20-11-2008, 11:32 | #91 |
Ağaç Dostu
|
Siyanürlü altına sazlı sözlü tepki [I]Fevzi KIZILKOYUN/ANKARA 19/11/2008 Radikal Gazetesi [/I Uşak, İnay köylüleri Ankara’da Adliye Sarayı önünde sazlı- sözlü eylemle siyanürlü altın aranmasına tepki gösterdi UŞAK Kışladağ'daki altın madenini işleten Tübrag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin, İnay Köyü'nde, bu yılın başlarında yüzlerce kuzunun siyanür zehirlenmesinden öldüğünü, 2006'da Eşme İlçesi'nde içme sularına zehir karıştığını ve halkın siyanür nedeniyle zehirlendiğini öne süren ‘Eşme-İnay Vicdan Hareketi' Sözcüsü Muammer Sakaryalı aleyhine açtığı manevi tazminat davasının görülmesine devam edildi. Şirketin şeref ve itibarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla Eşme-İnay Vicdan Hareketi Sözcüsü Muammer Sakaryalı aleyhine açtığı 50 bin YTL'lik manevi tazminat davasına Ankara'daki 25'inci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde devam edildi. Duruşmaya, Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. avukatı Şükrü Evrim İnal, davalı Sakaryalı ile avukatları Arif Ali Cangı, Emre Baturay Altınok, Mehmet Horuş, Alev Tetik Horuş ve Özgür Sarıyıldız ile bazı köylüler katıldı. Duruşmaya katılan Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB), Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası ve Metalurji Mühendisleri Odası avukatları, müdahil olma isteminde bulundu. Yargıç Ömer Kızılkaya, davacı şirketin avukatı Şükrü Evrim İnal davaya müdahil olma istemlerinin reddine karar verilmesi yönündeki başvurusunu yerinde bulduğunu açıkladı. Sakaryalı'nın avukatları, zehirlenme olayı ile kan alma faaliyeti ve İnay Köyü'ndeki ölü ve sakat kuzu doğumlarına ilişkin tanık dinletmek istediklerini bildirdi. Yargıç Kızılkaya, bunun üzerine Eşme Tarım İlçe Müdürlüğü ve Eşme Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan istenen yanıtların gelmesi ardından tanık dinlenmesi konusunun değerlendirileceğini belirterek, dava dosyasındaki eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi. Uşak İnay köylüleri, duruşma ardından ‘Eşme-İnay Vicdan Hareketi' üyeleri, Ege Çevre ve Kültür Platformu üyelerinden oluşan bir grup, Ankara Adalet Sarayı önünde, altın madenini işleten şirketi ve Sakaryalı aleyhine açılan davayı protesto etti. ‘Siyanürlü altın için toprağımızı, suyumuzu, aşımızı ve canımızı zehirlemeyin’, ‘Mahkeme kararına uyulsun, siyanürlü maden kapatılsın’, ‘Yargı siyanüre hayır dedi’ ve ‘Biz köyümüzü toprağımızı istiyoruz’ yazılı pankartlar açan grup, sloganlar attı. Yöresel kıyafetleri ve yanlarına getirdikleri köy ürünleri gıdalarıyla dikkat çeken grup, daha sonra Meclis Dikmen Kapısı'na giderek bazı milletvekilleriyle görüştü. Gruptan bir kişi bestelediği ‘Siyanürlü altın istemiyoruz’ adlı türküyü yanına getirdiği bağlaması eşliğinde söylerken köylüler buna eşlik etti. DAVA Tübrag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş, dava dilekçesinde, ‘Sakaryalı'nın, yaptığı basın açıklamalarıyla, Kışladağ Altın Madeni'ne 8 kilometre uzakta bulunan İnay Köyü’nde, bu yılın başlarında yüzlerce kuzunun siyanür zehirlenmesinden öldüğünü, 2006 yılında Uşak’ın Eşme İlçesi'nde içme sularına zehir karıştığını ve halkın siyanür nedeniyle zehirlendiğini’ iddia ettiği ve bu iddialarıyla şirketlerini küçük düşürdüğünü belirti. Sakaryalı'nın, madeni işleten Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin kişilik haklarına, gerçek dışı bilgi ve hakarete varan beyanlarla saldırıda bulunduğu öne sürülen dilekçede, Sakaryalı'dan 50 bin YTL manevi tazminat isteniyor. (dha) NOT: Uşak İnay Köylülerin bir de internet siteleri var http://www.inay.net/ |
28-12-2008, 17:46 | #92 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 22-12-2008
Şehir: zonguldak
Mesajlar: 78
|
Bakın hukuk gözünü açtı.........
T.C. D A N I Ş T A Y BEŞİNCİ DAİRE Esas No : 2007/7369 Karar No : 2008/3234 Temyiz İsteminde Bulunan (Davacılar) : Vekili : Karşı Taraf : Başbakanlık - ANKARA İsteğin Özeti : Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir. Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır. Danıştay Tetkik Hakimi : ... Düşüncesi : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı uyarınca Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığından, temyize konu mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı : ... Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü: Dava, Bergamalı 10 yurttaşın, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları sonucunda Türkiye aleyhine hükmedilen toplam 30.000.-Euro tazminatın Hazine tarafından ödenmesi üzerine, bu tutarın 1998 yılından bu yana T.C. Hükümetlerinin Başbakanları ve bakanlarına, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları, daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlarına rücuen ödetilmesi isteğiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin 1.6.2006 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararıyla; Bergamalı 10 köylünün yargı kararlarının uygulanmaması sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları üzerine, anılan Mahkemenin B:46117/99 sayılı kararı ile Türkiye aleyhine 3000'er Euro'dan toplam 30.000.-Euro tazminata hükmedildiği; söz konusu tazminatın Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından Hazine adına hak sahiplerine ödendiği; ödenen bu miktarın 1998 yılından bu yana görev yapan Başbakanlar ve bakanlara, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları ile daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlara rücuen ödetilmesi için yaptıkları başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, yargı kararı uyarınca hükmedilen tazminatın ödendiği; anılan bedel için sorumlu personele rücu edilip edilmemesinin yetkili amirlerin sorumluluğunu doğuran bir konu olup, bu hususun hakları ödenmiş olan davacıların doğrudan doğruya hak ve çıkarlarını etkilemediği; bir başka ifadeyle davacıların işlemin iptalini istemekte hukuken korunması gereken bir menfaat ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir. Davacılar, Devlet aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtıkları davada hükmedilen tazminatın Hazine tarafından ödendiğini, ancak sorumlu personele rücu mekanizması işletilmediği için dava yoluna başvurulduğunu, sorumlulara rücu etme konusunda idarenin takdir yetkisi bulunmadığını; maddi mağduriyetleri ödenen tazminatla tazmin edildiği gibi, sorumlu personele rücu edilmek suretiyle manevi mağduriyetlerinin de giderilmesi gerektiğini ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği hükme bağlanmıştır. Menfaat ihlali koşulu, iptal davalarının kabulü ve dinlenebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrinde, gerekse yargı içtihatlarında bu koşul, subjektif ehliyet koşulu olarak kabul edilmekte; ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davası açma yeterliğini sağladığını gösterecek ilişki, kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır. Genelde, kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte; davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin varlığı, dava açma ehliyeti için yeterli görülmektedir. Olayda, Bergamalı yurttaşlar, altın madeni işletilmesi amacıyla verilen izinler konusundaki karar sürecinin Sözleşmenin 2. ve 8. maddelerine aykırılık taşıdığını, Sözleşmenin 6/1 ve 13. maddelerine aykırı olarak etkin bir hukuki korumadan yararlandırılmadıklarını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuşlardır. AİHM, Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile yaşamlarına saygı gösterilmesi hakkına sahip olan başvurucuların bu hakkının güvence altına alınmasına ilişkin yükümlülüğün Devlet tarafından yerine getirilmediği ve 8. maddenin ihlal edildiği; ayrıca, ulusal makamların, ulusal yargı kararının Sözleşmenin 6/1. maddesinin gerekli kıldığı biçimde aynen ve makul bir sürede yerine getirilmesinde ihmalkar davrandığı kanaatine vararak, Sözleşmenin "Adil yargılanma hakkı“na ilişkin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan Mahkeme tarafından, ilgililerin maddi tazminat istemlerinin reddedildiği, ancak her başvurucuya 3000 Euro manevi tazminat ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin davacılara manevi tazminat ödenmesi yolundaki kararının temel gerekçeleri, ulusal yargı kararının yasal süre içinde uygulanmamış olması, verilen izinlerin yeni Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna dayandırılmaması ve ilgili şirketin Bergama ilçe sınırları içindeki Ovacık ve Çamköy civarında bulunan altın madenindeki faaliyetlerine devam edebileceği yolundaki 29.3.2002 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının ÇED izni olmadan alınmasıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından davacılara ödenmesine hükmedilen manevi tazminat, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından hak sahiplerine 24.6.2005 tarihinde Hazine adına ödenmiş, ancak sorumlu personele rücu edilmemiştir. Kişisel sorumluluğu bulunan personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla davacılar tarafından idareye yapılan başvuruda, 1998 yılından beri görev yapan Başbakan ve bakanların adları tek tek sayılmış, sorumlu diğer bürokratların ise idare tarafından belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. İdarece verilen cevapta ise, başvurunun incelendiği ve gereğinin yapılması için ilgili kurum/kurumlara iletildiği bildirilmiş; sonuç olarak, idare tarafından sorumlu personele rücu mekanizması işletilmemiştir. Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir Hukuk Devleti olduğu belirtilmiş; 138. maddesinin son fıkrasında, "Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen tüm etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içerisinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin Anayasal güvenceye bağlanması ve yargı kararlarının aynen ve gecikmeksizin uygulanmasıyla olanaklıdır. Anayasanın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış; bu bağlamda olmak üzere 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak, Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir. Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur. Ancak, idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen "yargı kararını uygulamama" eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır. Anayasanın kamu hizmeti görevlilerinin "Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence“ başlıklı 129. maddesinin 5. fıkrasında, "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.“ kuralı öngörülmüş bulunmaktadır. Anayasanın anılan maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı, yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmamaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar“ başlıklı 13. maddesinde de, "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar…Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır. / (Ek fıkra: 26/03/2002 - 4748 S.K../3. md.) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.“ hükmüne yer verilmiştir. Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare bir zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından ödenmesi temel bir kuraldır. Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı başvurdukları mahkeme veya makamlarca verilen kararlar uyarınca zararlarının ilgili kurumlarca karşılanması ve kurumların genel hükümlere göre sorumlu memurlara rücu hakkı bulunması, ulusal yargı kararlarının uygulanması bakımından açık olarak düzenlenmiş bir konu olup; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi konusundaki tek açık düzenleme ise, kamu görevlisinin kişisel kusurunun belirgin bir biçimde ortaya çıktığı işkence **** zalimane, gayrı insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle hükmedilen tazminatlarda sorumlu personel rücu edilmesi konusuna ilişkin bulunmaktadır. Ancak, yukarıda anılan Anayasa hükmü, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi ile rücuyla ilgili genel kurallar göz önünde tutulduğunda, zarara uğradığı yargı kararıyla saptanan kişiye Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. Rücu kurumunun işletilmesi, kamu görevlisinin kişisel kusurunun doğurduğu zararların yine kendisi tarafından karşılanmasını ve yargı kararının uygulanmaması ya da etkisiz bırakılması gibi hukuka aykırı eylem ve işlemlerden titizlikle kaçınılmasını amaçlar. Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte, idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına bir engel bulunmamaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın karşılığı olarak ulusal ya da uluslararası bir Mahkemece hükmedilen tazminat devlet tarafından zarara uğrayan kişiye ödendikten sonra ilgili kamu kurumu tarafından sorumlu personele rücu edilmemesi, bu yükün toplum üzerinde bırakılması anlamına geleceğinden, her yurttaş ve özellikle kamu görevlilerinin kişisel kusuru nedeniyle zarara uğrayıp yargısal süreci başlatmış olan yurttaşlar, ilgili personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla idareye başvurabilir ve bu başvurularının reddi üzerine de dava açma hakkını kullanabilirler. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda değildir. Belirtilen hukuki durum ve tüm bu değerlendirmeler ışığında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1 ve 8. maddelerinin ihlal edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hükmedilen ve Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 2. İdare Mahkemesi'nce verilen 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/c. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adıgeçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 3.6.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. |
29-12-2008, 20:54 | #93 |
Ağaç Dostu
|
Devletimiz Hukuk Devleti olduğunu kanıtlamalıdır.
Merhaba. Sn. angel67, Devletin memurlarının yaptığı yanlış uygulamalardan dolayı Devletimizin mahkum edilip kesilen cezaları ödemek zorunda kalması çok üzücüdür. Daha vahim olan, ödenen paraların hazineden ödendiği için cezanın bütün millete kesilmiş olmasıdır. Bu ise büyük haksızlıktır. Hukuk devletinde ödül kadar cezanın da olduğu bilinip ona göre davranılmalıdır. Herkes yaptığının sonuçlarına katlanmalıdır. Keyfi davranışların önü ancak böyle önlenebilir. Bu cezalar, sorumsuz ve kanunlara karşı gelenlerek cezanın kesilmesine sebep olanlara rücu edilmelidir. Eğer bu suçu işleyenlere suçu işleten kanunlarımız ise, kanunları, Yargıtay kararları ise o zaman onları da gözden geçirmek zamanı gelmiştir. Devletimiz Hukuk Devleti olduğunu göstermelidir. Yoksa bu Millet daha çok ceza ödemek zorunda kalır. Saygılar. |
29-12-2008, 21:22 | #94 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 22-12-2008
Şehir: zonguldak
Mesajlar: 78
|
Zaten hukuk devletinde hukuk olmadığından değil mi ;bütün bu eksiklikler..Onları yargılıyacak kim var kimse yok ki. |
03-03-2009, 11:49 | #96 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
|
|
08-02-2011, 22:10 | #97 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
|
|
08-02-2011, 22:50 | #98 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
|
|
24-03-2011, 12:14 | #99 | |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 21-03-2011
Şehir: Ankara
Mesajlar: 5
|
Alıntı:
http://www.canakkaleicinde.com/chp-c...ne-destek.html |
|
24-03-2011, 12:58 | #100 | |
Ağaç Dostu
|
Merhaba. Alıntı:
Çevre hepimizin ve çevreyi korumalıyız değil mi? Öyleyse çevreye her kesimden gelecek zarara ve tehdide karşı olmalıyız. Oysa çevrenin canına ot tıkayan diğer bütün faaliyetlere göz yumuluyor da sadece Altıncılara ses yükseliyor işte ben de bunu bir türlü anlıyamıyorum. Küçükkuyu, Altınoluk, Güre, Akçay, Kızılkeçili, Edremit, Havran, Burhaniye, Pelitköy, Gömeç, Ayvalık, Sadece buraları değil Kıyı kesiminde bulunan bütün güzelliklerimiz tehdit altında hem de aynı Bodrum, Marmaris, Kuşadası, Mersin, Anamur, Silifke, ve diğerleri gibi Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu saydığım yerleri madenciler mi talan etti? Denizin kıyısına duvar gibi siteleri Altıncılar mı inşa etti? İmar izinlerini rüşvet ve çıkar uğruna kimler sattı acaba? Ağaçlarımız kesilsin, Ormanlarımız yok edilsin, çevre katledilsin demiyorum. Kimse, hiç kimse bunu yapmasın. Yani hepsine karşı çıkalım. Bazıları körfezdeki Ağaçları kesip imara açarken ses çıkarmayanlar hatta imar iznine imza atanlar kalkıp Çanakkaledeki toplantılara katılırsa çok komik oluyor Yoksa enerji bağımlılığımızın sürmesini isteyenlerin Nükleer santrallere karşı çıktığı gibi amaçsızca ve işin esasını bilmeden saldırıp durmayalım diye düşünüyorum. Saygılar |
|
24-03-2011, 15:17 | #101 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 24-11-2010
Şehir: izmir
Mesajlar: 617
|
geçenlerde bir açıkoturumda izledim, akdeniz, ege ve marmara kıyıları eski volkanik bölgelerdenmiş diye. ve buralarda yoğun maden birikimleri var. tüm bu kıyılarda olduğu gibi izmir bergama'dan sonra izmir gaziemir'de de altın aranıyor. haberiniz ola. saygılar |
24-03-2011, 17:21 | #102 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Benim anlamadığım yer, ülkemizde bir çok maden çıkarılıyor. Bunlar da çıkarılırken ve işlenirken,belirli ölçülerde çevreye zarar veriyor. Kimsenin geri kalan madenler konusunda herhangi bir itiazı yokken sadece altın çıkarılması konusunda, çok da gerçekçi temele dayanmayan itirazları. Altında geri kalan diğerleri gibi bir maden. Bor gibi. Alümünyum gibi. geri kalanlar gibi. Sadece altın konusunda çevre zarar görüyor demekde ben bir mantık göremiyorum. Hele tamamen dışa bağımlı olacak nükleer santrallerin felaket henüz devam ederken savunulmasında bütünüyle başka niyetler arıyorum.( Yakıt gibi işletme de bize ait olmayacak) Altın radyoaktif değildir. Altın çıkarması radrasyona neden olmaz. Siyanür zehirli bir element olduğu için sanki altın çıkarılırken herkes ölecek gibi bir senaryo ülkede altın çıkarılmasına engel olmak isteyenlerin ülkenin bu konuda dışa bağımlı kalmasını isteyenlerin yazdıkalrı, oynadıkları bir senaryo. Bir bilgilendirme yapayım. Devlet işletmelerinde gümüş madenlerinde siyanür zaten uzun zamandan beri kullanılıyor kimse de buna itiraz etmiyor. Ülkemizin altın işleme sektöründe dünya liderliğine oyanyan bir ülke olduğunu da söylersen sanırım kimin neyi istediği daha iyi anlaşılır. |
25-03-2011, 10:16 | #103 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 04-02-2008
Şehir: istanbul-Gelibolu
Mesajlar: 1,829
|
Bağımlı (manda konumunda) ükenin çaresizliği.
Arkadaşlar bilim ve teknolojide geri kalmış ülkeler(bizi gibi genelde müslüman) üretim sağlıyamadıkları için yeraltı kaynaklarını tüketerek hizmet ürettiklerini saysalarda bu kaynaklar tükenmeye başlayıca da o ülkelerin yurtsever halkarıda başkaldırıya geçmektedirler. Gündemde arap ülkelerindeki yer altı kaynaklarının önde durumunda petrol ilk sıradaki yer altı zenginiğini sonuna yaklaşması insanları başka eneji kaynakları arayışıyla nükler santrallara doğru bu çılgınlığın içinde insanlığın sonunu hazırlamakta olduğunun haberleri olarak japonyadaki doğal afetin yarattığı atom santrellerindeki hasarların bu enerjinin japonya gibi ileri teknoloji uygulayan bir ülkede güvenirliğini surgulaması bakımında bizler için kıstas ve örnekler sunmaktadır. Basiret sahibi yöneticileri çıkaramayan insanımız her alanda kaynak kullanımı konusunda tutarlı politakalar uluşturamadığından, doğal çevreyi koruma ve kollama konularında her türlü riskler taşıyan purojeler üreterek yer altı kaynaklarını sömürü anlayışına dayanan bir üretim anlayışı içinde göbeğinden bağlı olduğu ülkere ham madde olarak ürtteği bu değerleri artı değer üretmeden yabancılara adeta peşkeş çercevesine savurganlık politikalarında ekonomiye kaynak sağlama endişleri içinde yönetimlerini sürdümekteler. Onların hiç endişesi yok gibidir altın üretiminin çevreyi ve geleceği kirleten siyanürün etkilerinden, çünkü altın bizim insanımızın ziynet eşyası gibi gördüğü bu metal, bilim ve teknoloji insanında uzay teknolojisi ve iletim teknolojilerinin olmazsa olmazlarının başında gelen bu metal uzay ve iletişim tenolojilerindeki rekabet eden ülkelerin bu yarışı kazanmada metali eline geçirenin olduğu bilinci onları şuursuzca bu altını üreten ülkelere yaptıkları baskılarda en kolay ve maliyet getirmeden bu mineralin üretimini sağlama yolunda o ülke topraklarının gelecekteki durumlarını düşünmek istememelerinden, içimizdeki iş birlikçileri sayesindede yurtseverlerimizin karşı çıkışlarını engellemede çeşitli tezgahlar içinde insanımızın geleciğini karartmaktadırlar. Tarım ülkesi vasfını kaybeden ülkemiz tohum ve girdi kullanımıda tam bir dışa bağımlı duruma gelmiş, kimyasal gübrelerin kullanımıda kırsal insanımıza gereken destekler sağlanamadığından bilinçsizce kullanılan kimyasal gübrelerden yeterli üretim sağlanamadığı gibi gübre kayıplarının toprak yapısını bozmanın yanında yeraltı sularına karışarak gelecekteki çevre kirliğinin bir başka etkeni olmaktadır. Arkadaşlar bu başıbozukluğun temelleri ulu önder ATATÜRK'ün koyduğu ilkelerin ölümünden sonra gelen iktidarları küylü milletin efendisidir sözünü unutarak kalkınmanın köyden başlıyacağının eğitimdeki uygulamalrından köy ensitülerinin kaldırılarak, yerine gelecekte din alayışına uygun eğitim kurumlarını getirerek Atatürk'ün ilkelerine ters olan bir anlayışla insanlar yetiştiren bu insanların içinden millet vekilleri bakanları, başbakanı hatta cumhur başkanını çıkaran bu ülkenin insanın iradasi değil bir avuç işbirlikçi mandacı görüşün satılmışları tarafından ülkemiz bağımlı ülkeler durumuna getirilmiştir. |
25-03-2011, 15:48 | #104 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Ülkemizde altın madenciliğin karşı çıkmakla yurtseverlik arasında hiç bir ciddiye alınacak bağlantı yoktur. Bu bütünüyle dayatılmış bir argümandır. Bütün madenler gibi altın da madendir. Yukarıda da örneğini verdim tekrarlamaya gerek yok. Ülke altın işleme konusunda dünya lidarliğine oynamaktadır. Bunun için ciddi miktarlarda altın ithal edilip işlenip dışarı ihraç ediyor.( en son ilgilendiğimde 45 ton gibiydi rakam.Yanılıyor olabilirim, Altın konseyinden öğrenebilir merak edenler) Ülkemizde maden varken ciddi mikrtarlarda para yurt dışına kaçıyor. Bu düzenin devam etmesini istemekle, yurtseverlik arasında bağlantı kuramıyorum. Dışa bağımlılığın devam etmesini istemek yurtseverlik değil. Burada dışarından maden ithal edip işleyip geri ihraç etmedeki derin bağımlılığa dikkat çekerim. Savurganlık tam da budur. Altınla birlikte siyanürden sözetmek Nükleer santraller güvenlidir demek gibi tuaf bir durum. Bilmemekten kaynaklanıyor. Ülkede zaten siyanürle işlenen üstelik de devlet ait maden ocakları şu an çalışıyor. Önceden de belirttim. Bu gerçek ortadayken siyanürden ötürü altına karşı çıkmak arkasında başka niyetler olduğunu düşündürüyor. Köylü edebiyatıyla, bu konular bağlanmış olmuyor. Her sene bir kaç nükleer kaza yaşanıyor dünyada, bugüne kadar bir altın işleme fabrikasından siyanür sızıntısı haberi bilen duyan bu tarafa gelsin. Bilmeyenler yahu biz kime alet oluyoruz diye düşünsün. İstanbulun orta yerinde altın atölyeleri var. Hepsi siyanürü kullanırlar. Bir şeye mi karşı çıkacaksınız önce bu işler nasıl oluyor bir öğrenmkete yarar var densin. Sordun sorayım başka madenler de çevreye belirli ölçülerde zarar verirken onların ülkemizde çıkarılıp işlenmesi yurtseverlik olarak görülürken sadece bu madenin çıkarılamsına karşı çıkmak nasıl bir yurtseverliktir. Dünya bor madenleri nededeyse %90 Ülkemizdedir. Buna karşılık tekeli bize ait değildir. Sık sık bu konu güdeme getirirlir. Geleceğin yakıtı biçiminde hicranlı karşı çıkışlar yapılır. Bor madeni çevreye zarar vermeden mi çıkarılacak. Petrol, alümünyum, krom( dünyada en büyük rezerv) Gümüş, tungsten, bütün bu madenler konusunda fikirleri öğrenmeyi isterim. Çıkarılmasın mı bu madenler. Tohum konusnda dışa bağımlı olmayalım. Dünya lideri olacağımız bir sektörde bağımlı olalım. Bu mantığı biri açıklasa sevineceğim. Bu arada Ağaçlar eğitim toplantıları kimi bilgileri uzmanlardan edinmemize yardımcı oluyor. Ülkemiz meğer çok ciddi bir tohum üreticisiymiş ve İsrail'e de tohum ihraç ediyormuş. Hocanın yalancısıyım. Kendisi uzman. |
25-03-2011, 18:59 | #105 |
agaclar.net
|
Baia Mare Maden Kazası İnceleme ön raporu |
25-03-2011, 19:08 | #106 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Demek ki benzin fiyatlarından sonra dünya liderliğine oynadığımız bir alan daha varmış. Sahi bu Fransızlar niye kendi çimento fabrikalarını kapatıp bizdekileri aldılar ki? Akıl yok mu ne bunlarda? Mantıken, bir iş yapılırken getiri ve götürüsünün iyice tartılması gerekir. Bir tarafta yılda yüz milyon dolarlık çam fıstığı üreten Kozak Yaylası diğer tarafta sayısını hatırlamadığım endemik türün yaşadığı Kaz Dağları, eşsiz bir coğrafya. Güneyde zeytiniyle, kuzeyde meyvesiyle çok önemli bir tarım ve hayvancılık bölgesi. Terazinin bir tarafına bunları koyun diğer tarafına altından gelecek kazanımları. Hangi taraf ağır basıyor? Siyanür öldürür ama kontrol edilebilir. Radyasyon öldürür ama kontrol edilemez. Altın çıkarılırken o bölgede yaşayanların sağlıklarının bozulması, ağır metal zehirlenmesi tehdidi altında bulunmaları makul müdür? Kendi içimizde çelişiyoruz... Olası felaketleri, iş işten geçtikten sonra saptanabilecek ciddi sorunları görmezden geliyoruz... (Bakınız Tuna nehri) Şu şu konularda bir tepki verilmiyor da bu konuda niye tepki veriliyor türü yaklaşımları anlayamıyorum. Çeçmişte şöyle şöyle yapılıyordu da şimdi neden böyle yapılıyor türü yaklaşımları da yine anlayamıyorum. Nedir yani, battı balık yan gider mi diyelim? Ayrıca imara açılmaması gereken yerlere yapılaşma izni verilmesi de yanlıştır, bunlara da tepki verilmelidir... |
25-03-2011, 19:27 | #107 | |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Geçenlerde okumuştum, biraz uzun ama paylaşmak istedim: Alıntı:
Düzenleyen warrior : 31-03-2011 saat 09:29 Neden: Okunabilirliği arttırmak. |
|
25-03-2011, 21:19 | #108 | |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Alıntı:
"warrior" Bence anlamadığınız şeyler çok. Herşeyden önce bütün maden ocakları çevreye zarar veriyor. Her çevre kötü de kozak yaylası iyi gibi bir mantık olmaz. Bütün maden çıkarımları çevrede bir tahribata neden oluyor. Hepside belirli ölçülerde çalışanlarda meslek hastalıklaran neden oluyor. İşte ocakta cesetlerine ulaşılamayan madenciler daha yeraltında. Kimse kömür çıkarmayalım demedi şimdiye kadar. Üstelik de tam bir çevre felaketi kömür. Evet başka madenlere ses çıkarmayıp sadece altın madenciliğine karşı çıkmak fıstık ağaçlarıyla açıklanamaz. Gerekli ekolojik dengeler korunarak pekala madencilik yapılabiliyor. Ülkedeki başka madenler konusuda ses çıkarmayıp sadece altın madenciliği söz konusu olduğunda vatanseverlik diye bir şey olmaz. Bu durumda dışa bağımlılığa devam edilmesini önermiş oluyorsunuz. Ülkenin geri kalanındaki başka madenler de çevreye zarar verirken sadece altın konusunda itiraz etmek "onlara itiraz etmedik etmedik ama.". biçiminde bir mantık kabul ettirmez. Bu duruma bütün madenlerin çıkarımına karşı çıkmak gerekir. Sadece altın madencliğine karşı çıkmak yazılmış bir senaryonun okunması. Bor madeni çıkarılınca çevresi ekolojik bir zenginliğe mi kavuşacak? Devletin gümüş madeninde siyanür kullanılıyor olması ses çıkarılmasına gerek olmayan bir durum mu? İzmir Kavacıkta altın ocağı var. Herkes siyanürlü altına hayır biçiminde itiraz ediyor. Evet çam ormanları da zarar görüyor. Kimse ya bu ocakta siyanür falan yok demiyor. Salt itiraz bu. Yoksa çamlar için itiraz edeni yok. Çamlı barajı projesinden maden için vazgeçildi deniyor. Köylüler barajı istiyoruz diyorlar. İyi ama siz barajın havzasındasınız köyünüz bütün üzüm mahsülüyle birlikte sökülür baraj kurulunca dedim. Nasıl yani diyorlar. Sizce ortada ciddi bir tuaflık yok mu? Sadece altın madeni mi çevre sorunlarına neden oluyor? Yoksa bu maden üzerindeki uluslararası rant oyunlarının ülkemiz için yazılmış senaryoları mı var? |
|
25-03-2011, 22:49 | #109 | |
agaclar.net
|
Alıntı:
Tümünü okudun mu? |
|
26-03-2011, 08:45 | #111 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 04-02-2008
Şehir: istanbul-Gelibolu
Mesajlar: 1,829
|
Konuya Baia Mare Maden Kazasının raporlarının ışık tutması.
Arkadaşlar geçmiş yılllarda bu başlıkta konu çeşitli paylaşımlarla tartışılmış olmasına karşın birçok ayrıntı dile getirilerek enine bolyuna konunun bütün yönleri ile netleşmiş olmasına karşın tekrardan tartışılr hale gelmesinide anlamış değilim. Birçok ileri görüşlü arkadaşımızın, bu alt başlıktaki bu konu başlığı içindeki altının siyanürle üretiminin tartışılarak, konunun daha iyi anlaşılması bakımında üst başlıktaki doğaya ve çevreye sahip çıkalım, doğa, çevre ekoloji, gıda ve hukuk politikaları kapsamı içinde mütealasını yapan arkadaşlarımız güzel sonuçlar çıkarmışlar bu şekilde üretimin getirisi ve götürüsü üstündeki ayrıntıların aydılnlatılmasını sağlamışlardır. Burada alt başlıktaki bu konuyu açan arkadaşımızdan daha çok sahiplenen memet arkadaşımızın dar kalıplar içinde konuya açıklık getirmeye çalışması içinde arkadaşımızın adete siyanürla altın üretimini sağlayan şirketin bir temsilcisi gibi davranarak, konuyu savunmasına getirdiği paylaşımlarının tutarsızlığı karşısında warrior, Oğuz, Karsan, angel67, praecox ve diğer arkadaşlaın geniş persektif içinde konunun anlaşılmasını sağlamışlar, son aşamada sayın malinada Baia Mare Maden Kazası raporunu sunmasıyla konu sukut bulmuş oldu. Konuya katılarak açıklamaları ile paylaşımlar sunan arkadaşlarıma bu emeklerinden ötürü teşekkürü borç bilirim sevgilerimle. Saygılar sunarım Düzenleyen epsody : 26-03-2011 saat 10:32 |
26-03-2011, 11:44 | #112 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Her konu her zaman tartışılabilir durumdadır. Bunu anlamanız gerekli değl. Biri eklemek yazmak istediği bir şey görür yazar tartışır. Dar kalıplar sizin kendi siyasi görüşünüzle başkasına/ bana hakaret etmeniz biçimindedir. bunu da uyarıma rağmen bakıyorum bir özürle telafi etmiyorsunuz. Bilir bilmez bonsai konusunda da böyle bir çabaya girmenizden sizde kisişisel bir takınıtı olduğuna inanmaya başladım. Terbiye sınırları içnde kalmaya gayret ederek ve sizin gibi hakaretler de etmemeye özen göstererek bari okuduğunuzu anlayamayacak kadar sığsa algınız, bırakın başkasına böyle üsluplarla cevaplar yazmayı. Ne dendiğine dair bir fikriniz bile oluşamamış sizin. Maden kazası raporu da hiç bir şeyi açıklamıyor zaten. Anlamadığınıza göre bir daha okuyun. Bütün madenlerde kazalar olur oluyor, çevreye zarar verir veriyor. Burada sadece altın madeni sorunlu gibi tuaf bir bakışla kaza raporuna sarılmanız sizi kurtarmaz. Neden kömür kazası raporuna ilgi gösterilmediğini da rapora sarılanlara bir sorayım. Kömür madenleri kapatılmalı diyor musunuz? Bor madeni konusundaki sözlerim okunmaz biçimde midir? Bu konularda kulağınız üstüne yatmanız sizi kurtarıyor mu? Cevabı duydum mu yoksa, yoo o da nerden çıktı. Uluslararası kartellerden böyle bir baskı yok mu dedi birisi. Borçlu olduğunuz bir hususun teşekkür değil hakaretinize özür olduğunu bir kere daha hatırlatsam yararı olur mu? İnsan biri hakkında böyle asılsız ve seviyesiz ithamlarda bulunurken biraz utanır. Elbistandaki çöküntüde yatan cesetlere bile ulaşılamamışken sizin saplantılı biçimde altın madenciliğine karşı çıkışıyor oluşunuzun altında ne anlam var? Çöküntü olan alanın çevreye tahribatına da dikkat etmişmiydiniz konu haber olduğunda. Bu konunun insanları kandırma çerçeveside düzmece senaryoların çerçevesinde değil, maden çıkarımın bütün diğer madenlerde de tehlikeli çevreye zarar veren, doğayı belirli ölçülerde tahrip eden bir sektör olması çerçevesinde alınması gereklidir. Oysa siz hakaret etmeyi de önemsemeden sadece altın çıkarılmasına karşısınız ki, bence de madeni başka ülkelerde çıkaran uluslararası şirketlerin maşası gibi görünüyorsunuz. Üstelik de bunu vatanseverlik gibi bir maske altında yapıyorsunuz. Bence dar bakış açısı işte budur. Yoksa bir düzmece metne uluslararası maden çıkarımını kontol eden şirketlerin arügümanına sığınırken araya Atatürk yazmak ne sizi vatansever yapıyor. Ne de durumunuzu kurtarmaya yetiyor. Adetten oldu, her ciddiyesliğe Atatürk adı yazıp aradan sıyrılma oyunları. Bir insanın manevi şahsiyeti üzerinden de bu kadar oyun oynanmaz. ( Söz konusu olan ben değil, Mustafa Kemal'dir) Hakaretiniz ve tekrarlamanız için iki kere özür dilemelisiniz. Altının staratjik bir maden olması nedeniyle ülkede çıkarılmasının önünün kesilmeye çalışıldığına dair "vatanseverliğinizde" hiç bir şüphe uyanmamış olması ne anlamlı. Epsody bana hakaret ettiği satırları düzenlemiş ama, hakareti için özür dilemediğinden ben cevaben yazdıklarımı yerinde tutacağım Düzenleyen memet : 01-04-2011 saat 13:16 |
26-03-2011, 19:25 | #113 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 24-11-2010
Şehir: izmir
Mesajlar: 617
|
yorumlara dahil olacaktım ama burası biraz gerilmiş. ben aradan çekileyim. saygılar |
30-03-2011, 14:16 | #114 | ||
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Her maden ocağı çevreye zarar verir. Altın madenciliğinde ise birim cevher başına diğer madenlerden daha fazla alanın açılması/kazılması gerekir. Zararlı kimyasal maddelerin kullanımı ise söz konusu cevherin çıkarılmasında çevreye verdiği zararın üstüne artı bir zarardır. Sanırım kimse soluduğu havada, içtiği suda, yediği ürünlerin yetiştiği toprakta öldürücü zehirlerin bulunmasını istemez. Kaldı ki ekonomik getirisiyle, ekolojik zenginliğiyle, üstündekiler altından çıkartacaklarınızdan daha değerli olduğu gün gibi ortadayken bu durum nasıl açıklanabilir bilmiyorum. (*1) Alıntı:
(*2) Alıntı:
Kaynaklar: (*1) T.M.M.OB. Metalurji Mühendisleri Odası Dergisi 2001/126 (*1a) T.M.M.O.B. Maden Mühendisleri Odası Madencilik Bülteni Sayı 53 1997 (*1b) Greenpeace (*1c) EPA (*1d) Washington Post (*1e) Mining Journal Dergisi 16.02200 Londra (*2) MADEN-MADENCİLİK , ALTIN VE ÇEVRE TMMOB Mad. Müh. O., Altın Pol. Sim. 20-21/Şubat/2009 Jeo. Yük. Müh. Savaş Dilek Kızıl çamur olayı Ağır metal tehlikesi Çal Dağları’nda Vahşi Madenciliğe Hayır! Siyanürle ilgili sık sorulan sorular ve cevapları(İng.) Atık havuzu kazaları kronolojisi(İng.) Siyanürün Yaşanmış Etkileri (İng.) |
||
01-04-2011, 08:25 | #115 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Konuların insanları araştırmaya sevk etmesi ne güzel. Araştırma yaparken, konuyu; Madencilik ve Çevre: Madencilik faaliyetleri diğer endüstri faaliyetlerine göre çevrenin fiziksel ve kimyasal olarak bozulmasına direk nedendir. Doğası gereği alternatif yer seçimi şansı bulunmadığından, çoğu zaman; tarım, orman ve canlı yaşam alanlarını, tarihi ve doğal sit alanlarını bozma, az-çok zarar verme durumu ile karşı karşıya kalınmaktadır. Madenciliğe ilişkin faaliyetler birkaç aşamada olup, her birinde doğa farklı olarak zarar görür. En zarar verici faaliyetler: Maden işletme (çıkarma), zenginleştirme, metal tasfiyesi ve kazanılması gibi işlemlerden dolayı ortaya çıkan kirleticilerdir. Bununla birlikte madenin büyüklüğü ve fiziko-kimyasal yapısı ile faaliyetin süresi de önemlidir. Açık ocak maden işletmeciliğinde doğa tahribatı üretim sırasında doğrudan olmaktadır. Biçiminde görmeye başlama şansı da olabilir. Böylece şu sonuca ulaşılabilir; Madencilikten elde edilecek ekonomik yarar, fayda-maliyet analizlerinde; doğuracağı çevre sorunlarının giderilmesini de (yatırım- işletim) öngören bir bütün olarak değerlendirilmiş olmalıdır. Burada esas temel alınması gereken; şimdiki kuşakların ihtiyaçlarını karşılarken gelecek kuşakların büyük maliyetler ödemesinin önüne geçilmesi için sorumluluklarımızın bilincinde olmamızdır. Görüldüğü üzer alıntıda, maden çıkarmayalım gibi bir sonuca ulaşılmıyor. Şimdi altın madeni kazanlarını araştıran arkadaşların kömür madeni kazalarına yönelmelerinde sayısız yarar görüyorum. Maden çıkarımı ile maden kazaları arasında bir fark olduğu sonucuna böylece yaklaşmak mümkün olabilir. Bunlardan sonra, başka madenlere değil deneden sadece altın madenciliğine karşı çıktıklarını sorgulamaya başlamak için onları yönlendirebilirim. Şu soruyu başlangıç için sormak uygun olur. Neden diğer madenler değil de ülkede altn madeni çıkarılmasına karşı böyle bir durum oluşuyor. Altın çıkarılmadığında, bundan kim yarar sağlıyor. Kestirmeden "doğa" diyeceklere, evlerindeki klorlu su ve asit şişelerini saymalarını, kullandıkları temizlik maddelrinin içeriklerine bakmalarını öneriyorum. Geçen yıl kaç şişe asit ve klorlu suyun evlerden denize karıştığın düşünmeleri de uygun olur. Konuların dar bir bakış açısıyla düşünülemeyeceğini göstermesi bakımından, Sığacık körfezinde orkinos üreticiliğine çevreciler karşı çıkıyorlar. Aman ne güzel, Çok önemi bir doğal alan olan bu bölge aynı zamanda akdeniz foku üreme alanlarından birisi, Ama Çeşmenin kanalizasyonun derin deşarjının aynı yere yapıldığnı da çevrecilerden değil, orkinos çiftliği sahibinden duyuyoruz. Orkinos üretilebilir, çevreye zararına engel olunarak. Karşı çıkılacak şey üretim değil, çevreye zararıdır. Engel olunacak şey budur. |
01-04-2011, 21:43 | #116 | |||
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Altına Hücum ve Siyanür Liçi
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir (Anayasa, Md.56). Evet araştırma yapılırken daha önce görülemeyen siyanür sızıntıları da, altın madenciliğinin diğer madenlerden daha fazla oranda çevreye zarar verdiği de görülebiliyor. Kendi adıma, maden çıkarmayalım dediğimi de hatırlamıyorum. Herkes her konuda bilgi sahibi olamaz. Önemli olan o konuda söyleyecek sözü olan araştırmacıların, uzmanların, bilim insanlarının fikirlerini iyi anlamak ve toplum sağlığını yakından ilgilendiren bu konuyu kendi mantık süzgecimizden geçirerek doğruyu bulmaya çalışmaktır. Unutulmamalı ki tüm yer üstü ve yer altı zenginlikleri topluma ait ve çevreyi korumak her vatandaşın anayasal ödevi. İşletmenin hangi standartlara göre yapılacağı, günümüz koşullarına göre yasasıyla yönetmeliğiyle belli midir? Toplum ve çevre sağlığı açısından her şey kontrolümüz altında mı? Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
(*1) Altın ama önce “insan ve çevre” Jeo. Müh. Bülent Can Bergama gerçeği ve siyanürlü altın madenciliği Yasa olmazsa tanımı değiştir! |
|||
03-04-2011, 12:26 | #117 | |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Siyanürle altın madenciliği sonucu ortaya altından başka arsenik, kurşun, antimon, kadmiyum, krom, çinko, civa vb. tehlikeli ağır metaller de çıkıyor. Bunlar atık çamuru havuzlarında öylece bekletiliyorlar. Bu gibi maddelerin vücuda girmesi insan sağlığını bozan hastalıklara ve vahim sonuçlara yol açar. Kamusal yararlarını düşünen egemen milletler kaynak sularının ne kadar önemli olduğunu çoktan kavramış durumdalar. Siyanür liçi yöntemiyle altın işletmeciliğini savunan arkadaşlara sormak istiyorum; bizim ülkemiz çöplük mü? Alıntı:
|
|
03-04-2011, 19:52 | #118 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
"Siyanür liçi yöntemiyle altın işletmeciliğini savunan arkadaşlara sormak istiyorum; bizim ülkemiz çöplük mü?" O arkadaşı bulduğunuzda soralım. Burada, konuların ciddi biçimde tek taraflı sabit bir bakış açısıyla görülemeye çalışıldığı gibi bir endişem var. Aslında son zamanlarda ülkemizde özellikle de okumuş insanların vahim biçimde bir konuyu etraflıca incelemeden peşin hükümlere varıp çok zamanda dikte edilmiş verilere baızıarı bütünyle gerçek dışı da olabildiği halde inandığı gibi bir düşüncem var. İstanbul'un orta yerinde yüzlerce altın işleme atölyesi var. Her birinde yarımşar kilo siyanür kullanılıyor olsa bir ayda, yüzlerce kilo siyanür kentin ortasında rasgele geziniyor demektir. Bu kullanıldıktan sonra kanalizasyona atılan bir atık. Hiç bir kontrolü de yok. Nereye gitttiğini artık takip eden biri çıkar araştırır metni alıntılar. Bir kaç kere sözettim. Derin araştırmalar yapılırken bu vahim durum ezbere uymadığı için görmezden geliniyor. Bir metin sadece birisi öyle yazdı diye geçerli olmuyor. Böyle aslında "üretilmiş" verilerden oluşan bilgi kirliliği çağının bolca metni havalarda uçuşuyor. Ülke çöplük mü? asllına bakarsanız evet ülkemiz tam olarak bir çöplük. Çevre korumacılığı konusunda dünyanın en berbat ülkesi sıarlamasında en üstteyiz. Kimayasl atık çöplüğüyüz. Konya lağımını tuz gölüne atan bir çöplüğüz. Çeşme kanalizasyonunu orkinos zaferi elde ettiğimiz körfeze deşarj eden bir çöpüğüz. Radyokatif çayların ne yapılacağı bilinemediği için bir yerlere rasgelegömüldüğü bri çöplüğüz. Hiç kimsenin bu trajik durumu görmeyip, tam olarak kavrayamadığı bir altı npolemiğinde taraf tutmasında ben sadece tek yönlü bakış açıları görüyorum. Verdiğiniz alıntıyı dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. Burada, altın çıkarımna ilişin bir yasaklama yok. Zaten olası abes ourdu. Bu stratejik madenin çıkarılmasında çevre faktörüne göndeme var. Ayn biçimde çevreyi tahrib eden ve torpak altındaki cesetlere ulaşılamayan Elbistan orada duruyor. Yatağan snatrali ölüm kusuyor. Ama buralarda çıkarılan altın değil. İtiraz etmek gerekesiz. Söz konusu altının çevreye zarar vermesi değildir. Ülkedeki rezerlerin işletilmesine engel olmaya çalışanların ürettikleri bir tavırdır. Konu altın işleme sektöründe en hızlı gelişen ülke olmamız, altın işleme sektöründe dünya ikincisi üçüncüsü ülke olmamızla ilgilidir. Siyanür bu yükselişi engellemek için planlanan bir düzenin ayrıtnısı olarak kullanılıyor. AP kararları da tavsiye niteliğinde kimse ciddiye almıyor bu arada. Bir gönderme olsun Türkiye ile ilgili pek çok da olumsuz kararı var parlamentonun. Özellikle fikir özgürlüğü konusunda. Aslında her konuda. |
04-04-2011, 12:22 | #119 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
|
Altına Hücum ve Siyanür Liçi
memet; “Dar kalıp”, “tek taraflı sabit bakış” sizin düşünceniz. “Biri eklemek yazmak istediği bir şey görür yazar tartışır.” Kimseyi tutan yok, herkes düşüncesini söylüyor. Taraf olunan bir yer varsa o da doğanın tarafıdır. Ama doğru ortalığı zaten kirlilik götürüyor, hiç uğraşmayalım. Zaten yeterince yanlış uygulama var, birkaç tane daha olsun. Önce diğer bütün meseleleri halledelim ki sonra bu konuda söyleyecek sözümüz olsun. Durumu tam olarak kavramamız için dünyanın sayılı cennetlerinden olan bir bölgeyi cehenneme çevirmemiz gerekir. Du bakalım nolcek! 1 ton altın için 300.000 ton cevher kazmamız gerekicek. Şu %2'lik “devlet hakkı” da ekonomiyi bir güzel rayına sokacak. Nasıl olsa önemli olan günü kurtarmamız olacak. Yazın susuzluk mu varmış, aldırma. Tarım, hayvancılık, doğa mı; hiç söyleme, evdeki şişeleri say yeter. Hava mı kirlenecekmiş kim demiş, çek içine. Memlekette sigara içilmiyor mu? Sağlığımız mı bozulacakmış, özel hastaneler varya. O kadar makaleyi yazan “birisi” de (profesörler, araştırma görevlileri, üniversiteler, mühendisler, teknik insanlar, danıştay, hukukçular, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, doğa dernekleri, yörede yaşayan yerliler...) hiç sıkılmadan bunları “üretmiş” kafamızı bulandırdıkça bulandırıyor. Gerçekten bunlar senaryo olabilir. Biz bu filmi daha önce dünyada geri kalmış ülkelerde gördük. Çok tuttuğu için yine çekmişlerdir yönetmenler. Özellikle şu okumuş kesim yok mu... Osman Terkan “TBMM' nin açılımı nedir?”, “İstiklal Marşı'nı duydunuz mu?” ve benzeri sorularına cevap veremeyen kesim çok harika. Ne gereği var ki altın hakkında konuşup milletin kafasına siyanür sokuyor bu okumuş kesim. Şu kanalizasyona dökülen tehlikeli atıkların nereye gidebileceğini biraz düşünelim o zaman. Diğer evsel ve endüstriyel atıklarla birlikte yeterince arıtılamadan eninde sonunda denize gidiyordur sanırım. Buradan dönüp dolaşıp yine soframıza kadar geliyor olabilir. Sonrası belli, şansımıza ne çıkarsa. Haklısın, bu vahim durumu kesinlikle görmezden gelemeyiz. Bu durum atık havuzları gerçeğini değiştiriyor mu? Dünyanın sayılı yeryüzü cennetlerinden birinin katledilmesini ise bu şekilde açıklayamazsınız. AP önerme yapmış ya da yasaklamış önemli değil. Önemli olan o hedefin ortaya konulmasıdır. Kimsenin rezervlerin işletilmesine engel olmaya çalıştığı yok. Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir (Anayasa Md.6). Hangisini işletmek istersek onu işletiriz (olması gereken), sonra bu acele niye? |
04-04-2011, 22:35 | #120 |
Kaybettik, Allah rahmet eylesin
|
Görülüyor ki yazılandn kıssanız bu olabilimiş. Anlayamadığım çevreyi İstiklal marşıyla mı temizlemeyi düşünüyorsunz . Orası biraz karışık olmuş. O zat kimdir. O mu yapmış bunu? Yİne görülüyor ki sizin şehrin ortasındaki siyanür sorunuyla hiçr bir biçimde ilginizyok. Ne kakdar altın için ne kadr cevher, (aslında cevherdeğil toprak) Evet çıkarılacak bütün madenler gibi bu maden de çevreye belirli zararlar veriyor. Diğer madenler masum değil. şehrin ortasında alenen kullanılan siyanüre değil, siz aslında altın madeninin kendisine karşısınız. Kömür madeninin fotoğraflarını bir görün. Hani cesetlerin olduğu alana bile gidilemeyen Elbistan. Bu işler öyle kuru laflarla yürümüyor işte. yazın su, altın çıkarılmadığında mı olacak? Yoksa iklimsel bir sorun mu bu. Altın iklim dengesini mi etkiliyor acaba?Kentin içindeki siyanüre evet bu konu gerçekten çok vahim bir durummuş bukonuya acilen eğilmemiz gerekiyor diyemediğiniz buna bir bakın. Angola'da neden altın madenciliğine karşı çıkanlar olmadığını merak edin biraz. Ülke sayılı yeryüzü cenneti falan değil. Zihnen ve çevresel olarak çöplüğe dönmüş bir halde. Hele sadece kendi bakış açısının gerçek ve meşru olduğunu düşünüp her tartışamaya bir Atatürk bir İstiklal marşı yazıp kendilerince bir haklılık yaratanlar tarafından fikri hayatı kirleniyor. |
|
|