agaclar.net

agaclar.net (http://www.agaclar.net/forum/)
-   Daha İyi Bir Yaşam İçin (http://www.agaclar.net/forum/daha-iyi-bir-yasam-icin/)
-   -   Kanser (http://www.agaclar.net/forum/daha-iyi-bir-yasam-icin/9768.htm)

denizakvaryumu 28-02-2007 10:29

Kanser
 
http://www.losev.org.tr/duyurular/uyari.htm

7-8 yaşında çocuklar akın akın kanser tedavisi olmak için hastane yolundalar...

Çevremizi uyaralım...


.

denizakvaryumu 05-03-2007 08:58

Çin'den gelen elbise dokunsan kanser yapacak gibiydi

DEVLET Bakanı Kürşad Tüzmen'in 170 ihracatçıyla çıktığı Mısır seferinden dönerken bir tarafımda Aksa Akrilik'in Mısır'daki şirketinin Yönetim Kurulu Üyesi Sinan Can, diğer tarafımda da Ekoteks'in Genel Müdürü Mehmet Tüysüz oturuyordu.

Süleyman Orakçıoğlu'nun başkanlığını yürüttüğü İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği, (İHKİB) Ekoteks laboratuvarını uluslararası boyuta taşımak için Mısır'a da bir şube açmış, kurdelasını da Kürşad Tüzmen kesmişti.

İHKİB, Ekoteks'i Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünü yabancı laboratuvar mahkumiyetinden kurtarmak için kurmuştu. Ekoteks şimdi 4 milyon dolar ciroya ulaşmış, testleri dünyada kabul görür olmuştu. İHKİB'in Ekoteks'ten sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Güneş, laboratuvarın sektörü 6 milyon dolarlık ek test yükünden kurtardığına dikkat çekiyordu.

Sinan Can, Mehmet Tüysüz'e sordu: "Mısır'daki fabrikamızda Hindistan'dan da bazı ürünler kullanıyoruz. Onların 'azo boyar madde' testini Kahire'deki laboratuvarda yapabilecek misiniz?"

Mehmet Tüysüz'ün yanıtı şimdilik olumsuzdu ama müşteriyi geri çevirmedi: "Siz ürünü Kahire'deki laboratuvarımıza teslim edin. İstanbul'daki merkezde testi yapar, sonucu en kısa sürede iletiriz."

Test konusu "azo boyar madde"lerden açılınca, Mehmet Tüysüz, bundan birkaç yıl önce yaşadığı deneyi anımsadı: "Gümrüklerden özellikle Çin'den ithal edilen elbise örnekleri gönderilir, test etmemiz istenirdi. Böyle bir elbiseyi test ettiğimizde elde ettiğimiz değerlere inanamadık. Tam 3000 ppm azo boyar madde içeriyordu."

Tüysüz, o dönemde Türkiye'de tekstil ve hazır giyimde "azo boyar madde" kullanım üst sınırının 30 ppm olduğunu hatırlattı.

Önce Tüysüz'den "azo boyar madde"nin ne olduğunu öğrenmeye çalıştım: "Azo boyar maddeler, tekstilde kullanılan boyaların ürüne tam oturmasını sağlar. Ancak, kanserojen özelliği vardır. Bu yüzden de o dönemde Türkiye'deki kullanım üst sınırı 30 ppm'di."

Aradaki farkın yol açtığı sonuç neydi acaba? Tüysüz'ün bu soruya verdiği yanıt tüylerimi ürpertti: "3000 ppm 'azo boyar madde' içeren bir elbiseye dokunmak bile kanser yapar."

Tüysüz'ün anlattığına göre, 3000 ppm azo boyar içeren Çin üretimi kadın elbisesi, Türkiye'deki ünlü bir hazır giyim markasının etiketini taşıyordu. Tüysüz, elbisenin akibeti hakkında tahmin yürüttü: "Biz test sonucunu gönderdik. O elbiseler büyük olasılıkla gümrükten döndü."

Ekoteks'e "Elbisem allerji yaptı" ya da benzeri şikayetlerle test yaptırmak isteyen vatandaş başvurusu olmuyor. Testleri üretici yaptırıyor, "sağlıklı" belgesiyle müşteri karşısına çıkıyor.

Aslında "azo boyar madde"ler Avrupa Birliği'nin (AB) "yasak" listesinde bulunuyor, Türkiye'de de 24 türü artık kullanılmıyor...

Yine de "Ne kadar sağlıklı giyiyorum?" kuşkusunu akıldan çıkarmamak gerekiyor...

'Azo boyarlar'ın içindeki arilamin kanser yapıyor

TEKSTİL ve konfeksiyon sektöründe kullanımı söz konusu olan ve kanserojen etkisi bilinen "azo boyar maddeler"i daha doğru anlaşabilmek için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bülent Özipek'i aradım.

Prof. Özipek'ten aldığım bilgiye göre, "azo boyar" diye tanımlanan maddeler, tekstil boyalarının içeriğinde bulunuyor ve bunlardan bir bölümü "arilamin" içeriyor. Kanserojen etki de "arilamin"den kaynaklanıyor.

Avrupa Birliği'nde (AB) ortaya çıkan "ekonolojik tekstil" arayışlarıyla birlikte Türkiye de "arilamin" içeren 24 tip "azo boyar"ın ithalatına kapıyı kapattı.

"Azo boyar"lardaki "arilamin" sınırı da 20 ppm'e kadar indirildi...




http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/gost...916&yazarid=44

çocuklarınıza elbise alırken de dikat edin...

azo boyar madde olmadığına dair belgesini isteyin....


.

DİDEMNAZ 09-03-2007 01:57

Evlerimizde kullandığımız temizlik maddeleri de çok önemli...Formüllerine dikkat etmeliyiz.

denizakvaryumu 16-03-2007 11:06

katkı maddeleri
 
KANSEROJEN KATKI MADDELERI...
Hacettepe Üniversitesi tarafindan yapilan arastirmada, hazir gida maddelerindeki katkilarla ilgili çalismalar yapilmistir. Doç .Dr. Mustafa TÜRKMEN Saglikli yasam için her hangi bir gida maddesi satin almadan önce ambalajinin üzerinin dikkatlice okunmasi önermektedir..
Bu çalismaya göre hazir gidalarda kullanilan katki maddeleri ve siniflandirmalari asagidaki sekildedir.

ZARARSIZ KATKILAR

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160,
161, 162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237,
238, 260, 261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,
305, 306, 307, 308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336,
337, 382, 400, 401, 402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421,
422, 440, 471, 472, 473, 474, 475,480

SÜPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605
E220, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI) E200 (VÜCUTTAKI VITAMIN B12'YI YOK EDIYOR) E250, 251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ÖRNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.

123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ÜLKEMIZDE RENKLI DRAJE ÇIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKÜVILERDE KULLANILMAKTADIR.
-----------------------------------------------------------------------
EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI:
E330


-----------------------------------------------------------------------
http://www.bud.org.tr/home.asp?id=13&yazi_id=21

http://iyibeslenme.blogcu.com/2031596/

denizakvaryumu 16-03-2007 11:07

Bazı gıda katkı maddeleri zehir saçıyor!
admin Tarih: 24.04.2005 Saat: 01:37



Piyasada satılan, paketlenmiş gıda maddelerinin raf ömrünü artırmak için içlerine çeşitli katkı maddelerinin katıldığı hepinizin malumudur. Bunların büyük bir bölümü zararlı olmayabilir. Fakat bir kısım katkı maddesinin zararlı olduğuna dair ciddi kanıtlar mevcuttur. Gıda maddelerinin raf ömrü uzarken sizin raf ömrünüzün kısalmaması için Doç. Dr. Mustafa TURKMEN’in bu konu ile ilgili uyarı yazısını okumanızı öneriyoruz.





Piyasada satılan hazır gıda maddeleri ülkemizde insan sağlığını ciddi biçimde etkileyecek derecede katkı maddeleri içermektedir. Ancak bu maddeler, tüm çabalara rağmen medya aracılığı ile ilan edilememektedir.


Günümüzde gıda sektörü büyük bir tröst halini almıştır. Örneğin hiçbir yayın organında Cola'nin zararlı olduğunu göremezsiniz. Ancak biz tüketiciler, aile fertlerimizi, çevremizdeki arkadaşlarımızı, haberdar ederek bilinçlendirebiliriz. Son yıllarda kanser vakalarının neden devamlı artış gösterdiğini hiç düşündünüz mü? Siz çocuğunuzun kanserojen madde içeren gıda almasını ister misiniz? Peki niye ketçap alıyorsunuz? Sizlere aşağıda sunduğumuz tablo alacağınız hazır gıda maddelerindeki katkılarla ilgili bilgi vermektedir. Sağlığınız için: Lütfen her hangi bir gıda maddesi satın almadan önce ambalajının üzerini dikkatlice okuyun.

ZARARSIZ KATKILAR
E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160, 161,162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237, 238, 260,261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,305, 306, 307,308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336, 337, 382, 400, 401,402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421, 422,440,471, 472, 473, 474,475,480


SUPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605,E220,221,222,223,224,338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI), E200 (VUCUTTAKI VITAMIN B12 YI YOK EDIYOR) E250,251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)


TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NOROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ORNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETCAPLARDA BULUNMAKTADIR.
123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ULKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ULKEMIZDE RENKLI DRAJE CIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKUVILERDE KULLANILMAKTADIR.


Bilgilerinize sunulur...
Doç. Dr. Mustafa TURKMEN



--------------------------------------------------------------------------------

Editörün notu

E numaraları, gıdalara kullanılan katkı maddeleri miktarlarının yasal sınırlarını gösterir. Maalesef yasal sınırlar güvenli sınırlar demek değildir. Kaldı ki o miktardaki katkı maddesi sadece o yiyeceği arada sırada yiyen için toksik olmayabilir. Fakat bu katkı birçok başka yiyeceklerde de bulunabilir. Bu nedenle bunların toplam etkisinin toksik ya da kansorejen olmadığını söylemek mümkün değildir. Vatandaş olarak hepimize önemli görevler düşüyor. İlgili firmaların halkla ilişkiler bölümlerine başvurarak onlardan bilgi alabiliriz. İddia edilen şeyler gerçek değilse, bu maddelerin güvenli olduğuna dair çalışmaları onlardan isteyebiliriz. Ama doğruysa o katkı maddesinin ilgili gıda maddesinden çıkartılmasını isteyebilir ve gerekirse kamu oyu aracılığı ile onları zorlayabiliriz.


Yukarıdaki belirtilenlerin dışında tehlikeli katkı maddesi içeren birçok gıda ürünü daha bulunmaktadır. Bu numaraları aklınızda tutmak tabii ki çok zor. En iyisi mümkün olduğu kadar çok doğal gıdaları yemek. Yani taş devri diyeti ilkelerini izlemek.



Prof. Dr. Ahmet Aydın


www.beslenmebulteni.com

DİDEMNAZ 31-03-2007 11:49

Çok harika bir yazı.Kırk yıl düşünsem kolanın bunlara da yarayabileceği aklıma gelmezdi.Artık ne içiyorum ne de içiriyorum.

ÇeteÇakal 31-03-2007 15:33

Bilinçli ve tüzüğüne uygun rezidüye dikkat eden üretici elinden çıkan ürünlerin o kadar da öcü gibi kötü gösterilmesi bazılarının hakkını yemektedir. Kulaktan duyma bilgilerle hormonlara saldırılması da yanlıştır. Bu bölümün birinci mesajında da bahsedildiği gibi fazla hormon vermek meyvenin iri olmasını sağlamaz. Hormon yetersiz döllenme şartlarında kullanılır..

denizakvaryumu 15-04-2008 11:29

Her gün kanser ile ilgili yeni birşey okuyoruz, yeni birşey duyuyoruz. Bir gazete domatesin bilmemne kanserine iyi geldiğini yazıyor, bir başka gazete ise fındığın bilmemne kanserini tedavi edici özelliğinden bahsediyor. Kafamız karışıyor, neye inanacağımızı şaşırıyoruz.


Sürekli ünlülerin, başarılı isimlerin kanser ile mücadelesini okuyor, onlar bile bu kadar refaha, kontrole, dikkate rağmen yakalandıysa bizim hiç şansımız yok diye dertleniyoruz. Etrafımızda sürekli birilerinin kansere yakalandığını öğreniyor ve korkuyoruz!

Peki ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız? Nasıl korunmalıyız?

Türkiye’de kanserle mücadele denilince akla ilk gelen isimlerden İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Erkan Topuz’a sordum. Anlattıkları, öğrettikleri nedeniyle kaç gündür kendime gelemedim. Ve inanın onunla konuştuktan sonra herşeyi değilse de, hayatımdaki birçok şeyi değiştirdim!

Etrafımızda, yakın çevremizde, ünlüler arasında sürekli yeni birilerinin kanser olduğu haberini alıyoruz. Hem de çok erken yaşlarda da kansere yakalanıldığını görüyoruz artık. Bu artış devam edecek mi, nereye kadar edecek, kanser gerçekten de o çok klişe deyimle çağın vebası mı olacak?

2020 yılında 20 milyon kişi kansere yakalanacak. Kardiyovasküler hastalıklardan sonra kanser ikinci sıradaydı, ama önümüzdeki yıllarda kanser birinci sıraya geçecek. Geçiyor! Belki üç beş sene sonra birinci sırada olacak.

Peki artış nedeni ne?

Kanserin artış sebeplerinin en önemlisi, çevre kirliliği, aldığımız gıdalar, çevre kirliliği ile beraber ozon tabakasının delinmesi. Yalnız çevre kirliliği dediğimiz zaman herşey giriyor içine… Kanser esasında anne karnında başlıyor.

Nasıl yani?

Hatta anne karnından da önce. Endüstri yakıtlarıyla ve alkol ile çalışan fabrikalarda çalışan babaların spermlerinde bozukluk meydana geliyor. Ve onların çocuklarında kanser riski 6 kat artmış oluyor. Çocuk anne karnına düştükten sonra annenin kendisi sigara içmese bile çevreden aldığı duman bile, egzosdan çıkan duman bile anne karnındaki bebeği etkiliyor. Yapılan çalışmalar göstermiş ki doğmamış çocukların amniyo sıvısında, bebek anne karnında o sıvının içinde yüzer ya, bol miktarda pestisit bulunmuş.

Pestisit ne demek?

Deterjan artıkları, fabrika artıkları, etrafa sıkılan böcek ilaçları artıkları, inorganik gübreler, plastik artıkları, bunların hepsi pestisit. Yani insanlar tarafından üretilmiş zehirlere pestisit deniliyor. Yani kanser yapan maddeler!

İşte bu pestisitler amniyo sıvısında bulunmuş ve dahası bu pestisitler çocuk doğduktan sonra anne sütünde de bulunmuş. Normalde plasenta korur ama korumasına rağmen plasenta üzerinde de aşağı yukarı 280 üzerinde toksik maddenin geçtiği gözlenmiş anneden bebeğe.

Yeni doğan çocuğun kanında ise 230 tane endüstriyel kimyasal madde bulunmuş, bunun da yüzde 80’i kanserojen çıkmış.

Anne sigara dumanından bile etkileniyor yani, bırak içmeyi! Hamileyken alkol alması, inorganik beslenmesi, deterjanların toksitesi, mesela çamaşır makinasında kullandığı deterjanlar, bulaşık makinasında kullandığı deterjanlar, kullandığı plastik kaplar hep bebeği etkileyen faktörler.

Annelerin bir kere bile basit bir akciğer filmi çektirmesi çocuğun lösemi riskini 2 katına çıkarıyor.

Anneler eğer 8 hafta boyunca çok sıkı bir şekilde organik beslenirlerse çocuğun kanser olması konusunda bunun tamamen önleyici olduğu iddia ediliyor.

Hangi 8 hafta?

Hamilelikteki herhangi bir 8 hafta. Çocuk çünkü gelişmeye devam ediyor.

Şimdi bir de bu organik yiyecek modası çıktı. Neden organik yiyecekler? Marketten aldığımızdan farkı ne organik yiyeceklerin?

Pikeatanol denilen kansere saldıran maddeler var organik yiyeceklerde. Organik yiyecekler ilaçlanmadıkları için mantarlar ve bitki haşerelerine karşı kendileri bir madde üretip öyle yenmeye çalışıyorlar. İşte bu maddeyi aldığımız zaman vücudun kanserle savaşmasını sağlamış oluyoruz. Çok önemli! Ötekilerde zaten böcek ilacı verdiğimiz için o mekanizma gelişmiyor. Zaten biz ona saldıran mantarı ve diğer bitki haşerelerini öldürüyoruz. O yüzden de o savaş maddesi olmuyor.

Peki çocuk doğduktan sonra onu kanserden korumak için nelere dikkat etmeli?

Çocuklarımız her an zehirin içinde yürüyorlar. Mesela o yeşil, yemyeşil çayırlarda, imrenerek baktığımız çayırlarda, tabii olmayan bizim yetiştirdiğimiz çayırlarda kimyasal ürünler vardır. Daha uzun süre yeşil kalsınlar ve içlerinde ayrık otları olmasın diye. O yüzden o çayırlar da kanserojen. Çocuk orada yuvarlanıyor, oynuyor, zıplıyor, eve geldiği zaman o kanserojen maddeleri de beraber getiriyor. Bunlara da dikkat etmeli. Yani çayır bile kanserojen.

O yüzden eski adetleri destekliyoruz. Eve gelindiğinde dışarıda giyilen ayakkabı mutlaka çıkarılmalı. Çünkü bu dışarıdan gelen kanserojen maddelerin bütün eve dağılmasına neden oluyor. Zaten o maddeleri en çok tutan da halılar!

Peki çocukların beslenmesi?

Çocuk annenin aldığı gıdayı alır. Yani annenin çok akıllıca beslenmesi lazım. Çocuklarımızı fast fuddan korumalıyız. Özellikle yoğurt kültürü vermeliyiz. Gökkuşağının bütün renklerindeki yiyeceklerden faydalandırmalıyız çocukları. Balık yemelililer, civasız balık ama. Fast fud haftada üç kereden fazla verildiğinde lenfoma, beyin tümörü 3 kat fazla oluyor. O yüzden tavsiyem haftada bir, hatta 15 günde bir fast food yemesi çocukların. Kırmızı etten büyüme çağında haftada iki kere yiyebilirler. Asıl balık yemeliler. Beyaz et terbiyesi vermek lazım çocuklara.

Hormonlu gıdalardan uzak durmalı, aksi takdirde biliyorsunuz kızlar çok erken adet görüyor, 8 - 9 yaşında adet gören kızlar var. Bu çok tehlikeli bir olay! Meme kanserine yol açabilen bir olay! Erken adet görmek, geç menapoz kadınlar için meme kanserinin en önemli nedenlerinden biri.

Bire beş yeşil yemek lazım, bol spor yaptırmak lazım çocuklarımıza. Çünkü gelecek nesilde o kadar çok kanser olacak ki belki böylelikle riski biraz azaltabiliriz. 20 sene sonra çok daha erken kanserlere rastlayacağız.

Epigonom denilen bir madde var vücutta. Bu madde kanser geldiği zaman gene kapatma emri veriyor, gene “ Korun” diyor. Pestisitler anne babadaki epigenon maddesini yok ediyor. Epigenon olmadığı için de çocuklar kansere çok açık oluyorlar.

Annelerin özellikle petrol ürünlerinden kaçması gerekiyor. Herşey petrol ürününe giriyor, plastik, deterjan…O yüzden bazı ülkelerde petrole şeytanın dışkısı derler.

Yani o kadar zararlı…Şeytanın dışkısı denecek kadar zararlı…

Bir de radyasyon var. Kullandığımız teknolojik ürünlerin hemen hepsinde hem de…Ondan nasıl korunmalı?

Genellikle cep telefonları ile 30 saniyeden fazla konuşmayın diyoruz. En fazla bir dakika. Ya da kulaklık takın. 10 sene sonra beyin tümörleri iki katına çıkacak. Her ne kadar büyük telefon üreticileri tehlikeyi en aza indirdiklerini söylüyorsa da araştırmalar telefonların büyük radyasyon yaydığını ve beyin tümörlerinin iki katına çıkacağını gösteriyor. Televizyon en azından 5 metre ve ya 7 metre mesafeden seyretmemiz gereikor. Baz istasyonlarından 1 kilometre mesafede olmamız lazım.

Sadece insanlar mı etkileniyor bu radyasyondan, pestisitlerden?

Tabii ki sadece insanları değil diğer memelileri de etkiliyor. Beyaz balinaların nesli tükenmek üzere, sebebi de dörtte birinin kolon kanserine yakalanmaları. Nedeni körfezağızlarındaki zehirli artıklardan etkilenmeleri. Örneğin Kaliforniya’da deniz aslanları iki sene önce ölü olarak sahile vurdular. Bunların yüzde 20 sinde genital kanser bulundu. Washington’daki bir nehirdeki balıklarda 16 cins kanser tespit edildi. Köpeklerde mesane kanseri son zamanlarda 6 kat arttı.

Yani durmadan dünyayı zehirliyoruz.

Ama kanser tedavisinde çok büyük ilerlemeler var, çok büyük paralar harcanıyor. 2025 yılında 300 milyar dolarlık kazanç sağlayacak ilaç firmaları. Bu kazancın yüzde 10’unu yüzde 20’sini çevre sağlığına harcamış olsalar kansere yakalanma oranı çok daha azalacak. Zaten 1990’a kadar hep kanseri yeneceğiz, ilaçları yok edeceğiz diye uğraşıyorduk. Fakat yok etmek bir yana kanser geliyor çığ gibi. Kansere tutulmak iş değil. En önemli laf şu “Bir korunma bin tedaviden evladır”. Korunmak çok önemli. 1990’dan sonra korunmaya önem verme başladık. Kanserden korunmak çok önemli. Kanser milyonlarca dolar da devlete ekonomik yük getiriyor, hastaya yük getiriyor, aileye yük getiriyor.

Peki ne yapacağız. Büyükşehirlerde yaşıyoruz organik yiyecek bulma, egzosdan kaçma, radyasyondan korunma gibi şanslarımız yok. Ne kadar korunabiliriz ki?

Bu kansere yol açan faktörleri devlet yavaş yavaş kaldıracak kanunlarla…

Devleti bekleyene kadar…Biz kişisel olarak ne yapabiliriz, madem bir korunma bin tedaviden evla?

Balkonda kendine bir yer yapacak biberini yetiştireceksin, domatesini yetiştireceksin. Kendine ufak bir tarım bahçesi yapacaksın, çok güvendiğin tescilli olduğunu bildiğin organik gıdalardan yemeye çalışacaksın. Bol yeşil tüketeceksin, bol meyva yiyeceksin. Hiç değilse haftada bir iki gün yeşil bir yerde 5 - 6 saat yürüyeceksin. Kozmetiklerden kaçacaksın, bütün kullandığınız kozmetik şampuanlar, saç boyaları, cilt kremleri kanserojendir. Özellikle cilt kremlerine cildi gergin tutsun diye bakır konulur, o da kanserojendir ayrıca kanserin damarlanmasını da artırır.

Evdeki çamaşır makinasında doğal deterjan kullanacaksın, bulaşık makinasında bulaşığını yıkadıktan sonra muhakkak sirkeli veya limonlu suyla çalkalayıp öyle sofraya koyacaksın.

Eve ayakkabı ile girmeyeceksin. Halıları çok kuvvetli süpürgelerle temizleyeceksin. Evi devamlı havalandıracaksın. Evde plastik kap, alümünyüm kap kullanmayacaksın. Onun yerine porselen, çelik ya da cam kullanacaksın.

Genellikle zeytinyağı tüketeceksin. Gökkuşağının tüm renklerindeki meyve ve sebzelerden hergün ufak parçalarda olsa muhakkak tüketeceksin.Yemeğe ete karşı bire oranında beş sebze atacaksın.

Temizlik yaparken fısfıslı ürünleri değil de kendin evde ürettiğin sirkeli ürünleri tercih edeceksin. Gümüş parlatırken, ocak silerken filan…Oda spreyi sıkınca odadan dışarı kaçacaksın. Koltuk altı spreyi kullanmayacaksın. Zeytinyağlı sabunlar veya defne sabunu kullanacaksın. Kafanı ya o sabunlarla ya da bebe şampuanıyla yıkayacaksın.

Çin mallarından kaçacaksın. Çin mallarında kanserojen madde, çok fazla! Gıdalarında, bütün plastik maddelerinde, oyuncaklarında, hatta üzerimize giydiğimiz ketenlerinde bile. Boyaları zehirli, kalitesiz ve kanserojen! O yüzden isim değiştirdiler şimdi, made in PRC yazıyor üzerinde artık. Made in China yazmıyor artık.

Sigara çok önemli, sigarada 4000’in üzerinde kanserojen madde var. Bir de kanseri iyice artıran bazı maddeler de var. Amonyak gibi, siyanür gibi, arsenik gibi örneğin…

Yani mücadeleni biraz da kendin yapacaksın. Devlet de kanunlarla kanserojen maddelerin kullanımını kontrol altına almalı, ama sen de yapacaksın!

http://arsiv.gazeteport.com.tr/NEWS/...iteSearch=true

polatuz 03-08-2008 01:44

Kanser
 
Kanser yaşamımızın bir gerçeği. Piyango gibi bir şey. Aramızdan birileri bu hastalıkla karşı karşıya geliyor. Kimimiz de yaşama veda ediyor. Bu piyango bir gün bize de çıkabilir. Bu olgu ile giderek daha fazla sıklıkta karşılaşmaya başladık. Tıp bu hastalık karşısında her zaman başarılı olamıyor(!).
Amacım klasik tedaviler hakında bir tartışma başlatmak değil. Bu konuyu okuyan veya gelecekte okuyacak bu hastalığa yakalanan bireylerin, tıbbi tedavilerini sürdürmeleri çok önemli. Ama tıbbi tedavilerinin yanısıra izleyebilecekleri, destekleyici bitkisel tedavi yöntemleri de, bitkilerle ilgili böyle bir forumda tartışılmalı bence.
Konu çok hassas olduğu için ifadelerimi olabildiğince hassas seçtim. Böyle bir konuda yazan herkesin de bence aynı hassasiyeti göstermesi gerekiyor. "Mucize tedavi" gibi abartılı ifadelerden kaçınarak bu konudaki bilgileri paylaşalım. Bu konuda mesela Noni bitkisinin etkileri çok tartışılıyor. Sadece kanser hastalarının tedavisi için değil, bu hastalığa her geçen gün daha yüksek yakalanma oranlarını düşürmek için de bitkilerden nasıl yararlanabiliriz, bunu tartışmak için bu başlığı açmak istedim.

Mermaid 03-08-2008 11:05

Merhaba Polatuz

Geçen yıl kayınvalidem bu hastalığa yakalanınca bu konuda fazlasıyla bilgi sahibi oldum. Tabi amatör olarak. Çocuklarımı nasıl korurum endişesi sardı beni.
Ben bitkilerin faydalarına inanlardanım. Elimden geldiğince de doğal yönlerden eksikleri kapatmaya çalışıyorum. Ama araştırıp öğrenmeye başlayınca hayatımıza kanseri kendimiz sokuyoruz. Bunu öğrendim. Hani siz piyango diyorsunuz ya işte o bileti biz alıyoruz **** bize zorla da olsa satıyorlar.

Evet güzel bir konuya temas etmişsiniz.Bu konun takipçisi olacağım. Lütfen sizlerde bildiklerinizi bizlerle paylaşırsanız belki hep birlikte yeni şeyler öğrene biliriz.
Teşekkürler
Sağlıkla kalın

berduray 03-08-2008 14:18

Kanser
 
10 yıldır kanser tedavisinde alternatif ve tamamlayıcı yöntemler üzerine çalışmalar yapan Prof.Dr. Erkan Topuz, kanserden korunmak için ;



"üç kara" formülü önerdi. İşte Prof.Topuz`un önerileri...

Kuru kara üzüm, kuru kara kayısı ve kuru kara erik.




Topuz yeşillerin öncelikli olduğunu vurgulayarak; üç kara olarak tanımlanan üzüm, kayısı ve eriğin da önemli etkiye sahip olduğunu belirtti.



TAZE YEŞİL BİBER, PORTAKAL SUYU ...
Kansere karşı nasıl beslenilmeli? Hem önleyici hem tedavi sürecinde nelere dikkat etmek gerekir?


Antioksidanlar:
Oksitlenme olaylarını baskılayan maddelerdir. İnsanda normal biyokimyasal olaylardan sonra ortaya çıkan, kanda serbest dolaşarak sağlıklı hücrelere adeta saldıran ve onların DNA yapılarını değiştirerek tümör gelişmesine zorlayan maddelere karşı vücudu korudukları belirtiliyor. Ancak, kanser riskini düşürmekteki rolleri henüz kesinleşmediği için araştırmalar devam ediyor. Bu grubun önde gelenleri vitamin-C, beta -karoten ve vitamin-E"dir.
Vitamin-C ağız boşluğu, yemek borusu ve mide kanserlerine karşı koruyucu olabilir. Ayrıca rektum, pankreas, rahim kanserlerinin gelişme riskini azaltabileceği, meme ve akciğer kanserine karşı koruma sağlayabileceği öngörülüyor. Vitamin-C kaynağı olaraksa, portakal, portakal suyu, taze yeşil biber, çilek, kırmızı biber, pişirilmiş brokoli gösteriliyor. Beta -karoten için kaynaklar koyu yeşil yapraklar, sarı -oranj meyve ve sebzeler olarak ifade ediliyor.




Yüksek miktarda beta -karoten ise havuç, kabak, taze patates ve ıspanakta bulunuyor. Mide, akciğer, prostat, meme ve baş-boyun kanserlerinin gelişme riskini düşürebileceği olasılığından beta karoten zengini besinler öneriliyor. Bununla beraber, beta -karoten kullanımında kesin öneri öncesi daha çok araştırma gereksinimi vardır. Aşırı dozda alınması riskli kişilerde, aynı sigarada olduğu gibi, akciğer kanserine neden olabileceği düşünülüyor.
BROKOLİ, DUT, ARMUT, KAYISI, ŞEFTALİ



Fitokimyasallar:
Bitkilerin yapısında bulunan bazı kimyasal bileşiklerdir ve bitkileri bakteriler, virüslar ve mantarlara karşı korurlar. Ayrıca antioksidan, besin koruyucu ve kanser yapıcı ajanlara karşı engelleyici etkileri olabileceği bildiriliyor. Yüksek fitokimyasal maddeli yiyecekler brokoli, dutlar, soya kabukları, armutlar, şalgamlar, kereviz, havuç, ıspanak, zeytinler, domates, mercimek, kavun, sarımsak, kayısı, soğanlar, soya fasulyesi, yeşil çay, şeftali, kabaklar , kıvırcık ve Brüksel lahana ve kırmızı şaraptır.



DENİZ ÜRÜNLERİ, SARIMSAK, SOĞAN...
Omega -3 yağ asitleri:
Vücutta yapılmayan bu asitler yiyecekler veya ek katkılardan alınan yağ asitleridir. Deniz ürünleri, özellikle sıcak su ürünleri, keten tohumu yağı ve fasulyede bulunan bu asitlerin meme ve prostat kanserleri risk ve gelişmesini önlemede rolleri olabileceği bildiriliyor. Kuarsetin maddesi soğan ve sarımsakta bol miktarda vardır. Kanser öncesinde, tedavisi esnasında ve sonrasında çok etkilidir. Sarımsak çok faydalıdır. Hem enfeksiyonlara karşı korur, hem de yapılan çalışmalar sarımsağın mide kanserinden, bağırsak kanserinden, yemek borusu kanserinden ve akciğer kanserinden koruduğunu göstermiştir.



KEMOTERAPİDEN SONRA DENİZ ÜRÜNLERİ
Prostat kanserinde selenyum ispat edilmiş. Domatesin içindeki laykopen maddesi ispat edilmiş. Bunları verebilirsiniz. Kemoterapi vücuttaki normal hücreleri de tahrip edebilir. Vücudun genel durumunu bozabilir. İşte bunu düzeltmek için de tamamlayıcı tıbbın ayrı bir yeri vardır. Bu konuda da yine Omega -3 çok faydalı. Ama Omega -3"ü çok iyi balık yağından almak lazım.
Okyanuslardaki sardalyalardan ve somon balıklarından elde edilen faydalıdır. Bunun dışında, selenyum, laykopen, bunlar bağışıklık sistemini güçlendirir. Ekinezya da öyle. Folikasit, hem kanserden korur, hem de kanserden sonra kemoterapinin yarattığını tahribatın önlenmesinde etkilidir. Ginseng , ananas, kara üzüm faydalıdır. Zerdeçal çok önemli bir maddedir. Hem tümör hücresini yok eder hem de immün sistemini güçlendirir. Çörekotu, zencefil, çok önemlidir. Bazı meme kanseri türlerinde keten tohumunu tavsiye ederiz. Ama bu her meme kanseri için geçerli değil.

berduray 03-08-2008 14:23

BU UYARIYI DA YAZMALIYIM DİYE DÜŞÜNDÜM;


Esas olan Bilimsel Tedavidir,bitkiler ise ancak destek olarak kullanılabilir.....
Esas olan bilimsel tedavİdir.



Alternatif tıp yoktur,Tamamlayıcı tıp vardır.Bitkiler ise yalnızca korunmada ve bilimsel tedaviye destek olarak kullanılabilir.


Bitkisel destek kullanacaksanız yalnızca "Tarım ve Köyişleri Bakanlığının "resmi izninin olduğu ve yalnızca "Eczanelerde "satılan ürünleri kullanın.


Doktorunuza ve Eczacınıza danışın.....

malina 03-08-2008 16:46

Herhangi bir doktor ve eczacıya kısa süreli danışmanın yetmeyeceğini düşünüyorum. Sizin var olan rahatsızlıklarını bilen, sizi önceden tanıyan bir doktor gerekebilir. Çünkü tek başına sorulduğunda bir sakıncası olmayan bitki, belli durumlar için sakınca doğurabilir.

Mesela, havuç suyunun, kanser, alzheimer ve bazı hastalıklar için kullanılması öneriliyor. Ama önemli bir uyarı da var:

Alıntı:

Sigara ve/veya Alkol Tüketenler
Avusturalya ve Yeni Zellanda üzerinde Ozon Tabakasının inceldiği son yıllarda yapılan ölçümler ile ortaya konmuştur. Ozon Tabakasının incelmesi demek güneş ışığında bulunan UV- ve daha kısa dalga boylu ışığın bu bölgelere (Avusturalya ve Yeni Zelanda) daha yoğun bir şekilde giriş yaptığı ve bu yörede yaşayan tüm canlıları olumsuz etkilediği bir gerçektir. Ozon Tabakasının incelmeye başlamasından sonra, bu ülkelerde yaşayan insanlarda deri ve cilt kanserlerinde büyük artış gözlenmiştir. Beta-karotenin deri ve cilt kanserini önlediği bilinmektedir. Bu nedenle bir grup Avusturalyalı bilim adamı, beta-karotenin bu gücünü ortaya koymak için klinik deney başlatmışlardır. Yapılan bu klinik deneylerin sonucunu, 21 Mayıs 2003 tarihinde, Journal of the National Cancer Institute dergisinde açıkladılar. Bu araştırmanın sonuçları oldukça şaşırtıcıdır.

Alkol veya sigara içenler beta-karoten aldıkları taktirde bağırsak adenomlarında, bağırsak kanserinin ön basamak oluşumlarında enaz iki misli artış gözlenmiştir. Alkol ve sigara kullanmayan larda ise, tam aksine %44 azalma gözlenmiştir.

Bu nedenle sigara veya alkol tüketenlerin zengin beta-karoten içeren besinlerde ölçülü olmaları önerilmiştir. Havuç, zengin bir bata-karoten kaynağıdır. Eğer, sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürü uygulamayınız. Şayet, sigara veya alkol tüketmiyorsanız, bu taktirde uygulayacağınız havuç kürü veya zengin beta-karoten kaynaklı besinler tüketmeniz, aynı zamanda bağırsak kanserine karşı %44 daha az yakalanma riskine sahipsiniz anlamına gelmektedir.

Kısaca, beta-karoten içerikli besinler, sigara veya alkol kullananlarda bağırsak kanserine yakalanma riskini iki kat artırırken, sigara veya alkol tüketmeyenlerde ise, bağırsak kanserine yakalanma riskinide %44 oranında önleyebilmektedir. Değerli okuyucu, eğer sigara veya alkol tüketiyorsanız havuç kürünü uygulamayınız.

Yazının tamamı için...

praecox 03-08-2008 21:54

Kanseri "yenmenin" en ilk şartı bireyin hayata olan bağlılığıdır. Yaşama sevinci ve isteği bilinç altında ve bilincinde ne kadar yüksekse o kadar bu meredle alt edilir gibi...

Bundan yıllar öncydi. Platin metalinin cis konfigurasyonunda olan bir komplex bileşen keşfedildi, hayvanlar üzerinde denendi, sonra insanlara geçildi.

O yıllar başarı ve düzelme o kadar iyiydi ki farma endüstrisi dünyadaki platin resrvlerinin fizibilitesini yaptı ve sonuç olarak bu gidişle her kanserli hastaya yetemiyeceği hesabı yapıldı. Sonrası ciddi ciddi bu cis-platinle yaşamı uzatılmış hastaların ilerde öldükleride mezar toprakların işlenerek bu platin metallerinin geri kazanım şekilleri dahi düşünüldü.

Bir **** iki yıl geçtikten sonra bakıldı ki cis-platin etkisini yitiriyor hastalarda düzelme iyileşme hatta duraklama oranı da gerilere gidiyor.
Müteakibi araştırmalarda bu sorunun cevabı araştırıldı ve görüldü ki ilk yıllar cis-platini gönüllü deneyip iyileşen hastalar zaten fazlaca yaşama bağlı kişilerden oluşmaktaydı. Sonrası ise kansere yakalanmış ve hayata küsmüş hastaların da olduğuydu... Bu gibi bir durumda cis-platin de etki edemiyordu.

Yine gerçi değişik cis-platin komplaxleri kullanılıyor ve hatta bu gibi chemotherapilerde bir nevi ağır metal zehirlenmesi geçirdikleri için hastalar saçları dökülüyor v.d. semptomlar da gözlemleniyor...

Kısacası tebabetin arkasından gelen her türlü olgunun sadece psikolojik olduğuna ve bu alternatif/tamalayıcı tıbbın hayata bağlıyan bir tür "ayin"i gibi görüyorum.

Havuç örneğinde ise... insanoğlu istenmese de karnivor bir hayvandır, yani bir etobur methabolizmaya sahiptir. Vegetaryenler ne kadar sebzelerle beslenmeye çalışsalar da geviş getiremiyeceklerinden burda bir dizi bitkisel glycosidlere veya flavonoidlere bağlı metabolizmaya yarıyacak maddeleri ayrıştıramaz. havuçta A vitamini var örneğinde ise... geviş getirmediğimiz sürece havuçta var olan beta-caroten in sadece % 15 i kana geçer ve bu miktarın yine sadece takribi %15 kadarı asıl vitamin A olan retinola dönüşür.
Çoğu vegetaryenin sağlıksız görünme sebebini de buna bağlanır.

İlk çağlarda insanoğu avlanmayı bilmeden ateşi keşfedemediği yıllarında vegetaryendi. Bu çağların sonuna doğru ilk insanlarda bazı kemik deformasyonları keşfedildi. Bu bulgular adeta kemik kanseri gibi oluşumlardı. Sbebpleri araştırıldı ve günümüzde kabul gören theori vegetaryen bir metabolismaya sahip ilk insanların, yırtıcı hayvanların avlarından arta kalnlarla beslenmeye başladığı, ancak kadavrada hayvanlardan geriye kalan kadavraların başlıca sakatatları yani iç organlarını yedikleri. Ve o güne değin hiç et yememiş bir insanın kadavra artıklarındaki sakatatlardan karaciğeri de yemesi sonucu bir tür alışık olmadığı vitamin A zehirlenmesi geçirdiği kabul görür. Bu karaciğerden pat diye alınan fazla miktarda vitamin A ilk çağlardaki insanoğlunun bünyesini bozmuş ve kemiklerdeki ciddi deformaysonla kanser oluşmuştur.

Ancak günümüz insanına kadar nerdeyse yine milyonlarca yıl geçmiş ve günümüz insanı Homosapiens'in metabolizması bir karnivor beselnme şeklinde gelişmiş ve değişim görmüştür.

Saygılarımla

malina 03-08-2008 22:05

Kanser

Wilhelm Reich

Kharel 03-08-2008 22:17

Allah kimseye vermesin. Babamda 1994 yılında testis tümörü tespit edildir. ameliyat ve uzun dönemli bir kemoterapiden sonra çok şükür iyileşti. Yalnız son zamanlarda da anneme SLE adlı bir hastalık teşhisi kondu cildinde lezyonlar falan yaratıyor. Ağır bir hastalık tedavisi de yok. Cildindeki lekeler için biyopsi yapıldı, 12 ağustosta patoloji sonuçları gelecek =/

deniz-kızı 03-08-2008 23:02

Kanseri yenmek artık ülkemizde sadece şans diye tanımlanıyor.çünkü dönüşü oldukça zor raddelere ulaştığında iyileşmek bişr mucizeye bağlı olabiliyor.Çernobil de karadenizi kansere mahkum eden en büyük etkendir.ben de bir karadenizli olarak çernobilden kayıp verdim.çok zor arkadaşlar inanın çok zor .KANSERLİ VATANDAŞLARIMIZA SESLENİYORUM İNANMAK BAŞARMANIN YARISIDIR UNUTMAYINIZ... acil şifalar dilerim.:(

polatuz 03-08-2008 23:02

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi praecox (Mesaj 264885)
Kanseri "yenmenin" en ilk şartı bireyin hayata olan bağlılığıdır. Yaşama sevinci ve isteği bilinç altında ve bilincinde ne kadar yüksekse o kadar bu meredle alt edilir gibi...

Son yıllarda çok fazla yakınımı kanserden kaybettim. Aralarında bazılarının daha önce büyük stresler **** acılar yaşadığını biliyorum. Bu türden psikolojik travmaların hastalığa davetiye çıkardığına inanıyorum.
Bir de herşeyi kafalarına fazlasıyla takanlarda bu hastalığın görülme ihtimalinin fazla olduğunu düşünüyorum. Hatta kalp krizinde bile bu tür psikolojik etkiler önemli paya sahip olabilir.
Bu başlığı açmaya, forumdaki yazışmalarda gördüğüm ABD kaynaklı ORAC kavramını araştırırken karar verdim. Oxygen radical absorbance capacity kelimelerinin baş harflerinden türetilen bu kavram, çeşitli bitkisel besinlerin antioksidan etkilerinin derecelendirilmesini gösteriyor. Bu, önemli bir gösterge. Ama bu kavram, anladığım kadarıyla herkes tarafından ticari çıkarları için manipüle ediliyor.
Yine de besinlerin antioksidan etkilerini böyle bir başlıkta tartışabiliriz.

eskimo 19-08-2008 13:24

Prof.Dr.Erkan Topuz'a göre,
Kanser olmamız için sebebler;
Sabah kalkıyoruz,üzerimizdeki yorgan kanserojen maddeden üretilmiş,
ayağımızı halıya atıyoruz,halı sentetik kansorejen,
terliklerimiz giyoruz,sentetik kanserojen,
dişlerimiz fırçalıyoruz,bazı diş parlatıcıları kanserojen,
mutfağa iniyoruz yumurtamızı pişirmek için kullandığımız teflon tavalar kanserojen,hele birde yumurtayı biraz yakarsak,ekmeğimiz kızartırken biraz daha kızarmış tercih edersek kolon kanserine davetiye çıkarıyoruz.
Aile geçmişimizde kanser vakkası varsa,
sigara alkol kullanıyorsak v.s. v.s.....
Kanser kaçınılmaz.
Benim Sayın doktorumuzdan en iyi öğrendiğim şey;
Birgün kanser olursam ''Allahım neden ben demeyeceğim''

denizakvaryumu 25-08-2008 09:04

Sakın yemeyin bu kanseri

DEVLETİN çok önemli bir ismi masada açıkça söylüyor...- Ne yapsak önleyemiyoruz... Tarım ilaçları resmen zehir yayıyor, kanserojen yayıyor.

- Domates ve biber başrolde...

Bu olayı basit bir "zerzevat vakası" olarak görmeyin...

Bu olay artık bir "devlet sorunu"dur... Yıllardır MGK dosyalarının çözülmeyen demirbaş sorunlarından daha önemli bir hal almıştır.

Çünkü kanser resmen pazara, markete inmiştir. Biz de yiyoruz. Çocuklarımıza yediriyoruz.

İşte Tarım Bakanı da kabul etti ki, "Güvenli çiftçi" diye bir şey uydurdu.

Yani artık ihraç edilecek sebze ve meyve özel tarım bölgelerinde yetiştirilecek. Devletin kontrolünde olacak. Buna da "güvenli çiftçi" dediler.

Peki ya biz... İhraç malları güvenli. Bize satılanlar ne olacak?

Bakanlığın açıkladığı "Güvenli çiftçi sertifikası" resmen kanserojeni doğrulamıştır. Tarım ilaçları zehrini doğrulamıştır. Türkiye’den sebze ithalatını durduran Rusya’yı doğrulamıştır.
Ben devletin çok yetkili bir ağzından duyum...

Yemeyin bu kanseri...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...09&hid=9739049

denizakvaryumu 25-08-2008 09:24

Metal zımbalı poşet çayları içmeyin

Poşet çaylar çok pratik. Bu yüzden de kullanımı hızla artıyor. Ancak dünya zımba telli poşet çayları terk etmesine rağmen (zımba yerine poşete, ip doğal yapıştırıcı ya da dikiş ile tutturuluyor) Türkiye’de hâlâ metal zımbalı poşet çayları satılıyor. Bu insan sağlığı için çok tehlikeli. Çünkü metal zımbalı poşet çay, sıcak suyun içine girdiğinde ve uzun süre bekletildiğinde, çay poşetindeki metal çözünüme uğruyor. Bu da vücutta metal birikimine yol açıyor. Vücutta biriken ağır metal iyonları karaciğer, beyin, akciğerde çeşitli sorunlara ve kansere neden oluyor.

Özellikle limonlu çay içenler kesinlikle metal zımbalı poşet çay kullanmamalı. Çünkü limon asit özelliğinden dolayı metalle tepkimeye girip metalin çözülmesine ve vücuda daha fazla metal yüklenmesine neden oluyor. Poşet çayları alırken ya da kullanırken dikkatli olmak gerekir. Dokunduğunuzda naylon hissi veren metal zımbalı poşet çayları almayın. Onun yerine lifli, doğal malzemeden yapılan, ipi dikişle ya da yapıştırılarak tutturulmuş çayları tercih edin. Önce şekeri atın. Çünkü şeker suyu soğutacak ve metalin çözülmesini engelleyecek. Su mümkün olduğunca ılık olmalı. Ve metal zımbalı poşet çay su içerisinde en fazla iki dakika bekletilmeli. Aslında salt bitkiyi suda kaynatarak hazırlamak en sağlıklı yoldur.

Konservede metalik tat tehlike sinyali

Konserve balık gibi yiyeceklerin konulduğu teneke kutu dediğimiz ambalajların, iç yüzeyi plastik malzemeyle kaplı ise standartlara uygundur. Fakat bu tür bir önlem alınmadan salt metal ambalaj ile gıda veya gıda maddesinin suyunun teması söz konusu ise, tüketilecek yiyeceklere çok dikkat edilmeli. Uzun süre beklemiş gıdaların tüketilmesi çok risklidir. Bu nedenle son kullanma tarihine yakın ürünler tüketilirken “metalik bir tat” hissedilirse, gıdanın tüketilmesi sakıncalıdır. Son kullanma tarihi geçmemiş olsa bile bu tür bir tat alınıyorsa, o yiyecekler tüketilmemeli, tüketicilerin başvurması gereken noktalara veya ilgili firmaya bu konuda şikayet bildirimi yapılmalıdır.

En sağlıklısı cam şişe

Alüminyum folyo ve streç film bazı maddelerle bir araya geldiğinde reaksiyona geçip çözülür. Özellikle uzun süre alüminyum folyo da kalan sıcak, sulu, asitli yiyecekler aşınmaya neden olabilir. Bu malzemelerin sürekli kullanımı halinde ise Alzheimer ve kanser gibi birçok ciddi sağlık sorununa neden olabilir.

Plastik damacanalar da sağlık açısından sakıncalıdır. Çünkü evimize içmek için aldığımız kaynak suları çeşme sularına göre daha aşındırıcıdır. Bu nedenle bilinen ve güvenilen firmalar dışındaki yerlerden su alınmamalıdır. Çünkü tüketicinin sağlıksız damacanayı çıplak gözle anlaması mümkün değildir. Ayrıca bu konuda yeterli denetim olup olmadığı da şüpheli bir durum. Bunun için gerek su gerek yiyecekler açısından cam ambalajlar her zaman en sağlıklısıdır.

Streç filmi pişirme sırasında kullanmayın

Streç film plastik bir malzeme olduğu için dikkatli kullanılmalıdır. Özellikle sıcak yiyeceklerin saklanmasında kullanılmamalıdır. Çünkü ısı ile temasında çok çabuk erir ve plastikteki zararlı kimyasal maddeler yiyeceklere, oradan da insan vücuduna geçer. Ayrıca yemeklere karışmaması için ısıtma-pişirme esnasında kaplarda ve gıdaların iç yüzeylerinde kesinlikle bulunmaması gerekir.

Plastik bardak kanser nedeniKöpük, plastik bardak ve malzemeler ile sıcak yiyecek-içecek tüketimi kesinlikle terk edilmesi gereken alışkanlıklardır. Sağlık Bakanlığı bu duruma müdahale etmelidir. Maliyeti düşürmek ve daha çok kâr elde edebilmek için üretilen “çok ince” plastik bardak ve tabaklar 70-90 derece sıcaklığındaki sıvılar içine konduğunda tehlike yaratır. Sıcak sıvı, plastik malzemeyi eritir. Toksik maddeler ilk önce sıvıya sonra ağız yoluyla vücuda geçer ve kansere yol açar. Sıcak su ile ilişkiye en az geçme ihtimali, kağıt bardaklar için geçerlidir. Özellikle ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği’nde kağıt bardak yaygın olarak kullanılıyor.

Alüminyum folyoyu fırına koymayın

Alüminyum folyoyu tamamen koruma amaçlı olarak kullanmak yani yiyeceği folyoya sarıp buzdolabına koymak sağlıklıdır. Ancak saklanacak gıdanın ıslak, çok tuzlu ya da limonlu olmaması gerekiyor. Alüminyum folyoya ısıtma işlemi uygulamak, balık v.s yiyeceği alüminyum folyoya sarıp fırında pişirmek sakıncalıdır. Çünkü yüksek ısı ve yiyeceklerin pişirilmesi esnasında çıkan kimyasal içerikli buhar, alüminyum folyo ile reaksiyona girebilir. Alüminyum metal çözünerek gıdaya karışır. Bu da vucütta metal birikimine sebebiyet verir. Kanser, akciğer ve karaciğer hastalıklarına yol açabilir. Alüminyum folyo yerine mumlu kağıt tercih edilmeli.

http://beslenmebulteni.com/besin/ind...=130&Itemid=73


Yıpranmış damacanayı geri gönderin

Damacanaların hammaddesinde fosgen adı verilen, savaşlarda yaygın şekilde kullanılan kimyasal zehirli bir gaz dahi bulunuyor.

Yıprandığında ve içinde uzun süre su bekletildiğinde, damanacayı oluşturan plastikteki birçok tehlikeli kimyasal suya karışabiliyor.

Bu kimyasallar mide, karaciğer, sinir sistemi ve akciğer dokusunda tahribata yol açıyor. Bu yüzden evinize gelen damacananın yıpranmamış olmasına özen gösterin.

Damacanaların son kullanma tarihlerini üretici firmalarda bulunması gereken bir dedektör belirliyor. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’e göre üretici firmaların bu dedektörleri bulundurmaları için 31 Aralık 2007’ye kadar süreleri var. Şu anda firmalar damacanalarını kendi istedikleri sürece kullanabilirler. Tek kullanımlık pet şişelerde ise bu tehlike yok.

denizakvaryumu 25-08-2008 11:30

Sn MeyveliTepe


chrysamed

http://www.chrysamed.com/tr/

için ne dersiniz?

denizakvaryumu 25-08-2008 12:05

Doğamızı tahrip etmeden gelecek nesillere bırakmak ve insana, çevreye duyarlı üretim yapmak ana misyonumuzdur.

Kullanıldıkça insana ve doğaya olan tahribin hemen hemen hiç olmadığı gözlemlendikçe, bu ürün bilinçli halk kitleleri tarafından özellikle tercih edilmekte ve zamanla herkes tarafından kullanılacağını beklemekteyiz.


http://www.chrysamed.com/tr/index.ph...g/acklama.html



Aktaş, Chrysamed adlı Avusturya'da kurduğu şirketi aracılığıyla Türkiye'de yatırım yaptı. Türkiye'deki yatırımın yüzde 95'i yabancı sermaye, yüzde 5'i yerli sermaye ile yapıldı. Chrysamed adlı ilacın, kene ve haşerelere karşı etkili olduğu belirtildi. İlacın tanıtımı ile ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Chrysamed Kimya Sanayi ve Dış Ticaret Limited Şirketi'nin Yönetim Kurulu Başkanı Yusuf Aktaş, dünyada 30 bin çeşit haşere ilacı bulunduğunu, bunların haşereleri öldürdüğünü ancak ilacın kullanıldığı bölgeye birkaç saat sonra tekrar haşerelerin geldiğini ileri sürdü.

ETKİSİ 4 AYA KADAR ÇIKIYOR

1990 yılından bu yana haşerelere yönelik Chrysamed adlı ilacın çalışmalarını sürdürdüğünü kaydeden Yusuf Aktaş, “Haşereyi bölgeden uzak tutmak önemli. Piyasadaki haşere ilaçları, zehirleyerek öldürüyor. Chrysamed'de ise çok fazla zehirli madde kullanmadan haşerenin sinir sistemini etkileyip, bölgeden uzak tutabiliyoruz. İlacın kullanıldığı bölgedeki havada molekülleri sezinleyen haşereler o alana tekrar gelmiyor. Etkisi 3-4 aya kadar çıkıyor. Diğer ilaçlardan farklı. Dünyada başka bir ilaçta bu sistem yok” dedi.

Aktaş, Türkiye'ye kene ilacı olarak bunu getirmediğini ancak Türkiye'de kene vakalarından sonra Chrysamed'in kene ilacının kullanılmaya başlandığını kaydetti.

2009 SİPARİŞLERİNİ ALDIK

İlk ihracatı da Discount Mağaza zinciri Alman ALDİ marketlerine yaptıklarını ve bir haftada ilacın tükendiğine dikkat çeken Yusuf Aktaş, “Başlangıçta 80 bin avroluk ürün gönderdik. 2009 siparişlerini şimdiden aldık. 2009 yılı için 500 bin avroluk sipariş aldık” dedi. Fabrikanın yıllık 200 bin ton kapasiteye sahip olduğunu ifade eden Aktaş, 45 işçinin çalıştığını, ek yatırımlarla gelecek dönemde tarım ilaçlarının üretimini gerçekleştirerek, istihdam sayısını 500'e kadar çıkarabileceklerini kaydetti.

Aktaş, ilacın Türkiye'de büyük mağazalar, marketler, ecza depoları, veteriner klinikleri vasıtasıyla satıldığını söyledi. Aktaş, ayrıca 2009 yılında bölge bayilerinin sayısını artırmayı hedeflediklerini kaydetti. Aktaş, ayrıca ilaç için uluslararası patent aldıklarını söyledi.

BAKANLIKTAN RUHSAT ALINDI

Şirketin Genel Müdürü Mehmet Güven de, Nisan 2008'de üretime başlandığını söyledi. Diğer haşere ilaçlarının alkol ve solvent bazlı olduğunu ifade eden Güven, “Bizim ilacımız tamamen su bazlı. İlaç Avusturya'da icat edildikten sonra ülkemizde biyolojik deneylere başladık. Gaziantep ve Akdeniz Üniversiteleri'nde kene üzerine biyolojik deneyler yaptırdık. Kovucu ve öldürücü olduğu tespit edildi. Bunun üzerine de Sağlık Bakanlığı'ndan ruhsat aldık” diye konuştu.

138 KENE ÜZERİNDE DENEY

İlacın etkisini test etmek üzere yapılan deneylerde 138 kene üzerinde uygulama yapıldı. 15 dakika içinde kenelerin yüzde 100'ünün telef olduğu tespit edildiği belirtildi. 263 karınca üzerinde yapılan deneyde 15 dakika içinde yüzde 80'i ve 24 saat içinde tamamının telef olduğu kaydedildi. 103 sivrisinek üzerinde yapılan deneyde ise, tamamı 5 dakikadan daha az sürede telef olduğu belirtildi.

109 hamam böceği üzerinde yapılan deneyde 24 saat içinde yüzde 81,6 oranında başarı sağlandığı kaydedildi. İlacın ev içinde ve dış mekânlarda, balkon, bahçe, teras, hayvan barınakları, kamp ve piknik alanlarında, otel market, lokanta, hayvan çiftlikleri gibi büyük alanlarda kolayca uygulanabileceği belirtildi. Kokusuz olduğu, leke yapmadığı kaydedildi. Fiyatının da 10–12 YTL arasında olduğu belirtildi.

http://kobi.milliyet.com.tr/haberDetay?nid=1489

praecox 25-08-2008 13:38

Sayın meyvelitepe,

soru toxikologie olunca aklımdan çıkmıyan paracelsus'un bir lafı geliyor.

Herşey zehirdir. Hiçbirşey zehirsiz değildir. Sadece dozudur zehiri yapan. demiş.
Yani anlıyacağınız zehiri ilaç veya ilacı da zehir yapan dozudur.
Veya kullanım şeklidir.

Hep dediğim gibi aç karnına 1 litre saf su içerseniz. Dolaşım sisteminiz kolapsa uğrar al yuvarlarlarınız osmotik basınç farkından patlar beyne hava gitmez. Ölümle sonuçları bazen kaçınılmaz olur. Zehirlenme emareleri adeta cyanürünki gibidir.
Şimdi burda saf suyun ne kadar zehirli olduğunu nasıl tanımlıyacağız.

Bu yazım biraz sokratesin demagojisi gibi oldu ama en azından bir söyleme inanmadan evvel düşünmekte veya mantıklı bir çerçevede kendi kendimize tartmakta düşünmekte fayda var.
Sensasyonel habercilik anlayışı günümüzde bulgunun bir ucundan yakalayıp şaşırtıcı niteliği olan ama tamda tüm resmi göstermeyen haberler yayınlıyor.
Bugün bir meyve şuna iyi iken ertesi günü şuna zararlıdır diye çelişkili haberler var. Onları izlesek olayı farkedebileceğiz belki de...

praecox 25-08-2008 14:47

"Was wirkt hat auch nebenwirkungen"

Yani etki edenin yan etkileri de vardır. Bu maalesef her türlü maddede böyle. Gerek sentetik gerekse doğal.
Aşğıda sözü geçen insekticide de Permetrin bulunmakta. Bu madde beşeri ilaçlarda ve hatta çocuk bitlenince de kullanılan bir madde. Elbette çimlere uzanan biri çocuk gibi kronik etki etmediğinden fayda zarar dengesi düşünülürse makul gibi gelebilir.

Ben hiç bir zaman bu konulara pembe gözlükle bakan biri değil semde Bu konulara amatörce bakan ve konunun uzmanı olmıyanların "medya"ca tek yönlü ve sadece sorgulamadan muhalif görüşü oluşturmasında ciddi sorunlar görüyorum.

Her maddeye karşı çıkar olduk. Çevreyi bozduk. Hepimizin öyle **** böyle beslenmesi gerek. F1 hybridlere GDO'ya ziraai ilaçlara inorganik gübrelere hatta organik gübreleri bile sorgulıyarak karşı duruş sergiler olduk.
Bir organik tarımdır almış başını gidiyor. Bu tarımın nasıl işlediğini veriminin ne olduğunu sebzenin tahılın kilosunun bu bağlamda kaça fırlıyacağını kaç kişinin bunlarla besleneceğini düşünümyoruz bile.
Bu çok değişik ekonomik bir boyut.
Ama hepimiz ısınmak isityoruz beslenmek istiyoruz televizyon syredip internetden bilgi almak istiyoruz. elektriğimiz suyumuz v.d. kesilmesin isityoruz.
Tüm bunlar nasıl olacak çözümler arıanıyor ancak bugün göğün mavi renginin vaad edenler yarın bir şekilde lanetlenebiliyor.
Kısacası dünya nufusu organik tarım ve diğer çevresel enerji üretimi v.d. gibi şeyleri taşıyacağının katbekat üzerinde.
Kısacası kompromisler gerekiyor.
Elbette kimsenin bir maddeden dolayı kanser olması gibi bir sorunu burda tartışmak istemiyorum. Ama bir ilacın ucundan tutup lanetlerken alternatifler sunmak da gerek.
Örneğin bu permertrin olayı bundan evvel kullanılan Lindan adlı 6lı clorlanmış bir cyclohexan maddesinin yerine geçti.
Bir çocuk olaki bitlendi (ki kimse böyle bir şey olsun istemem) eh permetrini de dışlarsak çözüm ne olacak sizce.

Bu konuda taraf asla değilm şu madde veya bu madde en iyisidir gibilerden ancak tek taraflı bir bakış açısı ile işin bir ucundan tutp karşı çıkılır bir toplum oluşturmanhın da hiç kimseye fayda sağlamıyacağını da düşünmemiz gerektiğini savunuyorum.

Sacharin de kanser yapıyor ancak yine de herkes içiyor.
Kısacası bu konuda örnekler çoğaltılabilir.
Ancak kısacası...

Etki edenin herdaim bir yan etkisi vardır.

etki dozu ile ölümcül dozunun aralığı önemli olsa da...

Konu uzun neyse... bilmem anlatmak istediğimi anlatmıya becerbildim mi?

denizakvaryumu 30-08-2008 21:02

http://www.panaks.com.tr/video/video.html

Bu ürün marketlerde satılmaya başladı, FDA onayı olduğu için bana güvenilir geldi.
Hamileler ve çocukların da güvenle kullanabileceği belirtiliyor.

Siz ne dersiniz?

http://www.panaks.com.tr/haberler/images/enve_1.htm

praecox 30-08-2008 21:39

Sadece Vioxx da FDA onaylıydı diyebiliyorum.

Veya yıllarca güvenle kullanılan Methamizol-Na son yıllarda politik sebeplerden zar zor FDA onayı aldı. Paracetamol karşı hamle tutulduydu. Bugün çok güzel bir karaciğer zehiri olduğunu lütfen kabul eder oldular.

FDA'nın onayı beni bu alanın uzmanı olarak hiç ama hiç mi bağlamıyor.
İnandırıcılıktan çok uzak geliyor artık.

Emine Aktaş 30-08-2008 21:43

Denizakvaryumu, çok önemli ve hassas bir konu gündeme getirmişsin. Konu ve güzel diyaloglar için teşekkürler...

Ela 30-08-2008 23:11

Çok güzel bir konu olmuş, teşekkürler. Benim de birkaç cümlem var; çocuklarımıza sporu sevdirelim, ne kadar erken başlarlarsa o kadar iyi, zararlı yiyecek ve içecekler konusunda bilinçlendirelim. Okullar açılıyor, çocuklarımız akşama kadar okuldalar, hatalı beslenebiliyorlar. Öğle yemeklerinde fast food yiyeceklere yönelmezlerse daha sağlıklı olurlar.

Yaşam Sevgisi 03-09-2008 10:22

1-Düzenli spor yapmalı, sağlıklı bir cinsel yaşama sahip olmalı insan.

2-Elbette, doğal beslenmeli insan. Portakal varken, portakal suyu içmemeli. Suni, kimyevi maddelerle donatılmış yapay besinlerle beslenmeyi reddetmeli.

3-Sadece bitkilerle beslenmek, sağlıklı, kanserden arınmış yaşamak demek değildir.Yeteri kadar et ve proteini düzenli olarak almalı, ihmal etmemeli.


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 11:31.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024