikden yararlanan çiftçilerin %78'i bu işe devam edeceğini söylemiş. Az da olsa memnun olmayanlar da olmuş. Tüm bu artışa rağmen organik tarım halen %1 seviyesinde kalmış.

Organik tarıma gerçekten çok ciddi bir talep olsaydı 1990'dan bu yana (yani 20 yılda) sizce çiftçilerin ağırlıklı bir kısmı teşvik falan olmadan kendiliğinden bu işe meyletmez miydi?

Alıntı:
Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?
Ben böyle bir ifadede bulunmadım. Daha önceki mesajınızda yazdığınız community gardening ve urban farming açıklamalarınıza gönderme yapmıştım. Organik tarımla uğraşanların arttığı konusunda da hem fikirim. Aksini iddia etmedim. Sadece bunun hangi noktaya kadar çözüm olabileceğini tartışıyorum.

Alıntı:
A number of researchers have estimated that organic foods might eventually expand to 10-15% of total food sales. Price premiums will influence the expansion, as will the continued shift of conventional
farming to more sustainable approaches. It is not inconceivable that for certain crops organic production could become the norm if production costs are equal to or less than other systems
Verdiğiniz yazının sonuç kısmında yazan bu ifade bile %10-15 gibi bir pay öngörmüş. Benim söylediğimden pek de farklı olmayarak fiyat kriterinden bahsetmiş. Demek ki piyasa oyunu böyle oynuyor.

********************
Şimdi sanıyorum yazdıklarımı belli bir önyargı ile yaklaşıyorsunuz. Organik tarıma karşı falan değilim. Hatta destek bile veririm.
Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması
2. Kabul edebileceğim niteliklere sahip olması gerekir:
2a) Kalitesi
2b) Fiyatı
2c) Ulaşılabilirliği

Diyorsunuz ki, organik olan kalitelidir, lezzetlidir. Her ne kadar deneyimlerim her zaman olmasa da "genellikle" aksini gösterse de, bir uzman olarak bu görüşünüzü kabul etmeye razıyım. Ancak hala önümüzde diğer sorunlar duruyor.

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-11-2013, 18:40   #434
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster
Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

.
Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:

... Topraklarının sadece yüzde 5’inde muz üretilen Kosta Rika’nın ithal ettiği pestisitlerin yüzde 35’i muzlara sıkılıyormuş!

"Üzerimize zehir sıkıyorlar" - Organik Yaşam- ntvmsnbc.com

Ben her zaman Anamur muzumuzu tercih ederim..Fiyatları birbirine yakın olsun olmasın bu tercihim değişmez..Özellikle bu yıl çok güzel ve daha irice yerli muzlar var piyasada..Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..

xenkebikec beğendi.
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 00:11   #435
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.
Ben diyorum ki GDO'lu misirlari yetistirdiginiz alanin etrafindaki ciftliklerde geleneksel misir cesitleri yetistiriliyorsa, geleneksel cesitler geri donulemeyecek sekilde kontaminasyona ugruyor ve sirf bu yuzden bile organik tarim tesvik edilmeli. Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.

Alıntı:
Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem.
Anamur Muzu domates, salatalik gibi konvensiyonel bir bitki degil ki karsilastirma yapalim. Pekala Anamur'dan Ankara'ya getirilip satilabilir. Benim soyledigimle bunun ne alakasi var? Anamur Muzu'nu Ankara kosullarinda yetistirebilecek uretici varsin buyursun yapsin, konumuz bu degil. Ozel olarak uretimi Anamur'da yapiliyorsa urun de Anamur'dan gelir. Ama Ankara'da yetistirilmesi varken, Anamur'dan gelen domatesten bahsedebilirsiniz. O raporda, yerellik denirken uretici-tuketici arasinda 160 km gibi bir mesafeden bahsediliyor. Eger ayni olcegi Turkiye'ye uyarlarsak, yaklasik olarak Cankiri-Ankara arasi yapiyor diyelim ki 2 saatlik bir mesafe yapiyor. Ornegin bu da olcek olarak yerel sayilir. Organik ciftligi sizin oturdugunuz mahallede kuracak degiller.

Organik tarim ihtiyaci karsilamiyor diyen sizdiniz. Ben de dedim ki, 30-40 yildir organik tarim uygulamalari zaten cok az yapiliyor, ihtiyaci nasil karsilasin. Son yillarda artisa gecmis durumda, pastadaki payi cok dusuk oldugu icin bundan sikayet ediyoruz, daha yukselmeli diyoruz. Organik tarima talep artiyor, arttikca da organik uretim yapan ciftliklerin sayisi artiyor bu kadar basit. Daha bugun bunlardan birisinde kurulan pazara gittim, ortalik insan kayniyordu.

USDA'den piyasayla ilgili baska bir degerlendirme: USDA ERS - Organic Agriculture: Organic Market Overview.

Organik olan kalitelidir, lezzetlidir demiyorum. Herkesin bir agiz tadi var, benim begendigimi siz begenmeyebilirsiniz. Bakin konu organiklik de degildi, siz boyle konulari degistirip hic alakasiz noktalara yonlendirmeyi seviyorsunuz. Konu geleneksel-hibrit cesit karsilastirmasiydi. Siz, marketten aldiginiz hibritler cok lezzetli diyerek geleneksel cesitleri begenmediginizi soylediniz. Ben de size binlerce geleneksel cesit arasindan lezzeti cok da iyi olmayan, nakliyeye dayanmadigi icin markete gelene kadar bozulmus/ezilmis/curumus olanini yediyseniz, buna dayanarak topyekun bir geleneksel tohum/urun degerlendirmesi yapamayacaginizi soyledim. Bu yuzden de en kisa zamanda sebze/meyvenizi aldiginiz yeri degistirin derim. Geleneksel tohumdan yetistirilmis urunu begenmiyorsunuz, organik olani da istemeyebilirsiniz. Hormon basilmis, pestisite bezenmis sebzeleri/etleri yemenize kim engel olabilir?

Alıntı:
Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması
Bilincli toplumlarda tercihler insanlarin onune konulmaz. Tuketici, daha iyisini talep eder. Iyisi yapilmiyorsa, almaktan vazgecer; uretici de urunu piyasadan cekmek zorunda kalir. Siz ve mahallenizdekiler, konvensiyonel tarim urunlerini yemekten memnunsaniz, yemeye devam edersiniz. Organik urun talep ederseniz, market organik urun getirir. Bu urunu tuketen insan sayisi arttikca da fiyati duser.

Bir de yetistirdiginizi soylediginiz geleneksel misir tohumuyla ilgili konu arada kaynamasin. Geleneksel oldugunu soylediginiz misirdan kac tane tohum ekmistiniz?

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 01:30   #436
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi pria Mesajı Göster
Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:
...
Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..
Doğru ama bu bir realite... Albeni, gösteriş önemli kriterler olmasa reklamcılık ve ambalaj diye bir sektörler olmazdı.

Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor. Anamur muzlarına ne kadar ilaç sıktıklarını da bilmiyoruz... ya da ben bilmiyorum.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak
Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.
Hiç bir mesajımda böyle bir şey söylemediğim gibi, böyle bir imada dahi bulunmadım. Ayrıca yanılmıyorsam kontaminasyon sadece GDO'lu ürünlerde olmaz. Bahsettiğiniz geleneksel tohum üretme yöntemleri dahi uzun vadede bir çeşit seçilmiş/yönlendirilmiş evrimdir.

Konuyu daha fazla saptırmak arzusunda değilim. Bu konuyu burada tartışmaya açmak sanıyorum yanlış oldu. Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?

Mısır örneğinden devam edecek olursak, doğada hiç var olmamış veya oldukça farklı olan bir bitkiyi insanoğlunun bilinçli veya bilinçsiz çabalarıyla melezleyerek "mısır" adı verilen bir ürüne dönüştüreceksiniz... sonra bu mısırı çeşitli melezleme yöntemleriyle pek çok çeşitli cins ve özelliklere bürüyeceksiniz. Bunu dikip yetiştirmeniz, üretmeniz tamamen doğal olacak.

Ve tüm bunları yaparken, bu işlemin sonucunun insanoğluna uzun vadede bir zararı olup olmayacağını bir an dahi düşünmeyeceksiniz.

Ne çelişki değil mi? Bugün başımızın belası "mısır şurubu" dünyanın en önemli sağlık sorunlarının baş müsebbibi. Üstelik GDO'lu olması dahi gerekmiyor.

************
Sorunuza yanıt: Bahsettiğim mısırdan yer darlığı nedeniyle 15 adet civarında dikmiştim. Ürün iyi olmayınca bir daha da dikmedim. Bu benim satın aldığım veya sipariş ettiğim bir mısır değil. Ereğli'den bir arkadaşımın getirip verdiği bir ürün. Dediğim gibi, kendisine ulaşabilirsem cinsiyle ilgili daha detaylı bilgi almaya çalışacağım.

Şunlar evimin terasında denemek için saksıya diktiğim bir kaç tane. Daha sonra yan saksılara bir kaç tane hibrit tohum dikmiştim. Boyları ve gövde çapları neredeyse 2 katı oldu. Daha detaylı resim bulamadım ne yazık ki. Hep çiçek böcek çekmişiz.


MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 01:58   #437
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?
Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?

Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?


Düzenleyen birnefestoprak : 04-11-2013 saat 03:22
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 16:36   #438
Ağaç Dostu
 
MeTePe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-03-2012
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 209
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?
Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.

Alıntı:
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?
Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.

MeTePe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 17:37   #439
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster
Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor.

...
"organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.'' söyleminize katılmadığım gibi, yerli muzun ithal muz fiyatının iki katına satıldığı söyleminize de katılmıyorum..
Yerli muz her zaman ithalden ucuzdur..Gerek semt pazarında, gerekse marketlerde yerlisi 3 ila 4 lira arasıdır yerli muz, ithal ise çoğunlukla 4.5 liranın üstündedir.
Ben önceden yerli muzun da biraz irilerine özenirdim..Ama geçen yıl hor görülüp, surat asılan 2-2.5 liraya satılan minicik yerli muzların öylesine aromalı, öylesine lezzetli olanlarına denk geldim ki..Her sebze ve meyvenin gösterişli olmasına rağmen iri olmasının çok lezzetli olmayacağının kanıtı oldu benim için..

Ayrıca ''Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.'' demenize rağmen, merakımdan bir gözatayım dediğimde, Tohum Takas Etkinliği'nden hiçbir talepte bulunmayışınız da ilginç geldi bana..
Ah, benim İstanbul'da elimin altında 1 dekar yerim olacak ta, etkinlikten neler ister neler ekerdim, bilseniz..

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-11-2013, 17:41   #440
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Sn MeTePe,

Yuzlerce yillik (binlerce yillik demek daha dogru) insan eliyle yapilan misir islahindan bahsediyorsunuz, sonra da misirlarin ustune toksik madde sikilmasiyla genine toksik madde enjekte edilmesinin farkinin olup olmadigini soruyorsunuz. 20. yuzyildan once, misir ustunde kimyasal madde mi kullaniliyordu? Ne kadar ilgisiz karsilastirmalar yapiyorsunuz... Binlerce yila ayrinti diyorsaniz, yapacak birsey yok. Butun bu kimyasallarin kullanimi son 60-70 yillik surede oluyor. Ayrica organik tarimdan yana oldugumu soylemistim. Ne misirin genine, ne de ustune toksik madde sikilmasindan yana degilim ama biz bunu konusmuyoruz. GDO'lu misirla insanligin kultivasyonunu gerceklestirdigi ve dogal yontemlerle yetistirdigi geleneksel misiri karsilastiriyoruz. GDO'lu misirla ustune kimyasal sikilan geleneksel misiri karsilastirmiyoruz. Sonucta geleneksel misir cesitlerini de kimyasallari kullanarak yetistirmek mumkun degil mi?

Tek sira ekip ekmediginizi sorunca, sorup sorusturup bulup bulusturup, tek sira yerine yanyana dikilince (tek sira halinde 10 tane yerine iki sira halinde 5'er tane veya daha cok sayida siralarla) tozlasmanin daha basarili oldugunu, bunun da kocanlardaki tane sayisini arttirdigini mi ogrendiniz Siradan bir tuketici oldugunuzu, yetistirme konusunu pek bilmediginizi belirttiniz ama ayrintilari iyi biliyorsunuz Gubrelemedeki eksiklik/yanlislik, sulamadaki yanlislik gibi konularin da kocan dolgunlugunda etkili oldugunu soyleyeyim. 40 cm saksi derinligi de o dev gibi misir icin bayagi iyiymis. Saksilarin genisligi de 20 cm mi? Terasta degil de tarlada fotograf cektiniz mi?

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe Mesajı Göster
Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.



Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.

pria beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-11-2013, 22:16   #441
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz
Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.
Yukarıda alıntıladığınız laflar ülkemizde insanların GDO'lu yiyeceklerle beslenmesine ikna etmek üzere söylenen;
Alıntı:
GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor.
lafına cevaptır. En özet şekliyle, "GDO yediler, bir şey oldu mu? " diyenlere, evet bir şey olmuş anlamındadır. GDO sebebiyle bir şey olmadığını söyleyenler, bir şey olduğu söylendiğinde olan şeyin de doğrudan GDO sebebiyle olduğunun söylendiği çıkarımına varıyor ki, bir bakıma bu kendi kazdıkları çukura düşmek gibi bir şey.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.
Benim söylediğim, ABD'de toplum sağlığının iyiye gitmediğine dair veri varken, bu insanlara uzunca bir süredir seçim şansı da bırakmadan GDO yedirildiğine dair de veri varken, "temel veri" olmadan GDO'ların toplum sağlığına negatif bir etkisinin olmadığının da söylenemeyeceği, böyle bir imaj yaratmanın ya da bu imajın arkasında durmanın ucuz bir kandırmaca olduğudur.

Bilmeden alanınıza dokunmuşum Uzmanlık alanınız olduğuna göre Alzehimer mı, başka bir şey mi siz daha iyisini bilirsiniz.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.
Burada benim de şapka çıkartacağım şey bu yorum olsa gerek. Sanki, hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını ve sigaranın kanser etkeni olmadığını söylüyormuşum gibi.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı?
Bu ifade herhalde dünyada bazı ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan açlık probleminin aslında bir yiyecek yetersizliği değil, dağıtım yetersizliği problemi olduğunu söyleyenlere idi.

Ama aynı mantık cambazlığı burada da var. Yiyeceğin dağıtımında sorun olduğunu söyleyenler bunu GDO'nun dünyadaki açlığı bitireceği sloganına karşı söylüyorlar. Oysa GDO'lar son 15 senedir açlık filan bitirmedi. Sorun hala aynı sorun.

Ne ki, GDO endüstrisi ve destekçisi lobi sorunun çözümüne katkı yerine mallarını satmak ve ülkelere gıda yoluyla hakim olabilmek için GDO'lu mallarının dünyadaki açlığı bitireceğini söylüyorlar.

Bu lafın slogan gibi ilk çıktığı zaman ABD'nin Avrupayı GDO'ya razı etmeye çalıştığı 2001 yılına denk gelir. Kuraklık sebebiyle açlık çeken Afrikanın güneyindeki bir kaç ülke üzerinden esas etkilemek istedikleri Avrupa idi ve şaşalı bir yardımseverlik maskesi altında dilenci olarak niteledikleri bir kaç ülkeye BT mısır gönderdiler. Oysa GDO'lu olmayan yiyecek gönderme imkanları da vardı. Bir ülke bu yardımı reddetti. GDO'ya çok daha önce ekerek, biçerek de kucak açmış bir tanesi nedense açlıktan kurtulamadı.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-11-2013, 22:25   #442
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.
İnsanlarını bilemiyeceğim ancak doğrudur. "TIP" hastalıkları ortaya çıkmadan önce önlemeyi hedef almalıdır. Ancak ne yazık ki tıbbın sağlık üzerinden kâr etmeyi amaçlayan ekonomi ile aynı şey olmadığını, sağlık üzerine konumlanmış ekonominin TIP tanımı ile aynı hedefi izlediğinden kuşkulanmak için benim ve başka bir çok insanın kuşku duyması için yeterli sebep var. Sonuçta ellerini ovuşturan siz olmasınız bile başkalarının bunu sizin adınıza da yaptığını düşünüyorum.
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize...

http://www.examiner.com/article/bogu...s-the-internet
Glyphosate ile otizmi ben ilişkilendirmedim. İlişkilendirenler var dedim. Linkini verdiğiniz yazının yazarı da bir yemek tarifçisi. Başka neler yazmış diye baktığımda da gördüğüm, her ülkede örneklerini gördüğümüz üzere Monsanto'nun bir beyanat tekrarlayıcısı.

Yazının hemen altındaki alaylardan ilkini de ben aktarayım. Kit C.Birskovich yazmış.

"Böylece görüşünüzü ispatlamak üzere her gün çayınıza biraz RoundUp koyabilirsiniz.
İtibarları dışında bilimsel posizyonlarının yanlışlığı ile ilgili hiç bir şey ispat etmediğinizi fark ettim. Monsanto'nun uzun kollarının koltukaltı kokusunu duyuyorum.
"

Otizm ile glyphosate'ı ilişkilendirdiğimi söylediğiniz Saneff ve Samsel'in bir "literature review (literatür taraması-gözden geçirmesi)" olan makalelerinde doğru, yanlış, eksik vb. şeyler olabilir.

Endüstrinin yaklaşımı GDO'lar ve GDO ilintili pestisitler hakkında aleyhte sonuç veren biyoçeşitlilik, çevre, sağlık konularındaki araştırmaların tümünü etkileri ve kontrolleri altındaki bilim(!) kanallarınca (olmadı Bivings Group ile) discredit etmenin bir yolunu bulmak şeklinde.

"GDO'lar emniyetlidir, çevreye bir zararı yoktur, biyoçeşitliliği etkilemez, GDO'ların ayrılmaz parçası RoundUp şurup gibi bir şeydir" anlamına gelen yayınlanmış makale sayısı herhalde binlerle ifade edilebilir.

Öyle ki artık bilim(!) dünyasında bir yer edinmek isteyenler, istendiği gibi bir sonuç verecek şekilde bir araştırma yapıp böylesinden bir kaç makale yayınlamak zorunda kalıyor olmalılar. Kaldı ki, araştırma için ilgili patent sahibi şirketten izin alma zorunluluğu bu gibi araştırmaların sonuçlarını önceden belirleme zorunluluğu da getiriyor. Bu araştırmalardan hiç biri discredit edilmemiş, gayet itibarlı makalelerdir.

Burada GDO'ların biyoçeşitliliğe bir zararının olmadığını ispatlamak için verilen bir makale için, makalede adı olanlardan biri olan Pascal Drake'e yazmıştım. Anlaşıldı ki, bilim(!) insanı altına adını yazdığı makalede, yazmış oldukları şeylere ilgi alanım değil diyor. Üstelik makaleyi yayınladıkları tarihte bile GDO'ların genetik kirlenmeye sebep olduğuna dair, bırakın araştırmayı, mahkeme kararı var. Ne gam, gayet credit bir makale

Bu yıl RoundUp aktif maddesinin insanlarda göğüs kanseri hücrelerinin çoğalmasını teşvik ettiğini iddia eden bir araştırma yayınlandı. AgBioWorld şemsiyesi altındaki bilimcilerin ya da eski Monsanto çalışanı olup yeni bilimsel yayın editörü olanların bu çalışmayı da discredit edecek kontra yayınını henüz göremedim, ama yakındır.

Otizim ile RoundUp arasında şöyle bir korrelaston grafiği çizilmiş. 1990'lı yıllardan itibaren ABD'de yıllık RoundUp kullanım miktarı ile otistik çocuk sayısı arasında bir korrelasyon gösteriyor.
Name:  roundup_autism.jpg
Views: 4739
Size:  42.3 KB

Kontra grafik hemen gelmiş. Organik yiyecek satış tutarı ile Otizm arasında korrelasyon gösteriyor.
Name:  organic-autism.jpg
Views: 2783
Size:  41.1 KB

Bunun trafik kazaları ile olanına da burada rastlarsak pek şaşırtıcı olmaz.

Böylelikle çok artan RoundUp kullanımının otizm (veya başka hastalıklarla) korrelasyon içinde olabileceği var sayımını çöpe atmış oluyorlar

Artık yağan yağmurda bile belli oranlarda RoundUp'a rastlanıyor olmasının, GDO'lu tohum ekiminin çok az olduğu Avrupada bile insanların idrarlarında RoundUp tesbit ediliyor olmasının üzerini böylelikle karartmış oluyorlar (Bir araştırmada 18 ülke 182 denekten alınan örneklerden %44'ünün idrarında RoundUp aktif maddesine rastlandığı bildiriliyor)
Alıntı:
Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.
Bu durumda gitgide artan pestisite mazur kalma durumunun da çevresel bir etki olduğunun söylenemeyeceği sonucu da çıkıyor olabilir. Otizm ile ilgili başka kaynaklar pestisitlerin bir faktör olduğunu belirtiyorlar ama olsun, konu RoundUp olduğunda durum değişiyordur belki.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-11-2013, 22:52   #443
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
Bu arada bir konunun açıklığını tekrar hatırlamakta fayda var.

Buşından itibaren bu başlıkta GDO'lardan, ne yediğimizi bilme hakkından söz ederken tam olarak kasteddiğimiz şey nedir?

Tartışma konusu olan GDO'nun kolayca Genetik Bilimi ile özdeşleştirilip, GDO'lu besinlere karşı olanların esasında genetik bilimine de karşı olduğunu, genetik biliminin insanlık için bir çok faydalı kullanımı olabileceğine de karşı olunduğu gibi bir izlenim de verilmeye çalışıldığını izleyebiliyoruz.

Vişne ağacına kiraz aşısı yapıldığında bir tür GDO'cu olunduğu ucuzluğunda bulunanlar olduğu bile duyuldu.

Oysa tüm tartışmanın konusu olan GDO kapsamı Kartagena protokolünde tariflidir. Article 4 ve Article 5, box'larda yer alan tanımlarla beraber neyin bu tartışmanın kapsamında, neyin dışında olduğunu gayet net ortaya koyuyor.

Dahası aynı protokol, kapsam içindeki LMO (Living Modified Organism - Yaşayan Değiştirilmiş Organizmalar- GDO'lar)'ların "precautionary principle" (ihtiyatlılık prensipi) çerçevesinde işlem göreceğini de belirtir.

Belki de tüm gürültü bu prensibin ülkeler, toplumlar ve genel olarak insanlar, çevre ve çevreyi oluşturan tüm yaşam aleyhine, olması gerektiği şekilde uygulanmamasından, protokol ve bu prensibin gereği olarak ortaya konmuş olması gereken bilimsel verinin aldatıcı olduğunun anlaşılmakta olduğunun gün yüzüne çıkıyor olmasından kaynaklanıyor.

En özet şekliyle tartışma konusu olan GDO'lar en pratik şekliyle, hali hazırda 4-5 şirketin bir grup tohumda (pamuk, şeker pancarı, kanola, mısır, soya, pirinç vb.) biyoteknoloji yoluyla doğada kendi kendine olamayacak şekilde bazı mikroorganizmalara ait genleri tohumun DNA'sına yerleştirmek suretiyle yaptıkları genetik değişikliklerdir.

Hali hazırda büyük bir ağırlıkla söz konusu tohumlar "RR" (RoundUp Ready) ve "BT" (bacillus thuringiensis) toksin içeren özelliklerdeki tohumlardır.

RR tohumlar, Monsanto tarafından üretilen ve aktif maddesi glyphosate olup, önemli oranda yayıcı bir madde de içeren RoundUp isimli herbisit'e (bitki öldürücü) dayanıklı tohumlardır. Böylelikle bu tohumların ekildiği alanlara RoundUp bitki öldürücüsü uygulandığında, bu tohumdan ekilen bitkilerin sağ kalması fakat diğer bitkilerin öldürülmesi amaçlanmaktadır.

BT tohumlar ise, bacillus thuringiensis isimli bakterinin, kelebek larvalarının sindirim sistemine girmesini takiben, sindirim sistemindeki bir enzimden tetiklenerek ürettikleri toksini (ki bu toksin tırtılın ölümüne sebep olur) doğrudan tohumun DNA'sına yerleştirerek, bitkinin her bir hücresinde doğrudan toksin bulunmasını sağlar.

Bacillus thuringiensis bakterisi organik prensiplerle bitki yetiştiriciliğinde kullanılan bir bakteridir. Bitkilere püskürtülen bakteri içerikli suspansiyon bitkinin yaprak ve gövde yüzeyinde hava koşullarına bağlı olarak 2 gün civarında canlı kalır. Herhangi bir şekilde bitkiye sirayet etmez.

Yüzeydeki bakteri bir şekilde kelebek larvası ile temas ederse bazı bakteriler tırtılın sindirim sistemine girer, orada bulunan tırtıla ait bir enzimin yardımıyla bir toksin üretir. Toksin de larvayı öldürür. Larvanın vücudunda bulunan toksin, yine bitkinin ne yaprağı ne de meyvesiyle herhangi bir etkileşime girmez, kurumuş larva vücudu ile birlikte bitkiyi terk eder.

Toksinin bakteri tarafından üretilme koşulu tırtılın varlığı ve bakterinin tırtıl ile teması ve bakterinin tırtılın sindirim sistemine girmiş olmasıdır. Tırtıl ile temas etmeyen bitki yüzeyindeki bakteri hava koşullarına bağlı olarak 2 gün içinde ölür.

BT toksini ile genetiği değiştirilmiş tohumdan yetişen bitki, kökünden meyvesine, polenine kadar tüm hücrelerinde, henüz çimlenmemiş tohum durumundan, hasat sonrası kurumuş yaprağı, meyvesi, verdiği tohumu, bu tohumun işlenmesi, öğütümesi pişirilmesi, durumunda dahi var olan toksini daimi olarak içerir.

Bu sebeple bu bakterinin organik tarımdaki kullanımı ile GDO'lu BT tohum toksini arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. Unvanı prof. olan bazı GDO destekçisi kişiler, BT tohumu, "ne olmuş, organikçilerin de kullandığı bir şey" ucuzluğu ile anlatmayı adet haline getirdiler. Özetin özeti, bu bakteri organik tarımda kullanıldığında bitki ve meyvesinin hiç bir hücresinde toksik madde bulunmaz iken, BT toksinli GDO'larda her bir hücrede toksik madde bulunur.

GDO şirketlerinin dünya kamuoyunu GDO'ya razı etmek için söyledikleri şeylerden biri, GDO tohumlar ekilerek tarım yapıldığında pestisit kullanımının çok azalacağını söylemek idi.

Oysa gerek BT gerekse RR tohumlarda pestisit kullanım azalması, sadece o tohumların ekimine başlanmasından sonraki ilk iki yıl içinde izlendi. Sonrasında her türlü pestisit kullanımı gitgide arttı. RR tohum ekilen tarlalar etraflarıyla beraber neredeyse RoundUp ile sürekli yıkanır duruma geldi. Çünkü artık traktörlerin bile sökemediği ot öldürücülere dirençli yeni süper-ot'lar türedi ve bunlar GDO'lu tarlalardan bağımsız olarak artık her yerde çoğalmaya başladı. Çevreye karışan yüz binlerce ton RoundUp ve başka pestisitlere ilaveten GDO'lar sebebiyle çevreye yayılan süper-ot'lar topyekün GDO camiasının dünyaya bir başka hediyesi oldu.

Bazı zararlıları öldürsün diye bitkinin her bir hücresine yerleştirilen BT toksin de artık o böcekleri öldüremiyor. Toksine direnç kazanan yeni böcek nesilleri yine GDO camiasının ilave bir hediyesi olarak çevreye yayıldı bile. Baş etmek için ilaveten eskisinden de çok böcek öldürücü zehirler püskürtülüyor. Artık insanlara hem BT toksin içeren hem de pestisit kalıntılı yiyecekler yedirilmeye çalışılıyor.

Sonuçta, hali hazırda GDO'lar dediğimizde söz konusu olan;

ne menem bir şey olduğu Kartegena protokolü tarafından ele alınan, ABD kaynaklı 4-5 küresel şirketin mikroorganizma genlerini bitkilere transfer etmek suretiyle yarattıkları ve doğada kendi kendine oluşması olanaklı olmayan, patentli, ABD devletinin dış politikasında başka ülkelerin gıda ve beslenmelerini kontrol etmek adına çok önemli (belki de en önemli) misyon biçilen ve bu yüzden sadece 4-5 şirketin organizasyonu, basın ilişkileri, lobi gruplarıyla da sınırlı kalmayıp ABD dışındaki tüm resmi, gayrı-resmi, sempati grupları dahil tüm misyonlarıyla, her ölçekte ve her platformda, yukarıda uzun anlatılan BT ve RR tohumların, bunlardan üretilmiş yiyeceklerin ülkelere serbestçe girişi, zorluk çıkaranların engellenmesi, yoğun karşı propoganda yapılması suretiyle kamuoyu tepkisinin elimine edilmesi, her yol mübah olmak üzere uygulanan bir GDO işgalidir.

Bu işgalin neferlerine merkezi olarak çeşitli araçların hazırlanmış olduğunu görüyoruz, gördüğümüzde de tanımlaması zor olmuyor.

Kamuoyunda en çok kullanılanlardan biri, "GDO'lara karşı çıkanlar genetik bilimine, insanlığa olası faydalarına da karşı çıkıyorlar" söylemi. Bir başkası da havuçlu pirinçten oluşan temcit pilavı. Havuçlu pirinç gelecek dünyadaki çocuklar hem doyacak hem de besin yetersizliğinden kurtulacak havucu

Halen böyle doyup besin eksikliğinden kurtulmuş bir çocuk mevcut değil. Ama ne gam, havuçlu pirinç gelecek ya, milyonlarca ton BT toksini içeren mısırı, RoundUP ile yıkanmış mikroorganizma geni aşılanmış soyayı, BT pamuğu vs. kabullenmeliyiz, çevreye olan kötü ve geri döndürülemez kalıcı etkilerini görmezden gelmeliyiz, RoundUp'ın yağmur olarak yağmasına ses çıkarmamalıyız. Bu tohumlar için ülkelerin oluk gibi varlık kaynaklarının da 4-5 firmaya akmasına tabii ki ses çıkarmamalıyız. Beklenen böyle bir şey.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-12-2013, 20:57   #444
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
http://www.youtube.com/watch?v=tgUmW5ZwkGU&feature=player_detailpage

Kiraz ve birnefestoprak beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-01-2014, 13:47   #445
Ağaç Dostu
 
Adalet Yağcı's Avatar
 
Giriş Tarihi: 25-06-2008
Şehir: MERSİN
Mesajlar: 11,099
Galeri: 260
Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil.
Şehir efsanesi mi?
Siz karar verin.

facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum.




Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri'

Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz.

Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler.

Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım.

1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir.
1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır.

1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!).

1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.]

1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.]

1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir.

1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.]

1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir.
1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar.

1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar.
1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar.
1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı.

Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!]

1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer.

1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır.
1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar.

1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür.

1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar.

1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır.
1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder.

1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir.
2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir.
2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir.
2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır.

2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır. [Bu şirketin önemi, üç steril tohum ya da diğer adlarıyla Terminatör Tohum ya da İntihar tohumu patentinin sahibi olmasıdır. Bir sonraki yıl kullanılamayan bu tohumların satışına henüz için çıkmamış olsa da, yakın bir gelecekte çıkacağına kesin gözüyle bakılmakta. Ayrıca, 2001-2006’da D &PL’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’ın hükümet raporları ve sertifikasyonları elde etmek için Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bazı çalışanlarına yaklaşık 43 000 dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştır. D & PL ve Turk Deltapine ABD’de 300 000 dolar ceza ödemeye mahkum edilmiştir.]

2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte.
2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder.

2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir.
2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, “The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

YeniBON beğendi.
Adalet Yağcı Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-01-2014, 13:56   #446
Ağaç Dostu
 
Adalet Yağcı's Avatar
 
Giriş Tarihi: 25-06-2008
Şehir: MERSİN
Mesajlar: 11,099
Galeri: 260
Chemtrails'i Yakından tanıyalım.

Chemtrails, Uçakların arkasındaki şeritler, spreyleme, Kimyasallar, HAARP!

Bu tarz karakteristik uçak izi görüntülerini defalarca izledim.
Gerçekten de izlerin altına doğru sarkan kısımlarda gök kuşağı renginde, baryum tuzları ve alüminyum parçacıklarının neden olduğunu düşündüğüm parlak bir oluşum gözlemledim.

Ara sıra başımızı gökyüzüne çevirip, "yukarıda neler oluyor" diye bakmakta fayda var.

pria beğendi.
Adalet Yağcı Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-01-2014, 19:55   #447
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Gectigimiz hafta GDO karsiti kampanyanin onde gelen isimlerinden olan ve Institute for Responsible Technology'nin kurucu yoneticilerinden Jeff Smith, burda lafi dolandirmadan dogrudan soze girerek 'GDO'nun insan sagligi uzerinde olusturdugu belgelenmis riskler' konulu bir sunum yapti. Hem icerik hem de Smith'in cok iyi bir konusmaci olmasi bakimindan sunumdan cok mutlu ayrildik.

Ilgilenenlere yazari oldugu Seeds of Deception kitabini ve yapimini ustlendigi Genetic Roulette: The Gamble of Our Lives filmini siddetle tavsiye ederim.

Eklenen Resimler
  
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-06-2014, 00:07   #448
Ağaç Dostu
 
oz26's Avatar
 
Giriş Tarihi: 13-10-2012
Şehir: Eskişehir
Mesajlar: 349
Galeri: 2
GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var

Ezgi BAŞARAN’ın Purdue Üniversitesi’nden Prof. Don Huber ve Tufts Üniversitesi’nden Sheldon Krimsk ile söyleşisi…


… Geleneksel bitki yetiştirme yöntemi mahsulün miktarını ve kalitesini artırır, genetik mühendislik değil.

… Genç bilim insanları için GDO’larda toksin bulmanın cezası var.

… Genetik mühendislik sonucu elde edilmiş ürünler üzerinde mülkiyet hakkı kurulabiliyor. Dolayısıyla ürünün ‘sahibi’ olan şirketler onlar üzerinde test yapılmasını, negatif sonuçların yayınlanmasını yasaklar. Zaten iş GDO’lara geldiğinde yoğun bir bilimsel sansür var. Şöyle bir laf var: ‘Genetik mühendislik bir din statüsüne erişti, o yüzden güvenliğini test eden çıkmıyor.’

… GDO’ların zararlı olduğuna dair ciddi araştırmalar mevcut fakat bu araştırmalar menfaat sahipleri tarafından ya çamurlu sulara gömülüyor ya da sansürleniyor… Aslına bakarsanız son 20 yılda GDO’ların toksin değerleriyle ilgili uzun soluklu sadece iki araştırmanın yapılmış olması suç kabul edilmeli.

…Buna para, siyaset ve güç denir. ‘Eğer siyaseti kontrol ederseniz, ekonomiyi kontrol edersiniz. Eğer tohumu kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz’ diye bir söz var.

Ticari amaçla üretilen ve tarımda kullanılan GDO’ların yüzde 90’ından fazlası yarardan çok zarar yarattı. Böcek ve zararlıların direncini arttırdı. Çevre, mahsül, hayvan ve insan sağlığı için şu anda bir tehdit oluşturuyor.

…GDO’ların çıkış noktası hiç bir zaman açlığı önlemek değildi. Başlangıçta böceğe dirençli tohumlar böcek ilacı kullanımını azaltmıştı. Fakat bu tohumlar böceklerin direncini artırdı ve şimdi çiftçiler onlara karşı yeniden ilaç kullanmak zorunda kaldı.

… Bazı araştırmacılar hayvanlar üstünde yaptıkları deneylerde GDO’ların zararlarını tespit etti ama GDO yanlısı cemaat hemen bu araştırmaları değersizmiş gibi gösterdi. Ne zaman negatif bir araştırma çıksa hep bir ağızdan bunu yapıyorlar… Hükümet de bunları ne test ediyor ne de denetliyor.



GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var - EZGİ BAŞARAN - Radikal

YeniBON beğendi.
oz26 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-11-2014, 22:23   #449
Ağaç Dostu
 
İsmail Kuzucu's Avatar
 
Giriş Tarihi: 13-01-2011
Şehir: Balıkesir/Gönen
Mesajlar: 3,802
Galeri: 7
Ülker Hero Baby Mamasında GDO, ekranlara hiç yansımayan bir bilgi olsa gerek..

Name:  ulker-mama-gdo.jpg
Views: 729
Size:  49.4 KB

İsmail Kuzucu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 06-01-2015, 13:11   #450
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba,

Okuduklarımdan anladığımı özetlersem;

Çok uluslu şirketler, Dünyanın artan nüfusunu besleyebilmek bahanesiyle başlattıkları tohumların genleriyle oynayarak daha verimli ürün elde etme aldatmacasıyla, bir taraftan sağlığımızı bozmayı başardıkları gibi, diğer taraftan da kartelleşmiş kardeş kimya firmalarına araştırmaları için büyük bir pazar sunarak geleceğimizin gıdalarını tehlikeye atmışlardır.

Bu oyunlarını bozmak için gereken alt yapı ve bilgiye de sahip olamadığımız da bir gerçek. Ne kadar güçlü olmaya çalışsak da tahminimizden daha uzun bir süre onların emperyal planlarının parçası olmaya devam edeceğimiz muhakkak.

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Mutlaka Muassır medeniyetler seviyesine çıkmalıyız" sözünün anlamını daha iyi anlamış bulunuyorum.

Saygılar

Kiraz ve bahcedenn beğendi.
Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 23:35.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024